Not: MEB Bakanlığının 2014 Bütçesi 55.704.817.000 TL’den daha fazladır. Çünkü bu rakam sadece 2014 Merkezi Yönetim Bütçesinden ayrılan paya karşılık gelmektedir. MEB’in asıl bütçesini oluşturan finansman kaynaklarını Merkezi Bütçeden Ayrılan pay ile birlikte, İl özel idareleri bütçesinden ayrılan kaynaklar, Eğitime katkı payı gelirleri (bütçeleştirilen gelirler), Dış ülke ve kuruluşlardan sağlanan dış kredi, burs ve bağışlar, Halk ve kuruluşların eğitime bağışları ile Okul-aile birliği gelirlerinden oluşmaktadır.
2014 MEB BÜTÇESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ
Sadece sayılar üzerinden bir değerlendirme yapıldığı zaman, nominal olarak MEB Bütçesinin arttığı ifade edilebilir. Kamu personelinin neredeyse yarısı (%48) MEB’e bağlı kurum ve kuruluşlarda çalışmaktadır, doğrudan hizmet götürdüğü vatandaş (öğrenci) sayısı bakımından 17 milyondan fazladır, aileleri de bu sayıya dâhil ettiğimiz zaman neredeyse toplumun tamamına hizmet sunan bir bakanlıktır. Bağlı kurum ve kuruluş sayısı bakımından da (okullar ve diğer eğitim kurumlarının toplam sayısı 100 binin üzerindedir) diğer kamu kuruluşlarına göre açık ara öndedir. Eğitime ayrılan pay, bu tablo ile birlikte değerlendirildiği zaman, bütçeden en fazla payı alması doğal olmakla birlikte yeterli olduğu da ifade edilemez.
Kaldı ki eğitime ayrılan payın neredeyse %80’nini personel harcamaları oluşturmaktadır. Mal ve hizmet alımına ayrılan payın MEB Bütçesine oranı ise sadece %8’dir. Yatırımlara ayrılan payın toplam MEB Bütçesine oranı AKP’nin iktidarından önce 2002 yılında %17 idi. Bugünün rakamları göz önüne alındığı zaman yatırıma ayrılan payda AKP iktidarı döneminde %9’luk bir düşüş yaşandığı ifade edilebilir. Gerçek anlamda eğitime ayrılan bütçeyi en iyi yansıtan veri eğitim yatırımlarıdır. Eğitimi adım adım ticarileştiren, özel okulları doğrudan desteklemek için çok sayıda düzenleme yaparken, kamu okullarını kendi kaderiyle baş başa bırakan AKP iktidarının “eğitime en çok payı kendilerinin ayırdığı” söylemi gerçeği yansıtmamaktadır.
2014 MEB Bütçesinde bir önceki yıla göre bu yıl gerçekleştirilmesi düşünülen %17’lik artışın temel nedenlerinden biri de 4+4+4 sistemi ile birlikte eğitimde yaşanan sorunların içinden çıkılamaz hale gelmesi, okul ve derslik açıklarının yanı sıra, özellikle okulların altyapı ve donanım eksikliklerinin maliyetinin artmış olmasıdır. 2012 yılında uygulamaya konulan 4+4+4 sisteminin toplam maliyetinin 40 milyar TL olduğu belirtilmektedir.
Eğitim bütçesi artmasına karşılık ailelerin eğitim harcamaları azalmamakta yoksul halkın sırtındaki yük daha da ağırlaşmaktadır. Başbakan her konuşmasında en az üç çocuk vurgusu yapmaktadır fakat ülkenin yarısından fazlasının yoksulluk sınırının altında yaşadığını ve bu ailelerde bir çocuğun 0-22 yaş arasındaki eğitim harcamalarının aileye yükünün 80 bin TL yi bulduğunu (Kaynak: İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odasının (İSMMMO), "Türkiye'de Eğitim Harcamaları ve Ailelere Maliyeti" raporu) ifade etmemektedir.
Eğitimde beklenen amaçların eşit, adil ve demokratik bir şekilde gerçekleştirilmesi, artan öğrenci sayısı, derslik açıkları, eğitim niteliğinin yükselmesi, fiziki alt yapı ve donanım eksikliklerinin giderilmesi, anadilinde eğitimin sağlanması, sınavsız dershanesiz bir eğitim sistemine geçilmesi, demokratik, bilimsel ve laik bir eğitimin sağlanması, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması, öğretmenlerin daha nitelikli hale getirilmesi mali ve özlük haklarının iyileştirilmesi vb. birçok gelişme için MEB bütçesinin en az iki kat daha artırılması ivedilikli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
EĞİTİME İLİŞKİN TEMEL İSTATİSTİKLER
2012-2013 Milli Eğitim Bakanlığı Örgün Eğitim İstatistikleri İncelendiği Zaman
Okullaşma Oranı
Okullaşma oranları incelendiği bölgeler arası eşitsizlik Tablo 3’de açıkça görülmektedir.
Tablo 3. Bazı İllerin Eğitim Seviyelerine Göre Net Okullaşma Oranı
İl
|
Okul Öncesi
|
İlkokul
|
Ortaokul
|
Ortaöğretim
|
Ağrı
|
19,86
|
99,31
|
82,16
|
35,46
|
Van
|
28,41
|
98,62
|
83,05
|
39,67
|
Muş
|
29,17
|
98,98
|
83,06
|
37,03
|
Bitlis
|
28,37
|
98,82
|
86,67
|
41,46
|
Hakkari
|
16,19
|
98,05
|
81,65
|
52,39
|
Mardin
|
21,53
|
99,64
|
89,42
|
54,19
|
TÜRKİYE
|
30,93
|
98,80
|
93,09
|
70,06
|
Tablo 3’de de açıkça görüldüğü üzere okul öncesi eğitim, ortaokul ve ortaöğretimde okullaşma oranlarında bölge illeri Türkiye ortalamasının oldukça altında yer almaktadır.
Okul, Öğretmen, Öğrenci ve Mezun Sayısı
Türkiye genelinde eğitim seviyelerine göre okul, öğretmen, öğrenci ve mezun sayısı aşağıdaki tabloda görülmektedir.
Tablo 4. Türkiye Geneli Okul, Öğretmen, Öğrenci ve Mezun Sayısının Dağılımı
|
Okul
|
Öğretmen
|
Öğrenci
|
Okul Başına Öğrenci
|
Öğretmen Başına Öğrenci
|
Okul Öncesi
|
27.197
|
62.933
|
1.077.933
|
40
|
17
|
İlkokul
|
29.169
|
282.043
|
5.593.910
|
192
|
20
|
Ortaokul
|
16.987
|
269.759
|
5.566.986
|
328
|
21
|
Ortaöğretim
|
10.418
|
254.895
|
4.995.623
|
480
|
20
|
Yine bölgeler arası değerlendirme yapıldığı zaman özellikle bölgede bazı illerde öğretmen başına düşen öğrenci sayısının Türkiye ortalamasının üzerinde olduğu görülmektedir. Örneğin Ağrı’da öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ilkokulda 26, ortaokulda 30 ve ortaöğretimde 25’dir. Yine sırasıyla Hakkâri’de bu sayı 30, 24 ve 24’dür. Urfa’da 26, 32 ve 25’dir. Ayrıca öğretmen başına düşen ortalama öğrenci sayısının düşüklüğü yanıltıcı olabilir. Türkiye’de öğretmenlerin dengesiz dağılımı söz konusudur. Örneğin Şırnak başta olmak üzere bölgenin birçok ilinde öğretmen sıkıntısı bulunurken Ankara gibi illerde sınıf öğretmenliği başta olmak üzere birçok branşta öğretmen fazlalığı bulunmaktadır.
Özel Eğitim Kurumlarında Okul, Öğrenci, Öğretmen ve Derslik Sayısı
Türkiye’de toplam 1.479 özel eğitim kurumu bulunmaktadır. Bu eğitim kurumlarında 252.025 öğrenci eğitim öğretim görmekte ve 11.013 öğretmen görev yapmaktadır.
Özel Öğretim Kurumlarında Okul, Öğrenci, Öğretmen Ve Derslik Sayısı
Türkiye’de toplam 18.688 özel okul bulunmaktadır. Bu okullarda toplam 3.929.071 öğrenci eğitim öğretim görmekte, 174.131 öğretmen görev yapmaktadır.
Taşımalı Eğitim İstatistikleri
Ortaöğretim kademesinde 376 566 öğrenciye taşımalı eğitim yapılmaktadır. İlkokul ve Ortaokul kademelerinde ise 810.809 öğrenciye taşımalı eğitim yapılmaktadır. Taşımalı eğitimin Karadeniz ve Bölge illerinde yoğunluklu olarak uygulandığı görülmektedir.
Yatılı ve Pansiyonlu Okul İstatistikleri
Türkiye’de toplam 2.347 pansiyonlu yatılı okul bulunmaktadır. Pansiyonlu okulların kapasitesi 435.174 olup, toplam 342.408 öğrenci bu okullarda eğitim görmektedir. Yatılı Okulların ise Bölge illerinde yoğunlaştığı görülmektedir.
MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞININ TEMEL SORUN ALANLARI
Milli Eğitim Bakanlığının sorunları tek tek yazacak olsak birkaç ciltlik MEB Sorunlar Ansiklopedisi karşımıza çıkar. Eğitim emekçilerinin mali ve özlük sorunları, ataması yapılmayan öğretmenler, kadrolaşma, yandaş sendikacılık, muhalif ve demokrat eğitim emekçilerine uygulanan mobbing, Alo 147 ihbar hattı, kadrolaşma, öğretmenlerin ve yöneticilerin atama ve yer değiştirmelerindeki usulsüzlükler ve gasp edilen hakları, eğitim, eş ve sağlık özürlerinin adil, sağlıklı ve ivedilikli bir şekilde işletilmemesi, ücretli öğretmenler, eğitim emekçilerinin bölgelere göre dağılımındaki eşitsizlikler, değişen ve gittikçe teknokrata dönüştürülen öğretmen imgelemi, öğretmen yetiştirmedeki yanlış politikalar ve öğretmen yetiştirmedeki niteliksiz eğitim, öğretmensiz okul ve öğrenciler, öğrencisiz öğretmenler (merkezi yerlerdeki norm kadro fazlası durumunda olan binlerce öğretmen), sürekli değiştirilen eğitim sistemi, eğitim sisteminde merkezi hükümetlerin baskısı, her gelen hükümetin hatta her gelen bakanın kendine göre eğitim sistemini değiştirmesi, eğitim sisteminin merkeziyetçiliği, karar mekanizmalarında öğretmen, öğrenci ve veli gibi eğitimin temel bileşenlerinin söz sahibi olmaması, merkezden yerele gittikçe daha da artan anlamsız bürokrasi ve hiyerarşi, merkezi sınavlar, eğitimde hızla düşen nitelik, kamusal eğitimin dönüşümü, standartlaştırma, eğitimin ticarileştirilmesi ve özelleştirilmesi, piyasacı ve rekabetçi anlayış, tekçi inkarcı ve asimilasyoncu politikalara dayalı eğitim müfredatı ve uygulamaları, ırkçı cinsiyetçi ötekileştirici eğitim içeriği, anadilinde eğitim alamayan milyonlarca öğrenci, yatılı okullar, yatılı okullardaki temizlik, sağlık, kalite vb. sorunlar, taşımalı eğitim, taşımalı eğitim öğrencilerine verilen düşük maliyetli kalitesiz öğle yemeği, yemekhanesi olmayan taşıma merkezleri, çocuk yoksulluğu, eğitim öğretim dışında kalan milyonlarca öğrenci, çalışan öğrenciler, çocuk gelinler, tutuklu öğrenciler, devamsız öğrenciler, engelli öğrenciler, özel eğitim kurumları ve rehabilitasyon merkezleri, bu merkezlere kayıtlı olup hiç eğitim alamayan ya da çok kalitesiz eğitim alan öğrenciler, okullardaki muhafazakarlaştırma pratikleri, okulların fiziki, eğitsel ve donanımsal yetersizlikleri ve okullar arasında merkezden taşraya-batıdan doğuya gidildikçe artan eşitsizlikler, anti demokratik okullar, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılamaması, mevcut okul öncesi eğitiminin uygun olmayan sınıflarda yürütülmesi, 60 aylıkların ilkokula alınması, rehberlik hizmetlerindeki yetersizlikler, okul ve toplum bağının eğitsel değil ekonomik gereksinimler üzerinden kurulması, okullara bütçe ayrılmaması, okulların kendi kaynaklarını bulmaya zorlanması, denetimdeki yetersizlik ve dengesizlikler, ihalelerdeki usulsüzlükler, Fatih Projesi, eğitimde bilinçsiz teknoloji kullanımı, okul idarecilerinin özel tamircilerine dönüşen öğretmenler, meslek liselerindeki düşük kaliteli eğitim, Anadolu liseleri, imam hatipler, dershaneler, 4+4+4 eğitim sistemi, yaşamını yitiren öğrenciler, okullardaki temizlik, ısınma sorunları….. … …
Görüldüğü üzere yukarıda sadece başlık olarak belirtilen sorun alanları MEB’in sahip olduğu kronik sorunların sadece belli bir bölümü oluşturuyor. Burada bu sorun alanlarının her birini tek tek açmamız örnekleriyle sunmamıza zamanın yetmeyeceği çok açıktır.
AKP hükümeti bu sorunları çözmek yerine her gün bu sorunlar listesine yenisinin eklenmesine neden olan uygulamaları hayata geçirmekte, rakamlar üzerinden eğitime ne kadar önem verdiğini belirtmektedir. Oysa bugün tüm kamuoyu eğitim sisteminin işin içinden çıkılmaz bir hal aldığını bilmektedir. Eğitime verilen değer sadece bütçeden ayrılan payın nominal olarak büyüklüğü ile ilgili değil, eğitimin kronik sorunlarının tüm bileşenlerin ortak ve demokratik katılımını sağlayacak mekanizmalar aracılığıyla çözülmesi ve kamusal ücretsiz demokratik bilimsel laik anadilinde özgürlükçü eşit ve eleştirel nitelikli bir eğitim sisteminin inşa edilmesi yolundan geçer. Sadece artan okul, öğretmen, öğrenci, bütçe vb. rakamları üzerinden artan imkanlar üzerinden bir eğitim bakanlığı değerlendirmesi oldukça yüzeysel ve sığ kalmakta ve buz dağının suyun altında kalan kısmının toplumdan saklanması çabasıdır. Eğitimde esas olan bu rakamların ve diğer “fırsatların” artması değil tüm toplumun hiçbir ayrımcılığa uğramadan ve eşit bir şekilde bu imkanlardan yararlanmasıdır.
Burada yukarda sayılı sorunlardan gündemde olan bir kaçı detaylı bir şekilde yer almaktadır.
-
Öğrencilerin Yaşam Hakkı Katledilen Çocuklar ve Okullardaki Çocuk Ölümleri ve Sessiz Kalan Bakanlık
Eğitim öğretim çağında olup devletin ihmali ya da kasti tutumu sonucu yaşamını yitiren çocuklar eğitim göstergeleri incelenirken ilk olarak değerlendirilmesi gereken konudur.
Eğer bir ülkede devletin kasti tutumu ya da ihmali sonucu çocuklar yaşamını yitiriyor ve Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda hiçbir girişimde bulunamıyor ve açıklama dahi yapamıyorsa o ülkedeki eğitime dair tüm göstergeler anlamsızlaşmaktadır.
Tarih 27 Aralık 2011, yer Şırnak Uludere Roboski. Bu köyün yakınlarında, İsrail yapımı Heronlardan edinilen istihbaratla F-16'lar, aralarında çocukların da bulunduğu 34 sivil yurttaşımızı bombalayarak katletti. 34 sivil yurttaşın 19'u çocuktu ve eğitim öğretim çağındaydılar.
Devletin ihmali ya da kasti tutumu sonucu yaşamını yitiren yalnızca Uludere'de katledilen çocuklar değildir. Son altı yıl içerisinde 59 çocuk, devletin ihmali ya da kasti tutumu sonucu nedeniyle yaşamlarını yitirdiler. Bunlardan 25’i ilköğretim çağındaydı.
Uğur Kaymaz on iki yaşında Mardin'de katledilmişti. Şilan Demir altı yaşında Diyarbakır'da katledildi. Abdullah Duran dokuz yaşında yine Diyarbakır'da, Ceylan Önkol on iki yaşında Lice'de katledildiler.
Yaşamını yitiren çocuklar sadece katledilen öğrenciler ile sınırlı değil aynı zamanda okullarda yeterli önlemleri almadığı ve gerekli denetimleri yapmadığı için oluşan kazalarda yaşamını yitiren çocuklar da bulunmaktadır.
2010-2012 yılları arasında okul binaları içinde ve okul bahçelerinde yaşanan kazalardan dolayı 15 çocuk hayatını kaybetti. Konu ile ilgili mecliste alt komisyon kurulması kararı alındı. Ancak 2013 yılı içinde de ölümler devam etti. En son Mardin-Kızıltepe –Cumhuriyet ilkokulunda 2. sınıf öğrencisi 7 yaşındaki Reşat KİNO adındaki çocuk üzerine dolap devrilmesi sonucu hayatını kaybetti.
-
Anadilinde Eğitim Yasağı Devam Ediyor
Günümüzde dünya ülkeleri incelendiği zaman BM üyesi 194 ülkenin 113 tanesinde birden çok resmi dillin olduğu ve İngiltere, İspanya, İtalya, İsveç, Almanya Çin, Hindistan, Rusya vb. birçok ülkede anadilde eğitim ve öğretim yapıldığı görülmektedir. Halkların anadillerini sahiplenmek için verdiği mücadeleler sonucu kazanılan haklar ile bugün Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde, Çocuk Hakları Sözleşmesinde, Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Paktında, UNESCO Sözleşmesinde, Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşmesinde ve buna benzer birçok uluslararası metinde anadilde eğitimin önemi vurgulanmakta ve hiç kimsenin ana dilini öğrenmekten alıkonamayacağı belirtilmektedir. Bu temelde Birleşmiş Milletler Bangladeş Dil Eylemleri Komitesinin 21 Şubat 1952 tarihinde ki çağrısına uyan Dakka Üniversitesi gençliğinin yaptığı eylemler insanlığın bilincinde yer ettiği ve bu mücadeleyi anmak için 21 Şubatı Dünya Anadil Günü olarak kabul edilmiştir.
Türkiye, dil ve kültürlerin çeşitliliği açısından oldukça zengin bir ülkedir. Kürtçe, Gürcüce, Hemşince, Lazca, Çerkesce, Pontusça, Süryanice, Abazaca, Ermenice, Rumca, Arapça, Çeçence, Acemce, Mıhallemice ve Pomakça bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Fakat bu zenginliğin önünde anayasal ve yasal engeller bulunmaktadır. Her ne kadar AB uyum sürecinde çeşitli kanunlarda değişiklik yapılarak özel kursların ve radyo televizyonların önü açılmış ise de anadilde eğitim önünde birçok yasal engel bulunmaktadır.
Resmi ideolojinin inkar ve asimilasyon politikalarına karşı en fazla direnen halk Kürtler olmuştur. Gerek nüfuslarının büyüklüğü, gerekse belli bir coğrafi bölgede yaşıyor olmaları ve siyasal bir bilince sahip olmaları dillerine sahip çıkmalarına neden olmuş ve asimilasyon politikalarını boşa çıkarmıştır.
Türkiye’de, Kürtler ve Kürtçe uzun yıllar inkar edilmiştir. Kürtlerden ve Kürtçeden söz etmek “vatan hainliği” ile eş anlamlı olmuştur. İki binli yıllarda, bir bakan, “Kürtçe eğitim istemek vatan hainliğidir” derken, Kürtçe’nin bir medeniyet dili olmadığı ifade edilmiştir. Eğitim-Sen hakkında, tüzüğünde anadili destekleyen bir madde bulunduğu gerekçesi ile kapatma davası açılmıştır. Bugün hala Kürtçeden söz edenler, Kürtçe anadilde eğitim talep edenler bölücülük ile suçlanmaktadır. Kürtçe’nin üzerindeki baskılar yalnızca yurt içi ile sınırlı kalmamıştır. Yurt dışında da Kürtçe’nin önü kesilmeye çalışılmıştır. 1980’lerin başında, İsveç’te, açılan ve ilk Kürtçe kreş olma özelliğini taşıyan bir kreşin kapatılması için dönemin Türkiye Hükümeti, resmen İsveç Hükümeti’ne başvurmuş ama sonuç alamamıştır. Tüm bunlara rağmen Kürtlerin anadilinde eğitime ilişkin talepleri artarak devam etmiştir. 2010 yılında okullar bir hafta boyunca boykot edilmiş ve boykota yoğun bir katılım olmuştur.
Dil, kültür üstü konumu nedeniyle kimlik mücadelesi veren halklar açısından en başta gelen siyasal taleplerden biridir. Dil istemi, aynı zamanda diğer kültürel ve siyasal hakların istemini içerir. Bundan dolayıdır ki tüm Kürt siyasal hareketleri, anadilinde eğitimi vazgeçilmez bir hak olarak talep etmekte ve mücadelesini yürütmektedirler.
Tüm bu mücadeleler sonucu 2012 yılınca yapılan bir düzenleme ile Kürtçe seçmeli ders olarak okul müfredatlarında yerini almıştır. Kürtler seçmeli dersi seçmeyerek taleplerinin anadili öğretimi değil “anadilinde eğitim” olduğunu bir bütün olarak bir daha ifade etmişlerdir.
Kürt halkının 2000 li yıllardan beri demokratik yöntemlerle talep ettiği Anadilinde Kamusal Eğitim talebi ısrarla görmezden gelinmiş; önce adı bile konulmadan yabancı dil kursları yönetmeliğinde yapılan değişiklikle “Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Kullandığı Mahalli Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi” adıyla yapılan düzenlemeyle paralı kursların açılmasına 2002 yılında kerhen imkân verildi.
Kurslarla bir halkın kendi dilini öğrenme komedisi bir yana; o dönemde belirtilen çerçevede açılmak istenen kursların açılmaması için her türlü bürokratik engelin çıkarıldığı bilinmektedir.
Kürt halkının bu temelde açılan kurslara rağbet etmemesi ve anadilinde kamusal eğitimde ısrarı etmesi nedeniyle; önce bazı üniversitelerde yüksek lisans programları açıldı. Son olarak da 2012-2013 öğretim yılından başlamak üzere; ilkokul 5.sınıftan itibaren seçmeli ders olarak okullarda okutulması uygulamasına geçildi.
Seçmeli ders uygulamasının Kürt halkının önemli bir kesiminde sıcak karşılanmaması ve dersin seçilmesiyle ilgili basına da yansıyan önemli bürokratik zorluklar çıkarılmasına rağmen 2012-2013 yılında 20.000 civarında; 2013-2014 yılında ise resmi olmayan rakamlara göre 15.000 civarında bir tercihin olduğu ifade edilmektedir.
Anadilinde eğitim talebi karşılanmadığı için milyonlarca ailenin çocuklarına Kürtçeyi seçmeli ders olarak tercih ettirmediği bilinmektedir.
Öte yandan müfredat, materyal ve öğretmen konusunda eğitim bakanlığı seçmeli dersi tercih eden çocukların taleplerini dahi savsaklamaktadır.
Öncelikle dersin okutulmasının 5. sınıftan başlatılması kısıtlayıcı bir durumdur. Ayrıca dersin verilebilmesi için getirilen asgari 10 kişinin seçmesi kuralı insan haklarına aykırı ve kısıtlayıcı bir uygulamadır. Bu şartlar sağlansa bile bu kez de dersi verecek öğretmen ve materyal sorunu yaşanmaktadır. 900 civarında öğretmen çeşitli üniversitelerin Kürtçe yüksek lisans programlarını bitirmesine rağmen onların istihdamı için herhangi bir önlem alınmamıştır. Atanamayan öğretmenler sorununa Kürtçe öğretmenleri de eklenmiştir.
Son olarak başbakan 30 Eylülde açıkladığı “Demokrasi Paketinde” Kürtlerin anadilinde kamusal eğitim talebini görmezden gelerek özel okullarda Kürtçenin öğrenilmesini kolaylaştıracaklarını, uygulamanın gelecek yıl başlayacağını ifade etmiştir. Yani tekrardan 2002 yılındaki özel kurs, paralı anadil öğrenme yolunu göstermiştir. Bu karar Kürt halkı nezdinde kabul edilemez olarak görülmektedir.
Bu konuda hükümet acilen anadilinde kamusal parasız eğitim ve öğretimin önünü açacak yasal ve anayasal düzenlemeleri hayata geçirmelidir. Bu hizmetin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının hepsi için bir devlet görevi olduğu gerçeği göz önüne alınarak sayıya bakılmaksızın talep eden farklı dili konuşan her yurttaş için kullanılabilir bir hak olarak tanzim etmelidir.
Bu temelde talepler dikkate alınarak üniversitelerde ilgili dillerde kürsüler açılarak gerekli eğitim personelinin hızla yetiştirilmesine yönelik adımlar atılmalıdır.
Aynı zamanda müfredat ve okullardaki alt yapı olanakları da yeni duruma göre düzenlenmelidir.
-
Kürtçe Öğretmenler
AKP’nin demokratikleşememe paketinden “Özel okullarda farklı dillerde eğitim” çıktı. Ve bu başlık büyük bir reform olarak kamuoyuna duyuruldu. Şu an iktidar sözcüleri içerde dışarda her yerde bu değişikliği, “inkar ve asimilasyon politikalarının son bulduğu!” teraneleri ile pazarlamaya çalışıyorlar.
Biz ise AKP’nin asimilasyon politikalarından vazgeçmediğini, anadilinde eğitim gibi insanların gasp edilmiş en temel haklarını taksit taksit ve içini boşaltarak ve bir lütufmuşçasına büyük bir aldatmaca ile iç ve dış kamuoyuna sunduğunu ifade ediyoruz.
AKP’nin resmi ideolojiden vazgeçmediğini, aynı egemen zihniyeti koruyarak gömlek değiştirdiğini çok iyi biliyoruz.
AKP’nin anadilleri konusundaki reformist vaatlerinin samimiyetsizliğinin en yakın örneği Kürtçe Öğretmenlerinin şu an içinde bulunduğu durumdur.
2012 yılında yine Başbakan Erdoğan’ın “Yaşayan diller ve lehçeler adı altında Kürtçe seçmeli derslerin verilebileceğini” açıklamasıyla büyük bir “reform” ve “devrim” algısı oluşturuldu kısa bir süre sonra da Mardin Artuklu Üniversitesi ilan vererek Kürtçe öğretmeni yetiştireceğini kamuoyuna duyurmuştu.
Basılı ve yazılı medyaya yansıdığı üzere Artuklu Üniversitesi ile YÖK ve MEB’in çeşitli görüşmeleri olmuştu. Bu görüşmeler sonucunda Kürtçe öğretmeni yetiştirmek üzere tezsiz yüksek lisans programı açıldı ve öğrenci kabulü için ilan verildi. Şu an hala Artuklu üniversitesinin internet sitesinde yer alan ilanda “Milli Eğitim Bakanlığı’nın önerisi üzerine, Kürtçe Öğretmeni yetiştirmek amacıyla Mardin Artuklu Üniversitesi Türkiye’de Yaşayan Diller Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı bünyesinde 2012-2013 öğretim yılında 500 (beş yüz) Tezsiz Yüksek Lisans öğrencisi alınacaktır. Bir yıl süreli bu programdan mezun olacak adaylar Kürtçe öğretmeni olarak atanacaktır.” diyordu.
Artuklu Üniversitesi de sonraki açıklamalarında YÖK’le prensipte bu konularda anlaştığını kendi sayfasında “Üniversitemizin Kürdoloji bölümü, MEB ve YÖK arasında yapılan görüşmeler neticesinde hazırlayacağımız ders kitabını okutmak üzere olabildiğince fazla sayıda öğretmen adayını ‘tezsiz yüksek lisans programına’ almamız ve bunlardan pedagojik formasyonu olmayanlara üniversitemizin eğitim bilimleri bölümünün kadrolu altı öğretim elemanı tarafından formasyon dersleri verilmek üzere prensipte anlaşıldı.” sözleriyle belirtmişti. Bu tabloya bakarsak eğer, Artuklu Üniversitesinin MEB ve YÖK’ten cesaret alarak bu kadar cömert davrandığını söyleyebiliriz. Ki televizyona çıkan MEB ve YÖK yöneticileri, Bakan’lar herkes Kürtçe seçmeli dersin büyük adım olduğunu dile getiriyor, Artuklu Üniversitesinin çalışmasından bahsediyor ve eğitimlerini tamamlayanların Kürtçe öğretmeni olacaklarını dile getiriyorlardı.
Bunlara ek olarak Eylül 2012’de NTV’de “NTV’ye Sorun” programına katılan MEB müsteşarı Emin Zararsız, bir Kürtçe öğretmen adayının “Benim merak ettiğim bu yeni sistemde Kürtçe öğretmenlerin pozisyonu ne olacak? Kadrolu mu olacaklar yoksa ücretli mi olacaklar?” şeklindeki sorusuna “Biz bu üniversitelerle ve YÖK ile görüşmelerimizi yaptık ve bunun sonucunda lisansüstü bir program oluşturuldu. Onlar henüz daha mezun vermediği için şimdilik mevcut öğretmenlerimizden, özellikle dil öğretmenlerimizden olanların Kürtçe öğretmeni olması için bir programımız yürürlükte. İlanlar yaz ayının başında verildi, müracaatlar yapıldı. Bunun sonucunda mezun olan kişiler, diploma alanlar Kürtçe öğretmeni olarak değerlendirilecek. Ama bu öğretim yılında (2012-2013 eğitim-öğretim yılı) Kürtçe seçmeli dersini seçen kişilere de sözleşmeli statüde de öğretmen tedarikine hazırlıklarımız devam ediyor.” şeklinde cevap vererek “sözleşmeli” vurgusunu yapmıştır. Aynı şekilde Sayın Başbakan da Şubat 2013’te Mardin’de konuşmuş ve Artuklu Üniversitesinde Kürtçe öğretmeni yetiştirilmesini överek “Bu öğrencilerimizden 500′ü, Milli Eğitim Bakanlığımıza bağlı ilköğretim okullarının 5, 6, 7, 8. sınıflarında okutulacak seçmeli Kürtçe dersi için Kürtçe öğretmen adayı olarak eğitim görüyor.” demişti.
Bundan cesaret alan Üniversite sonuçta başvuran 2528 kişiden 500’ünü Eylül 2012 itibariyle programa kabul ediyor. Derslerin başlaması için 500 sayısının ve formasyonu olmayan 234 kişiye formasyonu verilmesi için YÖK’ten onay beklendiği hafta birden olumsuz gelişmeler cereyan etti. Oysa YÖK, ta işin başından beri hem ilanın verilmesine hem de öğrencilerin programa alınmasına medya üzerinden şahit olmuştu. YÖK, 2012 Eylül’ünün sonuna doğru kesin kayıtları yapılmasına rağmen 500 kişiden 250 kişinin kaydının silinmesi kararını verdiği gibi Artuklu Üniversitesine formasyonu olmayanlara formasyon verme yetkisi de vermemiştir.
Sonraki süreçte de eski Milli Eğitim Bakanı Sayın Ömer Dinçer, 12.12.2012’de Bingöl Üniversitesinde bir konferansta Kürtçe Yüksek lisansı bitirenlerin Kürtçe öğretmeni olarak atanmayacağını, öncelikle bu kişilerin kendi bölümlerine atanacağını ve daha sonra ek ders karşılığı Kürtçe derslere gireceğini dile getirmişti. Yani iktidar Kürtçe öğretmenliğinde verdiği sözlerde kayış atmaya başlamıştı.
2013 yılında Kürtçe öğretmenliği tezsiz yüksek lisans programı ilk mezunlarını verdi. Şu an 500’den fazla mezun kendilerine verilen sözlerin yerine getirilmesini bekliyor. Fakat hükümetten ise ses seda çıkmıyor. Kürtçe seçmeli dersi seçen öğrenci sayısına göre ihtiyaç olursa ücretli olarak bu bölüm mezunlarının çalıştırılabileceği belirtiliyor.
Bundan sonraki süreçte 2013-2014 eğitim-öğretim yılında Kürtçe öğretmen adaylarının kaderi biraz da okullarda Kürtçe seçmeli dersinin seçilmesine bağlandı.
Bu sıkıntılar ve aksaklıklar devam ederken gelen iddialar içinde Kürtçe öğretmen adaylarının atanmaması için başka bir bölümden atananların basit bir Kürtçe sınavına tabii tutulup verilen bir sertifika ile Kürtçe dersine girmelerinin yolunun açıldığı da var. Böyle bir uygulama şayet söz konusu ise o zaman Kürtçe öğretmenleri tamamen boşta kalıyorlar ve “Kürtçe öğretmeni” olarak eğitilmeleri tamamen boşuna olmuş oluyor. Oysa Kürtçe gibi kompleks ve birçok ayrıntısı olan; bazı konularda standartlaşma sorunu yaşayan bir dilin geçici öğretmenler eliyle vermesi kesinlikle pedagojik ve bilimsel değildir.
Milli Eğitim bakanlığı bugün nasıl anadilinde eğitimi tanımlamadan güvence altına almadan özel okullar diğer bir değişle piyasaya ve cemaatlere havale ederken Kürtçe öğretmenlerine de ders ücreti karşılığında ücretli öğretmenliği dayatıyor. Kamusal sorumluluğundan her alanda kaçıyor.
KÜRTÇE ÖĞRETMENLERİN DİLE GETİRDİĞİ BEKLENTİLER
1. Beklenti: YÖK tarafından formasyon alma hakları ihlal edilen 234 kişinin Artuklu Üniversitesinde bu formasyonlarının alınmasının sağlanması
2. Beklenti: Atanmak üzere eğitime tabi tutulan Kürtçe öğretmenleri, MEB tarafından kendilerine bulunan ara formüle göre istihdam edilip sonraki yıllarda kalıcı bir çözümün bulunmasının sağlanması
3. Beklenti: Okullarda istihdamları söz konusu olmayan Kürtçe öğretmenlerinin Halk Eğitim Merkezlerinde Kürtçe dersleri vermesinin sağlanması
-
Dostları ilə paylaş: |