Bariş ve demokrasi partiSİ 2014 merkezi YÖnetim büTÇe yasa tasarisi muhalefet şerhi



Yüklə 1,11 Mb.
səhifə15/19
tarix28.07.2018
ölçüsü1,11 Mb.
#61441
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19

EKOLOJİK KRİZ

Bireyin toplum ve doğa ile ilişkisinden tutalım toplum-doğa ilişkisine kadar ve hatta en geniş kapsamıyla bütün organizmaların kendi kendilerine ve içinde bulundukları mekandaki canlı-cansız tüm varlıklarla kurdukları direkt ya da endirekt ilişkilerin bütünü ekoloji biliminin sınırlarını belirler. Bu anlamda ekoloji bir ilişki bilimidir. Varlığın çevresiyle kurduğu ilişkiler ağını tanımlar. İletişimle sınırlı olmayan böylesine komplike bir ilişki ağının temel özelliği etkileme ve etkilenmenin çift yönlü bağımlılığı içermesidir.

Örneğin insan, doğa eko-sisteminin bir alt küme elemanıdır. Bununla birlikte insan kendi başına bir eko sistemdir. Ve hatta doğa eko-sisteminin bir özeti olarak insan mikro-doğadır. Toplum da bir eko-sistemdir. Bütün eko-sistemlerin merkezine insanı yerleştirmek ekolojik bir yaklaşım değildir.

Ne insan merkezli bakış ne de doğa merkezli anti hümanist yaklaşımlar gerçekçidir. Her eko-sistem kendi türünün, kendi varlıksal bütünlüğünün merkezi olarak görmek daha gerçekçidir.

 Organizmalar arası ilişkileri, etkileşim ve bağımlılıkları çözmenin bir anlam arayışına, bir özgürlük serüvenine ve hatta söz konusu ilişkilerden hareketle olguların oluşum hakikatine götüreceği aşikardır. Bütün varlıkların yaşamlarını sürdürme dürtüsü özgürlüğe, anlam arayışına bir nevi sevdalı olduklarının kanıtı gibidir.

Cansız varlık denilen maddenin enerjiye dönüşmesi ile canlı varlıkların yaşam dinamizmi, ritmi, sezgisel ve düşünsel yapıları var olmanın ortak bir refleksi gibidir. Yaşam, doğa eko-sistemindeki ilişkiler ağıyla örülüdür . Doğal  kanunlar vardır. Keyfi kurallarla, yasalarla bu yaşam akışının, madde-enerji dönüşümlerinin önüne geçmenin beyhude bir çaba olacağı kesin gibidir. Akışın yönünü değiştirmek, ilişkilerin biçimini deforme etmek, bağlantılarından kopuk  ele almak, zaman boyutunun dışında irdelemek ve hatta doğal mekanından ayırmak iradi bir müdahale ile olabilecek bir şeydir. Doğal olmayan bu tutum alma iradesinin, biçimine anti ekoloji ve yarattığı sonuçları da ekolojik kriz olarak değerlendirmek daha gerçekçidir.

Doğadaki ekolojik kriz diye bilinen tüm tahribatlar birer sonuçtur. Sonuçlar yerine krizin nedenlerine odaklanmak hayati önemde olacaktır. Çünkü nedeni anlaşılmadan, nedenleri düzeltmeden açığa çıkan sonuçlarla uğraşmak boşuna kürek sallamaya benzer. Murray Bookchin'in insanlığın doğayı sömürmesi ve hükmü altına alması gerektiği yolundaki temel kavrayışın kaynağının insanın insan üzerindeki tahakküme ve sömürüye dayandırması ekolojik krizin nedenini açıklamada en gerçekçi tanım gibi geliyor.

Tahakküm ilişkilerinin yarattığı sonuçlar toplumu da az tahribata uğratmamıştır. Çünkü tahakküm ilişkilerinin en gelişkin ve kurumsallaşmış hali olan devlet sadece doğaya değil doğal topluma da ciddi darbeler vurmuştur. Şunu artık biliyoruz ki günümüz toplumsal gerçekliğinin içine düşürüldüğü durum doğanın krizinden daha beter haldedir. Toplumu var eden ahlaki ve vicdani ölçülerin içi boşaltılmıştır. Toplumun politika, ekonomi, meşru-savunma, kültür-sanat gibi temel faaliyetleri elinden alınmış devletin tasarrufuna bırakılmıştır. Devlet de bu temel faaliyetleri bir silah olarak topluma karşı etkili bir şekilde kullanmaktadır.

Tahakküm ve sömürünün yarattığı kar hırsından kaynaklı bütün organizmalara verdiği zarardan vazgeçmeye, onlarla bir uyum, bir ahenk içinde huzuru bulmaya götürecek her adım ekolojik krizden de kurtuluşa götürecektir.                       

İnsanların çevre açısından karşı karşıya kaldığı başlıca problemler şöyle özetlenebilir:



  • Hava, su ve topraklarımızın her geçen gün artan oranlarda kirlenmesi ve önemli bir kısmının kullanılamaz hale gelmesi,

  • Özellikle Büyükşehir ve sanayi bölgelerinin çevre kirliliği sebebiyle yaşanamaz hale gelmesi,

  • Ozon tabakasının delinmesi,

  • Yerkürenin giderek ısınması,

  • Kanser ve benzeri hastalıkların artması,

  • Doğal kaynakların hızla tüketilmesi…

Hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme ve sağlıksız kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve artan deterjan gibi kimyasal maddelerin kullanımı giderek çevre kirliliğine neden olarak çevre sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak kirlenen hava, su ve toprak canlıların yaşamını olumsuz yönde etkileyecek boyutlara ulaşmıştır.

Yapılan araştırmalar dünyadaki mevcut çevre kirliliğinin % 50 'sinin, son 35 yılda meydana geldiğini ortaya koymaktadır. Çevre sorunlarının önemli bir kaynaklarından biri hızlı nüfus artışıdır. Türkiye, OECD ülkeleri arasında en yüksek nüfus artış oranına sahip ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler'in yaptığı nüfus tahminlerine göre, Türkiye nüfusunun 2025 yılında 92 milyona yükselmesi bekleniyor. Bu durum ülkemizin bugün olduğu kadar, gelecekte de çevre sorunlarıyla karşılaşacağını göstermektedir.



Kentsel Çevre Sorunu

Çevre sorunlarının başında değerlendireceğimiz kentsel çevre sorunu; temel insan gereksinimi olan barınma ve konut sorununun gecekondulaşma ve betonlaşma yoluyla çözümlenmesi sonucu ile ortaya çıkmaktadır.

Diğer yandan bu düzensiz ve plansız kentleşme; alt yapı gibi kanalizasyon sorunlarının ve katı atıklarının toplanması ve depolanması sorunlarını beraberinde getirmektedir. Yerel yönetimler çevre sorunlarının çözümlenmesi konusunda yeterli projeler üretmemektedirler.

Ülkemizde özellikle büyük şehirlerde kalitesiz yakıt kullanımından dolayı hava kirliliği büyük boyutlara ulaşmıştır. (AKP’nin dağıttığı kalitesiz kömürler bunun nedeni olmasın?) Son yıllarda doğal gaz kullanımın yaygınlaşması ile hava kirliliğinde azalmalar görülmeye başlanmıştır. Özellikle sanayiden kaynaklı hava kirliliği artmaktadır.

Ülkemizde, belediyelerin üzerlerine düşen görevleri yerine getirmemeleri nedeni ile düzenli çöp depo alanlarının oluşturulmamış olması ve arıtma tesislerinin zamanında kurulmamış olması çevre sorunlarının artmasına neden olmuştur.

 Düzenli ve her türlü alt yapı sistemine sahip organize sanayi bölgelerinin oluşturulmamış olması çevre sorunlarında sanayi payının büyük olmasına neden olmuştur.

Tarım alanlarında düzensiz ve fazla ilaç kullanımı toprak kirliliği sorunlarının ortaya çıkmasına neden olmuştur.Toprak kirliliğide bir çevre sorunu olarak ele alınmalıdır.  

 Geri dönüşümün yaygınlaştırılmamış olması çevre kirliliği oluşturan plâstik maddeler, cam ürünleri ve metalik maddeler gibi katı atıkların bertarafında sorunların yaşanmasına neden olmuştur.

 Küresel ısınmayı önlemek için karbon salımlarının sınırlandırılmasının büyük önem arz ettiği bir dönemde Türkiye toplam karbondioksit salımında, 2005 yılı verilerine göre, Avrupa Birliği ülkeleriyle karşılaştırıldığında yıllık 215,9 milyon tonla yedinci sırada, Sanayi sektörü salımlarında ise ilk sırada yer almaktadır.

 Türkiye`de üretilen tehlikeli atık miktarı belirsiz ve sanayide üretilen ve kullanılan kimyasallar ve ortaya çıkan atıkların niteliği ile ilgili hiçbir envanter çalışması bulunmamaktadır.

 Su kaynakları giderek azalmakta olup, 20 yıl önce kişi başına 4 bin metreküp su düşerken, bugün 1400 metreküp su düşmektedir. Türkiye "su yoksulu" ülkeler arasında yer almaya başlamıştır.

Ülkemizde biyoçeşitlilik çeşitli şekillerde toprağın bozulması ve doğal kaynakların yok olmaya başlaması yüzünden tehdit altındadır. Korunan alanın tüm alanlara oranı sadece %1 oranındadır.

 Erozyon sonucunda yılda 500 milyon ton verimli toprak kaybedilmektedir. Her yıl 80-100 bin dönüm orman yanarak, 5-7 bin dönüm orman ise tarla açma ve yerleşme sebebiyle yok olmaktadır.  

Küresel Sorunların Metalaşması ve Devlet-Sermaye İlişkisi

Karbon emisyonundan birinci derecede sorumlu ağır sanayi, havacılık sektörü, otomotiv sanayi gibi sektörler ve hatta bu emisyonu mümkün kılan karbon-fosil bazlı enerji üreticileri bile “küresel ısınmanın bir gerçeklik olduğu” argümanını tartışmasız kabul ediyorlar.

Sermayenin pozisyonu neden değişti?

Çevre kaygıları, büyük sermaye tarafından devlet desteği ile yeni üretim-tüketim ilişkilerinin malzemesi yapılıyor. Sadece çevre kaygıları değil, sağlık, temel gıda fiyatları, yerkürenin hızla azalan doğal kaynakları gibi küresel kaygılar da metalaşıyor. Peki sermaye –çoğu zaman kendi yarattığı- küresel krizleri nasıl metalaştırabiliyor? Ve bu süreçte devletin rolü ne?

Çin, ABD’den sonra, atmosfere en çok sera gazı ve karbon emisyonu salan ülke. Ancak bu durum tahminlere göre 2015 yılında değişecek ve Çin bu konuda dünya lideri konumuna gelecek.

Türkiye atmosfere sera gazı salınımı ve karbon emisyonu salınımında ne durumda?

Otomotiv sektörü de, tıpkı diğer başat sektörler gibi, Batı’nın doygunluğa ulaşmış pazarlarını ve durgunluğa girmiş ekonomilerini göz önüne alarak bu büyük pazara doğru yöneliyorlar.

Çin’de şu an ortalama 100 kişiye üç, ABD’de ise 100 kişiye seksen dört motorlu araç düşüyor. Türkiye’de kişi başına düşen motorlu araç sayısı kaçtır?

Çin’in sera gazı salkımının 2030 yılında % 57 oranında artış göstereceğini ve bunun da yeryüzünde sıcaklığı en üz üç derece yükselteceğini iddia ediyor.

Çevre Sorunlarının Çözümünde Acilen Yapılması Gerekenler ve Öneriler

• Etkin bir çevre denetim sistemi oluşturulmalıdır.

• Gelecek nesillerin iyi bir çevre eğitimi ile yetiştirilmesi sağlanmalıdır.

• Çevre sorunlarının çözümü için sivil toplum kuruluşlarının sayısı artırılmalı

• Sivil toplum örgütleri ile kamu kuruluşları ortak çalışmalar yürütmelidir.

• Plansız kentleşmeler yerine planlı şehir alanları oluşturulmalıdır.

• Ormanların çoğaltılması ve korunması sağlanmalıdır.

• Düzenli ve çevreci organize sanayi bölgeleri oluşturulmalıdır.

• Çöplerin kaynağında ayrıştırılması için çalışmalar yapılmalıdır.

• Kaliteli yakıtların kullanılması sağlanmalıdır.

• Çevre sorunlarının önlenmesi için devlet tarafından etkili yasalar oluşturulmalıdır.

• Çevre Ve Orman Bakanlığının kadrosu güçlendirilerek daha etkin çalışması sağlanmalıdır.

• Yerel yönetimlerin asli görevleri çevre sorunlarının çözümlenmesi olmalıdır.

• Çevre konusunda yapılacak yatırımlar için teşvik uygulamaları başlatılmalıdır.

Bugün biyoetanol, yarın nükleer enerji veya yakıt hücreleri. Teknolojiyi kendi iktidarını meşrulaştırma aracı olarak gören doymak bilmez bir sistemin çevre için geri dönülemez addedilen noktaların olabileceğine inanması da safdillik olur.

Çevre bilinci artmadıkça, doğal kaynaklar üzerindeki çevreci sosyal denetim var olmadıkça, yaşam tarzlarında değişiklik yaratılmadıkça veya radikal sosyal değişimler yapılmadan şu enerji veya bu enerjiyi kullanılmış veya atmosfere salınımlar için farklı kotalar belirlenmiş pek de fark etmiyor aslında.

The Guardian gazetesinden Robert Newman’ın dediği gibi kapitalizm ve yaşanabilir bir dünya iki zıt kavram ve bir arada bulunamaz ne de olsa.

SAĞLIK BAKANLIĞI

AKP Hükümetinin tüm alanlarda olduğu gibi sağlık alanında da neo-liberal eksenli bir politika uyguladığını görmekteyiz. Bu bağlamda sağlık alanında özelleştirme hızlandırılmış, sağlık harcamalarındaki özel sektöre aktarılan kalemlere ayrılan payın arttırılması yoluyla da sağlık alanındaki maliyet şişirilmiştir. Oysaki bu maliyet, sağlık alanında sistem tarafından ihtiyaç alanında yer alan kişilerin bu ihtiyaçlarını gidermeye yönelik olmaktan öte sağlık alanında özelleştirme yoluyla özel sektöre para aktarımını öngörmüştür.

AKP’nin sosyal politika kavramının içerisini boşaltarak sosyal yardıma indirgemesi sürecinin ana öğelerinden biri de sağlık alanıdır. Bu alanda ortaya koyulan uygulamalar, sosyal politikaları ile sosyal yardım arasındaki farkı en yakıcı haliyle ortaya koymaya yeterlidir. Toplumda alt gelirli ya da gelirsiz olan sınıfların refah seviyesini yapısal bir şekilde sonlandırmaya yönelik kamusal politikalara sosyal politika diyebiliriz. Sosyal yardım ise alt gelirli ya da gelirsiz grupların bu ihtiyaçlarını yeniden üretecek şekilde iyileşmeye tabi tutmaktır, bunu yaparken de özel sektöre kaynak aktarımını ve sosyal politikalarda olan kamusal yönün aşındırılmasını öngörmektedir. AKP sağlık alanındaki politikalarında sosyal yardım anlayışını esas almış, alt ve gelirsiz grupların ihtiyaçlarını gidermeye yönelik politikalar uygulamaya koymayarak yoksul kesimleri siyasi rant anlamında kendisine deyim yerindeyse göbek bağı ile bağlı tutma anlayışındadır. Yeşil Kart uygulaması buna en iyi örnektir. AKP kendi deyimiyle ustalık dönemine kadar yeşil kartlı sayısını yüksek bir nüfusa tabi tutarken, bu kesimlerin oyunu seçim dönemlerinde yeşil kart tehdidi ile elde ederken, küresel krizin Türkiye’yi etkilemeye başladığı son süreçte ise gelir testi gibi ucu açık bir uygulama ile yoksulların yeşil kartlarını iptal ettirmiştir. Yeşil kart konusunda ayrıca belirtmek gerekir ki; yeşil kart toplumda yoksul ile varsıl arasında yoksulların fişlenmesi aracı olmuş, insana yaraşır bir yaşam hakkı olan bireylere yönelik iktidari bir saldırıyı da gözler önüne sermektedir).

AKP’nin 2003 yılında devreye koyduğu Sağlıkta Dönüşüm Projesi kapsamında ortaya koyduğu paran kadar sağlık politikalarını üç ana hatta inceleyebiliriz:



a) Genel Sağlık Sigortası:

Genel Sağlık Sigortası AKP’nin seçimlerdeki oy avcılığı kaygıları sebebiyle tam olarak devreye koyulması, tedrici bir biçimde yaşanmaktadır. Genel Sağlık Sigortasının son uygulaması olan yeşil karta gelir testi yapılması uygulaması GSS’nin paran kadar sağlık anlayışından öteye gitmediğini ortaya koymaktadır. 2012 Ocak ayının başından itibaren Genel Sağlık Sigortası uygulaması devreye girince doğal olarak “yeşil kart” sistemi de yürürlükten kalkmış oldu. Yeni sistemde de gelir testine tabi olma zorunluluğu devam etti. (Gelir testi valilik veya kaymakamlıklarda bulunan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıflarınca yapılıyor. Bu testte ailenin toplam kazancı tespit edilip daha sonra bu rakam o ailede yaşayan kişi sayısına bölünüyor. Böylece elde edilen rakama göre kişilerin sağlık sigortası için para ödeyip ödemeyeceği ortaya çıkıyor. Eğer kişi başına düşen rakam asgari ücretin üçte birinden az ise ancak o zaman para ödemeden sağlık haklarına kavuşulabiliyor!) Birçok kişi bu sisteme zorla sokulduklarını, tercih haklarının ellerinden alındığını belirtmektedir. Bu kişilerden bazıları da Anayasa Mahkemesine dava açmış veya dava açmaya hazırlanmaktadır. Genel Sağlık Sigortası’na prim ödemesi gerekenler içerisinde bir kısım vatandaş bu primlerini ödeyemedikleri için her ay borç hanelerine 225 TL yazılmaktadır. Bu borçlar da zaman içinde birikmekte ve borçlar ödenmeden sağlık imkânlarından yararlanma şansı ortadan kalkmaktadır. Diğer yandan sigortalıların 18 yaşından küçük çocukları varsa bunlar doğrudan sağlık imkânlarından yararlanabilmekte, 18 yaşını tamamlamışlarsa, bu kişiler artık sadece kendileri üzerinden sağlık sigortalısı olabilmekteler. Yani ana ya da baba üzerinden sağlık hizmeti alma şansları yok (İstisnası, orta öğretimdeler ise 20 yaşına kadar, yükseköğretimdeler ise 25 yaşına kadar yine ebeveynleri üzerinden sağlık sigortalısı olabilmeleridir). SGK’nın son rakamlarına göre, Türkiye’de yaklaşık 1,5 milyon genç için bugüne kadar 1 milyar TL’ye yakın borç birikmiştir. Bu gençlerin büyük bir bölümü ise 18 yaşını tamamlayıp, henüz yükseköğrenime giremeyenler. Hatta bir kısmı üniversiteyi kazanmış olsa bile, liseyi bitirdiği tarihle üniversiteye girdiği tarih arasından kalan 2-3 ay için prim ödeyemeyenlerdir. Birçok-ana baba ise bu duruma isyan etmektedir. Henüz çocukları bir işe giremediğinden bunlar için zorunlu sağlık sigortası primi ödemek zorundalar. Genel Sağlık Sigortası’na girmenin zorunlu tutulduğu Ocak 2012’den bu yana bir kişi eğer gelir testi yaptırmamış veya yaptırmış olsa bile borçlarını ödememişse şu an yaklaşık olarak 1500-2000TL borç ile karşılaşacak. Bu rakamlar katlanarak büyüyecek, ödenmesi zor bir hal alacak. Nitekim SGK elektronik haciz uygulamasını 18 Kasım 2013 tarihinde devreye koyacağını açıklamıştır!



b) Kamu Hastane Birlikleri:

Kamu hastane birlikleri, hastanelerin kurumsal yapısının bir şirkete çevrilmesi sürecini ifade etmektedir. Sağlık politikalarından ve alanından anlaması gerekmeyen ama iyi bir tüccar olması zaruri olan bireylerin hastanelerin başına getirilerek hastaneleri sosyal politika mekânları olmaktan öte, kar eden işletmeler haline getirmeye çalışan kurumlar olarak tahayyül etmektedir. Kamu hastane birlikleri uygulaması ile sağlık emekçilerinin sözleşmelerle iş güvencesinden yoksun bırakılması amaçlanmıştır. Bunun yanı sıra yeni bir uygulama ile ithal sağlık emekçisi ile de iç piyasada ucuz iş gücü rekabeti yaratmak amaçlanmıştır. İnsan sağlığı performans usulüne terk edilerek insana verilen değer ortaya konmuştur.



c) Aile Hekimliği Uygulaması:

Aile hekimliği uygulaması ile birinci basamak sağlık hizmetleri büyük sekteye uğramıştır. Aile hekimi geliyor, her eve bir doktor gibi popülist söylemler ile uygulamaya konan bu politika, geldiğimiz gün itibari ile içinden çıkılmaz bir hal almıştır. Aile Sağlık Merkezleri adı altında dizayn edilen bu kurumların elektrik, su vs harcamalarının tümünün sorumluluğu aile hekimlerinin üzerine bırakılarak hekimlik görevi diskalifiye edilmeye çalışılmıştır. Aile sağlık merkezleri tıbbi donanım açısından ciddi anlamda yetersizlikler barındırmakla beraber, yurttaşlara ilk elden hizmetin verilmesi konusunda büyük sorunları da içerisinde barındırmaktadır.



a) Sağlık Emekçilerine Yönelik şiddet

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet AKP döneminde artarak sürmüştür. AKP’nin sağlık alanına ilişkin popülist söylemleri sağlık emekçilerine yönelik şiddetin temel nedeni olmuştur. Örneğin, hastanelerin acil bölümlerinde uzman doktor uygulamasını tıp anlayışından uzak bir şekilde popülist söylemlerle kamuoyuna sunan AKP temsilcileri yurttaşlarda içi boş söylemlerle yarattığı beklentinin gerçekleşmemesi sonucu sağlık emekçilerine yönelik şiddetin artmasına da sebep olmuştur. Acil servislerinde önemli olan hekimin pratik olması iken uzman hekimler artık acilde diyen AKP’nin sağlık alanındaki anlayışı sonucu beklenti içerisinde acil servislere giden yurttaşlar da öfkesini sağlık çalışanlarına yöneltmektedir.



b) Hasta Tutsaklar:

Şu anda 550’den fazla olan hasta tutsak, tahliye edilmeyi beklemektedir. Son 10 yılda Türkiye'deki hapishanelerde yaşamını yitiren hasta tutukluların sayısı 914’tür. Bilindiği üzere; son dönemlerde cezaevlerinden hasta mahkûmların yaşamını yitirdiği haberleri artarak gelmektedir. Şehabettin Yüceel’in Adli Tıp Kurumunun ötekileştirici, düşman yaklaşımı sonrası yaşamını yitirmesi, sonra İrfan Eskibağ’ın, Gurgin Kurt’un cezaevinde yaşamını yitirmesi hasta mahkûmların salıverilmesi konusunda bir dakika bile kaybedilmemesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Hasta mahkûmlara yönelik uygulamalar ve tahliye edilmelerine karşı duyarsızlık bir AKP politikasına dönüşmüş, diğer bir ifadeyle fiili ölüm cezası uygulamaya konmuştur.

Türkiye’deki cezaevleri sorunu, hak ihlalleri ve hasta tutsaklar karşısında başta basın kuruluşları ve mensupları, siyasiler, sivil toplum kuruluşları olmak üzere tüm kesimlerin elini taşın altına koyması ve sorumluluk alması gerekmektedir. Bu sorumluluk, siyasi mülahazalardan öte insani yaklaşımın gerekliliğidir. Unutulmamalıdır ki, 130’u ağır olmak üzere 420’ye yakın hasta insanın kötü cezaevi koşullarında tutularak gözümüzün önünde ölüme sevk edilmektedir. Siyasi görüşleri, dilleri, kimlikleri ne olursa olsun hasta olmasına rağmen hapishanelerde tutulan bu insanların yerinde hepimiz olabilirdik. Hasta mahkûmların derhal serbest bırakılması ve tedavi görebilmelerinin sağlanması her şeyden önce bir ahlaki ve insani sorumluluğu bizlerin karşısına koymaktadır. Çünkü yaşam hakkı en kutsal insan hakkıdır.

Önleyici sağlık hizmeti ve tıbbi cihaz alanlarında sorunlar devam ederken sağlık yaklaşımında politik, ideolojik ve etnik ayrımcılık sürmektedir.

2 yılı aşkın bir süreden beri Suriye’de devam eden iç savaşta yüz binden fazla insan yaşamını yitirmiş, birkaç milyon insan zorunlu olarak Suriye’yi terk etmiştir. Maalesef ülkemizde cumhuriyetle yaşıt olan Kürt sorunundaki inkar ve çözümsüzlük yaklaşımı Suriye Kürtlerine yönelik olarak ta; sınır kapılarının kapatılması, ambargo ve Suriye Kürtlerinin kazanımlarının kabul edilmemesi olarak devam etmektedir. Suriye’de yaşanan iç savaştan ötürü insanlara ilaç, tıbbi malzeme ve insani yardımın sağlanması hayati derecede önem taşımakta iken, sınır kapıları kapatılarak bölgeye gidecek yardımların önünün kesilmesi ve iç savaş sırasında yapılan yardımların sadece El Nursa El Kaide ÖSÖ gibi gruplara yardım yapılması kabul edilebilir bir durum değildir. Günümüzde, özellikle Ceylanpınar ve Akçakale sınır bölgesinde yaşayan Kürt’lere yoğun saldırı mevcut olup, orada yaşayan halkın can güvenliği tehdit altındadır. Hükümet, bu konuda çözüm olmak yerine, saldırıyı düzenleyenlerin Türkiye’de tedavi olmasını sağlamakta, sınır ötesindeki yaralılar ise sınır kapılarının kapalı olması nedeniyle çaresizliğe terk edilmektedir. Suriye Merkezi Hükümeti’nin de buraya Koruyucu Sağlık Hizmeti ve Aşılama gibi hizmetleri getirememesi nedeniyle salgınlar, salgınlardan ölümler kapıdadır, bu da Türkiye’de, sınır boylarında yaşayan yurttaşlarımızın sağlığını da tehdit etmektedir. Savaş koşullarında da olsa, hangi etnik yapı, inanç ve mezhepten olursa olsun; herkese ayırımsız sağlık hizmeti verilmesi gerekmektedir.

Sağlık Bakanlığı ile Türk Eczacıları Birliği arasında yurt dışından ilaç teminine ilişkin yapılan protokol çerçevesinde, bin 488 adet ilaç eczaneler yerine ‘İthal İlaç Birimi' tarafından temin ediliyor. İlaçların temini zaman aldığından hastalar mağduriyet yaşamaktadır. İthal İlaç Birimi' tarafından temin edilen ilaçlardan bazılarının birim fiyatı 3 lirayı geçmemesine rağmen, el altından 10-15 katı fiyatlara satılıyor. İthal ilaçların bulunmaması ve geç gelmesi nedeni ile binlerce vatandaşımız mağdur duruma düşmektedir. Üniversite öğrencisi olan Dilek Özçeliğin Çevre ve Şehircilik Bakanından yardım istemesi sonucunda maruz kaldığı sorunlar ve ithal ilaçta yaşanan sıkıntıyı bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir.

Günümüzde hastanelerde bulunan tıbbi cihazlar yetersiz ya da bulunmamaktadır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hastanelerde tıbbi cihaz bulunmamakta, tıbbi cihazların bulunması halinde ise sağlık personeli bulunamamaktadır. Özellikle kış aylarının çok sert geçtiği, yaz aylarının ise çok sıcak geçtiği bölgelerimizde elektrik hatlarında meydana gelen olumsuz durumlar karşısında tıbbi cihazlar kullanılmadığından dolayı ameliyat tedavi gibi sağlık uygulamaları gerçekleşmemektedir.



MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI (MEB) BÜTÇESİ

2014 Merkezi Yönetim Bütçesinde Maliye Bakanlığı (%25,78) ve Hazine Müsteşarlığından (%14,67) sonra en fazla payın %12,77 ile Milli Eğitim Bakanlığına aktarıldığı görülmektedir.

Nominal olarak değerlendirildiği zaman 2014 Bütçesinde Milli Eğitim Bakanlığına Ayrılan Payın 2013 Bütçesinde ayrılan paya (47 milyar 496 milyon 378 bin TL) oranla %17,23 (8.208.439.610 TL) arttığı görülmektedir.

2014 MEB Bütçesi incelendiği zaman;



  • Bütçenin 38 milyar 261 milyon 980 bin TL’sini personel giderlerinin oluşturacağı görülmektedir. Bu da 2014 MEB Toplam Bütçesinin yaklaşık %69’una denk gelmektedir. Yine personel harcamaları içerisinde sayılabilecek Sosyal Güvenlik Ve Devlet Primi ödemelerine ise 5 milyar 940 milyon 776 bin TL’nin ayrıldığı görülmektedir. Bu rakam da toplam MEB bütçesinin %11’ine denk gelmektedir. Sonuç olarak 2014 MEB Bütçesinin % 80’ni doğrudan personel ve ilgili harcamalara gitmektedir.

  • MEB Bütçesinde çok daha fazla pay ayrılması gereken Mal ve Hizmet Alım Giderlerinin ise bir önceki yılda olduğu gibi % 8 (4 milyar 599 milyon 639 bin TL)oranında kaldığı görülmektedir. Bu rakam 2013 MEB Bütçesinde 3 milyar 952 bin 716 bin TL idi.

Tablo 2. Yıllara Göre MEB Bütçesi

Yıllar

MEB Bütçesinin Merkezi Bütçeye Oranı (%)

MEB Bütçesinin Milli Gelire Oranı (%)

MEB Bütçesinden Yatırıma Ayrılan Pay (%)

2002

7,61

2,66

17,18

2003

6,91

2,85

14,53

2004

8,53

3,00

9,68

2005

9,53

3,07

8,27

2006

9,50

2,95

7,49

2007

10,42

3,40

6,98

2008

10,51

3,13

5,66

2009

10,64

2,51

4,58

2010

9,80

2,74

6,32

2011

10,92

2,81

5,85

2012

11,16

2,74

6,64

2013

11,76

3,02

8,32

2014

12,77




8,26

Yüklə 1,11 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin