Yeni Sanayileşen Ülkelerin büyümesi gelişmiş uluslara zarar verdi mi?
Pek çok gözlemci, 1990ların başlarında, yeni sanayileşen ekonomilerdeki büyümenin gelişmiş ulusların refahı için bir tehdit oluşturduğu [konusunda] uyarılar [yapmay]a başladılar. Dördüncü. Bölümdeki kuzey-güney ticareti hakkındaki olgusal araştırmada, büyümenin problem doğurabileceği bir yolu işaret etmiştik: [Yeni sanayileşen ülkelerin ekonomik büyümesi] gelişmiş ülkelerdeki yüksek-becerili ve düşük-becerili işçiler arasındaki gelir farkını daha da büyütebilirdi. Fakat bazı velveleciler tehlikenin daha da büyük olduğuna inandılar. Yeni rakiplerin sahneye çıkmasının, gelişmiş ülkelerde gelir bölüşümünün [bozulmasına] değil, gelişmiş ülkelerin toplam reel gelirinin düşmesine yol açtığını ya da açacağını öne sürdüler. Örneğin, 1993’te (Avrupa Birliğinin idari kolu olan) Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan bir rapor, Avrupa’nın ekonomik sıkıntılarının sebeplerini listelerken, “diğer ülkeler sanayileşip, kesinlikle boy ölçüşemeyeceğimiz maliyet düzeyleri ile –kendi piyasalarımızda bile– bizimle rekabet ediyorlar” [diyerek bu] görüşü vurgulamıştır. Nüfuzlu bir özel organizasyon tarafından [yayınlanan] başka bir rapor düşük ücretli ülkelerin artan üretkenliğinin yüksek ücretli uluslar üstüne “pek çok ülkenin ‘varlık nedeni’ni tehlikeye sokacak kadar muazzam bir baskı getireceğini öne sürerek daha da ileri gitti.
Bu endişeler modern uluslar arası ticaret teorisinin çoğunu yaratmış olan Paul Samuelson tarafından [yazılan] 2004 [tarihli] bir makaleden de entelektüel destek almaya başlar gibi göründü. Bu makalede Samuelson, bir Ricardo-vari model kullanarak, gelişmekte olan ülkelerdeki ilerlemenin gelişmiş ülkelere nasıl zarar vereceğinin bir örneğini sundu. Analizi, basitçe, az önce betimlediğimiz analizin bir özel haliydi: Dünyanın geri kalanındaki büyüme eğer sizin ihracatınızla rekabet eden sektörlerde gerçekleşiyorsa size zarar verebilirdi. Samuelson bunu mantıkî sonucuna götürdü: Eğer Çin cari dönemde ithal ettiği mallarda yeterince iyi hale gelirse [Amerika’nın] karşılaştırmalı üstünlüğü yok olur –ve Birleşik Devletler ticaretten kazançlarını kaybeder.
Popüler basın bu sonuçlardan sanki devrimci [sonuçlarmış] gibi faydalandı. “Samuelson ve diğerlerinin ortaya attıkları asıl soru, kısıtlanmamış ticaretin ABD için her zaman uzun süredir inandıkları gibi iyi olup olmadığıdır ”diye yazan Business Week daha da ileri giderek bu tür sonuçların “karşılaştırmalı üstünlük teorisini tamamen saptırabileceğini” iddia etti.20
Ama yurtdışındaki büyümenin ekonominize zarar verebileceği önermesi yeni bir fikir değildir ve serbest ticaretin korumadan daha iyi olup olmadığı hakkında bir şey söylemez. Ayrıca Çin gibi yeni sanayileşen ülkelerin gelişmiş ülkelerin ekonomilerine gerçekten zarar verip vermediği ampirik bir sorudur. Ve gerçekler iddiayı desteklememektedir.
Yurtdışı büyümenin bir ülkeye zarar verebileceği kanalın ticaret hadleri olduğunu hatırlayın. Bu nedenle yeni sanayileşen ülkelerden [gelen] rekabetin gelişmiş ekonomilere zarar verdiği iddiası doğru olsaydı gelişmiş ülkelerin ticaret hadlerinde büyük olumsuz gelişmeler görmemiz ve yeni rakiplerin ticaret hadlerinde büyük pozitif gelişmeler görmemiz gerekirdi. Bu bölümün Matematiksel Son Notunda, ticaret haddindeki bir değişmenin reel gelir etkisinin yüzdesinin, yaklaşık olarak, ticaret haddindeki yüzde değişme çarpı gelir içinde ithalatın payına eşit olduğunu gösteriyoruz. Gelişmiş ülkeler ortalama olarak gelirlerinin yüzde 25 ini ithalata harcadıklarından ticaret hadlerindeki yüzde birlik bir düşüş reel geliri sadece yüzde 0.25 düşürecektir. Böylece gelişmiş ülkelerin ticaret hadlerinin iktisadi büyümede fark edilir bir geride kalma için yılda yüzde birkaç puan düşmesi gerekir.
Tablo 5–1 gelişmiş ülkelerin ticaret hadlerinin 1986 dan 1995 e kadarki dönemde aslında yükseldiğini ve bundan sonra da sadece çok az düştüğünü gösterir. Bu arada,–Çinin ağırlığını yansıtan bir grup olan- gelişmekte olan Asya’nın ticaret hadleri aslında düzgün bir şekilde kötüleşmiştir.
Tablo 5–1 Ticaret hadlerinde ortalama yıllık yüzde değişmeler
|
|
1986–1995
|
1996–2005
|
İleri ekonomiler
|
0.8
|
-0.1
|
Gelişmekte olan Asya
|
-0.4
|
-1.1
|
Bir son nokta: Samuelson’un örneğinde, Çin’in teknolojik ilerlemesi, iki ülke arasındaki ticareti ortadan kaldırarak ABD’yi daha kötü duruma getirir! Aslında tanıklık ettiğimiz gerçeklik hızla büyüyen [bir] Çin-ABD ticareti olduğuna model ile bugünün gerçekliği arasında bir ilişki bulmak kolay değildir.
Uluslararası gelir transferleri: RD eğrisinin kaydırılması
Şimdi kaynağı dünya ekonomisinin arz tarafında olan ticaret hadleri değişikliklerinden kaynağı talep tarafında olanlara döneceğiz.
Mallara yönelik nispî dünya talebi birçok nedenden ötürü kayabilir. Beğeniler değişebilir: kolesterol hakkındaki endişelerin artmasıyla birlikte, kırmızı ete talebe oranla balığa talep yükselmiştir. Teknoloji de talebi değiştirebilir: bir zamanlar balina yağı lambalar için tercih edilen bir yakıttı, ama önce gaz yağı sonra hava gazı ve sonunda da elektrik [aydınlanmada] balina yağının yerini aldı. Ne var ki, uluslararası iktisatçılıkta, belki de en önemli ve en çok tartışmaya açık mesele, dünya nispî talebinde uluslararası gelir transferlerinin sonucu olarak ortaya çıkabilen kaymadır.
Geçmişte, uluslararası gelir transferleri, çok kere, savaşların yan sonuçları[ndan biri olarak] meydana geldi. Fransa'nın 1871 Franko-Prusya savaşındaki yenilgisinden sonra, Almanya Fransa'dan bir ödeme talep etti; Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra muzaffer müttefikler Almanya'dan (çoğu hiçbir zaman ödenmeyecek olan) büyük tazminatlar talep ettiler. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, ABD, savaştaki müttefiklerine olduğu kadar mağlup edilmiş Almanya ve Japonya'ya da, kendilerini yeniden inşa etmelerine yardım etmek için yardım sağladı. 1950'lerden bu yana da, yapılan yardımların tutarı [dünyanın] en fakir ülkelerinden sadece bir kaçının gelirine önemlice bir katkı yapmış olsa da, ilerlemiş ülkeler daha fakir uluslara yardım etti.
Uluslararası ödünç vermeler, bir borcun ima ettiği cari satın alma gücü transferi daha sonra geri ödeme [yükümlülüğüyle] birlikte oluştuğu için, dar anlamda gelir transferi değildir. Ne var ki, kısa dönemde, bir ülkeye doğrudan doğruya [karşılıksız olarak] verilen bir para tutarı ile ödünç verilen aynı miktardaki bir para tutarının iktisadî etkileri benzerdir. Böylece, uluslararası gelir transferlerini [ele alan] bir analiz, aynı zamanda, uluslararası ödünç vermelerin etkilerini anlamamızda da yararlıdır.
Transfer sorunu
Uluslararası transferlerin ticaret hadlerini nasıl etkilediği meselesi, iki büyük iktisatçı, (ticaretin faktör-nispetleri teorisini başlatanlardan biri olan) Bertil Ohlin ile John Maynard Keynes arasındaki ünlü bir tartışmada ortaya atılmıştı. Tartışmanın konusu Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'dan talep edilen tazminat ödemeleriydi ve soru bu ödemelerin Alman ekonomisine ne ölçüde bir yük getirdiğiydi.
Keynes, müttefiklerin intikam alıcı ([ki Keynes'in ifadesiyle] Kartaca barışı) koşullarının çok sert olduğuna dair güçlü bir argümanı öne sürerek, talep edilen parasal büyüklüklerin Almanya'nın üzerindeki gerçek yükün eksik bir ifadesi olduğunu iddia etti. Almanya'nın, başka ülkelere para ödemek için daha fazla ihracat ve daha az ithalat yapmak zorunda kalacağını işaret etti. Bunu yapmak için, Almanya'nın ihraç ürünlerini ithal ürünlerine göre ucuzlatmak zorunda kalacağını söyledi. Almanya’nın ticaret hadlerinde bu sebeple meydana gelecek olan kötüleşme ödemenin doğrudan yüküne ek bir yük getirecekti.
Ohlin, Keynes'in Almanya'nın ticaret hadlerinin bozulacağını varsaymakla haklı olup olmadığını sorguladı. [Getirdiği] karşı-argüman, Almanya tazminatlarını finanse etmek için vergileri arttırdığında, yabancı mallara karşı talebinin otomatik olarak azalacağıydı. Aynı zamanda, tazminat ödemeleri, diğer ülkelerde, azaltılmış vergiler ya da arttırılmış hükümet harcamaları biçiminde dağıtılacaktı ve bundan ötürü ortaya çıkacak olan yabancı talebin bir kısmı Alman ihraç ürünlerine yönelecekti. Böylece belki de Almanya, ticaret hadleri bozulmadan, ithalatını azaltabilecek ve ihracatını arttırabilecekti.
Tartışılan bu özel durumda, [gelişmeler] münazarayı ilgisiz bir noktaya kaydı[rdı]: sonunda, Almanya tazminatlarının çok ufak bir bölümünü ödedi. Ne var ki, bir transferin ticaret hadleri etkisi meselesi, uluslararası iktisatçılıkta şaşırtıcı geniş bir bağlam çeşitliliği içinde karşımıza çıkar hale geldi.
Bir transferin ticaret hadleri üstündeki etkileri
BURADA ŞEKİL 5-8 VAR !
Şekil 5–8
Bir transferin ticaret hadleri üzerindeki etkileri
Eğer Bizim Ülke Yabancı Ülke’ye göre kumaş üstünde daha yüksek bir marjinal harcama eğilimine sahipse, Bizim Ülke tarafından Yabancı Ülke’ye yapılan bir gelir transferi, kumaşın denge nispî fiyatını azaltacak bir şekilde, RD eğrisini sola, RD1 den RD2 ye kaydırır.
Eğer Bizim Ülke gelirinin bir kısmını Yabancı Ülke'ye transfer ederse, Bizim Ülke'nin geliri azalır ve harcamasını azaltması gerekir. Buna karşılık, Yabancı Ülke harcamasını arttırır. Dünya harcamasının ulusal dağılımındaki bu kayma dünya talebinde bir kaymaya yol açabilir, böylece ticaret hadlerini etkileyebilir.
(Eğer meydana gelirse), RD eğrisindeki kayma bir gelir transferinin tek etkisidir. RS eğrisi kaymaz. Sermaye araçları gibi fizikî kaynaklar değil de sadece gelir transfer ediliyor olduğu sürece, herhangi bir veri nispî fiyat için kumaş ve gıda üretimi her iki ülkede de değişmeyecektir. Bu nedenle, transfer sorunu sadece bir talep-tarafı[nda ortaya çıkan bir] meseledir.
Dünya geliri yeniden dağıtıldığında RD eğrisi zorunlu olarak kaymaz (Ohlin'in [öne sürdüğü] nokta buydu). Eğer Yabancı Ülke [elde ettiği] ilave gelirini kumaş ve gıda arasında, Bizim Ülke'nin [kumaş ve gıdaya] harcamasını kısmasıyla aynı oranlarda tahsis ederse, kumaş ve gıda üstündeki dünya harcaması değişmeyecektir. [Ki,] RD eğrisi kaymaz ve hiç bir ticaret haddi etkisi ortaya çıkmaz.
Ne var ki, eğer iki ülke harcamalarındaki değişmeyi [mallara] aynı oranlarda tahsis etmezlerse, bir ticaret hadleri etkisi ortaya çıkar. [Ki bu etkinin] yönü Bizim Ülke ve Yabancı Ülke'nin harcama paternleri arasındaki farka bağlı olacaktır. Varsayalım ki, Bizim Ülke, Yabancı Ülke'ye göre, harcamasındaki marjinal kaymanın daha yüksek bir nispetini kumaşa tahsis etmektedir. Yani, Bizim Ülke'nin kumaş üstünde marjinal harcama eğilimi Yabancı Ülke'ninkinden daha yüksektir. (Buna karşılık, Bizim Ülke'nin gıda üstünde marjinal harcama eğilimi mutlaka [Yabancı Ülke'ninkine göre] daha düşüktür.) Bu durumda herhangi bir veri nispî fiyatta, Bizim Ülke'nin Yabancı Ülke'ye transfer ödemesi, kumaşa talebi azaltır ve gıdaya talebi yükseltir. RD eğrisi, (Şekil 5–8 de) RD1 den RD2 ye sola kayar ve denge noktası 1 den nokta 2 ye kayar. Bu kayma kumaşın nispî fiyatını (PK/PG) 1 den (PK/PG) 2 ye indirir, ki bu, Yabancı ülke'nin ticaret hadlerini iyileştirirken, (kumaş ihraç ettiği için) Bizim Ülke'nin ticaret hadlerini kötüleştirir. Keynes'in betimlediği durum budur: bir uluslararası transferin ticaret hadleri üstündeki dolaylı etkisi [bu transferin] iki ülkenin geliri üstündeki ilk etkisini kuvvetlendirir.
Ancak bir başka olanak daha vardır. Eğer Bizim Ülke'nin kumaş üzerinde marjinal harcama yapma eğilimi daha azsa, Bizim Ülke'nin Yabancı Ülke'ye yaptığı bir transfer, RD eğrisini sağa kaydıracak ve Bizim Ülke'nin ticaret hadlerini Yabancı Ülke'nin aleyhine olmak üzere iyileştirecektir. Bu etki, hem [transferin] Bizim Ülke'nin geliri üzerindeki olumsuz etkisini hem de Yabancı Ülke'nin geliri üstündeki olumlu etkisini [kısmen ya da tamamen telafi eder].
Bu durumda, genel olarak, bir transfer, eğer transferi yapanın ihracat ürünü üstündeki marjinal harcama yapma eğilimi transferi alana göre daha yüksekse, transferi yapanın ticaret hadlerini bozar. Eğer transferi yapanın ihraç ürünü üstünde marjinal harcama eğilimi daha düşükse, ticaret hadleri gerçekte iyileşir.
Bu analiz paradoks [gibi görünen] bir olanağı ima eder. Bir transfer ödemesinin, diyelim ki dış yardımın - transferi yapanın ticaret hadlerini, transferi yapanı daha iyi duruma ve transferi alanı daha kötü duruma getirecek kadar iyileştirebileceği [bir durum] düşünülebilir. Böyle bir durumda vermek almaktan kesinlikle daha iyidir! Son zamanlarda yapılan teorik çalışmalar, bu paradoksun, yoksullaştıran büyüme durumu gibi, aşırı derecede özelleştirilmiş bir modelde olanaklı olduğunu göstermiştir. Ne var ki, [böyle bir durumun gerçekleşmesinin] koşulları, yoksullaştıran büyüme için [gerekli] koşullardan bile daha sıkıdır ve bu olanak hemen hemen tamamen teoriktir.
Bu analiz, savaş tazminatlarının ve dış yardımın ticaret hadleri etkilerinin her iki yönde de gerçekleşebileceğini gösterir. Böylece Ohlin genel ilke konusunda haklıydı. Ne var ki bugün hala birçok kişi, Keynes, transferlerin hem transferi yapan hem transferi alan ülkelerin gelirleri üstündeki etkilerini güçlendiren ticaret hadleri etkileri olduğunu öne sürmekte haklıydı görüşündedir.
Transferlerin ticaret hadleri etkileri hakkındaki sanılar
Bir transfer, eğer verici ülkenin kendi ihraç ürünü üstünde marjinal harcama yapma eğilimi alıcı ülkenin [bu mal üstündeki marjinal harcama yapma eğiliminden] daha yüksekse, verici [ülkenin] ticaret hadlerini bozacaktır. Eğer marjinal harcama yapma eğilimleri arasındaki farklar sadece bir beğenilerdeki farklar meselesi olsaydı [transferin etkileri hakkında] her iki yönde de sanılara [gerek kalmayacaktı]: bir ülkenin hangi ürünü ihraç edeceği teknolojideki ya da kaynaklardaki farklara dayan[acak] ve bunların beğenilerle hiçbir ilişkisi [olmayacaktı]. Ne var ki, gerçek harcama paternlerine baktığımızda, her ülkenin kendi mallarına yönelik nispî bir terciği var gibi görünmektedir. Örneğin, ABD dünyanın piyasa ekonomilerinin hâsılasının değerinin sadece yüzde 25 kadarını üretir, öyle ki ABD mallarının toplam satışları dünya satışlarının yüzde 25’idir. Eğer harcama paternleri her yerde aynı olsaydı, Birleşik Devletler gelirinin sadece yüzde 25’ini ABD ürünlerine harcardı. Gerçekte ise, ABD'de ithal ürünleri milli gelirin sadece yüzde 15’idir - yani Birleşik Devletler gelirinin yüzde 85’ini yurt içi [ürünlere] harcar. Öte yanda, dünyanın geri kalan kısmı gelirinin sadece yüzde 9 u kadarını ABD ürünlerine harcar. Harcama paternlerindeki bu fark, kesinlikle, eğer Birleşik Devletler gelirinin bir kısmını yabancılara transfer edecek olsaydı, tam Keynes'in iddia ettiği gibi, ABD mallarına nispî talebin düşeceği ve ABD'nin ticaret hadlerinin bozulacağını ima eder.
Birleşik Devletler, ticaretin önündeki hem doğal hem de yapay engellerden ötürü, gelirinin bu kadarını yurt içinde [üretilen ürünlere] harcamaktadır. Taşıma maliyetleri, (ithalat üstündeki vergiler olan) gümrük tarifeleri ve (ithal edilecek malların miktarlarını sınırlayan hükümet düzenlemeleri olan) ithal kotaları, her ülkede ikamet edenlerin bir sürü mal ve hizmeti yurt dışından almak yerine yurt içinden almalarına sebep olur. Üçüncü Bölüm'de gördüğümüz gibi, bu türden engellerin ticaret üstündeki etkisi bir dizi ticareti yapılmayan malı ortaya çıkarmaktır. Her ülke gelirini farklı mallar arasında aynı nispetlerde dağıtsa bile, ticareti yapılmayan malların yurt içinde satın alınması, harcamanın milli bir sapmaya sahip olmasını temin edecektir.
Aşağıdaki örneği düşünelim. İki değil üç mal: kumaş, gıda ve saç tıraşı olduğunu varsayalım. Sadece Bizim Ülke kumaş ve sadece Yabancı Ülke gıda üretir. Ne var ki, saç tıraşı her ülkenin kendisi için ürettiği, ticareti yapılmayan bir maldır. Ülkelerden her biri her bir mala gelirinin üçte birini harcar. Bu ülkeler aynı beğenilere sahip olsa da, her biri gelirinin üçte ikisini yurt içinde [üretilen mallara] ve sadece üçte birini ithal ürünlerine harcar.
Ticareti yapılmayan mallar yurt içinde üretilen bütün mallara yönelik bir millî tercih gibi görünen [bir sonuca] yol açar. Ama bir transferin etkilerini analiz etmek için ihraç ürünlerinin arz ve talebine ne olduğunu bilmemiz gerekir. Buradaki can alıcı nokta, ticareti yapılmayan malların, kaynaklar için ihraç ürünleriyle rekabet ettiğidir. Birleşik Devletler'den dünyanın geri kalan kısmına yapılan bir transfer Birleşik Devletler'de ticareti yapılmayan mallara talebi azaltır, ABD ihraç ürünlerini üretmek için kullanılabilecek kaynakları serbest bırakır. [Bunun] bir sonucu olarak, ABD ihraç ürünlerinin arzı artar. Aynı zamanda, dünyanın geri kalan kısmı, ticareti yapılmayan mallara talebini arttırır, kaynaklarının [bir kısmını] ihraç ürünlerinden çeker ve (ABD'nin ithal ürünleri olan) ihraç ürünlerinin arzını azaltır. Sonuç, Birleşik Devletler'ce diğer ülkelere yapılan bir transferin yabancı [ihraç] ürünlerine göre ABD ihraç ürünlerinin fiyatını azaltabileceği, ABD'nin ticaret hadlerini bozabileceğidir.
Talep kaymaları da, kaynakların, ticareti yapılmayan ve ithalata-rekabet eden sektörler arasında hareket etmesine yol açar. Ne var ki, uluslararası iktisatçıların çoğu, pratik bir mesele olarak ticaret engellerinin etkisinin, uluslararası gelir transferinin, transferi yapanın ticareti hadlerini bozduğuna dair sanıyı geçerli kılacak [yönde] olduğu inancıdadır. Bunun içindir ki, Keynes pratikte haklıydı.
OLGUSAL ÖRNEK
Transfer sorunu ve Asya krizi
1997 ve 1998’de, birçok Asya ülkesi – Tayland, Endonezya, Malezya ve Güney Kore dâhil – uluslar arası sermaye akımlarının ani bir tersine dönüşü deneyimini yaşadılar. Önceki birkaç yıl boyunca, bu uluslar, uluslararası yatırımcıların favorisi olarak, ihraç ettiklerinden hatırı sayılır [derecede] daha çok ithal etmelerine izin verecek şekilde geniş para akımlarını çektiler. Ama bu ekonomilere güven 1997de çöktü; Asyalı şirketlere çokça borç veren yabancı bankalar şimdi borçların geri ödenmesini talep etti, sermaye piyasası yatırımcıları portföylerini elden çıkarmaya başladılar ve pek çok yurt içi yerleşik fonlarını deniz aşırı [bölgelere] kaydırmaya başladı.
Bu krizin nedenlerini ve krizin yönetilmesi konusunda çıkan anlaşmazlıkları 22.nci Bölümde tartışacağız. Şimdilik, yatırımcıların Asya ekonomilerine bir hayran olup bir kızmalarının nedeni ne olursa olsun, bu ekonomilerin içeriye doğru büyük transferler almaktan hızla dışarıya doğru büyük transferler vermeye geçtiklerini not edeceğiz. Eğer Keynes’in transferlerle ilgili varsayımı haklı olsaydı bu ülkelerin kısmetlerindeki bu dönüşüm, zaten ciddi bir ekonomik darbeyi ağırlaştırarak, Asya ticaret hadlerinde fark edilir bir kötüleşme üretmeliydi.
Aslında bazı gözlemciler bu kadar çok ülkenin aynı anda krize girdiği ve hepsinin eşanlı olarak daha çok ihracat yapmaya yöneldiği böyle bir durumda, ticaret hadlerinin çok büyük oranlarda bozulmasından ve bunun da krizi çok daha kötü hale getirmesinden endişe ettiler.
Buna rağmen, olaylar, Asya’daki gelişmekte olan ülkelerin ticaret hadlerinin korkulduğu kadar kötüleşmediğini gösterdi. İhracat fiyatları keskin şekilde düştü: 1998’de, Asya’daki gelişmekte olan ülkeler, 1997’de yaptıkları ihracatın hacmi kadar hacimde mal ihraç ettiler ama ihracatlarının dolar değeri yüzde sekiz düştü. Ama ithalat fiyatları da düştü.
, Bu sıralarda [Asya’daki gelişmelerden bağımsız] bazı başka gelişmeler, Asya’yı ciddi bir transfer sorunundan kurtardı gibi görünmektedir. Petrol fiyatları, Endonezya dışında bütün kriz ülkelerinin lehine olmak üzere keskin şekilde düştü. Bölgenin başat ihracatçısı olan Japonya da, Yen ABD doları karşısında fırlayınca, ihracat fiyatlarının düştüğünü gördü. Yani muhtemelen Asya bir transfer sorunu ile karşılaştı ama başka güçler bunun etkilerini maskeledi.
Tarifeler ve ihracat sübvansiyonları: RS ve RD de eşanlı kaymalar
(İthalata koyulan vergiler olan) ithalat tarifeleri ve (bir malı ülke dışında satan yurtiçi üreticilere yapılan ödemeler olan) ihracat sübvansiyonları, genellikle, bir ülkenin ticaret hadlerini etkilemek için yürürlüğe sokulmaz. Hükümetin ticarete müdahalesi, genellikle, gelir-bölüşümü gerekçeleri nedeniyle, ekonomi için hayatî önemi olduğu düşünülen endüstrileri teşvik etmek için ya da ödemeler dengesi nedenlerinden ötürü yapılır (bu Saikler 9, 10 ve 11.inci Bölümlerde incelenecektir). Ne var ki, tarifeler ve sübvansiyonlara [yol açan] saikler ne olursa olsun, bunların, standart ticaret modelini kullanarak anlayabileceğimiz ticaret hadleri etkileri vardır.
Tarifelerin ve sübvansiyonların ayırt edici özelliği, bunların, malların dünya piyasasında alınıp satıldığı fiyatlarıyla bir ülkenin içindeki fiyatları arasında bir fark ortaya çıkarmasıdır. Bir tarifenin doğrudan etkisi, ithal edilen malları bir ülkenin içinde dışarıdakinden daha pahalı yapmasıdır. Bir ihracat sübvansiyonu ise üreticilere ihracat yapmak için bir müşevvik verir. Bu nedenle, içerideki fiyat daha yüksek olmadıkça dışarıda satış yapmak daha kârlı olacaktır, böylece böyle bir sübvansiyon ihraç edilen malların bir ülkenin içindeki fiyatını yükseltir.
Tarifeler ve sübvansiyonların sebep olduğu fiyat değişiklikleri hem nispî arzı hem de nispî talebi değiştirir. Sonuç, politika değişikliğini getiren ülkenin ticaret hadlerinde ve dünyanın geri kalan kısmının ticaret hadlerinde [meydana gelen] bir kaymadır.
Bir tarifenin nispî talep ve arz etkileri
Tarifeler ve sübvansiyonlar malların uluslararasında mübadele edildikleri fiyatlarla (dış fiyatlar) bir ülkenin içinde mübadele edildikleri fiyatlar (iç fiyatlar) arasına bir mesafe sokar. Bu ticaret hadlerini tanımlarken dikkatli olmamız gerektiği anlamına gelir. Ticaret hadlerinin amacı ülkelerin malları mübadele ettikleri oranı - örneğin, Bizim Ülke'nin ihraç ettiği her birim kumaş karşılığında kaç birim gıda ithal edebileceğini ölçmektir. Ticaret hadleri, bu nedenle, iç değil dış fiyatlara tekabül eder. Böylece, bir tarife ya da ihracat sübvansiyonunun dış fiyatların bir fonksiyonu olarak nispî arz ve talebi nasıl etkilediğini bilmek isteriz.
Eğer Bizim Ülke gıda ithalatının değeri üstüne yüzde 20'lik bir tarife koyarsa, Bizim Ülke üreticileri ve tüketicilerinin karşı karşıya oldukları kumaşınkine göre gıda fiyatı, dünya piyasasındaki nispî fiyattan yüzde 20 daha fazla olacaktır. Buna denk düşen bir şekilde, Bizim Ülke'de ikamet edenlerin kararlarını dayandırdıkları kumaşın nispî fiyatı dış piyasalardakinden daha düşük olacaktır.
Bu durumda, herhangi bir veri dünya kumaş nispî fiyatında, Bizim Ülke üreticileri daha düşük bir kumaş nispî fiyatı karşısında kalacak ve bu nedenle daha az kumaş ve daha çok gıda üreteceklerdir. Aynı zamanda, Bizim Ülke tüketicileri tüketimlerini gıdadan kumaşa doğru kaydıracaklardır. Bir bütün olarak dünyanın bakışı açısından, kumaşa nispî talep (Şekil 5–9 da RD1 den RD2 ye) yükselecekken, kumaşın nispî arzı (RS1 den RS2 ye) düşecektir. Aşikârdır ki, [bu durumda] kumaşın dünya nispî fiyatı (PK/PG)1 den (PK/PG)2 ye yükselir ve böylece Bizim Ülke'nin ticaret hadleri Yabancı Ülke'ninkinin aleyhine olmak üzere iyileşir.
DİKKAT BURADA ŞEKİL 5-9 VAR!
Dostları ilə paylaş: |