İDRİS-İ MUHTEFİ
(ö. 1024/1615) Melâmî-Hamzavî kutbu.
Bugün Yunanistan sınırları içinde bulunan Tırhala'da doğdu. Kaynaklarda doğum tarihi hakkında bir kayıt bulunmamaktadır; ancak seksen üç yaşında öldüğü bilindiğine göre 649 941 (1534) yılında doğmuş olmalıdır. Nev'îzâde Atâî adını Ali İdris olarak kaydeder. Fakir bir ailenin çocuğu olduğundan Veziriazam Rüstem Paşa'nın terzisi olan amcası onu himayesine alarak terzilik mesleğini öğretti. 955'te (1548) Nahcıvan seferine giderken, Ankara civarındaki Kutluhan köyünde ikamet eden Bayramı-Melâmî kutbu Hüsâmeddin An-karavî'yi ziyaret ettikleri sırada müridliğe kabul edildi. Hüsâmeddin Ankaravî, terzilik mesleğinden dolayı İdrîs peygamberi telmihen ona İdris lakabını verdi. Daha sonra İstanbul'a giderek başlangıçta bir süre ticaretle uğraştığını, bu amaçla Rumeli şehirlerine gidip geldiğini, birkaç kere hacca gittiğini, çok zengin olduğunu, altmış sene irşad faaliyetinde bulunduğunu kaydeden Nev'îzâde Atâî, devrin tanınmış şeyhlerinden Abdülmecîd Sivâsî ile Tercüman Şeyhi Ömer Efendi'nin vaazlarında uzun süre onu mülhid ve zındık olmakla suçladıklarını, bu suçlamaların bütün şehre yayıldığını, bunun üzerine yakalanıp "hakkından gelinmesi" için ferman çıktığını, ancak uzun süre aranmasına rağmen izinin bulunamadığını söyler.650 Bu bilgiler Atâî'den naklen Kâtib Çelebi'nin Fezle-Ae'sinde 651 ayrıca Sergüzeştle RisâJe-i Melömiyye-i Şüttâriyye gibi eserlerde de tekrarlanmaktadır.
Bayramı Melâmîliğine mensup olan İd-rîs-i Muhtefî, benzer iddialar öne sürülerek Ebüssuûd Efendi'nin fetvasıyla idam edilen Hamza Bâiî İle aynı mürşide mensuptur. Tarikat silsilesi Hüsâmeddin An-karavî, Pîr Ali Aksarâyî, Bünyâmin Ayâşî, Ömer Sikkînî vasıtasıyla Hacı Bayrâm-ı Ve-tî'ye ulaşır. Diğer tarikatlar gibi tekke ve tarikata has şeklî unsurları kabul etmeyen Bayramî Melâmîleri, devletin Sünnî ideolojisine aykırı görüşleri sebebiyle Osmanlı merkezî yönetimi tarafından sürekli takibat altında tutulmuşlardır. Hamza Bâlî'nin idamıyla (980/1572-73) sonuçlanan olayları yaşayan İdris-i Muhtefî'nin bu dönemdeki ve Hasan Kabâdûz (ö. 1010/ 1601) devrindeki hayatı hakkında bilgi bulunmamaktadır. Ticaretle meşgul olmasının bu dönemlerde kendisini gizlemeyi kolaylaştırdığı söylenebilir. O, kutbiyyet makamına geçtikten sonra kendisini ve mensuplarını devletin takibatından kurtarmak için faaliyetlerini son derece gizli olarak sürdürmesi sebebiyle "Muhtefî" lakabıyla tanınmış, hakkında zındık ve mülhid olduğu şeklinde söylentilerin çıkmasında bu gizliliğin de etkisi olmuştur. Atâî onun komşuları tarafından Hacı Ali Bey diye tanındığını, kendisine büyük saygı gösterildiğini belirttikten sonra bir komşusunun ona İdris adlı bir zındık ve mülhidin binlerce müslümanı sapıklığa düşürdüğünü, bu fitnenin nasıl önleneceğini sorduğunu, kendisinin de komşusuna bu zındığı görüp görmediğini, zındıklığını itiraf edip etmediğini sorduğunu, "hayır" cevabını alınca, "O İdris benim, beni nasıl bilirsiniz?" dediğini, bunun üzerine komşusunun özür dileyerek kendisine intisap ettiğini anlatır. Mensupları dışında kim olduğu bilinmeden ölümüne kadar irşad faaliyetini sürdüren İdrîs-İ Muhtefî 1024 Rebîülevvelinde (Nisan 1615) vefat etti. Kabri Kasımpaşa'da Kulaksız Mezarlığı" ndadır.
Atâî'nin, kassam kâtibi olarak terekesini tesbitle görevlendirilen Sahn müderrisi Mustafa Efendi'den dinlediğini kaydederek anlattıklarından muazzam bir servete sahip bulunduğu, birçok âlim ve devlet adamının ona müntesip olduğu anlaşılmaktadır. Atâî onun hakkında, "Bu mertebe zuhurla bu güne ihtifâ muazzam bir keramettir, ahvâlini tecessüs ettim, salâh ü sedâddan gayri nesne zahir olmadı" der.
Öte yandan Mehmed Nazmı Efendi'nin rivayetine göre İdrîs-i Muhtefî, "Hamza-vîler'in ve İdrîsîler'in cümlesinin kâfir olduğunu" söyleyen Abdülmecid Sivâsî'nin 652 Sultan Ahmed Ca-mii'nde cemaat huzurunda bedduası üzerine evinde ölü bulunmuştur.653 Ancak Abdülmecid Sivâsî'nin tarikatına mensup olan Nazmi Efendi'nin çağdaş kaynaklara muhalif olan bu rivayeti tarikat gayretiyle söylediği açıktır. Nitekim Rûznâmçeci Süleyman Fâİk Efendi, Hediyyetü'I-ihvân'm bu rivayetle ilgili sayfasının 654 kenarına düştüğü notta bu rivayetin doğru olmadığını vurgulamıştır. Abdülmecid Sivâsî'nin "İdrîs-i İblîs" diye andığı İdrîs-i Muhtefî hakkındaki suçlamalarının esasen bir bilgiye değil dedikodulara dayandığı Nazmi Efendi'nin ifadelerinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Sivâsfnin İdrîs-i Muhtefî aleyhine vaazlarını sürdürdüğü için İdrîs-i Muhtefî'nin mensuplarından vezir Kayserili Halil Paşa tarafından Bursa'ya sürgün edildiği bilinmektedir. Evliya Çelebi'nin İdrîs-i Muhtefî'nin Eyüp'te bir tekke inşa ettirdiğini, IV. Murad'ın burayı yıktırarak mesire yeri yaptığını 655 ve İdris'in "şeriattan taş kopardı" diye boğularak şehid edildiğini söylemesi de 656 doğru değildir.
Abdülbaki Gölpınarlı, Hamza Bâlî'nin Dernirhan adlı oğlundan İbrahim adlı bir torunu olduğunu, onun Muhrikatü'1-ku-lûb adlı bir eserinin bulunduğunu Kâtib Çelebi'den naklen kaydetmiş, ancak bu konu üzerinde fazla durmamıştır. Daha sonra Muhammed Tayyib Okiç. Muhibbî'nin 657 (I, 16-17) kaynak göstererek Hamza Bâlî'nin İbrahim adlı bir torunu olduğuna dikkat çekmiştir. Muhibbî'nin verdiği bilgileri değerlendiren Ahmet Yaşar Ocak ise adı geçen İbrahim'in İdrîs-i Muhtefî ile aynı şahıs olduğunu, yani İdrîs-i Muhtefî'nin Hamza Bâlî'nin torunu olduğunu ileri sürmüştür. Eserini İdrîs-i Muhtefî'nin ölümünden yetmiş beş yıl sonra kaieme alan Suriyeli müellif Muhibbi, konuyla ilgili bilgileri Mısırlı müellif Münâvî'nin (ö. 1022/ 1613) el-Kevâkibü'd-dürriye adlı eserinden derlediğini söyler. Bu eserde İbrahim'in aslen Bosnalı âbid ve zâhid bir kişi olduğu, orada doğup büyüdüğü, velî ve sâlih kişilerle görüşmek için çeşitli şehirleri dolaştığı, her şehirde başka bir isimle 658 tanındığı söylenmekte, tarikatının adı Bayramiyye -Geylâniyye olarak verilmekte ve silsilesi Muhammed er-Rûmî, Seyyid Ca'fer, Emir Sikkînî vasıtasıyla İdrîs-i Muhtefî'den günümüze, mensuplarından olduğu anlaşılan Hakiki Bey'in İrşâdnâme'smde yer alan "devr"e dair bir sayfalık metinle 659 Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi'nin naklettiği bir sözü 660 hece vezniyle yazılmış on beş kıtadan meydana gelen şathiyesi ve iki gazeli ulaşmıştır. Sathiye, Ali Şermî Efendi 661 ve Ahmed Remzi Dede (Akyürek) tarafından şerhedilmiştir.662
Bibliyografya :
Münâvî, e/-Keuâ/diı(nşr. Abdülhamîd Salih Hamdan), Kahire, ts. (el-Mektebetü'1-Ezheriyye), IV, 163-164; Atâî, Zeyl-iŞekâik, s. 603-604;Hakiki Bey, İrşadnâme, Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 203, vr, 46"; Abdülmecid Sivâsî, Dürer-i Akâid, Süleymaniye Ktp., Mihrişah Sultan, nr. 300, vr. 68h; Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Diuan, İÜ Ktp., TY, nr. 333, s. 47; Kâtib Çelebi, Fezleke, II, 373-374; a.mlf.. Keşfü'z-zunün, il, 1613; San Abdullah Efendi, Semerâtü'l-füâd, Lü'l-eşer, I, 16-17; Mehmed Nazmi Efendi. He-diyyetü'l-ihuân, İÜ Ktp., TY, nr. 1604, vr. 69J; Sun'ullah Gaybî, Sohbetnâme, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3137, vr. 29"; La'lîzâ-de Abdülbâki, Sergüzeşt, İstanbul, ts., s. 41-49, Şüttâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 43°-55a; Mehmed Tevfik, Mecmûa-i Terâcİm, İÜ Ktp.,TY, nr. 92, vr. 25a-26a; Osmanlı Müellifleri, I, 23; Tomar-Melâmîlik, s. 56-59; Hüseyin Vassâf. Sefine, il, 309-315; Abdülbâki [Göl-pınarlı], Melâmilik oe Melâmiler, İstanbul 1931, s. 123-128; Tayyib Okiç. "Quelques documents inedits concernant lcs hamzavites", Proceed-ings ofthe Twenty Second Congress ofOrien-talists{baz. Zeki Veiidi Togan), Leiden 1957, II, 286-297; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ue Mülhidler (15-17. yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 310-313; Cengiz Gündoğ-du, "XVII. Yüzyıl Osmanlısında İki Farklı Su-fi Tipi", İlam Araştırma Dergisi, U/2, İstanbul 1997, s. 21-39.
Dostları ilə paylaş: |