KELÎM-İ KÂŞANI
(ö. 1061/1651) İranlı şair.
Hemedan'da doğdu. Meliküşşuarâ Mirza Ebû Tâlib, Tâlibâ-yi Kelîm ve Hallâku'I-meânî-i Sânî unvanianyla anılan şair. Ka-şân'da uzun süre kaldığı ve öğrenimini bu şehirde yaptığı için daha çok Kâşânî nisbesiyie tanınır. Öğrenimini Kâşân ve Şîraz'da tamamladıktan sonra Bâbürlü Hükümdarı Cihangir döneminde Hindistan'a giderek Bîcâpûr'da Âdilşâhîler'den il. İbrahim Şah'ın valisi ve I. Şah İsmail'in torunlarından olan Şahnevâz Han'a intisap etti. Şahnevâz Han'ın ölümü üzerine 1028'de (1619) İrak'a gitti. Burada beklediği ilgiyi göremeyince İki yıl sonra tekrar Hindistan'a döndü. Gülkünde'de Kutu bşâhîler'den Muhammed Kulı b. İbrahim'in veziri Mîr Muhammed Emîn'e ve ardından Bâbürlü Hükümdarı Şah Ci-han'a intisap etti. Şah Cihan tarafından kendisine meliküşşuarâ unvanı verildi. Şah Cihan ile birlikte Keşmir'e giden Ke-lîm-i Kâşânî hükümdardan izin alarak orada kaldı, ancak sarayla ilişkisini kesmedi ve kendisine maaş bağlandı. Burada Şah Cihan adına Pâdşâhnâme adlı eserini yazdı. Şah Cihan Keşmir'e ikinci gelişinde yazdığı kasideden dolayı kendisini ödüllendirdi. 1O61'de(l651) Keşmir'de öldü. Şiirin her türünde çok sayıda ürün veren Kelîm daha çok gazelleriyie tanınır. Gazellerinin dili açık ve sağlamdır. Kaside ve mesnevilerinin dili de oldukça sade olmakla birlikte ifade bakımından gazelleri kadar mükemmel değildir. Kelîm aynı zamanda edebî sanatlardan irsâl-i meseli çok kullanmakla da tanınır.
Eserleri.
1. Külliyât. Yaklaşık 10.000'i divanına ait olmak üzere 25.000 beyit ihtiva eder. Kaside, gazel, rubâî ve kıtalardan oluşan divanı basılmıştır. 63
2. Pâdşâhnâme. Şah Cihan'la ilgili olayların şehname tarzında anlatıldığı eser Şahdhân-nâme, Fütûhâl-ı Şahcihâni, Zaiernâ-me-i Şâhcihân, Şahnâme-i Kelîm ad-larıyla'da anılır.64
Bibliyografya :
Muhammed TâhiM Nasrâbâdî, Tezkire-i fiaş-râbâdt[nşr. Vahîd Destgirdî),Tahran 1361 hş.,s. 220-223; Lutf Ali Beg. Ateşkede, Bombay 1277/ 1860, s. 246-247; Rieu, Catalogue of the Per-sian Manuscripts, II, 686-687; Browne. LHP, İV, 259-263; Safa, Edebiyyât, V/2, s. 1170-1183; a.mlf., Genc-i Sühan, Tahran 1339-40, İli, 92-101; Şiblî Nu'mânî, Şi'rü"l-cAcem (nşr. M. Takî Fahr-i Dâî-yi GÎIânî). Tahran 1363 hş., III, 172-191; Storey, Persİan Literatüre, I, 572-573; Rypka, HIL, s. 726; H. H. Schaeder, "Kelim", İA, VI, 558; Munibur Rahman, "Kalim Abu Tâlib", El2 (Fr.), IV, 528-529. Dâvud İbrâhimÎ
KELİME
Kur'an'da Allah'ın sözü anlamında, aynca Hz. isa'yı tanımlamakta kullanılan terim.
Sözlükte "yaralamak, tesir etmek" anlamına gelen kelm kökünden türetilmiş bir isim olup nahivde "bir mânaya delâlet eden lafız" demektir. Râgıb el-İsfahânî nahivde isim, fiil, harf ve edat türünden tekil lafızlara kelime denildiğini belirtir.65 Kelime, herhangi bir zaman sîgasiyla alâkalandırılmadan bir mânaya delâlet ediyorsa isim, mânaya delâletinde bir zaman sîgasma bağlıysa fiil, tek başına bir anlam taşımıyorsa harftir, öte yandan alfabenin harflerinden her birine, harflerden oluşan anlamlı bir lafza kelime denildiği gibi bütünüyle bir kelâm. Kaside veya hutbe de mecazen kelime olarak adlandırılmıştır.66
Bahâeddin İbn Akil, kelimenin "anlamlı bir tek lafız" şeklindeki tanımıyla herhangi bir mânaya delâleti olmayan lafızlardan ve tekil olmasıyla da kelâmdan ayrıldığını, kelâmın tekil olmayan mânalara da delâleti bulunduğunu ifade etmiştir.67 İslâm felsefecileri de bir mânaya ve bu mânanın içinde gerçekleştiği zamana vurgu yaparak kelimeyi "bir zaman dilimi içinde belirli olmayan bir konuya ait mânaya delâlet eden teki! lafız" şeklinde tanımlamışlar, "yürüdü" kelimesinin geçmiş zamanda herhangi bir kimsenin yürüdüğüne delâlet etmesini de örnek olarak göstermişlerdir.68 Mantıkçılar ise kelimeyi "belli bir zamanda belli olmayan bir şeyin mânasına delâlet eden isim veya fiil türünden lafız" diye tanımlamışlardır.69
Kur'ân-ı Kerîm'de kelime tekil ve çoğul olarak, bazan da isim ve sıfat tamlama-lanyla kırk altı yerde geçmekte, ayrıca birçok âyette aynı kökten fiil ve isimler bulunmaktadır.70 Kur'an'da kelime öncelikle "söz, kelâm" şeklindeki sözlük anlamıyla Allah'ın söz ve âyetleri, insanların sözleri, hatta onların küfrünü beyan eden ifadeleri için 71 kullanılmıştır. Öte yandan Allah'ın kullarına yönelik emirleriyle 72 bazı mucizeleri gerçekleştiren tekvînî emirleri de 73 kelime ile anlatılmıştır. "Kelimetullah 74 "kelimetün tayyibetün 75 gibi terkiplerle tevhid inancının esasını teşkil eden kelime-i tevhid ve daha genel olarak Allah'ın insanlığa gönderdiği son din ifade edilmiş 76 "kelimetün habîsetün" 77şeklindeki terkiple de tevhid anlayışına aykırı düşen inanç türleri kastedilmiştir 78 Ayrıca insanların iman ve küfürle imtihan edilmesi, bazan hemen cezalandı-rılmayıp kendilerine süre verilmesi 79 gibi hususlar, âhiret hayatında karşılaşacakları ceza ve mükâfatlara dair ilâhî ilkeler 80kelime-tü'l-fasl" 81 ve "kelimetü'l-azâb" 82 gibi terkiplerle de teyit olunarak kelime ile ifade edilmiş, başka âyetlerde kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği Allah'ın kanunlarına, hükümlerine de kelime denilmiştir.83 Yine Allah'ın peygamberlerine 84 müminlere 85 ve Musa'ya tâbi olan İsrâiloğullarfna 86 yardım vaadi, O'nun sınırsız ilim ve hikmetiyle 87 Hz. Peygamber'e vahyettiği hususlar yahut onun aracılığıyla tecelli ettirdiği mucizeler de 88kelime veya bununla oluşturulan terkiplerle dile getirilmiştir.89
Kur'an'da üç yerde Hz. îsâ'nın "Allah'tan bir kelime" olduğu ifade edilmiştir 90 berî, kelimenin Hz. îsâ olduğuna dair İbn Abbas'tan bir rivayet aktarmış, Allah'ın "kün"(ol) emri neticesinde mucizevî bir şekilde doğduğu için onun "kelimetuİlah" şeklinde nitelendirildiğini ifade eden farklı rivayetleri de sıralamıştır.91 Şiî müfessir Tabersîise insanların Allah'ın kelâmıyla hidayete erdikleri gibi Hz. îsâ ile de hidayete erdikleri için onun kelimetullah olarak adlan-dınldığma dikkat çekmiştir.92 Fahreddin er-Râzî önceki müfessirlerin yorumlarına ek olarak Hz. îsâ'nın mucizevî bir tarzda bebekliğinde konuşmaya başlaması, tebliğiyle gerçekleri ifade etmesi ve insanları doğruya yönlendirmesi, kendisinden önceki peygamberlere vahyedilen kitaplardaki ilâhî kelâmla peygamberliğinin müjdelenmiş olması sebebiyle "Allah'ın kelâmı" olarak adlandırıldığını belirtmiştir. Râzî ayrıca "bi-kelimetin rninhü" ibaresindeki "min" harf-i ceminin Hz. isa'nın Allah'ın zâtından bir parça olmayıp Allah'ın kelâmıyla babasız olarak yaratıldığını bildiren bir başlangıç anlamı taşıdığını da söyler.93 Elmalılı Muhammed Hamdi ise telaffuz olunan anlamlı sesler ve yazıların yanında âleme bakıldığında görme duyusu ile zihinde bir tesir meydana getirerek cüz"î veya küllî bir anlama delâlet eden belli varlıklara da kelime denilebileceğini, Hz. İsa'nın kelime oluşunu da böyle anlamak gerektiğini belirtmiştir. Öte yandan Elmalılı, "bikelimetin minhü" ifadesindeki kelimenin belirsiz olarak kullanılmasının îsâ'nın ya-ratılışmdaki gariplik ve tuhaflığa, bilinen yaratılış tarzına uymayan bir farklılığa, dolayısıyla Hz. îsâ'nın mucizevî bir şekilde babasız yaratılışına işaret ettiğine dikkat çekmiştir. Elmalılı'ya göre kelimenin Meryem'in oğlu Mesîh îsâ şeklinde adlandırılması da Hz. îsâ'nın hıristiyanların tes-lîs anlayışındaki gibi Allah'ın değil ancak Meryem'in oğlu olduğunu vurgular; dolayısıyla îsâ'nın kelime olarak Allah'a, oğul olarak ise Meryem'e nisbet edilmesi gerektiğini söyler.94 Halbuki Hıristiyanlık'ta îsâ'nın Tann'nın kendisine hulul ettiğine, ete kemiğe bürünmüş ezelî ve ebedî kelâmı (logos) ve teslîs anlayışını oluşturan unsurlardan biri olduğuna inanılmaktadır.95
Hadis kaynaklarında kelime, tekil ve çoğul olarak aynı kökten türetilmiş fiil ve isim kalıplarıyla sıkça geçmektedir 96 Hadislerde kelime "söz, kelâm" şeklindeki sözlük anlamıyla Allah'ın 97 Hz. Peygamber'in 98 ashabın 99 sözleri yanında inanmayanların küfrünü 100 ve münafıkların nifakını 101 beyan eden ifadeleri için de kullanılmıştır. Öte yandan kimsenin değiştirmeye güç yetiremeyeceği Allah'ın kanunları, hükümleri kelime ile de belirtilmiştir.102 "Kelimetullah 103 kelimetüntay-yibetün.104 "kelimetü't-takvâ" 105 gibi terkiplerle kelime-i tev-hid ve genel olarak Allah'ın insanlığa gönderdiği son din kastedilmiştir. Bazı hadislerde Hz. îsâ'nın Allah'ın kulu, resulü, Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi (kelimetullah) ve O'ndan bir ruh olduğu ifade edilir 106 Bu tür rivayetlerin dışında Habeşistan'a hicret eden sahâbî-lerin sözcüsü Ca'fer b. Ebû Tâlib'in, Habeş necâşîsinin isteği üzerine Hz. îsâ hakkındaki kanaatlerini aktarırken onun Allah'ın kulu, resulü, ruhu ve Meryem'e ilkâ ettiği kelimesi olduğu şeklindeki ifadesi de bu bakımdan anlamlıdır 107 Ebû Ubeyd'in, îsâ'nın Allah'ın kelimesi olmasını onun Allah'ın "kün" emri neticesinde var olmasıyla açıkladığı rivayet edilmektedir.108
Dilcilerin kelime, kelâm ve kavil terimleri arasındaki farklar üzerine yaptıkları tartışmaların dışında kelâm âlimleri arasında kelime, dinî bir terim olarak Allah'ın konuşma yetkinliğine sahip bir varlık olduğunu bildiren kelâm sıfatına ilişkin tartışmalara konu olmuştur. Kelâmcılar, Allah'ın kelâm sıfatının bulunduğu görüşünde birleşmiş olmalarına rağmen bu sıfatın mahiyeti, kadîm veya hadis oluşu ve yaratıklar tarafından işitilmesinin keyfiyeti hakkında farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.109
Öte yandan Kur'an'ın yaratılmış olup olmadığı konusunun müslümanlar arasında itikadı bir problem şeklinde tartışılmasının sebeplerinden biri olarak Hişâm b. Abdülmelik zamanında saray kâtipliği yapan hıristiyan ilâhiyatçısı Yuhannâed-Dimaşki'nin, müslü-manlara Hz. îsâ'nın ulûhiyyetini kanıtlamak için Kur'an'da onun "kelimetullah" olarak adlandırılmasından hareketle ilâhî kelimelerin, dolayısıyla Kur'an'ın mahlûk olmadığı görüşünü ortaya atması gösterilmektedir. Ancak buna Ca'd b. Dirhem, Cehm b. Safvân gibi Cehmiyye ve Mu'tezile âlimleri karşı çıkmışlar, hem kelimetullah olan Hz. îsâ'nın hem de ilâhî kelimelerin mahlûk olduğu görüşünü savunmuşlardır.110
Kelime tasavvufta çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Şehâdet alemindeki varlıkların her biri ilâhî isimdir. Ancak ilâhî isimlerin hepsi kemaliyle insân-ı kâmilde tecelli ettiğinden o bu mânada bir kelimedir. Buna bağlı olarak insân-ı kâmil olan peygamberlerin ve velîlerin hakikatlerine, özellikle de Hz. Peygamber'in hakikatine (hakîkat-İ Muhammediyye) kelime denir. Nitekim Muhyiddin İbnü'l-Arabî, peygamberin hakikatlerini anlattığı Fu-şûşü'I-İıikem adlı eserinin bölüm başlıklarında kelimeyi bu anlamda kullanmıştır. Eserin üzerine bina edildiği terim de kelime yani hakîkat-i Muhammediyye kavramıdır. Bu bağlamda her peygamberin bâtını bir kelime olmakla birlikte sahip olduğu hakikat mertebesi farklıdır. Hakikatlerin hakikati yani küllî kelime Hz. Muhammed'in hakikatidir. Diğer bütün varlık mertebeleri o kelimeden doğar, varlık sebep ve bilgilerini ondan alırlar. Kelimenin nefesle de ilgisi vardır. Telaffuz edilen kelimeler içimizden gelen nefesin taayyünleri olduğu gibi Allah'ın kelimeleri yani varlıklar, cevher-i vücûd da denilen nefes-i rahmaninin taayyünlerinden ibarettir. Bu mânada taayyün eden mahiyet, ayn, hakikat, varlık gibi her şey bir kelimedir. Bunların bâtınî olanlarına "manevî/ gaybî kelime", zahirî olanlarına "kelime-i vücûdiyye", mücerred olanlarına "kelime-i tâmme" adı verilir. Küllî iradenin sureti ve yaratma vasıtası olan "kün" emrine "kelimetü'l-hazret" denir.
Bibliyografya :
Râgıb el-!sfahânî, el-Mİifredât, "kim" md.; Li~ sânü'l-'Arab, "kim" md.; Kâşânî, Iştılâhâtü'ş-şûpyye, "Kelime" md.;Wensinck, el-Mu'cem, "kim" md.; M. F. Abdülbâkl, el-Mu'cem, "kim" md.; Müsned, I, 203, 461; II, 286, 316, 374, 390; V, 292, 314; Dârimî, "Cihâd", 24; Buhârî, "Enbiyâa",47,"îmân", 12, 19, "cİlim", 30, 45, "Tevhîd",28, "Rikâk",23, 41; Müslim,"îmân", 46, "Fezâ^ilü'ş-şahâbe", 71, "Zekât", 56, "Zühd", 49; Tirmtzî. "Zühd", 10; Nesâî. "Cihâd", 42, "Tatbik", 110; Câhiz. Resâ'il (rışr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1399/1979, III, 347; Taberî, Câml'u 'l-beyân, III, 269-271; VI, 137; ibn Sînâ. en-Necâi{nşT. Mâcid Fahrî), Beyrut 1405/1985, s. 50; a.mlf,, el-İşârât ue'Henbîlıât (nşr. Süleyman Dünyâ], Beyrut 1413/1992, I, 143; Taber-sî, Mecma'u'l-beyân fi tefsîri'l-f
Dostları ilə paylaş: |