Bibliyografya



Yüklə 1,17 Mb.
səhifə14/40
tarix18.12.2018
ölçüsü1,17 Mb.
#86273
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   40

ETBAU'T-TABİÎN141




ETHE, HERMANN

(1844-1917) Alman asıllı şarkiyatçı.

13 Şubat 1844 tarihinde Almanya'nın Stralsund şehrinde doğdu. Orta öğreni­mini buradaki lisede, yüksek öğrenimi­ni ve doktora çalışmalarını Greifsvvald ve Leipzig üniversitelerinde yaptı. 1867-den itibaren Münih Üniversitesi'nde Doğu dilleri okuturken 1872 yılında Oxford'a davet edilerek, daha önce C. H. Sachau tarafından başlatılan Bodleian Kütüpha-nesi'ndeki Farsça, Türkçe, Hintçe ve Peş­tuca yazmaların katalogunu hazırlama çalışmalarını yürütmek ve ayrıca Arap­ça yazmaların bir ek katalogunu hazır­lamakla görevlendirildi; aynı yıl bu ka­talog çalışmalarına India Office Kütüp-hanesi'ndeki Farsça yazmalar da eklen­di. 1875-1915 yıllan arasında Univesity College of Aberystvvyth'de Almanca ve Doğu dilleri profesörlüğü yaptı; 1887-1889 yıllarında da Oxford Üniversitesi'-nin Doğu Araştırmaları Okulu'nda misa­fir profesör olarak bulundu.

Eserleri. Özellikle Arapça, Farsça ve Türkçe yazmalar üzerine yaptığı yayın­larla tanınan EthĞ'nin en önemli çalış­maları şunlardır: Zakariyö ben Muham-mad ben El-Kazvimi's Kosmonograp-hie142; Das Schlalgemach der Phanytasie von Fettahî aus Nisâ-bür143; Die Fahrten des Sajid (Batthâl)144; Essays und Studien145; Die höfische und roman-tische Poesie der Perser (1887); Die mystische, didaktische und Iyrische Poesie und das spâ'tere Schrifthum der Perser146; Cataîogue of the Persian, Turkish, Hindüstani and Pushtu Manuscripts in the Bodleian Library147; Catalo-gue of the Persian Manuscripts in the Library of the India Office148; Yûsuf and Zalikhâ by Firdausi of Tüs149; Cataîogue of OrientalMa­nuscripts, Persian, Arabic and Hindüstani.150



Bibliyografya:

H. EthĞ, Cataîogue of Persian Manuscripts, London 1980, s. VI; a.mlf., Târih-i Edebiyyât, s. 13; Who Was Who; 1916-1928, London 1929, s. 333; Necîb el-Akîkî. el-Müsteşrikün, Kahire 1980, 11, 86; Deutsches biographisches Archiv151, new sene: Vl/307.



ETİYOPYA

Doğu Afrika'da ülke.



1- Fiziki Ve Beşerî Coğrafya

2- Tarih

Doğudan Somali, kuzeyden Cibuti ve Eritre, batıdan Sudan, güneyden de So­mali ve Kenya İle çevrilmiş bulunan Eti­yopya152,

1.106.060 km2 yüzölçümüyle Afrika'nın en büyük ülkelerinden biridir. Ülkenin baş­şehri Adisababa, dinî ve etnik bakımdan çeşitlilik gösteren nüfusu 50.341.000'-dir (1990).

1- Fizikî Ve Beşerî Coğrafya

Yüzey Şekilleri. Prekambriyen devirden kalma bir billûrsu temel üstüne oturan ülke topraktan genelde dağlar, yaylalar ve yüksek ovalarla çöküntülerden mey­dana gelmiştir. Arazi, yeryüzü şekilleri bakımından doğu ve güneydoğudaki So­mali yüksek ovası, büyük Rift vadisi ve orta kesimlerle batıdaki dağlık bölge ol­mak üzere üç bölgeye ayrılır. Etiyopya'­yı güneyden kuzeye doğru ikiye ayıran ve Galla çöküntüsü de denen Rift vadi­si, Turkana (Rudolf) gölünün kuzeyinden Kızıldeniz kıyısındaki Denkalî alçak ova­sına kadar uzanır. 50-60 km. genişliğin­de olan bu vadinin denizden yüksekliği ortalama 1500 m. civarındadır ve üze­rindeki çukurlarda tektonik kökenli pek çok göl mevcuttur. Rift vadisinin doğu­sunda kalan ve doğuya doğru gittikçe alçalan Somali yüksek ovası Cuba, birle­şerek onu meydana getiren Dava ve Ge-nale ile ülkenin en uzun akarsuyu olan Vebi Şebeli nehirleri tarafından parça­lanmıştır; vadinin doğu tarafında yük­sekliği 4000 metreyi geçen153 dağ sıraları uzanır. Rift vadisinin batısında kalan düzlüklerle dağlık kütle Eritre'nin kuzeyinden ül­kenin güneyine kadar uzanmakta ve çok sayıdaki akarsu ile parçalanmış bulun­maktadır. Bölgenin ve ülkenin en yük­sek dağı, Eritre ile Tana gölü arasında yer alan Simonlar üzerindeki Ras Daşin'-dir (4620 m.). Erozyon sonucu iyice aşın­mış olan yamaçların üst kesimlerindeki masa biçimi düzlükler Etiyopya'nın ya­pısal özelliklerinden birini teşkil eder. Ülkenin kuzeydoğusuna rastlayan Rift vadisinin devamı niteliğindeki Denkalî çöküntüsünün bazı yerleri denizden da­ha aşağıdadır; genellikle çöl görünümü arzeden bu bölge tuz madeni bakımın­dan zengindir.

İklim ve Bitki Örtüsü. Tropikal iklimin hâkim olduğu Etiyopya'da arazinin yük­sekliği sebebiyle sıcaklık aynı paralelde­ki diğer Afrika ülkelerine göre biraz dü­şüktür ve deniz seviyesinden yüksekli­ğe göre değişiklik gösterir. Hava alçak kesimlerde daha sıcak, yükseklerde se­rindir. Denkalî çöküntüsünde zaman za­man 50 dereceye varan sıcaklık orta ve batı bölgelerde iyice düşer. Kış ayları (ekim - mart) kurak, yaz ayları (nisan - eylül) yağışlı geçer. Sıcaklık gibi yağmur rejimi de yüksekliğe göre değişir. Ülke­nin en az yağış alan kesimi Denkalî çö-küntüsüdür ve burada yıllık yağış ortala­ması 50 mm. civarında iken Somali yüksek ovasında 1000, orta ve batıdaki dağ­larla kaplı yüksek düzlüklerde 1800 mi­limetreyi bulur; güneydeki Cimmâ yöre­sinde ise bu miktar çok daha fazladır.

Yağış ve yüksekliğe göre değişen bit­ki örtüsünde bir çeşitlilik göze çarpar. Denkalî çöküntüsüyte Somali yüksek ova­sında çöl tipinde dikenli bozkır bitkileri hâkimdir. Rift vadisinin güney tarafların­da zengin savanlar bulunurken bol yağış alan güneybatıda geniş yapraklı ağaçlar­dan oluşan ormanlar yer alır. Irmak boy­larında yetişen galeri ormanlarının yanı sıra 1800-2500 metreler arasında kalan kuşakta yapraklarını dökmeyen zengin bitki toplulukları görülür. 2500 metre­den sonra ise hâkim bitki örtüsü çayır ve otlaklardan oluşur. Özellikle zengin ormanların bulunduğu bölgelerde bir kıs­mı yalnız bu ülkeye has olmak üzere ko­yun, keçi, antilop ve deve kuşu gibi çe­şitli hayvan türleri yaşamaktadır.

Akarsu ve Göller. Etiyopya akarsu kay­nakları bakımından zengin bir ülke ol­makla birlikte bunlardan yeterince isti­fade edememektedir. Nil havzasında bu­lunan Tekeze Nil'in kollarından Atbara'-ya katılır. Mavi Nil (Abbai) sularını Tana gölüne, güneye doğru akan Oma ırmağı ise Turkana gölüne akıtır-, Baro ve Akobo'nun sularını alan Sobat ırmağı Beyaz Nil'le birleşir. Adisababa yakınlarında doğan Avaş ırmağı çöküntü boyunca ku­zeye doğru akarak Cibuti sınırındaki Abe gölünü besler. Kuzeyde Kızıldeniz'e dö­külen irili ufaklı bazı akarsular mevcut­tur. Diğer taraftan Somali yüksek ova­sından doğan Dava ve Genale'nin oluş­turduğu Cuba ile Vebi Sebeli ve Faten ır­makları araziyi parçalayarak Somali top­raklarına geçer ve buradan Hint Okya-nusu'na dökülür. Etiyopya göller bakı­mından da zengin bir ülkedir. En büyük göl olan kuzeybatıdaki Tana'nın dışında Rift vadisindeki çukurlarda da en önem­lilerini Abaya, Şala, Zivey ve Abe'nin teş­kil ettiği birçok göl mevcuttur.

Nüfus ve Etnik Durum. Nijerya ve Mı­sır'dan sonra Afrika'nın en kalabalık ül­kesi olan Etiyopya'da nüfus yoğunluğu 41.1/km2'dir (I990). Nüfusun dağılı­şı bakımından alışılmışın dışında bir du­rum görülür ve ülke tropikal kuşakta bu­lunduğu için en kalabalık bölgeler 1800-2500 metreler arasındaki yükselti kuşa­ğında yer alır-, nitekim başşehir Adisa­baba da (2455 m.) bu kuşaktadır. Etnik bakımdan çoğulculuğun görüldüğü ül­kede hâkim ırk orta bölgede yaşayan Amharalar'dır ve bunlar toplam nüfusun % 37,7'sini oluştururlar. Arap yarımada­sından gelen beyaz ve batıdan gelen si­yah ırka mensup insanların bir karışımı olan Amharalar evlilik yoluyla güneyde­ki Galla ve diğer gruplarla da karışmışlardır. Bunların dışında ülkenin kuzey taraflarındaki düzlüklerde yaşayan Tig-reler % 1,9. dağlık kesimlerdeki Tigri-nalar % 8,6. Gallalar da % 35.3'lük bir orana sahiptirler. Hâmî kökenli Somali-ler (% 1,7) ülkenin güneydoğusunda. Afar-lar (% 1,8) İse daha çok Eritre'de yaşar­lar. Gurage (% 3,3), Saho ve diğer küçük gruplar orta ve güney bölgelerinde kü­çük adacıklar şeklinde bulunmaktadır­lar. Nüfusun büyük çoğunluğu yüksek yaylalardaki köylerde yaşadığından (% 85) şehirleşme oranı çok düşüktür. Ülkede hem doğum (% 0,43) hem de ölüm oranı (% 0,23) yüksek olup ortalama hayat sü­resi kırk bir yaş seviyesindedir. Yüksek yerlerde yaşayanlara son yıllardaki ku­raklık sebebiyle yapılan yardımların ka­ra yoluyla ulaştırılması mümkün olma­dığından malzemeler paraşütlerle hava­dan atılmaktadır.

Ülkenin en büyük şehri aynı zamanda başşehir olan orta bölgedeki Adisaba-ba'dır (1.500.000 II989I). Afrika Birliği Teşkilâtı ve Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Komisyonu'nun merkezleri­nin de burada olması şehrin önemini art­tırmaktadır. Diğer önemli şehirler Diredava. Gondar, Nazret. Desse, Makalle (Mekele) ve Harar'dır.

Dil. 100 civarında mahalli dilin konu­şulduğu Etiyopya âdeta bir diller moza-yiğidir. Esas itibariyle Sâmî, Kûşî ve Nil grupları olmak üzere üçe ayrılan bu dil­lerden Kûşî grubuna girenler ülkenin gü­ney ve orta bölgelerinde. Nil dilleri gü­neybatı ve kuzeydeki yüksek yaylalar­da, Sâmî grubuna girenler de orta, gü­neydoğu ve kuzeydoğu bölgelerinde ko­nuşulmaktadır. Kuzeyden güneye doğ­ru Tigre. Tigrinya (Tigrina), Amhara (Ama-rinya), Hararî ve Argobba başlıca diller olup bunların en çok konuşulanı aynı za­manda ülkenin resmî dili olan Amharaca'dır. Kûşî dillerin belli başlıları Beca, Afar, Saho, Galla, Sidâme ve Somali dil­leridir. Sudan'a yakın bölgelerde konuşulan Kunama. Si'luk, Anivak ve Dinka gibi diller Nil dilleri grubunda yer alır­lar. Kasabalarda ticaretle uğraşan müs-lümanların çoğunluğu Arapça'yı, başşeh­rin kuzeyindeki düzlüklerde yaşayanlar Tigre ve Tigrinya'yi. güneydoğudakiler ise Somali, Beca ve Afar gibi dilleri ko­nuşmaktadır. Etiyopya'nın resmî dili olan Amharaca, Tigre ve Tigrinya dilleriyle bir­likte Sâmî dil ailesi İçerisinde yer almak­ta ve Etiyopya kilisesinin âyin dili olan Ge'ez diliyle birlikte aynı alfabeyle yazıl­maktadır. İlk yazılı belgeleri XIV. yüzyılda ortaya çıkan Amharaca edebiyat diü olarak ancak XIX. yüzyılda kendini gös­termiştir. Güney Arapçası lehçelerinin de içinde yer aldığı Güney Sâmî dilleri grubunda Amharaca ile birlikte bulu­nan Ge'ez dili artık konuşulmamakta ve sadece kilisede kullanılmaktadır.

Din. Etiyopya din bakımından da he­terojen bir yapı gösterir. İslâmiyet ve Hıristiyanlık hâkim dinler olmakla birlikte ülkenin güney tarafında animist topluluklara, Tana gölünün kuzeyindeki bölgede de Falaşiler denilen yahudilere rastlanır. Ancak muhtemelen yahudile-rin Filistin'den çıkarıldıkları dönemde buraya gelmiş ve aşın bir yoksulluk İçin­de kalmış olan Falaşiler'in hemen tama­mı son yıllarda İsrail'e nakledilmiştir. Nü­fusun % 40'ını oluşturan hıristiyanlar IV. yüzyıldan beri ülkenin tarihinde önem­li rol oynamışlardır. V. yüzyılda Aksum Krallığı'nı kuran hıristiyanlar İskenderi­ye'deki Ortodoks Kıptî (Kopt) Kilisesi'ne bağlılıklarını sürdürmüşler ve dışarıdan aldıkları desteklerle gelişmişlerdir. Etiyopya'daki hıristiyanların çoğu monofi-zit Ya'köbî olmakla birlikte Katolik ve Protestan mezhebi mensuplan da bu­lunmaktadır. Halen Etiyopya Ortodoks Kilisesi İskenderiye'deki Kıptî patrikli­ğin otoritesi altındadır.

Toplam nüfus içerisinde çeşitli kaynak­lara göre % 45-60 arasında değişiklik gösteren bir oranla ülkenin en kalaba­lık cemaatini teşkil eden müslümanlar sayılarının çokluğuna rağmen siyasî ve idari hayatta etkin değildirler. Ülkenin değişik bölgelerinde yerleşmiş bulunan müslümanlar arasında göçebe ve yarı göçebe halde yaşayanlar da mevcuttur. Kuzeydeki yüksek yaylalarda yaşayan Ceberti, Galla, Somali ve Afar kabileleri ilk dönemlerden bu yana müslümandırlar. I. (VII.) yüzyılda ülkenin kuzey böl­gelerine nüfuz eden İslâmiyet zamanla güneye doğru yayılmıştır154. Bugün Etiyopya sınırlan içerisinde kalan Süve (Shoa), Evfât Harar (Hararge), Arusi ve Adel bölgelerinde tarih boyun­ca çeşitli müslüman sultanlıklar kurul­muş, fakat zamanla bunlar Etiyopya'­nın hıristiyan yöneticileri tarafından or­tadan kaldırılmışlardır155. Günü­müzde Vallo, Harar, Bâlî, Arusi ve Sidâ-me bölgelerinde müslümanlar çoğun­luktadırlar.

XVIII. yüzyılın sonlarından İtibaren ül­kedeki müslüman sultanlıklan ortadan kaldırmak için harekete geçen hıristiyan krallar Batılılar'ın da desteğiyle başanya ulaştılar. XIX. yüzyılda Kral II. Theodo-re döneminde (1855-1868) müslümanlar üzerinde tam bir hâkimiyet kuruldu; Wol-lo'da müslümanlar katliama uğrarken (1855) en önemli İslâm merkezi olan Ha­rar işgal edildi (1887). Bu arada İtalya Asab, Masavva' ve Asmara'yı ele geçirdi. Bununla beraber müslümanların hıristi-yanlara karşı mücadelesi son bulmamış ve Kral Yohannes Mehdî'nin dervişleri tarafından Metemma'da öldürülmüştür (1889). Daha önce Negus Claude da (Galâwdewos) 1559 yılında Nûr b. Mücâhid'e karşı savaşırken öldürülmüştü. Kral Yo­hannes döneminde Habeşistan ile Mısır arasında savaşa yol açan anlaşmazlıklar müslümanların aleyhine gelişmiş ve ida­renin zorlamasıyla müslümanlar Hıristi­yanlığa dönmeye mecbur olmuşlardır. 1880 yılında 50.000 müslümanın kralın emriyle vaftiz edildiği rivayet edilmek­tedir. 1889'da iktidara gelen II. Mene-lik de Batılı misyonerlerin destek ve teş-vikleriyle müslümanlar üzerindeki bas­kıyı sürdürmüş ve hıristiyanlaştrma ha­reketine devam ederek pek çok müslü-manı köleleştirmiştir. İslâm'a sempa­ti duyan Lidj Yassou'nun iktidar olması ve ardından bu dine girmesi müslüman­lar için önemli bir gelişme olmuş, ancak 1917'de iktidardan uzaklaştırılmıştır. Hıristiyanların eline geçen şehirlerdeki camilerin bir kısmı kiliseye çevrilmiş, müslümanlar dinlerini değiştirmeye zor­lanmış ve büyük baskılara mâruz kalmış­lardır. 1930 yılında kral olan Hâile Selâ-siye'nin ilk yıllannda İslâmiyet resmî din olarak kabul edilmiş, müslümanların okullarda Arapça öğrenim görmesi ve Harar ile Cimmâ bölgelerinde resmî iş­lerde bu dilin kullanılması benimsenmiş­ken daha sonra müslümanlar üzerinde yeni baskılar kurularak şer'ı mahkeme­lerin faaliyeti engellenmiş ve Arapça öğ­renimin yasaklanması yoluna gidilmiş­tir. 1974 askerî darbesinden sonra ku­rulan Marksist-Leninist rejimden en çok etkilenenler müslümanlar olmuş ve ül­kenin çeşitli bölgelerinde yönetime karşı ayaklanma hareketleri ve kurtuluş mü­cadeleleri ortaya çıkmıştır.

Tarih boyunca hıristiyanların muhale­feti ve baskılarına rağmen yayılmayı sür­düren İslâmiyet günümüzde ülkenin do­ğu, kuzey ve güneybatı bölgelerinde hâ­kim dindir. Orta bölgedeki yüksek yay­lalarda ve Sudan sınırının kuzey ve gü­ney taraflarında ise müslümanlar hıris­tiyan unsurlarla birlikte yaşamaktadır­lar. Müslüman nüfus etnik bakımdan büyük bir çeşitlilik göstermekte ve değişik kabilelere ayrılmaktadır. Cebertîler, Gallalar (Oromolar), Vallolar, Somaliler, Afarlar (Denkalî), Ad Şeyhler, Saholar, Sidâ-meler ve Gurageler başlıca müslüman kabilelerdir. Farklı etnik ve dil grupları­na mensup olan bu kabilelerin yanında Arapça konuşan daha küçük Benî Şan-gül ve Bantu gruplarla Araplar ve baş­ka topluluklar da mevcuttur.

Etiyopya müslümanlan genel olarak tüccar ve çiftçi, yüksek yaylalarda yaşa­yanlar ise çobandırlar. Ticaret bu ülke müslümanlarının tarihten gelen başlı­ca mesleği olup İslâm'ın yayılmasında etkisi büyük olmuştur. Müslümanların önemli merkezleri olan Harar, Diredava ve tarihî ticaret yollan üzerindeki şehir­lerde ticaret sektöründe etkin olan müs­lümanlar kırsal alanlarda tarım ve hay­vancılıkla meşguldürler.

Ülkedeki müslümanların hepsini bir çatı altında toplayan herhangi bir teşki­lâtın bulunmaması ve siyaset alanında etkili olamamaları müslüman grupların din, eğitim, günlük hayat ve diğer ko­nulardaki ortak problemlerinin çözümü­nü zorlaştırmaktadır. Devlet okullarında din eğitimine yer verilmemekte ve müs­lüman çocukların eğitimi Kur'an okulla-nnda sağlanmaktadır. Adisababa. Ha­rar, Diredava, Agordat, Agaro ve diğer önemli şehirlerdeki camilerin yanında bulunan Kur'an okullarında ders veren hocalar müslüman çocuklarına, temel dinî ilimleri öğretmektedirler. Bu okul­larda iki seviyeli bir eğitim yapılmakta­dır. Temel seviyede Öğrencilere Arap al­fabesi, Kur'an'ın okunması ve namaz kılınması Öğretilirken üst seviyedekilere Arapça gramer, dil, fıkıh, hadis ve tef­sir gibi İlimler verilmektedir. Mahallî ce­maatler tarafından korunan ve destek­lenen Kur'an okullarındaki eğitim İslâm'ın muhafazası ve tebliğinde önemli rol oynamaktadır. Devletten hiçbir yar­dım almayan bu okullar, 1975'te idare­nin yürürlüğe koyduğu millîleştirme ve totaliter uygulamalardan olumsuz etki­lenmiştir.

Kur'an okullarındaki eğitimle yetinen müslüman öğrenciler yüksek öğretime pek itibar etmemekte ve şehirdekiler daha çok ticarete atılmaktadırlar. Kahi-re'deki Ezher Üniversitesi"nde ve diğer İslâm ülkelerindeki din öğretimi kurum-lannda İslâmî ilimleri tahsil eden bazı Etiyopyalı öğrencilere rastlanır.

Çoğu Şafiî ve Hanefî, az bir kısmı Han-belî olan Etiyopya müslümanlan arasında Ticâniyye, Semmâniyye, Kadiriyye ve Ahmediyye tarikatlarının taraftarları da bulunmaktadır. XIX. yüzyılda ülkenin gü­neybatısında İslâm'ın yayılmasında tari­katlar etkili olmuştur.

Ekonomi. Etiyopya'nın ekonomisi ge­nelde tarım ve hayvancılığa dayalı olup 1991'deki yönetim değişikliğine kadar merkezî planlama ile yönlendirilmektey­di. Toplam iş gücünün % 85-90'ı, yakla­şık olarak millî gelirin yansını temin eden tarım sektöründe istihdam edilmekte­dir. Son yıllarda ağırlığını iyice hissetti­ren kuraklık ve açlıkla siyasî istikrarsız­lıklar ekonomik gelişmeyi olumsuz yön­de etkilemiş ve planlanan hedeflere ulaş­mak mümkün olmamıştır. Kişi başına düşen millî gelirin 115 Amerikan doları seviyesinde olduğu ülkede. 1974 darbe­sinden sonra iktidara gelen Marksist yö­netimin toprak mülkiyetini devletleşti-rerek kolektif çiftlikler kurması tarım alanında beklenen üretim artışını sağ­layamamıştır. Mısır, buğday, tütün, pa­tates, yağlı tohumlar, tef, süpürge dan­sı ve kahve başta gelen tanm ürünleri olup bunlardan kahvenin büyük bir kıs­mı yurt dışına İhraç edilmektedir. Küçük köylerdeki halkının önemli bir kısmı kah­ve tarımıyla İlgilenen Etiyopya, kahve üretiminde (1989'da 200.000 ton) daima dünyanın ilk sekiz ülkesi arasında yer aldığı gibi bazı yıllar da en fazla kahve üreten ilk beş ülke arasına girer; son yıllarda ketende elde edilen başarı da ümit vermektedir. Sebze ve meyve üre­timi yanında hayvancılık ülke ekonomi­sinde önemli bir yer tutar; soğuk bölge­lerde sığır, at ve katır, diğer bölgelerde keçi ve koyun yetiştirilmektedir.

Yer altı zenginlikleri bakımından iyi bir durumda bulunan ülkede demir, ba­kır, çinko, kurşun, potas ve altın yatak­ları mevcutsa da bunları çıkarıp işleye­cek tesisler henüz kurulamamıştır ve üretimin büyük kısmı ham madde halin­de dışarıya satılmaktadır. İleri bir düzey göstermeyen endüstri sektöründe çi­mento, dokuma, şeker, petrol arıtma ve bazı gıda sanayii kollarında faaliyette bulunan fabrikalarla imalâthaneler baş­lıca kuruluşlardır. Başşehir Adisababa çevresinde toplandığı görülen endüstri tesislerinin üretimleri iç piyasaya yöne­lik olduğundan ihracat imkânı son de­rece sınırlıdır. Denkalî çöküntüsünde bu­lunan zengin tuz yatakları değerlendi­rilmekte, güneybatı bölgelerindeki zen­gin orman kaynaklarından İse yeterli de­recede faydalanamamaktadır. Son yıllarda enerji sağlamak için hidroelektrik potansiyelin kullanılmasına başlanmış ve akarsular üzerinde bazı santraller inşa edilmiştir. Ülkenin sahip olduğu tari­hî ve tabii güzellikler turizm açısından iyi bir imkân teşkil ediyorsa da alt ya­pı yetersizliğinden dolayı bu sektör de pek gelişmiş durumda değildir. Haber­leşme ve ulaşım sisteminin zayıflığı eko­nomik sektörlerin gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Ülkede Adisaba-ba'yı Cibuti Limanı'na bağlayan bir de­miryolu hattı mevcuttur ve Etiyopya'­nın dış ticaretinde son derece önemli bir konuma sahiptir. Adisababa ülkenin di­ğer şehirlerine ve Kenya'ya kara yollarıy­la bağlanmış olmakla beraber bu yollar yüksek dağ ve düzlüklerdeki yerleşim merkezlerine kadar ulaşmış değildir. De­niz taşımacılığı ile dış ticarette Eritre'-deki Masavva' ve Assab (Asab) limanla­rından faydalanılmaktadır; hava ulaşı­mında ise milletlerarası nitelikte iki ha­va limanı hizmet vermektedir. Etiyopya dış ticaretini daha çok Avrupa Toplulu­ğu ve eski Sovyet bloku ülkeleriyle yap­maktadır. Dışarıya tarım ürünleri, canlı hayvan ve ham madde satarken dışarı­dan makine, kimyevî maddeler, yol İn­şaat ekipmanları ve her türlü mamul madde almaktadır.

Eğitim. Eğitimin mecburi olmadığı Eti­yopya'da nüfusun hemen hemen yarısı okuma yazma bilmemektedir. Yedi ya­şında başlayan İlk öğretim altı. orta öğ­retimin İlk kısmı üç, İkinci kısmı ise dört yıldır. Devlet okullarının dışında kilise ve Kur'an okulları oldukça yaygındır. Ülkede başşehirde bir üniversite ve Bahir Dar'-da bir politeknik enstitü bulunmakta­dır. Kitle haberleşme vasıtaları devletin denetiminde olup başşehirde Enformas­yon Bakanlığı'nın Amharaca yayımladığı günlük gazetelerin tirajı oldukça düşük­tür. Ayrıca ülkede Arapça ve İngilizce gi­bi bazı dillerde çıkarılan çeşitli süreli ya­yınlar da bulunmaktadır.

Bibliyografya:

J. S. Trimingham, islam in Ethiopia, London 1952, s. 147-224; Fethi Gays, el-İslâm ue'i-Ha-beşe 'abre't-târîh, Kahire, ts.; Area Ha.nd.book for Ethiopia, Washington 1971, s. 9-31, 71-100, 229-256, 345-402; E. Ulendorff. The Ethiopians, London 1973, s. 22-44, 93-130; The States-men's Yearbook 1984-85, London 1984, s. 444; D. L. Mack, "Beni Amer", Müslim Peop-les, I, 143-146; S. R. Waldron, "Hararı", a.e.. I, 313-319; H. S. Lewls, "Oromo", a.e., 11, 590-596; Abdi A. Sheik-Abdi. "Somali", a.e., II. 699-705; T. Tamrat, "Le Corne de l'Afrique. Les Salomonid.es en Ethiopie et les Etats de la Corne de l'Afrique", Histoire generale de l'Afrigue, Paris 1985, IV. 461-494; M. Ali Kettanî, Müslim Minorities in the Wodd Today, Lon­don 1986, s. 168-171; G. C. Last "Ethiopia, Physical and Social Geography", Africa South of the Sahara 1988, London 1987, s. 432-433; S. Turner, "Ethiopia. Economy", a.e, s. 441-446; A. Guerinot, "L'Islam et l'Abyssinie", RMM, XXXIV. Paris 1916-18, s. 1-68; E. Cerulli. "L'Islam en Ethiopie: sa signification histo-ricpıe et ses methodes", Correspondanel d'Ori-ent, nr. 5, Bruxelles 1961, s. 317-329; S. M. Zwe-mer. "islam in Ethiopia and Eritrea", MW, XXVI, New York 1968, s. 5-15; K. W. Giorgis. "Müslim Education in Ethiopia", JIMMA, IİI/2 (1981), s. 75-85; Ana Britannica Ana Yıllık (1991), İs­tanbul 1991, s. 592; J. lwarson, "islam in Erit­rea and Abyssinia", MW, XVÜİ/4 (1928), s. 356-364; "Ethiopia", Le Courrier, sy. 99, Bruxelles 1986, s. 16-38; TA, XVIII, 256; The illustrated Encyclopedia Mankind, London 1978, I, 12-16; Eün., VI, 659-673; EBr.2, XVII, 817-823; Ahmet Özel. "Afrika", DM, 1, 435-439.



2- Tarih

Dünyanın en eski yerleşim bölgelerin­den biri olan Etiyopya, ilk dönemlerde Hâmî ırka mensup Kûşî kabilelerin ya­şadığı bir ülke idi ve coğrafî konumu se­bebiyle İlkçağ'dan itibaren kitleler ha­linde gerçekleştirilen Sâmî göç dalga­larını üzerine çekmişti. Tevrat'a göre Hz. Nuh'un torunu Kûş Mısır'a gelerek Yukarı Nil'e doğru yönelmiş ve Merve (Hartum) şehrini kurmuştu. Daha sonra Kûş'un çocukları Hz. İbrahim'in doğu­mundan az önce Atbara nehrini geçe­rek bugünkü Etiyopya'ya gelip Aksum'u inşa etmişlerdi. Habeş versiyonlarında. Etiyopya'nın başşehri Aksum'da oturan kralların Hz. Süleyman ve Sebe melike­sinin çocukları Menelik'in soyundan gel­dikleri ifade edilir156. Bu ver­siyonlar her ne kadar efsanevî bir özel­lik taşıyorsa da Etiyopya'nın tarihine at­fedilen eskiliği yansıtmaktadır. Süyûtî'-ye göre hanedanın kökleri daha eskile­re, bu topraklara yerleşen Hz. Nuh'un oğlu Hâm'a dayanmaktadır.157

Bugün elde bulunan kesin bilgilere göre Etiyopya Krallığfnın nüvesi Arabis­tan'dan gelen Sâmî Sebeliler tarafından oluşturulmuştur. Ava (bugünkü Yeha) gi­bi Afrika topraklarında bulunan yazıtlar­dan, bu yerleşmenin milâttan önce VII. yüzyıldan milâttan sonra III. yüzyıla kadar devam ettiği anlaşılmaktadır. En güçlü akın milâttan önce VII. yüzyıl dolayların­da vuku bulmuş ve en önemli grubu Ye-men'in Sahartan eyaletinden, özellikle Hubeyş vadisi çevresinden gelenler teş­kil etmiştir. Bu insanlar bugünkü Tigre'nin kuzey kısımlarına yerleşmişler ve bütün bölgeye kendi İsimlerini vermiş­lerdir. Ülkeye ismini veren Habashat başta olmak üzere Sahartan, Makedan, Akkele Guzai gibi Güney Arabistan yer adlarının Habeş topraklarında da görül­mesi bu göçlerin tesirini gösteren önem­li bir husustur. Daha önemlisi de Sebe dili Caez'in (Ca'ziyye, Ca'z) Etiyopya'da yeni bir biçim kazanarak bugüne kadar gelmiş olmasıdır.

Tarihin akışı içinde Arabistanlı göç­menler hâkimiyetlerini güçlendirmişler ve Eritre platosu ile Kuzey Tigreyi de içine alan Aksum Krallığını kurmuşlar­dır. Bir müddet sonra da Kızıldeniz li­manlarına hâkim olarak doğudan Gü­neybatı Arabistan'a, batıdan Nûbe ova­larına doğru sefer düzenlemeye başla­mışlardır. Milâttan sonra III. yüzyılda Eti­yopyalılar1 in Güney Arabistan halkları üzerinde hâkimiyet kurarak deniz ve ka­ra ticaret yollarını güvenceye almak ama­cıyla Bâbülmendep'e hâkim oldukları tah­min edilmektedir. Adulis (Eritre sahilin­de bugünkü Zula) yazıtlarından. Aksum-lular'ın Güney Arabistan'a yaptıkları ilk seferin milâttan sonra 277-290 yılları arasındaki bir tarihte gerçekleştiği öğ­renilmektedir. Güney Arabistan'da mev­cut kraliyet yazıtları serisindeki 300'den 378'e kadar olan bir kesilme de ülkenin tekrar işgal edildiğini ve işgalin seksen yıla yakın sürdüğünü göstermektedir. 378'de yeniden başlayan kayıtlar, Aksum-lular'ın Yemen'i son defa fethettikleri 525'e kadar kesintisiz devam etmiştir.

Etiyopya IV. yüzyılda inanç bakımın­dan önemli bir değişiklik yaşadı. Eski­den beri etkisini hissettiği, özellikle mi­lâttan önce I. yüzyılda Ptoleme Helenis­tik kültürünü aldığı Mısır bu defa da din açısından Etiyopya'yı tesiri altında bırak­tı. İskenderiye patriği Athanasius tara­fından görevlendirilen Aziz Frumentius, 320"de tahta çıkan putperest Kral Eza-na'yı hıristiyan yaptı ve kendisi de Ak-sum'un ilk rahibi oldu. İlerleyen yıllar­daki mezhep parçalanmaları sonrasın­da İskenderiye kilisesi gibi ona bağlı bu­lunan Habeş kilisesi de monofızit görü­şün hâkimiyet alanında kaldı. Ezana'nın Hıristiyanlığı kabulünden iki yüzyıl son­ra bölgeyi ziyaret eden İskenderiyeli Cos-mas, Topographia Christiana adlı ese­rinde o tarihlerde halkın tamamıyla bu dine girmiş olduğunu söyler.

VI. yüzyılın ilk yarısında Yemen'de Ya­hudiliğin önemli etkileri gözleniyordu ve Hİmyer'e hâkim olan Zünüvâs Hıristiyanlığın kendi bölgesinde, özellikle Necran'-da güç kazanmasından duyduğu endişe sebebiyle buradaki hıristiyan lan, Muse­vîliği kabul etmek veya "uhdûd" adı ve­rilen içi ateş dolu çukurlara atılmakla karşı karşıya bırakmıştı. Kur'ân-ı KerînY-de de işaret edilen158 bu olay sonunda dinini değiştirmeyi kabul etmeyen birçok hıristiyan yakılarak öl­dürülmüştü. 523'teki bu kıyım üzerine bir yandan Hindistan deniz ticaretini ele geçirmek için Bâbülmendep'e hâkim ol­mak, öte yandan zulme uğrayan dindaş­larını korumak amacıyla Etiyopya Kralı Kaleb Ela-Esbaha (514-554), Bizans İm­paratoru I. Justin ile (518-527) yoğun dip­lomatik görüşmelerde bulunduktan son­ra Eryat adlı bir kumandanın emrindeki Habeş ordusunu Yemen'e gönderdi. Ya­pılan savaş sonunda Zûnüvâs mağlûp oldu ve öldürüldü; toprakları işgal edi­lerek Etiyopya'ya bağlandı ve kral adına Eryat'ın yönetimine verildi. Birkaç yıl son­ra Etiyopyalı kumandanlardan Ebrehe Yemen'de iktidarı ele geçirdi ve bağım­sızlığını ilân etti. Daha sonra Arabistan'­da Hıristiyanlığı yaymak için büyük çaba harcayan Ebrehe Sana'da Kulleys adıy­la anılan bir katedral inşa ettirdi. Arka­sından bu kiliseye karşı yapılan bir say­gısızlığı bahane ederek Hıristiyanlığın yayılmasına engel oluşturan Kabe'yi yık­mak için Mekke'ye askerî bir harekât düzenledi. Niyeti ülkenin kuzey-güney bağlantısını kesen Mekke'yi ele geçirip Kabe'yi ortadan kaldırdıktan sonra İran-lılar'la savaşan Bizanslılardın yardımına yetişebilmekti. Arap kaynaklarının "Fil yılı" dedikleri, aynı zamanda Hz. Peygam-ber'in doğum yılı olan 571 'deki bu sefer Kur'ân-ı Kerîm'de işaret edildiği üzere başarısızlıkla sonuçlandı159. Etiyopyalıların Yemen'den çıkarılışları (590-6271 onların Arap Yarımadası ile kurdukları siyasî bağlantının sonu oldu.

Etiyopya İslâmiyet'le VII. yüzyılın baş­larında tanışmıştır. Hz. Muhammed İs­lâm'ı tebliğe başladıktan bir müddet son­ra sözlü eleştiri, fiilî saldırı ve zulümle karşılaşarak zamanla Arap toplumunda eman hakkını kaybeden müslümanlara Habeşistan'a hicret etmelerini tavsiye etti. Hiç şüphesiz Necâşî (negus, impara­tor) Ashame'nin ilâhî bir dine mensup bulunması ve adaletli bir hükümdar ol­ması, hicret için Habeşistan'ın seçilme­sinde önemli bir sebep teşkil ediyordu. Ayrıca ulaşım kolaylığı ve muhacirlerin malî sıkıntılarını daha rahat şekilde gi­derebilmeleri imkânı da bu seçimi etkilemişti. On bir erkek ve dört kadından oluşan müslüman kafilesi 615'te Mek­ke'den Şuaybe Lİmanı'na, oradan da bir tekneyle Habeşistan'a gitti. Bu hicret, Hz. Peygamber'in henüz tebliğinin ilk yıl­larında iken Afrika ile temasa geçmesini sağladı; olay aynı zamanda İslâmiyet'in Arap yarımadası dışında Hıristiyanlık İle içten içe kurduğu bir münasebet anla­mına geliyordu. Daha sonra giden müs-lümanlarla birlikte Habeşistan'a hicret edenlerin sayısı 108'e ulaşmıştır. Muha­cirlerin sayısının artması üzerine endi­şeye kapılan Kureyşîler Necâşfye bir el­çi heyeti gönderip müslümanların iade­sini istediler. Tarafları dinleyen Necâşî müşriklerin teklifini reddetti. Bir müd­det sonra muhacirlerin otuz üç kişilik bir bölümü, müslümanlara karşı Şi'bü EbîTâlibde uygulanan sosyal ve ekono­mik boykotun kaldırılması ve Mekkelİ-ler'in müslüman olduğuna dair söylen­tilerin çıkması üzerine Mekke'ye döndü (620) Müşrikler Bedir'de uğradıkları boz­gunun arkasından Necâşî Ashame'ye ikin­ci bir elçilik heyeti daha gönderdilerse de sonuç alamadılar; ancak bir süre son­ra bazı muhacirler yine kendi arzularıy­la Medine'ye döndüler.

Hz, Peygamber Hudeybiye Antlaşma-sı'nın ardından çeşitti hükümdarlara İs­lâm'a davet mektupları göndermişti. Bunlardan bir kısmı bunu şiddetle red­dederken bazıları kararsız kalmış, Ne­câşî Ashame ise İslâmiyet'i kabul etmiş­tir. Arabistan'ın dışında İlk defa yabancı bir hükümdarın müslüman olması İs­lâm'ın yayılış tarihinde hiç şüphesiz çok Önemli bir hadisedir. Kaynaklarda Necâ­şî Ashame'nin Ca'fer b. Ebû Tâlib ile bir­likte bir grup Habeşli'yi de Medine'ye gönderdiği ifade edilmektedir. Bunlar Hayber'in fethedildiği sırada Resûl-i Ek­rem'in huzuruna varmışlar ve büyük bir sevinçle karşılanmışlardır. Kaynaklardan, muhacirlerin Habeşistan'da bulunduğu sırada birçok kişinin İhtida ettiği anla­şılmaktadır. Hz. Peygamber. 9 yılının Re-ceb ayında160 ölen Necâşî As­hame için gıyabî cenaze namazı kıldırmıştır. Resûlullah'ın yeni hükümdara da İslâm'a davet mektubu gönderdiği, an­cak onun daveti reddettiği bilinmekte­dir. Bu hükümdar döneminde Cidde ya­kınlarındaki bir adada üstlenen Bece ka­bilelerinden bazı Habeşîler'in korsanlık yapmaları üzerine Hz. Peygamber 9 yılı­nın Rebîülâhir ayında161 Al-kame b. Mücezziz'i 300 kişilik bir kuv­vetle adaya göndermiş, fakat denize açılan müfreze korsanları bulamadan geri dönmüştür. Bu faaliyetler daha sonraki yıllarda da devam ettiği için Hz. Ömer de Etiyopya kıyılarına bir deniz kuvveti yollamış (641), ancak fırtına yüzünden başarı kazanılamamıştır. Müslümanlar 675'te Sudan ve Nûbe'yi ele geçirdikle­rinde korsanlar Kızıldeniz'de hâlâ güçlü idiler ve 7O2rde Cidde'yi yağmaladılar. Bu mesele Abdülmelik b. Mervân zama­nında (685-705) Dehlek adasının fethiyle bir müddet için çözümlendiyse de Ha­beşî korsanlar 770 yılında Cidde Lima-nı'nı yeniden yağmaladılar. Bunun üze­rine Abbasî Halifesi Ebû Ca"fer el-Man-sûr tarafından gönderilen ordu ile bu mesele tamamen ortadan kaldırıldı. Ada­larda çok erken dönemlere (ll./Vlll. yüz­yıl) ait kûfî kitabelerin bulunması müs-lüman yerleşiminin eskiliğini göstermek­tedir.162

Kuzeyde yaşayan ve müslümanlarla ilk defa Emevî Halifesi Hişâm b. Abdülme­lik devrinde (724-743) bir antlaşma ya­pan Bece kabileleri zamanla hâkimiyet­lerini Aksum'a kadar yaydılar ve 750'de Masavva'ı ele geçirdiler. IX ve X. yüzyıl­larda kuzeydeki Bece hâkimiyeti ve sa­hil bölgelerine İslâmiyet'in sokuluşu de­vam ederken güneyde Avash ve Oma va­dileri Etiyopya Krallığı'nın elinde bulu­nuyordu. Mes'Ûdfnin Zeyla', Dehlek, Nâ-sı' şehirlerinde vergi ödeyerek yaşayan müslümanlann varlığından bahsetmesi, X. yüzyıl başlarında Etiyopya'nın en azın­dan kıyılara hâkim olduğunu ve Dehlek adalarını yeniden işgal ettiğini göster­mektedir. Fakat Etiyopya Krallığı'nın bu canlanması geçici olmuş, hemen o tarih­lerde kuzeyde kısa ömürlü bir dizi kral­lık ortaya çıkarken güneyde de yerli ka­bilelerin başlattıkları ayaklanmalar gide­rek sıklaşmıştır. 976'da yahudi Kraliçe Esato'nun hıristiyanlara karşı yönelttiği saldırılarda birçok bölge büyük yıkıma uğradı. Ayrıca hıristiyanlar arasında çıkan mezhep çatışmaları, Kızıldeniz sahilleriyle güney düzlüklerinde yaşayan göçebe kabilelerin ihtida etmesi sonucu İslâmi­yet'in Şüve ve Sidâme'ye kadar ulaşması Etiyopya Krallığı'nı oldukça zayıflattı.

Emevîler zamanında onların baskısın­dan kaçarak Etiyopya'ya göç eden Mah-zûmîler, Harar'ın kuzeybatısında Afri-ka'daki ilk müslüman devlet olan Şüve Emirliği'ni kurdular (896); bu küçük dev­let 1280-1285 yılları arasında Evfât Emir­liği tarafından ortadan kaldırılmıştır. X. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar süren iç ka­rışıklıklar sırasında, müslümanlar Dehlek adalarını tekrar hâkimiyetleri altına aldıktan sonra Denkalî ve Somali sahil­lerini de ele geçirerek doğuda Harar'a, batıda Zevay gölüne kadar yayıldılar. Bu bölgelerde X-XİII. yüzyıllara ait birçok küfî mezar taşıyla kitabe bulunduğu gi­bi Mısırlı Ebû Salih de XIII. yüzyılın ilk çeyreğinde hıristiyan Etiyopya'nın sınır­ları içinde dahi onlara vergi vererek ya­şayan pek çok müslümanın mevcut ol­duğunu söylemektedir. Ebü'l-Fldâ'nın bildirdiğine göre XIII. yüzyılda Evfât müs-lümanları aynı zamanda Cebertî adıyla tanınıyorlardı163. Bu dönem­de Etiyopya Krallığı'nı 1137'den 1270'e kadar Zague. bu tarihten XVI. yüzyıla ka­dar da Şüve'de hüküm süren Süleyman sülâlesi yönetmiştir.

XIII ve XIV. yüzyıllar boyunca müslü­man kütleleri Şüve ve Begamder'e ka­dar iç bölgelere sokuldular. XIV. yüzyılın başlarında Denkalî Mısır'a bağlı idi-, Adel bölgesinde ise yedi İslâm emirliği yer alıyor ve bunlar et-Tırâzü'l-İslâmî adıy­la anılıyorlardı. XVI. yüzyıl müelliflerin­den Muhammed b. Abdülbâki el-Buhârî el-Mekkfnin eserine Kitâbü't-Tırâzi'l-menküş lî mehâsini'l-Hubûş (telifi 991/ 1583) adını vermesi, bu hâtıranın yaşatıl­maya çalışıldığının bir ifadesi olsa ge­rektir. Bu emirlikler Etiyopya Krallığı'nı çember içine almak istedilerse de başa­rılı olamadılar. İç karışıklıkların ardından başlayan Etiyopya ordularının saldırıla­rıyla Zeyla'ı 11332), bir süre sonra da Ev­fât topraklarının bir kısmını kaybettiler. Amda Sion (Gabra Maskal) dönemi (1312-1344) Etiyopya'da İslâmiyet'in zayıfladı­ğı devirdir. îbn Fazlullah el-Ömeri'nin Habeşistan hakkında yazdıkları da bu bil­gileri doğrulamaktadır. İbn Fazlullah el-Ömerî'nin et-Tacrîî bi'1-muştalahi'ş-şerif'müe ve Mesâlikü'l-ebşâr fî memâ-îiki'l-emşâr'ında çağdaşı Zeyla'lı muhad-dis Abdullah'tan (ö. 1361) aktardığı bilgi­lere göre Etiyopya'nın doğu ve güneydo­ğusunda melikleri Etiyopya kralı tarafın­dan tayin edilen Evfât, Davâro. Bâlî, Had-be, Şerha, Arâbabnî, Dârâ adında yedi emirlik vardı ve farklı mezheplere sahip, birbiriyle çekişen bu emirlikler güçlerini kaybetmiş bir yapı arzediyordu.

Baybars ve Kalavun gibi güçlü hüküm­darlar döneminde Habeş kralları Mem­lûk sultanlarına "efendimiz" diye hitap ediyor, tahta çıktıklarında da çeşitli he­diyelerle birlikte elçi gönderip dostluk­larını bildiriyorlardı. Fakat zaman zaman da Memlükler'den Mısır'daki hıristiyan­lara iyi davranılmasını istiyor, aksi halde kendi ülkelerindeki müslümanlara kötü muamele edileceğini ve mescidlerinin yı­kılacağını, hatta Nil'in mecrasının değiş­tirileceğini söyleyerek tehditlerde bulu­nuyorlardı. 1372-1382 yıllarında hüküm süren Nevaya Krestos Mısır kafilelerini Etiyopya sınırlarından içeri sokmamıştır. Onun ölümünden sonra tahta çıkan kar­deşi David İle (1382-1411) Memlûk Hü­kümdarı el-Melikü'z-Zâhir Berkuk'un zamanında (1390-1399) Mısır-Habeş iliş­kilerinin iyi olduğu anlaşılmaktadır.

Kalkaşendî. XIV. yüzyıl sonlarında Deh­lek ve Zeyla' kıyıları dışında kalan müs­lüman yerleşim birimlerinin Etiyopya kralı tarafından tahrip edildiğini kayde­der. 1397'den sonra İbn Mismâr yöne­timindeki Dehlek adası da Habeşistan'a bağlanmış ve Zeyla'da mücadele veren Emîr Sa'deddin itaat altına alınmaya ça­lışılmıştır. Bu bölgede yaşayan müslü­manlar (Cebertîler) Etiyopya krallarını za­man zaman zor durumda bırakmışlar­dır. Etiyopya Krallığı en geniş toprakla­ra Zar'a Ya'köb (1434-1468) zamanında sahip olmuştur.

XV. yüzyılın ikinci yarısında Hint Ok-yanusu'nda güçlenen Portekizliler zaman zaman Kızıldeniz'de faaliyet gösteriyor­lardı. 1517. 1520-1523'te Cidde ile Kı-zıldeniz'in diğer önemli limanlarını he­def alan, ancak başarısızlıkla sonuçla­nan akınları sırasında Etiyopya Krallığı ile diplomatik ilişki kurdular. Bu arada Osmanlıtar'ın Akdeniz havzasına yayı­larak özellikle Mısır'ı ele geçirmeleri ve Portekiz tehdidi altındaki mukaddes yer­leri korumak ve Hint Okyanusu'na inmek istemeleri bu bölgede Osmanlı-Portekiz çatışmasını kaçınılmaz hale getirdi.

Etiyopya'da Zeyla' Valisi Emîr Mah-fûz'un 1480'den itibaren sürdürdüğü Adel hâkimiyeti ve yayılma hareketi Eti­yopya Kralı Lebna Dengel164 tarafından durduruldu ve 1521'de Adel Sultanı Ebû Bekir b. Muhammed başşehri Harar'a naklederek Denkalî ve Somali halklarını yanına çekmeyi başar­dı. Sultan Ebû Bekir'in kumandanların­dan Ahmed el-Mücâhid (Ahmed Gran) Eti-yopyalılar'ın bir saldırısını başarıyla gö­ğüsledi (1527). Arkasından Somali ve di­ğer bölgelerdeki karışıklıkları bastırdık­tan sonra Etiyopya'ya karşı hücuma ge­çerek büyük bir fetih hareketi başlattı. Bu fetihler sırasında önce Davâro, Bâlî, Evfât, Amhare ve Vasıl ele geçirildi; bu arada bazı kabileler savaş olmaksızın İs­lâmiyet'i kabul ettiler. 1531'de başşehir Aksum'un ele geçirilmesinden sonra da Tigre, Madra, Gojam ve Nûbe toprakla­rı alındı; ardından Sevarî ve Semin'de hâkimiyet kuruldu. Topraklarının büyük bir kısmını ve başşehrini kaybedince içe­rilere çekilen Lebna Dengel Portekiz kra­lından yardım İstedi (1535). Portekizliler 1541'de kuvvetlerini Masavva'a gönder­diklerinde Lebna Dengel Ölmüş, yerine oğlu Galavvdeos (Cladius) geçmişti. Por­tekizli ler'den aldığı yardımla Etiyopyalı-lar'ın güçlendiklerini gören Ahmed el-Mücâhid de Osmanlılar'dan asker ve teç­hizat talebinde bulundu ve 28 Ağustos 1542'de Etiyopya-Portekiz ordusunu bü­yük bir bozguna uğrattı. Ancak bu zafer­den sonra ordusunu yeterince takviye et­meden tekrar hücuma kalkıp Etiyopya'nın geriye kalan kısımlarını da ele geçirmek istemesi üzerine Tana gölü civarında yap­tığı Woina Dağa Savaşı'nda yenildi ve ha­yatını kaybetti165. Ahmed el-Mücâhid'in ölümünden sonra Etiyop­yalılar hıristiyan Avrupalılar'ın yardımıyla tekrar toparlandılarsa da XV. yüzyıldaki eski güçlerine bir daha ulaşamadılar.

Ahmed el-Mücâhid hareketini destek­leyen Osmanlılar, 1552'de Pîrî Reis ve 1554'te Şeydi Ali Reis kumandasındaki donanmalarla Portekizliler'e karşı üstün­lük kuramayınca Etiyopya'ya doğrudan müdahale etmeye karar verdiler. 5 Tem­muz 1555'te Habeş beylerbeyiliği tesis edildi ve Yemen Beylerbeyi Özdemir Pa­şa Etiyopya'nın fethiyle görevlendirildi. Özdemir Paşa Masavva' ve ona bağlı top­rakları, Arkiko Limanı'nı, Tigre bölgesini ele geçirdi; ancak 1560'ta fetih hareke­tini yürütürken öldü. Bunun üzerine Os­manlı kuvvetleri sahile doğru çekilerek daha ziyade bugünkü Eritre toprakların­da tutunmaya çalıştılar; İç bölgelerde fethedilen yerler elden çıktı. Bundan son­ra Habeş beylerbeyilerinin artık müdafa­ada kalarak hareketlerini Etiyopya kral­larının tutumlarına göre ayarlamaya baş­ladıkları görülmektedir. Bu arada mer­kezi Denkalî çölündeki Aussa'ya nakle­dilen Harar Sultanlığı da Galla göçebe­leri tarafından yıkıldı (1577).

Portekizliler'le gelmiş olan misyoner­ler Habeşistan Krallığfnı Roma Katolik kilisesinin tesiri altına almaya çalıştılar ve 1607-1632 yılları arasında hüküm sü­ren Susenios 16Z6'da Katolikliğe geçti. Ancak daha sonra yerli hıristiyan halk putperest sayılarak yeniden vaftiz edil­mek istenince büyük bir isyan çıktı ve kanlı biçimde bastırılan bu isyan sonun­da kral oğlu Fasilidas (1632-1667) lehine tahttan çekilmek zorunda kaldı. Fasilidas Tana gölünün kuzeyindeki Gondar'ı başşehir yaptı (1636), kiliseyi düzenledi ve Cizvit papazlarını ülkesinden çıkar­dı. Bunun üzerine Roma Katolik kilisesi Franslsken rahiplerini göndermeyi dene-diyse de Fasilidas Habeş beylerbeyi ile ülkeye girmeye çalışan rahiplerin engel­lenmesi için bir anlaşma yaptı; ayrıca müslümanlarla yakınlaşma ortamı içine girerek Batı ile bütün bağlarını kopardı. Fasilidas Yemen imamları ile diplomatik ilişkiler kurarak önce Müeyyed-Billâh'a, ardından Mütevekkil-Alellah'a mektup gönderdi; Mütevekkil de karşılık olarak seyahat notlan günümüze ulaşmış bu­lunan Haymî başkanlığındaki bir elçilik heyetini yolladı (1648). Bu diplomatik gö­rüşmeler, Yemen'den Beylül'e (bugünkü Assab'in kuzeyi) bir ticaret yolu açmak üzere yapılmış olmakla birlikte Haymf-nin notlarında yer alan Fasilidas'ın el­çisine ait bazı ifadelerle kralın Yemen imamları ve Türk paşaları ile kurduğu ilişkiler İslâm'a karşı özel bir ilgi duydu­ğunu ve ayrıca hakkında bu gibi vesi­lelerle bilgi edinmek istediğini düşün­dürmektedir. Mütevekkil-Alellah'ın 1062 (1652) tarihli mektubu (Fasilidas'ınki gü­nümüze gelmemiştir) bu görüşmelerden sonra onun imamla ilişkisini kesmediği­ni gösterir. Bunlardan başka Fasilidas'ın, 1665 yılında Bâbürlü Hükümdarı Evreng-zîb'e gönderdiği heyette yer alan Murad Hoca adındaki bir müslüman din adamı vasıtasıyla ondan İslâmiyet'e ait kitap İs­tediği ve bir caminin tamiri için yardım talep ettiği bilinmektedir. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi'nde kayıtlı bulunan166, fakat bugün mevcut olmayan bir belge Fasilidas'ın IV. Mehmed'e de bir mektup gönderdiğini göstermektedir.

Başşehrin Gondar'a taşınmasından sonra buraya gelmeye başlayan Galla kabileleri zamanla yerleşik düzene geçtiler ve İslâmiyet'i kabul ettiler. I. Yo-hanneş zamanında (1667-1682) İslâmi­yet'in güçlenmesi sebebiyle yeni bir di­nî düzenleme yapılarak başşehirde ya­şayan müslümanlar dağınık kasabalar­da ya da şehirlerin farklı semtlerinde oturmaya mecbur bırakıldılar. II. Tekle Haimanot döneminde (1769-1777) mer­kezî otoritenin zayıfladığı ve mahallî ida­recilerin feodal beyler gibi hareket et­tikleri görülür. 1769'dan 1855'e kadar geçen zaman Habeş kaynaklarında "Za­mana Mesafent" (küçük beylikler dönemi) adıyla anılmaktadır.

XVII. yüzyılın sonlarına doğru Tigre'yi de kaybederek sadece sahil kısmına sahip olan Osmanlılar'ın Habeş eyaletinde karışıklıklar baş gösterdi. Beylerbeyill-ğine tayin edilen Mustafa Paşa Mısır bey­lerbeyinden aldığı yardımla âsileri ber­taraf etti ve bozulan düzeni yeniden kur­maya çalıştı. 1672'de Habeş eyaletini dolaşan Evliya Çelebi, beylerbeyinin Ma-savva'da oturduğunu, Sevâkin'in ise bu­ranın ikinci Önemli merkezi olduğunu be­lirtir ve Mustafa Paşa'nın 2000 tüfekli asker beslediğini yazar. Bu yüzyılda Ha­beş eyaleti malî bakımdan gerilemiş, bu gerilemede Etiyopya kralının Kızıldeniz sahillerindeki Beylül ve Zeyla' limanları vasıtasıyla doğrudan doğruya dışarı ile ti­carî ve siyasî münasebet kurması önemli bir rol oynamıştır. 1699dan itibaren Ha­beş eyaleti hac mevsiminde gönderdiği surreden muaf tutuldu. XVIII. yüzyılda eyaletin İyice unutulduğu ve merkezle olan İrtibatının çok zayıfladığı görülür. Masavva' ve diğer yerlerde vazife gören Osmanlı askerleri ve memurları yerli halktan kadınlarla evlenerek burada bü­yük nüfuz sahibi bir zümre haline gel­diler. 1701'den itibaren eyalet Mekke şeyhülharemliği ve Cidde sancak beyli-ğiyle birlikte mütalaa edilmiş ve bu du­rum XIX. yüzyılda da sürmüştür; mahal­lî güçlerin elinde kalan güney kesime ise sembolik olarak bir kaymakam gönde­rilmiştir. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Mısır'da idareyi ele aldıktan sonra Kızıl­deniz sahilleri ve Sudan topraklarında kontrolü sağlaması üzerine ticarî önemi artmaya başlayan Masavva' ve Sevâkin 1846'da kendisine salyâne olarak veril­di. Osmanlı Devleti bu tarihten sonra müstemlekeci Batılı devletlerin Güney­doğu Afrika sahillerine yerleşmeleri kar­şısında siyasî girişimlerde bulunarak Ha­beş eyaleti dahil Bâbülmendep'e kadar olan toprakların kendi hükümranlığı al­tında bulunduğunu açıkladı. Fakat Mısır Hidivi İsmail Paşa 1865'te Masavva' ve Sevâkin'i resmen Mısır'a kattığını ilân etti ve bu durum 1869'da Süveyş Kana-lı'nın açılmasına kadar sürdü.

1853 yılında güçlenen Kassa adında bir feodal yönetici diğer beyleri yenerek Begamder, Tigre ve Şüve'nin bir kısmını ele geçirdikten sonra kendini II. Tewod-ros adıyla bütün Etiyopya'nın imparato­ru ilân etti (1855)- Daha sonra bu bölge­lerle Amhare'nin tamamını ve bütün Gal­la kabilelerini itaati altına alarak Gon-dar'daki kralı tahtandan uzaklaştırdı. Ar­kasından Magdala'yı başşehir yaptı ve ülkeyi bir hıristiyan birliği haline getir­meye çalıştı. 1860'tan itibaren Batılılar'la arası açıldı ve misyonerlerin ülkesi aleyhindeki yazıları sebebiyle bazı konsolos ve Avrupalılar'ı, 1864'te de gön­derilen İngiliz heyetini Magdala Kalesi1-ne hapsetti. 1867-1868'de İngilizler Eti­yopya'ya savaş açtlar; Tewodros'un kur­maya çalıştığı birlik, İngilizler'İn satın al­dığı kabile reislerinin isyanı ile bozuldu; hatta Tigreliler İngiliz ordusunun kendi topraklarından geçmesine izin verdiler. Böylece İngilizler'İn hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Magdala önlerine gelmesi üzerine Tevvodros intihar etti (1868).

Tewodros'un ölümünden sonra tekrar ortaya çıkan feodal beyler kendi bölge­lerinde hâkimiyet sağlarken Tigre beyi askerî başarılarından dolayı 1872'de İn­gilizlerin de desteğiyle IV. Yohannes adıyla imparator ilân edildi. İngilizler böl­geden çekilirken ellerinde bulunan bazı küçük adalarla Eritre sahilindeki bir kı­sım yerleri, 1869'dan beri Kızıldeniz'de koloni kurmaya çalışan İtalyanlar'a ki­raladılar; 1880'de de sattılar.

Yohannes Etiyopya birliğini tekrar ku­runca karşısında Mısır'ı buldu. 1872'de Hidiy İsmail Paşa İngilizler'İn de teşvikiy­le Mavi Nil'in kaynak yerlerini Mısır'a il­hak etmek istedi, fakat başarısızlığa uğ­radı. 1877'de İngiltere ile Mısır arasın­da yapılan anlaşma sonrasında İngiliz­ler, Osmanlılar'ın Bâbülmendep ve Zeyla' arasındaki sahil üzerinde hak iddia­larını kabul ettiler. Fakat İngiltere Su­dan'a yerleşip Mısır'ı kendisine bağla­ma siyasetini hızlandırdı. Kahire hükü­metinde Urâbî Paşa'nın yabancı aleyh­tarı siyasetinin giderek güçlenmesi üze­rine 1882'de İngilizler Mısır'ı işgal etti­ler. Bu dönemde Etiyopya İle Mısır ara­sında sınır anlaşmazlığı meydana gel­medi. Hatta Sudan'daki Mehdî hareketi sebebiyle 1884'te İmzalanan Adwa Ant­laşması Mısır, Etiyopya ve İngiltere ara­sında akdedildi.

Sudan'ın işgaline hazırlanan İngilizler kuvvetlerini yetersiz gördükleri için İtal-yanlar'dan bu hususta istifade etmek istediler. Ayrıca Kızıldeniz kıyısında Tâ-cûrâ körfezinde Fransız Somalisi adıyla sömürge idaresi kuran Fransızlar'ın ya­yılmacılığına karşı, Mısır ile Fransız So­malisi arasında ikinci bir Avrupa ülkesi tampon teşkil etmiş olacaktı. Böylece Afrika'nın paylaşılmasında geride kal­mış olan İtalyanlar. İngilizler'İn davetiy­le Osmanlılar'a bağlı bir muhafızlık olan Masavva'ı S Şubat 1885'te zaptettiler ve arkasından Eritre ile Somali'nin bazı kısımlarını işgal ederek bütün Etiyopya'yı ele geçirme planları yapmaya baş­ladılar. İtalyanlar yayılmaya devam eder­ken bir yandan da Etiyopya'nın merke­zine heyetler gönderiyorlardı. 1887'de giden heyetin Tigre'de hapsedilmesi ve onu kurtarmak amacıyla yola çıkan bir­liğin yenilmesi üzerine İtalyanlar 18.000 kişilik büyük bir ordu hazırladılar. 1888 Martında Habeşler 100.000 kişilik bir orduyla İtalyanlar'ın karşısına çıktılarsa da MehdTnin Amhare'ye girip başşehir Gondar'ı yakması sebebiyle geri çekildi­ler. IV. Yohannes Gondar'ın intikamını almak için Mehdî kuvvetlerinin üzerine yürüdü; ancak Metemme'de yapılan sa­vaşta öldü ve yerine oğlu Ras Mangas-ya geçti (1889).

Bu arada İtalyanlar güçlenen Şüve Kralı Menelik'i imparator (negus) ilân edip yan­larına çekmeye çalıştılar; Menelik de ilk iş olarak 2 Mayıs 1889'da onlarla Wic-hale (Uccialli) Antlaşması'nı İmzaladı. Bu duruma Ras Mangasya karşı çıktıysa da 1889 Haziranında Adwa'ya kadar yürü­yen İtalyanlar'a yenildi ve Menelik'İn imparatorluğunu kabul etmek zorunda kal­dı. VVichale Antlaşması ile Masavva'dan Keselâ'ya uzanan bir çizginin kuzeyinde kalan toprakları İtalyanlar'a vermiş olan Menelik geri kalan Etiyopya toprakların­da birliği temin etmeye çalıştı ve Adisa-baba'yı başşehir yaptı (1890). Aynı gün­lerde güçlenen Mehdî hareketine karşı kuvvet kazanmak isteyen İngilizler İtal-yanlar'ı işgallerini Keselâ'ya doğru ge­nişletmeye kışkırttılar. 1895'te saldırıya geçen İtalyanlar, Ruslar'ın silâhlandırdığı Etiyopyalılar'in karşısında önce Advva'da, daha sonra Makalle'de ağır bir yenilgiye uğradılar. 26 Ekim 1896'da VVichale Ant­laşması feshedilerek yerine Adisababa Antlaşması imzalandı ve İtalyanlar Ma-reb- Belese çizgisi kendilerinde kalmak üzere Etiyopya'nın hükümranlık hakla­rını kabul ettiler.

Menelik, 1889 yılında Kudüs'teki bir kilise münasebetiyle Osmanlı hüküme­tine bir heyet gönderdi. II. Abdülhamid de 1902'de Sâdık Müeyyed Paşa baş­kanlığındaki bir elçilik heyeti ile karşılık verdi. Osmanlı sefirinin Habeş Seyahat­namesi adıyla kaleme aldığı bir eser, Habeş müslümanlan ve Etiyopya'nın sos-yo-kültürel yapısı hakkında oldukça zen­gin bilgiler içerir. Muhtemelen onun ver­diği raporlar doğrultusunda 1912'de Harar'da bir maslahatgüzarlık açıldı ve da­ha sonra Adisababa'ya taşındı. Masla­hatgüzarlık, Osmanlı tebaasının hukuku­nu korurken aynı zamanda Habeş müslümanlarıyla da ilişki kurmaya çalıştı. Türk maslahatgüzarı Mazhar Bey tahtın vârisi Lidj Yassou'ya yakın bir insan ol­du ve onu İslâm birliği için yönlendirme­ye çalıştı. Bu arada İngilizler yeniden teş­kilâtlandırdı klan Mısır ordusu ile Sudan'ı İşgal ettiler; ardından da Etiyopya'nın batı sınırı çizildi (1902). Menelik ülkesi­nin kalkınması için çeşitli programlar düzenlerken Avrupalı sömürgeciler bun­dan rahatsız olmaya başladılar. 1906'-da İtalyanlar'ı Advva'da hezimete uğra­tarak halk kahramanı olan amcasının oğlu Ras Makonnen'in ölümü Menelik'in gücünü zayıflattı. Aynı yıl İngiltere, İtal­ya ve Fransa Etiyopya'da bir isyan çıkar­tıp burayı üç menfaat bölgesine ayırmak üzere bir anlaşma yaptılar. Bu üçlü itti­fak çalışmalarını sürdürürken 1903'ten itibaren faaliyete geçmiş olan Almanlar da Etiyopya kralı üzerinde nüfuz kurup bazı imtiyazlar elde ettiler.

Menelik sağlığının bozulması sebebiy­le 1907'de İdareyi karısına bırakırken to­runu Lidj Yassou'yu da vâris tayin etti. Kralın 1913te ölümü üzerine sarayda ortaya çıkan iç karışıklık sırasında Lidj Yassou ancak Almanlar'ın yardımıyla tah­ta geçebildi. Kısa sürede iç ve dış müda­halelerin yıprattığı tecrübesiz kral, I. Dün­ya Savaşı sırasında Alman-Türk tarafın­da yer almaya çalışması, müslüman ol­duğunu açıklaması, Somali'de İngiltere ve İtalyanlar'a karşı isyan eden Muham-med b. Abdullah Hasan'la ittifak yap­ması gibi sebeplerle çeşitli Batılı kesim­lerin düşmanlığını üzerine çekti ve 1917'-de tahttan indirilerek yerine Menelik'in kızı Zaoditu çıkarıldı, yeğeni Ras Tafari de (Ras Makonnen'in oğlu) kral naibi ve veliaht tayin edildi. Bu geçiş döneminde fırsatı değerlendirmek isteyen İtalyan­lar yeni planlarını gerçekleştirmek için Batı kamuoyunu etkilemeye çalıştılar. 1920'de İtalyan basını Etiyopya'yı Doğu Afrika'nın en vahşi ülkesi olarak göster­di ve bu devletin yıkılmasını medeniyet için faydalı gördüğünü vurgulayarak bu­nun en iyi yolunun da İtalyan himayesi olduğunu yazdı. Bu arada NİI ve Tana gölü siyasetleri sebebiyle İngilizler de Eti­yopyalıların aleyhine döndüler ve 1922'-de İngiliz basını kölelik meselesini ileri sürerek İmparatoriçe Zaoditou ve nâib veliaht Ras Tafari aleyhine tavır aldı. Fransız ve Amerikan basını ise İngiliz­ler'İn işgal için ortam hazırladıklarını ile­ri sürerek Etiyopya'yı savunurken bu ül­kenin Milletler Cemiyeti'ne başvurması­nın bağımsızlığı açısından gerekli olduğunu belirtti. Böylece Etiyopya 1923 yı­lında Amerika Birleşik Devletleri ve Fran-sızlar'ın teşvikiyle bu kuruluşa girdi. 1924 Temmuzunda da Ras Tafari yanına al­dığı devlet yetkilileriyle Avrupa seyaha­tine çıkarak kamuoyunda uyandırılan olumsuz izleri silmeye çalıştı.

1930'da imparatoriçe ölünce Ras Tafa­ri Hâile Selâsiye adıyla tahta çıktı; 1931'-de de meşrutiyet ilân edilerek parlamen­ter hayata geçildi. Hâile Selâsiye ülkesi­nin iman için büyük hamleler başlattıy-sa da savaş öncesi müttefikler arasın­daki anlaşmaların bir uzantısı olarak Mussollini'nin Etiyopya'yı işgal kararını açıklamasıyla faaliyetleri yarım kaldı. Ekim 1935'te İtalyan kuvvetleri sınırı geçerek Adigrat-Adwa hattına kadar Etiyopya topraklarını işgal ettiler. Bu iş­gal karşısında İngiltere ve Fransa Etiyop-yalılar'a yardım edemedi; Milletler Cemiyeti müeyyideleri de tesirsiz kaldı. Bu­nunla birlikte İtalyanlar'ın işgali pek uzun sürmedi. 1936'da Cibuti'ye kaçarak arka­sından İngiltere'ye geçen ve beş yıl ora­da kalan Hâile Selâsiye. 1941'de Kenya'­dan ülkesini kurtaran müttefik kuvvetle­rine katıldı ve 5 Mayıs'ta tekrar tahtına oturdu. İngilizler 1948'e kadar Etiyopya'­yı gözetimleri altında tuttular; Eritre ise 1952'ye kadar İngiliz askerî idaresi al­tında kaldı. 1950'de Birleşmiş Milletler'in aldığı bir karar uyarınca 1952'de gerçek­leştirilen bir halk oylamasıyla Eritre Eti­yopya'nın federe bir bölgesi, 14 Kasım 1962'de ise federe statüsüne son veri­lerek bir eyaleti haline getirildi. Etiyop­ya 1963'te Afrika Birliği Teşkilât" nın ku­rulmasında etkili oldu ve bu örgüte ev sahipliği yaptı. Bu arada Eritre'de daha sonra üçe bölünen Eritrean Liberation Front (ELF) gerilla hareketi başladı. Hâ­ile Selâsiye İsrail ve Amerika hükümet­leriyle yakın diyalog içine girdi ve ordu­nun eğitimini uzun müddet onlar üst­lendiler.

Hâile Selâsiye zamanında ülkede müs-lümanların durumu bir hayli kötüleşti. 1961'de yürürlüğe giren bir kanunla şer'î mahkemelerin faaliyeti engellendi ve Hararla çevresindeki pek çok merkez­de Arapça öğretimi yasaklandı. 1970'te Eritre gerilla hareketi içinde, dinî grup­ları temsil eden Osman Salih Sabbi li­derliğinde Eritrean People's Uberation Front (EPLF) hizbi ortaya çıktı. 1975'te Osman Salih Sabbi liderlikten uzaklaştı­rıldı ve teşkilât Marksist- hıristiyan ağır­lık kazanırken o da müslüman Eritreli-ler'in çoğunlukta olduğu Eritrean Liberation Front-Popular Liberation Forces (ELF-PLF) teşkilâtını kurdu. 1974'te as­kerler tarafından gerçekleştirilen bir darbe ile "Koordinasyon Komitesi"nin yöne­timinde tek partili sosyalist düzene ge­çildi. Tahttan indirilen Hâile Selâsiye er­tesi yıl Öldü. Yeni yönetimin toprak re­formu etkili olmadı; Amerikan yardımı kesildiği için bunalım arttı ve ihtilâlci­ler arasında anlaşmazlık baş gösterdi. 1976'da Yüzbaşı Mariam Mengistu ikti­darı ele geçirdi ve Amerika ile bütün iliş­kileri kesip Sovyetler'le Küba'dan askerî yardım alarak Marksist-Leninist rejimi hâkim kılmaya çalıştı; yine onların des­teğinde Eritre'nin bağımsızlığı için 1977'-de birleşen Eritrean People's Liberation Front ve Eritrean Liberation Front'a kar­şı savaştı. Bu arada Somali Etiyopya'nın doğusunda yer alan Ogaden bölgesini iş­gal etti; bu işgal ancak Sovyet yardımı ve Kübalı askerlerin katılımı ile bir yıl sonra püskürtülebildi.



1982'de büyük bir kıtlık baş göster­di; günde binlerce kişi açlıktan ölürken halkın bir kısmı Sudan'a göçtü. Bu ara­da İsrail hükümeti, Etİyopya'dakİ 20.000 civarında siyahî yahudiden (Falaşa) Su­dan'a sığınmış olan 7000 kişiyi gizlice ül­kesine nakletti (1984) 1987'de kabul edi­len anayasa ile Mengistu yeni kurulan Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriye-ti'nin cumhurbaşkanı oldu. Eritreli ge­rillaların faaliyetleri ülkenin iç huzuru­nu bozarken 1989'da Mengistu'ya yapı­lan bir suikast girişimi sonuçsuz kaldı. Mayıs 1991'de hükümete karşı savaşan gerillalar Asmara ve Assab ile başşehir Adisababa'ya yakın stratejik yolları ele geçirdiler. Mengistu Zimbabve'ye kaçar­ken Etiyopya deniz kuvvetlerine bağlı bir­likler de Yemen'e sığındılar. Bunun üze­rine Batılılar'ın girişimiyle Londra'da ta­raflar arasında diplomatik görüşmeler başlatıldıysa da 29 Mayıs 1991'de geril­lalar Adisababa'ya girdiler ve Amerika Birleşik Devletleri'nin desteğiyle devlet sorumluluğunu üstlendiler. Bu arada ge­rilla gruplarından Eritre Halk Kurtuluş Cephesi ülkenin kuzeyinde ayrı bir dev­let kurma kararı aldığını açıkladı ve tek­rar başlayan yoğun bir mücadeleden son­ra Nisan 1993'te Eritre bağımsızlığını kazanarak Etiyopya'dan ayrıldı.

Bibliyografya:



Mes'ûdî. Mürûcü'z-zeheb (Abdülhamîd), II, 18-19, 77-89; Ehül-Fldâ, Takuîmü'i-buldan167, Paris 1840, s. 160-161; İbn Fazlullah el-ömerî. Mesâiik, IV, 16-30; a.mlf., et-Ta'rîf, Kahire 1312, s. 29-31; Kal-kaşendî. Şubhu'l-a'şâ (Şemseddİn], V, 289-322; VIII, 10-11; Ebû Salih el-Ermenî. Târih, Oxford 1895, s. 390; Makrîzî. Kitâbd's-Sülük, II, 615-616; III, 916; VIII, 447, 515, 555; X. 493-494; XI, 795-797, 839-840, 940-941, 992, 1024; Süyûtî, Ref'u şe'ni'l-Hubşân, Bursa Eski Yazma ve Basma Eserler Ktp., Kurşunluoğlu, nr. 143, vr. 75a-97b; Evliya Çelebi. Seyahatname, I, 931-970; Arab Faklh, Tuhfetü'z-zaman: fütû.hu'1-Habeşe168, Kahi­re 1974; Hasan b. Ahmed el-Haymî. Sîretü'l-Habeşe169, Kahire 1958; E. J. van Donzel, A Yemenite Embassy to Ethiopia (1647-1649), Stuttgart 1986; M. Kerrâm el-Kannâî ei-Ezherî, Kitâbü'l-Ceuâhiri'l-hişân fî târîhi'l-Hubşân, Bulak 1321; Sâdı el-Müeyyed. Habeş Seyahatnamesi, İstanbul 1322; T. W. Arnold, The Preaching of İslam, London 1913, s. 113-121; Kâzım Karabekir, Italya-Habeş, İstanbul 1935; a.mlf.. İngiltere İtalya ve Habeş Harbi, istanbul 1935; A. H. M. Jones - E. Mon-roe, A History of Abyssinia, Oxford 1935; J. Ryckmans, L'lnstitution monarchique en Arabie meridionale auant l'islam, Louvain 1951; J. S. Trimingham, islam in Ethiopia, London 1952; a.mlf. - E. Ullendorff, "Habash", El2 (İng.), 111, 2-7; E. Ullendorff, The Ethiopians, Oxford 1973; Cengiz Orhonlu, Osmanlı imparatorluğunun Güney Siyaseti: Habeş Eyaleti, istanbul 1974; S. Rubenson, The Süruivai of Ethİopian İnde-pendence, London 1976; Cevâd Ali, el-Mufas-şal, III, 449-538; Foreign Relations of Ethiopia (1642-1700), Khodja Murad, İstanbul 1979; M. Schneider, StĞles FunĞraires musulmanes des iles Dahlak, Kahire 1983, MI; The Cambridge Encydopedia ofAfrica170, Lon­don 1984, s. 105-111, 117-124, 155, 171-172, 232-233; Levent Öztürk, Hz. Muhammed'in Habeşistan'la Münasebetleri (yüksek lisans te­zi, 1988], Mü Sosyal Bilimler Enstitüsü, İSAM Ktp., nr. 17721; i. M. Lapidus, A History of Islamic Societies, Cambridge 1989, s. 862-864; Muhammed Cemâleddin Server, Deuletü Benî Kalâuûn fîMışr, Kahire, ts. (Dârü'l-Fikrİ'l-Arabî], s. 156-159; K. Cederquist, "islam and Chiis-tianity in Abyssinia", MW, 11/2 (1912), s. 152-156; P. S. McElrny, "Ethiopia: Moslem or Chris-tian?", a.e., XXVlll/2 (1938), s. 125-137; G. W. B. Huntingford, "Arabic Inscriptions in Sout­hern Ethiopia", Antiquity, XXIX (1955), s. 230-233; M, Abir, "The Origins of the Ethiopian-Egyptian Border Problem in the Nineteenth Century", JAfr.H, VIII/3 (1967), s. 443-461; Saîd Abdülfettâh Aşür, "Ba'zu edvâ1 cedîde eale'l-'alâkât beyne Mışr ve'1-Habeşe fi'L-'uşûri'l - vustâ", Mecelletü't-Târîhiyyeti'l-Mış-riyye, XIV, Kahire 1968, s. 1-43; S. M. Zwemer. "islam in Ethiopia and Eritrea", MW, XXVI (1968), s. 5-15; S. K. B. Asante. "The Italo-Et-hiopian Conflict: A Case Study in British West African Response to Crisis Diplomacy in the 1930", JAfr.H, XV/2 (1974), s. 291-302; Donald Crummey, "Initiatives and Objectives in Ethio-European Relations, 1827-1862", a.e., XV/3 (1974), s. 433-444; H. Ahmad Ab-dussamad, "The Gondar Müslim Minority in Ethiopia: The Story up to 1935", JIMMA, IX (1988), s. 76-85; Hussein Ahmede, "The His-toriography of islam in Ethiopia", Journal of Isiamic Studies, 111/1, Oxford 1992, s. 15-46; A. Baldacci, "Habeş-Eyaleti", /A, V/l, s. 3-6; I. Guidi. "Habeşistan", a.e.,V/l, s. 6-9.


Yüklə 1,17 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin