T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
EĞİTİM YÖNETİMİ, TEFTİŞİ, PLANLAMASI VE EKONOMİSİ
ANABİLİM DALI
EĞİTİM YÖNETİMİ VE TEFTİŞİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI
BİLİMSEL ÖNCÜLER VE ÇALIŞMALARI
(Galileo Galilei)
Serpil Çiçek AYGÜN
ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ DERSİ
Yrd. Doç. Dr. Hasan Hüseyin AKSOY
ANKARA MAYIS, 2006
Giriş
İnsanoğlu, çoğu zaman çevresinde meydana gelen olayları göz ardı etmeyi tercih eder. Ancak, bilgi ve teknoloji çağı olarak anılan günümüzde merak eden, araştıran, sorgulayan, açıklama, yorumlama kaygıları taşıyan insanlara ihtiyaç vardır.
Bilim; “doğayı, özellikle doğaya ilişkin kuram ya da beklentileri sürekli sorgulama etkinliği” şeklinde tanımlanabilir (Yıldırım, 2001, 15).
Bilimin amacı evreni tanımaktır. Bilim insanı araştırma alanında bu amaca, olgusal dünyanın yapı ve işleyişine ilişkin oluşturulmuş ya da doğrudan kendisinin oluşturduğu, doğruluğu gözlem veya deney sonuçlarıyla yoklanabilir kuram ve hipotezlerle ulaşmaya çalışır (Yıldırım, 2001, 17).
Galilei’ye göre bilim, “Gözlerimiz önünde açık duran “evren dediğimiz o görkemli kitapta yazılıdır. Ancak yazıldığı dili ve alfabesini öğrenmedikçe bu kitabı okuyamayız. Kitabın yazıldığı dil, matematiğin dilidir; harfleri, üçgen, daire ve diğer geometrik şekillerdir. Bu dil ve harfler olmaksızın, kitabın bir tek sözcüğünü anlamaya olanak yoktur.” (Yıldırım, 2001, 84).
Bilim, ortaya koyduğu ürünlerle, kuramlarla, açıklama, anlama biçimleriyle, bulgularıyla, ortaya çıkmasına yardımcı olduğu teknolojik araç ve gereçlerle tanınır. Oysa bu ürünleri oluşturan bilim adamları topluluğunu, bu topluluğun sahip olduğu değerleri, ahlak ölçülerini de incelemek gerekir (İnam, 2000, 10). Öncü bilim adamlarını tanıma, bilimsel etkinliğe katılma coşkusuna yol açar. Her bilim adamının kişiliğinde özenilecek bir değer, saygın bir örnek vardır (Yıldırım, 2001).
Bu değerlerden biri, Galileo Galilei adı da insan düşüncesinin en büyük devrimlerinden biri olan XVI.yüzyıl bilimsel devrimine çözülmezcesine bağlıdır. Ortaçağ ya da Eskiçağ insanı, her şeyden önce doğayı seyretmeye çabalarken XVI. yüzyılda bilim adamları ona egemen olmaya çalışmıştır (Koyre, 1973, 153-154). Temelde Ortaçağ bağnazlığına bir “isyan” olarak nitelenebilecek Rönesans’ın son döneminde yaşayan Galileo yeni arayış ve atılımlarıyla kendisine öncü olan Leonardo Da Vinci ve Copernicus türünden evrensel bir yetenek, yeniçağın unutulmaz bir mimarıdır. Galilei hayal gücünün birbirinden farklı birçok sınırlarından öteye ilerlemiştir. Bertolt Brecht’in “Galileo’nun Yaşamı” oyununda Galileo, “Bilim bir tek buyruk tanır: Bilime katkıda bulun.” der (Bolles, 1997, III).
Bu çalışmada Galileo Galilei’nin yaşam öyküsü, bilim adamı olarak özellikleri ve çalışmaları incelenmiştir.
Galileo Galilei (1564-1642)
Galilei, 1564 yılında Rönesans’ın büyük sanatçısı Michelangelo’nun öldüğü yıl dünyaya gelmiş, Newton’un doğduğu yıl dünyadan ayrılmıştır. Francis Bacon, Descartes, Kepler ve Shakespeare gibi ünlülerin çağdaşıdır (Yıldırım, 2001, 84).
Galileo, İtalya’nın eğik kulesi ile ünlü Pisa kentinde, soylu fakat servetsiz bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Galileo’nun, kültürlü bir insan ve mükemmel bir müzisyen olan babası kumaş ticareti ile uğraşıyordu (Maury, 1986, 55).
Galileo’nun üstün yetenekleri daha küçük yaşında belirginlik kazanmıştı. Sanata büyük bir yatkınlığı vardı: ut ve org çalmanın yanı sıra, güzel resim çalışmalarıyla da dikkat çekiyordu. Ayrıca oyuncak türünden araç yapımında üstün el becerisine sahipti. O dönemde Pisa’nın bir sanat ve öğrenim merkezi olması Galileo’nun tüm yeteneklerine gelişme ortamı sağlamıştır (Yıldırım, 2001, 85).
Ailesinin isteği üzerine Galileo, üniversite öğrenimine 17 yaşında, tıp fakültesinde başlar. Ancak Galileo, üniversiteye gelip derslere başladıktan sonra, Aristoteles fiziği üzerine verilen derslere, tıp derslerinden daha fazla ilgi duyduğunu fark eder. O dönemde yalnızca Aristoteles’in yazdığı kitaplar okunup ezberlenirken, Galileo bunların yanı sıra Aristoteles’e karşı çıkan kitapları da okur. Evrenin gerçek yapısının henüz bilinmediğine kanaat getirir. Çalışmalarını tatil dönemlerinde bile gayretle sürdürür (Bixby, 2002, 14).
1582-1583 kışında Galileo’nun Toscana Grandükü Franceso de Medici’nin sarayına yaptığı ziyaretin bir hikayesi vardır: Büyük sarayda Medici’nin çocuklarına matematik öğretildiği bir odanın önünden geçerken Galileo, konuşulanları dinlemek üzere durur. Çocukların hocası Ostilio Ricci bir geometri problemini açıklamaktadır. Galileo o anda kanıtların güçlü mantığının farkına varır ve hikayeye göre, daha fazlasını duymak umuduyla kapının arkasına saklanır. Öğretilenler O’na son derece ilginç gelmiştir; ancak bilgisizliğini ortaya çıkarmak istemez. Sonunda öğrenme arzusu utanma duygusuna baskın çıkar ve hocadan kendisine ders vermesini ister. Bu, Ricci’nin çok hoşuna gider. O’nun denetiminde kısa bir çalışmadan sonra geometri ilkelerini o kadar iyi kavramıştır ki artık çalışmalara kendi başına devam eder. Bu arada Archimedes’in çalışmaları basılmıştır ve bunlar Galileo’nun çok ilgisini çeker. Çünkü Archimedes, teorilerini kanıtlamak için deneyler yapmıştır ve bu yönüyle Aristoteles’e göre daha “modern” bir bilimcidir. Böylece Galileo’ya büyüleyici bir dünya açılmıştır. Tıp derslerini bırakıp, matematik derslerine katılmaya başlar (Bixby, 2002, 15-17).
Galilei, Pisa Katedrali'nde otururken, tavanda asılı duran lambanın gidiş gelişleri dikkatini çeker. Lambanın bir düzen içinde sallandığını farkeder. Bu konuda yaptığı deneyler sonucunda; salınımların eşzamanlı olduğunu, matematik kurallarını izlediğini; dolayısıyla, zamanı belirtmede sarkacın kullanılabileceğini ortaya koyar. Ayrıca, bu yöntemle hastaların nabızlarını ölçmeye yarayan bir de cihaz geliştirir (www.galileo.rice.edu).
Pisa Üniversitesi’ndeki üçüncü yılında Galileo, artık parlak bir genç olarak tanınmıştır. Ancak bilinen Aristoteles fiziğinin yanlışlığını ortaya koyan buluşlar yapınca hocaları ile ters düşer. Geçim sıkıntısı da buna eklenince, 1585’te üniversiteden ayrılır ve Floransa’ya ailesinin yanına gider. Bundan sonraki dört yılını okuyarak ve eski yazarların bilimsel eserlerini inceleyerek geçirir. Artık tek bir hayali vardır: profesyonel bir matematikçi olmak. Pisa Üniversitesi’ne matematik hocalığı için aday olur ve 25 yaşında, ayrıldığı üniversiteye matematik okutmanı olarak kabul edilir (Bixby, 2002, 16-17).
Pisa’nın profesörleri diğer meslektaşlarının çoğu gibi "cisimlerin düşüşü" ile ilgili Aristoteles'in geliştirdiği fizik yasasını benimsiyorlardı: Ağır cisimler daha hızlı, hafif cisimler daha yavaş düşer. Galilei ise, bu yasayı çürütmeye koyuldu. O; kâğıt, tüy gibi hafif cisimlerin yavaş düşmesinin havanın karşı koymasından ileri geldiğini; gerçekte ise, aynı yükseklikten bırakılan farklı ağırlıktaki iki cismin, yere aynı zamanda düşeceğini ileri sürüyordu. Bu konuda çeşitli deneyler yaptı (www.galileo.rice.edu).
Bu deneylerden birinde Galileo’nun Pisa'daki ünlü eğri kuleye çıkarak, biri büyük, ağır; diğeri küçük, hafif iki topu aynı anda bıraktığı ve ikisinin de aynı anda yere düştüğü aktarılmıştır. (Koyre, 1973, 217). Modern tarihçiler onun gerçekten kuleyi kullandığına inanmıyorlarsa da, yüksek bir yerden bırakılan biri diğerinin on katı ağırlığındaki iki kürenin hemen hemen aynı anda yere çarptıklarını kanıtlamayı başarmış olduğu kabul edilen bir gerçektir (Bixby, 2002, 21).
Galileo başına buyruk bir kişidir. Meslek yaşamının daha başında bir yandan bilimsel çalışmalarıyla ün kazanırken, öte yandan Aristoteles geleneğine açtığı “savaş” nedeniyle çok geçmeden dışlanan biri olur. O dönemde üniversiteler Aristoteles düşüncesinin bir kalesidir. Galileo’nun eleştirileri ve açık sözlü tavırları tepki toplar. Pisa’da tutunması güçleşince Dük’ün aracılığıyla Padua Üniversitesi’ne matematik profesörü olarak geçmeyi başarır ve en ünlü keşiflerini ve teorilerini, bu üniversitedeki yılları sırasında gerçekleştirir (Yıldırım, 2001, 86).
Galileo’nun başlıca ve en özgün çalışması fizikte “dinamik” diye bilinen nesnelerin hareketine ilişkin çalışmalarıdır. Bu çalışmanın bir sonucu eylemsizlik ilkesi, diğer bir sonucu serbest düşme yasasıdır.Hareket konusu Galileo’ya gelene kadar yanlış anlaşılmıştır. Galileo ivmeli harekete ilişkin deneylerle bu konuya açıklık getirmiştir (Yıldırım, 2001, 86). Keşiflerinden biri de tonlarca ağırlığı zahmetsizce kaldırma gücüne sahip bir alet olan palangadır (Maury, 1986, s.14).
Galileo astronom olarak yetişmemişti, ama asıl bu alandaki çalışmalarıyla başı derde girer. Copernicus sistemi onu gençlik yıllarından beri ilgilendirmekteydi (Yıldırım, 2001, 88). 1609'da, Hollandalıların uzaktaki cisimleri daha yakın gösteren bir cihazı keşfettiklerini duyması, onun için bir dönüm noktası olmuştur. Bu cihaz teleskoptu. Galilei, Venedik'teyken kendi adını taşıyan ıraksak mercekli dürbünle bu keşfi geliştirdi ve gökcisimlerini incelemeye başladı (Maury, 1986, 28-29). Önce, Ay üzerinde gözlemler yaparak ayın pürüzsüz değil, dağ, vadi ve düzlükleriyle dünyaya benzer bir nesne olduğunu gözlemledi. Aydaki dağların yüksekliğini ölçtü (Maury, 1986, 33). Güneş üzerindeki lekeleri saptadı. Bugün de "Galileo Uyduları" diye anılan, Jüpiter'in uydularını keşfetti.Venüs'ün de Dünyanın hareketlerine benzer evreler geçirdiğini gördü (Maury, 1986, 64-65). Galileo, Dünyanın evrenin merkezi olmadığına ilişkin çok somut kanıtlar elde etmişti. Gördükleri, Aristoteles'in tüm iddialarını yerle bir ediyordu. Buluşlarını 1610 yılında yayımladığı “Yıldızların Habercisi” adlı kitabında açıklayınca, büyük bir yankı uyandırdı ve uluslararası alanda ün kazandı (Maury, 1986, 49).
Bu kitapla Galileo, Vatikan'ın dikkatini de üzerine çekmişti. Aristoteles’den beri kabul edilen resmi öğretiye göre Dünya, evrenin merkeziydi ve diğer gezegenler onun yörüngesinde yer alıyordu. Her şeyi alt üst eden bu buluşlar doğru olamazdı. Galileo bir şarlatan, teleskobu şeytanımsı bir araçtı. Öyle bir araçla gökyüzünü incelemeye kalkmak bile bağışlanmaz bir günahtı. Kilise artık sessiz kalamazdı. İlk önlem olarak iki buyruk ortaya koydu (Yıldırım, 2001, 89-90):
I. Buyruk:Dünyanın güneşin çevresinde dönmeyen, merkezde sabit olduğu düşüncesi kutsal öğretiye aykırı, saçma ve yanlış bir savdır.
II. Buyruk: Dünyanın merkezde sabit değil, güneş çevresinde bir gezegen olduğu görüşü gerçek inanca ters düşen bir savdır.
İkinci önlem olarak Galileo yargılanır. 1616’da Engizisyon önüne çağırılan Galileo istendiği üzere, Copernicus sitemini ne sözlü ne yazılı hiçbir şekilde savunmayacağını bildirerek bağışlanmasını diler. Aldığı talimat gereğince köşesine çekilerek bir süre suskunluk içine girer.Dostu Kardinal Barberi’nin Papalık makamına gelmesiyle yüreklenen Galileo yeniden işe koyulur. “Dünya’nın İki Büyük Sistemi Üzerine Diyalog” adlı kitabını yazar. Kitap piyasada ilgi ile karşılanır. Kilise yeniden harekete geçer; Galileo bir kez daha Engizisyon önüne çıkmaya zorlanır. Yaşlı ve hasta haliyle hücreye atılır. Tövbe etmediği takdirde işkence göreceği söylenir. Galileo çaresizdir; eline verilen metni diz çökerek okur (Yıldırım, 2001, 90-91):
“Ben Galileo Galilei, geçmişteki tüm yanlış ve aykırı düşüncelerimden dolayı huzurunuzda kendimi lanetliyor, kutsal öğretiye aykırı hiçbir fikir taşımayacağıma yemin ediyorum.”
Galileo’nun doğrulurken “Ben ne dersem diyeyim, dünya yine de dönüyor.” diye mırıldandığı söylenir (Uluçay, 2002, 46).
70 yıl önce Bruno’yu yakarak cezalandıran Engizisyon, Galileo’ya daha yumuşak davranır, ev hapsine mahkum eder. Yaşlı bilgin yaşamının görme yetisini tümüyle kaybeder; ama boş durmaz. Devinim üzerindeki araştırmalarını içeren en büyük yapıtını ( İki Yeni Bilim Üzerine Diyalog) gizlice hazırlar dostlarının arcılığıyla Hollanda’da yayınlatır. Engizisyon Galileo’yu mahkum eder; ama o mahkumiyet Galileo’nun değil, bağnazlığın kendi ölüm fermanı olur. Kilise işlediği ayıbın ezikliğinden bugün bile tam kurtulmuş değildir (Yıldırım, 2001, 91).
Bilim İnsanı Olarak Galilei’nin Özellikleri
Fiziğin “babası” diye anılan Galileo, aynı zamanda güneş-merkezli sistem için sürdürdüğü mücadele ile düşünce özgürlüğüne öncülük etmiştir. O’nun düşüncemize büyük bir katkısı da deney sonuçları ile matematiği birleştirmesi, böylece bilimsel yöntemi bugünkü anlamda işlemiş olmasıdır (Yıldırım, 2001, s.91).
Hareket, ışık ve Güneş sisteminin düzeni üzerindeki araştırmalarıyla çağındaki insanları, evrenin bilimsel olarak ele alınabileceği düşüncesine yönlendirmişti (Bixby, 2002, III).
Galileo aşırı meraklı bir insandı. Doğa ve çevresinde bulunan hiçbir şey onun dikkatinden kaçacak kadar sıradan değildi. Gözlemlediği olayın gerisinde yatan ilkeyi tahmin edebilecek bir hayal gücüne sahipti. Tahminlerini defalarca tekrarlanan deneylerle kontrol edebilecek sabır ve inancı vardı (Bixby, 2002, 9).
Galileo’nun yaşadığı dönemde, dünya ve onun evrenle ilişkisi, M.Ö. 322 yılında ölen
filozof Aristoteles’in düşünce ve teorilerine dayanıyordu. Ancak Aristoteles’in teorileri estetik, mantık ve akılcılığa dayanıyordu. Hiçbir deneysel kanıtı yoktu. Galileo ise sürekli deneyler yapardı (Bixby, 2002, 11).
Az sayıda birkaç bilim insanı, Yunanlı filozofun gezegen hareketleri konusundaki teorilerinin yanlış olduğunu deney yoluyla göstermiş, hatta bazıları Aristoteles ile çelişen kitaplar bile yazmıştı. Ancak onlarda Galileo’da bulunan bir şey eksikti: “Düşüncelerinin doğruluğu uğruna savaşmayı göze alma kararlılığı.” (Bixby, 2002, 13).
Okuduğu kitaplarda geçerlilikleri kuşkulu görülen yanıtlar onu tatmin etmedi. Aristoteles’in söylediklerini açık sözlülükle sorgulayarak tepkisini belirtti ve birçoğunun doğruluğuna duyduğu kuşkuyu dile getirdi. Bu tutumu O’na bir takma ad kazandırmıştı: “Tartışmacı.” (Bixby, 2002, 14).
Galileo, yeni teorilerini kanıtlarken, karşıtlarının ve kuşkucuların sorabilecekleri soruları hep önceden görmüştü ve düşüncelerini, doğruluğuna ikna edecek ölçüde, titizlikle irdelemişti (Bixby, 2002, 23).
Galileo, Archimedes’ten çok etkilenmişti. O’ndan öğrendiği en önemli şey problemleri
çözmek için bir yöntem keşfetmiş olmasıydı. Bir bilim insanı ilk önce, gerçekten çözmek istediği problemi, doğrudan ilgili olmayan yüzeysel şeylerden ayırıp sonra da cesaret ve hayal gücü ile problemin özüne el atması gerekir. Galileo, üniversitede öğretilenlerden farklı olsa da, bunun kendi çalışmaları için en iyi yöntem olduğu sonucuna vardı (Bixby, 2002, s.15).
Resnik’e göre (1998, 79) bilimsel yöntemin bugün bilinen aşamalar dizisi aşağıdaki gibi tanımlanabilir:
-
Adım: İlk verilere ya da arka plandaki bilgilere dayanan bir araştırma sorununu tespit et ya da bir soru sor.
-
Adım: Bir hipotez geliştir.
-
Adım: Hipotezlerden ya da arka plandaki bigilerden tahminler yürüt.
-
Adım: Hipotezleri sına; ek bilgiler topla.
-
Adım: Bilgiyi analiz et.
-
Adım: Bilgiyi yorumla
-
Adım: Hipotezi teyit et, ya da teyit etme
-
Adım: Sonuçları yay.
Yaptığı çalışmalar incelendiğinde Galilei’nin, sistematik ve güvenilir bilgiye ulaşmak
için ihtiyaç duyulan bilimsel yöntemin gelişmesine katkıda bulunduğu söylenebilir.
Galilei saygınlıktan yoksun bir şekilde dünyadan ayrıldı. Ancak hem kendisinin, hem de onu izleyenlerin çalışmaları, anısını unutulmaz kıldı. Bu kişilerden birisi de İngiliz Isaac Newton’dur. Newton’un gökyüzünün sırlarını çözerek doruğa erişmesi, Galileo’nun güçlü ve güvenilir katkısı sayesinde gerçekleşmiştir (Bixby, 2002,s.III).
Böylece Galileo insanoğluna uzaydaki adresini, yerleşim merkezini sunmuştur.
Yararlanılan Kaynaklar
Bixby, W. (2002). Galileo ve Newton’un Evreni, Ankara Tübitak Popüler Bilim Kitapları
Bolles, E. B. (1997). Galileo’nun Buyruğu, Ankara, Tübitak Popüler Bilim Kitapları
Koyre, A. (1973). Bilim Tarihi Yazıları, Ankara, Tübitak Popüler Bilim Kitapları
Maury J. P. (1986). Galilei Yıldızların Habercisi, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları
Resnik D. B. (1998). Bilim Etiği, İstanbul, Ayrıntı Yayınları
Uluçay, M. Ç. (2002). Ünlü Bilginler, İstanbul, Özyürek Yayınevi
Yıldırım, C. (2001). Bilimin Öncüleri, Ankara, Tübitak Popüler Bilim Kitapları
İnam, A. (2000). “Çağdaş Bilim Kavramı”, Dünyada ve Türkiye’de Bilim, Etik ve Üniversite, Ankara, Bilimsel Toplantı Serileri:1, Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları
http://galileo.rice.edu (16.04.2006)
Dostları ilə paylaş: |