Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə9/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   33
"Söylemem," dedi Ka. Durup üstündeki başındaki karları sildi. "Bu tarafa, otele doğru yürümüyor muyduk?"
"Buradan da gidilir. Ne kar diniyor, ne de konuşacak şeyler bitiyor. Size Kasaplar Sokağı'nı da gösteririm. Lacivert ne istiyormuş sizden?"
"Hiç."
"Bizden, babamdan, ablamdan söz etti mi hiç?"
Kadife'nin yüzünde endişeli bir ifade gördü Ka. "Hatırlamıyorum," dedi.
"Herkes korkar ondan. Biz de korkuyoruz. Bu dükkânların hepsi buranın namlı kasaplarıdır."
"Babanız gününü nasıl geçirir?" diye sordu Ka. "Otel-evinizden hiç çıkmaz mı?"
"Oteli o yönetir. Herkese, kâhyaya, temizlikçiye, çamaşırcı kadına, komilere emir verir. Biz de bakıyoruz ablamla. Babam çok az çıkar dışarı. Siz hangi burçtansınız?"
"İkizler," dedi Ka. "İkizler çok yalan söylermiş, ama ben bilmiyorum."
"Çok yalan söylediklerini mi bilmiyorsunuz, yoksa hiç yalan söylediğinizi mi bilmiyorsunuz?"
"Yıldızlara inanıyorsanız benim için bugünün çok özel bir gün olduğunu bir yerden çıkarabilmeniz gerekir."
"Evet, ablam söyledi, bugün şiir yazmışsınız."
"Ablanız her şeyi söylüyor mu size?"
"Bizim burada iki eğlencemiz vardır. Her şeyi konuşmak ve televizyon seyretmek. Televizyon seyrederken de konuşuruz. Konuşurken de televizyon seyrederiz. Ablam çok güzel değil mi?"
"Evet, çok güzel," dedi Ka saygıyla. "Ama siz de güzelsiniz," diye terbiyeyle ekledi. "Şimdi bunu da ona söyleyecek misiniz?"
"Söylemeyeceğim," dedi Kadife. "Aramızda kalan bir sır olsun, iyi bir arkadaşlık için sırdaşlık en iyi başlangıçtır."
Mor ve uzun yağmurluğunun üzerinde biriken karları sildi.
14
 
 
Nasıl şiir yazıyorsunuz?
AKŞAM YEMEĞİNDE AŞK, ÖRTÜNMEK VE İNTİHAR ÜZERİNE
 
Millet Tiyatrosu'nun önünde az sonra başlayacak olan "gösteri" için kapıda bekleyen bir kalabalık gördüler. Hiç durmamacasına yağan kara rağmen bir şey olsun da eğlenelim diye toplanan işsiz güçsüzler, yatakhanelerinden, evlerinden çıkıp gelmiş gömlekli, ceketli gençler, evden kaçmış çocuklar yüz on yıllık binanın kapısında, kaldırımlarında toplanmışlardı. Çoluk çocuk gelen aileler de vardı. Ka, açılmış siyah bir şemsiye gördü Kars'ta ilk defa. Kadife programda Ka'nın da bir şiiri olduğunu biliyordu ama Ka oraya gitmeyeceğini, zaten vakit olmadığını söyleyerek konuyu kapattı.
Yeni bir şiirin gelmekte olduğunu hissetmişti. Otele kadar hiç konuşmamaya çalışarak hızlı hızlı yürüdü. Yemekten önce üstüne başına çekidüzen verme bahanesiyle hemen odasına çıktı, paltosunu çıkardı ve küçük masaya oturup hızlı hızlı yazdı. Şiirin ana teması arkadaşlık ve sırdaşlıktı. Kar, yıldızlar ve özel mutlu gün motifleri ve Kadife'nin ağzından çıkan bazı ifadeler şiire olduğu gibi giriyordu ve Ka mısraların alt alta dizilişini bir resmi seyreder gibi zevkle, heyecanla seyrediyordu. Kadife ile konuştukları şeyleri aklı gizli bir mantıkla geliştirmiş, "Yıldızların Arkadaşlığı" adlı şiirde her insanın bir yıldızı, her yıldızın bir arkadaşı ve her insanın da yıldızı kendisininkine benzeyen bir benzeri olduğunu, bu benzeri de bir sırdaş gibi içinde taşıdığını işliyordu. Şiirin müziğini ve mükemmeliyetini bütünüyle içinde duymasına rağmen yer yer bazı mısra ve kelimelerin eksik kalmasını, daha sonra aklının İpek'te ve geç kaldığı yemekte olmasıyla ve bir de aşırı mutlulukla açıklayacaktı.
Şiir bitince aceleyle lobiden otel sahiplerinin küçük dairesine geçti. Burada yüksek tavanlı geniş bir odanın ortasına kurulmuş sofranın başında, iki yanında kızları Kadife ve İpek, Turgut Rey oturuyordu. Masanın bir kenarında başındaki şık, mor örtüden Kadife'nin arkadaşı Hande olduğunu Ka'nın hemen anladığı bir üçüncü kız vardı. Onun karşısında gazeteci Serdar Bey'i gördü. Birlikte olmaktan çok mutlu gözüken bu küçük kalabalığın önündeki sofranın dağınıklığı ve tuhaf güzelliğinden, hızla arkadaki bir mutfağa gidip gelen Kürt hizmetçi Zahide'nin mutlu ve becerikli hareketlerinden Turgut Bey ve kızlarının akşamları bu sofrada uzun uzun oturmayı alışkanlık haline getirdiklerini hemen hissetti.
"Bütün gün sizi düşündüm, bütün gün sizi merak ettim, nerede kaldınız?" dedi Turgut Bey ayağa kalkarak. Birden Ka'ya öylesine yakınlaşarak sarılmıştı ki Ka onu ağlayacak sandı. "Her an çok kötü şeyler olabilir," dedi trajik bir edayla.
Turgut Bey'in kendisine gösterdiği yere, masanın onun tam karşısındaki öteki ucuna oturduktan, önüne konan sıcak mercimek çorbasını heyecanla kaşıkladıktan ve sofradaki diğer iki erkek rakı içmeye başladıktan sonra kalabalığın ilgisi bir an kendisinden hemen arkasındaki televizyon ekranına kayınca Ka uzun zamandan beri yapmak istediğini yaptı ve İpek'in güzel yüzüne doya doya baktı.
O anda hissettiği geniş, sınır tanımaz mutluluğu daha sonra defterine ayrıntılarıyla yazdığı için ne hissettiğini tamı tamına biliyorum: Kolları bacakları mutlu çocuklar gibi durmadan oynuyor, az sonra İpek ile onu Frankfurt'a götürecek trene yetişmek zorundaymışlar gibi sabırsızlıkla kıpırdanıyordu. Turgut Bey'in kitaplar, gazeteler, otel defterleri ve faturalarla karmakarışık çalışma masasının üzerindeki abajurdan vuran ışığın bir benzerinin, çok yakın gelecekte İpek'in yüzüne Frankfurt'ta birlikte mutlulukla oturacakları küçük dairedeki kendi çalışma masasının üzerindeki abajurdan vuracağını hayal etti.
Hemen sonra Kadife'nin kendisine baktığını gördü. Ka ile gözgöze gelince ablası kadar güzel olmayan yüzünde bir an bir kıskançlık ifadesi belirir gibi oldu, ama Kadife sırdaşça bir gülümseyişle bunu bir anda saklamayı başardı.
Sofradakiler, ara ara açık televizyona göz ucuyla bakıyorlardı. Millet Tiyatrosu'ndaki gecenin naklen yayınına yeni başlanmış, Ka'nın ilk gece otobüsten inerken gördüğü tiyatro kumpanyasından upuzun boylu, değnek gibi bir oyuncu, bir sağa bir sola eğilerek geceyi sunmaya başlamıştı ki birden Turgut Bey elindeki kumanda aletiyle görüntüyü değiştirdi. Ne olduğu anlaşılamayan, beyaz benekli, bulanık, siyah beyaz bir görüntüye uzun uzun baktılar.
"Baba," dedi İpek. "Niye şimdi bunu seyrediyorsunuz?"
"Kar yağıyor burada..." dedi babası. "Hiç olmazsa doğru bir görüntü, gerçek bir haber. Herhangi bir kanala uzun uzun bakmanın gururumu kırdığını da biliyorsun."
"Kapatın o zaman televizyonu lütfen baba," dedi Kadife. "Burada hepimizin gururunu kıran bir başka şey yaşanıyor."
"Misafirimize anlatın," dedi babası mahcubiyetle. "Onun bilmemesi beni huzursuz ediyor."
"Beni de," dedi Hande. Öfkeli, olağanüstü güzel, kocaman kara gözleri vardı. Hepsi bir an sustular.
"Sen anlat Hande," dedi Kadife. "Bunda utanılacak bir şey yok."
"Tam tersi, utanılacak çok şey var ve bu yüzden anlatmak istiyorum," dedi Hande. Bir an yüzü tuhaf bir neşeyle ışıdı. Hoş bir hatırayı anar gibi gülümseyerek, "Bugün arkadaşımız Teslime'nin intiharının kırkıncı günü," dedi. "Teslime aramızda dini için, Allah'ın sözü için mücadele eden en imanlı kızdı. Onun için başörtüsü yalnız Allah sevgisi değil, kendi imanı ve onuru da demekti. Kimsenin aklına gelmezdi onun intihar edeceği. Okulda hocaları, evde babası ona başını açsın diye acımasızca baskı yapıyorlardı " ama Teslime direniyordu. Üç yıldır okuduğu ve bitirmek üzere olduğu okuldan atılmak üzereydi. Bir gün emniyetten adamlar bakkal babasını sıkıştırmışlar ve 'Kızın başını açıp okula gelmezse dükkânını kapattırır, seni de Kars'tan kovarız' demişler. Bunun üzerine babası Teslime'yi evden atmakla tehdit etti önce, bu para etmeyince kırk beş yaşındaki dul bir polisle evlendirmeyi planladı. Hatta polis elinde çiçeklerle bakkal dükkânına gidip gelmeye başlamıştı. Teslime 'Maden gözlü ihtiyar' dediği bu adamdan öyle tiksindi ki bizlere onunla evlenmemek için başını açmaya karar verdiğini söyledi, ama bu kararını da bir türlü uygulayamıyordu. Bazımız maden gözlüyle evlenmesin diye kararını onayladık, bazılarımız da 'Babanı intihar ile tehdit et!' dedik. Bu aklı da en çok ben verdim. Çünkü Teslime'nin başını açmasını hiç istemiyordum. Kaç kere ona, Teslime, intihar etmek, insanın başını açmasından iyidir,' dedim. Laf olsun diye söylüyordum bunu. Gazetelerde okuduğumuz kadın intiharlarının imansızlıktan, maddi hayata bağlılıktan ve aşk umutsuzluğundan olduğunu düşünüp intihar sözü babasını korkutur sanıyorduk, imanlı bir kız olduğu için Teslime'nin intihar edeceğine hiç ihtimal vermiyordum. Ama onun kendini astığını işitince herkesten önce ben inandım. Teslime'nin yerinde olsaydım benim de intihar edebileceğimi hemen hissettim çünkü."
Hande ağlamaya başladı. Herkes sustu, İpek Hande'nin yanına gitti, onu öpüp okşadı. Kadife de katıldı ona: Kızlar birbirlerine sarıldılar, elinde uzaktan kumanda aletini tutan Turgut Bey de tatlı sözler söyledi, ağlamaması için hep birlikte şakalar yaptılar. Turgut Bey küçük bir çocuğu oyalar gibi ekranda beliren zürafalara dikkat çekti, dahası, oyalanmaya hazır bir çocuk gibi Hande de yaşlı gözlerle baktı ekrana: Çok uzaklarda bir yerde, belki de Afrika'nın göbeğinde, gölgeler içinde ağaçlı bir arazide ağır çekim bir filmdeki gibi memnun mesut ilerleyen bir zürafa çiftini hepsi uzun bir süre, kendi hayatlarını neredeyse bütünüyle unutarak seyrettiler.
"Teslime'nin intiharından sonra, Hande annesini babasını daha fazla mutsuz etmemek için başını açmaya, okula girmeye karar verdi," dedi daha sonra Kadife Ka'ya. "Onu ne zorluklarla, yokluklar içinde tek erkek çocuğu yetiştirir gibi yetiştirdiler. Annesi babası ileride kızlarının kendilerine bakacağını düşlerler hep, çok akıllıdır Hande." Tatlı bir sesle, fısıldar gibi, ama Hande'nin işiteceği bir sesle konuşuyor, gözü yaşlı kız da herkesle birlikte ekrana bakarken onu dinliyordu. "Biz örtülü kızlar mücadelemizi bırakmasın diye önce onu ikna etmeye çalıştık, ama başını açmasının intihardan daha iyi olduğunu anlayınca Hande'ye yardım etmeye karar verdik. Başörtüsünü Allah'ın emri bilmiş ve bir bayrak gibi benimsemiş bir kızın, daha sonra onu başından çıkarıp insan içine çıkabilmesi çok zordur. Hande günlerdir evine kapanmış bu kararına konsantre olmaya çalışıyordu."
Ka da ötekiler gibi bir suçluluk duygusuyla büzülmüştü, ama kolu İpek'in koluna değince içine bir mutluluk yayıldı. Turgut Bey hızlı hızlı kanal değiştirirken Ka aynı mutluluğu arayarak kolunu İpek'inkine dayadı, İpek de aynı şeyi yapınca sofradaki hüznü unuttu. Televizyon ekranında Millet Tıyatrosu'ndaki gece belirdi. Uzun boylu değnek gibi adam Kars tarihindeki ilk canlı yayının parçası olmanın gururunu anlattı. Gecenin programı okunurken hisseli hikâyeler, milli kalecinin itirafları, siyasal tarihimizin utanç verici sırları, Shakespeare'den, Victor Hugo'dan sahneler, beklenmedik itiraflar, rezaletler, Türk tiyatro ve sinema tarihinin unutulmaz ve emektar isimleri, şakalar, şarkılar ve korkunç sürprizler arasında Ka, "yıllardan sonra sessizce ülkemize dönen en büyük şairimiz," olarak kendi adının okunduğunu işitti. Masanın altından İpek Ka'nın elini tuttu.
"Akşam oraya gitmek istcmiyormuşsunuz," dedi Turgut Bey.
"Burada çok memnunum, çok mutluyum efendim ben," dedi Ka kolunu İpek'e daha da dayayarak.
"Aslında ben mutluluğunuzu hiç bozmak istemem," dedi Hande. Hepsi bir an neredeyse korktular ondan. "Ama bu akşam buraya sizin için geldim. Hiçbir kitabınızı okumadım ama Almanya'lara kadar gitmiş, dünyayı görmüş bir şair olmanız bana yeter. Söyleyin lütfen, son zamanlarda şiir yazdınız mı?"
"Kars'ta pek çok şiir geldi bana," dedi Ka.
"Bir konuya nasıl konsantre olacağımı bana siz anlatabilirsiniz diye düşündüm. Bana şunu söyleyin lütfen: nasıl şiir yazıyorsunuz? Konsantre olarak değil mi?"
Almanya'daki Türk okurlarla yapılan şiir gecelerinde kadınların şairlere en çok sorduğu soruydu bu ama Ka her seferinde olduğu gibi çok özel bir soru sorulmuş gibi irkildi. "Şiirin nasıl yazıldığını bilmiyorum," dedi. "İyi şiir sanki dışarıdan uzak bir yerden geliyor." Hande'nin şüpheyle baktığını gördü. "Konsantre olmaktan ne anlıyorsunuz, söyleyin lütfen."
"Bütün gün çabalıyorum, ama gözümün önünde canlanmasını istediğim şey, başörtüsüz halim canlanmıyor. Onun yerine unutmak istediğim şeyler geliyor gözümün önüne."
"Mesela ne?"
"Örtülü kızların sayısı artınca bizi başımızı açmaya ikna etsin diye Ankara'dan bir kadın yollamışlardı. Bu 'iknacı kadın' bir odada hepimizle tek tek saatlerce görüşmüştü. Bize 'Baban anneni döver miydi? Kaç kardeşsiniz? Baban ayda kaç lira kazanıyor? Türbandan önce başka ne giydin? Atatürk'ü seviyor musun? Evinin duvarlarında ne resimler asılı? Ayda kaç kere sinemaya gidiyorsun? Sence kadınla erkek eşit midir? Allah mı büyüktür, devlet mi? Kaç çocuğun olsun istersin? Aile içi tacize uğradın mı?' gibi yüzlerce soru sormuş, cevaplarımızı kâğıtlara yazmış, hakkımızda formlar doldurmuştu. Dudakları, saçları boyalı, başı açık, moda dergilerindeki gibi çok şık, ama nasıl söylesem, aslında çok da sadeydi. Soruları bazılarımızı ağlatmasına rağmen aslında onu sevmiştik de... Kars'ın pisliği çamuru ona bulaşmamıştır inşallah diye düşünenlerimiz vardı. Daha sonra ben onu rüyalarımda görmeye başladım, ama önemsemedim önce. Şimdiyse ne zaman başımı açıp saçlarımı ortaya döküp insanlar arasında gezineceğimi hayal etmeye çalışsam, kendimi bu 'iknacı kadın' olarak görüyorum. Ben de onun gibi şık olmuşum, ince topuklu ayakkabılar, onunkilerden de açık elbiseler giyiyorum. Erkekler bana ilgi gösteriyor. Bu hem hoşuma gidiyor, hem de çok utanıyorum."
"Hande utancını anlatma istersen," dedi Kadife.
"Hayır anlatacağım. Çünkü hayallerimde utanıyorum, ama hayallerimden utanmıyorum. Başımı açarsam erkekleri kışkırtmak isteyen, şehvet düşkünü bir kadın olacağıma aslında hiç inanmıyorum. Çünkü yaptığım şeye hiç inanmadan açacağım başımı. Ama insanın inanmadığı halde, hatta hiç istemediğini sandığı anda şehevi hislere kapılabildiğini de biliyorum. Kadın erkek hepimiz geceleri rüyalarımızda günlük hayatımızda hiç istemediğimizi sandığımız canlarla günah işliyoruz. Doğru değil mi bu?"
"Yeter Hande," dedi Kadife.
"Doğru değil mi?"
"Değil," dedi Kadife. Ka'ya döndü. "Bundan iki yıl önce Hande çok yakışıklı bir Kürt delikanlısıyla evlenecekti. Ama çocuk siyasete bulaştı, öldürdüler onu..."
"Başımı açamamanın bununla hiç ilgisi yok," dedi Hande öfkelenerek. "Başımı açamamanın nedeni, konsantre olup başı açık halimi gözümün önüne getiremememdir. Her konsantrasyon denememde hayalimde ya 'iknacı kadın' gibi kötü bir yabancıya dönüşüyorum, ya da şehvet düşkünü bir kadına. Başım açık olarak okulun kapısından içeri girdiğimi, koridorlarda yürüdüğümü ve dersaneye girdiğimi bir kerecik gözümün önüne getirebilirsem, bu işi yapabilecek gücü kendimde bulacağım inşallah ve özgür olacağım o zaman. Çünkü başımı kendi iradem ve isteğimle açmış olacağım, polis zoruyla değil. Ama o âna konsantre olamıyorum."
"O ânı önemseme o kadar," dedi Kadife. "O an yıkılsan bile sen bizim her zamanki canımız Hande'mizsin."
"Değilim," dedi Hande. "Sizlerden ayrıldığım ve başımı açmaya karar verdiğim için beni içten içe suçluyor, küçümsüyorsunuzdur." Ka'ya döndü. "Bazan gözümün önünde canlanan bir kız, başı açık olarak okula giriyor, koridorlarda ilerliyor, çok özlediğim bizim sınıfa giriyor, hatta o an koridorların kokusunu, dersanenin ağır havasını hatırlıyorum. Tam o anda sınıfı koridordan ayıran camda o kızı görüyorum ve gördüğümün ben değil bir başkası olduğunu anlayarak ağlamaya başlıyorum."
'Herkes Hande gene ağlayacak sandı.'
"Bir başkası olmaktan o kadar fazla korkmuyorum," dedi Hande. "Şimdiki halime hiç dönememek, hatta onu unutmak korkutuyor beni. İnsan asıl bu yünden intihar edebilir." Ka'ya döndü. "Hiç intihar etmek istediniz mi?" dedi kırıştıran bir havayla.
"Hayır, ama insan Kars'taki kadınlardan sonra bu konuyu düşünmeye başlıyor."
"Bizim durumumuzdaki pek çok kız için intihar isteği, kendi vücudumuza sahip olmak anlamına gelir. Aldatılıp bekâretini kaybeden kızlar, istemediği adamla evlendirilecek bakireler hep bu yüzden intihar eder. intiharı bir masumiyet ve saflık isteği olarak görürler, intihar üzerine hiç şiir yazdınız mı?" Bir içgüdüyle İpek'e döndü. "Misafirinizi çok mu sıktım? Peki, Kars'ta 'gelen' şiirlerin nereden geldiğini söylesin, onu rahat bırakacağım."
"Şiirin gelmekte olduğunu hissettiğim zaman onu gönderene şükranla doluyor içim, çünkü çok mutlu oluyorum."
"Sizi şiire yoğunlaştıran da o mu? Kim o?"
"Şiiri inanmadığım halde bana onun gönderdiğini hissediyorum."
"Allah'a mı inanmıyorsunuz, yoksa şiiri size onun yolladığına mı?"
"Şiiri bana Allah yolluyor," dedi Ka bir ilhamla.
"Burada dinci hareketin nasıl yükseldiğini gördü," dedi Turgut Bey. "Belki tehdit de ettiler onu... Korkup Allah'a inanmaya başladı."
"Hayır, içimden geliyor," dedi Ka. "Burada herkes gibi olmak istiyorum."
"Korktunuz, sizi kınıyorum."
"Evet, korkuyorum," diye bağırdı aynı anda Ka. "Çok korkuyorum hem de."
Kendisine yöneltilmiş bir tabanca varmış gibi ayağa kalktı. Sofradakileri de bir telaşa sürükledi bu. "Nerede?" diye bağırdı Turgut Bey sanki kendilerine yöneltilen bir silahı sezmiş gibi. "Korkmuyorum, hiçbir şeye aldırmıyorum," dedi Hande kendi kendine.

Ama o da ötekiler gibi tehlikenin yönünü kestirebilmek için Ka'nın yüzüne bakıyordu. Yıllar sonra gazeteci Serdar Bey bana, o an Ka'nın yüzünün kireç gibi olduğunu, ama korkudan ya da başdönmesinden fenalık geçiren birinin ifadesi yerine yüzünde derin bir mutluluk belirdiğini söyleyecekti. Hizmetçi kadın daha da ileri giderek odaya bir ışık doğduğunu, her şeyin nura battığını bana ısrarla anlattı. Ka onun gözünde, daha o günden bir aziz mertebesindeydi. Odadakilerden birisi o anda, "Şiir geldi," demiş, herkes bunu kendilerine yöneltilmiş bir silahtan daha da heyecan ve korkuyla karşılamıştı.


Daha sonra tuttuğu bir defterde olup bitenleri değerlendirirken Ka, odadaki bekleyiş gerginliğini çocukluğumuzda tanık olduğumuz ruh çağırma seanslarında görülen o korkulu bekleyiş anlarına benzetecekti. Yirmi beş yıl önce, Nişantaşı'nın bir arka sokağındaki evinde bir arkadaşımızın genç yaşta dul kalmış iyice şişman annesinin düzenlediği bu gecelere diğer mutsuz ev kadınları, parmakları felç olmuş bir piyanist, bizim, "o da geliyor mu?" diye sorduğumuz orta yaşlı ve asabi bir film yıldızı ve onun ikide bir bayılan kızkardeşi, geçkin film yıldızına "kur yapan" emekli bir paşa ve bizi arka odadan sessizce salona alan arkadaşımızla birlikte Ka ile ben de katılırdık. Gerilimli bekleyiş anlarında, "ey ruh geldiysen ses ver!" derdi birisi ve uzun bir sessizlik olur, sonra belli belirsiz bir tıkırtı, sandalye gıcırtısı, bir inilti ya da bazan masanın bacağına atılan kaba bir tekme duyulur ve birisi "ruh geldi" derdi korkuyla. Ama Ka ruhla karşılaşan biri gibi değildi, mutfak kapısına doğru yürüyordu. Yüzünde mutlu bir ifade vardı.
"Çok içti," dedi Turgut Bey. "Evet, yardım edin ona."
Ka'nın yanına koşan İpek'i sanki kendi yolluyormuş gibi yapmak için söylemişti bunu. Ka mutfak kapısının yanındaki bir sandalyeye çöktü. Cebinden defterini, kalemini çıkardı.
"Böyle, hepiniz ayağa kalkmış beni seyrederken yazamıyorum," dedi.
"İçeride bir odaya götüreyim seni," dedi İpek.
İpek önde Ka arkada Zahide'nin ekmek kadayıfına şurup döktüğü hoş kokulu mutfaktan ve soğuk bir odadan geçip, arkada yarı karanlık bir odaya girdiler.
"Burada yazabilir misin?" dedi İpek, lambayı yaktı.
Temiz bir oda, düzenli yapılmış iki yatak gördü Ka. Kızkardeşlerin komodin ve masa niyetine kullandığı bir sehpanın üzerindeki krem tüplerini, dudak boyalarını, küçük kolonya, bademyağı ve içki şişelerinden oluşan iddiasız bir kolleksiyonu, kitapları, fermuarlı bir çantayla içi fırçalar, kalemler, nazar boncukları, kolye ve bileziklerle dolu bir İsviçre çikolatası kutusunu gördü; buz tutmuş camın kenarındaki yatağa oturdu.
"Burada yazabilirim," dedi. "Ama beni bırakıp gitme."
"Niye?"
"Bilmiyorum," dedi önce Ka. "Korkuyorum," dedi sonra.
Çocukluğunda amcasının İsviçre'den getirdiği bir çikolata kutusunun tasviriyle başlayan şiirini bu sırada yazmaya başladı. Kutunun üzerinde Kars çayhanelerinin duvarlarında olduğu gibi İsviçre manzaraları vardı. Daha sonra Ka'nın Kars'ta kendisine "gelen" şiirleri anlamak, sınıflandırmak ve bir düzene sokmak için tuttuğu notlara göre, şiirdeki kutunun içinden İpek'in çocukluğundan kaldığını iki gün sonra öğreneceği bir oyuncak saat çıkmıştı ilk. Ka bu saatten yola çıkarak çocukluğun zamanı ve hayatın zamanı üzerine birşeyler söylediğini düşünecekti...
"Yanımdan ayrılmanı hiç istemiyorum," dedi Ka İpek'e, "çünkü sana çok fena âşık oldum."
"Beni tanımıyorsun bile," dedi İpek.
"İki türlü erkek vardır," dedi Ka eğitici bir havayla. "Birincisi, âşık olmadan önce kızın nasıl sandviç yediğini, saçlarını nasıl taradığını, hangi saçmalıkları dert edindiğini, babasına neden kızdığını, onun hakkında anlatılan diğer hikâye ve efsaneleri bilmelidir, ikincisi ise, ki ben onlardanım, kız hakkında pek az şey bilmelidir ki âşık olsun."
"Yani bana hiç tanımadığın için mi âşıksın? Gerçekten aşk mıdır sence bu?"
"İnsanın her şeyini vereceği aşk böyle olur," dedi Ka.
"Nasıl sandviç yediğimi ve kafayı nelere taktığımı gördükten sonra aşkın sona erecek."
"Ama o zaman aramızdaki yakınlık derinleşerek vücutlarımızı saran bir istek, bizi birbirimize bağlayan mutluluk ve anılara dönüşecek."
"Kalkma otur yatağın kenarına," dedi İpek. "Babamla aynı çatı altında kimseyle öpüşemem ben." Ka'nın öpüşlerine ilk başta karşı koymadı ama "Babam evdeyken hoşuma gitmiyor," dedi Ka'yı iterek.
Ka bir kere daha zorlayarak ağzından öptü onu ve yatağın kenarına oturdu. "Bir an önce evlenmemiz ve birlikte buradan kaçıp gitmemiz lazım. Frankfurt'ta ne kadar mutlu oluruz biliyor musun?"
Bir sessizlik oldu.
"Hiç tanımadığın halde bana nasıl âşık oldun?"
"Güzel olduğun için... Seninle mutlu olacağımızı hayal ettiğim için... Sana her şeyi utanmadan söyleyebildiğim için. Durmadan seviştiğimizi hayal ediyorum."
"Almanya'da ne yapardın?"
"Yazamadığım şiirlerle meşgul olurdum ve otuz bir çekerdim hep,.. Yalnızlık bir gurur sorunudur; kendi kokusunun içine mağrur bir şekilde gömülür insan. Gerçek şairin sorusu hep aynıdır. Uzun bir süre mutlu olursa bayağı olur. Uzun bir süre mutsuz olursa da şiirini diri tutacak gücü kendinde bulamaz... Mutlulukla gerçek şiir çok kısa bir süre birlikte olur. Bir süfe sonra ya mutluluk şiiri ve şairi bayağılaştırır ya da gerçek şiir mutluluğu bozar. Frankfurt'a dönüp mutsuz olmaktan artık çok korkuyorum."
"İstanbul'da kalırsın," dedi İpek.
Ka dikkatle baktı, "İstanbul'da mı yaşamak istiyorsun?" diye fısıldadı. İpek'in kendisinden bir şey istemesini çok istiyordu şimdi.
Kadın da sezdi bunu: "Hiçbir şey istemiyorum," dedi.
Ka acele ettiğini hissediyordu. Kars'ta pek az kalabileceğini, kısa bir süre sonra burada nefes alamayacağını, acele etmekten başka çaresi olmadığını da hissediyordu, içeriden belli belirsiz gelen konuşma seslerine ve kan ezerek pencerenin önünden geçen bir faytona kulak verdiler, İpek kapı eşiğinde ayakta duruyor, dalgın dalgın elindeki saç fırçasına takılmış saçları ayıklıyordu.
"Burada her şey o kadar yoksul ve umutsuz ki insan senin gibi bir şey istemeyi bile unutabilir," dedi Ka. insan burada, yaşamayı değil, ölmeyi düşleyebilir yalnızca... Benimle gelecek misin?.." İpek cevap vermedi. "Kötü bir cevap vereceksen söyleme hiçbir şey," dedi Ka.
"Bilmiyorum," dedi İpek gözü fırçada, "içeride bizi bekliyorlar."
"İçeride bir dolaplar dönüyor, seziyorum ama ne olup bittiğini anlayamıyorum," dedi Ka. "Sen anlat bana."
Elektrikler kesildi, İpek hiç kıpırdamayınca Ka ona sarılmak istedi, ama Almanya'ya yapayalnız döneceği korkusu her yerini sarmıştı; kıpırdayamadı.
"Şiir yazamazsın bu karanlıkta," dedi İpek. "Gidelim."
"Beni sevmek için en çok ne yapmamı istersin?"
"Kendin ol," dedi İpek. Kalkıp odadan çıktı.
Ka orada oturmaktan öylesine mutluydu ki güçlükle kalktı. Mutfaktan önceki soğuk odada bir anda oturdu ve oradaki titrek mumun ışığında aklındaki "Çikolata Kutusu" adlı şiiri yeşil defterine yazdı.
Ayağa kalktığında İpek'in arkasındaydı, ona sarılmak, başını saçlarına gömmek için bir hamle yapınca birden kafasının içinde her şey karanlıkta olduğu gibi birbirine girdi.
Mutfaktaki mumun ışığında Ka, İpek ile Kadife'nin birbirlerine sarıldıklarını görüyordu. Kollarını birbirlerinin boyunlarına dolamış, birbirlerine sevgililer gibi sarılmışlardı.
"Babam size bakmamı istemişti," dedi Kadife.

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   5   6   7   8   9   10   11   12   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin