Birinci Baskı



Yüklə 1,73 Mb.
səhifə27/33
tarix09.01.2019
ölçüsü1,73 Mb.
#93579
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33
Mutfağa açılan kapıda işte tam bu sıralarda Fazıl'ı görünce Ka kimsenin neşesini kaçırmadan onu mutfakta sıkıştırıp ağzından lafı almak istedi. Ama delikanlı Ka'nın onu tutup sürüklemesine izin vermedi: Açık televizyondaki bir görüntüye dalmış gitmiş pozu yaparak mutfak kapısının aralığında dikildi ve içerideki neşeli kalabalığı yarı hayret yarı tehdit eden bakışlarla süzdü. Ka daha sonra onu mutfağa sürebildiğinde İpek de görmüş, arkadan gelmişti.
"Lacivert sizinle bir kere daha konuşmak istiyor," dedi Fazıl belirgin bir oyunbozan zevkiyle. "Bir konuda fikir değiştirmiş."
"Hangi konuda?"
"Onu size söyleyecek. Sizi götürecek at arabası on dakika sonra avluya gelecek," deyip mutfaktan avluya çıktı.
Ka'nın yüreği hızla atmaya başladı: Yalnız bugün artık otelden dışarı adını atmak istemediği için değil, korkaklığı yüzünden de korkuyordu.
"Sakın gitme!" dedi İpek, Ka'nın da düşüncelerini seslendirerek. "Zaten artık arabayı belirlemişlerdir. Her şey berbat olur."
"Hayır, gideceğim," dedi Ka.
Hiç de gitmek istemediği halde neden gideceğini söylemişti? Hocanın cevabını bilmediği sorusuna parmak kaldırdığı, asıl almak istediği kazağı değil, aynı paraya bile bile daha kötüsünü aldığı çok olmuştu hayatında. Meraktan belki, mutluluk korkusundan belki. Durumu Kadife'den gizleyip birlikte odaya çıkarken İpek öyle bir şey söylesin, öyle yaratıcı bir şey yapsın ki vazgeçip gönül rahatlığıyla otelde kalabilsin istedi Ka. Ama odada beraber pencereden bakarlarken İpek aşağı yukarı aynı fikri, aşağı yukarı aynı kelimelerle tekrarladı yalnızca: "Gitme, artık bugün otelden çıkma, mutluluğumuzu tehlikeye atma, vs. vs."
Ka düşlere dalmış bir kurban gibi onu dinleyerek dışarı baktı. At arabası avluya girince, talihsizliğine kalbi ezilerek şaştı, İpek'i öpmeden, ama sarılıp vedalaşmayı da ihmal etmeden odadan çıktı, lobide gazete okuyan iki "koruma erine" görünmeden mutfaktan geçip nefret ettiği at arabasının üstündeki brandanın altına girip yattı.
Bu girişle, okuyucuları Ka'nın çıktığı araba yolculuğunun bütün hayatını geri dönüşsüz bir şekilde değiştireceğine, Lacivert'in çağrısını kabul etmesinin onun için bir dönüm noktası olduğuna hazırladığım sanılmasın. Hiç de bu düşüncede değilim: Ka'nın önünde Kars'ta başına gelenleri tersine çevirebileceği ve "mutluluk" dediği şeyi bulabileceği pek çok fırsat daha belirecekti Ama olaylar kaçınılmaz, ve son şeklini aldıktan sonra olup biteni yıllarca ve pişmanlıkla kendi kendine değerlendirirken eğer İpek Ka'nın odasında, pencerenin önünde doğru sözü söyleyebilseydi Lacivert'e gitmekten cayacağını yüzlerce defa düşünmüştü. İpek'in söylemesi gereken sözü konusunda ise hiçbir fikri yoktu.
Bu da at arabasında gizlendiği yerde Ka'yı kaderine boyun eymiş biri gibi düşünmemizin yerinde olacağını gösteriyor. Orada olmaktan pişmandı ve kendine ve dünyaya kızgındı. Üşüyor, hasta olmaktan korkuyor ve Lacivert'ten iyi hiçbir şey beklemiyordu. ilk araba yolculuğundaki gibi aklını sokakların ve insanların seslerine iyice açmıştı ama arabanın kendisini Kars'ın neresine götürdüğüyle hiç ilgili değildi.
At arabası durunca arabacının dürtmesiyle brandanın altından çıktı, nerede olduğunu hiç fark etmeden eskilik ve yıpranmışlıktan renksizleşmiş ve benzerlerini çok gördüğü berbat bir binaya girdi. Daracık ve eğri büğrü merdivenlerden iki kat yukarı çıktıktan sonra (önünde ayakkabılar dizili bir kapının aralığından cingöz bir çocuğun gözlerini gördüğünü hatırlayacaktı neşeli bir zamanında) açılan bir kapıdan içeri girdi ve karşısında Hande'yi gördü.
"Kendim olan o kızdan hiç kopmamaya karar verdim," dedi Hande gülümseyerek.
"Mutlu olman önemli."
"Burada istediğimi yapmak mutlu ediyor beni," dedi Hande. "Artık rüyalarımda bir başkası oldum diye korkmuyorum."
"Burada olman biraz tehlikeli değil mi?" dedi Ka.
"Evet ama insan ancak tehlike olduğu zaman hayata konsantre olabiliyor," dedi Hande "Ben inanmadığım şeye, başımı açmaya konsantre olamayacağımı anladım. Şimdi Lacivert Bey ile burada bir davayı paylaşmaktan çok mutluyum. Siz burada şiir yazabiliyor musunuz?"
İki gün önce onunla tanışıp konuştukları yemek sofrası belleğinde şimdi o kadar uzaklara gitmişti ki, Ka bir an her şeyi unutmuş biri gibi baktı ona. Hande, Lacivert ile aralarındaki yakınlığı ne kadar vurgulamak istiyordu? Kız bitişikteki odanın kapısını açtı, Ka içeri girdi ve siyah beyaz bir televizyona bakan Lacivert'i gördü.
"Geleceğinden şüphem yoktu," dedi Lacivert memnuniyetle.
"Neden geldiğimi bilmiyorum," dedi Ka.
"İçindeki huzursuzluk yüzünden," dedi Lacivert çok bilmiş bir havayla.
Birbirlerine nefretle baktılar. Lacivert'in belirgin bir şekilde memnun, Ka'nın da pişman olduğu ikisinin de gözünden kaçmadı. Hande odadan çıkıp kapıyı kapattı.
"Kadife'ye bu akşamki rezaletlere çıkmamasını söylemeni istiyorum," dedi Lacivert.
"Bu haberi Fazıl aracılığıyla da yollayabilirdin?" dedi Ka. Lacivert'in yüzünden Fazıl'ın kim olduğunu çıkaramadığını anladı. "Beni buraya getiren imam hatipli çocuk."
"Ha," dedi Lacivert. "Kadife onu ciddiye almazdı. Senden başka kimseyi ciddiye almazdı. Kadife benim bu konuda ne kadar kararlı olduğumu ancak senden işitirse anlar. Belki de başını açmaması gerektiğine kendisi karar vermiştir. En azından bunu televizyonda iğrenç bir şekilde kullanıp ilan ettiklerini gördükten sonra."
"Ben otelden ayrılırken Kadife provalara başlamıştı bile," dedi Ka saklayamadığı bir zevkle.
"Buna çok karşı olduğumu söylersin ona! Kadife başını açma kararını kendi özgür iradesiyle değil benim hayatımı kurtarmak için aldı. Siyasi tutukluyu rehin alan bir devletle pazarlık yaptı, ama artık o söze bağlı kalmak zorunda değil."
"Söylerim bunları," dedi Ka. "Ama o ne yapar bilemem."
"Kadife kendi bildiğini okursa bundan senin sorumlu olmayacağını söylüyorsun, değil mi?" Ka sustu. "Kadife akşam tiyatroya çıkar da başını açarsa bundan sen de sorumlu olacaksın. Bu pazarlığı yapan da sensin."
Kars'a geldiğinden beri vicdanında ilk defa bir haklılık ve huzur hissetti Ka: Kötü adam en sonunda kötü adamlar gibi kötü kötü konuşuyordu ve bu kafasını hiç karıştırmıyordu artık. Lacivert'i yatıştırmak için "Seni rehin aldıkları doğru!" dedi Ka ve onu öfkelendirmeden buradan çıkıp gitmek için nasıl davranması gerektiğini çıkartmaya çalıştı.
"Bu mektubu da ver ona," diyerek bir zarf uzattı Lacivert. "Belki Kadife benim mesajıma inanmaz." Ka zarfı aldı. "Bir gün yolunu bulur da Frankfurt'una geri dönersen, onca insanın o kadar tehlikeye girerek imzaladığı o bildiriyi de Hans Hansen'e mutlaka yayımlatacaksın."
"Tabii."
Lacivert'in bakışında bir doymamışlık, bir tatminsizlik gördü. Sabah idamlık mahkûm gibi hücredeyken daha huzurluydu. Şimdiyse hayatını kurtarmıştı, ama bu hayatın geri kalanında öfkelenmekten başka hiçbir şey yapamayacağını bilmenin peşin mutsuzluğu vardı üzerinde. Ka bu mutsuzluğu fark ettiğini Lacivert'in sezdiğini geç gördü.
"İster burada, ister sevgili Avrupa'nda, onları taklit ederek bir sığıntı gibi yaşayacaksın," dedi Lacivert.
"Mutlu olmak bana yetiyor."
"Git hadi, git," diye bağırdı Lacivert. "Mutlu olmakla yetinen mutlu olamaz, bil bunu."
 
 
 
38
 
 
Niyetimiz sizi üzmek asla değil
ZORUNLU BİR MİSAFİRLİK
 
Ka, Lacivert'ten uzaklaşmaktan memnun oldu ama, hemen sonra onu kendine bağlayan lanet bir bağ olduğunu hissetti: Basit bir merak ve nefretten daha derin bir bağdı bu ve Ka odadan çıkar çıkmaz Lacivert'i özleyeceğini pişmanlıkla anladı, iyiliksever ve pek düşünceli bir havayla kendisine yaklaşan Hande'yi şimdi düpedüz saf ve akılsız buluyordu ama bu gurur hali çok sürmedi. Hande gözlerini kocaman açmış Kadife'ye selam söylüyor, bu akşam televizyonda (evet tiyatro değil, doğrudan televizyon demişti) başını ister açsın ister açmasın kalbinin hep onunla birlikte olduğunu bilmesini istiyor, ayrıca apartman kapısından çıktıktan sonra sivil polislerin dikkatini çekmemek için Ka'nın nasıl bir yol izlemesi gerektiğini de anlatıyordu.
Ka alelacele ve telaşla daireden çıktı, bir kat aşağıda bir şiir gelince sıra sıra ayakkabıların dizildiği giriş kapısının önündeki ilk basamağa oturdu, cebinden defterini çıkarıp yazdı.
Ka'nın Kars'ta yazmaya başladığı on sekizinci şiirdi bu ve hayatında bu türden aşk ve nefret ilişkilerine girdiği çeşitli adamlara göndermeler olduğunu onun kendi kendine yazdığı notlar olmasa kimse anlayamazdı: Şişli Terakki Lisesi'nde ortaokuldayken çok zengin müteahhit bir ailenin konkurhipiklerde Balkan şampiyonu olan şımarık, ama Ka'yı cezbedecek kadar bağımsız bir oğlu vardı; annesinin Beyaz Rus bir lise arkadaşının babasız, kardeşsiz büyümüş ve lisedeyken uyuşturucu kullanmaya başlamış, hiçbir şeyi iplemeyen ve bir şekilde her şeyi bilen beyaz yüzlü esrarengiz bir oğlu vardı; Tuzla'da askerlik eğitimini yaparken yan bölükteki sırasından çıkıp Ka'ya küçük zalimlikler (kasketini saklamak) yapan yakışıklı, sessiz ve kendi kendine yeterli bir herif vardı. Bütün bu insanlara gizli bir aşk ve açık bir nefret ile bağlı olduğunu, bu iki duyguyu birleştiren ve şiirin adı olan "Kıskançlık" kelimesiyle aklındaki karmaşayı yatıştırmaya çalıştığını, ama sorunun daha derin olduğunu çözümlüyordu şiirde: Bu insanların ruhunun, seslerinin, bir zamandan sonra kendi içine girdiğini hissederdi Ka.
Apartmandan çıkarken Kars'ın neresinde olduğunu anlayamadı ama bir süre bir yokuştan inince Halitpaşa Caddesi'ne geldiğini gördü ve içgüdüyle geri dönüp Lacivert'in saklandığı yere bir bakış attı.
Otele dönerken yanında koruma erleri olmadığı için bir huzursuzluk hissetti. Belediye binasının önünde kendisine sokulan bir sivil arabanın kapısı açılınca durdu.
"Ka Bey, korkmayın biz emniyetteniz, binin sizi otelinize bırakalım."
Ka polis denetiminde otele dönmenin mi, şehrin ortasında bir polis arabasına bindiğinin görülmesinin mi daha güvenli olduğunu hesaplamaya çalışıyordu ki arabanın kapısı açıldı. Ka'nın bir an bir yerden gözünün ısırdığı (İstanbul'daki uzak amca, evet Mahmut Amca) iri yarı bir adam az önceki nezaketine hiç uymayan kaba ve güçlü bir hamleyle Ka'yı arabanın içine çekti. Araç hemen hareket ederken Ka'nın kafasına iki yumruk indi. Yoksa arabaya girerken kafasını mı vurmuştu? Çok korkuyordu; arabanın içinde de tuhaf bir karanlık vardı. Mahmut Amca değil, önde oturan bir tanesi, çok fena küfür ediyordu. Çocukken, Şair Nigâr Sokak'ta bir adam vardı, bahçesine top kaçınca böyle küfür ederdi çocuklara.
Ka sustu ve bir çocuk olduğunu düşündü. Araba da (hatırlıyor du şimdi: Kars'taki sivil polis arabaları gibi bir Renault değil, gösterişli ve geniş bir Chevrolet 56 idi) küskün çocuğa bir ceza vermek için Kars'ın karanlık sokaklarına daldı, çıktı, şöyle bir gezindi ve bir iç avluya girdi. "Önüne bak," dediler. Kolundan tutup iki merdiven çıkardılar. Yukarıya vardıklarında Ka şoförle birlikte bu üç kişinin İslamcı olmadıklarından (onlar böyle bir arabayı nereden bulsunlar) emindi. MİT'ten de değildiler, çünkü onlar en azından bir kısmı Sunay ile işbirliği içindeydiler. Bir kapı açıldı, bir kapı kapandı, Ka kendini yüksek tavanlı eski bir Ermeni evinin Atatürk Caddesi'ne bakan pencerelerinin önünde buldu. Odada açık bir televizyon gördü, kirli tabaklar, portakallar ve gazetelerle dolu bir masa; daha sonra elektrikli işkence yapmak için kullanıldığını anlayacağı bir manyeto, biriki telsiz, tabancalar, vazolar, aynalar... Özel timin eline düştüğünü anlayıp korktu ama odanın öbür ucundaki Z.Demirkol ile gözgöze gelince rahatladı: Katil de olsa aşina bir yüz.
Z.Demirkol iyi polis rolündeydi. Ka'yı buraya böyle getirdikleri için çok üzgündü. Ka iriyarı Mahmut Amca'nın da kötü polis olacağını tahmin ettiği için Z.Demirkol'a ve sorularına kulak kesildi.
"Sunay ne yapmak istiyor?"
Kyd'in İspanyol Trajedisi dahil en hurda ayrıntılara kadar Ka ballandırarak anlattı.
"O çatlak Lacivert'i niye serbest bıraktı?"
Kadife'nin canlı yayında ve oyunda başını açtırmak için, diye anlattı Ka. Bir ilhama kapılıp ukalaca bir satranç terimi kullandı: Belki bir ünlem gerektiren fazla cesur bir "feda"ydı bu. Ama, Kars'taki siyasal İslamcıların da maneviyatını bozacak bir hamleydi de!
"Kızın sözünü tutacağı ne malum?"
Ka, Kadife'nin sahneye çıkacağını söylediğini, ama bundan kimsenin emin olamayacağını söyledi.
"Lacivert'in yeni saklandığı yer neresi?" diye sordu Z.Demirkol.
Ka bir fikri olmadığını söyledi.
Araba onu aldığında Ka'nın yanında neden koruma erlerinin olmadığını ve nereden döndüğünü de sordular.
"Akşam yürüyüşünden," dedi Ka ve bu cevapta ısrar edince beklediği gibi Z.Demirkol sessizce odayı terk etti ve Mahmut Amca kötü bakışlarıyla karşısına geçti. O da arabada önde oturan adam gibi yakası açılmadık pek çok küfür biliyordu. Bu küfürleri Ka'nın yabancısı olmadığı siyasi çözümlemelerin, ülkenin yüksek çıkarlarının ve tehditlerin arasına, tıpkı çocukların tatlıtuzlu aldırmadan her lokmanın üzerine düşüncesizce döktükleri ketçap gibi bol bol döküyordu.
"İran'dan para alan eli kanlı bir İslamcı teröristin yerini saklayarak ne yaptığını sanıyorsun?" dedi Mahmut Amca. "İktidara gelirlerse senin gibi Avrupa görmüş yufka yürekli liberallere neler yapacaklarını biliyorsun değil mi?" Ka aslında bildiğini söyledi, ama Mahmut Amca gene de İran'da mollaların iktidara gelmeden önce işbirliği yaptıkları demokratları ve komünistleri sonra nasıl yakıp kebap ettiklerini ballandırarak anlattı: Götlerine dinamit sokup onları havaya uçurduklarını, orospuları, ibneleri kurşuna dizdiklerini, din kitapları dışında bütün kitapları yasakladıklarını, Ka gibi züppe emellerin önce saçlarını kazıdıklarını, sonra da saçmasapan şiir kitaplarını alıp .... edepsiz şeyler söyledi gene burada ve bıkkın bir yüzle Ka'ya Lacivert'in saklandığı yeri, akşam vakti nereden döndüğünü bir daha sordu. Ka aynı yavan cevapları verince Mahmut Amca aynı bıkkın ifadeyle Ka'nın ellerine bir kelepçe taktı. "Bak şimdi ne yapacağım sana," dedi ve tutkusuz ve öfkesiz bir şekilde yüzüne yumruk ve tokat atarak biraz dövdü onu.
Daha sonra tuttuğu notlarda bu dayağın Ka'yı çok üzmediğini gösteren beş önemli neden bulduğumu dürüstçe yazmam umarım okurlarımı öfkelendirmez.
 
1. Ka'nın kafasındaki mutluluk kavramına göre başına gelebilecek iyilik ve kötülüğün toplam miktarı aynıydı ve şu an yediği dayak, İpek ile Frankfurt'a gidebilecekleri anlamına geliyordu.
2. Hakim sınıflara özgü yerinde bir sezgiyle Ka, özel tim sorgucularının kendisini Kars'taki ayaktakımı, suçlu ve garibanlardan ayırdığını, üzerinde kalıcı izler ve öfkeler bırakacak daha fazla dayak ve işkenceye maruz kalmayacağını tahmin ediyordu.
3. Yediği dayağın İpek'in kendisine duyduğu şefkati arttıracağını haklı olarak düşünüyordu.
4. İki gün önce, salı akşamüstü emniyet müdürlüğünde Muhtar'ın kanlar içindeki yüzünü gördüğünde polisten yenilen dayakların insanı ülkesinin sefaleti için çektiği suçluluk duygusundan arındırabileceğini budalaca hayal etmişti.
5. Dayağa rağmen sorguda saklanan kişinin yerini söylemeyen siyasi tutuklu durumunda bulunmak içini gururla dolduruyordu.
Bu son neden, yirmi sene önce daha fazla memnun ederdi Ka'yı, şimdiyse modası geçtiğinden durumunun biraz aptalca olduğunu seziyordu. Burnundan sızan kan da dudağının kenarındaki tuzlu tadıyla çocukluğunu hatırlatıyordu. Burnu en son ne zaman kanamıştı? Mahmut Amca, ötekiler, kendisini odanın bu yarı karanlık köşesinde unutup televizyonun başında toplanırlarken Ka çocukluğunda burnunun üzerine kapanan pencereleri, çarpan futbol toplarını, askerde bir itiş kakış esnasında burnuna inen bir yumruğu hatırladı. Hava kararırken Z.Demirkol ve arkadaşları televizyonun çevresinde toplanmış Marianna'yı izliyorlardı ve Ka orada burnunda kan, dövülmüş, aşağılanmış, bir çocuk gibi unutulmuş olmaktan memnundu. Bir ara üzerini ararlar da Lacıvert'in notunu bulurlar diye telaşlandı. Uzun bir süre, ötekilerle birlikte, sessizce ve suçluluk duygularıyla ve Turgut Bey ve kızlarının da aynı anda seyrettiğini düşünerek Marianna'yı seyretti.
Bir reklam arasında Z.Demirkol sandalyesinden kalktı, masanın üzerinden manyetoyu aldı, Ka'ya gösterdi ve ne işe yaradığını bilip bilmediğini sordu, cevap alamayınca söyledi ve çocuğunu sopayla korkutan bir baba gibi sustu biraz.
"Marianna'yı niye seviyorum biliyor musun?" diye sordu dizi yeniden başlayınca. "Çünkü ne istediğini biliyor. Senin gibi aydınlar ise ne istediklerini hiç bilmedikleri için beni hasta ediyorlar. Demokrasi diyorsunuz, sonra şeriatçılarla işbirliği yapıyorsunuz, insan hakları diyorsunuz, terörist katillerin pazarlıklarını yürütüyorsunuz... Avrupa diyorsunuz, Batı düşmanı İslamcılara yağ çekiyorsunuz... Feminizm dersiniz, kadınların başlarını örten erkekleri desteklersiniz. Kendi fikrinle vicdanınla davranmıyorsun da, burada bir Avrupalı nasıl davranırdı onun gibi yapayım diyorsun! Ama Avrupalı bile olamıyorsun! Avrupalı ne yapar biliyor musun? Sizin o aptal bildirinizi Hans Hansen yayımlasa, Avrupalılar da ciddiye alıp Kars'a bir heyet yollasalar, ülkeyi siyasal İslamcıların eline teslim etmediler diye o heyet önce askerlere teşekkür eder. Ama tabii Avrupa'ya dönünce de Kars'ta demokrasi yok diye şikâyet eder ibneler. Sizler de hem ordudan şikâyet edersiniz, hem de İslamcılar sizi kıtır kıtır kesmesin diye askere güvenirsiniz. Bunları gördüğün için işkence etmeyeceğim sana."
Ka artık sıranın "iyiliğe" geldiğini, birazdan serbest bırakılacağını, Turgut Bey ve kızlarına yetişip Marianna'nın sonunu onlarla seyredeceğini düşünüyordu.
"Ama seni oteldeki sevgiline geri yollamadan önce pazarlığını yürüttüğün, koruduğun o terörist katil hakkında kulağına küpe olsun diye biriki şey söylemek istiyorum." dedi Z.Demirkol. "Ama önce şunu sok aklına: Bu yazıhaneye hiç gelmedin. Biz de zaten bir saate kadar boşaltıyoruz burayı. Yeni yerimiz imam hatip lisesi yatakhanesinin en üst katıdır. Seni oraya bekleriz. Lacivert'in nerede gizlendiğini, az önce nerede 'akşam yürüyüşü' yaptığını belki hatırlarsın da bu bilgiyi bizimle paylaşmak istersin. Senin o yakışıklı, lacivert gözlü kahramanının Peygamberimiz'e dil uzatan kuş beyinli bir televizyon spikerini acımasızca öldürdüğünü, eğitim enstitüsü müdürünün kendi gözlerinle görmek zevkine eriştiğin vuruluşunu da onun örgütlediğini aklı daha başındayken Sunay sana söylemiştir. Ama MİT'in çalışkan dinleme memurlarınca ayrıntılı olarak belgelenmiş ve belki de kalbin kırılmasın diye şimdiye kadar sana söylenmemiş bir şey var, bunu da bilsen iyi olur diye düşündük."
Daha sonraki dört yıl boyunca Ka'nın tıpkı bir sinema filmini geri saran makinist gibi, hayatını geri geri akıtıp, bundan sonrası başka türlü olsaydı dediği noktaya geldik şimdi.
"Birlikte Frankfurt'a kaçıp mutlu olmayı kurduğun İpek Hanım, bir zamanlar Lacivert'in de metresiydi," dedi Z.Demirkol yumuşacık bir sesle. "Bu önümdeki dosyaya göre ilişkileri bundan dört yıl önce başladı. O zamanlar İpek Hanım, önceki gün belediye başkan adaylığından kendi isteğiyle çekilen Muhtar Bey ile evliydi ve o yarım akıllı, eski solcu ve şair afedersin Kars'taki genç İslamcıları örgütleyecek diye hayranlıkla evinde ağırladığı Lacivert'in kendisi beyaz eşya dükkânında elektrik sobası satarken karısıyla evde çok sıkı bir ilişki yaşadığının ne yazık ki hiç, farkında değildi."
"Daha evvel hazırlamış bu cümleleri, doğru değil," diye düşündü Ka.
"Bu gizli aşkın farkına ilk -tabii istihbaratın dinleme memurlarından sonra- Kadife Hanım vardı. Kocasıyla arası iyi olmayan İpek Hanım da, üniversiteye yeni başlayacak kızkardeşinin gelişini bahane ederek onunla ayrı eve çıkmıştı. Lacivert gene arada bir 'genç İslamcıları örgütlemek' için şehre geliyor, gene ona hayran Muhtar'da kalıyor, Kadife okula gidince de gözü donmuş âşıklar bu yeni evde buluşuyorlardı: Turgut Bey'in şehre gelmesine, baba ve iki kızının Karpalas'a yerleşmesine kadar sürdü bu. Ondan sonra ablasının yerini türbancı kızlara katılan Kadife aldı. Bu arada lacivert gözlü Kazanova'mızın iki kızkardeşi aynı anda idare ettiği bir geçiş dönemi olduğuna ilişkin kanıtlar da var elimizde."
Ka sulanan gözlerini bütün iradesini kullanarak Z.Demirkol'un gözlerinden kaçırıp oturduğu yerden boylu boyunca görebildiğini şimdi fark ettiği karlar altındaki Atatürk Caddesi'nin hüzünlü ve titrek sokak lambalarına dikti.
"Bunları, bu canavar katilin yerini sırf yufka yürekliliğinden dolayı saklamanın ne kadar yanlış olduğuna seni ikna etmek için söylüyorum," dedi bütün özel timciler gibi kötülük ettikçe dili açılan Z.Demirkol. "Niyetim asla seni üzmek değil. Ama buradan çıktıktan sonra, bütün bu söylediklerimin son kırk yılda Kars'ı mikrofonlarla donatan dinleme servisinin emeğiyle elde edilmiş bilgiler değil, benim uydurduğum saçmalıklar olduğunu düşüneceksin belki. Belki Frankfurt'taki mutluluğunuza leke düşmesin diye İpek Hanım hepsinin yalan olduğuna inanmaya zorlayacak seni. Yufka yüreklisin, kalbin dayanmayabilir, ama bu söylediklerimin doğruluğundan hiç şüphen olmasın diye, devletimizin onca masrafla kaydedip sonra kâtiplere daktilo ettirdiği aşk konuşmalarından da inandırıcı bir miktar okuyacağım izninle."
"Canım, canım, sensiz geçen günler yaşamak değil, " demiş mesela İpek Hanım, dört yıl önce 16 Ağustos'ta sıcak bir yaz günü, belki de ilk ayrılıklarında... İki ay sonra 'İslam ve Mahrem' konulu bir konferans vermek için şehre geldiğinde Lacivert onu bakkallardan, çayhanelerden, bir günde tam sekiz kere aramış, birbirlerini ne kadar sevdiklerini söylemişler, iki ay sonra İpek Hanım onunla kaçmayı düşünüp karar veremediği bir ara ona 'hayatta herkesin aslında tek sevgilisi olduğunu ve kendisininkinin de o olduğunu' söylüyor. Bir başka sefer İstanbul'daki karısı Merzuka'yı kıskandığı için babası evdeyken sevişemeyeceğini belirtiyor Lacivert'e. Bir de son olarak şu son iki günde üç kere daha telefon etmiş! Belki bugün de etmiştir. Bu son konuşmaların dökümü yok şimdi, ama önemli değil, ne konuştuklarını sen sorarsın İpek Hanım'a. Çok özür diliyorum, bu kadarının kafi olduğunu görüyorum, lütfen ağlamayın, arkadaşlar kelepçenizi çözsünler, yüzünü yıka, istersen seni oteline bıraksınlar."
 
 
 
39
 
 
Birlikte ağlamanın zevkleri
Ka İLE İPEK OTELDELER
 
Ka dönüş yolunu yürümek istedi. Burnundan dudaklarına ve çenesine akan kanı, bütün yüzünü bol suyla yıkamış, kendi rızasıyla misafirliğe gelmiş biri gibi dairedeki haydutlara ve katillere iyi niyetle bir "Allahaısmarladık" deyip çıkmış, Atatürk Caddesi'nin ölgün ışıkları altında bir sarhoş gibi yalpalayarak yürümeye başlamış, Halitpaşa Caddesi'ne düşüncesizce sapıp tuhafiyeci dükkânında Peppino di Capri'nin "Roberta"sının gene çaldığını işittikten hemen sonra hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Üç gün önce Erzurum-Kars otobüsünde yanına oturduğu ve uyurken kafasının kucağına düştüğü ince yakışıklı köylüyle işte bu sırada karşılaştı. Bütün Kars hâlâ Marianna'yı seyrederken Ka Halitpaşa Caddesi'nde önce avukat Muzaffer Bey ile, daha sonra saptığı Kâzım Karabekir Caddesi'nde de Şeyh Saadettin Tekkesi'ne ilk gidişinde gördüğü otobüs şirketi yöneticisi ve yaşlı arkadaşıyla burun buruna geldi. Gözlerinden hâlâ yaşlar aktığını bu insanların bakışlarından anlıyor, günlerdir bu sokaklarda bir aşağı bir yukarı yürürken önünden geçtiği buzlu vitrinleri, ağzına kadar dolu çayhaneleri, şehrin bir zamanlar güngördüğünü hatırlatan fotoğrafçı dükkânlarını, titrek sokak lambalarını, kaşar peyniri tekerleri sergilenen bakkal vitrinlerini. Kâzım Karabekir Caddesi'yle Karadağ Caddesi'nin köşesindeki sivil polisleri artık görmese de tanıyordu.
Otele girmeden hemen önce karşılaştığı iki koruyucu eri her şeyin yolunda olduğunu söyleyerek yatıştırdı. Kimselere görünmemeye çalışarak odasına çıktı. Kendini yatağa atar atmaz hıçkırarak ağlamaya başladı. Çok uzun bir süre ağladıktan sonra kendiliğinden sustu. Şehrin seslerini dinleyerek yattığı ve çocukluğun bitip tükenmeyen bekleyişleri kadar uzun gelen biriki dakika sonra kapı vuruldu; İpek'ti. Kâtip çocuktan Ka'da bir tuhaflık olduğunu öğrenmiş, hemen gelmişti. Bunu söylerken yaktığı lambanın ışığında Ka'nın suratını görünce korkup sustu. Uzun bir sessizlik oldu.
"Lacivert ile ilişkini öğrendim," diye fısıldadı Ka.
"Kendi mi söyledi?"
Ka lambayı söndürdü. "Z.Demirkol ve arkadaşları beni kaçırdılar," diye fısıldadı. "Dört yıldır telefon konuşmalarınız dinleniyormuş." Kendini tekrar yatağa attı. "Ölmek istiyorum," dedi ve ağlamaya başladı.

Yüklə 1,73 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   23   24   25   26   27   28   29   30   ...   33




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin