TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
CHRISTIANA NEUHOFER BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2013/9580)
Karar Tarihi: 10/6/2015
R.G. Tarih- Sayı: 15/7/2015-29417
BİRİNCİ BÖLÜM
KARAR
Başkan : Burhan ÜSTÜN
Üyeler : Hicabi DURSUN
Erdal TERCAN
Hasan Tahsin GÖKCAN
Kadir ÖZKAYA
Raportör Yrd. : Gökçe GÜLTEKİN
Başvurucu : Cristiana NEUHOFER
Vekili : Av. Ali Fuat ÖZBAKIR
-
BAŞVURUNUN KONUSU
-
Başvurucu, maliki olduğu Isparta ili, Eğirdir ilçesinde bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağının Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle bildirilmesi üzerine anılan işlemin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini, İlk Derece Mahkemesinde ve Danıştayda duruşma yapılmasına ilişkin taleplerinin kabul edilmediğini, yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve tazminat ödenmesini talep etmiştir.
-
BAŞVURU SÜRECİ
-
Başvuru, 18/12/2013 tarihinde Antalya 4. Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir.
-
Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 28/11/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir.
-
Bölüm Başkanı tarafından 9/1/2015 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
-
Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 11/2/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir.
-
OLAY VE OLGULAR
-
Olaylar
-
Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir:
-
Barla Belediyesince yapılan kontroller sonucunda, başvurucunun maliki olduğu, Boyalı mahallesi, Dikmen mevkii 30 pafta, 4840 parsel numaralı taşınmazın üzerinde bulunan ruhsatlı binanın yıkıldığı ve yeniden inşa edilmek istendiği, inşaatın 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’na göre kaçak olarak yapıldığı, 9/8/1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu ile Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ni ihlal ettiği belirtilerek 28/9/1998 tarihinde tanzim edilen zabıt ve rapor sonucunda inşaat mühürlenmiştir.
-
Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle Boyalı mahallesi, 30 pafta, 4840 numaralı parselde bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağı başvurucuya bildirilmiştir.
-
Başvurucunun anılan işlemin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı davada, 21/12/2006 tarihinde yetkisizlik kararı verilmesi üzerine yargılamaya Isparta İdare Mahkemesinde devam edilmiştir.
-
Mahkemenin 6/3/2009 tarihli ve E.2007/1564, K.2009/275 sayılı kararıyla 14/3/2006 tarihli işlemin hukuka uygun olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:
“Karar veren Isparta İdare Mahkemesince önceden belirlenen ve taraflara tebliğ edilen 22/7/2008 tarihli duruşmaya davacı ve davalı idare vekillerinin geldiği görülerek taraflara usulüne uygun söz verilip yaptıkları açıklamalar dinlendikten sonra dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü:
Dosyanın incelenmesinden; Isparta ili, Eğirdir ilçesi, Barla kasabası, Boyalı mahallesi, 30 pafta, 4840 parselde bulunan eski yapının yıkılarak yerine yapılan inşaatın İmar Kanunu’na göre kaçak olduğu ve Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’ne aykırı olduğundan bahisle 28/9/1998 tarihinde davalı idare yetkileri tarafından mühürlenmesine rağmen inşaata devam edilerek tamamlama aşamasına getirildiğinin yine davalı idare yetkilileri tarafından tespit edilmesi üzerine inşaatın 1/12/1999 tarihli yapı tatil zaptı düzenlenerek mühürlendiği, 3/12/1999 tarihli Belediye Encümen Kararı ile yıkımına karar verildiği, yıkım kararının uygulanmaması üzerine Isparta Valiliği İl Çevre ve Orman Müdürlüğünün 28/2/2006 tarihli işlemiyle Barla Belediye Başkanlığından yıkımına karar verilen kaçak yapıların yıkılmasının istendiği, dava konusu 14/3/2006 tarihli işlemle de söz konusu yapının yıkımının istenmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu taşınmazın, imar mevzuatına ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümlerine uygunluğunun saptanması amacıyla Mahkememizin 22/7/2008 tarihli ara kararına istinaden 18/11/2008 tarihinde mahallinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen 29/12/2008 tarihli bilirkişi raporunda özetle; dava konusu taşınmazın köy yerleşik alanının dışında, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve imar planı sınırları dışında olduğu, taşınmazın Eğirdir Gölü kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle olan uzaklığının 41,30 metre olduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı, Eğirdir gölünün ülkenin ikinci büyük tatlı su gölü ve aynı zamanda bölgenin içme ve kullanma suyu kaynağı durumunda olduğu, bu nedenle gölün korunmasının çeşitli kanun ve yönetmelikler çerçevesinde olduğu (3621 sayılı Kıyı Kanunu, 3194 sayılı İmar Kanunu, 2872 sayılı Çevre Kanunu, 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği), dava konusu taşınmazın imar planı dışında, belediye sınırları içinde fakat köy yerleşik alanı dışında kaldığından ruhsat alınması gerektiği, ancak taşınmaza ait herhangi bir izin veya ruhsat bulunmadığı, taşınmazın son durumda Mutlak Koruma Alanında kaldığı ve yapının dondurulması gerektiği, özel hükümler getirilinceye kadar yönetmelikte belirtilen genel ilkeler çerçevesinde işlem yapılması gerektiği, sonuç olarak söz konusu yapının, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinde belirtilen hükümlere göre ruhsat alınması gerektiğinden, 3194 sayılı İmar Kanunu ve Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği’ne aykırılık teşkil ettiği, ancak, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümleri uyarınca 2004 yılından önce yapılan davacıya ait yapının dondurulmuş olmasından dolayı herhangi bir aykırılık teşkil etmediği görüşlerine yer verilmiştir.
Yukarıda anılan mevzuat hükümleri uyarınca Mutlak Koruma Alanı ve Kısa Mesafeli Koruma Alanında yapılaşmaya izin verilmeyeceği, mevcut yapıların ise dondurulmuş olduğunun belirtildiği, ‘Bu alanda kalan mevcut yapılar dondurulmuştur.’ ibaresinden de Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği yürürlüğe girmeden önce usulüne uygun olarak ruhsat alınarak yapılmış yapıların dondurulmuş olduğunun anlaşılması gerektiği açık olup, aksinin düşünülmesi halinde ruhsatsız olarak yapılmış ve ruhsata bağlanma imkânı da olmayan yapıların Yönetmelik hükümleri ile bir anlamda imar affı ihdas edilmiş olacaktır.
Bu durumda, ilgili idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı anlaşılan ve mutlak koruma alanında kaldığından ruhsata bağlanması mümkün olmayan dava konusu yapının yıkımı yönünde tesis edilen işlemlerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.”
-
Temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ve E.2011/3903, K.2012/3703 sayılı ilamıyla, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli yıkımın bildirilmesine ilişkin işleminin iptali davasında duruşma talebinin yerinde görülmediği, kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek, hüküm onanmıştır.
-
Karar düzeltme istemi, aynı Dairenin 17/9/2013 tarihli ve E.2012/8989, K.2013/5970 sayılı ilamıyla reddedilmiştir.
-
Karar, 18/11/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir.
-
Başvurucu, 18/12/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
-
İlgili Hukuk
-
3194 sayılı Kanun'un "Yapı ruhsatiyesi" kenar başlıklı 21. maddesi şöyledir:
"Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.
Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz.
Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir.
Belediyeler veya valilikler mahallin ve çevrenin özelliklerine göre yapılar arasında uyum sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış cephe boya ve kaplamaları ile çatının malzemesini ve rengini tayin etmeye yetkilidir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu hükme tabidir.”
-
3194 sayılı Kanun'un "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar " kenar başlıklı 32. maddesi şöyledir:
"Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.
Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshasıda muhtara bırakılır.
Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.
Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir
Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.”
-
31/12/2004 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliği’nin "Mutlak Koruma Alanı" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
“(Değişik birinci paragraf:RG-13/2/2008-26786) Mutlak koruma alanı, içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerittir. Söz konusu alanın sınırının su toplama havzası sınırını aşması hâlinde, mutlak koruma alanı havza sınırında son bulur. Bu alanda aşağıda belirtilen koruma tedbirleri alınır,
a) (Değişik:RG-13/2/2008-26786) Maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki şerit kamulaştırılır. Kamulaştırma suyu kullanan idare veya idarelerce yapılır. Ancak 1988 yılı veya su temin projesinin yatırım programına alındığı tarih itibarıyla mevcut olan yapılarda bu alanda kamulaştırma yapılıncaya kadar, yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım maksadını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım onarım yapılabilir.
b) İçme ve kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler hariç olmak üzere, bu alanda hiçbir yapı yapılamaz. Bu alanda kalan mevcut yapılar dondurulmuştur.
c) Çevre düzeni planına uyularak, bu alan içinde gölden faydalanma, piknik, yüzme, balık tutma ve avlanma ihtiyaçları için cepler teşkil edilir. Bu cepler su alma yapısına 300 metreden daha yakın olamaz.
d) Kamulaştırmayı yapan idarece gerekli görülen yerlerde alan çitle çevrilir veya koruma alanı teşkil edilir.”
-
6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun “İptal ve tam yargı davaları” kenar başlıklı 12. maddesi şöyledir:
“İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11 nci madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.”
-
2577 sayılı Kanun'un "Duruşma" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:
"1. Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinde açılan iptal ve yirmibeşbin Türk Lirasını aşan tam yargı davaları ile tarh edilen vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezaları toplamı yirmibeşbin Türk Lirasını aşan vergi davalarında, taraflardan birinin isteği üzerine duruşma yapılır.
2. Temyiz ve itirazlarda duruşma yapılması tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlıdır.
3. Duruşma talebi, dava dilekçesi ile cevap ve savunmalarda yapılabilir.
4. 1 ve 2 nci fıkralarda yer alan kayıtlara bağlı olmaksızın Danıştay, mahkeme ve hakim kendiliğinden duruşma yapılmasına karar verebilir.
5. Duruşma davetiyeleri duruşma gününden en az otuz gün önce taraflara gönderilir."
-
2577 sayılı Kanun’un 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası, 14. maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, 20. maddesinin (5) numaralı fıkrası, 49. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile 60. maddesi (bkz. Melik Uzun, B. No: 2013/8905, 8/9/2014, §§ 10-13).
-
İNCELEME VE GEREKÇE
-
Mahkemenin 10/6/2015 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun 18/12/2013 tarih ve 2013/9580 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
-
Başvurucunun İddiaları
-
Başvurucu, maliki olduğu Isparta ili, Eğirdir ilçesi, 4840 parsel numaralı taşınmazda bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağının Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle bildirilmesi üzerine anılan işleminin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı davada yetkisizlik kararı verildiğini ve yargılamaya Isparta İdare Mahkemesinde devam edildiğini, Mahkemece hukuka aykırı olarak davanın reddine hükmedildiğini, İlk Derece Mahkemesinde ve Danıştayda duruşma yapılmasına ilişkin taleplerinin kabul edilmediğini, yıkım kararı verilen yapının taşınmazı satın aldığı tarihten önce de var olduğunu, inşa ettiği yeni yapı için Belediyeden gerekli izinleri aldığını ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
Değerlendirme
-
Başvuru formu ve ekleri incelendiğinde, başvurucunun, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde açtığı davanın hukuka aykırı olarak reddedildiğini belirterek, eşitlik ilkesinin, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürdüğü anlaşılmıştır. Anayasa Mahkemesi, başvurucunun ihlal iddialarına ilişkin nitelendirmesi ile bağlı olmayıp hukuki nitelendirmeyi kendisi yapar. Anılan ihlal iddiaları, yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı iddiası ile mülkiyet hakkının ihlali iddiası kapsamında incelenmiştir. Başvurucunun Derece Mahkemelerinde duruşma yapılmasına ilişkin talebinin reddedildiği iddiası ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası ayrıca değerlendirilmiştir.
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Yargılamanın Sonucu İtibarıyla Adil Olmadığı İddiası
-
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
“Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.”
-
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
-
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrasında açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar verilebileceği belirtilmiştir. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvurular kapsamında değerlendirilen kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin şikâyetlerin bireysel başvuruda incelenemeyeceği kurala bağlanmıştır.
-
Anılan kurallar uyarınca, ilke olarak derece mahkemeleri önünde dava konusu yapılmış maddi olay ve olguların kanıtlanması, delillerin değerlendirilmesi, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması ile derece mahkemelerince uyuşmazlıkla ilgili varılan sonucun esas yönünden adil olup olmaması bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Bunun tek istisnası, derece mahkemelerinin tespit ve sonuçlarının adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan tarzda bariz takdir hatası veya açık keyfilik içermesi ve bu durumun kendiliğinden bireysel başvuru kapsamındaki hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmasıdır. Bu çerçevede, kanun yolu şikâyeti niteliğindeki başvurular, bariz takdir hatası veya açık keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesince incelenemez (Muhammet Kaplan, B. No: 2013/1586, 18/9/2013, § 21).
-
Başvurucu, Derece Mahkemesinin davanın reddine ilişkin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu ve adil olmadığını ileri sürmüştür.
-
Başvuru konusu olayda, Mahkemenin 6/3/2009 tarihli kararıyla; dava konusu taşınmazın Eğirdir gölü kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle 41,30 metre uzaklıkta bulunduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı, dava konusu yapının ilgili idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı, mutlak koruma alanında kaldığı ve ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir (bkz. § 10). Başvurucunun, duruşma istemli olarak kararı temyizi üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilamıyla karar onanmış, karar düzeltme talebi aynı Dairenin 17/9/2013 tarihli ilamıyla reddedilmiştir.
-
Mahkemelerin gerekçeleri ve başvurucunun iddiaları incelendiğinde, iddiaların özünün İlk Derece Mahkemesi ve Danıştay tarafından delillerin değerlendirilmesinde ve hukuk kurallarının yorumlanmasında isabet olmadığına ve esas itibarıyla yargılamanın sonucuna ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
-
Başvurucu, yargılama sürecinde karşı tarafın sunduğu deliller ve görüşlerden bilgi sahibi olamadığına, kendi delillerini ve iddialarını sunma olanağı bulamadığına, karşı tarafça sunulan delillere ve iddialara etkili bir şekilde itiraz etme fırsatı bulamadığına ya da uyuşmazlığın çözüme kavuşturulmasıyla ilgili iddialarının Derece Mahkemesi tarafından dinlenmediğine ilişkin bir bilgi ya da kanıt sunmadığı gibi Mahkemenin ve Danıştayın kararında bariz takdir hatası veya açık keyfilik oluşturan herhangi bir durum da tespit edilememiştir.
-
Açıklanan nedenlerle, başvurucu tarafından ileri sürülen iddiaların kanun yolu şikâyeti niteliğinde olduğu, Derece Mahkemesi ve Danıştay kararlarının bariz takdir hatası veya açık keyfilik de içermediği anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Derece Mahkemelerinde Duruşma Yapılmaması Nedeniyle Adil Yargılanma Hakkının İhlali İddiası
-
Başvurucu, İlk Derece Mahkemesi önünde ve Danıştayda duruşma yapılması isteminin reddedildiğini belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Mahkeme, … açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir.”
-
Bireysel başvuruların genel olarak dört ana başlık altında yapılan inceleme sonunda açıkça dayanaktan yoksunluk nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilebilmektedir. Bunlar, temyiz mercii başvuruları, açık veya görünür bir ihlalin olmadığı başvurular, kanıtlanmamış şikâyetler ile karmaşık ve zorlama şikâyetlere ilişkin başvurulardır(Mehmet Şerif Ay, B. No: 2012/1181, 17/9/2013, § 25).
-
Somut olayda, Isparta İdare Mahkemesinin 6/3/2009 tarihli kararında; 22/7/2008 tarihinde duruşma yapıldığı, başvurucunun ve davalı İdare vekillerinin duruşmaya katıldığı, taraflara usulüne uygun söz verildiği ve yaptıkları açıklamaların dinlendiği belirtilmiştir. Bu durumda duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı açısından bir ihlalin olmadığı açıktır.
-
2577 sayılı Kanun'un "Duruşma" başlıklı 17. maddesinde, temyiz ve itiraz incelemelerinde duruşma yapılması, tarafların istemine ve Danıştay veya ilgili bölge idare mahkemesi kararına bağlı olduğu, bunun yanında Danıştay veya bölge idare mahkemesinin kendiliğinden de duruşma yapılmasına karar verebileceği düzenlenmiştir (bkz. § 19). Başvurucunun duruşmalı temyiz talebi, Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından 2577 sayılı Kanun’un 17. maddesi uyarınca yerinde görülmeyerek reddedilmiştir.
-
Açıklanan nedenlerle, İlk Derece Mahkemesi önünde ve Danıştayda duruşma yapılmaması nedeniyle adil yargılanma hakkına yönelik bir ihlal olmadığının açık olduğu anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
c. Mülkiyet Hakkının İhlal Edildiği İddiası
-
Anayasa'nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası şöyledir:
"Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır."
-
6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir"
-
Temel hak ve özgürlüklere saygı, devletin tüm organlarının uyması gereken bir ilke olup bu ilkeye uygun davranılmadığı takdirde, ortaya çıkan ihlale karşı öncelikle yetkili idari mercilere ve derece mahkemelerine başvurulmalıdır. Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, ikincil nitelikte bir kanun yoludur. Temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddialarının öncelikle genel yargı mercilerinde, olağan kanun yolları ile çözüme kavuşturulması esastır. Bireysel başvuru yoluna, iddia edilen hak ihlallerinin bu olağan denetim mekanizması içinde giderilememesi durumunda başvurulabilir (Bayram Gök, B. No: 2012/946, 26/3/2013, § § 17,18).
-
Ancak belirtilen hükümlerde yer verilen olağan başvuru yolları ibaresinin, başvurucunun şikâyetleri açısından makul bir başarı şansı sunabilecek ve bir çözüm sağlayabilecek nitelikte, kullanılabilir ve etkili başvuru yolları olarak anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca, başvuru yollarını tüketme kuralı ne kesin ne şeklî olarak uygulanabilir bir kural olup, bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit başvurunun koşullarının dikkate alınması esastır. Bu anlamda, yalnızca hukuk sisteminde bir takım başvuru yollarının varlığının değil, aynı zamanda bunların uygulama şartları ile başvurucunun kişisel koşullarının gerçekçi bir biçimde ele alınması gerekmektedir. Bu nedenle başvurucunun, kendisinden başvuru yollarının tüketilmesi noktasında beklenebilecek her şeyi yerine getirip getirmediğinin başvurunun özellikleri dikkate alınarak incelenmesi gerekir (S.S.A., B. No. 2013/2355, 7/11/2013, § 28).
-
Başvurucu, Barla Belediyesince verilen yıkım kararı ve bu karara karşı açtığı iptal davasının reddedilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
-
Somut olayda, dava konusu Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle başvurucunun maliki olduğu taşınmazda bulunan ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılması gerektiği, aksi halde İdare tarafından yıkılacağı başvurucuya bildirilmiş, başvurucu anılan işleme karşı iptal davası açmıştır. Isparta İdare Mahkemesinin 6/3/2009 tarihli kararıyla; dava konusu taşınmazın Eğirdir gölü kenarında bulunduğu, yapılan ölçümler sonucu taşınmazın göle 41,30 metre uzaklıkta bulunduğu, taşınmazın çevresinde herhangi bir yapılaşmanın olmadığı, dava konusu yapının ilgili idarelerden ruhsat alınmadan yapıldığı, mutlak koruma alanında kaldığı ve ruhsata bağlanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle idari işlemin hukuka aykırı olmadığı belirtilerek dava reddedilmiştir (bkz. § 10). Karar, Danıştay incelemesinden geçerek kesinleşmiştir.
-
Başvurucunun, 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılmasına yönelik Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali amacıyla dava açtığı, inşaatın veya yapının değerinin tazmin edilmesine yönelik herhangi bir dava açmadığı, Belediyenin işlemi nedeniyle zarara uğradığı veya mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkin olarak derece mahkemelerinde tam yargı davası açabileceği, ancak başvurucu tarafından bu konuda herhangi bir dava açılmadığı anlaşılmaktadır.
-
Açıklanan nedenlerle, hukuk sisteminde düzenlenen başvuru yolları usulüne uygun olarak tüketilmeden mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının bireysel başvuru konusu yapıldığı anlaşıldığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin “başvuru yollarının tüketilmemiş olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
d. Yargılamanın Makul Sürede Sonuçlanmadığı İddiası
-
Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi sonucunda, açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
-
Başvurucu, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açtığı davada yetkisizlik kararı verilmesi üzerine Isparta İdare Mahkemesinde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığını belirterek, Anayasa’nın 36. maddesinde tanımlanan adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
-
Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) ortak koruma alanı dışında kalan bir hak ihlali iddiasını içeren başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmayıp (Onurhan Solmaz, B. No: 2012/1049, 26/3/2013, § 18), Sözleşme metni ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarından ortaya çıkan ve adil yargılanma hakkının somut görünümleri olan alt ilke ve haklar, Anayasa’nın 36. maddesinde yer verilen adil yargılanma hakkının da unsurlarıdır. Anayasa Mahkemesi de Anayasa’nın 36. maddesi uyarınca inceleme yaptığı birçok kararında, ilgili hükmü Sözleşme’nin 6. maddesi ve AİHM içtihadı ışığında yorumlamak suretiyle, Sözleşme’nin lâfzî içeriğinde yer alan ve AİHM içtihadıyla adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil edilen ilke ve haklara, Anayasa’nın 36. maddesi kapsamında yer vermektedir. Somut başvurunun dayanağını oluşturan makul sürede yargılanma hakkı da yukarıda belirtilen ilkeler uyarınca adil yargılanma hakkının kapsamına dâhil olup, ayrıca davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğunu belirten Anayasa’nın 141. maddesinin de Anayasa’nın bütünselliği ilkesi gereği, makul sürede yargılanma hakkının değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gerektiği açıktır (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 38–39).
-
Davanın karmaşıklığı, yargılamanın kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun davanın hızla sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar, bir davanın süresinin makul olup olmadığının tespitinde göz önünde bulundurulması gereken kriterlerdir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 41–45).
-
Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesi uyarınca, medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıkların makul sürede karara bağlanması gerekir. Hukuk sisteminde yer alan mevzuat hükümleri gereğince “kamu hukuku” alanına dâhil olan, ancak sonucu itibarıyla özel nitelikteki haklar ve yükümlülükler üzerinde belirleyici olan uyuşmazlıkları konu alan davalar da Anayasa’nın 36. maddesi ve Sözleşme’nin 6. maddesinin koruması kapsamına girmektedir. Bu anlamda, belirtilen düzenlemelerde yer verilen güvenceler, başvurucunun haklarına zarar verdiği iddia edilen idari bir kararın iptali talebiyle açılan davalara da uygulanacaktır (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, § 44). Başvuruya konu davanın, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işlemiyle başvurucunun maliki olduğu ve 28/9/1998 tarihinde mühürlenerek durdurulan inşaatın bir ay içerisinde yıkılmasına yönelik idari işlemin iptali istemini konu alan bir uyuşmazlık olduğu görülmekle, somut yargılama faaliyetinin, medeni hak ve yükümlülükleri konu alan bir yargılama olduğunda kuşku yoktur.
-
Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin makul süre değerlendirmesinde, sürenin başlangıcı kural olarak, uyuşmazlığı karara bağlayacak yargılama sürecinin işletilmeye başlandığı, başka bir deyişle davanın ikame edildiği tarihtir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 50). Somut başvuru açısından bu tarih, 4/5/2006 tarihidir.
-
Sürenin bitiş tarihi ise, çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde yargılamanın sona erme tarihidir (Güher Ergun ve Diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, § 52). Somut başvuru açısından bu tarih, Danıştay Ondördüncü Dairesi tarafından karar düzeltme isteminin reddedildiği 17/9/2013 tarihidir.
-
Başvuruya konu yargılama sürecinin incelenmesinde, Barla Belediyesinin 14/3/2006 tarihli işleminin iptali istemiyle 4/5/2006 tarihinde Antalya 1. İdare Mahkemesinde açılan davada; Mahkemece 21/12/2006 tarihinde yetkisizlik kararı verilerek dava dosyasının yetkili Mahkemesine gönderildiği, Isparta İdare Mahkemesinde devam eden yargılamada; 22/7/2008 tarihinde keşif yapılması ve bilirkişi raporu alınmasına karar verildiği, 18/11/2008 tarihinde keşfin gerçekleştirildiği, 6/3/2009 tarihli kararla davanın reddedildiği, temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesinin 22/5/2012 tarihli ilâmıyla İlk Derece Mahkemesi kararının onandığı, karar düzeltme isteminin aynı Dairenin 17/9/2013 tarihli ilâmıyla reddedildiği anlaşılmaktadır.
-
İlgili yargılama evrakının incelenmesinden, başvuruya konu yargılama sürecinin idari yargı makamları nezdinde yürütülerek sonuçlandırıldığı görülmekle, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama faaliyetinin söz konusu olduğu ve idari yargı alanına dâhil uyuşmazlıkları konu alan yargılama faaliyetleri için geçerli genel usuli hükümler içeren 2577 sayılı Kanun’un muhtelif maddelerinin, uyuşmazlıkların makul sürede çözümlenmesi gerekliliğini ortaya koyduğu anlaşılmaktadır (bkz. § 20).
-
Hukuk sistemimizde idari yargı alanında yer alan uyuşmazlıklara ilişkin dava sürelerinin makul yargılama süresini aştığı yönündeki tespitlere, AİHM kararlarında yer verilmiş olup, özellikle idari yargı alanındaki yapısal sorunlar ve Danıştay nezdinde temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçirilen uzun yargılama sürelerinin ihlal kararlarına temel oluşturduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda idari yargı makamları nezdindeki yargılamaların makul sürede tamamlanmadığı yönündeki iddialar daha önce bireysel başvuru konusu yapılmış ve Anayasa Mahkemesi tarafından, özellikle 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümleri de göz önünde bulundurularak makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönünde karar verilmiştir (Selahattin Akyıl, B. No: 2012/1198, 7/11/2013, §§ 54-60).
-
Başvuruya konu davaya bir bütün olarak bakıldığında, 2577 sayılı Kanun’da yer alan usul hükümlerine tabi bir yargılama sürecine ilişkin somut başvuru açısından farklı bir karar verilmesini gerektirecek bir yön bulunmadığı, yargılamaya ilişkin dört yılı aşkın bir sürenin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinde geçtiği ve söz konusu yedi yıl dört aylık yargılama sürecinde makul olmayan bir gecikmenin olduğu sonucuna varılmıştır.
-
Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden
-
Başvurucu, temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmesi nedeniyle 500.000,00 TL maddi tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.
-
6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
-
Başvurucu manevi tazminat talebinde bulunmamış, yalnızca maddi tazminat talebinde bulunmuştur. Tespit edilen ihlal ile iddia edilen maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun maddi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.
-
Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
-
HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
-
Başvurucunun,
1. Yargılamanın sonucu itibarıyla adil olmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
2. Derece Mahkemelerinde duruşma yapılmadığı yönündeki iddiasının "açıkça dayanaktan yoksun olması",
3. Mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının "başvuru yollarının tüketilmemesi"
nedenleriyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
4. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
5. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,
-
Başvurucunun maddi tazminat talebinin REDDİNE,
-
Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,
-
Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,
10/6/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.
Başkan
Burhan ÜSTÜN
|
Üye
Hicabi DURSUN
|
Üye
Erdal TERCAN
|
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN
|
Üye
Kadir ÖZKAYA
|
Dostları ilə paylaş: |