BiRİNCİ BÖLÜm karar ibrahim bilmez başvurusu



Yüklə 128,98 Kb.
səhifə2/2
tarix28.07.2018
ölçüsü128,98 Kb.
#61372
1   2

Başvurucunun İddiaları

  1. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin erişimine açık olan Derginin, Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının Anayasa’nın 26. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 10. maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk durumunun, kanunlarda belirtilen koşullar dışında özgür bireylerden farklı olarak sınırlayıcı yaptırımlar getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğunu ve hakkındaki uygulamanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesini engellediğini, ayrıca Eğitim Kurulu kararına karşı yaptığı başvuruyu inceleyen İnfaz Hâkimliği ve bu karara yönelik itirazı inceleyen Ağır Ceza Mahkemesi kararlarının gerekçesiz olduğunu ve bu durumun Anayasa’nın 141. maddesine aykırılık oluşturduğunu, bu çerçevede Anayasa’nın 5., 10., 17., 26., 36. ve 141. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüş, maddi ve manevi tazminat taleplerinde bulunmuştur.

  1. Değerlendirme

  1. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp, olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Bu bakımdan başvurucunun, Dergiye erişiminin engellenmesi ile ilgili şikâyetlerinin bir bütün olarak ifade özgürlüğü kapsamında incelenmesi gerekir. Somut olay bakımından temel sorun, başvurucunun Dergiye erişiminin engellenmesi olduğundan, başvurucunun diğer şikâyetlerinin ayrıca incelenmesine gerek görülmemiştir.

  1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

  1. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin erişimine açık olan Derginin Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının Anayasa’nın 26. ve Sözleşme’nin 10. maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk durumunun, kanunlarda belirtilen koşullar dışında özgür bireylerden farklı olarak sınırlayıcı yaptırımlar getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğu ve hakkındaki uygulamanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesini engellediğini ileri sürmüştür.

  2. Bakanlık görüş yazısında, başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin şikâyetinin kabul edilebilirliği yönünden görüş bildirilmemiştir.

  3. Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanının, haber ve fikirlere ulaşma hakkını güvence altına aldığı ve dolayısıyla, haber ve fikirlere ulaşma hakkının, bireysel başvuru incelemesi bakımından, Anayasa Mahkemesinin konu bakımından yetki alanı içerisinde yer aldığı konusunda tereddüt bulunmamaktadır.

  4. Başvurucunun, açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden bulunmayan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair başvurusunun, kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

  1. Esas Yönünden

  1. Başvurucu, basım veya dağıtımına ilişkin herhangi bir yasaklama kararı bulunmayan, kamuya açık alanlarda satışı yapılan ve herkesin erişimine açık olan Derginin Eğitim Kurulu tarafından yasaklanmasının Anayasa’nın 26. ve Sözleşme’nin 10. maddelerine aykırı olduğunu, tutukluluk durumunun, kanunlarda belirtilen koşullar dışında özgür bireylerden farklı olarak sınırlayıcı yaptırımlar getirmesinin ayrımcılık niteliğinde olduğunu ve hakkındaki uygulamanın maddi ve manevi varlığını geliştirmesini engellediğini ileri sürmüştür.

  2. Bakanlık görüş yazısında, başvuruya konu Derginin başvurucuya verilmemesine ilişkin kararın; iç hukukta açık ve ulaşılabilir bir yasal dayanağı olduğu, söz konusu kararın suç işlenmesinin önlenmesi ve kamu emniyeti gibi amaçlarla alındığının anlaşıldığı, Derginin süreli bir yayın olduğu ve birçok yazar tarafından kaleme alınan makalelerden oluştuğu, Eğitim Kurulu kararında, Derginin bazı bölümlerinde Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar bulunduğunun, Öcalan’ı ve terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlar bulunduğunun belirtildiği, ancak başvurucunun şikâyetinin incelendiği karar ve bu karara karşı itiraz üzerine verilen kararda, Derginin içeriğinde yer alan hangi ifadelerin bu kapsamda değerlendirildiğine ilişkin somut ifadelere yer verilmediği, kararlarda 5275 sayılı Kanun’un 62. maddesinin (3) numaralı fıkrası ile Yönerge hükümlerine dayanıldığı, bu düzenlemelerde geçen “kurum güvenliğini tehlikeye düşürme veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan yayın” kavramlarına ilişkin somut değerlendirmelerin açıklanmadığı bildirilmiş ve müdahale bakımından demokratik toplumda zorunlu bir toplumsal ihtiyacın var olup olmadığının değerlendirilmesi bakımından belirtilen hususlara dikkat çekilmiştir.

  3. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyan dilekçesinde, Derginin verilmemesine dair dayanak gösterilen kanun maddesinin aradığı koşulların somut olayda mevcut olmadığını, ilgili mercilere hangi koşulların gerçekleştiği hususuna dair herhangi bir fikir beyan edilmediğini, kurum güvenliğinin hangi hallerde ve ne şekilde tehlikeye düşeceğinin açıklamaya muhtaç olduğunu, Derginin, ülke sathında yasal olarak satılan ve dağıtımı yapılan bir dergi olduğunu, düşünce ve ifade özgürlüğünün AİHM içtihatları çerçevesinde devlet organları ve toplumun çoğunluğu gibi düşünmeme, düzeni sorgulama hatta kınamayı da içerdiğini, toplum için şok edici ve rahatsızlık oluşturan düşünceleri de kapsadığını, Derginin kurum güvenliği bakımından tehdit oluşturmadığını, bu nedenle müdahalenin meşru olmadığını, araç ve amaç arasında dengesizlik oluştuğunu, ceza infaz kurumunda olması nedeniyle diğer insanlardan farklı muameleye tabi tutulduğunu, hatta fikir ve düşünceleri sebebiyle diğer mahkûmlardan ayrı muameleye tabi tutulduğunu ifade etmiştir.

  4. İfade özgürlüğü, insanın serbestçe haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine ulaşabilmesi, edindiği düşünce ve kanaatlerden dolayı kınanamaması ve bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, §40).

  5. Anayasa’nın “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” kenar başlıklı 26. maddesinde herkesin, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu, bu özgürlüğün resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsadığı hükme bağlanmıştır.

  6. Belirtilen Anayasa maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar “söz, yazı, resim veya başka yollarolarak ifade edilmiş olup, “başka yollar” ibaresiyle her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğuna işaret edilmiştir (B. No: 2013/2602, 23/1/2014, § 43).

  7. Sözleşme’nin “İfade özgürlüğü” kenar başlıklı 10. maddesinde ise, herkesin ifade özgürlüğü hakkına sahip olduğu ve bu hakkın, kamu makamlarının müdahalesi olmaksızın ve ülke sınırları gözetilmeksizin, kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü de kapsadığı hüküm altına alınmıştır.

  8. Haber veya fikirlere ulaşma hakkı, ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçasıdır. Anayasa’da ifade özgürlüğüne ilişkin olarak daha ayrıntılı düzenlemeler de yer almakla birlikte mevcut koşullar altında başvurunun ifade özgürlüğüne ilişkin temel düzenleme olan Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında incelenmesinin uygun olacağı değerlendirilmiştir.

  9. Mutlak olmayan ve sınırlanabilir bir hak niteliğinde olan ifade özgürlüğü, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin sınırlama rejimine tabidir. İfade özgürlüğüne ilişkin 26. maddenin ikinci fıkrasında “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” şeklinde sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Ancak bu özgürlüğe yönelik sınırlamaların da bir sınırının olması gerektiği açıktır.

  10. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında, Anayasa’nın 13. maddesindeki “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” ifadeleri ile şekillenen ölçütlerin göz önüne bulundurulması zorunludur. Bu sebeple, ifade özgürlüğüne getirilen sınırlandırmaların denetiminin Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan ölçütler çerçevesinde ve Anayasa’nın 26. maddesi kapsamında yapılması gereklidir.

  11. Açıklanan ilkeler ışığında, başvuruya konu olayda, ifade özgürlüğünün ihlal edilip edilmediğinin değerlendirilmesinde öncelikle müdahalenin mevcut olup olmadığının, sonrasında ise müdahalenin haklı sebeplere dayanıp dayanmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

a. Müdahalenin Mevcudiyeti

  1. Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan başvurucunun, Dergiye erişiminin engellenmesinin, başvurucunun bilgi ve düşünceleri edinme özgürlüğü ve dolayısıyla ifade özgürlüğüne yönelik bir müdahale oluşturduğu açıktır.

b. Müdahalenin Haklı Sebeplere Dayanması

  1. Tespit edilen müdahalenin, Anayasa’nın 26. maddesi anlamında meşru kabul edilebilmesi için, aynı maddenin ikinci fıkrasında belirtilen sınırlama nedenlerinden bir veya daha fazlasına dayanması ve hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen güvencelere uygun olması gereklidir. Bu nedenle, sınırlamanın Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen öze dokunmama, Anayasa’nın ilgili maddesinde belirtilmiş ve kanunla öngörülmüş olma, Anayasa’nın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

  1. Müdahalenin Kanuniliği

  1. Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu bir takım güvenceler içermesi gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup; birey, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların kamu otoritesine hangi müdahale yetkisini doğurduğunu, kanundan öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır. Birey, ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörüp, davranışlarını düzenleyebilir. Hukuk güvenliği, kuralların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de kanuni düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar (AYM, E.2009/51, K.2010/73, K.T. 20/5/2010; AYM, E.2009/21, K.2011/16, K.T. 13/1/2011; AYM, E.2010/69, K.2011/116, K.T. 7/7/2011; AYM, E.2011/18, K.2012/53, K.T. 11/4/2012).

  2. Kanunilik şartı, hak ve özgürlüklere yönelik sınırlamaların yalnızca şekli olarak kanunla düzenlenmesi ile sınırlı olmayıp, bunların içerik olarak da belirli bir amacı gerçekleştirmeye elverişli olmalarına ilişkin gerekliliği de ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır. Bununla birlikte, kanun metninin tüm sonuç ve etkileri göstermesi her zaman beklenemeyeceğinden, aranan açıklığın ölçüsü, söz konusu metnin içeriği, düzenlemeyi hedeflediği alan ile hitap ettiği kitlenin statü ve büyüklüğü gibi faktörler dikkate alınarak belirlenebilir. Bu özelliklere sahip kanunun, aynı zamanda kolaylıkla erişilebilir nitelikte olması gerekir (AYM, E.2011/62, K.2012/2, K.T. 12/1/2012).

  3. AİHM içtihatlarına göre de bir kanuni düzenlemenin bireylerin davranışını ona göre düzenleyebileceği kadar kesinlik içermesi, kişinin gerektiği takdirde hukuki yardım almak suretiyle, bu kanunun düzenlediği alanda belli bir eylem nedeniyle ortaya çıkacak sonuçları makul bir düzeyde öngörebilmesi gerekmektedir. Öngörülebilirliğin mutlak ölçüde olması gerekmez. Kanunun açıklığı, arzu edilir bir durum olmakla birlikte; bazen aşırı bir katılığı da beraberinde getirebilir. Oysa hukukun ortaya çıkan değişikliklere uyarlanabilmesi gerekmektedir. Birçok kanun, işin doğası gereği, yorumlanması ve uygulanması pratik gerçekliğe bağlı olan yoruma açık formüller içermektedir (bkz. Kayasu/Türkiye, B. No: 64119/00, 76292/01, 13/11/2008, § 83).

  4. 5275 sayılı Kanun’un “Süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı” kenar başlıklı 62. ve Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin “Kuruma kabul edilmeyecek yayınlar” kenar başlıklı 11. maddelerinde, yasaklanmış veya yasaklanmamış olmakla birlikte kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veyahut müstehcen içeriğe sahip yayınların ceza infaz kurumuna kabul edilmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.

  5. Ceza infaz kurumları ve infazla ilgili mevzuatın, belirli düzeyde açık ve öngörülebilir olması yanında, özellikle özgürlüğü bağlayıcı cezanın amacı, kurumun iç disiplininin sağlanması ve benzeri birçok nedenle, cezaevi idaresine belirli ölçüde takdir yetkisi ve bir hareket alanı sağlaması da gerekir. Bu nedenle, müdahalenin dayanağı olan düzenlemeler; yeterli düzeyde açık, belirli, öngörülebilir ve erişilebilir niteliktedir.

  6. Eğitim Kurulu kararında, Dergide PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapılması, adı geçen ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi ve Dergi hakkında başka bir ceza infaz kurumuna bağlı bir eğitim kurulunun, ilgilisine verilmemesi yönünde kararının mevcut olması hususlarının, kurum güvenliğini tehlikeye düşürdüğü gerekçelerine dayanıldığı, şikâyet üzerine bu kararı denetleyen İnfaz Hâkimliğinin de bu gerekçelere atıfta bulunarak Eğitim Kurulu kararını hukuka uygun bulduğu anlaşılmaktadır. Gerek Eğitim Kurulu, gerekse İnfaz Hâkimliği kararlarında, başvuruya konu Dergi içeriğinde, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapılması ile anılan kişi ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlar bulunması, 5275 sayılı Kanun’un 62. ve Ceza İnfaz Kurumları Kütüphane ve Kitaplık Yönergesi’nin 11. maddeleri kapsamında değerlendirilmiştir. Belirtilen hususlar çerçevesinde, başvurucunun haber veya fikirlere ulaşma hakkına yönelik müdahalenin kanuni dayanağı olduğu açıktır.

ii. Meşru Amaç

  1. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin meşru olabilmesi için Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarına yönelik olması gerekir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 84).

  2. Somut olayda müdahale gerekçesi olarak Dergide, PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapılması, adı geçeni ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi, Dergi hakkında başka bir ceza infaz kurumuna bağlı bir eğitim kurulunun, ilgilisine verilmemesi yönünde kararının mevcut olması hususlarının, kurum güvenliğini tehlikeye düşürmesi gösterilmiştir.

  3. Gerçekten, Aydın Söğüt tarafından kaleme alınan “Kapitalist Modernite ile Hesaplaşan Halk: Kürtler” başlıklı makalenin ana temasının, kapitalist anlayışın, Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşayan Kürt halkının, bölgedeki ulus-devletler aracılığıyla fiziki ve kültürel bir soykırıma tabi tutulduğu ve Kürtlerin ulus-devlet kurmak suretiyle bu süreçten kurtulabilecekleri düşüncesine dayandığı, yazarın, bu düşünceleri ortaya koyarken, Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden alıntılar yaparken, anılan kişiyi ve terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verdiği anlaşılmaktadır.

  4. Bu tespitler ışığında, başvuruya konu müdahalenin, “kamu düzeni”nin sağlanması kapsamında Devlet tarafından belirlenen amaçların ve faaliyetlerin bir uzantısı niteliğinde olduğu, bunun da Anayasa’nın ifade özgürlüğünü güvence altına alan 26. maddesinin ikinci fırkası anlamında meşru bir amaç taşıdığının kabulü gerekir.

iii. Demokratik Bir Toplumda Gerekli Olma ve Ölçülülük

  1. İfade özgürlüğü mutlak olmadığı için bir takım sınırlamalara tabi tutulabilir. İfade özgürlüğüne ilişkin olarak Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılan sınırlamaların Anayasa’nın 13. maddesinin güvencesinde olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük ilkeleriyle bağdaşıp bağdaşmadığı konusunda bir değerlendirme yapılması gerekmektedir (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 91).

  2. Anayasa’da belirtilen demokrasi, çağdaş ve özgürlükçü bir anlayışla yorumlanmalıdır. “Demokratik toplum” ölçütü, Anayasa’nın 13. maddesi ile Sözleşme’nin “demokratik toplum düzeninin gerekleri” ölçütünün bulunduğu 9., 10. ve 11. maddeleri arasındaki uyumu açıkça yansıtmaktadır. Bu itibarla, demokratik toplum ölçütü, çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik temelinde yorumlanmalıdır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 93).

  3. Nitekim Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatları uyarınca, demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup tümüyle kullanılamaz hale getiren sınırlamalar, demokratik toplum düzeninin gerekleriyle uyum içinde sayılamaz. Bu nedenle, temel hak ve özgürlükler, istisnaî olarak ve ancak özüne dokunmamak koşuluyla demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde ve ancak kanunla sınırlandırılabilirler. (AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 24/9/2008). Bir başka ifadeyle, yapılan sınırlama hak ve özgürlüğün özüne dokunarak, kullanılmasını durduruyor, aşırı derecede güçleştiriyor veya hak ve özgürlüğü etkisiz hale getiriyorsa veyahut ölçülülük ilkesine aykırı olarak sınırlama amacı ile müdahalede kullanılan araç arasında olması gereken orantılılık sağlanamıyorsa, bu durum demokratik toplum düzenini gerekleri ile bağdaşmaz (AYM, E.2009/59, K.2011/69, K.T. 28/4/2011; AYM, E.2006/142, K.2008/148, K.T. 17/4/2008; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 94).

  4. Hak ve özgürlüklere yapılacak her türlü sınırlamada esas alınan bir başka güvence de Anayasa’nın 13. maddesinde ifade edilen “ölçülülük ilkesi”dir. Bu ilke, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin başvurularda öncelikli olarak dikkate alınması gereken bir güvencedir. Anayasa’nın 13. maddesinde demokratik toplum düzeninin gerekleri ve ölçülülük kriterleri iki ayrı ölçüt olarak düzenlenmiş olmakla birlikte bu iki ölçüt arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. Nitekim Anayasa Mahkemesi önceki kararlarında gereklilik ve ölçülülük arasındaki bu ilişkiye dikkat çekmiş, amaç ile araç arasında makul bir ilişki ve dengenin bulunması gerektiğine karar vermiştir (AYM, E.2007/4, K.2007/81, K.T. 18/10/2007; B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 96).

  5. Anayasa Mahkemesinin kararlarına göre ölçülülük, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanma amaçları ile araç arasındaki ilişkiyi yansıtır. Ölçülülük denetimi, ulaşılmak istenen amaçtan yola çıkılarak bu amaca ulaşılmak için seçilen aracın denetlenmesidir. Bu sebeple ifade özgürlüğü alanında getirilen müdahalelerde, hedeflenen amaca ulaşabilmek için seçilen müdahalenin elverişli, gerekli ve orantılı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir (B. No: 2012/1051, 20/2/2014, § 84).

  6. Bu bağlamda, başvuru konusu olay bakımından yapılacak değerlendirmelerin temel ekseni, müdahaleye neden olan derece mahkemelerinin kararlarında dayandıkları gerekçelerin ifade özgürlüğünü kısıtlama bakımından “demokratik bir toplumda gerekli” olduğunu inandırıcı bir şekilde ortaya koyup koyamadığı olacaktır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 98).

  7. AİHM de konuyla ilgili ilk kararlarından itibaren, Sözleşme’nin 10. maddesinin ikinci fıkrasında geçen “gerekli” kavramını Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen yaklaşımına benzer bir biçimde açıklamıştır. AİHM’e göre “gerekli” kavramı, “zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı” (“pressing social need”) ifade etmektedir (Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 48). O halde ifade özgürlüğüne yargısal veya idari bir müdahalenin, zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığına bakılması gerekecektir. Bu çerçevede müdahale, meşru amaç taşıyan orantılı bir müdahale olmalıdır; ikinci olarak müdahalenin haklılığı için kamu makamlarının gösterdikleri gerekçeler konuyla ilgili ve yeterli olmalıdır (Başka bir bağlamda benzer bir değerlendirme için bkz. B. No: 2013/8463, 18/9/2014, § 56).

  8. Dolayısıyla, içeriğinde PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapıldığı, adı geçen ve örgütü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verildiği tespit edilen Derginin başvurucuya verilmemesi yoluyla ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin cezaevi güvenliğinin tehlikeye düşürülmemesi şeklindeki meşru amaçla orantılı olduğunun kabulü halinde, başvurucunun talebinin reddine ilişkin gerekçelerin inandırıcı, başka bir deyişle ilgili ve yeterli oldukları sonucuna varılabilir (Aynı yönde AİHM kararı için bkz. Özgür Gündem/Türkiye, B. No: 23144/93, 16/3/2000, § 57).

  9. Bu noktada belirtmek gerekir ki, Dergide alıntılar yapıldığı ifade edilen “Demokratik Toplum Manifestosu” (§ 24), Abdullah Öcalan’ın cezaevine konulduktan sonra yazdığı beş ciltlik bir seri olup, bu serinin son cildini oluşturan “Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü” adlı kitap hakkında verilen el koyma kararı daha önce bireysel başvuruya konu olmuş ve Anayasa Mahkemesince, tespit edilen müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı, dolayısıyla başvurucunun düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılmıştır (B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 108).

  10. Yapılacak değerlendirmelerde ifade özgürlüğünün “herkes”e tanındığının hatırda tutulması gerekir. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde kapatılmış bulunan bir tutuklu olan başvurucunun da herkes gibi, Anayasa’nın 26. maddesi hükmünden yararlanabileceğinde tereddüt bulunmamaktadır. Bununla beraber, disiplini bozacak ve dolayısıyla cezaevi güvenliğini tehlikeye düşürecek faaliyetleri önlemeye yönelik hukuki düzenlemeler olmadan bir cezaevinde düzen ve güvenliğin sağlanması da düşünülemez (B. No: 2013/1821, 5/11/2014, § 50).

  11. Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi kendi takdirini davada uygulamadan önce, müdahalenin gözetilen meşru amaçlarla orantılı olması hususunun, öncelikle kamu gücünü kullanan makamlara ait olduğunun belirtilmesi gerekir. Bu konuda kamu otoritelerinin bir takdir yetkisi olduğu açıktır. Bu takdir yetkisinin genişliği birçok unsura, özellikle de söz konusu faaliyetin niteliğine ve sınırlamaların amacına bağlı olarak değişmektedir (B. No: 2013/1821, 5/11/2014, § 51).

  12. Somut olayda, başvurucuya Ceza İnfaz Kurumu tarafından teslim edilmeyen Dergi hakkında, Eğitim Kurulu tarafından verilen kararda, anılan Derginin içeriğinde PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın yasaklı kitaplarından alıntılar yapıldığı, adı geçeni ve terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verildiği belirtilmiş ve bu hususlar karara gerekçe gösterilmiştir. Bu karara karşı yapılan şikâyet başvurusu üzerine İnfaz Hâkimliğinin vermiş olduğu ret kararında Eğitim Kurulu kararından alıntı yapılarak, belirtilen karardaki gerekçelere dayanılmıştır. İtiraz üzerine Kocaeli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararda ise, İnfaz Hakimliğinin kararındaki gerekçe yerinde görüldüğünden itirazın reddine karar verilmiştir.

  13. Derginin özellikle 72 ilâ 77. sayfalarında Aydın Söğüt tarafından kaleme alınan “Kapitalist Modernite ile Hesaplaşan Halk: Kürtler” başlıklı makale, Abdullah Öcalan’ın “Direniş, kendi başına modern hegemonyayı yıkmaya ve alternatif geliştirmeye yetmez, karşı modernitesini inşa etme ustalığını gerektirir.” ifadeleri ile başlamaktadır. Makalede sık sık Abdullah Öcalan’ın görüşlerinden nakiller yapılarak, ileri sürülen düşünceler kuvvetlendirilmeye çalışılmıştır. Makalenin sonunda da Abdullah Öcalan’ın fikirlerinden alıntı yapılarak “Kürtler geriye kalan varlık parçalarını ancak demokratik uygarlık tarihinin ışığı altında daha açık görebilir. (…) Tarih bir kez daha aynı coğrafyada insanlık adına O’nu toplumsal varlıkları korumak ve özgür insan kılmak için devrime zorlamakta, demokratik modernitenin inşasına çağırmaktadır. (…) Demokratik modernite kavram ve kuramlarıyla yeniden kurgulanan Kürdistan devrimi pratik gelişimini layıkıyla sürdürürse, sadece Kürt sorununun demokrakratik çözümünü gerçekleştirmekle kalma. (…) Devrimin yerel çözümü evrensel çözümün en sağlam bileşkesi olur. (…) Kürt devrimi potansiyeli ve boğuştuğu güçler kapsamında hem tarihle hem moderniteyle hesaplaşmayı gerektirir. Bu yönlü hesaplaşmasını başarı ile yaparsa evrenselliğe en önemli katkıyı yapmış olur…” şeklindeki sözlerine yer verilmiştir.

  14. Yazının devamında kapitalizmin tüm “vahşiliğine” rağmen, “hazmedile hazmedile” yerleştiği, Latin Amerika’daki alternatif deneyimler ve Ortadoğu’daki bunalımın, “kapitalist modernitenin” kendini toplumlara tamamen kabul ettiremeyişinin göstergesi olduğu, bu kapsamda oluşturulan tahribat sonucunda, Türkiye-Suriye ve Türkiye-Irak sınırlarının çokça tartışıldığı, arada kalan Kürtlerin kıyıma uğradığı, araya çekilen yapay sınırlarla bir tarafa Türk olması, Türkçe konuşması ve yaşaması dayatılırken, diğer tarafa Arap olması, Arapça konuşması ve yaşamasının dayatıldığı fikirleri ileri sürülmüş ve Avrupa’daki muhalefet ile Ortadoğu’daki muhalefet mukayese edilmiştir.

  15. Yazının sonraki kısımlarında Kürtlerin, diğer coğrafyalardaki halklardan farklı olarak, “her türlü fiziki ve kültürel soykırımdan” geçirildikten sonra varlıkları, tarihleri ve var olma haklarının inkâr edildiği, önceki dönemlerde belirli bir yeri, rolü, varlığı ve kimliği olan Kürt halkının “modernizmin” son yüzyılında bunları yitirmiş olmasının, “kapitalist modernite” ile “özgün bir hesaplaşma” için başlı başına yeterli bir neden olduğu, diğer topluluklardaki “ödül” sisteminin Kürtler açısından farklı işlediği, var olmanın, nimetlerden faydalanmanın, insan sayılmanın yolunun “Kürtlükten kaçıştan” geçtiği, “hükümet partisine yamanan” kesimlerin durumunun böyle olduğu, “sömürgeci inkar ve imha rejiminin hükümetinde” yer alıp aynı zamanda Kürtçülük yapıldığı, Kürtlüğe ve Kürtçe’ye bir gelecek biçilmediği, “Kürt Özgürlük Hareketi”nin siyasi partilerinin “dil, özyönetim, özsavunma” gibi hak taleplerine olumsuz yanıt verenlerin “bir ulus-devlet kurmaktan başka çareniz yok, gücünüz varsa kurarsınız, yoksa da bu halinize razı olup şükredersiniz” imasında bulunduklarının farkında olmadıklarını, mevcut paradigmanın, varlık için yalnızca kendi dizgesinde bir oluşumu kabul edebileceği, Kürtlerin var olabilmeleri için bir ulus-devlet kurmalarının gerektiği, bunun ise egemen sistemin o anki çıkar dengesine bağlı olduğu, halihazırda konjonktürün bir Kürt devletine el vermediğini, İran ve Suriye’de muhalefet oluşturabilmek için “kırk takla atan” sistemin, “örgütlü ve iradeli Kürt özgürlük muhalefetini görmezden gelmesi”nin ve “terörist” saymasının güncel bir gerçeklik olduğu, aynı özgürlük hareketinin çizgisindeki Kürtlerin, sınırın bir tarafında silah kullandıkları, diğer tarafında ise kullanmadıkları için lanetlendikleri düşüncelerine yer verilmiştir.

  16. Makalenin devamında, yazar, “Kapitalist modernitenin bölgedeki temel şubelerinde(n) biri olan koskoca bir devlet kıskacına rağmen köy komünleri, köyler arası komünler, halk meclisleri, kent meclisleri, dernekleşmeler, konfederal organlar, kadın ve gençlik hareketleri, öz savunma oluşumları, meşru savunma güçleri, halk (doğrudan) demokrasisi pratikleri, halk diplomasisi, medyası, siyasal katılımı, öz yönetimi, dayanışması ve ekolojik paylaşımcı ekonomi deneyimleri ve demokratik ulus perspektifiyle demokratik uygarlık ve demokratik modernite paradigmasına yerel boyutta hayat buldurmuştur bile.” ifadeleri ile Türkiye’nin güneydoğusundaki durumu kendi perspektifinden özetlemiştir.

  17. AİHM’e göre denetim görevi, “demokratik bir toplumu” niteleyen ilkelere azami dikkat göstermeyi zorunlu kılmaktadır. İfade özgürlüğü, sadece hoşa giden veya zararsız ya da tepki oluşturmayacak bilgi veya fikirler için değil, fakat devlete veya halkın bir kısmına ters düşen veya onları şoke eden ya da üzüntüye sevk edenler için de geçerlidir. Demokratik toplumun “olmazsa olmazları” olan çoğulculuk, hoşgörü ve açık fikirlilik bunu gerektirir (bkz. Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, 7/12/1976, § 49).

  18. Buna karşılık, milli güvenlik ve ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, kamu düzeninin sağlanması ve terörle mücadelenin bir yöntemi olarak ifade özgürlüğü kapsamındaki güvencelere bir takım sınırlamalar getirilmesi mümkündür. Ancak, bu sebeplere dayanarak özgürlüğe getirilen sınırlama, elde edilmek istenen amaçla kullanılan vasıta arasında orantı olması ve bu yönde acil bir sosyal ihtiyaç bulunması halinde ölçülü kabul edilebilecektir (Aynı yöndeki AİHM kararı için bkz. Zana/Türkiye, B. No: 18954/91, 25/11/1997, §§ 55-62). Bu noktada gözetilmesi gereken orantı, kişilerin haber veya fikirlere ulaşma hakkı ile devletin, toplumu terör eylemlerinden koruma ve ceza infaz kurumlarındaki güvenlik sorunlarını ortadan kaldırma yükümlülüğü arasında olup, devletin bu konudaki takdir marjını kullanırken, anılan orantının gözetilip gözetilmediğinin belirlenmesi gerekir. Bu değerlendirmenin ise, ceza infaz kurumlardaki somut güvenlik sorunları ışığında yapılması gereklidir.

  19. Başvurucu tarafından ifade edildiği ve Bakanlık tarafından da herhangi bir itirazda bulunulmadığı üzere, başvuruya konu Dergi hakkında herhangi bir genel yasaklama kararı bulunmamaktadır. Somut başvuru bakımından, kamu otoritesinin sınırlama gerekçesi olan cezaevi güvenliğinin sağlanması perspektifinde, özellikle terör suçları nedeniyle tutulan kişilere ulaştırılmasına izin verilecek yayınlara ilişkin sınırlamaların orantılılığı değerlendirilirken, bu kapsamdaki kişilerin tutuldukları ceza infaz kurumlarının güvenliği konusundaki somut risk ve tehlikelerin dikkatten uzak tutulmaması gereklidir.

  20. Başvuruya konu olayda, “cezaevi güvenliği” başlığı altında somutlaşmış olan “kamu düzeninin korunması” meşru amacı çerçevesinde, başvurucunun Dergiye erişimi engellenmiştir. Gerçekten, Derginin 72 ilâ 77. sayfalarındaki makale incelendiğinde, yazarın, terör örgütünün yürüttüğü şiddet içeren silahlı faaliyetlerini, “Kürt Özgürlük Hareketi” olarak nitelendirdiği, bu kapsamda yapılan silahlı şiddet eylemlerini meşrulaştıran ifadeler kullandığı ve terör örgütünün toplumun değişik tabakalarını hedef alan illegal yapılanmalarını övdüğü anlaşılmaktadır.

  21. Ancak tüm bunlara rağmen, Ceza İnfaz Kurumunun iç güvenliğinden sorumlu kamu otoritesinin bir parçası olan Eğitim Kurulunun müdahale oluşturan kararının gerekçesinden, Derginin başvurucuya ulaştırılmasına izin verilmesinin, Kurum güvenliği bakımından ne tür somut risk ve tehlikeler taşıdığı anlaşılamamaktadır. Bu bağlamda, anılan kararda dayanılan, Dergide Abdullah Öcalan’ın kitaplarından alıntılar yapılması (kıyasen bkz. B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 101), adı geçeni ve terör örgütünü övücü, meşrulaştırıcı ifade ve yorumlara yer verilmesi olarak ifade edilen gerekçelerin, “cezaevi güvenliği” bağlamında “ilgili ve yeterli” olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, Dergiye erişiminin engellenmesi suretiyle başvurucunun haber veya fikirlere ulaşma hakkına getirilen kısıtlamanın, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve hedeflenen meşru amaçlarla orantılı olduğu kanaatine ulaşılamamıştır.

  22. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

  1. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

  1. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

  1. Başvurucu, bireysel başvurusunun takibi için avukatına ödediği 5.900,00 TL’nin maddi tazminat olarak ödenmesini, ayrıca, insan onuru ve saygınlığını zedeleyen ve bilgi alma hakkından mahrum kalmasına yol açan kararlar sonucunda ortaya çıkan acı ve üzüntüsü nedeniyle 10.000,00 TL manevi tazminatın kendisine ödenmesini talep etmiştir.

  2. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması bakımından hukuki yarar bulunduğundan, yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

  3. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar görülen hallerde tazminata hükmedilemeyeceğinden, başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin reddine karar verilmesi gerekir.

  4. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan 1.698,35 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

  1. HÜKÜM

Açıklanan nedenlerle;

  1. Başvurucunun, Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiği yönündeki iddiasının KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

  2. Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün İHLAL EDİLDİĞİNE,

  3. Tespit edilen ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere dosyanın ilgili Mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

  4. Başvurucunun tazminata ilişkin taleplerinin REDDİNE,

  5. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL harç ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA ÖDENMESİNE,

  6. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz uygulanmasına,

26/2/2015 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.



Başkan y.

Burhan ÜSTÜN

Üye

Nuri NECİPOĞLU

Üye

Hicabi DURSUN



Üye

Erdal TERCAN



Üye

Hasan Tahsin GÖKCAN




Yüklə 128,98 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin