Ömer ŞENGÜL
BİRİNCİ BÖLÜM
-
SELÇUKLU İMPARATORLUĞU DEVLET TEŞKİLATI
1.1 Hükümdar
Sultan, hanedan ailesinin uygun görmesiyle seçilirdi. Daha sonraları hükümdarın seçimine, sultanın çocuklarını yetiştiren Ata Bey'ler de katılmıştı. Selçuklularda hükümdara Sultan, Hakan, Kağan, Yabgu isimleri verilirdi. Hükümdar devletin mutlak hâkimidir. Mukaddes ve gayrı mesul değildir.
Hanedanın diğer üyeleri kardeş, oğul ve akrabalar, kendi bölgelerinde hüküm sürer, geniş topraklara sahip olur ve sultanın yüksek hâkimiyetini kabul ederlerdi.
Devlet; yöneten ailenin ortak malı idi. Selçuklularda kesin bir veraset anlayışı yoktu. Bu yüzden iktidara sahip olmak için kanlı iç çatışmalara sahne olmuştu.
1.2 Hükümdarın Alametleri
Hutbe: Hatipler, Cuma ve Bayram namazlarında hükümdarın ad, unvan ve lakaplarını zikrederek kendisine dua etmeleridir. Hutbe kimin adına okutuluyorsa iktidara onun hâkim olduğu anlaşır. Vasal bir hükümdarının tâbi olduğu sultanın adını hutbeden çıkarması, ona isyan etmiş olması anlamını taşırdı.
Sikke: Hutbeden sonra ilk iş hâkimiyet sembolü olarak üzerinde adı ünvanı, lakaplarının bulunduğu para bastırmaktır. İlk Selçuklu parası 1041-1042’de Nişabur'da Tuğrul Bey adına bastırılan dinar (Altın para) idi.
Saray ve Taht: Hâkimiyetin maddi sembolüdür. Ülkenin çeşitli yerlerinde yapılan yazlık veya kışlık saraylar sultanın hâkimiyetinin oralardaki göstergesi idi. Hükümdar görevine Cülus'la tahta oturarak başlardı. Önemli törenler, toplantılar sırasında hükümdar tahtında bulunurdu.
Tuğra: Ferman, Berat v.s. derc denilen tomar kâğıtlara basılır veya mühre hâk edilirdi
Tevkî: Tuğranın kavisi altında sultanın alemeti yazılırdı. (Sultan Sencer'in alameti; Bismillahi tevekkeltü alellah idi.)
Tac: Hükümdarlığın taht'tan ayrılmayan hâkimiyet sembollerindendi. Halife Kâim-biemirillah, siyasî gücü Tuğrul Bey’e devrettiği Bağdat’taki tören sırasında onu bir tahta oturtmuş, ayrıca tac giydirmişti.
Arma: Selçukluların arması Ok ve Yay idi.
Çetr: Sultan merasime giderken başında tutulan şemsiye (Üzerinde ok ve yaydan oluşan arma vardı).
Nevbet: Belirli mekânlarda sultanların bulundukları yerde günde beş defa çalınan bandonun adıdır. Hâkimiyetin devamının göstergesidir. Önceleri yalnızca davul ile başlayan nevbet, daha sonra kös, zurna, nakkare ve nefir (borular) de yer almıştır.
Aman Kâsesi: Sultan gazab ettiği kimseyi affettiğinde ona Aman Kâsesi gönderir, Bunu alan emir veya devlet adamı kâsedeki şerbeti içer ve insanlara ziyafet verirdi.
Bunların dışında, Sultanın kullandığı büyük ve odalı çadırı (Serperde), üzerinde kenar yazıları tarzında hükümdarın ismi ve lakabı olan kumaş giysisi Tırâz (devlet büyüklerine sultanın vermesi halinde Hil’at), kırmızı yarım bot tarzında çizme, at, kös, bayrak, eyer takımı, kılıç bağı, külah, kemer, cübbe, sarık gibi bir takım eşyalar da bulunurdu.
-
MERKEZÎ TEŞKİLATA BAĞLI BÖLGELER
Başkent kuruluşta Nişapur idi, daha sonra İsfahan’a nakledilmişti. Hükümdar burada bulunurdu. Selçuklular, topraklarının idaresini kolaylaştırmak için belli bölgelere ayırmışlardı. Bu bölgelerin başına vali olarak, hanedan üyelerinden kimseler veya hanedan üyesi olmayan Türk Beyleri bulunurdu. Bundan başka Sultanın azaldı kölelerinden yetiştirilip üst kademelere çıkan mutemetleri vali olarak çeşitli bölgelere tayin edilirdi.
2.1 Selçuklu Hanedan Üyeleri
Selçuklu hanedan üyelerinden Anadolu, Suriye, Kirman, Azerbaycan, Horasan’da valilik yapmışlardır.
-
Hanedan Üyesi Olmayan Türk Beyleri
Selçuklu ülkesinin eyaletlerine gönderilecek hanedan üyelerinden kimse bulunmazsa, hükümdarın güvendiği ümeradan olan Türk Beyleri valiliklere gönderilirlerdi.
-
Sultanın Azadlı Kölelerinden Olanlar
Yine aynı nedenle hanedan üyelerinden eyaletlere gönderilecek kimse bulunmazsa, hükümdarın azaldı kölelerinden olup, devletin belli kademelerine kadar yükselen güvenilir kimseler, valiliklere gönderilirlerdi.
-
BÜYÜK SELÇUKLULARDA SARAY TEŞKİLATI
Selçuklular devlet teşkilatında bir taraftan Oğuz aşireti geleneğini sürdürürken, diğer taraftan Karahanî, Gaznevî, Samanî, devlet teşkilatından birçok şey almış, Abbasîlerin, Büveyhîlerin devlet ve idare kurallarından istifade etmişlerdir. Selçuklular, Divan tarzını bu devletlerden almıştır.
3.1 Saray Halkı (Enderun)
Hükümdarın ailesi ve maiyetini ihtiva eder. Özellikle Melikşah (1072-1092) ve Sencer (119-1172) zamanlarında en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Melikşah zamanında İran hükümdarlarının teşrifatı gözükse de Sencer'in Horasan ve Merv’de Türk bölgelerine yakın olması, Oğuz geleneğinden uzaklaşmamış olmasının nedeniydi.
Selçuk hükümdarları bulundukları yerlerde tebaası üzerine pederâne velâyeti olması nedeniyle iaşe edip Toy’lar ve şölen tertip etmesi âdet ve kanundan sayılırdı. İranlıların Han-ı yağma dedikleri yemeğe katılmamak memnuniyetsizliği, bazen de isyanı ifade ederdi.
Oğuzlar, hükümdarların mutfağı için yılda 24.000 koyun vergi vermekle mükellefti (Sencer ve önceki hükümdarlar dönemi). Bu vergiyi toplayan memura Hansâlâr denirdi.
3.2 Saray Teşkilatına Yer Alan Görevliler
Atabey: Sultanlar, vali olarak gönderdikleri yetiştirmek, idari faaliyetlerinde onlara yardımcı olmak üzere en çok güvendikleri ve sevdikleri, bilgili ve tecrübeli devlet adamlarından veya komutanlarından birisine bir çeşit öğretmen olarak tayin ederlerdi ki, bunlara Atabey denilirdi.
Hâcibü'l-Hüccab (Ağaci): Hükümdarla idare arasındaki iletişimi sağlayan en üst yetkiye sahip olan âmirdir. Haciblerin Reisine; Hacib-i Büzürk, Hâcibü'l-Hüccab, Emîr Hacib Hacib-i Kebir de denmektedir.
Hükümet teşkilatında Vezir neyse, Saray teşkilatında Emîr Hacib odur (Rahati's-Sudur'da Vezir'den sonra Hacibü'l-Hüccab'ın geldiği zikredilir). Emîr Hacib'in maiyetinde birçok hacib olup bunlar sarayın kapılarını kontrol ederlerdi, evrakların getirilip götürülmesini sağlarlardı. Hâcibü'l-Hüccab bazan Emîr-i Dâd (Adliye Vekili) görevini de yapardı.
Üstâdüddâr: Anadolu Selçuklu Devletinde Saray teşkilatında görülen Üstâdüddâr’lık, saraya ait mutfak ve şaraphane ve sair teşkilatın ve buralardaki bütün saray memur ve hademelerinin en büyük amiri idi.
Emîr-i Şikâr: Anadolu Selçuklu Devletinde av kuşlarına bakan ve hükümdar ava gittiği zaman beraberinde bulunup hizmet eden dairenin amiri idi. Meşhur vezir Sadüddin Köpek, ilk zamanlarında Âmir-i Şikâr idi.
Emîr-i Mahfil (Teşrifatçı): Anadolu Selçuklu Devletinde, merasimde ve sultanın cuma resmî kabullerinde üzerinde bol yenli üst elbisesi ve başında büyük bir sarık olduğu halde sultanın huzurunda durup teşrifatçılık (tören ve çağrılarda, çağrılanları kurallara göre karşılamakla ve ağırlamakla görevli) eder.
Emîr Candar: Saraydaki muhafız askerlerin amiridir. (Candarların içinde Ata Bey seviyesine kadar çıkanlar olmuştur. Atabeg Gümüştekin Candâr gibi).
Emîr-i Silah: Sultanın silahını taşıyan ve silahhaneyi (Zeredhâne) koruyanların amiridir. (Siyasetname'de Silahdar olarak geçmektedir).
Emîr-i Alem (Ra'yet-i Devlet): Sultanın bayrağını taşıyan grubun amiridir. Emrinde alemdarlar vardır.
Sancak: Selçuklularda iki sancak vardı. Biri halifelerin menşuru ve diğer alametlerle beraber gönderdikleri siyah bayrak ve diğeri de hükümdar sancağıdır.
Câmedâr: Sultanın elbiselerini muhafaza eden görevlidir (Osmanlılarda Çuhadar veya Esvapçı Başı).
Şarabdâr-ı Has: Sultanın içeceklerini hazırlayan ve her hafta belirli vakitlerde Meclis-i Hâs’da ve yemeklerde hizmetle mükellef olan görevlidir. Ayrıca bir içecek deposu (Şaraphane) ve burayı kontrol eden hizmetçileri vardı.
Emîr-i Meclis: Sultanın ziyafet meclislerini ve diğer toplantılarını düzenleyen saray memuruna verilen isimdir. (Bu ziyafetlere Bezm, ziyafet verilen yere de Bezmhane denilirdi).
Taştdâr veya Âbdâr: Sultan elini yıkadığı zaman ona leğen veya ibrik tutan görevliler (Harzemşah Devleti’nin müessisi Enuştekin, Selçuk sultanı Melikşah’ın kölelerinden onu Taştdâr’ı idi).
Emîr-i Çaşnigir (Sofracıbaşı): Sultanın yemeğini hazırlayan ve yemek hizmetlerini gören kişilerin başıydı. Hükümdarın yemeğini tatmak onun göreviydi, bu yüzden güvenilen kişilerden seçilirdi.
Havâyic Salâr: Anadolu Selçuklu Devletinde sarayın aşçısı olup yemekler bunun nezareti adlında pişirilirdi. Sarayın kileri’ne havi, mutfağına da havayichane denirdi
Vekil-i Has: Hükümdarların dairesi halkının nazırı idi. Mutfak, Şaraphane, Ahır gulamlarının sorumlusu olduğu düşünülmektedir.
Emîr-i Ahur: Sultanın ve sarayın atlarına bakanların (seyisler) sorumlusudur.
Serhenk veya Çavuş (Dûrbaş): Hükümdar mevkibinin önünde yürüyen, yol açan, ayrıca posta ulaklığı yapan, savaşlarda safları düzenleyen kimselerdir.
Bütün bu görevlilerden başka İnak denilen Hasekiler, Musâhibler, Hadimler de bulunduğu ifade edilmektedir. Saray görevlilerin hepsi Sultanın kendi memlûklerinden (gulam asker) idiler. Bunların arasında Sultanın Vuşak denilen hademeleri de bulunmakta idi.
-
SELÇUKLU DEVLET YÖNETİMİ (İDARÎ TEŞKİLAT)
4.1 Büyük Divan
Selçuklularda devlet merkezinde veya Sultanın bulunduğu yerde genel devlet işlerini yerine getirmek için Divan-ı Sultan adı verilen büyük bir divan vardı. Bundan başka yine merkezde devletin malî, askerî, adlî, muharrerat ve sair gibi işlerini görecek ikinci derecede divanlar (Vekâletler) bulunuyordu. Eyatlerde de ordaki işleri yapmak üzere divanlar kurulmuştu. Büyük divanın reisi ve sorumlusu Vezir (Sahib-i Divan-ı Devlet) idi. Anadolu Selçuklularında bu divana Divan-ı Saltanat veya Divan-ı Âli denilirdi.
4.2. Büyük Divana Dâhil olan Divanlar
Divan-ı Vezaret: Selçuklularda sultandan sonra en büyük devlet adamı Vezir idi. Devletin bütün işlerinden sorumluydu, Menşur-i Vezâret denilen fermanla tayin edilirdi. Vezâret alâmeti altın, divit ile tac veya külahtı. Saltanat divanından başka kendine bağlı Vezaret Divanı’na başkanlık ederdi. Vezir, diğer dört divanın gördüğü işlerden de sorumluydu.
Emîr-i Devât: Anadolu Selçuklu Teşkilatında, büyük divanda vezaret alameti olan divit’i taşıya ve muhafaza eden ve gizli evrakı yazıp ezberleyen memur olup kendisine devatdâr da denilirdi.
Niyâbet-i Saltanat: Büyük Selçuklularda Niyâbet ismiyle bir saltanat yoktur. Anadolu Selçukları bunu Eyyübîlerden almış olmaları muhtemeldir. Bu makam sahibi vezirden sonra gelirdi. Hükümdarın devlet merkezinde olmadığı zaman onun adına devlet işlerine bakardı.
Niyâbet-i Hazret: Anadolu Selçukluları, Moğolların hâkimiyeti altına girdikten sonra Konya’da Selçuk Sultanının naibinden başka, Moğolların da orada bir naibinin bulunması tekerrür etmiştir.
Müstevfî Divan (Divan-ı İstifa): Selçuklularda devletin maliye işleri ile uğraşan divana denir. Bu divana Menasıb-ı İstifa ve ya yalnız İstifa veyahut Divanü’z-Zimam ve’l-İstifa, buranın reisi olan maliye vekiline de Müstevfi veyahut Sahib-i Divan-ı İstifa denilirdi. Devletin bütün mali işlerinden sorumlu idi. Vilayetlerdeki haraç memurları (Amid) buraya bağlı idi.
Devletin iki hazinesi vardı: Birisi Masraf Hazinesi (Hazine-i Hâs), diğeri Asıl Hazine (hazine-i Âmire) idi. Asıl hazine, yedek ve ihtiyat hazinesi idi; masraf hazinesinde paraya ihtiyaç hâsıl olursa asıl hazineden oraya transfer edilir, sonra da dış hazine olan masraf hazinesi, gelen varidattan bu borcu öderdi.
Pervânecilik: Anadolu Selçuklularında, büyük divanda bulunan arazi defterlerine Hâs ve İktâa yani dirlik olan tımara ait işleri yapan ve buna dair menşur ve beratları hazırlayan mühim bir dairenin reisine Pervâneci ve bu berat ve menşurlara da Pervâne denilmiştir.
Tuğra veya İnşa Divanı: Ferman, menşur, berat, mektub ve benzeri gibi yazışmaların başına hükümdar imzası yerine geçen bir işaret konulurdu, bu işarete Tuğra denilirdi. Divanın reisine, Sahib-i Tuğra ve İnşa veya sadece Tuğraî ismi verilirdi.
Bu divan iki daireye ayrılmıştı. Bunlardan biri Tuğra, diğeri Divanü’r-Resâil ve’l-İnşâ idi. İkincisinin reisine Münşî ismi verilmişti. Divan-ı Tuğra’nın en önemli görevlerinden biri de dış işleri ile ilgili yazışmaları yerine getirmekti.
Müşrif Divanı (Divanü’l-İşraf): Devletin genel teftiş dairesi olup ülke sınırları içerisinde, askerî ve adlî konular haricindeki bütün faaliyetleri teftiş yetkisine sahipti. Son derece itimad edilen kimselerden seçilen bu divana Divan-ı Müşrif, veya Divanu’l-İşraf ve reisine de İşraf-ı Memâlik veya Sahib-i Divan-i İşraf-ı Memâlik, veyahut İşrafü’l-Memleke denilirdi. Gerektiğinde şehir ve nahiyelere kendi tarafından Nâibler göndererek işlerini tetkik ettirirdi.
Divan-ı Ârız: Gerek merkezdeki ve gerekse taşradaki teşkilatıyla orduyla ilgili her türlü işlerin yürütülmesini üstlenmişti. Bu görevi üstlenen amirine Ârız-ı Ceyş veya Ârız-ı Sulatan denilmekteydi. Bu divan, askerin maaş ve levazımat ve ihtiyaçlarıyla ilgilenirdi.
4.3. Büyük Divana Dâhil Olmayan Divanlar
Divan-ı Mezalim: Yukarıdaki divanlardan başka büyük divana dâhil olmayan divanlar da vardı. Bunlardan biri Divan-ı Mezalim idi. Şer’î işlerden ayrı davalara bakardı. Bu divanın reisine Emir-i Dâd veya Emir-i bar veyahut Barbey denilirdi.
Kadılar yönetimindeki adalet teşkilatı haricinde, diğer İslâm Devletlerinde de görülen Divan-ı Mezâlim bulunurdu. Çoğu defa diğer normal mahkemelerde haksızlığa uğradığını düşünen kişiler müracaat etmekteydi. Önceleri Sultanlar başkanlık ederken daha sonra onun tarafından görevlendirilmiş vezir, kadı veya büyük emirler de başkanlık etmiş burada adalet dağıtmışlardır.
Divan-ı Berid: Önemli bir divan da Posta Divanı olup nazır ve reisine Sahib-i Berid denirdi. Bu reisin tayini hükümdar tarafından yapılırdı. Bunların kâfi derecede maaşları olup güvenilir kimselerden seçilirlerdi. Berid Divanı vasıtasıyla hükümdarlar, memleketin her tarafından haber alırlardı. Divan-ı Berid’in vilayetlerde Sahib-i Haber denilen memurları vardı.
-
ADLÎ TEŞKİLAT
Adliye; şer'î ve örfî kazâ olmak üzere ikiye ayrılırdı. Şer'î davalara kadılar bakardı. Kâdı'l-kudât denilen baş kadı, Bağdat'ta bulunur, merkezde mahkeme başkanlığı yapardı. Baş kadı, diğer kadıları da teftiş ederdi. Kadılar, şer'î davalar, tereke (miras), hayrât ve vakıf işlerine bakarlardı. Selçuklu Türkleri, Hanefî mezhebinde olduklarından, davalar ve meseleler, bu mezhebin hükümlerine göre halledilirdi. Yanlış bir karar verilmişse, öteki kadılar, durumu sultana bildirerek, düzeltme yapılır, hatanın önüne geçilirdi. Kadıların yetişmesine çok dikkat edilirdi.
Örfî mahkemelerin başında, Emîr-i dâd denilen adalet emîri bulunurdu. Bunlar, devlete, kanunlara ve emirlere karşı gelenlerin davalarına, siyasî suçlara bakarlardı. Bir nevi olağanüstü mahkemeler demek olan Dîvan-ı mezalim'e başkanlık ederlerdi. Kazaskerler (Kadıaskerler), ordu mensuplarının davalarına bakardı. Dine aykırı görülen her harekete muhtesip, anında müdahale ederdi. Adliye mensupları, bağımsız olup, büyük dîvana ve eyalet dîvanlara bağlı değildiler.
Emîr-i Dâd: Anadolu Selçuklularında Adliye Vekili ve daha doğrusu İstintak Dairesi Şefi veya tevkifhane müdürüdür. İcabında veziri ve diğer divan azalarını da tevkif ederdi. (Celaleddin Karatay, Vezir Sahip Tuğraî’nin desise ve hilesine vakıf olur olmaz Emîr-i Dâd’e işaret ederek veziri tevkif ile Antalya’ya sevk ettirmiştir.)
-
ORDU TEŞKİLATI
Büyük Selçuklular, özellikle Gazneliler’in ordu yapısından faydalanmışlardı. Ordudaki askerlerin bir kısmı daimi diğer bir kısmı ise geçici kuvvetlerin bir araya gelmesinden oluşurdu. Devletin başı olarak sultanın, o bulunmadığında ise Sipehsalar’ın sevk ve idare ettiği Büyük Selçuklu Ordusu Emirü’l-Ümera, Emir-i Sâlar, Mukaddemü’l-Ceyş, Sehenk (Çavuş), Nâkib, Subaşı’dan oluşurdu.
6.1 Selçuklu Ordusunun Teçhizatı
Selçuklu ordusunun gezici hastaneleri ve Çerge denilen hamamları vardı. Orduda hafif silah olarak ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak, harbe, sökü, bozdoğan da denilen topuz, gürz, balta, nacak, çekre, zemberek, pala, cevşen (zırh) ve çokal kullanılırdı. Ordunun silahları ülke içinden, en iyi malzeme kullanılarak, sanatında pek mahir ustalar tarafından imal edilirdi. Büyük Selçuklularda deniz kuvvetleri olmamasına rağmen, bağlı devletlerde vardı. Ordunun ihtiyacının karşılanması ve meselelerin halline Dîvanü'l-Ceyş bakardı.
6.2. Selçuklu Ordusu
6.2.1 Gulâmân-ı Saray: Sultanı ve sarayı korumakla görevli askerlerdir. (Osmanlı ordusunda Kapıkulu askerlerine denktir). Gulâmân-ı Saray isim ve görevleri divan defterlerine kayıtlı bulunur, kendilerine her üç ayda bir hazineden maaş verilirdi. Bu askerlerin sayısı 4.000 piyade idi.
6.2.2 Hassa Ordusu: Selçuklu ordusunun daimi olarak muvazzaf gücünü doğrudan sultanın komuta ettiği 46.000 kişilik bir süvari kuvveti oluşturuyordu. Muhtelif unsurlardan oluşarak Sipahiyân adı ile de isimlendirilen Hassa Ordusu efradı, Sâlar denilen komutanların yönetiminde bulunur ve hizmetlerinin karşılığında kendilerine İktâ verilirdi.
6.2.3 Türkmen Kuvvetleri: Selçuklu ülkesinde Yiva, Kayı, Bayındır, Çepni, Yüreğir, Döğer gibi kabilelere mensup olup boy ve oymak reislerinin komutası altında hareket eden Türkmenler’den oluşan kuvvetlerdir.
6.2.4 Melikler, Valiler, Devlet İleri gelenlerine Bağlı Askerler: Çeşitli vilayetlere vali olarak tayin edilen meliklere bağlı hassa ordusu usulüne göre kurulmuş askeri birlikler de bulunuyordu. Valilerin de İkta sahibi askerleri bulunurdu. Harp halinde genellikle meliklerin emrine verilirler ve onlarla beraber sefere iştirak ederlerdi. (Nizamü’l-Mülk’ün kölelerden meydana gelen 20.000 kişilik ordusu vardı).
6.2.5 Selçuklulara Tabi Devletlerin Kuvvetleri: Büyük seferler ve önemli savaşlar için tabi devletlerden asker alındığı gibi, komşu milletlerden de para ile asker toplandığı oluyordu. Tabi devletlerin askerleri Sultanın emriyle büyük orduya katıldıkları gibi zaman zaman melik ve valilere de yardım ederlerdi.
Anadolu Selçuklu Devletinin hâkimiyetini kabul eden İslam Devletleri Divriği Mengücekleri, Musul Atabey Devleti, Halep ve Şam Eyyubîleri ile Mardin ve Diyarbakır Artukîleridir.
6.2.6 Selçuklu Ordusunda Savaş Pozisyonu: Selçuklu ordusunun harp sahasındaki durumu daha evvel İslâm ordularında görülen şekilde idi; zaten orta zamanlardaki bütün harp, harekât ve şekli hemen hemen birbirlerinin aynı gibiydi. Buna göre Selçuk ordusu da şu şekildedir:
Kalp (Merkez)
Meymene (Sağ kol)
Meysere (Sol kol)
Mukaddeme (Ön kuvvet)
Tâlia/Pişdar (Öncü kuvvet)
Sâka/Dümdar (Geri kuvvet)
6.3. Menzil Teşkilatı: Büyük Selçuklu ordusunda mükemmel bir menzil teşkilatı vardı, daha evvelden ordunun geçeceği yerlere ve yollardaki konak yerlerine yem ve yiyecek hazırlığı yapılırdı.
6.4 Donanma: Anadolu Selçuklularında, Güneyde Antalya ve Alâiyye ve Kuzeyde Sinop limanlarına sahip olduktan sonra buralarda donanma yaptırmışlardı. Bu üç liman hem gemi kerestesi tedarikine ve hem de donanma inşasına en müsait yerlerdendi (Osmanlılar buradaki tersanelerde kadırgalar yapmışlardı).
-
SELÇUKLULARDA TOPRAK YÖNETİMİ
Büyük Selçuklularda toprak, Haracî ve Emirî kısımlarına ayrılmıştı. Nizamü’l-Mülk büyük iktalar şeklindeki araziyi parçalayarak topraklı süvari birliklerini vücuda getirmişti. Toprak sistemi şu bölümlere ayrılmıştı.
7.1 Miri Arazi
Selçuklular yeni fethettikleri toprakları, özellikle Anadolu topraklarını devlete ait topraklar kabul ettiler. Bunlara Arazi-i Emriyye veya Mirî Arazı adı verildi. Bu sistemin Anadolu’da uygulaması çok iyi sonuçlar vermişti. Mirî arazi iki kısma ayrılıyordu.
7.1.1 Has: Hükümdarın şahsına ait olan tarla, bahçe, koru, otlak gibi yerlere Has denirdi. Has olan araziler üzerinde yaşayanların devlete vermekle mükellef oldukları vergileri Öşür Divanı tahsil ederdi. Bu vergiler doğrudan ihtiyat hazinesine yatırılırdı.
7.1.2 İktâ (Osmanlılarda Dirlik): İkta görev karşılığında meliklere, emirlere, valilere, komutanlara, hassa ordusu askerlerine ve tımarlı sipahilere belirli bir arazinin her türlü vergisinin terk edilmesi demektir.
Nizamü’l-Mülk yeni bir usul icad etmiş, geniş toprakları küçük parçalara ayırarak memurlara ve askerlere maaş karşılığı vermek suretiyle hem devlet masraflarını azaltmış, hem de ülke topraklarının daha mamur olmasını sağlamıştır.
-
Mülk Arazi
Sultanlar tarafından Arazi-i Emriyye’den ayrılarak değişik sebeplerle bir takım şahıslara ve hizmeti görülenlere mülk olarak verilen araziler vardı. Mülk araziye sahip olanlar bu topraklar üzerinde tam tasarruf hakkına sahipti. Toprak elinden alınamazdı. İsterse araziyi çocuklarına bırakabilirdi. Mülk Arazileri de Öşür ve Haraç arazisi olarak iki kısma ayrılıyordu.
7.2.1 Öşür Arazi: Müslüman tebaanın elinde mülk olarak bulunan ve mahsulünden onda bir nispetinde vergi olarak alınırdı.
7.2.2 Haraç Arazi: Selçuklu sınırları içinde yaşayan Hıristiyan ve Musevilerin sahip oldukları araziye Haracî Arazi adı verilirdi. Müslümanlardan alınan öşür vergisi gibi gayr-i Müslimlerden de öşür karşılığında haraç vergisi alınırdı.
7.3. Vakıf Arazi
Selçuklular devrinde birçok vakıf müessesesi kurulmuştu. Bu vakıfların masrafları vakıf arazisinden karşılanırdı. Vakıf arazisinin aslı Emrî ve Mülk arazi idi. Vakıf arazilerinin gelirleri vakfı kuranın yaptırdığı cami, mescid, medrese, darüşşifa, han hamam kervansaray gibi müesseselerin yapımına, tamir edilmesi, burada çalışanların maaşlarına, özetle vakfın gösterdiği yerlere harcanırdı.
Dostları ilə paylaş: |