6. grup) KÜRESEL DÖNÜŞÜMLER
David Held & Anthony McGrev
Birinci Bölüm
Küreselleşmeyi Anlamak
George Modelski, “küreselleşme dünyanın büyük medeniyetleri arasındaki artan bağlantının tarihidir” der. Daha da açmak gerekirse en eski medeniyetler arasında düzensiz aralıklarla ortaya çıkan karşılaşmalara kadar uzanan uzun vadeli, tarihsel bir süreçtir. Modelski’ye göre küreselleşme, uluslar, medeniyetler ve siyasi topluluklar arasındaki genel dayanışmanın, genişlemenin ve derinleşmenin tarihsel sürecini kapsayan bir mevhumdur.
Tony Giddens için de küreselleşme modernlikle geniş çapta eş anlamlıdır çünkü yeni çağda “dünya çapında toplumsal ilişkilerin yoğunluğu” daha önceki tarihsel dönemlerin hepsinde olduğundan çok daha fazladır.
David Held ve Anthony McGrew küreselleşmeyi, “kıtalar arası veya bölgeler arası akışlar ve ağlar meydana getiren, toplumsal ilişkilerin uzamsal örgütlenmesinde dönüşümü temsil eden bir süreç” olarak tanımlamaktadırlar.
Jan Aart Scholte “yersizyurtsuzlaşma” kavramını genişleterek, küreselleşmeyi, sınırları ve ülkeleri aşan bir olgu olarak belirler. Justin Rosenberg ise Küreselleşme kuramının dairesel bir mantığı temsil etmesi bakımından önemli bir çelişki taşıdığını savunur. Ona göre küreselleşme tasviri kategori olmaktan öteye geçemiyor, yeni nitelikleri de ya abartılıyor ya da basit bir “uzamsal fetişizm”e indirgeniyor. Bu şüpheci ses Paul Hirst ile Grahame Thompson’un desteğiyle yükseliyor.
Stanley Hoffman’a göre küreselleşmenin abartılan niteliği 11 eylül sonrası değişen dünyada apaçık ortadadırç Birleşik Devletler’e yapılan terörist saldırılar dünya düzenini sürdürmede siyasi ve iktisadi coğrafya, devletlerin merkezliği ve askeri güç gerçekliğini gösterdi. Batı küreselleşmesi ile terörün küreselleşmesi yakından bağlantılı hale geldi.
-
Küreselleşme.
George Modelski
George Modelski’ye göre birden fazla tarihsel dünya toplumunun tek bir küresel sistem içinde bir araya getirilmesi sürecinden küreselleşme olarak söz edilebilir.
İslam Dünyası: Küreselleşmenin başlangıç döneminde, M.S. 1000 dolaylarında, dünya ölçeğindeki siyasal bir düzene en yakın oluşum İslam Dünyası’ydı. Bu birliğin kökenleri Arapların yedinci yüzyıldaki fetihlerine dayanıyordu ve birleştirici gücünü islamdan alıyordu. Alimler ve bilim insanlarının merkezi Kahire ve Bağdat gibi şehirlerdi, eğitim kurumları da Avrupa’daki üniversiteleri yüzyıldan fazla bir farkla önceliyordu.
Müslümanlar, Avrasya-Afrika topraklarında merkezi bir yer tutmaları ve bunu geniş erimli ticaret amacıyla kullanmaları sonucunda dünya uygarlığının başlıca merkezlerini çoktan bir araya getirmişlerdi. Ne var ki Yeni Dünya ve okyanuslar arası gemicilikle ilgilenmediler.
1500’den itibaren İslam Dünyası Avrupalı donanma harekatlarıyla stratejik olarak kuşatıldı ve giderek canlılığını yitirdi.
Avrupa’nın Yayılması: Dünyanın siyasal birleşmesini sağlama görevi artık Avrupa’daydı. Bu durumu doğuran saik, bir anlamda, İslam dünyasının sahip olduğu zenginliğe ve bunun yanı yarattığı düşünülen tehdide duyulan tepkiydi. Portekizliler ve İspanyollar bu tepkinin başını çekiyorlardı.
Küreselleşme sürecini başlatanlar dünya uygarlığının merkezinde bulunanlar değil, uzak bir köşesinde yaşayanlardı. Takip edilen 500 yıl boyunca küreselleşmenin süratini ve karakterini belirleyen, dolayısıyla dünya siyasetinin yapısını şekillendiren de onlar oldu.
Küreselleşme sürecinin çarpıcı bir özelliği de gurur ve şiddet duygularıyla tetiklenmiş olmasıdır. Avrupalıların savaşkanlık eğilimi sömürgeciliği başlatacaktır. Avrupa açısından büyük gelişmelerin önünü açan bu küreselleşme süreci, sömürülen halklar tarafından bakıldığı zaman pek olumlu sonuçlar içermemektedir.
Devlet faaliyetleri ve etkinliğindeki müthiş artışın küreselleşmenin yarattığı en önemli etki olduğu düşünülebilir. Portekiz, İspanya, İngiltere ve Fransa’daki kraliyet yönetimleri, keşif ve sömürüyü örgütlediler ve bunun meyvelerini topladılar. Bunu yaparken Venedik, Cenova ve Floransa gibi İtalyan şehir devletlerinden pek çok şey öğrendiler. Bunlar, orta çağın son dönemindeki idari örgütlenme ve etkinlik modelleriydi. Fakat uzak mesafeden daha üst düzey bir yönetim biçimini etkin olarak uygulayabilmek adına, örgütlenmelerini büyük ölçüde genişletmek zorunda kaldılar.
Küreselleşmenin bir başka önemli yanı, şaşkınlık verici kontrol edilemezliğiydi. Bu, Avrupa denen tek bir varlığın denizaşırı toprakları ele geçirdiği bir genişleme değildi. Daha ziyade bir girişimler çokluğunun Avrupa’dan dünyaya saçılmasıydı. Sonrasında bu sürecin etkileri Avrupa’yı değiştirdi. Tek bir imparatorluk değil, her biri diğeriyle rekabet içinde olan bir takım imparatorluklar ortaya çıktı.
Küreselleşme, kurumlar arasındaki çeşitliliğin artmasına yardım ederek Avrupa’da ve nihayetinde dünyada bağımsız devletler sistemini güçlendirdi.
2 – Modernliğin Küreselleşmesi: Anthony Giddens
Modernlik doğası gereği küreselleşmektedir – bu modern kurumların en temel ayırt edici özelliklerinde, bilhassa da oturmamışlıklarında ve dönüşlülüklerinde barizdir. Sosyologların sınırlı bir sistem olarak “toplum” fikrine duydukları yersiz güvenin yerine toplumsal hayatın zaman ve mekan boyunca nasıl düzenlendiğine yoğunlaşan bir başlangıç noktası geçmelidir – zaman – mekan mesafelenmesi sorunsalı.
Modern çağda, zaman-mekan mesafelenmesinin ölçeği önceki tüm zamanlardan yüksektir ve bunla örtüşür şekilde yerel ve mesafeli toplumsal biçim ve olayların arası “gergin” hale gelmektedir. Küreselleşme esas olarak farklı toplumsal bağlamlar ve bölgeler arasındaki bağlanma kipleri ile tüm dünya düzeni boyunca bir şebeke oluşturduğu ölçüde bu gerileme sürecine gönderme yapar. Böylece uzak yerellikleri yerel olayların millerce ötedeki olaylar tarafından biçimlendirildiği bağlantılar kuran dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlanabilir. Örneğin; Singapur’daki bir kentsel alanın artan refahı karışık bir küresel iktisadi bağlar şebekesi aracılığıyla Pittsburgh’daki yerel ürünleri dünya piyasalarında rekabet edemeyen bir mahallenin yoksullaşması ile nedensel olarak bağlı olabilir.
İki Kuramsal Bakış Açısı
Mashall McLuhan ve birkaç başka yazarın çalışmaları bir yana bırakılacak olursa, küreselleşme üzerine tartışmalar birbirlerinden geniş ölçüde ayrı iki farklı yazın dizisi oluşturuyormuş gibi gözüküyor. Biri uluslararası ilişkiler yazını, ötekisi ise özellikle Immanuel Wallerstein’ın ismiyle beraber anılan ve Marksist bir konuma yakın duran “dünya sistemi kuramı” yazını.
Uluslararası ilişkiler kuramcıları ayırt edici şekilde ulus-devlet sisteminin gelişimine odaklanıyorlar ve onun Avrupa’dali kökenlerini ve ardından tüm dünyaya yayılışını tahlil ediyorlar. Devletler birbirleriyle ilişkiye giren oyuncular olarak görülüyor. Ulus devletlerin öncesine göre kendi içişlerine daha az egemen oldukları savunuluyor fakat pek azı gelecekte “dünya devleti”nin oluşumunu öngörüyor. Anthony Giddens’a göre devletlere birer oyuncu gibi bakmak toplumsal ilişkilei anlamayı zorlaştırır.
Wallerstein, sosyologların alışılmış “toplumlar” uğraşını aşarak daha kapsayıcı bir küreselleşmiş ilişkiler kavramsallaştırmasına ulaşmıştır. Dünya Ekonomileri olarak adlandırdığı şey modern zamanlardan önce de vardı ancak son 3-4 yüzyılda dünyanın geri kalan kısmından önemli ölçüde farklıydılar. Wallerstein’ın çözümlediği biçimiyle kapitalizmin doğuşu farklı farklı türden bir düzeni müjdeliyordu, ilk defa ölçek olarak gerçekten küresel ve siyasal güçten çok ekonomik güce dayalı “dünya kapitalist ekonomisi”. Kökenleri on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda bulunan dünya kapitalist ekonomisi siyasi bir merkez aracılığıyla değil, ticari ve sınai bağlantılar aracılığıyla bütünleşti. Wallerstein’ın çalışmasının da kendi yetersizlikleri var; kapitalizm’i modern dönüşümlerin sorumlusu olarak görmeye devam ediyor ve uluslararası ilişkiler kuramcılarının merkezi kıldığı olgulara tatmin edici cevaplar vermekte zorlanıyor: ulus-devletin yükselişi ve ulus-devlet sistemi.
Küreselleşmenin Boyutları
Küreselleşme ile birlikte dünya ekonomisinin temel güç merkezleri kapitalist devletler haline gelmiştir. Kapitalist devletlerin sahip oldukları büyük şirketler ülke yönetimine yön vermeye başlamış ve uluslararası ilişkiler bağlamında öne çıkmışlardır. Küreselleşmenin ilk boyutu ulus-devletler ve uluslarası iş bölümü bunu takip eden diğer bir boyutu ise büyük şirketlerin bu iş bölümüne ülkelerin egemenlik ve büyümü kaygılarını taşıyarak bencilce ortak olmasıdır. Küreselleşmenin üçüncü boyutu ise dünya askeri düzenidir. Askeri ittifaklar, savaşın sanayileşmesi ve teçhizat akışı askeri düzeni de yeni bir yapılanmanın içine sokmuştur.
Küreselleşmenin dördüncü boyutu sanayi kalkınma ile ilgilidir. En önemli özelliği olarak makineleşmenin bütün dünyaya yayılmasını sayabiliriz. Farklılaşma ve dünya üzerinde iş bölümü gerçekleşmektedir. Bu oluşum iktisadi bağlamda etkin kaynak kullanımı açısından faydalı olmasına karşın ortaya başka bir sorunsal koyar. O da; gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeler tarafından geri bıraktırılma amaçlarıdır.
Anthony Gidden küreselleşmenin en önemli silahı olarak medyaya vurgu yapmaktadır. Bunun anlamı insanların daha önce bilmedikleri dünyadaki her olaydan haberdar olmaları değil, modernliğin kurumlarının küresel yayılmasının “haberler”in temsil ettiği bilgi havuzu olmadan imkansız olacağıdır.
3- Küreselleşmeyi Yeniden Düşünmek. David Held & Anthony McGrew
Analitik Bir Çerçeve: Küreselleşme basit anlamışyla karşılıklı bağlantıların genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanmasıdır. Ancak yapılan bu tamınlar küreselleşmeyi ifade etmekte artık yetersiz kalmaktadır.
Küreselleşme yerel, ulusal ve bölgeselle bir süreklilik içinde konumlandırılmalıdır. Aynı şekilde küreselleşmenin yoğunluğu ve etkileşim ve hızı da dikkate alınmalıdır. Dünyanın her hangi bir yerinde yaşanan ekonomik veya sosyal bir gelişme başka bir yerde farklı bir etkiye neden olabilir. Küresel yayılımın hızı arttıkça küresel etkileşim ve iç içe geçmenin de hızı artacaktır. Küreselleşmenin tatminkar açıklamasında hacim, yoğunluk, sürat ve etki öğeleri ayrı ayrı ifade edilmelidir.
Küreselleşmenin tarihsel biçimleri
Küreselleşmeye tek bir boyuttan bakman yerine kapsamını biraz daha genişleterek dönemler arasındaki devamlılıkları ve farklılıkları da analiz etmek gerekir. Bunun yanında aynı tarihsel dönemlerde de küresel karşılıklı bağlantıların mekansal, zamansal ve örgütsel olarak farklı işleyebileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Küreselleşmenin tarihsel biçimleri başlangıç olarak dört zamansal ve mekansal boyut açısından betimlenebilir.
-
Küresel şebekelerin büyüklüğü
-
Küresel karşılıklı bağlantılılığın yoğunluğu
-
Küresel akışların sürati
-
Küresel karşılıklı bağlantılılığın etkide bulunma temayülü
4- Küreselleşme : Yeni Olan Ne? Olmayan Ne?
Robert O. Keohane & Joseph S. Nye Jr.
Küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık bir çok anlam yüklenmiş iki tabirdir. Küreselleşme aynı anlama gelen birden fazla olguyu mu karşılamaktadır yok yeni bir şeyle mi karşı karşıyayız...
Küreselleşmeciliğin Boyutları
Hem küreselleşmecilik hem de karşılıklı bağımlılık çok boyutlu olgulardır. Küreselcilik kıtalararası mesafelerde karşılıklı bağımlılık şebekeleri içeren bir dünya durumunu ifade ediyor, karşılıklı bağımlılık ise ülkelerin ya da farklı ülkelerdeki oyuncuların karşılıklı etkileri ile ayırt edilen durumları ifade eder. Küreselleşmeciliğin birbirine eşit önemde pek çok boyutu var.
-
Ekonomik Küreselcilik
-
Askeri Küreselcilik
-
Çevresel Küreselcilik
-
Toplumsal ve Kültürel Küreselcilik
Küreselleşmenin farklı boyutlarındaki değişimler her zaman eşzamanlı olmuyor. Örneğin Dünya savaşları ve sanayi devrimi küresel boyutların farklı zamanlarını ifade eder.
Çağdaş Küreselleşmecilik
Küreselleşme tartışmasının sorunu ne kadar yeni veya ne kadar eski olduğu değildir. Ne Her dönemde artış içindedir fakat bu artış nasıl olmaktadır. Küreselleşmenin “İnce” mi yoksa “Kalın” mı olduğu belirlenmelidir. David Held’e göre büyük bir yoğunluk ve hacim içermeyen karşılıklı bağlar “ince” küreselleşme olarak tanımlanır. Örneğin, ipek yolu bir ince küreselleşmedir. Günümüzde ise küreselleşme çok daha süratli, hacimli ve yoğunluklu bir hal almıştır. Çağdaş küreselleşme “kalın” küreselleşme olarak nitelenir.
Şebekelerin Yoğunluğu: İktisatçılar bir ürün pek çok insan tarafından kullanıldığı zaman daha değerli hale geldiği durumları ifade etmek için “şebeke etkisi” terimi kullanırlar. Küreselleşmede de şebeke etkisi, yapılan işlemlerin başka işlemleri tetiklemesiyle oluşur.
Kurumsal Sürat, yani teknolojinin gelişmesi ile hızlı işlemler ve genişlemenin karmaşık yapısı çağdaş küreselliğin yeniliklerindendir.
5- Küreselleşmede Küresel Olan Ne?
Jan Aart Scholte
Küreselleşme kelimesi uluslararası ilişkiler, liberalleşme, evrenselleşme ve batılılaşma kavramları yerine kullanılamaz. Küreselleşme olgusu farklı bir şeye işaret eder. Küreselleşmeyi bu dört kavramdan ayıran, insanlar arası – ülkeler üstü ilişkilerin büyümesidir. Yani küreselleşme toplumsal mekanın doğasında büyük bir değişme işaret ediyor. Ülkeler üstü tabiri için ise sınır ötesini diyebiliriz. Ancak bu tanım şimdilik alansal sınırlara sahiptir. Tabi ki önceki dönemlere göre şu anda alansal mesafeler çok daha kısa sürelerde kat edilmektedir. Küresel işlemlerde ise “yer” alansal olarak sabitlenmemiştir. Faks, internet, telefon, kısacası teknolojinin hayatımıza girmesiyle küreselleşmenin bazı boyutlarında alansal sınırlar tamamen kalkmıştır.
Küresellik ve Alansalcılık
Küreselleşmiş bir dünya’da değil küreselleşen bir dünyada yaşıyoruz. Bu da alanüstülüğün yükselmesinin alansallığın sonunu getirmediğini gösterir. Alansal mekanın anlamsız hale gelmesi için çok daha fazla – uzun zaman boyunca olacağı umut edilenden fazla – küreselleşme olmalı.
Üç boyutlu coğrafyadan (boylam, enlem, yükseklik) dört boyutlu coğrafyaya ( + küreselleşme) gidiş toplumsal ilişkiler haritasını temelden değiştiriyor. Coğrafyanın bu yeniden düzenlenmesinin üretim, idare, topluluk ve bilgi yapıları üzerinde önemli etkileri var. Artık alansalcı bir dünyada yaşamıyoruz ve bu değişim siyaseti kurumsallaştırma ve yapma biçimlerimizde esaslı dönüşümler gerektiriyor.
6- Küreselleşme Kuramının Sorunu
Justin Rosenberg
Küreselleşme, onu, bir önceki dönemden ayıran özellikleri, nispeten özgün bir iç işleyişi olan , önemli bir tarihsel dönem olarak görülebilir. Ama bu dönemi tanımlamaya gelince bir kavram kargaşası oluşuyor. Ne, ilişkilerin, kurulan bağlantıların daha hızlı, daha yoğun olması ne de topraktan/mekandan kopma (de-territor-ilialization) iddiaları bu kargaşayı ortadan kaldıramıyor…
Uluslararası ilişkiler ve Küreselleşme Kuramı
Eğer kıtaların ve bir bütün olarak gezegenin bölünmeleri gerçekten geçersizleşiyorsa ve eğer küreselleşme kuramının iddiaları bunun meşru sonucuysa, o zaman yeni doğan gerçekliğe yol verilmesi gereken yalnızca alansal olarak sınırlanmış bir varlık olan “toplum” değildir. Bu yüzden Jan Aart Scholte yöntemsel alancılığın uluslararsı ilişkilerin tanımında olduğunu savunuyor. Ona göre bu durum akademisyenlerin ve siyaset üreticilerin çağdaş küresel sorunların alansallık-üstü niteliğini görmelerini engelliyor. Bu sorunlar giderek daha az “Westphalia devletler-sisteminin” alansal mekanında, daha fazla modern finans piyasalarının, uydu iletişiminin ve bilgisayar şebekelerinin teşvik ettiği “mesafesiz mekanında” oluşturuluyor.
Malcom Waters’a göre uluslararası kuram ulus-ötesi bütünleşme süreçlerine dikkatle egemen devletin öneminin devam ettiği iddiasının sorunlu bir şekilde beraber varolduğu “bir küreselleşme ön kuramı” olmaktan ileri gitmeyi başaramamıştır.
Bu görüşlere ilk itiraz Uluslararası ilişkiler disiplinine yönelikl bir eleştiriyi işaret ediyorsa ikincisi de, belki şaşırtıcı bir şekilde, ilkinin eşit derecede empatik bir savunmasına çıkıyor. Çünkü küreselleşme kuramında Westphalia sistemine olan inançla “uluslararası” fikrinin erimesi, farklı tarihsel dönemlerde farklı biçimlerde insan toplumları arasında karşılıklı ilişkilerin sordupu genel sorunların analitik belirleyiciliğinden kalanları bir kalemde silip atıyor.
7- Küreselleşme –Gerekli Bir Mit Mi?
Paul Hirst & Grahame Thompson
Küreselleşme bazı toplum bilimciler açısından ulusal kültür, ekonomi ve sınırların çözüldüğü bir süreç olarak görülmektedir. Dünyanın en temel dinamikleri uluslararasılaşmış ve denetlenemez hale gelmiştir. Peki durum gerçekten böyle midir? Bunun için bazı fikirler öne sürülmüştür;
-
Şu anki ileri derecede uluslararasılaşmış ekonomi öncülsüz değildir. Bazı açılardan şu anki uluslararası ekonomi 1870 ile 1914 arasında varolan rejimden daha az açık ve bütünleşmiştir.
-
Çoğu şirket hala ulusaldır ve gerçek uluslararası şirketlerin artışına yönelik büyük bir eğilim gözükmüyor.
-
DDY ( Dış Doğrudan Yatırım) gelişmiş sanayi ülkeleri arasında yoğunlaşmış durumda. Üçüncü dünya hem yatırım hem ticarette kenarda kalıyor.
-
Ticaret, yatırım ve mali akışlar daha çok Avrupanın üçlüsünde, Japonya ve Kuzey Amerika’da. Dünya küresellikten hala çok uzak.
-
Küresel piyasal hiç bir şekilde denetlenemez ve düzenlenemez değiller.
Uluslararası Ekonomi Modelleri
Küreselleşme tanımı çerçevesinde iki uluslararası ekonomi modeli geliştirilmiştir. Birisi tamamen küreselleşmiş öteki hala esasen göreceli olarak birbirinden ayrı ulusal ekonomiler arası mübadeleler tarafından nitelenen ve pek çok sonuçta tözsel olarak ulusal ölçekte gerçekleşen süreçlerin belirleyici olduğu açık uluslar arası ekonomi. Tip 1 ; uluslararası ekonomi, tip 2; küreselleşmiş bir ekonomi. Bu iki ekonomi türü içkin olarak birbirlerini dışlamıyorlar, ama bazı koşullarda küreselleşmiş ekonomi uluslararası ekonomiyi çevreler ve içerir. Şu anda UÖŞ ( Ulus-ötesi şirket)’lerin azlığı ve ÇUŞ (Çok Uluslu Şirket)’lerin belirginliğinin devamı ve aynı zamanda hem ticarette hem de DDY’de devam eden durum uluslararası ekonomi ile tutarlılık göstermektedir.
Uluslararası ekonominin dayandığı büyük ulusal üreticilerin, mali ticaret yapanların ve hizmet merkezlerinin kuvvetle dışa yönelmiş olduğu uluslararası ticaret performansını vurguladığı bir ekonomi olduğu hatırlanmalı. Küreselleşmiş ekonominin tersi ulusal içiçe kapanık ekonomi değil, ticaret yapan uluslara dayalı ve hem ulus devletlerin kurumsal politikaları hem de ulus üstü failler tarafından şu veya bu derecede düzenlenen açık bir dünya piyasasıdır. Böyle bir ekonomi şu veya bu şekilde 1870’lerden beri var ve büyük geri çekilmelere rağmen (Büyük Buhran gibi) yeniden ortaya çıkmaya devam etti. Önemli olan nokta şu ki bu küresel ekonomiyle karıştırılmamalı.
8- Küreselleşmelerin Çarpışması
Stanley Hoffman
11 Eylül olaylarının yeni bir çağın başlangıcı olduğunu herkes kabul etmektedir. Gelişen küreselleşme ile birlikte basit silahlarla dünyanın en büyük gücüne kafa tutabilen terörsistler de küreselleşmenin kaygı verici kasvetli durumunu gözler önüne sermektedir. Yani yeni gelişen küresel sivil toplum dünya düzenine nasıl bir katkıda bulunacaktır, bu sorunun sorulması gereklidir. Küreselleşme sadece ekonomik anlamda değildir.
Yapılan öngörüler dışında gerçekte küreselleşmenin her biri ayrı sorunları olan üç ayrı biçimi vardır. Birincisi ekonomik küreselleşmedir. Ana aktörler; şirketler, yatırımcılar, bankalar ve özel hizmet sanayileri olduğu kadar hükümetler ve uluslararası örgütler de bulunmaktadır. Ardından kültürel küreselleşme gelmektedir. Burada can alıcı şeçim (sıklıkla Amerikanlaşma diye anılan) tek biçimlilik ile farklılık arasındadır. Son olarak öteki ikisinin ürünü olan politik küreselleşme vardır. Birleşik Devletlerin ve kurumların baskınlığı ve muazzam bir dizi uluslararası ve bölgesel örgütler ve ulus ötesi şebekeler tarafından nitelendiriliyor.
Küreselleşmenin getirdiği faydalar inkar edilemez fakat Amerika önderliğinde gelişen küreselleşmenin Büyük Buhran’daki gibi sonuçlara yol açması da olasıdır. Küreselleşmenin gelişimi pek çok yoksul ülkeyi dışladığından sınırlı kalmaktadır ayrıca günümüzde uluslararası sivil toplum cenin düzeyinde kalmıştır. Çoğu sivil toplum örgütü üye devletlerin nüfuslarının çok küçük bir kesitini kapsamaktadır. Son olarak gelen bir eleştiri de Friedman’ın sevdiği bireysel özgürleşmeyedir. Bugün hala bireysel özgürleşme dünya üzerinde tam olarak görülememektedir. Örneğin Çin’de bu olgu beklenen kadar hızla başarıya ulaşmamaktadır.
Hoffman’ın üzerinde durduğu bir diğer önemli nokta da, başlangıçta bahseldiği gibi terördür. Artan küreselleşmenin terörü de aynı anda arttırdığını ve terörist şiddeti kolaylaştırdığını düşünmektedir. Eşitsiz genişleme ve büyümenin, liberallikte daha fazla söz sahibi olma çabasının tepkisinin terör olarak görülebileceğini üzerine dikkatleri çekmek ister.
9 - Küreselleşme ve Amerikan Gücü
Joseph S. Nye Jr.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte, Amerika yakın tarihte hiçbir devletin olmadığı kadar güçlü hale geldi. Küreselleşme şu anda Amerika’nın bu durumuna katkıda bulunuyor ancak bunu yüzyıl sonuna kadar sürdürmesi olası görünmüyor çünkü küreselleşme süreci derinelemesine incelendiği zaman her yandan Amerika’nın lehine olarak görünmüyor.
Küreselleşme hem politikanın hem de teknolojinin çocuğudur. Amerikan politikası 1945 sonrası açık bir uluslararası iktisadi sistem oluşturmak amacıyla GATT, Dünya Bankası ve IMF gibi kurumları ve normları teşvik etti. Küreselleşme sürecinin hızlanmasına öncülük eden ülke haline geldi.
Birleşik Devletler çağdaş küreselleşmenin tüm boyutlarında merkezi bir rol oynamaktadır. Esas olarak küreselleşme, karşılıklı bağımlılığın dünya çapındaki şebekelerini ifade eder. Şebeke, bir sistemdeki nokta bağlantıları serisidir, ancak şebekeler şaşırtıcı derecede çok sayıda ve farklı şekil ve mimaride olabilirler. Havayolu trafiği, iletişim ağı, elektrik şebekesi, şehirler arası otobüs sistemi ve internet gibi örneklerin hepsi, merkezileştirme ve bağlantıların karmaşıklığı açısından farklılaşsa da birer şebekedir ya da ağlar bütünüdür.
Amerika Birleşik Devletleri küreselleşmenin dört biçiminde de önemli rol oynar; ekonomik (en büyük pazara sahiptir), askeri (küresel etki alanı olan tek devlet), toplumsal (popüler kültürün merkezidir) ve çevresel (en büyük kirleticidir). Günümüz itibari ile her alanda öncülük birleşik devletlere aittir.
Amerikan İmparatorluğunun merkez ve çevresi olarak ve küçük ölçekteki ülkeler için bir bağımlılık ilişkisi yaratacağı şeklinde tahayyül etmek en azından dört sebepten hatalı olacaktır. Tek taraflı ele alındığında bu metafor kullanışlıdır fakat resmin bütününü yansıtmaz.
İlk olarak karşılıklı bağımlılık, ağların mimarisi, küreselleşmenin dört boyutuna göre değişir. Merkez ve çevre metaforu ekonomik, çevresel ya da sosyal küreselleşmecilikten ziyade askeri küreselleşmeciliğe daha fazla uyar. Bir diğer değişle yaptırım gücü olanın istekleri doğrultusunda hareket edilir. Merkez – çevre metaforu, tehdit ilişkilerinden ziyade güç ilişkilerine daha fazla uymaktadır.
İkinci olarak merkez-çevre imgesi bizi, karşılılık ya da çift yönlüsavunmasızlık ilkelerinin apaçık yokluğu gibi yanlış bir sonuca götürebilir. Askeri alanda dahi Birleşik devletlerin dünyanın herhangi bir noktasını vurabilme kabiliyeti, onu karşı konulamaz yapmaz. Bunu 11 Eylül saldırılarında açıkca gördük. Küresel ekonomik ve toplumsal etkileşimler sınırlarımızı kontrol edebilmeyi giderek zorlaştırıyor. Kendimizi ekonomik hareketlere açtığımızda, aynı zamanda yeni bir askeri tehdit biçimine de açmış olacağız. Ayrıca Birleşik Devletler en büyük ekonomiye sahip olmakla birlikte, küresel sermaye pazarındaki bulaşıcı yayılışına karşı, 1997 Asya mali krizinde görüldüğü gibi, daha duyarlı ve savunmasız hale geliyor. Toplusal boyutta, Birleşik Devletler diğer herhangi bir ülkeden daha fazla popüler kültür ihraç edebilmekte fakat aynı zamanda bütün ülkelerden daha fazla fikir ve göçmen ithal etmektedir.
Çevresel boyutta bakıldığı zaman ise Amerika her ne kadar kendi evi içerisinde pahalı çevre önlemleri alsa da Çin’de kömür enerjisiyle güç üreten santrallerin sebep olduğu iklim değişikliğinden zarar görecektir.
Küresel şebekelerin mimarisi, merkez-çevre modelinden internet gibi daha geniş ölçekte dağıtılan biçime doğru geliştikçei yapısal boşluklar küçülür ve merkezi konumdaki devletin yapısal gücü azalır. Şu anda Amerikalıların internet açısından merkezi oldukları doğrudur fakat dünyanın kalanından daha az internet kullanıcısına sahiptirler. 2010 yılında Çin’deki internet kullanıcılarının sayısının Amerika’daki sayıyı geçmesi bekleniyor. Bu da asya pazarını sermaye, girişimci ve reklamcı için daha cazip hale getirecektir.
Dostları ilə paylaş: |