Biyatı Antolojisi, İstanbul 1935; a



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə13/27
tarix26.08.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#75068
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   27

Hâm'ın işlediği suçun mahiyetiyle, ken­disinin değil oğlu Ken'ân'ın lânetlenme-sinin sebebi Tevrat'ta bildirilmemekte, ancak yahudi tefsirlerinde çeşitli yorum­lar yer almaktadır. Yahudi din bilginleri, işlenen suçla verilen ceza arasında bir uy­gunluk bulunduğunu savunurlar. Bu ko­nuda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlar­dan birine göre Hâm, babasını çıplak gö­rünce dördüncü bir oğul sahibi olmasını önlemek için onu hadım etmiş, Nûh da Hâm'ın dördüncü oğlu Ken'ân'ı lânetle­miştir. Bir başka yorumda Hâm baba­sıyla cinsel ilişkide bulunmuş (Talmud, Sanhedrin, 70a), ancak babası ve iki kar­deşiyle birlikte daha önce Tanrı tarafın­dan mübarek kılındığı için (Tekvîn, 9/1} Nûh onun yerine Ken'ân'ı lânetlemiştir. Diğer bir rivayette ise Hâm babasını çıp­lak durumda görünce gülmüş ve üstünü hemen örteceği yerde gidip öteki kardeş­lerine haber vermiş ve böylece suç işle­miştir. Suçlu olduğu için de oğlu Ken'ân lanetlenmiş ve Hâm'ın soyundan gelen Mısırlılarla Habeşler esir alınıp oturak yerleri açık olarak sürgün edilmek sure­tiyle (İşaya, 20/4) cezalandırılmıştır. Ayrı­ca Hâm Âdem ile Havva'nın cennette iken giydikleri, Tann'nın diktiği ve Nûh ta­rafından muhafaza edilen elbiseleri gemi­den çıkışta çalarak saklamış, elbiseler kendisinden oğlu Kûş'a, ondan da oğlu Nimrod'a geçmiştir. Bu arada Ken'ân'ın lânetlenmesinin sebebini suçu onun işle­mesine bağlayanlar da vardır.

İlâhî vahyin genel esprisiyle hiçbir şe­kilde bağdaşmayan, aklî ve ilmî temel­den de yoksun olan bu yorumlar bir ke­nara bırakılırsa Nuh'un çocuklarıyla ilgili Tevrat metinlerinde çelişki olduğu görü­lür. Şöyle ki, Tekvîn'de (9/24-27) Ken'ân lanetlenip kardeşlerine kul olması için beddua edildiği bildirildikten sonra kar-

HÂM

deşleri olarak Sâm ve Yâfes sayılmakta, fakat Hâm'dan hiç bahsedilmemektedir. Şu halde bu bölüme göre (Tekvîn, 9/20-27) Nuh'un çocukları Sâm. Yâfes ve Ken-'ân'dır. Bu takdirde Tekvîn'deki (9/24) "küçük oğlu" nitelemesi Hâm'ı değil Ken­'ân'ı ifade etmektedir. Diğer taraftan Nuh'un sadık bir adam ve kâmil bir insan olup Allah ile yürüdüğü. Sâm, Hâm ve Yâ­fes adında üç oğlunun bulunduğu belirti­lir (Tekvîn, 5/32; 6/9-10). Araştırmacılara göre. tufan kahramanı olan masum ve kâmil Nûh ile tufan sonrası bağ dikip üzüm yetiştiren ve sarhoş olan Nuh'tan söz eden bu iki rivayeti uzlaştırmak is­teyen Kitâb-ı Mukaddes yazarı Tekvîn'e (9/18, 22)"... babası Hâm" ifadesini ekle­yip çelişkiyi gidermeye çalışmıştır [IDB,



II, 5I5; |[|, 555).

Nuh'un, torunu Ken'ân'ı lanetlemesi­ne dair Tevrat metni İsrail ırkının üstün­lüğünü ön planda tutan Yahvist yazara aittir ve muhtemelen bu yazar İbrânî-ler'in dikkatini, Sâm ve İbrahim'in çocuk­larına vaad edilmiş toprakları o dönem­de işgal etmekte olan Ken'ânlılar'ın ata­sına çekmek İçin lanetleme hadisesini zikretmiş ve Hâm'ın Ken'ân'ın babası ol­duğu ibaresini eklemiştir. Öte yandan Nuh'un, Hâm'ın dört oğlundan sadece birini yani Ken'ân'ı lanetlemesi de İsrâi-loğulları'nm Ken'ânlılar'a düşman olma­sına bağlanabilir.

Tevrat Hâm'ın Kûş, Mitsraİm. Put ve Ken'ân adlarında dört oğlu olduğunu bil­dirmekte ve bunların çocukları hakkında bilgi vermektedir (Tekvîn, 10/6-20). Kûş'un Habeşler'in atası olduğu, Hâm gemide iken cinsî münasebette bulunduğu için de derilerinin siyah olduğu rivayet edil­mektedir (Talmud, Sanhedrin, 108b; EJd., V, 1174). Mitsraim'in neslinin ise Mısır halkını oluşturduğu ileri sürülmüştür. Kitâb-ı Mukaddes'e göre Hâmî ırk. Batı Filistin'den Afrika'ya kadar uzanan böl­geyi kuşatmaktadır {IDB, III, 236).

Tufandan sonra insanlığın yeniden tü-reyişiyle ilgili olarak Tevrat'ın verdiği bil­gileri kabul eden bazı Batılı ırk ve dil bi­limcileri Hâmî ırk ve Hâmî dil tabirlerini kullanmaktadırlar. Bunlara göre Arap un­surlar hariç Mısırlılar, Sudanlılar, Habeş­ler. Berberîlervb. Afrika kavimleri Hâm'­dan türemiştir. Yine bunlara göre Hâmî dil üç gruba ayrılmaktadır: Berberi veya Libya diyalekti, Kûş veya Etiyopya dili, Eski Mısır dili.

İslâmî kaynaklarda Hâm'a dair verilen bilgiler yahudi rivayetlerine benzemek-

395


HÂM

tedir: Hz. Nuh'un Hâm, Sâm ve Yâfes ad­lı üç oğlu vardır. Dördüncü oğlu Ken'ân (veya Yâm) gemiye binmemiş ve boğul­muştur. Hâm, babasının emrine karşı ge­lip gemide eşiyle ilişkide bulununca Hz. Nûh ona beddua etmiş ve Hâm'ın soyu siyah derili olmuştur. Hâm Sudanlılar'ın atasıdır. Diğer bir rivayete göre Hâm, ba­basının çıplak vücudunu örtmediği için soyu bu hale gelmiştir. Hâm'ın çocukla­rından Mısrayim Kıbtî ve Berberilerin. Kût ise Hint ve Sindliler'in atasıdir. Hâm'ın çocukları Afrika kıtası sahillerine yerleş­miştir (Taberî, I, 183-191, 206-207; Ib-nü'1-Esîr, 1,67-73, 78-81; Sa'lebî, s. 43-46). Bir hadiste, "Sâm Araplar'ın, Hâm Habeşler'in. Yâfes de Rumlar'ın atasıdır" denilmektedir (Hâkim, II, 546; IV, 463; Heysemî, I, 193- Muttaki el-Hindî, XI, 512-513).

BİBLİYOGRAFYA :

Teberi, Târih (Ebü'1-Fazl), I, 183-191, 206-207; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb, I, 51-52; İb-nû'1-Esîr. el-Kâmil, I, 67-73, 78-81; İbn Kesir, el-Bidâye, I, 115-116; Hâkim, el-Müstedrek, II, 546; IV, 463; Heysemî, Mecma'u'z-zeuâ>id, I, 193; Muttaki el-Hindî, Kenzü'l'ummât, X!, 512-513; Sa'lebî, 'Arâlsü'l-mecâlis, s. 43-46; The Babylonian Talmud, XII, 477-478; E. Pa-lis, "Cham", DB, II/l, s. 513-515; L. Hicks. "Ham", IDB, II, 515; E. A. Speiser, "Man, Eth-nic Dİvîsion of, a.e., III, 235-242; J. H. Marks, "Noah", a.e., III, 554-556; A. R. Schulman, "Cush", EJd., V, 1174; M. Wurmbrand - A. Rothkoff. "Ham", a.e., VII, 1216-1217.

Is] Şaban Kuzgun

r HAMA n


(5U>)

Suriye'nin orta kesiminde

Asî ırmağı kıyısında

bir şehir.

L -I

Halep'i Şam'a bağlayan yol üzerindeki önemli bir mevkide Asi nehrinin kenarın­da kurulmuş olup bu nehir üzerindeki su dolapları ve diğer sulama vasıtalarının çokluğu sayesinde yoğunlaşan ziraata da­yalı iktisadî bir hayatın merkezidir.



Hama şehrinin ilk defa ne zaman ve na­sıl kurulduğu bilinmemektedir. Milâttan önce XIV ve XIII. yüzyıllarda Kuzey Suri­ye'nin Hititler tarafından işgali sırasında şehrin mevcut olduğuna dair o döneme ait kitabeler bulunmaktadır. Daha sonra şehir, Asurlu 11. Salmanasar'a (m.ö. IX. yüzyılın ortası) karşı mücadele etmek için Şam kralıyla ittifak kuran Ârâmîler'in hâ­kimiyetine geçti. VIII. yüzyılda Hama kralı önce Asurlu 111. TSglat-pileser'e (Teglat-phalasar 746-727). ardından şehri Asur'a

396


katan II. Sargon'a (722-705) haraç öde­mek zorunda kaldı. Eski Ahit'te adı Ha-math olarak geçen Hama, Helenistik dö­nemde Kral Antiokos IV. Epifan (Antio-ctıos IV. Epiphane) adına dayanılarak Epi-fanya (Epiphania) diye adlandırıldı.

Ebû Ubeyde b. Cerrah kumandasında­ki İslâm ordusu Hama üzerine yürüyün­ce şehir halkı cizye ve haraç ödemeyi ka­bul ederek kendi İstekleriyle müslüman fâtihlere teslim oldular (15/636). Bu sıra­larda fazla önemi olmayan şehir Humus askerî bölgesine (Cündü Hıms) katıldı ve bu durum X. yüzyıla kadar devam etti.

Hamdânî Emîri Seyfüddevle zamanın­da (944-967) Halep şehrine katılan Ha­ma. Bizans İmparatoru Nicephoros Pho-cas'ın saldırısına uğradı (357/968). Bu baskında büyük cami yandı. Daha sonra bütün Kuzey Suriye gibi Fâtımîler'in, ar­dından Mirdâsîler'in ve son olarak da Sel-çuklular'ın hâkimiyetine girdi. Aksungur, Kuzey Suriye'yi ve güneyde Hama'ya ka­dar olan bölgeyi Sultan Melikşah adına idare etti. 1110'da Haçlılar'a haraç öde­yen şehirler arasında yer alan Hama da­ha sonra Dımaşk Atabeği Tuğtegin tara­fından ele geçirildi. Tuğtegin ve İlgazi'nin Büyük Selçuklu Devleti'ne karşı Haçlılar'-la ittifak yaptıklarını haber alan Sultan Muhammed Tapar. Hemedan Emîri Por­suk b. Porsuk'u büyük bir ordu ile onla­rın üzerine şevketti. Halep'e yürüyen or­du daha sonra Tuğtegin'in ağırlıklarının bulunduğu Hama'yı kuşatıp zaptetti. Şeh­ri üç gün yağmalatan Porsuk, burayı sul­tanın emriyle Humus Valisi Hayır Han (Kırhan) b. Karaca'ya teslim etti. Hayır Han bir süre sonra Hama'yı kardeşi Şehâ-beddin Mahmûd'a bıraktı. Mahmûd'un 1123'te ölümü üzerine şehri Tuğtegin tekrar zaptetti. Ardından onun oğlu Tâ-cülmülûk Böri ve oğlu Sevinç tarafından

yönetilen Hama Zengî tarafından alına­rak Hayır Han'ın idaresine bırakıldı. İs­mail b. Böri şehri yeniden fethetmeyi başardıysa da 1135'te Zengî tekrar bu­rayı alıp Orta Suriye'deki askerî harekât­larının bir üssü haline getirdi.

Bu dönem boyunca Kuzey Suriye'de bulunan Haçlılar birçok defa Hama'yı ele geçirmek için teşebbüste bulundular. Ke­nar mahallelerine kadar ilerledikleri hal­de şehri zaptedemediler. Zengfnin ölü­münden sonra (1146} hâcib Selâhaddin el-Yağıbasanî, Nûreddin Mahmud Zen-gî'ye tâbi olarak Hama emirliğine getiril­di. Receb 552*deki (Ağustos 1157) dep­rem şehri büyük ölçüde harap etti. Bir başka deprem de Şevval 565'te (Temmuz 1170) meydana geldi. Nûreddin camileri ve hisarı onartıp medrese ile beraber bir de bîmâristan inşa ettirdi.

Hama 570'te (1174-75) Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin eline geçti. Selâhaddin dört yıl sonra burayı yeğeni el-Melikü'l-Mu-zaffer Ömer'e bıraktı. Ömer'in torunları şehri XIII. yüzyılın sonlarına kadar idare ettiler. AncakXIII. yüzyılın ortasından iti­baren Memlûk sultanlarının hâkimiyeti­ni tanıdılar. el-Melikü'l-Muzaffer'in 698'de (1298-99) ölümü üzerine Hama doğru­dan Memlükler'in hâkimiyeti altına gir­di ve Suriye'nin kazalarından birinin yö­netim merkezi oldu. el-Melikü'l-Muzaf­fer'in yeğeni tarih ve coğrafya âlimi Ebü'l-Fidâ, Kerek'te bulunduğu sırada Mem­lûk Sultanı el-Melikü'n-Nâsır Muhammed b. Kalavun'un dostluğunu kazandığından Hama'ya nâib tayin edildi (8 Cemâziye-levvel 710/3 Ekim 1310). Sultanla dostlu­ğunu ilerleten Ebü'1-Fidâ, 25 Rebîülâhir 712'de (30 Ağustos 1312) el-Melikü's-Sâ-lih lakabıyla Hama meliki oldu ve daha sonra oğlu el-Melikü'1-Efdal Muhammed tarafından da kullanılacak olan sultan

unvanını aldı (17 Muharrem 720/28 Şubat 1320). Hama halkı onun âdil idaresi altın­da en müreffeh ve huzurlu dönemini ya­şadı. Ancak oğlu Memlûk sultanı ile an­laşmazlığa düştüğü için Dımaşk'a sürgü­ne gönderildi. Hama bundan sonra doğ­rudan doğruya Memlûk valileri tarafın­dan yönetildi. Timur'un Suriye'yi İstilâsı sırasında özellikle hisar ve şehir büyük bir yıkıma uğradı. Bunun ardından şeh­rin askerî ve iktisadî bakımdan önemini anlayan Memlûk yöneticileri Hama'yı es­ki canlılığına kavuşturmak için çalıştılar. İki büyük su dolabı ile bir büyük su ke­meri inşa edildi ve sulama kanalları İle zi­raat canlandırıldı. Fakat burası, bölgenin diğer şehirleri olan Halep ve Trablus ka­dar önem kazanamadı.

Yavuz Sultan Selim'in Suriye-Mısır se­feri sırasında Hama da Osmanlı hâkimi­yetine girdi (19 Eyl ü 1 1516). ve Yavuz Sul­tan Selim tarafından yeni fethedilen yer­lerden teşkil edilen ve "vilâyet-i Arab" adı verilen idarî birime bağlı bir sancak mer­kezi haline getirildi. Kanunî Sultan Süley­man dönemi başlarında yeni idarî düzen­lemeler yapılırken Halep ve Şam beyler-beyilik olmuş. Hama ve Humus da tek bir sancak halinde Şam'a bağlanmıştır (1527). Nitekim bu döneme ait tahrirle­rinden Hama sancağının Hama, Humus, Maarre, Bârın adlı nahiyelerden oluştu­ğu anlaşılmaktadır (BA, 7D,nr. 137,418). 1568'de Hama ve Humus birbirinden ayrılarak iki sancak haline geldi. Humus sancağı Şam beylerbeyliğinde kalırken Hama sancağı Halep beyierbeyiliğine da­hil edildi (BA. MAD, nr 563, s. 156, 167). 1571'deyeni teşkil edilen Trablus beyier­beyiliğine, 1579'da Halep'e, XVII. yüzyıl­da yeniden Trablus'a nakledilen sancak XVIII. yüzyılın başında tekrar Şam'a bağ­landı. Bu sırada Hama Şam paşasına özel mülk (malikâne) olarak tahsis edilmişti. Böylece. Suriye valiliklerinde bulunan ve bir hanedan oluşturan Azm ailesinin özel

mallarından bir bölümünü meydana ge­tiriyordu. Bu valilerin arasında en meşhu­ru olan Esad Paşa (1743ten 1757ye ka­dar Şam valisi), Hama'da o dönemin Su­riye-Osmanlı mimarisinin bir şahidi olan dikkate değer bir saray inşa ettirmiştir.

1830'lara doğru Trablus'a bağlanan Hama sancağı, 1864'te Suriye vilâyetinin oluşturulması sırasında yeniden Şam'a dahil edildi. Osmanlı hâkimiyetinden son­ra Fransız mandası ve Suriye Cumhuriye-ti'nde Hama idarî bir merkez oldu.

Ortaçağ'da büyük bir merkez olan, XII. yüzyılda kâğıt fabrikalarına sahip bulun­duğu bilinen, ancak Memlûk idaresi dö­neminde durumu sarsılan Hama şehri Os­manlı hâkimiyeti altında yeniden önem kazanarak bölgenin kalabalık yerleşme yerlerinden birini oluşturdu. XVI. yüzyıl­da fetihten hemen sonra yapılan tahrir­lere göre şehir giderek fizikî bakımdan kalabalık nüfusu barındırabilecek önemli bir iktisadî merkez haline geldi. XVI. yüz­yıl ortalarında şehirde yirmi ikisinde müs-lümanların, ikisinde gayri müslimlerin oturduğu yirmi dört mahalle vardı. Ma­halleler "zukak" (sokak) denilen küçük yerleşme birimlerine ayrılmıştı. Bunlar en fazla altı, en az iki sokaklı büyük mahal­lelerdi. Sokağı bulunmayan bazı mahal­leler de yine nüfus bakımından yoğun yer­leşme yeri özelliği göstermekteydi. Bu sırada şehrin toplam nüfusu tahminen 20-25.000 civarındaydı. Bu nüfusu ile Ha­ma bölgedeki büyük şehirler arasında yer alıyor ve nüfusun çoğunluğu müslüman-lardan oluşuyordu. Hama sancağı sınırlan içinde muhtelif bölgelerde kalabalık ce­maatler halinde yaşayan Türkmen grup­larının bazıları şehirde oturmaktaydı. Bunlar şehrin dört mahallesine yayılmış olup 134 hâne (yaklaşık 700 kişi) kadar­dı. Gayri müslim olarak ise 150 hâne ya-

HAMA


hudi ve defterde Ya'kübî (Süryânî) şeklin­de kayıtlı 280 hâne hıristiyan bulunuyor­du. Tahrir defterlerindeki vergi kayıtları­na göre Hama bu tarihlerde önemli bir pazaryeri durumundaydı; ihtisab, pazar vergileri büyük rakamlara ulaşıyordu. Şeh­rin meşhur değirmenlerinde un yanın­da susam yağı da çıkarılıyordu. Her çeşit yünlü kumaş, pamuklu ve ipekliler şehir­de pazarlanıyor, özellikle Avrupa'dan ge­len çuha pazarlarda alıcı buluyor, buna karşılık pamuklu ve yapağı ihraç ediliyor­du (BA, TD. nr 564, s. 1-69).

Şehir bu durumunu XVII. yüzyılda da korudu. Bu yüzyıl başlarında şehre gelen Polonyalı Sİmeon burayı önemli bir tica­ret merkezi olarak tarif eder; ipekli, sır­malı bürümcük, telli makreme, alaca, yağlık vb. kumaşların pazarlandığını be­lirtir (Seyahatname, s. 151-152). Diğer seyyahlar da buranın büyük ve kalabalık bir merkez olduğunu, su dolaplarının ka­nallarla şehre su sevkettiğini. depolar ve pazarlar bulunduğunu, pazarlarda satı­lan mensucatın Trablus'a gönderilip bura­dan Avrupa'ya götürüldüğünü yazarlar (P. della Valle, s. 179-180; Ch. d'Arvieux, 11,443). XVII. yüzyıl ortalarında burayı zi­yaret eden Evliya Çelebi, büyük bir şehir olarak nitelendirdiği Hama'nın kalesinin harap halde olduğunu, nehir kenarında büyük bağlı bahçeli evler, 105 kadar ca­mi ve mescid, yedi tüccar hanı bulundu­ğunu belirterek su dolaplarından söz eder [Seyahatname, III, 57-61). Ayrıca bir kısmı Osmanlı döneminde kurulmuş zen­gin vakıflara sahip olan Hama'da yapılan vakıf tahrirlerine göre XVI. yüzyılda vakıf­ları bulunan on alta medrese, yedi türbe, iki buk'a ve iki zaviye vardı. Vakfı bulun­mayanlarla birlikte bunların sayısının da­ha da fazla olduğu düşünülebilir.

HAMA

Demiryolu ile Haiep'e ve Şam'a, Hu­mus üzerinden de Trablus ve Beyrut'a bağlanan Hama XIX. yüzyılda biraz da­ha gelişti. XX. yüzyıl başlarında SO.OOO'i geçen nüfusu 1940'larda 70.000'İ aşmış, 1992'de ise 250.000'i bulmuştur. 1980'-de Müslüman Kardeşler {İhvân-ı Müslimfn) hareketinin merkezi haline gelen şehir, Şubat 1982'de girişilen sindirme hare­kâtı sırasında çıkan çatışmalardan olduk­ça etkilenmiş, eski şehrin büyük bir kıs­mı ağır bombardımanın tesiriyle yıkıldı­ğı gibi 20-25.000 kişi de hayatını kaybet­mişti.



Tarihi boyunca ipekli ve pamuklu ku­maş dokumacılığının merkezi, bölgenin göçebe halkı tarafından sıkça uğranılan bir pazar yeri olan ve XX. yüzyıl başların­da çevresindeki köylerin % 80'i beş bü­yük ailenin mülkiyetinde bulunan Hama bugün de pamuk, tahıl, meyve, sebze ti­careti yapılan bir pazar olup tahıl Öğüt­me, yün ve ipekli dokuma sanayiine sa­hiptir.

Âsi nehrinin iki yakası üzerinde kurulu olan şehir, günümüzde en büyüğünün yüksekliği 22 metreyi bulan su kemerle-rindeki suyun yükselmesi sayesinde şeh­rin içme suyunu ve bahçelerinin sulama ihtiyacını karşılayan su dolapiarıyla meş­hurdur. Irmağın sağ tarafındaki ticarî uğrak yeri olan mahallelerde hanlar. Câ-miu'l-hayyât ve onun yanı başında Hama sultanı Ebül-Fidâ'nın mezarını örten bir kubbe yükselmektedir. Başlangıçta put­perest tapınağı ve daha sonra hıristiyan bazilikası iken Emevîler zamanında cami­ye çevrilen el-Câmiu'l-kebîr (Câmiu's-sû-kı'l-a'lâ, Câmİii Ebf Ubeyde) üç nefe ayrılmış geniş bir namaz kılma bölümüne, sekiz sütunla taşınan beş kubbeye, XV. yüzyıl­da yapılmış ağaç işlemeli minbere ve biri SZ9 (1135) tarihli, diğeri Memlükler za­manına ait iki minareye sahiptir. Avlu­nun batı tarafındaki revaklı bölümden, 1284-1298 yılları arasında Hama emirliği yapmış olan el-Melikü'1-Muzaffer'in tür­besine varılır. Siyah ve beyaz süslemele-riyle dikkati çeken minaresi, ağaç işle­meli çok güzel minberiyle Nûreddin Ca­mii (el-Câmiu'n-NûrT) S68 (1172} yılında in­şa edilmiştir. Yine bu dönemde 552'den (1157) sonra bir hastahane (Bfmâristâ-nü'n-Nûri). 565'ten (1170) sonra bir med­rese ve bugün hiçbir izi kalmamış olan bir kale yapılmıştı. Azm ve Geylânî aile­lerinin evlerinin (Kasrü'l-Geylâni) bulundu­ğu kısım şehrin en önemli bölgesidir. Ha­ma tarih ekolünün kurucusu İbn Vâsıl, coğrafyacı Yâküt ve Ebü'l-Fidâ Hamalı

398

meşhur şahsiyetlerdir. Bunların yanında Kâdıikudât Ebû Bekir Muhammed b. Mu­zaffer ve fakih Ahmed b. Muhammed gi­bi Hamevî nisbesiyle meşhur birçok şah­siyet vardır.



BİBLİYOGRAFYA :

BA, TD, nr. 137, 418; nr. 564, s. 1-69; BA. MAD, nr. 563, s. 156, 167; Sem'ânî. el-Ensâb, IV, 229-230; İbn Cübeyr. er-Rihle, Beyrut 1374/ 1964, s. 229, 231, 280; İbnü'l-Esîr, el-Kamit, bk. İndeks; Hamevî. Târihu'l-Manşürt (nşr. Ebü'l-fd Dûdû), Dımaşk 1401/1981, bk. İndeks; İbn Vâsıl, Müferricü't-kilrûb(nşr. Cemâleddin eş-Seyyâl), Kahire 1953-60, I, 41, 53, 77, 274; II, 22-23, 64, 74-75; III, bk. İndeks; Ebü'l-Fidâ, Muhtasar: Annales Moslemİci (nşr. ). |. Reiske - i, G. Adler). Leipzig 1759,1, 224-227; Polonyalı Simeon, Seyahatname (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 151-152; J. deThevenot. Re-lation d'un uoyage fait au Leuant, Paris 1664, s. 443; P. della Valle, Voyage, Paris 1670, s. 179-180; Evliya Çelebi, Seyahatname, III, 57-61; Ch. d'Arvieux, Memolres, Paris 1735, II, 443; R. Pococke, A Description of the East and Some otherCountries, London 1743-45, II, 144; RHC Or., I, 168, 172-173, 177-179, 185; M.van Ber-chem. "Arabische Inschrİften" (M.von Oppen-heim. Inschriften aus Syrien içinde), Leipzig 1909, s. 22-32; a.mlf. - E. Fatio, Voyage en Syrie, LeCaire 1913-14, s. 176-179; M. Gaude-froy- Demombynes, La Syrie â iepoque des ma-melouks, Paris 1923, s. 106-108, 229-233; R. Dussaud, Topographie historique de la Syrie, Paris 1927; K. A. C. Creswell, Early Müslim Architecture, Oxford 1932, I, 14; a.mlf., "The Great Mosque of Hama", Aus der Welt der isiamischen Kunst, Berlin 1959, s. 48-53; J. VVeulersse. L'Oronte, Tours 1940, s. 50-58; CI. Cahen. La Syrie du nord, Paris 1940, bk. İn­deks; Repertoire chronologtque d'epigraphie arabe, Cairo 1964, nr. 3073-3074, 3220, 3248, 3255-3256, 3432-3434, 3556, 763 005, 776 011, 781 003, 797 012-13, 800 021; Robert Mantran - J. Sauvaget, Reglements /îscaujc ot-tomans, Paris 1951, s, 81-87; S. Runciman. A History of the Crusades, London 1965, MU, bk. İndeks; N. Elisseeff. Nür ad-din, Paris 1967, I-III, tür.yer.; Abdülkerim Râfik, Bilâdü'ş-Şâm ue Mtşr, Dımaşk 1968, tür.yer.; a.mlf., "Mezâhiru iktişâdiyye ve İctİmâ'tyye min livâ'i Hama, 942-943/1535-1536", Dirâsât târihiyye, sy. 31-32, Dımaşk 1989, s. 17-66; Coşkun Alpte­kin, The Reİgn ofZangi, Erzurum 1978, s. 49-50, 53-55, 57-58, 60, 62, 71-72; Mehmet Ipşir-Iİ, "A Preliminary Study of the Public Waqfs of Hama and Homs in the XVI. Century", Studies on Turkİsh-Arab Relations, İstanbul 1986, I, 119-147; E. von Mülinen. "Das Grab Abu'l-Fidâ's in Hama", ZDMG, LXII (1908), s. 657-660; R. L. Devonshire, "Relation d'un vo­yage du Sultan Qaitbay", BIFAO, XX (1922). s. 21-22; J. Gaulmİer. "Pelerinages populaires â Hama", BEO, 1(1931), s. 137-152; J. Sauvaget. "Decrets mamelouks de Syrte", a.e., III (1933), s. 1-13; XII (1947-48). s. 36-38; G. C. Miles. "A Mamlük Hoard of Hamâh", American humis-matic Society Museum Notes, XI, New York 1964, s. 307-309; M. Sobernheim, "Hama", İA, V/l,s. 170-172; D. Sourdel. "Hamât", E/5 (Fr), III, 122-124. r—ı

mü Robert Mantran

r HAMA ULUCAMİİ n

Suriye'deki

erken İslâm mimarisinin ilk örneklerinden bîri.

L J

Suriye'nin fethi sırasında yaygınlaşan bir geleneğe göre mevcut kiliseler müs-lümanlann ibadeti için de kullanılıyor ve­ya bu amaçla mescid haline getiriliyor­du. Hama'da bulunan ve bir Roma tapı­nağı üzerine yapılmış olan büyük kilise de fetihle birlikte 15 (636) yılında camiye dönüştürülmüştür. Emevîler zamanında yapılan tadilâtla batıdaki üç açıklıklı kapı­sı (nartheks) kapatılarak giriş kuzeyden verilmiş, güney duvarına bir mihrap nişi ve önüne de revaklı bir avlu ilâve edilmiş­tir. Abbasî Halifesi Mehdî-Billâh dönemin­de (775-785) yapılan tamirattan sonra 529 {1135) yılında İmâdüddin Zengî za­manında kare planlı minare eklenmiş, Ey-yûbîler'in Hama meliki el-Melikü'İ-Muzaf­fer III. Mahmûd (i 284-1298) camiyi tamir ettirerek bitişiğine bir türbe ile bir med­rese yaptırmış ve 832 (1428) yılında da İbrahim el-Hâşimî avlunun doğu revakını küçük bir harim haline getirip giriş kapı­sını yeniletmiştir. 1982'deki Hama olay­ları sırasında büyük ölçüde tahrip edilen cami yeniden restorasyona alınmıştır.



Cami, eski yapı dokusundan faydalanı­larak şekillendirildiği için asimetrik bir plan şeması sergiler. Bitişiğindeki türbe ve medrese ile birlikte kıble yönünde uza­nan harim mekânı ve büyük bir avludan müteşekkil olup Şam Emeviyye Camii gi­bi orijinal taraflarını fazla yitirmeden gü­nümüze ulaşmıştır. Harimin batı duvarı kiliseden, kıble duvarı tapmaktan kalma­dır. İç mekân, ortada sekiz payenin taşı­dığı haç biçiminde yerleştirilen beş kub­be ile. diğer kısımlarda ise tonozlarla ör­tülmüş, iki renkli kesme taş malzeme ile örülen duvarlardan kuzeydekine ve batı duvarındaki eski kapıların yerlerinde açı­lan pencerelerle aydınlatılmıştır. Avludan geçilen basık kemerli giriş kapısı, yüksek sivri kuşatma kemeri ve payanda biçimin­deki siyah-beyaz renkli taşlardan oluşan sağlam ayaklan ile cepheden dışa taşırı­larak taçkapı formunda değerlendiril­miştir. Kuzey cephesi, alt kat pencerele­rin üzerinde yer alan yuvarlak ve dilimli kemerli küçük ikinci kat pencereleri, iki mihrap nişi ve kademeli konsollara yas­lanan meyilli saçakla harekelendirilmiş-tir. Kapı ve pencerelerde çerçeve ve atkı taşı olarak kullanılan bezemeli antik dö­nem malzemeleri dikkat çekicidir. Zey-

nüddin Ketboğa tarafından yaptırılan ah­şap minber, kitabe ve süslemeleriyle XIII. yüzyıl Memlûk sanatının en güzel örnek­lerinden birini teşkil eder.

Harimin doğusuna bitişik beş hücreli medrese, koridor şeklinde dar bir avluya ve cami avlusunun doğu revaklanna açıl­maktadır. Batısında daha geniş bir avlu İle el-Melikü'l-Muzaffer III. Mahmûd ve oğluna ait türbe yer alır. Türbede bulu­nan iki ahşap sanduka da minber gibi in­ce işlenmiş geometrik ve bitkisel motif­lerle süslüdür.

Avlu etrafındaki revakların kemerleri aynı döneme ait olmadığından farklı özel­liklere sahiptir. Doğu revakının harime ya­kın kısmı kapatılarak mescid haline geti­rilmiştir. Avluda sekiz antik sütunun ta­şıdığı sekizgen gövdeli, kubbe ile örtülü olan hazine binasının (beytülmâl) altında sekizgen bir havuz bulunmaktadır. Mi­mari yapısı ve akantus süslemeli sütun başlıkları ile Şam Emeviyye Camii avlu­sundaki Kubbetü'l-hazne'nin tam bir ben­zeridir. Avluya kuzeyden bir taçkapi ile girilmektedir.

Harimin güneydoğu köşesinden yük­selen kare planlı minare eski bir temel üzerine oturtulmuştur. Siyah-beyaz iki renkli taşlardan oluşan yatay kuşaklar şek­lindeki süslemelerin arasında kûfî kitabe şeritleriyle mozaik tekniğinde işlenmiş eş­kenar dörtgen motifleri mevcuttur. Av­lunun kuzeyindeki çokgen silindirik göv­deli minare de Memlûk karakteri taşı­maktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

K. A. C. Creswe]], Earty Müslim Architectu-re,Oxford 1932, s. 14; a.mlf.. A Short Account ofEarly Müslim Architecture, Harmondsworth 1958, s. 7; a.mlf., "The Great Mosque of Ha­ma", Aus der Welt des İslam: Festschrift für E. Kühnel, Berlin 1959, s. 48-53; Müeyyed el-Kîlâ-nî, Muhâfazatu Hama, Dımaşk 1964, s. 51-52; Architecture of the islamic World (ed. G. Mic-hell), London 1978, s. 234; Abdülkâdir er-Rey-hâvî, el-'İmârâtü't-'Arabiyyetü'I-İstâmiyye, Dı­maşk 1979, s. 194-195; Muhammed Kürd Ali, Httatü'ş-Şâm, Dımaşk 1403/1983, VI, 60; Ah-med Vasfı Zekeriyyâ. Cevle eşeriyye fî ba'zi'l-bilâdİ'ş-Şâmiyye, Dımaşk 1984, s. 256-258; R. Burns. Monuments ofSyria, London 1992, s. 126; M. Sobernheim, "Hama", İA, V/l, s. 171; a.mlf.. "Hama", DMİ, VIII, 71; D. Sourdel. "Ha-mât", £/2fİng], II], 121.


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   9   10   11   12   13   14   15   16   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin