Hâm'ın işlediği suçun mahiyetiyle, kendisinin değil oğlu Ken'ân'ın lânetlenme-sinin sebebi Tevrat'ta bildirilmemekte, ancak yahudi tefsirlerinde çeşitli yorumlar yer almaktadır. Yahudi din bilginleri, işlenen suçla verilen ceza arasında bir uygunluk bulunduğunu savunurlar. Bu konuda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunlardan birine göre Hâm, babasını çıplak görünce dördüncü bir oğul sahibi olmasını önlemek için onu hadım etmiş, Nûh da Hâm'ın dördüncü oğlu Ken'ân'ı lânetlemiştir. Bir başka yorumda Hâm babasıyla cinsel ilişkide bulunmuş (Talmud, Sanhedrin, 70a), ancak babası ve iki kardeşiyle birlikte daha önce Tanrı tarafından mübarek kılındığı için (Tekvîn, 9/1} Nûh onun yerine Ken'ân'ı lânetlemiştir. Diğer bir rivayette ise Hâm babasını çıplak durumda görünce gülmüş ve üstünü hemen örteceği yerde gidip öteki kardeşlerine haber vermiş ve böylece suç işlemiştir. Suçlu olduğu için de oğlu Ken'ân lanetlenmiş ve Hâm'ın soyundan gelen Mısırlılarla Habeşler esir alınıp oturak yerleri açık olarak sürgün edilmek suretiyle (İşaya, 20/4) cezalandırılmıştır. Ayrıca Hâm Âdem ile Havva'nın cennette iken giydikleri, Tann'nın diktiği ve Nûh tarafından muhafaza edilen elbiseleri gemiden çıkışta çalarak saklamış, elbiseler kendisinden oğlu Kûş'a, ondan da oğlu Nimrod'a geçmiştir. Bu arada Ken'ân'ın lânetlenmesinin sebebini suçu onun işlemesine bağlayanlar da vardır.
İlâhî vahyin genel esprisiyle hiçbir şekilde bağdaşmayan, aklî ve ilmî temelden de yoksun olan bu yorumlar bir kenara bırakılırsa Nuh'un çocuklarıyla ilgili Tevrat metinlerinde çelişki olduğu görülür. Şöyle ki, Tekvîn'de (9/24-27) Ken'ân lanetlenip kardeşlerine kul olması için beddua edildiği bildirildikten sonra kar-
HÂM
deşleri olarak Sâm ve Yâfes sayılmakta, fakat Hâm'dan hiç bahsedilmemektedir. Şu halde bu bölüme göre (Tekvîn, 9/20-27) Nuh'un çocukları Sâm. Yâfes ve Ken-'ân'dır. Bu takdirde Tekvîn'deki (9/24) "küçük oğlu" nitelemesi Hâm'ı değil Ken'ân'ı ifade etmektedir. Diğer taraftan Nuh'un sadık bir adam ve kâmil bir insan olup Allah ile yürüdüğü. Sâm, Hâm ve Yâfes adında üç oğlunun bulunduğu belirtilir (Tekvîn, 5/32; 6/9-10). Araştırmacılara göre. tufan kahramanı olan masum ve kâmil Nûh ile tufan sonrası bağ dikip üzüm yetiştiren ve sarhoş olan Nuh'tan söz eden bu iki rivayeti uzlaştırmak isteyen Kitâb-ı Mukaddes yazarı Tekvîn'e (9/18, 22)"... babası Hâm" ifadesini ekleyip çelişkiyi gidermeye çalışmıştır [IDB,
II, 5I5; |[|, 555).
Nuh'un, torunu Ken'ân'ı lanetlemesine dair Tevrat metni İsrail ırkının üstünlüğünü ön planda tutan Yahvist yazara aittir ve muhtemelen bu yazar İbrânî-ler'in dikkatini, Sâm ve İbrahim'in çocuklarına vaad edilmiş toprakları o dönemde işgal etmekte olan Ken'ânlılar'ın atasına çekmek İçin lanetleme hadisesini zikretmiş ve Hâm'ın Ken'ân'ın babası olduğu ibaresini eklemiştir. Öte yandan Nuh'un, Hâm'ın dört oğlundan sadece birini yani Ken'ân'ı lanetlemesi de İsrâi-loğulları'nm Ken'ânlılar'a düşman olmasına bağlanabilir.
Tevrat Hâm'ın Kûş, Mitsraİm. Put ve Ken'ân adlarında dört oğlu olduğunu bildirmekte ve bunların çocukları hakkında bilgi vermektedir (Tekvîn, 10/6-20). Kûş'un Habeşler'in atası olduğu, Hâm gemide iken cinsî münasebette bulunduğu için de derilerinin siyah olduğu rivayet edilmektedir (Talmud, Sanhedrin, 108b; EJd., V, 1174). Mitsraim'in neslinin ise Mısır halkını oluşturduğu ileri sürülmüştür. Kitâb-ı Mukaddes'e göre Hâmî ırk. Batı Filistin'den Afrika'ya kadar uzanan bölgeyi kuşatmaktadır {IDB, III, 236).
Tufandan sonra insanlığın yeniden tü-reyişiyle ilgili olarak Tevrat'ın verdiği bilgileri kabul eden bazı Batılı ırk ve dil bilimcileri Hâmî ırk ve Hâmî dil tabirlerini kullanmaktadırlar. Bunlara göre Arap unsurlar hariç Mısırlılar, Sudanlılar, Habeşler. Berberîlervb. Afrika kavimleri Hâm'dan türemiştir. Yine bunlara göre Hâmî dil üç gruba ayrılmaktadır: Berberi veya Libya diyalekti, Kûş veya Etiyopya dili, Eski Mısır dili.
İslâmî kaynaklarda Hâm'a dair verilen bilgiler yahudi rivayetlerine benzemek-
395
HÂM
tedir: Hz. Nuh'un Hâm, Sâm ve Yâfes adlı üç oğlu vardır. Dördüncü oğlu Ken'ân (veya Yâm) gemiye binmemiş ve boğulmuştur. Hâm, babasının emrine karşı gelip gemide eşiyle ilişkide bulununca Hz. Nûh ona beddua etmiş ve Hâm'ın soyu siyah derili olmuştur. Hâm Sudanlılar'ın atasıdır. Diğer bir rivayete göre Hâm, babasının çıplak vücudunu örtmediği için soyu bu hale gelmiştir. Hâm'ın çocuklarından Mısrayim Kıbtî ve Berberilerin. Kût ise Hint ve Sindliler'in atasıdir. Hâm'ın çocukları Afrika kıtası sahillerine yerleşmiştir (Taberî, I, 183-191, 206-207; Ib-nü'1-Esîr, 1,67-73, 78-81; Sa'lebî, s. 43-46). Bir hadiste, "Sâm Araplar'ın, Hâm Habeşler'in. Yâfes de Rumlar'ın atasıdır" denilmektedir (Hâkim, II, 546; IV, 463; Heysemî, I, 193- Muttaki el-Hindî, XI, 512-513).
BİBLİYOGRAFYA :
Teberi, Târih (Ebü'1-Fazl), I, 183-191, 206-207; Mes'ûdî, Mürûcü'z-zeheb, I, 51-52; İb-nû'1-Esîr. el-Kâmil, I, 67-73, 78-81; İbn Kesir, el-Bidâye, I, 115-116; Hâkim, el-Müstedrek, II, 546; IV, 463; Heysemî, Mecma'u'z-zeuâ>id, I, 193; Muttaki el-Hindî, Kenzü'l'ummât, X!, 512-513; Sa'lebî, 'Arâlsü'l-mecâlis, s. 43-46; The Babylonian Talmud, XII, 477-478; E. Pa-lis, "Cham", DB, II/l, s. 513-515; L. Hicks. "Ham", IDB, II, 515; E. A. Speiser, "Man, Eth-nic Dİvîsion of, a.e., III, 235-242; J. H. Marks, "Noah", a.e., III, 554-556; A. R. Schulman, "Cush", EJd., V, 1174; M. Wurmbrand - A. Rothkoff. "Ham", a.e., VII, 1216-1217.
Is] Şaban Kuzgun
r HAMA n
(5U>)
Suriye'nin orta kesiminde
Asî ırmağı kıyısında
bir şehir.
L -I
Halep'i Şam'a bağlayan yol üzerindeki önemli bir mevkide Asi nehrinin kenarında kurulmuş olup bu nehir üzerindeki su dolapları ve diğer sulama vasıtalarının çokluğu sayesinde yoğunlaşan ziraata dayalı iktisadî bir hayatın merkezidir.
Hama şehrinin ilk defa ne zaman ve nasıl kurulduğu bilinmemektedir. Milâttan önce XIV ve XIII. yüzyıllarda Kuzey Suriye'nin Hititler tarafından işgali sırasında şehrin mevcut olduğuna dair o döneme ait kitabeler bulunmaktadır. Daha sonra şehir, Asurlu 11. Salmanasar'a (m.ö. IX. yüzyılın ortası) karşı mücadele etmek için Şam kralıyla ittifak kuran Ârâmîler'in hâkimiyetine geçti. VIII. yüzyılda Hama kralı önce Asurlu 111. TSglat-pileser'e (Teglat-phalasar 746-727). ardından şehri Asur'a
396
katan II. Sargon'a (722-705) haraç ödemek zorunda kaldı. Eski Ahit'te adı Ha-math olarak geçen Hama, Helenistik dönemde Kral Antiokos IV. Epifan (Antio-ctıos IV. Epiphane) adına dayanılarak Epi-fanya (Epiphania) diye adlandırıldı.
Ebû Ubeyde b. Cerrah kumandasındaki İslâm ordusu Hama üzerine yürüyünce şehir halkı cizye ve haraç ödemeyi kabul ederek kendi İstekleriyle müslüman fâtihlere teslim oldular (15/636). Bu sıralarda fazla önemi olmayan şehir Humus askerî bölgesine (Cündü Hıms) katıldı ve bu durum X. yüzyıla kadar devam etti.
Hamdânî Emîri Seyfüddevle zamanında (944-967) Halep şehrine katılan Hama. Bizans İmparatoru Nicephoros Pho-cas'ın saldırısına uğradı (357/968). Bu baskında büyük cami yandı. Daha sonra bütün Kuzey Suriye gibi Fâtımîler'in, ardından Mirdâsîler'in ve son olarak da Sel-çuklular'ın hâkimiyetine girdi. Aksungur, Kuzey Suriye'yi ve güneyde Hama'ya kadar olan bölgeyi Sultan Melikşah adına idare etti. 1110'da Haçlılar'a haraç ödeyen şehirler arasında yer alan Hama daha sonra Dımaşk Atabeği Tuğtegin tarafından ele geçirildi. Tuğtegin ve İlgazi'nin Büyük Selçuklu Devleti'ne karşı Haçlılar'-la ittifak yaptıklarını haber alan Sultan Muhammed Tapar. Hemedan Emîri Porsuk b. Porsuk'u büyük bir ordu ile onların üzerine şevketti. Halep'e yürüyen ordu daha sonra Tuğtegin'in ağırlıklarının bulunduğu Hama'yı kuşatıp zaptetti. Şehri üç gün yağmalatan Porsuk, burayı sultanın emriyle Humus Valisi Hayır Han (Kırhan) b. Karaca'ya teslim etti. Hayır Han bir süre sonra Hama'yı kardeşi Şehâ-beddin Mahmûd'a bıraktı. Mahmûd'un 1123'te ölümü üzerine şehri Tuğtegin tekrar zaptetti. Ardından onun oğlu Tâ-cülmülûk Böri ve oğlu Sevinç tarafından
yönetilen Hama Zengî tarafından alınarak Hayır Han'ın idaresine bırakıldı. İsmail b. Böri şehri yeniden fethetmeyi başardıysa da 1135'te Zengî tekrar burayı alıp Orta Suriye'deki askerî harekâtlarının bir üssü haline getirdi.
Bu dönem boyunca Kuzey Suriye'de bulunan Haçlılar birçok defa Hama'yı ele geçirmek için teşebbüste bulundular. Kenar mahallelerine kadar ilerledikleri halde şehri zaptedemediler. Zengfnin ölümünden sonra (1146} hâcib Selâhaddin el-Yağıbasanî, Nûreddin Mahmud Zen-gî'ye tâbi olarak Hama emirliğine getirildi. Receb 552*deki (Ağustos 1157) deprem şehri büyük ölçüde harap etti. Bir başka deprem de Şevval 565'te (Temmuz 1170) meydana geldi. Nûreddin camileri ve hisarı onartıp medrese ile beraber bir de bîmâristan inşa ettirdi.
Hama 570'te (1174-75) Selâhaddîn-i Eyyûbî'nin eline geçti. Selâhaddin dört yıl sonra burayı yeğeni el-Melikü'l-Mu-zaffer Ömer'e bıraktı. Ömer'in torunları şehri XIII. yüzyılın sonlarına kadar idare ettiler. AncakXIII. yüzyılın ortasından itibaren Memlûk sultanlarının hâkimiyetini tanıdılar. el-Melikü'l-Muzaffer'in 698'de (1298-99) ölümü üzerine Hama doğrudan Memlükler'in hâkimiyeti altına girdi ve Suriye'nin kazalarından birinin yönetim merkezi oldu. el-Melikü'l-Muzaffer'in yeğeni tarih ve coğrafya âlimi Ebü'l-Fidâ, Kerek'te bulunduğu sırada Memlûk Sultanı el-Melikü'n-Nâsır Muhammed b. Kalavun'un dostluğunu kazandığından Hama'ya nâib tayin edildi (8 Cemâziye-levvel 710/3 Ekim 1310). Sultanla dostluğunu ilerleten Ebü'1-Fidâ, 25 Rebîülâhir 712'de (30 Ağustos 1312) el-Melikü's-Sâ-lih lakabıyla Hama meliki oldu ve daha sonra oğlu el-Melikü'1-Efdal Muhammed tarafından da kullanılacak olan sultan
unvanını aldı (17 Muharrem 720/28 Şubat 1320). Hama halkı onun âdil idaresi altında en müreffeh ve huzurlu dönemini yaşadı. Ancak oğlu Memlûk sultanı ile anlaşmazlığa düştüğü için Dımaşk'a sürgüne gönderildi. Hama bundan sonra doğrudan doğruya Memlûk valileri tarafından yönetildi. Timur'un Suriye'yi İstilâsı sırasında özellikle hisar ve şehir büyük bir yıkıma uğradı. Bunun ardından şehrin askerî ve iktisadî bakımdan önemini anlayan Memlûk yöneticileri Hama'yı eski canlılığına kavuşturmak için çalıştılar. İki büyük su dolabı ile bir büyük su kemeri inşa edildi ve sulama kanalları İle ziraat canlandırıldı. Fakat burası, bölgenin diğer şehirleri olan Halep ve Trablus kadar önem kazanamadı.
Yavuz Sultan Selim'in Suriye-Mısır seferi sırasında Hama da Osmanlı hâkimiyetine girdi (19 Eyl ü 1 1516). ve Yavuz Sultan Selim tarafından yeni fethedilen yerlerden teşkil edilen ve "vilâyet-i Arab" adı verilen idarî birime bağlı bir sancak merkezi haline getirildi. Kanunî Sultan Süleyman dönemi başlarında yeni idarî düzenlemeler yapılırken Halep ve Şam beyler-beyilik olmuş. Hama ve Humus da tek bir sancak halinde Şam'a bağlanmıştır (1527). Nitekim bu döneme ait tahrirlerinden Hama sancağının Hama, Humus, Maarre, Bârın adlı nahiyelerden oluştuğu anlaşılmaktadır (BA, 7D,nr. 137,418). 1568'de Hama ve Humus birbirinden ayrılarak iki sancak haline geldi. Humus sancağı Şam beylerbeyliğinde kalırken Hama sancağı Halep beyierbeyiliğine dahil edildi (BA. MAD, nr 563, s. 156, 167). 1571'deyeni teşkil edilen Trablus beyierbeyiliğine, 1579'da Halep'e, XVII. yüzyılda yeniden Trablus'a nakledilen sancak XVIII. yüzyılın başında tekrar Şam'a bağlandı. Bu sırada Hama Şam paşasına özel mülk (malikâne) olarak tahsis edilmişti. Böylece. Suriye valiliklerinde bulunan ve bir hanedan oluşturan Azm ailesinin özel
mallarından bir bölümünü meydana getiriyordu. Bu valilerin arasında en meşhuru olan Esad Paşa (1743ten 1757ye kadar Şam valisi), Hama'da o dönemin Suriye-Osmanlı mimarisinin bir şahidi olan dikkate değer bir saray inşa ettirmiştir.
1830'lara doğru Trablus'a bağlanan Hama sancağı, 1864'te Suriye vilâyetinin oluşturulması sırasında yeniden Şam'a dahil edildi. Osmanlı hâkimiyetinden sonra Fransız mandası ve Suriye Cumhuriye-ti'nde Hama idarî bir merkez oldu.
Ortaçağ'da büyük bir merkez olan, XII. yüzyılda kâğıt fabrikalarına sahip bulunduğu bilinen, ancak Memlûk idaresi döneminde durumu sarsılan Hama şehri Osmanlı hâkimiyeti altında yeniden önem kazanarak bölgenin kalabalık yerleşme yerlerinden birini oluşturdu. XVI. yüzyılda fetihten hemen sonra yapılan tahrirlere göre şehir giderek fizikî bakımdan kalabalık nüfusu barındırabilecek önemli bir iktisadî merkez haline geldi. XVI. yüzyıl ortalarında şehirde yirmi ikisinde müs-lümanların, ikisinde gayri müslimlerin oturduğu yirmi dört mahalle vardı. Mahalleler "zukak" (sokak) denilen küçük yerleşme birimlerine ayrılmıştı. Bunlar en fazla altı, en az iki sokaklı büyük mahallelerdi. Sokağı bulunmayan bazı mahalleler de yine nüfus bakımından yoğun yerleşme yeri özelliği göstermekteydi. Bu sırada şehrin toplam nüfusu tahminen 20-25.000 civarındaydı. Bu nüfusu ile Hama bölgedeki büyük şehirler arasında yer alıyor ve nüfusun çoğunluğu müslüman-lardan oluşuyordu. Hama sancağı sınırlan içinde muhtelif bölgelerde kalabalık cemaatler halinde yaşayan Türkmen gruplarının bazıları şehirde oturmaktaydı. Bunlar şehrin dört mahallesine yayılmış olup 134 hâne (yaklaşık 700 kişi) kadardı. Gayri müslim olarak ise 150 hâne ya-
HAMA
hudi ve defterde Ya'kübî (Süryânî) şeklinde kayıtlı 280 hâne hıristiyan bulunuyordu. Tahrir defterlerindeki vergi kayıtlarına göre Hama bu tarihlerde önemli bir pazaryeri durumundaydı; ihtisab, pazar vergileri büyük rakamlara ulaşıyordu. Şehrin meşhur değirmenlerinde un yanında susam yağı da çıkarılıyordu. Her çeşit yünlü kumaş, pamuklu ve ipekliler şehirde pazarlanıyor, özellikle Avrupa'dan gelen çuha pazarlarda alıcı buluyor, buna karşılık pamuklu ve yapağı ihraç ediliyordu (BA, TD. nr 564, s. 1-69).
Şehir bu durumunu XVII. yüzyılda da korudu. Bu yüzyıl başlarında şehre gelen Polonyalı Sİmeon burayı önemli bir ticaret merkezi olarak tarif eder; ipekli, sırmalı bürümcük, telli makreme, alaca, yağlık vb. kumaşların pazarlandığını belirtir (Seyahatname, s. 151-152). Diğer seyyahlar da buranın büyük ve kalabalık bir merkez olduğunu, su dolaplarının kanallarla şehre su sevkettiğini. depolar ve pazarlar bulunduğunu, pazarlarda satılan mensucatın Trablus'a gönderilip buradan Avrupa'ya götürüldüğünü yazarlar (P. della Valle, s. 179-180; Ch. d'Arvieux, 11,443). XVII. yüzyıl ortalarında burayı ziyaret eden Evliya Çelebi, büyük bir şehir olarak nitelendirdiği Hama'nın kalesinin harap halde olduğunu, nehir kenarında büyük bağlı bahçeli evler, 105 kadar cami ve mescid, yedi tüccar hanı bulunduğunu belirterek su dolaplarından söz eder [Seyahatname, III, 57-61). Ayrıca bir kısmı Osmanlı döneminde kurulmuş zengin vakıflara sahip olan Hama'da yapılan vakıf tahrirlerine göre XVI. yüzyılda vakıfları bulunan on alta medrese, yedi türbe, iki buk'a ve iki zaviye vardı. Vakfı bulunmayanlarla birlikte bunların sayısının daha da fazla olduğu düşünülebilir.
HAMA
Demiryolu ile Haiep'e ve Şam'a, Humus üzerinden de Trablus ve Beyrut'a bağlanan Hama XIX. yüzyılda biraz daha gelişti. XX. yüzyıl başlarında SO.OOO'i geçen nüfusu 1940'larda 70.000'İ aşmış, 1992'de ise 250.000'i bulmuştur. 1980'-de Müslüman Kardeşler {İhvân-ı Müslimfn) hareketinin merkezi haline gelen şehir, Şubat 1982'de girişilen sindirme harekâtı sırasında çıkan çatışmalardan oldukça etkilenmiş, eski şehrin büyük bir kısmı ağır bombardımanın tesiriyle yıkıldığı gibi 20-25.000 kişi de hayatını kaybetmişti.
Tarihi boyunca ipekli ve pamuklu kumaş dokumacılığının merkezi, bölgenin göçebe halkı tarafından sıkça uğranılan bir pazar yeri olan ve XX. yüzyıl başlarında çevresindeki köylerin % 80'i beş büyük ailenin mülkiyetinde bulunan Hama bugün de pamuk, tahıl, meyve, sebze ticareti yapılan bir pazar olup tahıl Öğütme, yün ve ipekli dokuma sanayiine sahiptir.
Âsi nehrinin iki yakası üzerinde kurulu olan şehir, günümüzde en büyüğünün yüksekliği 22 metreyi bulan su kemerle-rindeki suyun yükselmesi sayesinde şehrin içme suyunu ve bahçelerinin sulama ihtiyacını karşılayan su dolapiarıyla meşhurdur. Irmağın sağ tarafındaki ticarî uğrak yeri olan mahallelerde hanlar. Câ-miu'l-hayyât ve onun yanı başında Hama sultanı Ebül-Fidâ'nın mezarını örten bir kubbe yükselmektedir. Başlangıçta putperest tapınağı ve daha sonra hıristiyan bazilikası iken Emevîler zamanında camiye çevrilen el-Câmiu'l-kebîr (Câmiu's-sû-kı'l-a'lâ, Câmİii Ebf Ubeyde) üç nefe ayrılmış geniş bir namaz kılma bölümüne, sekiz sütunla taşınan beş kubbeye, XV. yüzyılda yapılmış ağaç işlemeli minbere ve biri SZ9 (1135) tarihli, diğeri Memlükler zamanına ait iki minareye sahiptir. Avlunun batı tarafındaki revaklı bölümden, 1284-1298 yılları arasında Hama emirliği yapmış olan el-Melikü'1-Muzaffer'in türbesine varılır. Siyah ve beyaz süslemele-riyle dikkati çeken minaresi, ağaç işlemeli çok güzel minberiyle Nûreddin Camii (el-Câmiu'n-NûrT) S68 (1172} yılında inşa edilmiştir. Yine bu dönemde 552'den (1157) sonra bir hastahane (Bfmâristâ-nü'n-Nûri). 565'ten (1170) sonra bir medrese ve bugün hiçbir izi kalmamış olan bir kale yapılmıştı. Azm ve Geylânî ailelerinin evlerinin (Kasrü'l-Geylâni) bulunduğu kısım şehrin en önemli bölgesidir. Hama tarih ekolünün kurucusu İbn Vâsıl, coğrafyacı Yâküt ve Ebü'l-Fidâ Hamalı
398
meşhur şahsiyetlerdir. Bunların yanında Kâdıikudât Ebû Bekir Muhammed b. Muzaffer ve fakih Ahmed b. Muhammed gibi Hamevî nisbesiyle meşhur birçok şahsiyet vardır.
BİBLİYOGRAFYA :
BA, TD, nr. 137, 418; nr. 564, s. 1-69; BA. MAD, nr. 563, s. 156, 167; Sem'ânî. el-Ensâb, IV, 229-230; İbn Cübeyr. er-Rihle, Beyrut 1374/ 1964, s. 229, 231, 280; İbnü'l-Esîr, el-Kamit, bk. İndeks; Hamevî. Târihu'l-Manşürt (nşr. Ebü'l-fd Dûdû), Dımaşk 1401/1981, bk. İndeks; İbn Vâsıl, Müferricü't-kilrûb(nşr. Cemâleddin eş-Seyyâl), Kahire 1953-60, I, 41, 53, 77, 274; II, 22-23, 64, 74-75; III, bk. İndeks; Ebü'l-Fidâ, Muhtasar: Annales Moslemİci (nşr. ). |. Reiske - i, G. Adler). Leipzig 1759,1, 224-227; Polonyalı Simeon, Seyahatname (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 151-152; J. deThevenot. Re-lation d'un uoyage fait au Leuant, Paris 1664, s. 443; P. della Valle, Voyage, Paris 1670, s. 179-180; Evliya Çelebi, Seyahatname, III, 57-61; Ch. d'Arvieux, Memolres, Paris 1735, II, 443; R. Pococke, A Description of the East and Some otherCountries, London 1743-45, II, 144; RHC Or., I, 168, 172-173, 177-179, 185; M.van Ber-chem. "Arabische Inschrİften" (M.von Oppen-heim. Inschriften aus Syrien içinde), Leipzig 1909, s. 22-32; a.mlf. - E. Fatio, Voyage en Syrie, LeCaire 1913-14, s. 176-179; M. Gaude-froy- Demombynes, La Syrie â iepoque des ma-melouks, Paris 1923, s. 106-108, 229-233; R. Dussaud, Topographie historique de la Syrie, Paris 1927; K. A. C. Creswell, Early Müslim Architecture, Oxford 1932, I, 14; a.mlf., "The Great Mosque of Hama", Aus der Welt der isiamischen Kunst, Berlin 1959, s. 48-53; J. VVeulersse. L'Oronte, Tours 1940, s. 50-58; CI. Cahen. La Syrie du nord, Paris 1940, bk. İndeks; Repertoire chronologtque d'epigraphie arabe, Cairo 1964, nr. 3073-3074, 3220, 3248, 3255-3256, 3432-3434, 3556, 763 005, 776 011, 781 003, 797 012-13, 800 021; Robert Mantran - J. Sauvaget, Reglements /îscaujc ot-tomans, Paris 1951, s, 81-87; S. Runciman. A History of the Crusades, London 1965, MU, bk. İndeks; N. Elisseeff. Nür ad-din, Paris 1967, I-III, tür.yer.; Abdülkerim Râfik, Bilâdü'ş-Şâm ue Mtşr, Dımaşk 1968, tür.yer.; a.mlf., "Mezâhiru iktişâdiyye ve İctİmâ'tyye min livâ'i Hama, 942-943/1535-1536", Dirâsât târihiyye, sy. 31-32, Dımaşk 1989, s. 17-66; Coşkun Alptekin, The Reİgn ofZangi, Erzurum 1978, s. 49-50, 53-55, 57-58, 60, 62, 71-72; Mehmet Ipşir-Iİ, "A Preliminary Study of the Public Waqfs of Hama and Homs in the XVI. Century", Studies on Turkİsh-Arab Relations, İstanbul 1986, I, 119-147; E. von Mülinen. "Das Grab Abu'l-Fidâ's in Hama", ZDMG, LXII (1908), s. 657-660; R. L. Devonshire, "Relation d'un voyage du Sultan Qaitbay", BIFAO, XX (1922). s. 21-22; J. Gaulmİer. "Pelerinages populaires â Hama", BEO, 1(1931), s. 137-152; J. Sauvaget. "Decrets mamelouks de Syrte", a.e., III (1933), s. 1-13; XII (1947-48). s. 36-38; G. C. Miles. "A Mamlük Hoard of Hamâh", American humis-matic Society Museum Notes, XI, New York 1964, s. 307-309; M. Sobernheim, "Hama", İA, V/l,s. 170-172; D. Sourdel. "Hamât", E/5 (Fr), III, 122-124. r—ı
mü Robert Mantran
r HAMA ULUCAMİİ n
Suriye'deki
erken İslâm mimarisinin ilk örneklerinden bîri.
L J
Suriye'nin fethi sırasında yaygınlaşan bir geleneğe göre mevcut kiliseler müs-lümanlann ibadeti için de kullanılıyor veya bu amaçla mescid haline getiriliyordu. Hama'da bulunan ve bir Roma tapınağı üzerine yapılmış olan büyük kilise de fetihle birlikte 15 (636) yılında camiye dönüştürülmüştür. Emevîler zamanında yapılan tadilâtla batıdaki üç açıklıklı kapısı (nartheks) kapatılarak giriş kuzeyden verilmiş, güney duvarına bir mihrap nişi ve önüne de revaklı bir avlu ilâve edilmiştir. Abbasî Halifesi Mehdî-Billâh döneminde (775-785) yapılan tamirattan sonra 529 {1135) yılında İmâdüddin Zengî zamanında kare planlı minare eklenmiş, Ey-yûbîler'in Hama meliki el-Melikü'İ-Muzaffer III. Mahmûd (i 284-1298) camiyi tamir ettirerek bitişiğine bir türbe ile bir medrese yaptırmış ve 832 (1428) yılında da İbrahim el-Hâşimî avlunun doğu revakını küçük bir harim haline getirip giriş kapısını yeniletmiştir. 1982'deki Hama olayları sırasında büyük ölçüde tahrip edilen cami yeniden restorasyona alınmıştır.
Cami, eski yapı dokusundan faydalanılarak şekillendirildiği için asimetrik bir plan şeması sergiler. Bitişiğindeki türbe ve medrese ile birlikte kıble yönünde uzanan harim mekânı ve büyük bir avludan müteşekkil olup Şam Emeviyye Camii gibi orijinal taraflarını fazla yitirmeden günümüze ulaşmıştır. Harimin batı duvarı kiliseden, kıble duvarı tapmaktan kalmadır. İç mekân, ortada sekiz payenin taşıdığı haç biçiminde yerleştirilen beş kubbe ile. diğer kısımlarda ise tonozlarla örtülmüş, iki renkli kesme taş malzeme ile örülen duvarlardan kuzeydekine ve batı duvarındaki eski kapıların yerlerinde açılan pencerelerle aydınlatılmıştır. Avludan geçilen basık kemerli giriş kapısı, yüksek sivri kuşatma kemeri ve payanda biçimindeki siyah-beyaz renkli taşlardan oluşan sağlam ayaklan ile cepheden dışa taşırılarak taçkapı formunda değerlendirilmiştir. Kuzey cephesi, alt kat pencerelerin üzerinde yer alan yuvarlak ve dilimli kemerli küçük ikinci kat pencereleri, iki mihrap nişi ve kademeli konsollara yaslanan meyilli saçakla harekelendirilmiş-tir. Kapı ve pencerelerde çerçeve ve atkı taşı olarak kullanılan bezemeli antik dönem malzemeleri dikkat çekicidir. Zey-
nüddin Ketboğa tarafından yaptırılan ahşap minber, kitabe ve süslemeleriyle XIII. yüzyıl Memlûk sanatının en güzel örneklerinden birini teşkil eder.
Harimin doğusuna bitişik beş hücreli medrese, koridor şeklinde dar bir avluya ve cami avlusunun doğu revaklanna açılmaktadır. Batısında daha geniş bir avlu İle el-Melikü'l-Muzaffer III. Mahmûd ve oğluna ait türbe yer alır. Türbede bulunan iki ahşap sanduka da minber gibi ince işlenmiş geometrik ve bitkisel motiflerle süslüdür.
Avlu etrafındaki revakların kemerleri aynı döneme ait olmadığından farklı özelliklere sahiptir. Doğu revakının harime yakın kısmı kapatılarak mescid haline getirilmiştir. Avluda sekiz antik sütunun taşıdığı sekizgen gövdeli, kubbe ile örtülü olan hazine binasının (beytülmâl) altında sekizgen bir havuz bulunmaktadır. Mimari yapısı ve akantus süslemeli sütun başlıkları ile Şam Emeviyye Camii avlusundaki Kubbetü'l-hazne'nin tam bir benzeridir. Avluya kuzeyden bir taçkapi ile girilmektedir.
Harimin güneydoğu köşesinden yükselen kare planlı minare eski bir temel üzerine oturtulmuştur. Siyah-beyaz iki renkli taşlardan oluşan yatay kuşaklar şeklindeki süslemelerin arasında kûfî kitabe şeritleriyle mozaik tekniğinde işlenmiş eşkenar dörtgen motifleri mevcuttur. Avlunun kuzeyindeki çokgen silindirik gövdeli minare de Memlûk karakteri taşımaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
K. A. C. Creswe]], Earty Müslim Architectu-re,Oxford 1932, s. 14; a.mlf.. A Short Account ofEarly Müslim Architecture, Harmondsworth 1958, s. 7; a.mlf., "The Great Mosque of Hama", Aus der Welt des İslam: Festschrift für E. Kühnel, Berlin 1959, s. 48-53; Müeyyed el-Kîlâ-nî, Muhâfazatu Hama, Dımaşk 1964, s. 51-52; Architecture of the islamic World (ed. G. Mic-hell), London 1978, s. 234; Abdülkâdir er-Rey-hâvî, el-'İmârâtü't-'Arabiyyetü'I-İstâmiyye, Dımaşk 1979, s. 194-195; Muhammed Kürd Ali, Httatü'ş-Şâm, Dımaşk 1403/1983, VI, 60; Ah-med Vasfı Zekeriyyâ. Cevle eşeriyye fî ba'zi'l-bilâdİ'ş-Şâmiyye, Dımaşk 1984, s. 256-258; R. Burns. Monuments ofSyria, London 1992, s. 126; M. Sobernheim, "Hama", İA, V/l, s. 171; a.mlf.. "Hama", DMİ, VIII, 71; D. Sourdel. "Ha-mât", £/2fİng], II], 121.
Dostları ilə paylaş: |