Biyatı Antolojisi, İstanbul 1935; a



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə14/27
tarix26.08.2018
ölçüsü1,15 Mb.
#75068
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   27

İKİ Abdüsselam Uluçam F HAMÂDİŞE n

Ali b. Hamdûş'a

(ö. 1135/1722-23)

nisbet edilen ve daha çok

Fas'ta yaygın olan bir tarikat.

Tarikatın kurucusu Sîdî Ebü'l-Hasan (Ebü'l-Berekât) Ali b. Muhammed Ham-dûş İle halifesi Sîdî Ahmed ed-Dagügî hakkında yeterli bilgi yoktur. Fas Kara-viyyîn Medresesi'nde tahsilini tamamla­dığı bilinen Ali b. Hamdûş daha sonra bugün zaviyesinin bulunduğu Zerhûn'a yerleşti. Abdüsselam b. Meşîş (ö. 625/ 1228 |?|) ve talebesi Ebü'l-Hasan eş-Şâ-zelfnin manevî terbiyesinde yetiştiği dik­kate alınarak onun üveysîmeşrep bir sûfî olduğu söylenebilir. Dinî bir eğitim gör­meyen Sîdî Ahmed şeyhinin vefat habe­rini aldıktan sonra kendini kaybederek teberle başını yaralamış, bu olay daha sonra, vecd halindeki Hamâdişe dervişle­rinin tarikatın zikir meclislerinde uygula­dığı bir gelenek halini almıştır. Bazı kay­naklarda 1131'de (1719) vefat ettiği be­lirtilen Ali b. Hamdûş'un türbesi Miknâs şehrine 34 km. mesafede bulunan Zer-hûn'un köylerinden Benî Reşîd (SfdT Ali). Sîdî Ahmed'in türbesi de Benî Verâd kö-yündedir. Bu türbelerde mevlid kandilin­den bir hafta sonra yapılan ve "mûsem" (mevsim) denilen törenlere Fas'ın çeşitli bölgelerinden gelen pek çok Hamâdişe mensubu katılır. Kuzeybatı Afrika'nın bir­çok bölgesinde kurulan zaviyelerle tesir sahasını genişleten Hamâdişe bölgenin en yaygın tarikatlarından biridir. XX. yüzyı­lın başlarında Miknâs'ın üçte ikisinin Ha-mâdişe'ye mensup olduğu bilinmektedir.

Tarikatın zikir meclislerine "hadra. ley­le" gibi adlar verilir. Kudüm, ney ve diğer

HAMÂDU MÛSÂ

mahallî mûsiki aletlerinin eşliğinde yapı­lan hadra zikri, kadın ve erkeklerin ayrı ayrı odalarda yerlerini almalarından son­ra okunan bir münâcâtla başlar. Derviş­lerin cezbe haline ulaşmaları şarttır; aksi takdirde zikrin tekrar edilmesi gerekir. Zikrin başlangıç, gelişme ve kemal hali "soğuk". "ılık" ve "sıcak" kelimeleriyle ifa­de edilir. Leyle adı verilen yemekli zikir gece yapılır. Bu sırada tarikat mensupla­rından toplanan sadakalar Sîdî Ali ve Sîdî Ahmed'in torunlarına ve diğer yoksul der­vişlere dağıtılır. Tarikat mensuplarının zi­kir sırasında teber, bıçak, çivili sopa vb. ile başlarına vurmaları İslâmî esaslara aykırı bir âdet olduğundan şiddetle eleş­tirilmiştir (İbn Zeydân, V, 459-464). Ha­mâdişe tekkelerindeki coşkulu zikir mec­lislerinin cin çarpmış insanları tedavi et­tiğine inanılması tarikatın yaygın hale gelmesini kolaylaştırmıştır. Hamâdişe da­ha sonraki yıllarda Sîdî Ali'ye nisbetle AI-lâliyyîn ve Ahmed ed-Dagügî'ye nisbetle Dagügıyyîn adlı iki kola ayrılmışsa da bun­lar arasında önemli bir fark yoktur.

BİBLİYOGRAFYA :

Kadiri. Neşrû't-meşânt, III, 263; İbn Zeydân. İthâfü a'lâmi'n-nâs, Rabat 1352/1933, V, 459-475; E. Dermenghem. Le culte des saints dans l'Islam maghrebin, Paris 1954. s. 12; Abdel-ouahed Ben Talha. Mouiay-Idriss dtı Zerhoun: Quel-ques aspects de ta vie sociate et famili-ate, Rabat 1965. s. 22, 33, 44-46, 110, 123-124; V. Crapanzano. "The Hamadsha", Saint, Schotars and Sufts (ed. N. Keddie). Berkeley 1972, s. 327-348; a.mlf.. "Hamâdisjıa", El2 Suppl. (Ing.).s. 350-351; S iddik b. el-Ara bî. Ki-tâbü'l-Mağrib, Beyrut 1404/1984, s. 159-160; İbrahim Harekât, et-Mağrib 'abre't-târîtı, Dâ-rülbeyzâ 1405/1985, III, 551; G. Draque. Es-quisse d'histoire religieuse du Maroc, Paris, ts., s. 122; J. Herber. "Les Hamadcha et les Dg-houg-hiyyin", Hesperis, III, Paris 1923, s. 217-

236. m

Iffil Ethem Cebecioğlu



F HAMÂDU MÛSÂ n

Sîdî Ahmed b. Mûsâ

el-Cezûlî es-Simlâlî

(Ö. 971/1563)

Kuzey Afrika'da tanınmış bir mutasavvıf.

864 (1460) veya 865 (1461) yılında Fas'ın güneybatısında Sûs bölgesindeki Bû Mervân'da doğdu. Asıl adı olan Ah­med b. Musa'yı Kuzey Afrika yerlileri Ha-mâdu Mûsâ şeklinde telaffuz ettiklerin­den bu adla tanınır.

Sayılarının 300'ü aştığı söylenen birçok şeyhten feyiz alarak yetişen Hamâdu Mû­sâ, Cezûliyye tarikatı şeyhlerinden Abdü-lazîz et-Tebbâ'a intisap ettikten sonra

399


HAMÂDU MUSA

memleketinden ayrılarak muhtemelen şeyhinin emriyle Bağdat'a kadar uzanan bir seyahate çıktı. İki yıl sonra 927'de (1521) Merakeş'e döndü. Şeyhi Tebbâ'm kabri başında yedi gün kalıp ardından Sûs'a geçti ve Tâzervâlt'ta bir zaviye kur­du. Sa'dî Sultanı Abdullah el-Gâlib'in ken­disini ziyaret etmesi şöhretinin daha da yayılmasını sağladı. Sultan Abdullah. 965'-te (1558) T^nca ve Sebte'ye (Ceuta) kadar gelen Osmanlılar'a karşı ondan yardım istedi; şeyh de bölgeyi terketmeleri ko­nusunda Osmanlılar'a çağrı yaparak ay­rılmalarını sağladı. Portekizliler'e karşı da Sultan Abdullah'ı desteklemeyi sür­dürdü. Sa'dîler kendisine büyük saygı duydular. Tâzervâlt'ta vefat eden Hamâ-du Musa'nın türbesi günümüzde mart. ağustos ve eylül aylarında olmak üzere yılda üç defa ziyaret edilmektedir.

Sa'dîler'in son zamanlarında birbirine muhalif üç grup. devletin zayıflamasını fır­sat bilerek kendi bölgelerinde müstakil emirlikler kurdular. Hamâdu Musa'nın to­runlarından Ebû Hassûn Ali es-Simlâlf-nin Susta kurduğu emirlik bunlardan bi­ridir. Ebû Hassûn, Sa'dî Sultanı Ahmed Ebû Mahallfnin 1614'te ölümünden son­ra tahta geçen Sultan Zeydân'ı zayıf dü­şürmek için başta Cezûle kabilesi olmak üzere Sûs Berberîleri'ni merkezî idareye karşı ayaklandırdı: 1626'da Yahya'nın öl­mesiyle Hâdî Emirliği dağıldı. îlîğ şehri Sûs bölgesinin ve Ebû Hassûn'un emirli­ğinin merkezi oldu. Birkaç yıl içinde sınır­larını genişleten Ebû Hassûn 1631'de Si-cilmâse'yi aldı. Sûs bölgesini iktisadî ba­kımdan ayakta tutabilmek İçin îlîğ'i Batı Afrika ticaretinin merkezi haline getirdi.

XIX. yüzyılın başlarında Ulâd Sîdî Ha­mâdu Mûsâ, Tâzervâlt Sultanlığı'na eski gücünü kazandırdıysa da Filâlfler'den Mev-lâyHasan (1873-1893) sultanlığı yeniden etkisiz hale getirdi. Buna rağmen Tâzer­vâlt prensleri Hamâdu Musa'ya borçlu oldukları manevî otoritelerini XX. yüzyılın başına kadar korudular.

BİBLİYOGRAFYA :

İbn Asker el-Mağribî, Deuhatü'n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 112-113; İbnü'1-Kâdî, Dûrretü'1-hicâl.l, 165; Selâvî. et-lstikşâ. V, 47-48; VI, 78-81; Abbas b. İbrahim, et-İUâm, Rabat 1974, II, 233-236; Sıddîk b. el-Arabî, Kitâbü'l-Mağrib, Beyrut 1404/1984, s. 68; İbrahim Harekât, el-Mağrib 'abre't-târîh, Dâ-rülbeyzâ 1405/1985, II, 319; a.mlf., es-Siyâse-tü ue'l-m(lctemaeu /îVaşr/'s-Sa'dî, Dârülbey-zâ 1408/1987, s. 360-361; Jamil M. Abun-Nasr, A Histoıy of the Maghrib in Ihe Islamic Period, Cambridge 1987, s. 221-222, 228; A. Faure, "Hmâd u-Mûsa", EP (İng.). III, 535-536; Mu.M,

III, 155; mülhak: II, 142. [Tl „

MI Rıza Kurtuluş

400

F HAMAİL n



(bk. MUSKA).

F HAMÂLE n

(bk. KEFALET).

HAMÂÜYYE


Ticâniyye tarikatının

Şeyh Şerîf Ahmed Hamâhullah'a (Hamallah)

{Ö. 1943) nisbet edilen bir kolu.

Ticâniyye tarikatının pîri Seyyid Ahmed et-Ticânî (ö. 1815), Cezayir'de Osmanlı idaresiyle arası açılınca Fas Sultanı Mev-lây Süleyman'ın yanına giderek orada bir tekke açmıştı. Ticânî*nin ölümünden son­ra tarikatın Cezayir kolu ile Fas'ta gelişen kolu arasında hem zikir usulü hem de fik­rî ve siyasî bakımdan ayrılıklar ortaya çık­tı. "Cevheretü'l-kemâr denilen zikri Ce­zayir kolu on iki esma, Fas kolu ise on bir esma üzerinden çekiyordu. Tarikatın Ce­zayir kolu, bölgenin idaresini ellerine ge­çiren Fransızlar'la iyi ilişkiler kurmakta sakınca görmezken Fas kolu karşı tavır aldı. Fransızlar'ın Batı Afrika'yı işgal et­mesinden kısa bir süre önce Atlas Okya­nusu sahillerinden Nijer'e kadar olan ge­niş alanda Batı Afrika İslâm Devleti'ni ku­ran el-Hâc Ömer (ö. 1864), tarikatın Fas koluna mensup olmasına rağmen 1835'-te zikri on iki esma üzerinden çekmeye karar verdi; hâkimiyeti altındaki bölge­lerde de bu zikir tarzı yayıldı.

Tarikatın Fas koluna bağlı Cezayirli şeyh Sîdî Muhammed b. Ahmed b. Abdullah (ö. 1909), 1904yıIında bugünkü Mali Cum-huriyeti'nin Niyûrû (Nioro) şehrine yer­leşti. Birkaç tüccarın dışında fazla mün-tesibi bulunmayan Sîdî Muhammed, ha-

life olarak yerine aslen Moritanya'nın Tî-şît (Tİchit) bölgesinden olan Şerif Ahmed'i bıraktı. 1913-1915 yılları arasında Fran­sız idarecilerinin hazırladığı, bölgedeki İs-lâmî faaliyetlerle ilgili raporlarda ondan münzevi bir hayat yaşayan, sömürge ida­resine karşı açık bir tavır koymayan, ken­disine gelen bütün hediyeleri sadaka ola­rak dağıtan, Ticânîler'i yeniden bir araya toplamaya çalışan, mensupları üzerinde nüfuz sahibi bir sûfı olarak bahsedilmek­tedir. Şerîf Ahmed'İn, "Allah'ın himaye ettiği kimse" anlamındaki "Hamâhullah" lakabını bölgenin Fransız idarecileri ge­nellikle "Hamallah" {Amalla) şeklinde kul­lanmışlardır (AliouneTraorâ, s. 57).

1916 yılında Mekke'nin Şerîf Hüseyin tarafından işgal edilmesi üzerine Fran­sızlar idareleri altındaki müslüman bölge­lerinde araştırmalar yaptırarak önde ge­len müslümanların bu konuda fikirlerini aldılar. Mali valisine yazılan cevabî mek­tuplardan ilkine Şerif Hamallah da imza atmış ve Fransızlar'la ortak hareket eden Şerif Hüseyin'in Mekke emîri olmasını çok sevindirici bulduğunu bildirmişti. Hamal­lah başlangıçta Fransızlar'a yaklaşmıyor fakat düzenli olarak vergisini ödüyordu. Şöhreti kısa sürede bütün Batı Afrika'ya yayıldı. 1924 yılına gelindiğinde Hamâliy-ye, şeyhi, halifeleri, müridleri ve zikir usu­lüyle tam bir tarikat haline gelmişti. Şeyh Hamallah'ı kıskananlar, onun müslüman milliyetçisi ve halkı isyana teşvik eden bir kişi olduğunu söyleyerek kendisini Fran-sızlar'a şikâyet ettiler.

Batı Afrika müslümanları arasında ge­nelde bir çatışma görülmezken sadece Hamâlîler diğer bütün kesimlerle kavgalı gibi gösterilmeye çalışıldı. Bunun başlıca sebebi. Ticâniyye tarikatı mensuplarının birçoğunun Şerif Hamallah'a intisap et­mesiydi. Hamâliyye'nin gelişmesi, diğer şeyhlerin güçlerinin ve geçim kaynakları­nın ellerinden çıkmasına yol açtı; bu du­rum, ibadetlerine engel olmamaları şar­tıyla Fransızlar'a itaat edeceklerine dair anlaşmalar İmzalayan diğer tarikat şeyh­lerini de rahatsız etti. Öte yandan bazı hıristiyanların İslâmiyet'i kabul ederek Şeyh Hamallah'a intisap etmeleri üzeri­ne kilise devreye girerek Fransız idaresi­nin ona karşı sert tedbirler almasını iste­di. Şeyh Hamallah'ın bugün Mali İte Mori­tanya devletlerinin sınırları İçinde kalan Niyûrû, Velâte (Valata), Kîfâ (Kiffa). Kâyes. Timbedga (Tinbadghatı), Nâra (Nara) ve Na'-me gibi yerleşim yerlerinde müntesipleri giderek çoğaldı. Hamâliyye on beş yıl için­de Senegal ve Orta Nıjer havzalarında, Yu-

kan Gine, Fildişi Sahili ve hatta Nijerya'da yaşayan bütün siyah müslümanlar ara­sında hızla yayıldı.

Şeyh Hamallah gibi dinî bir önderin baş­latacağı hareket sömürgecilerin başına çok büyük meseleler açabilirdi. Bazı böl­gelerde müridlerin yaptığı taşkınlıkları şeyh kendi imkânları ile önleyemedi. İlk kavgalar 1920 -1929 yıllan arasında özel­likle Niyûrû civarında çıktı. 1924'te Hamâlî müridleri yerli halktan olan şefin evine saldırdılar. Olayları durdurmak için müda­halede bulunmayan Şeyh Hamallah Mo­ritanya'nın Mederda şehrine sürgüne gön­derildi. 1929-1930 yıllarında Moritanya'­nın Kediye (Kaedi) şehrinde, 1933'te Kuçi-ala'da (Kutiala) patlak veren olaylar, şey­hin en son Fransa'ya sürgüne gönderilme­sine kadar yaklaşık yirmi yıl devam etti.

İlk büyük olayı çıkaran Ya'küb Sİlla adlı mürid toplumun huzurunu korumak için 1929'da Kediye'ye gönderildi. Ya'küb Sil-la'nın burada kadın - erkek eşitliğini sa­vunması, süs eşyasına karşı olması ve lüks kumaşları yaktırıp altın takıları sat­tırması birçok ailenin boşanmasına se­bep oldu. Ya'küb'un özellikle Kur'ân-ı Ke­rim hakkında bazı fikirler ileri sürmesi üzerine olaylar çıktı. Dinî bir kavgaya ka­rışmaktan çekinen Fransızlar, hadiseler toplumun iç meselesi olmaktan çıkıp si­yasî bir mahiyet kazanınca duruma mü­dahale ettiler. On beş kişinin Öldüğü olay­lar sonrasında Ya'küb Silla Fildişi Sahili'n-deki Adzope'ye sürüldü. Sömürge idare­sinin binasını yıkmak isteyen kardeşi Fû-dî, kendini mehdi ilân ettiği gerekçesiy­le Mali'nin doğusunda bulunan Kîdâl'de-ki (Kadel) hapishaneye gönderildi (1933). Bu iki kardeşin davranışları Şerif Hamal­lah tarafından da kınandı. Bu sırada sö­mürge idarecileriyle arası düzelen şeyh tekrar Niyûrû'ya döndü ve büyük ilgiyle karşılandı. Evi Moritanya, Senegal ve Ma-li'den gelen ziyaretçilerin akınına uğradı. Fransızlar'a güveni kalmayan ve hayatı­nın tehlikede olduğunu düşünen Hamal­lah müridlerine namazlarını korku nama­zı şeklinde kılmalarını tavsiye etti. Ancak bu hareketinin tahrike sebep olmaması için Fransızlar'ın verdiği güvence ile 1937 yılından itibaren namazları normal biçim­de kılmaya başladı.

1936 yılında Hamâlîler'in Mekke yerine Niyûrû'ya dönüp namaz kıldıkları söylen­tileri çıktı. 1938'de Tenuaciu kabilesi men­supları Lagal kabilesinden olan Hamâlî-ler'e saldırdılar. Şeyhin oğullarından Ba­ba bu saldırılar sırasında yaralandı. Baba

da 1940 yılında Tenuaciu kabilesinin yer­leşim yerlerine ve kervanlarına karşı sal­dırıya geçti. Çıkan karışıklıklarda kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu 300 kişi öldü. Olaylardan sorumlu tutu­lan otuz üç kişiye ölüm, 600 kişiye de ha­pis cezaları verildi. Şeyhin oğulları Baba ve Şeyh Ahmed 11 Kasım 1940'ta idam edildi. Bu olaylar üzerine birçok bölgede artık Fransız hâkimiyetinin sona erdiği söylentileri yayılmaya başladı. Hamâlîler'-den Fransızlar'ın boyunduruğundan kur­tulma zamanının geldiğine inananlar var­dı. Ancak dinî konularda aralarında an­laşmazlık bulunan iki kabilenin çatışma­sından kaynaklanan olay Fransız idaresi­ni sarsacak boyutta değildi. Yine de bu hadiseyi fırsat bilen Fransız yönetimi ha­reketin elebaşılarını tutuklayarak hâki­miyetini sağlamlaştırdı. Niyûrû bölgesin­de göçmen ve yerli bütün kabilelerin ta­mamına yakınının silâhlarına el konuldu. Harekete önderlik edebilecek müslüman­lar sürgün, idam veya hapisle susturul­du. Müslümanların toplu halde bulunma­ları yasaklandı. Fransızlar, kendilerine ya­kın buldukları Hamâlîler'e sıcak davrana­rak sadece kargaşa çıkaranlarla uğraş­tıklarına, din konusunda tamamen taraf­sız hareket ettiklerine bölgedeki insanla­rı inandırmaya çalıştılar.

Dakar'da bulunan Batı Afrika Genel Va­liliği Mali, Gine. Fildişi Sahili ve Moritan-ya'daki Hamâlî merkezleri ve şeyh hak­kında bilgi edinmeye çalıştıysa da şeyhin olaylarla doğrudan ilişkisi ispat edileme­di. II. Dünya Savaşı'nda Fransa Almanlar tarafından İşgal edildiğinde Afrika'da bu­lunan idarecilere geniş yetkiler verildi. Bu da Hamallah'ı olumsuz yönde etkiledi. 14 Haziran 1941 'de tutuklanan Şerîf Ha­mallah. Dakar üzerinden önce Cezayir'in Şaseny (Chasseigne) şehrine, oradan Fran­sa'nın güneyindeki Vals-les-Bains kasa­basına götürüldü. Burada kimliği gizle­nerek yahudilerin bulunduğu bir kampa konuldu. Zira kampı bekleyen Almanlar onun gerçek kimliğini öğrenecek olurlar­sa o sırada Berlin'de bulunan Emîr Şekîb Arslan'la tanıştırırlar, bu da ileride Fransa aleyhine olaylar çıkmasına sebep olabilir­di. Şeyh Hamallah, artan hastalıkları ne­ticesinde 16 Ocak 1943 tarihinde altmış yaşında iken tutuklu bulunduğu kampta vefat etti. Ölüm haberi iki yıl gizli tutul­duktan sonra Mali'deki sömürge valisine bildirildi.

Şeyh Hamallah Arapça'nın yanında Bambara. Pöl, Soninke gibi Batı Afrika

HAMÂÜYYE


dillerini de konuşurdu. 1941 yılında sür­güne gönderilirken zengin kütüphane­sine idareciler tarafından el konuldu. Ki­taplarının bir kısmı Fransızlarla araları iyi olan diğer tarikat mensupları tarafın­dan alındı; geri kalanları Senegal'ın baş­şehri Dakar'daki bir enstitünün kütüp­hanesine verildi. 1757 adet kitabından bugüne sadece kırk tanesi kaldı. Mali Devleti bağımsızlığına kavuştuktan son­ra bunları geri aldı.

Sert tedbirlerin alınması üzerine gizli hareket etmeye başlayan şeyhin taraftar­ları II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden ortaya çıktılar. Ancak idarî baskılar ve el-Hâc Ömer taraftan Ticânîler'in düşman­lıkları karşısında faaliyetlerini yarı gizlilik içinde sürdürmek zorunda kaldılar. Şeyh Hamallah'ın tarikatını Muhammed Kam-biri adında bir kişi Mali'nin Mopti şehrin­de sürdürmeye çalıştı.

1950 yılında yapılan nüfus sayımına göre Niyûrû bölgesinde yaşayan 155.000 müslümandan 70.000'i Hamâliyye'ye men­suptu. Şehir merkezinde oturanların ya­ndan fazlası Hamâlîler'den oluşuyor, otuz kadar Kur'an kursunda dinî eğitim veri­liyordu. Bugün Mali'nin Bamako, Segu. Tinbüktü. Ansûngü. Kîdâl, Kâyes ve Ben-diyâgâre (Bandiagara) gibi şehirlerinde top­lam 150.000 Hamâlî bulunmakta. Mori­tanya'nın Havd (Hodh) ve Atar şehirlerin­de. Burkina Faso, Senegal, Nijer'de de Ha­mâlîler'e rastlanmaktadır.

BİBLİYOGRAFYA :

R Marty, Etudes sur l'lstam et tes tribus du Soudan, Paris 1920, IV, 220; R. Lafeuille, Le Tidjantsme onze gratns ou Hamallisme (1947), Centre des Hautes Etudes sur l'Afrique et l'Asie Moderne, nr. 1189; Nicolas. üne mystique re-uolutionnaire socialo-retigietıse, le Hamallis-me(1947), a.y., nr. 1079; Rocaboy, L'Hamallis-me(29 Mayıs 1947), a.y., nr. 1153, s. 1-22; A. Gouilly, L'lslam dans l'Afriçue occidentale fran-çaise, Paris 1952; L. Massignon, Annuaİre du monde musulman, Paris 1954, s. 320-321; J. Beyries, Les confreries musulmanes en Afrîque noire, Paris 1958; J. S. TVimingham, İslam in West Africa, Oxford 1959, s. 94-99; J. C. Fro-elich, Les musulmans d'Afrique noire, Paris 1962; Jamil M. Abun-Nasr. The Tijaniyya, Lon-don 1965, s. 150-155; a.mlf.. '■Hamâliyye", EP (İng.),)[!, 107-108; A. Ttaort. islam et cotonisa-tion en Afrique Cheikh Hamahoultah, homme de foi et reststant, Paris 1983; L. Brenner. West African Sufi, London 1984, s. 45-49; P. B. Clar-ke. West Africa and İslam, London 1984, s. 213-214; M. R. Lİpschutz - R. K. Rasmussen. Dic-tionary of African Historicat Biography, Lon­don 1989, s. 81-82; C. Harrison, France and Is-laminWestAfrica 7860-1960,Cambridge 1990, s. 171-182. m

İMİ Ahmet Kavas

401

HAMAM


HAMAM

1. TARİH ve MİMARI

II. KÜLTÜR ve EDEBİYAT

III. FIKIH

L J

Arapça'da "ısıtmak; sıcak olmak" anla­mındaki hamm (hamem) kökünden türe­yen hamam (hammâm) kelimesinin söz­lük anlamı "ısıtan yer" demek olup "yıkan­ma yeri" mânasında kullanılmaktadır. Farsça karşılığı germâbedir.



Hamam, suyun ısıtılması suretiyle in­sanların yıkanması için yapılmış bir tesis­tir. Yer altından fışkıran, içinde kimyevî maddelerin varlığı sayesinde bazı hasta­lıklara karşı şifa verici özellikleri bulunan suların kullanıldığı yapılara da bazan ha­mam denilmekle beraber bunlara Türk­çe'de kaplıca ve suyun genellikle tabii ola­rak sıcak oluşundan dolayı ılıca adı veri­lir. Kaplıcaları hamamlardan ayıran en önemli özellik büyük yıkanma mekânının ortasında bulunan geniş havuzdur.

İnsanlık tarihinin en eski dönemlerin­den itibaren çeşitli medeniyetlerde ha­mam binaları meydana getirilmiştir. An­cak hamam bilhassa Roma devrinde çok yaygınlaşmış ve yıkanmanın dışında eğ­lence yeri karakterini de almıştır. Vücut temizliği üzerinde Özellikle duran İslâm dininin tesiriyle müslümaniar hamama büyük önem vermiş ve bilhassa Türkler'-de hamam şehirlerin, yerleşim yerlerinin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur.

I. TARİH ve MİMARİ

En Eski Hamamlar. Bugünkü Pakis­tan'ın batısında Sind'de yapılan tarih ön­cesi çağlara ait kazılarda, milâttan önce 2500-1500 yıllarındaki İndus medeniye­tinin en önemli şehri olan Mohenjo-Daro meydana çıkarıldığında tesbit edilen çok gelişmiş bir su ve kanalizasyon sistemi­nin varlığı burada hamamlar olduğunu düşündürmektedir.

Eski Mezopotamya'da yapılan kazılar­da dünyanın en eski hamamı olarak ka­bul edilen Asur hükümdarlarına ait bir yıkanma tesisi bulunmuş. Dicle kıyısın­daki Asur'da Kral III. Salmanasar'ın (m.ö. 859-824) bir hamamının varlığı tesbit edilmiştir.

Mısır'da TeİI el-Amarna'da eski hamam­lara rastlandığı gibi, bugünkü Türkıye-Suriye sının kenarında Viranşehir'e yakın Re'sül'ayn dolaylarında Teli Halafta, mi­lâttan Önce III. yüzyıla ait bir şehir kalın­tısında evlerde banyo yapmak için özel

402

mekânların bulunduğu anlaşılmıştır. Bu­raların zeminleri pişmiş tuğla veya sıkış­tırılmış mıcır döşeli olup üstüne bir nevi asfalt serilmiştir. Toprak künklerle su ge­tirilen hamam tabanının altında suların akması için kanalizasyon tesisatı olduğu gibi içinde her ikisi de toprağa gömülü yi­ne pişmiş toprak bir banyo küvetiyle bir de küp bulunuyordu.



Anadolu'da, Gaziantep'in islâhiye ilçe­si dolaylarındaki Zincirlihöyük'te yapılan kazılarda, milâttan önce 1200 yıllarına doğru büyük Hitit Devleti yıkıldıktan son­ra kurulan Geç Hitit devletlerinden biri döneminde yapılmış bir hamam kalıntısı bulunmuştur.

Eski Yunan medeniyetinde büyük Ölçü­lerde genel hamamlara rastlanmaz. An­cak çeşitli sporların yapıldığı "gymna-sion"ların içinde sporcuların yıkanması için, muhtemelen sıcak suyu ve ısıtma sistemi olmayan bugünün duş gözleri gibi yıkanma yerleri vardı. Böyle bir "gymna-sion" Batı Anadolu'daki Priene (Söke-Güllübahçe yakınlarında] şehrinde mev­cuttur. Eski Yunan medeniyetinde Pelo-ponez'de Argolis'te, milâttan önce II. bin-yılda yapılmış Tiryns Sarayı'nda bir ha­mam mekânına rastlanmıştır. Eski Yu­nan medeniyetine ait bazı vazoların üze­rindeki resimlerden erkeklerle kadınla­rın bir arada yıkandığı anlaşılmaktadır.

İlkçağ Yunan kültürüne ait bir kısım kaynaklarda insanların hayatlarında yal­nız üç defa yıkandıkları söylenir. Platon'un yıkanmanın bir "lüks" olduğunu ifade et­mesine karşılık Plutarkhos eserinde, mi­lâttan önce IX. yüzyılda yaşayan Ispartalı Lykourgos'un ancak yoldan geldiğinde yıkandığını yazar. Eski Yunan'da temiz­lenme, yüksekte duran bir çanaktan alı­nan su ile silinmek suretiyle yapılırdı. İlk-çağ'ın ünlü tarih yazarı Herodotos, o dö­nemlerde İskitler'in terleme hamamları­nın bulunduğunu yazarsa da bunların ni­teliği anlaşılamamıştır. Başka yerlere nis-betle Doğu'nun daha çok tesiri altında kalan Sicilya adasında hamamların yay­gın olduğu sanılmaktadır. Burada milât­tan önce 478-467 yıllarında hüküm sü­ren Hieron'un yaptırdığı gemide bile özel bir hamam vardı. Bu bölgede milâttan önce 540-510 tarihlerine doğru yaşayan filozof Pisagor'un her gün yıkanmayı şart koştuğu bilinmektedir.

Roma Dönemi. Roma çağında halka açık hamam mimarisi ortaya çıkmış ve geliştirilmiştir. Milâttan Önce I. yüzyıla doğru yaşadığı sanılan Sergius Orata adlı bir mimarın ilk defa sıcak hava ile mer-

kezî ısıtma sistemini meydana getirdiği ve bunun Roma hamamlarında uygulan­ması ile bu türden yapıların yaygınlık ka­zandığı genellikle kabul edilir. Roma ça­ğının hamam mimarisinde Sergius Ora-ta'nın rolü kesin olarak belli değilse de Ro­ma hamamlarının alttan ısıtmalı mima­rileri, iç süslemeleri ve ölçülerinin çok bü­yük oluşu ile dünya sanat tarihinde ayrı bir yere sahip bulundukları bilinmekte­dir. Roma İmparatorluğu'nun Büyük Bri­tanya'dan Basra körfezine. Kuzey Afri­ka'dan Almanya içlerine kadar yayıldığı bütün bölgelerde umumi hamamlar ya­pıldığı gibi zenginlerin evlerinde de özel hamamlar vardı.

Roma hamamları çeşitli bölümlerden oluşuyordu. Hamam binasının önünde etrafı genellikle sütunlu revaklarla (por-ticus) çevrili bir avlu (palaestra) bulunur­du. Burada bazı spor oyunları ve güreş­ler yapılırdı. Avludaki ana girişten geçi­len ilk mekân soyunma yeri olan "apodi-terium" idi. Bunun köşesinde hizmet oda­ları, duvarları boyunca da sedirler yer alırdı. Soyunmalıktan "frigidarium"a ge­çilirdi. Soğuk su ile yıkanma yeri olan bu büyük ve gösterişli mekânın ortasında bazan içinde yüzülebilecek kadar geniş ölçülerde bir havuz (natatio) bulunur ve duvarlarının önlerinde de heykeller sıra­lanırdı. Burayı ılık olan "tepidarium" kıs­mı takip ederdi. Hamamın en sıcak kıs­mı "caldarium" idi. Bu bölümün etrafın­da özel küçük hücreler yer alırdı. Burada buhar banyosu ile terlemek İçin çok sı­cak "sudatorium" denilen ayrı bir mekân da bulunurdu. Sıcak suyun ve sıcak ha­vanın sağlandığı külhana "praefurnium" adı verilirdi. Hamamın çevresinde ve ar­ka tarafında ayrıca bir bahçe olmasına özen gösterilirdi. Hamam hizmetleri kö-

Ieler tarafından görülürdü. Romalılar ha­mamı sadece bir yıkanma yeri olarak de­ğil aynı zamanda sohbet ve tartışma yeri, filozof, şair ve hatiplerin konuşma alanı ve bir eğlence mekânı olarak görü­yorlardı. Bu sonuncu durum Fransız res­samı Th. Chasseriau'nun 1853'te yap­tığı, Louvre Müzesi'nde bulunan "Tepi-darium" adlı tabloda tasvir edilmiştir.

Roma hamamlarının İslâm ve Türk ha­mamları ile en büyük benzerliği ısıtma sisteminde görülür. Caldariumun döşe­mesi, üst üste istiflenerek oluşturulmuş tuğla payelerin üzerine otururdu. Yakı­lan odunların verdiği sıcaklık, "hypocaus-tum" denilen bu bodrumda tuğla paye­lerin arasında dolaşır ve gerek tepidariu-mu gerek caldariumu tabandan ısıtırdı. Odunların dumanı ile buhar, duvarların içine yerleştirilen pişmiş toprak künkle-rin yardımı ile dışarı atılırdı. Bu esaslar, küçük ölçülerdeki hamamlar için yeterli olmakla beraber dev ölçülerde inşa edi­len hamamlar için yetersiz kaldığından taban döşemesinin altında yardımcı ser­vis yolları ve ateşleme ocakları da yapıl­mıştı.


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   27




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin