İKİ Abdüsselam Uluçam F HAMÂDİŞE n
Ali b. Hamdûş'a
(ö. 1135/1722-23)
nisbet edilen ve daha çok
Fas'ta yaygın olan bir tarikat.
Tarikatın kurucusu Sîdî Ebü'l-Hasan (Ebü'l-Berekât) Ali b. Muhammed Ham-dûş İle halifesi Sîdî Ahmed ed-Dagügî hakkında yeterli bilgi yoktur. Fas Kara-viyyîn Medresesi'nde tahsilini tamamladığı bilinen Ali b. Hamdûş daha sonra bugün zaviyesinin bulunduğu Zerhûn'a yerleşti. Abdüsselam b. Meşîş (ö. 625/ 1228 |?|) ve talebesi Ebü'l-Hasan eş-Şâ-zelfnin manevî terbiyesinde yetiştiği dikkate alınarak onun üveysîmeşrep bir sûfî olduğu söylenebilir. Dinî bir eğitim görmeyen Sîdî Ahmed şeyhinin vefat haberini aldıktan sonra kendini kaybederek teberle başını yaralamış, bu olay daha sonra, vecd halindeki Hamâdişe dervişlerinin tarikatın zikir meclislerinde uyguladığı bir gelenek halini almıştır. Bazı kaynaklarda 1131'de (1719) vefat ettiği belirtilen Ali b. Hamdûş'un türbesi Miknâs şehrine 34 km. mesafede bulunan Zer-hûn'un köylerinden Benî Reşîd (SfdT Ali). Sîdî Ahmed'in türbesi de Benî Verâd kö-yündedir. Bu türbelerde mevlid kandilinden bir hafta sonra yapılan ve "mûsem" (mevsim) denilen törenlere Fas'ın çeşitli bölgelerinden gelen pek çok Hamâdişe mensubu katılır. Kuzeybatı Afrika'nın birçok bölgesinde kurulan zaviyelerle tesir sahasını genişleten Hamâdişe bölgenin en yaygın tarikatlarından biridir. XX. yüzyılın başlarında Miknâs'ın üçte ikisinin Ha-mâdişe'ye mensup olduğu bilinmektedir.
Tarikatın zikir meclislerine "hadra. leyle" gibi adlar verilir. Kudüm, ney ve diğer
HAMÂDU MÛSÂ
mahallî mûsiki aletlerinin eşliğinde yapılan hadra zikri, kadın ve erkeklerin ayrı ayrı odalarda yerlerini almalarından sonra okunan bir münâcâtla başlar. Dervişlerin cezbe haline ulaşmaları şarttır; aksi takdirde zikrin tekrar edilmesi gerekir. Zikrin başlangıç, gelişme ve kemal hali "soğuk". "ılık" ve "sıcak" kelimeleriyle ifade edilir. Leyle adı verilen yemekli zikir gece yapılır. Bu sırada tarikat mensuplarından toplanan sadakalar Sîdî Ali ve Sîdî Ahmed'in torunlarına ve diğer yoksul dervişlere dağıtılır. Tarikat mensuplarının zikir sırasında teber, bıçak, çivili sopa vb. ile başlarına vurmaları İslâmî esaslara aykırı bir âdet olduğundan şiddetle eleştirilmiştir (İbn Zeydân, V, 459-464). Hamâdişe tekkelerindeki coşkulu zikir meclislerinin cin çarpmış insanları tedavi ettiğine inanılması tarikatın yaygın hale gelmesini kolaylaştırmıştır. Hamâdişe daha sonraki yıllarda Sîdî Ali'ye nisbetle AI-lâliyyîn ve Ahmed ed-Dagügî'ye nisbetle Dagügıyyîn adlı iki kola ayrılmışsa da bunlar arasında önemli bir fark yoktur.
BİBLİYOGRAFYA :
Kadiri. Neşrû't-meşânt, III, 263; İbn Zeydân. İthâfü a'lâmi'n-nâs, Rabat 1352/1933, V, 459-475; E. Dermenghem. Le culte des saints dans l'Islam maghrebin, Paris 1954. s. 12; Abdel-ouahed Ben Talha. Mouiay-Idriss dtı Zerhoun: Quel-ques aspects de ta vie sociate et famili-ate, Rabat 1965. s. 22, 33, 44-46, 110, 123-124; V. Crapanzano. "The Hamadsha", Saint, Schotars and Sufts (ed. N. Keddie). Berkeley 1972, s. 327-348; a.mlf.. "Hamâdisjıa", El2 Suppl. (Ing.).s. 350-351; S iddik b. el-Ara bî. Ki-tâbü'l-Mağrib, Beyrut 1404/1984, s. 159-160; İbrahim Harekât, et-Mağrib 'abre't-târîtı, Dâ-rülbeyzâ 1405/1985, III, 551; G. Draque. Es-quisse d'histoire religieuse du Maroc, Paris, ts., s. 122; J. Herber. "Les Hamadcha et les Dg-houg-hiyyin", Hesperis, III, Paris 1923, s. 217-
236. m
Iffil Ethem Cebecioğlu
F HAMÂDU MÛSÂ n
Sîdî Ahmed b. Mûsâ
el-Cezûlî es-Simlâlî
(Ö. 971/1563)
Kuzey Afrika'da tanınmış bir mutasavvıf.
864 (1460) veya 865 (1461) yılında Fas'ın güneybatısında Sûs bölgesindeki Bû Mervân'da doğdu. Asıl adı olan Ahmed b. Musa'yı Kuzey Afrika yerlileri Ha-mâdu Mûsâ şeklinde telaffuz ettiklerinden bu adla tanınır.
Sayılarının 300'ü aştığı söylenen birçok şeyhten feyiz alarak yetişen Hamâdu Mûsâ, Cezûliyye tarikatı şeyhlerinden Abdü-lazîz et-Tebbâ'a intisap ettikten sonra
399
HAMÂDU MUSA
memleketinden ayrılarak muhtemelen şeyhinin emriyle Bağdat'a kadar uzanan bir seyahate çıktı. İki yıl sonra 927'de (1521) Merakeş'e döndü. Şeyhi Tebbâ'm kabri başında yedi gün kalıp ardından Sûs'a geçti ve Tâzervâlt'ta bir zaviye kurdu. Sa'dî Sultanı Abdullah el-Gâlib'in kendisini ziyaret etmesi şöhretinin daha da yayılmasını sağladı. Sultan Abdullah. 965'-te (1558) T^nca ve Sebte'ye (Ceuta) kadar gelen Osmanlılar'a karşı ondan yardım istedi; şeyh de bölgeyi terketmeleri konusunda Osmanlılar'a çağrı yaparak ayrılmalarını sağladı. Portekizliler'e karşı da Sultan Abdullah'ı desteklemeyi sürdürdü. Sa'dîler kendisine büyük saygı duydular. Tâzervâlt'ta vefat eden Hamâ-du Musa'nın türbesi günümüzde mart. ağustos ve eylül aylarında olmak üzere yılda üç defa ziyaret edilmektedir.
Sa'dîler'in son zamanlarında birbirine muhalif üç grup. devletin zayıflamasını fırsat bilerek kendi bölgelerinde müstakil emirlikler kurdular. Hamâdu Musa'nın torunlarından Ebû Hassûn Ali es-Simlâlf-nin Susta kurduğu emirlik bunlardan biridir. Ebû Hassûn, Sa'dî Sultanı Ahmed Ebû Mahallfnin 1614'te ölümünden sonra tahta geçen Sultan Zeydân'ı zayıf düşürmek için başta Cezûle kabilesi olmak üzere Sûs Berberîleri'ni merkezî idareye karşı ayaklandırdı: 1626'da Yahya'nın ölmesiyle Hâdî Emirliği dağıldı. îlîğ şehri Sûs bölgesinin ve Ebû Hassûn'un emirliğinin merkezi oldu. Birkaç yıl içinde sınırlarını genişleten Ebû Hassûn 1631'de Si-cilmâse'yi aldı. Sûs bölgesini iktisadî bakımdan ayakta tutabilmek İçin îlîğ'i Batı Afrika ticaretinin merkezi haline getirdi.
XIX. yüzyılın başlarında Ulâd Sîdî Hamâdu Mûsâ, Tâzervâlt Sultanlığı'na eski gücünü kazandırdıysa da Filâlfler'den Mev-lâyHasan (1873-1893) sultanlığı yeniden etkisiz hale getirdi. Buna rağmen Tâzervâlt prensleri Hamâdu Musa'ya borçlu oldukları manevî otoritelerini XX. yüzyılın başına kadar korudular.
BİBLİYOGRAFYA :
İbn Asker el-Mağribî, Deuhatü'n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 112-113; İbnü'1-Kâdî, Dûrretü'1-hicâl.l, 165; Selâvî. et-lstikşâ. V, 47-48; VI, 78-81; Abbas b. İbrahim, et-İUâm, Rabat 1974, II, 233-236; Sıddîk b. el-Arabî, Kitâbü'l-Mağrib, Beyrut 1404/1984, s. 68; İbrahim Harekât, el-Mağrib 'abre't-târîh, Dâ-rülbeyzâ 1405/1985, II, 319; a.mlf., es-Siyâse-tü ue'l-m(lctemaeu /îVaşr/'s-Sa'dî, Dârülbey-zâ 1408/1987, s. 360-361; Jamil M. Abun-Nasr, A Histoıy of the Maghrib in Ihe Islamic Period, Cambridge 1987, s. 221-222, 228; A. Faure, "Hmâd u-Mûsa", EP (İng.). III, 535-536; Mu.M,
III, 155; mülhak: II, 142. [Tl „
MI Rıza Kurtuluş
400
F HAMAİL n
(bk. MUSKA).
F HAMÂLE n
(bk. KEFALET).
HAMÂÜYYE
Ticâniyye tarikatının
Şeyh Şerîf Ahmed Hamâhullah'a (Hamallah)
{Ö. 1943) nisbet edilen bir kolu.
Ticâniyye tarikatının pîri Seyyid Ahmed et-Ticânî (ö. 1815), Cezayir'de Osmanlı idaresiyle arası açılınca Fas Sultanı Mev-lây Süleyman'ın yanına giderek orada bir tekke açmıştı. Ticânî*nin ölümünden sonra tarikatın Cezayir kolu ile Fas'ta gelişen kolu arasında hem zikir usulü hem de fikrî ve siyasî bakımdan ayrılıklar ortaya çıktı. "Cevheretü'l-kemâr denilen zikri Cezayir kolu on iki esma, Fas kolu ise on bir esma üzerinden çekiyordu. Tarikatın Cezayir kolu, bölgenin idaresini ellerine geçiren Fransızlar'la iyi ilişkiler kurmakta sakınca görmezken Fas kolu karşı tavır aldı. Fransızlar'ın Batı Afrika'yı işgal etmesinden kısa bir süre önce Atlas Okyanusu sahillerinden Nijer'e kadar olan geniş alanda Batı Afrika İslâm Devleti'ni kuran el-Hâc Ömer (ö. 1864), tarikatın Fas koluna mensup olmasına rağmen 1835'-te zikri on iki esma üzerinden çekmeye karar verdi; hâkimiyeti altındaki bölgelerde de bu zikir tarzı yayıldı.
Tarikatın Fas koluna bağlı Cezayirli şeyh Sîdî Muhammed b. Ahmed b. Abdullah (ö. 1909), 1904yıIında bugünkü Mali Cum-huriyeti'nin Niyûrû (Nioro) şehrine yerleşti. Birkaç tüccarın dışında fazla mün-tesibi bulunmayan Sîdî Muhammed, ha-
life olarak yerine aslen Moritanya'nın Tî-şît (Tİchit) bölgesinden olan Şerif Ahmed'i bıraktı. 1913-1915 yılları arasında Fransız idarecilerinin hazırladığı, bölgedeki İs-lâmî faaliyetlerle ilgili raporlarda ondan münzevi bir hayat yaşayan, sömürge idaresine karşı açık bir tavır koymayan, kendisine gelen bütün hediyeleri sadaka olarak dağıtan, Ticânîler'i yeniden bir araya toplamaya çalışan, mensupları üzerinde nüfuz sahibi bir sûfı olarak bahsedilmektedir. Şerîf Ahmed'İn, "Allah'ın himaye ettiği kimse" anlamındaki "Hamâhullah" lakabını bölgenin Fransız idarecileri genellikle "Hamallah" {Amalla) şeklinde kullanmışlardır (AliouneTraorâ, s. 57).
1916 yılında Mekke'nin Şerîf Hüseyin tarafından işgal edilmesi üzerine Fransızlar idareleri altındaki müslüman bölgelerinde araştırmalar yaptırarak önde gelen müslümanların bu konuda fikirlerini aldılar. Mali valisine yazılan cevabî mektuplardan ilkine Şerif Hamallah da imza atmış ve Fransızlar'la ortak hareket eden Şerif Hüseyin'in Mekke emîri olmasını çok sevindirici bulduğunu bildirmişti. Hamallah başlangıçta Fransızlar'a yaklaşmıyor fakat düzenli olarak vergisini ödüyordu. Şöhreti kısa sürede bütün Batı Afrika'ya yayıldı. 1924 yılına gelindiğinde Hamâliy-ye, şeyhi, halifeleri, müridleri ve zikir usulüyle tam bir tarikat haline gelmişti. Şeyh Hamallah'ı kıskananlar, onun müslüman milliyetçisi ve halkı isyana teşvik eden bir kişi olduğunu söyleyerek kendisini Fran-sızlar'a şikâyet ettiler.
Batı Afrika müslümanları arasında genelde bir çatışma görülmezken sadece Hamâlîler diğer bütün kesimlerle kavgalı gibi gösterilmeye çalışıldı. Bunun başlıca sebebi. Ticâniyye tarikatı mensuplarının birçoğunun Şerif Hamallah'a intisap etmesiydi. Hamâliyye'nin gelişmesi, diğer şeyhlerin güçlerinin ve geçim kaynaklarının ellerinden çıkmasına yol açtı; bu durum, ibadetlerine engel olmamaları şartıyla Fransızlar'a itaat edeceklerine dair anlaşmalar İmzalayan diğer tarikat şeyhlerini de rahatsız etti. Öte yandan bazı hıristiyanların İslâmiyet'i kabul ederek Şeyh Hamallah'a intisap etmeleri üzerine kilise devreye girerek Fransız idaresinin ona karşı sert tedbirler almasını istedi. Şeyh Hamallah'ın bugün Mali İte Moritanya devletlerinin sınırları İçinde kalan Niyûrû, Velâte (Valata), Kîfâ (Kiffa). Kâyes. Timbedga (Tinbadghatı), Nâra (Nara) ve Na'-me gibi yerleşim yerlerinde müntesipleri giderek çoğaldı. Hamâliyye on beş yıl içinde Senegal ve Orta Nıjer havzalarında, Yu-
kan Gine, Fildişi Sahili ve hatta Nijerya'da yaşayan bütün siyah müslümanlar arasında hızla yayıldı.
Şeyh Hamallah gibi dinî bir önderin başlatacağı hareket sömürgecilerin başına çok büyük meseleler açabilirdi. Bazı bölgelerde müridlerin yaptığı taşkınlıkları şeyh kendi imkânları ile önleyemedi. İlk kavgalar 1920 -1929 yıllan arasında özellikle Niyûrû civarında çıktı. 1924'te Hamâlî müridleri yerli halktan olan şefin evine saldırdılar. Olayları durdurmak için müdahalede bulunmayan Şeyh Hamallah Moritanya'nın Mederda şehrine sürgüne gönderildi. 1929-1930 yıllarında Moritanya'nın Kediye (Kaedi) şehrinde, 1933'te Kuçi-ala'da (Kutiala) patlak veren olaylar, şeyhin en son Fransa'ya sürgüne gönderilmesine kadar yaklaşık yirmi yıl devam etti.
İlk büyük olayı çıkaran Ya'küb Sİlla adlı mürid toplumun huzurunu korumak için 1929'da Kediye'ye gönderildi. Ya'küb Sil-la'nın burada kadın - erkek eşitliğini savunması, süs eşyasına karşı olması ve lüks kumaşları yaktırıp altın takıları sattırması birçok ailenin boşanmasına sebep oldu. Ya'küb'un özellikle Kur'ân-ı Kerim hakkında bazı fikirler ileri sürmesi üzerine olaylar çıktı. Dinî bir kavgaya karışmaktan çekinen Fransızlar, hadiseler toplumun iç meselesi olmaktan çıkıp siyasî bir mahiyet kazanınca duruma müdahale ettiler. On beş kişinin Öldüğü olaylar sonrasında Ya'küb Silla Fildişi Sahili'n-deki Adzope'ye sürüldü. Sömürge idaresinin binasını yıkmak isteyen kardeşi Fû-dî, kendini mehdi ilân ettiği gerekçesiyle Mali'nin doğusunda bulunan Kîdâl'de-ki (Kadel) hapishaneye gönderildi (1933). Bu iki kardeşin davranışları Şerif Hamallah tarafından da kınandı. Bu sırada sömürge idarecileriyle arası düzelen şeyh tekrar Niyûrû'ya döndü ve büyük ilgiyle karşılandı. Evi Moritanya, Senegal ve Ma-li'den gelen ziyaretçilerin akınına uğradı. Fransızlar'a güveni kalmayan ve hayatının tehlikede olduğunu düşünen Hamallah müridlerine namazlarını korku namazı şeklinde kılmalarını tavsiye etti. Ancak bu hareketinin tahrike sebep olmaması için Fransızlar'ın verdiği güvence ile 1937 yılından itibaren namazları normal biçimde kılmaya başladı.
1936 yılında Hamâlîler'in Mekke yerine Niyûrû'ya dönüp namaz kıldıkları söylentileri çıktı. 1938'de Tenuaciu kabilesi mensupları Lagal kabilesinden olan Hamâlî-ler'e saldırdılar. Şeyhin oğullarından Baba bu saldırılar sırasında yaralandı. Baba
da 1940 yılında Tenuaciu kabilesinin yerleşim yerlerine ve kervanlarına karşı saldırıya geçti. Çıkan karışıklıklarda kadın ve çocukların da aralarında bulunduğu 300 kişi öldü. Olaylardan sorumlu tutulan otuz üç kişiye ölüm, 600 kişiye de hapis cezaları verildi. Şeyhin oğulları Baba ve Şeyh Ahmed 11 Kasım 1940'ta idam edildi. Bu olaylar üzerine birçok bölgede artık Fransız hâkimiyetinin sona erdiği söylentileri yayılmaya başladı. Hamâlîler'-den Fransızlar'ın boyunduruğundan kurtulma zamanının geldiğine inananlar vardı. Ancak dinî konularda aralarında anlaşmazlık bulunan iki kabilenin çatışmasından kaynaklanan olay Fransız idaresini sarsacak boyutta değildi. Yine de bu hadiseyi fırsat bilen Fransız yönetimi hareketin elebaşılarını tutuklayarak hâkimiyetini sağlamlaştırdı. Niyûrû bölgesinde göçmen ve yerli bütün kabilelerin tamamına yakınının silâhlarına el konuldu. Harekete önderlik edebilecek müslümanlar sürgün, idam veya hapisle susturuldu. Müslümanların toplu halde bulunmaları yasaklandı. Fransızlar, kendilerine yakın buldukları Hamâlîler'e sıcak davranarak sadece kargaşa çıkaranlarla uğraştıklarına, din konusunda tamamen tarafsız hareket ettiklerine bölgedeki insanları inandırmaya çalıştılar.
Dakar'da bulunan Batı Afrika Genel Valiliği Mali, Gine. Fildişi Sahili ve Moritan-ya'daki Hamâlî merkezleri ve şeyh hakkında bilgi edinmeye çalıştıysa da şeyhin olaylarla doğrudan ilişkisi ispat edilemedi. II. Dünya Savaşı'nda Fransa Almanlar tarafından İşgal edildiğinde Afrika'da bulunan idarecilere geniş yetkiler verildi. Bu da Hamallah'ı olumsuz yönde etkiledi. 14 Haziran 1941 'de tutuklanan Şerîf Hamallah. Dakar üzerinden önce Cezayir'in Şaseny (Chasseigne) şehrine, oradan Fransa'nın güneyindeki Vals-les-Bains kasabasına götürüldü. Burada kimliği gizlenerek yahudilerin bulunduğu bir kampa konuldu. Zira kampı bekleyen Almanlar onun gerçek kimliğini öğrenecek olurlarsa o sırada Berlin'de bulunan Emîr Şekîb Arslan'la tanıştırırlar, bu da ileride Fransa aleyhine olaylar çıkmasına sebep olabilirdi. Şeyh Hamallah, artan hastalıkları neticesinde 16 Ocak 1943 tarihinde altmış yaşında iken tutuklu bulunduğu kampta vefat etti. Ölüm haberi iki yıl gizli tutulduktan sonra Mali'deki sömürge valisine bildirildi.
Şeyh Hamallah Arapça'nın yanında Bambara. Pöl, Soninke gibi Batı Afrika
HAMÂÜYYE
dillerini de konuşurdu. 1941 yılında sürgüne gönderilirken zengin kütüphanesine idareciler tarafından el konuldu. Kitaplarının bir kısmı Fransızlarla araları iyi olan diğer tarikat mensupları tarafından alındı; geri kalanları Senegal'ın başşehri Dakar'daki bir enstitünün kütüphanesine verildi. 1757 adet kitabından bugüne sadece kırk tanesi kaldı. Mali Devleti bağımsızlığına kavuştuktan sonra bunları geri aldı.
Sert tedbirlerin alınması üzerine gizli hareket etmeye başlayan şeyhin taraftarları II. Dünya Savaşı'ndan sonra yeniden ortaya çıktılar. Ancak idarî baskılar ve el-Hâc Ömer taraftan Ticânîler'in düşmanlıkları karşısında faaliyetlerini yarı gizlilik içinde sürdürmek zorunda kaldılar. Şeyh Hamallah'ın tarikatını Muhammed Kam-biri adında bir kişi Mali'nin Mopti şehrinde sürdürmeye çalıştı.
1950 yılında yapılan nüfus sayımına göre Niyûrû bölgesinde yaşayan 155.000 müslümandan 70.000'i Hamâliyye'ye mensuptu. Şehir merkezinde oturanların yandan fazlası Hamâlîler'den oluşuyor, otuz kadar Kur'an kursunda dinî eğitim veriliyordu. Bugün Mali'nin Bamako, Segu. Tinbüktü. Ansûngü. Kîdâl, Kâyes ve Ben-diyâgâre (Bandiagara) gibi şehirlerinde toplam 150.000 Hamâlî bulunmakta. Moritanya'nın Havd (Hodh) ve Atar şehirlerinde. Burkina Faso, Senegal, Nijer'de de Hamâlîler'e rastlanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA :
R Marty, Etudes sur l'lstam et tes tribus du Soudan, Paris 1920, IV, 220; R. Lafeuille, Le Tidjantsme onze gratns ou Hamallisme (1947), Centre des Hautes Etudes sur l'Afrique et l'Asie Moderne, nr. 1189; Nicolas. üne mystique re-uolutionnaire socialo-retigietıse, le Hamallis-me(1947), a.y., nr. 1079; Rocaboy, L'Hamallis-me(29 Mayıs 1947), a.y., nr. 1153, s. 1-22; A. Gouilly, L'lslam dans l'Afriçue occidentale fran-çaise, Paris 1952; L. Massignon, Annuaİre du monde musulman, Paris 1954, s. 320-321; J. Beyries, Les confreries musulmanes en Afrîque noire, Paris 1958; J. S. TVimingham, İslam in West Africa, Oxford 1959, s. 94-99; J. C. Fro-elich, Les musulmans d'Afrique noire, Paris 1962; Jamil M. Abun-Nasr. The Tijaniyya, Lon-don 1965, s. 150-155; a.mlf.. '■Hamâliyye", EP (İng.),)[!, 107-108; A. Ttaort. islam et cotonisa-tion en Afrique Cheikh Hamahoultah, homme de foi et reststant, Paris 1983; L. Brenner. West African Sufi, London 1984, s. 45-49; P. B. Clar-ke. West Africa and İslam, London 1984, s. 213-214; M. R. Lİpschutz - R. K. Rasmussen. Dic-tionary of African Historicat Biography, London 1989, s. 81-82; C. Harrison, France and Is-laminWestAfrica 7860-1960,Cambridge 1990, s. 171-182. m
İMİ Ahmet Kavas
401
HAMAM
HAMAM
1. TARİH ve MİMARI
II. KÜLTÜR ve EDEBİYAT
III. FIKIH
L J
Arapça'da "ısıtmak; sıcak olmak" anlamındaki hamm (hamem) kökünden türeyen hamam (hammâm) kelimesinin sözlük anlamı "ısıtan yer" demek olup "yıkanma yeri" mânasında kullanılmaktadır. Farsça karşılığı germâbedir.
Hamam, suyun ısıtılması suretiyle insanların yıkanması için yapılmış bir tesistir. Yer altından fışkıran, içinde kimyevî maddelerin varlığı sayesinde bazı hastalıklara karşı şifa verici özellikleri bulunan suların kullanıldığı yapılara da bazan hamam denilmekle beraber bunlara Türkçe'de kaplıca ve suyun genellikle tabii olarak sıcak oluşundan dolayı ılıca adı verilir. Kaplıcaları hamamlardan ayıran en önemli özellik büyük yıkanma mekânının ortasında bulunan geniş havuzdur.
İnsanlık tarihinin en eski dönemlerinden itibaren çeşitli medeniyetlerde hamam binaları meydana getirilmiştir. Ancak hamam bilhassa Roma devrinde çok yaygınlaşmış ve yıkanmanın dışında eğlence yeri karakterini de almıştır. Vücut temizliği üzerinde Özellikle duran İslâm dininin tesiriyle müslümaniar hamama büyük önem vermiş ve bilhassa Türkler'-de hamam şehirlerin, yerleşim yerlerinin vazgeçilmez bir unsuru olmuştur.
I. TARİH ve MİMARİ
En Eski Hamamlar. Bugünkü Pakistan'ın batısında Sind'de yapılan tarih öncesi çağlara ait kazılarda, milâttan önce 2500-1500 yıllarındaki İndus medeniyetinin en önemli şehri olan Mohenjo-Daro meydana çıkarıldığında tesbit edilen çok gelişmiş bir su ve kanalizasyon sisteminin varlığı burada hamamlar olduğunu düşündürmektedir.
Eski Mezopotamya'da yapılan kazılarda dünyanın en eski hamamı olarak kabul edilen Asur hükümdarlarına ait bir yıkanma tesisi bulunmuş. Dicle kıyısındaki Asur'da Kral III. Salmanasar'ın (m.ö. 859-824) bir hamamının varlığı tesbit edilmiştir.
Mısır'da TeİI el-Amarna'da eski hamamlara rastlandığı gibi, bugünkü Türkıye-Suriye sının kenarında Viranşehir'e yakın Re'sül'ayn dolaylarında Teli Halafta, milâttan Önce III. yüzyıla ait bir şehir kalıntısında evlerde banyo yapmak için özel
402
mekânların bulunduğu anlaşılmıştır. Buraların zeminleri pişmiş tuğla veya sıkıştırılmış mıcır döşeli olup üstüne bir nevi asfalt serilmiştir. Toprak künklerle su getirilen hamam tabanının altında suların akması için kanalizasyon tesisatı olduğu gibi içinde her ikisi de toprağa gömülü yine pişmiş toprak bir banyo küvetiyle bir de küp bulunuyordu.
Anadolu'da, Gaziantep'in islâhiye ilçesi dolaylarındaki Zincirlihöyük'te yapılan kazılarda, milâttan önce 1200 yıllarına doğru büyük Hitit Devleti yıkıldıktan sonra kurulan Geç Hitit devletlerinden biri döneminde yapılmış bir hamam kalıntısı bulunmuştur.
Eski Yunan medeniyetinde büyük Ölçülerde genel hamamlara rastlanmaz. Ancak çeşitli sporların yapıldığı "gymna-sion"ların içinde sporcuların yıkanması için, muhtemelen sıcak suyu ve ısıtma sistemi olmayan bugünün duş gözleri gibi yıkanma yerleri vardı. Böyle bir "gymna-sion" Batı Anadolu'daki Priene (Söke-Güllübahçe yakınlarında] şehrinde mevcuttur. Eski Yunan medeniyetinde Pelo-ponez'de Argolis'te, milâttan önce II. bin-yılda yapılmış Tiryns Sarayı'nda bir hamam mekânına rastlanmıştır. Eski Yunan medeniyetine ait bazı vazoların üzerindeki resimlerden erkeklerle kadınların bir arada yıkandığı anlaşılmaktadır.
İlkçağ Yunan kültürüne ait bir kısım kaynaklarda insanların hayatlarında yalnız üç defa yıkandıkları söylenir. Platon'un yıkanmanın bir "lüks" olduğunu ifade etmesine karşılık Plutarkhos eserinde, milâttan önce IX. yüzyılda yaşayan Ispartalı Lykourgos'un ancak yoldan geldiğinde yıkandığını yazar. Eski Yunan'da temizlenme, yüksekte duran bir çanaktan alınan su ile silinmek suretiyle yapılırdı. İlk-çağ'ın ünlü tarih yazarı Herodotos, o dönemlerde İskitler'in terleme hamamlarının bulunduğunu yazarsa da bunların niteliği anlaşılamamıştır. Başka yerlere nis-betle Doğu'nun daha çok tesiri altında kalan Sicilya adasında hamamların yaygın olduğu sanılmaktadır. Burada milâttan önce 478-467 yıllarında hüküm süren Hieron'un yaptırdığı gemide bile özel bir hamam vardı. Bu bölgede milâttan önce 540-510 tarihlerine doğru yaşayan filozof Pisagor'un her gün yıkanmayı şart koştuğu bilinmektedir.
Roma Dönemi. Roma çağında halka açık hamam mimarisi ortaya çıkmış ve geliştirilmiştir. Milâttan Önce I. yüzyıla doğru yaşadığı sanılan Sergius Orata adlı bir mimarın ilk defa sıcak hava ile mer-
kezî ısıtma sistemini meydana getirdiği ve bunun Roma hamamlarında uygulanması ile bu türden yapıların yaygınlık kazandığı genellikle kabul edilir. Roma çağının hamam mimarisinde Sergius Ora-ta'nın rolü kesin olarak belli değilse de Roma hamamlarının alttan ısıtmalı mimarileri, iç süslemeleri ve ölçülerinin çok büyük oluşu ile dünya sanat tarihinde ayrı bir yere sahip bulundukları bilinmektedir. Roma İmparatorluğu'nun Büyük Britanya'dan Basra körfezine. Kuzey Afrika'dan Almanya içlerine kadar yayıldığı bütün bölgelerde umumi hamamlar yapıldığı gibi zenginlerin evlerinde de özel hamamlar vardı.
Roma hamamları çeşitli bölümlerden oluşuyordu. Hamam binasının önünde etrafı genellikle sütunlu revaklarla (por-ticus) çevrili bir avlu (palaestra) bulunurdu. Burada bazı spor oyunları ve güreşler yapılırdı. Avludaki ana girişten geçilen ilk mekân soyunma yeri olan "apodi-terium" idi. Bunun köşesinde hizmet odaları, duvarları boyunca da sedirler yer alırdı. Soyunmalıktan "frigidarium"a geçilirdi. Soğuk su ile yıkanma yeri olan bu büyük ve gösterişli mekânın ortasında bazan içinde yüzülebilecek kadar geniş ölçülerde bir havuz (natatio) bulunur ve duvarlarının önlerinde de heykeller sıralanırdı. Burayı ılık olan "tepidarium" kısmı takip ederdi. Hamamın en sıcak kısmı "caldarium" idi. Bu bölümün etrafında özel küçük hücreler yer alırdı. Burada buhar banyosu ile terlemek İçin çok sıcak "sudatorium" denilen ayrı bir mekân da bulunurdu. Sıcak suyun ve sıcak havanın sağlandığı külhana "praefurnium" adı verilirdi. Hamamın çevresinde ve arka tarafında ayrıca bir bahçe olmasına özen gösterilirdi. Hamam hizmetleri kö-
Ieler tarafından görülürdü. Romalılar hamamı sadece bir yıkanma yeri olarak değil aynı zamanda sohbet ve tartışma yeri, filozof, şair ve hatiplerin konuşma alanı ve bir eğlence mekânı olarak görüyorlardı. Bu sonuncu durum Fransız ressamı Th. Chasseriau'nun 1853'te yaptığı, Louvre Müzesi'nde bulunan "Tepi-darium" adlı tabloda tasvir edilmiştir.
Roma hamamlarının İslâm ve Türk hamamları ile en büyük benzerliği ısıtma sisteminde görülür. Caldariumun döşemesi, üst üste istiflenerek oluşturulmuş tuğla payelerin üzerine otururdu. Yakılan odunların verdiği sıcaklık, "hypocaus-tum" denilen bu bodrumda tuğla payelerin arasında dolaşır ve gerek tepidariu-mu gerek caldariumu tabandan ısıtırdı. Odunların dumanı ile buhar, duvarların içine yerleştirilen pişmiş toprak künkle-rin yardımı ile dışarı atılırdı. Bu esaslar, küçük ölçülerdeki hamamlar için yeterli olmakla beraber dev ölçülerde inşa edilen hamamlar için yetersiz kaldığından taban döşemesinin altında yardımcı servis yolları ve ateşleme ocakları da yapılmıştı.
Dostları ilə paylaş: |