Iffil Mustafa Uzun - Nurettin Albayrak
III. FIKIH
Yıkanmanın hemen bütün din ve kültürlerde maddî-bedenî bir temizlik olmasının yanı sıra mânevî-sembolik arınma anlamı da taşıdığı, bu sebeple oldukça eskiye dayanan yaygın bir gelenek olduğu bilinmektedir. İlk örneklerine milâttan birkaç binyıl önce Hindistan'da, Ön Asya'nın Mısır ve Asur-Babilon kültürlerinde rastlanan hamam mimarisinin oluşumunda şüphesiz bölge din ve kültürlerinde su İle yıkanma ritüelinin taşıdığı değer ve gördüğü teşvik önemli bir paya sahiptir. Yahudiliğin yıkanmayı teşvik etmesi ve belli durumlarda yıkanmayı dinî bir ödev sayması, Ortadoğu'da hamam mimarisinin gelişmesine ciddi ölçüde katkı sağlamıştır. Hıristiyanlık'ta Yahudilik'-ten devralınan su ile arınma ve vaftiz kültürü önemli bir yere sahip olmuşsa da kilise mensuplarının münzevi hayata meyletmesi, çıplaklığa karşı tepkisi, diğer sosyokültürel sebeplerle birlikte yıkanma kültürünün Hıristiyanlık'ta daha çok sembolik bir değerde kalmasına, hatta Ortaçağ boyunca fazla ilgi görmemesine yol açmıştır. Bundan dolayı Batı'da ancak XIII. yüzyıldan sonra hamam mimarisinin ve kültürünün gelişmeye başladığı ve XIX. yüzyıldan sonra bu konuda önemli mesafe alındığı bilinmektedir.
İslâm dininde manevî temizlik ve çevre temizliği kadar vücut temizliği de önem
HAMAM
taşır (bk. GUSÜL; TAHARET). Yine İslâmî anlayışa göre ferdin inanç, ibadet ve ahlâkı, ferdî ve içtimaî hayatı, bedenî ve ruhî ihtiyaçları aynı bütünün farklı görünümleri, birbiriyle bağlantısı ve uyumu bulunan parçaları gibidir. Bu sebeple dinî literatürde hayatın en Özel ve kişisel yönleri de genel dinî ilke ve hükümlerin uygulanması, insanın hususi hayatında ve toplum içindeki davranışlarında yol gösterilmesi ve ferde iyi alışkanlıklar kazandırılması gibi amaçlarla çok defa ayrıntılı şekilde ele alınmıştır. Fıkıh literatüründe hamam âdâbıyla ilgili birtakım görüş ve önerilerin yer alması böyle bir anlam taşıdığı gibi. özel konumu ve nitelikleri de hamamın bazı ibadetler için uygun bir yer olup olmadığı gibi fıkhî görüş ve tartışmaların kaynağını teşkil etmiştir.
Hamamla ilgili olarak hadis kitaplarında yer alan rivayetlerin ana konusunu hamamda avret yerlerinin örtülmesinin önem ve gerekliliği, hamamda çevre kirliliği ve muhtemel çıplaklık sebebiyle Kur'an tilâveti ve namaz ibadetinin caiz olup olmadığı gibi hususlar teşkil eder. Hz. Peygamberin, Suriye tarafından Mekke'ye gelen hacıların ihrama girdiği yer olan Cuhfe mevkiinde veya başka bir yerde hamama gittiğine dair rivayetler bulunmakla birlikte hadis âlimleri bunların uydurma yahut zayıf olduğunu belirtirler (Abdülhay el-Kettânî. I, 177). Bazı sahâbîlerin Şam bölgesinde hamama gittiklerini bildiren rivayet ve İbn Ömer'in hamamın Şamlılar tarafından ihdas edilen bir nimet olduğuna dair ifadesi [a.g.e., ı, 178), Arap ülkelerinde hamamın Re-sûl-İ Ekrem'in vefatından sonra tanındığı şeklindeki görüşü ve Hz. Peygamber'in bizzat hamam görmemiş olsa da Hicaz bölgesinin dışına seyahat eden sahâbîlerin verdiği bilgiler üzerine bu konuya temas etmiş bulunması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Hz. Âişe'nin, "Resûlullah erkeklerin ve kadınların hamama gitmelerini önceleri yasakladı, daha sonra peş-temal kullanmak şartıyla erkeklere izin verdi" {Müsned, VI, 132, 139. 179; Ebû Dâ-vûd, "Hammâm", 1; İbn Mâce, "Edeb", 38; Tirmizî, "Edeb", 43] sözünü dikkate alan âlimler hamam yasağıyla ilgili hükmün sonradan kaldırıldığını belirtmişlerdir. Başka bir hadiste de, "Acem topraklarını fethedecek ve o bölgede hamam denilen yapılar bulacaksınız. Oraya erkekler peş-temalsız girmesin. Hasta ve lohusa olanların dışında kadınların girmesine de engel olun" denilmiştir (Ebû Dâvûd, "Ham-
HAMAM
mâm", I; İbn Mâce, "Edeb", 38). Öyle anlaşılıyor ki hadislerde ifade edilen bu kaygı ve yasaklama, o dönemde insanların örtünmeye ve edebe riayet etmeksizin fütursuzca soyunup yıkandıkları hamamların komşu ülke ve bölgelerde yaygın olup aynı âdetin müslümanlar arasında yayılmasını önleme maksadına yöneliktir. Esasen bu sakıncanın kalkması veya iyice azalmasına paralel olarak İslâm ülkelerinde hamamlar yaygınlaşmış, literatürde hamam âdâbıyla ilgili birçok bilgi ve öneri yer almaya ve hamamlar İslâm medeniyet ve mimarisinin önemli bir parçasını oluşturmaya başlamıştır.
Fukahanın çoğunluğu, yukarıdaki hadisleri ve bazı sahâbîlerin hamama gitmiş olmasını dikkate alarak erkeklerin avret yerlerini (göbekte diz arası) örtmek şartıyla hamama girmelerinin, buna bağlı olarak da hamam yapımının, alım satım, kiralama ve işletme gibi hukukî işlemlerin kural olarak caiz olduğunu ifade etmişlerdir. Bunların kerahetle caiz olduğu şeklindeki daha çok Hanbelî fa-kihlerine ait görüş ise bazı kadın ve erkeklerin hamamda avret yerlerini örtmede gerektiği şekilde titiz davranma-masından, dolayısıyla hem kendilerini hem de çevrelerindeki kimseleri günaha sürüklemekte olmasından kaynaklanır. Bu sebeple, kadın ve erkeklerin umuma açık hamamlara gitmesi ve hamamcının kazancı hakkında klasik kaynaklarda görülen menfi veya mütereddit tavırlar yukarıdaki hadislerin lafzî yorumu olarak açıklanabileceği gibi insanların bu sakıncalı durumlardan kaçınmasını, dinî mükellefiyetlere ve edep Ölçülerine uymasını sağlamayı hedefleyen bir uyan ve geçici bir önlem olarak da görülebilir. Gazzâlî de hamama gitmekle ilgili olumlu görüşün hamamın faydalı yönlerini esas aldığını, aksini savunanların ise sakıncaları göz önünde bulundurduklarını söyleyerek mahzurlarından sakınmak şartıyla hamamdan faydalanılabileceğini belirtir (İhya1, I. 186).
Haneffler'in dışındaki fakihler. "Kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa peşte-malsız hamama girmesin; kim Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsa hanımını hamama göndermesin" (Tirmizî, "Edeb", 43) ve, "Kocasının evinin dışında elbisesini çıkaran kadın Allah'la kendisi arasındaki örtüyü kaldırmış olur" (Müsned, VI, 173; Ebû Dâvûd, "Hammâm", 1; İbn Mâce, "Edeb", 38; Tirmizî, "Edeb", 43) mealindeki hadislere de dayanarak kadınların, hamama gitmeyi gerektiren mazeretleri
434
bulunmadığı veya kendi evlerinde yıkanmalarına engel teşkil eden bir durum söz konusu olmadığı takdirde hamama gitmelerini mekruh sayarlar. Hanefîler'e göre ise İçeride avret yerlerini açanlar bulunmadıkça kadınların da hamama gitmesinde mahzur yoktur. Hamamda örtülmesi gereken yerlerle ilgili hükümler mezheplerin avret yerlerine dair görüşleriyle paralellik arzeder. Dolayısıyla müs-lüman bir kadının diğer müslüman kadınlarla hamamda birlikte bulunması durumunda kadının kadına göre avret sayılmayan (göbekle diz arasının dışında kalan) kısımlarını açması caizdir. Hanbelî-ler'in dışındaki hukukçulara göre gayri müslim kadınlarla birlikte hamamda bulunacak müslüman kadınların erkeğe karşı avret sayılan yerlerini Örtmeleri gerekir. Bunun başlıca sebebi gayri müslim kadınlara karşı duyulan güvensizliktir. Nitekim Hz. Ömer'in Ebû Ubeyde b. Cer-râh'a yazdığı bir mektupta, gayri müslim kadınların müslüman kadınlarla aynı hamamda bulunmalarının yasaklanmasını istediği nakledilmektedir (Mu.fi XVIII, 158). Hanbelî fakihleri ise müslüman kadınla gayri müslim kadın arasında bir ayırım yapmamakta, onlara karşı da yalnız kadının kadına göre avret sayılan yerlerinin örtüleceğini belirtmektedirler. Bakılması haram olan yerlere dokunulması da haram olduğundan hamamda sadece avret yerinin dışında kalan kısımları tellâğa ovdurmak caizdir.
Üç mezhebe ve Hanbelî mezhebindeki bir görüşe göre temiz olması şartıyla hamamda namaz kılınabilir; Hanbelî âlimlerinin çoğunluğu ise, "Mezarlık ve hamam dışında yeryüzünün tamamı mes-ciddir" mealindeki hadisten {Ebû Dâvûd, "Şalât", 24; İbn Mâce, "Mesâcid", 4) hareketle mecbur kalınmadıkça hamam binası içinde namaz kılınmaması gerektiği kanaatindedir. Hamamda Kur'an okumanın hükmü konusunda da fakihler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Hanbelîler'e göre avret yerlerinin açılması söz konusu olduğundan buralarda Kur'an okumak mekruhtur. Diğer üç mezhebe göre ise hamamda Kur'an okunabilir. Yalnız Hanefî fakihleri yüksek sesle okumayı uygun görmemişlerdir. Bazı âlimlerin ifadelerinden de anlaşılacağı gibi hamamda namaz kılma ve Kur'an okuma gibi ibadetlerin caiz olup olmadığına dair tartışmalar, doğrudan yıkanma mekanlarıyla veya uygun ve temiz bulunmayan yerlerle ilgilidir. Ayrı bir mekân tahsis edilmesi halinde burada ibadet etmenin
herhangi bir sakınca taşımaması gerekir.
Kaynaklarda hamamla ilgili fıkhî hükümlerin yanı sıra hamam âdabı denilen bazı kurallara da yer verildiği görülür. Meselâ hamama besmele İle girmek, avret yerini başkalarının bakışlarından ve dokunmasından korumak, başkalarının avret yerlerine bakmamak, âdaba aykırı davrananları uygun şekilde uyarmak, hamamda fazla kalmamak, az konuşmak, yemek yememek, suyu israf etmemek, hamamın kalabalık olmadığı zamanı tercih etmek ve tenha bir yerde yıkanmak, yıkanma yerlerinin temiz kalmasına özen göstermek, hamamdan çıkan kimseye "sıhhatler olsun" demek bunların başlı-calarıdır.
BİBLİYOGRAFYA :
Miftâhu künûzi's-sünne, "hammâm" md.; Mûsned, I, 20; 11, 321; III, 339; VI, 132, 139, 173, 179. 267, 301; Dârimî, "İstilân". 23, "Şalât", 111; Ebû Dâvûd. "Hammâm", 1, "Şalât", 24; İbn Mâce. "Edeb", 38, "Mesâcid", 4; Tirmizî. "Edeb", 43; Nesâî. "Ğusl", 2; Gazzâlî. İhya*, Kahire 1387/1967.1, 186-188; II, 433-434; Hâ-zimî, et-İctibar fi'n-nâsih ve't-mensûh mine'I-âşâr (nşr Abdulmu'tî Emîn Kal'acî), Halep 1403/ 1982, s. 355-356; Kâdihân. Fetâuâ, I, 13-14; İbn Kudâme. et-Muğnî, Kahire 1412/1992, I, 305-309; Kurtubî, el-Câmif, XII, 233; Nevevî. el-Mecmü1; II, 204-206; İbn Cüzey. el-Kauânî-nü'l-fıkhiyye, Tunus 1982, s. 443-444; Tîbî, Şerhu't-Tibî 'ala Mişkâti'l-meşâbth, Karaçi 1413, VIII. 265-266; İbn Kayyım el-Cevziyye. Zâ-dü'l-me'âd, !, 175; İbn Müflih el-Makdisî. el-Âdâbü'ş-şerHyye oe'l-minehu'l-mer'iyye, Kahire, ts. (Müessesetü Kurtuba). III, 322-328; Fî-rûzâbâdî. Sifrü's-sa'âde (nşr. İzzeddin es-Sey-revân), Beyrut 1408/1988, s. 332; Sehâvî. el-Makâştdü'l-hasene (nşr. M. Osman el-Huşet). Beyrut 1405/1985. s. 433; Süyütî, el-hlâuî li't-fetâuâ, Beyrut, ts. (Dârü'I-Kitâbi'l-Arabîj. II, 63-67; İbn Hacer el-Heytemî. elFetâva'l-kübra'l-fıkhtyye. Kahire 1933, 1, 65; Şirbînî. Muğni'l-muhtâc, I, 76-77; Ali el-Kâri. el-Esrârü'l-mer-fîfa fi'iahbâri'l-meuzû'a (nşr. Muhammed es-Sabbâg), Beyrut 1391/1971, s. 197-198, 239; Abdürraûf el-Münâvî. en-Müzhetü'z-zehiyye fi ahkâmi'l'hammâmi'ş-şer'iyye ue't-Ubbiyye (nşr. Abdülhamîd Salih Hamdan), Beyrut 1408/ 1987; Buhûtî. Keşşâfü 7-fcmâ', I. 158; M. Batar el-Meclisî. Hilyetü't-müttakin fı'l-âdâb ue's-sü-nen ue'1-ahlâk, Beyrut 1414/1994, s. 293-300; Ahmed b. Muhammed el-Haymî, Hadâ'İ-ku'n-nemmâm ft'l-kelâm qa/â mâ yete'allaku bi'l-hammâm, Beyrut 1406/1986; Şevkânî,/Vey-lü'l-eutâr. I, 299-300; İbn Âbidin. Reddü'l-muh-târ(Kahire], III, 604; VI, 51-52; VII, lI5;Seyyid Sabık, Ftkhü's-sünne, Kahire, ts. (Dârü't-Türâs), I, 65, 215; Zekiyyüddin Şa'bân. Uşülü'l-fıkhi'I-İs-lâm't, Beyrut 1971, s. 180; Zühaylî. el-Fıkhü'l-islâm'ı. I, 402-405. 594; Ali Osman Koçkuzu, Hadiste Nâsih Mensûh Meselesi, İstanbul 1985, s. 183-184; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü'i-idâriyye (Özel), I, 177-178; "Hammâm", MüF, XVIII, 154-161; Mehmet Şener. "Avret", DİA, IV, 125-126. m
İKİ M. Kâmil Yaşaroğlu
r HAMÂMÎZÂDE n
İSMAİL DEDE EFENDİ
(bk. İSMAİL DEDE EFENDİ, Hatnâtnîzâde).
F HAMÂMÎZÂDE MEHMED İHSAN "
(1885-1948)
Şair, yazar ve araştırmacı.
4 Şubat 188S'te Trabzon'da doğdu. Babası Hamâmîzâde Hafız Ahmed Efendi, annesi Rize eşrafından Çelebizâde Salih Ağa'nın kızı Nâfia Hanım'dır. Küçük yaşta babasını kaybeden Mehmed İhsan, ilk eğitimini komşuları olan Hafız Hoca Seher Hanım'dan aidi ve ondan Kur'an öğrendi. Islahhane Merkez İbtidâîsi'ni bitirdikten sonra rüşdiyeden ve 1903 yılında Trabzon İdâdîsi'nden mezun oldu. Ancak ailenin sorumluluğunu üstlenerek emlâk ve arazilerin idaresine bakmak zorunda kaldığı için öğrenimine devam edemedi. Bununla birlikte okuyup yazmaya karşı hevesi çok erken yaşlarda başlamış olduğundan daha on yaşında iken Trabzon'da Papaz Kalust Şinâsi Efendi'den. daha sonra da askerî rüşdiye Fransızca öğretmeni Sabîh Bey'den Fransızca dersleri aldı. Trabzon'da sürgünde bulunan âlim ve şair Erzurumlu Ali Şevket Hoca'-dan Meşnevî okudu; İstanbul'da yayımlanan birçok gazete ve derginin genç nesillere ulaşmasını sağlayan kitapçı Ham-di Efendi'den büyük destek gördü.
Mehmed İhsan bu yıllarda Hartamas-zade Bakî, Düyûn-ı Umûmiyye başkâtibi Hüsnü, Ustazâde Nazmi ve Halil Nihat (Boztepe) İle birlikte Trabzon'da bir edebî mahfil durumundaki Hamdi Efendi'nin "âyîne-i efkâr" adı verilen kitapçı dükkânına devam ediyor, tanınmış edebiyatçıların kitaplarını okuyordu. Daha on dört yaşında iken Osmanlıca'nın inceliklerini öğrenmişti. Artık süsiü nesirle yazabildi-ğinden bazı kişiler önemli yazılarını ona
yazdırıyorlardı. O dönemde Trabzon'un tanınmış isimleri olan İbrahim Cûdî Efendi, Hatipzâde Emin Efendi ve Arnavutzâde Ahmed Efendi'nin sohbetlerinden faydalandı. Yirmi yaşma gelmeden yazı yazmaya başladı. İlk şiirleri Trabzon ve İstanbul'da yayımlandı. Zaman içinde kendini yetiştirerek edebiyat, tarih, biyografi ve bibliyografya alanlarına yöneldi. Mahallî dil ve folklor üzerinde çalıştı. Kendisine teklif edilen Trabzon İdâdîsi edebiyat öğretmenliğini fahri olarak kabul etti. 1909-1913yılları arasında Trabzon İdâdîsi, Trabzon Dârülmuallimîni ve Trabzon Sultânî-si'nde kitabet, tarih ve edebiyat, 1913'te ayrıca Trabzon Askerî Rüşdiyesi'nde, Trabzon Dârülmuallimîni'nde İslâm ve Osmanlı tarihi dersleri okuttu. I. Dünya Savaşı'n-dan önce İstanbul'daki ailesinin yanına gitti. Savaşın başlaması, denizyolunun kapanması ve Trabzon'un düşman işgaline uğraması üzerine Trabzon'a dönemedi. 1917 Eylülünde İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi'nde ve aynı okulun "kısm-i evvel" denilen bölümünde Türkçe, ticarî yazışma ve neşriyat dersleri öğretmenliği yaptı. 1924 yılında İktisat Vekâleti'nin teklifi üzerine Trabzon'da Yüksek Ticaret Mektebi'ni, kuruluş masraflarını daha sonra devletten almak üzere kendi imkânlarıyla yeniden kurdu. Müdürlüğünü yaptığı bu okulda Türkçe, edebiyat, ticarî yazışma ve neşriyat derslerini de yürüttü. Buranın 15 Haziran 1927'de orta dereceli bir okul olarak Maarif Vekâleti'ne devredilmesinden sonra bütün mesaisini harcadığı bu ağır görevi sebebiyle sağlığı bozulunca 28 Ekim 1928'de istifa edip İstanbul'a döndü.
Kasım 1928'de İstanbul Yüksek Ticaret Mektebi'nde görev alan Hamâmîzâde. 10 Şubat 1929'da Galatasaray Lisesi orta sınıflarında Türkçe derslerine de girmeye başladı. Fakat bu iki görev onu yorduğu için Galatasaray Lisesi'nden ayrılarak Yüksek Ticaret Mektebi'nin lise kısmında edebiyat ve muhaberat öğretmenliği yaptı ve bu görevini ölümüne kadar sürdürdü. 11 Mayıs 1948'de vefat etti. Mezarı Edir-nekapı Şehitliği'ndedir. Yenikapı Mevle-vîhânesi'nin son şeyhi Abdülbâki Dede Efendi'nin oğlu Rusûhî Baykara Hamâmî-zâde'nin ölümüne, "Nâgehânî göçünce dünyâdan / Câm-ı aşkı kırıldı devrânın / Geldi dört rind söyledi târîh / Nüktesi gitti bezm-İ rindânın" mısraları ile tarih düşürmüştür.
Hamâmîzâde Târîh-i Osmânî Encümeni. Trabzon Türk Ocağı. Donanma Cemiyeti, Trabzon Meclis-i Maârifi ve Halk Bil-
HAMÂMÎZÂDE MEHMED İHSAN
gisi Derneği gibi çeşitli cemiyetlerde faaliyet göstermiştir (bu faaliyetleri İçin bk. İsen - Canım, s. 5-8).
Dürüst ve çalışkan bir kimse olan. şairliği yanında edebiyat, tarih, biyografi, bibliyografya ve folklor çalışmalarıyla haklı bir şöhrete sahip bulunan Hamâmîzâde, devrin edebiyatçıları arasında sevilen bir sima ve edebî mahfillerin vazgeçilmez isimlerinden bir "şâir-i mâderzâd" olarak kabul edilmiştir. Yahya Kemal. M. Fuad Köprülü. Ercümend Ekrem Talu, İbrahim Alâeddin Gövsa, Hikmet Münir gibi edebiyatçı arkadaşları tarafından divan edebiyatını iyi bilen, bütün sanatlarına ve inceliklerine vâkıf olan, ezberinde binlerce beyit bulunan bir kimse, aslen Trabzonlu olmakla birlikte gerçekte nâdir yetişir bir İstanbullu olarak nitelendirilmiştir. Hamâmîzâde ayrıca devrin sayılı nüktedan-ları arasında yer almış, zeki, zarif ve mizaha yatkın şahsiyetiyle de tanınmıştır.
Yazılarında Trabzon'dan M. İ., M. İhsan. Şimşek. Serçe. Sunûhî takma adlarıyla Hamâmîzâde İhsan imzasını kullanmış, soyadı kanunundan sonra Hamami-oğlu soyadını almışsa da Hamâmîzâde olarak anılmıştır.
Eserleri. 1. Yolculukta (Trabzon 1331). Müellif bu eserinde on beş yaşında iken ailesiyle birlikte çıktığı bir yolculuğu anlatır. 2. Hamsinâme (İstanbul 1928). Başlığının altında yer alan "on iki kıta resmi hâvi manzum, mensur, ciddi ve mizahî" ifadesiyle tanıtılan kitap Hamâmîzâ-de'nin en meşhur eseridir. Edebiyat çevreleri dışında da büyük ilgi görmüş, hakkında birçok yazı yazılmıştır. Eserde Karadeniz halkının simgesi kabul edilen hamsi çeşitli yönleriyle ele alınarak incelenmiş. "Hamsinin Edebiyattaki Yeri" bölümünde birçok manzum-mensur ve mizahî örneğe yer verilmiştir. Kitap, yazarın oğlu Orhan Hamamı tarafından yeni harflerle de yayımlanmıştır (İstanbul 1972). 3. Divân-ı İhsan (İstanbul 1347/1928). İçinde dokuz bölüm halinde altı na't. bir kaside, iki muhammes, on bir tahmîs, bir teselîs. on şarkı, 145 gazel, dokuzu bazı olaylara dair, yedisi tarih düşürmek için, on dokuzu darbımeseller üzerine söylenmiş elli altı kıta ve bir tarih manzumesi, yirmi dokuz rubâî. çoğu mizahî olmak üzere on manzume, iki tarih, on kıta. bir destan ve "Şâdînâme" adlı mizahî bir kısım bulunan eser. Latin alfabesinin kabulünden önce eski harflerle basılmış son eser olma özelliğini de taşımaktadır. Mürettep bir divan görünümünde olan eserde yer yer klasik anlayışın dışında ka-
435
HAMÂMÎZÂDE MEHMED İHSAN
leme alınmış manzumeler de vardır. Ha-mâmîzâde şiirlerinde Nedîm gibi dertten uzak bir dünya görüşü, şen, neşeli, coşkun bir söyleyiş biçimi sergilemiş, yer yer günlük meselelere de temas etmiştir. Şair ayrıca divan edebiyatından gelen pek çok mazmunu şiirlerinde ustaca kullanmış, halk dilindeki atasözü ve deyimlere bolca yer vermiştir. Divanın sonunda bulunan on dokuz kıta atasözlerinin nazma çekilmesinden meydana gelmiştir. Hamâmîzâ-de. hece ile yazdığı "Bir Destan" başlıklı mizahî manzume dışında bütün şiirlerinde aruz veznini başarılı bir biçimde kullanmıştır. Eser bir giriş ve lügatçe ile birlikte, Hamâmîzâde İhsan Hayatı Eserleri ve Divânı adıyla Mustafa İsen ve Rıdvan Canım tarafından yeniden yayımlanmıştır (Ankara 1989). 4. Bilmeceler (İstanbul 1930). Eserin başında Mehmed Halid'in (Bayrı) altı sayfalık bir önsözü yer alır. Kitaptaki 772 bilmecenin 561'i bizzat Hamâmîzâde tarafından TVabzon'da derlenmiş, diğerleri çeşitli yörelerden ve kaynaklardan alınmıştır. Eser folklor konusunda ilk metotlu derleme örneğidir. 5. Baba Salim (İstanbul 1930)- Eserde halk şairi Baba Sâlim'in hayatı ve sanatına dair bir bölümden sonra şiirlerinden on koşma, bir destan, beş mizahî koşma, bir sâkînâme ve bir mizahî destana yer verilmiştir. 6. Trabzon'da İlk Kitapçı Kitabî Hamdi Efendi ve Yayınları (İstanbul 1947). Trabzon'daki sahaflar, dükkânlarının yerleri gibi konuların ardından kitapçı Hamdi Efendi'nin hayatı ve kitapçılığı üzerinde durulmaktadır. Türünde ilk başarılı örnek kabul edilen eserde Hamdi Efendi'nin yayımladığı kitapların açıklamalı künyelerinin yer alması ayrıca önem taşımaktadır. 7. Lâf Olsun Diye (İstanbul 1949). Hamâmîzâde'nin nüktelerinden ibaret olup yazarın oğlu tarafından yayımlanmıştır. Eserin başında Ali Nihat Tarlan'ın "Hamâmîzâde İhsan'da Nükte ve Zerafet", İbrahim Alâeddin Gövsa'nın "Nükte ve Hamâmîzâde", Ercüment Ekrem Talu'nun "Bir İki Söz de Benden" başlıklı yazıları ve Rusûhî Baykara'nin sekiz mısralık bir tarih manzumesi yer almaktadır. 8. Ömer Hayyâm Rubaileri (İstanbul 1966). Önsözünü Ali Nihat Tarlan'ın kaleme aldığı eserin başında Rıza Tevfik Bölükbaşı'nın, müellifin ve oğlu Orhan Hamami'nin bazı açıklamaları bulunmaktadır. Eserdeki 336 rubâînin Farsça metinleri hattat Kemal Batanay tarafından yazılmıştır.
Hamâmîzâde bunlardan başka liselerin ikinci sınıflan İçin Türk Edebiyatı Nu-
436
muneleri (İstanbul 1926, Hıfzı Tevfik (Gö-nensayl ve Hasan Âli [Yücel] ile birlikte), rüşdiyeler için yazı örnekleri ihtiva eden Kâtip (İstanbul 1927) ve ticaret mektepleri için Tüccar Kâtibi (istanbul 1339), Ticarî Muhaberat (MI. İstanbul 1942, Ahmet Hamdi Varal ile birlikte), Ticarî Neşriyat (İstanbul 1950, Ahmet Hamdi Varal İle birlikte) gibi ders kitapları yazmıştır.
Ayrıca tamamlanmış otuzun üzerinde eseri bulunan Hamâmîzâde'nin on dört kadar eseri de yarım kalmıştır (henüz yayımlanmamış olan bu eserler hakkında geniş bilgi için bk. Kayaoğlu, s. 102-105; İsen-Canım, s. 15-16; AA, V, 1471). Müellifin TVabzon ve İstanbul'da yayımlanan pek çok gazete ve dergide çıkan yazıları ise henüz toplanmamıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Hamâmîzâde [Mehmed] İhsan, Lâf Olsun Diye, İstanbul 1949, s. 158-159; İbnülemin, Son Asır Türk Şairleri, II, 691-693; Mustafa İsen -Rıdvan Canım. Hamâmtzâde ihsan Hayatı Eserleri ue Divânı, Ankara 1989; "Acı Bir Kayıp", Cumhuriyet, İstanbul 12 Mayıs 1948; "Elim Bir Ziya: Hamâmîzâde İhsan Vefat Etti", Tas-uir, İstanbul 12 Mayıs 1948, s. 1; "Büyük Bir Kayıp: İhsan Hamâmî Vefat Etti", Vakit, İstanbul 12 Mayıs 1948, s. 1; "Hamâmîzâde", En Son Dakika, İstanbul 13 Mayıs 1948, s. l;Ercü-mend E. Talu. "Hamâmîzâde İhsan", Son Saat, İstanbul 14 Mayıs 1948, s. 2; Hikmet Münir, "Hamâmîzâde de Gitti!", Vakit, İstanbul 14 Mayıs 1948, s. 2; İbrahim Alâeddin Gövsa, "İhsan Hamâmî", Yedigün, İstanbul 29 Mayıs 1948, s. 8; "Acı Bir Kaybımız", Bilgi.sy. 113,İstanbul 1948, s. 30; İ. Gûndağ Kayaoğlu, "Hamâmîzâde İhsan ve Hayatı, Eserleri", Müteferrika, sy. 7, İstanbul 1995, s. 97-105; Cemaleddin Server, "Hamâmîzâde İhsan", AA,V, 1470-1471; "Hamâmîzâde İhsan", TA, XVIII, 426-427; Mustafa Uzun, "Hamâmî, Mehmed İhsan", TDEA, IV, 79-80; Muhittin Serin, "Batanay, Kemal", DİA,
İMİ Mustafa Uzun F HAMÂMÎZÂDE OSMAN BEY ""
(bk. OSMAN BEY, Hamâmtzâde). r HÂMÂN ~"
Kur'an'da Hz. Mûsâ dönemindeki
Firavun sarayının bir yetkilisi olarak anılan kişi.
Hâmân adı Kur'ân-ı Kerîm'de altı âyette Firavun'la birlikte zikredilmektedir (el-Kasas 28/6, 8, 38; el-Ankebût 29/39; Gâ-fir 40/24, 36). Bu âyetlerden anlaşıldığına göre Allah Hz. Musa'yı âyetler, mucizeler ve delillerle Firavun, Hâmân ve Karun'a göndermiş, fakat onlar Musa'yı "çok ya-
lancı bir sihirbaz" diye suçlayarak tebliğini reddetmişlerdir (el-Ankebût 29/39; Gâfir 40/23-24). Hatta ilâhlık iddiasında bulunan Firavun, Musa'nın kendisini yüce Allah'ı kabule davet etmesi üzerine kavminin ileri gelenlerine, "Sizin için benden başka bir tanrı tanımıyorum" demiş, Hâmân'dan da Musa'nın tanrısına ulaşıp O'nu bulmak için kendisine bir kule yapmasını istemiştir (el-Kasas 28/38; Gâfir 40/36-37). Nihayet Kârûn, Firavun ve Hâmân günahları sebebiyle cezalandırılmıştır (el-Ankebût 29/39). Kur'an'da adı geçen Hâmân. Hz. Musa'nın muhatap olup mücadele ettiği Firavun'un veziri veya onun sarayındaki önemli şahsiyetlerden biri ya da Amon kültünün baş-rahibi olmalıdır.
Hâmân adı Ahd-i Atîk'in Ester kitabında. İran Kralı Ahaşveroş'un (İbrânîcede Ahasuerus, Latince'de Assuerus, Grekçe'de Xerxes) veziri olarak geçmektedir. Buna göre Hâmân imparatorluktaki bütün yahudilerin öldürülmesini planlamış, bu konuda kraldan izin almış, fakat ya-hudi asıllı olan kraliçe Ester'in son andaki müdahalesi üzerine yahudilerin yerine onların düşmanları katledilmiş, vezir Hâmân da oğullarıyla birlikte asılmıştır (Ester, 7/10; 9/7-10).
Kur'ân-ı Kerîm'de bahsedilen Hâmân ile Ahd-i Atîk'teki Hâmân aynı şahıs değildir; çünkü bunlar farklı yerlerde ve farklı asırlarda yaşamıştır. Bazı şarkiyatçılar, Ahd-i Atîk'te anlatılan olayları ve şahısları gerçek kabul ederek Kur'an'ın yanlış bilgi verdiğini ve Pers kralının veziri olan Hâmân'ı Firavun'un veziri olarak göstermekle bu iki olayı ve dönemi birbirine karıştırdığını iddia etmektedirler (£/2[Fr.],III. 112; Horovitz, s. 149; (effery, s. 284; Syed, Journal ofthe Research So-ciety, XXVI/3, s. 38-42). Halbuki Ester kitabının yazarı ve yazılış tarihi hakkında kesin bilgi bulunmadığı gibi anlatılan olayların gerçekliği de şüphelidir. Ester kitabında anlatılanların milâttan önce V. yüzyılda İran'da vuku bulmuş gerçek olaylar olduğunu kabul edenlerin yanında birçok araştırmacı, bu olayları Babi-lonya ve Elam ilâhları arasındaki mitolojik mücadelenin bir yansıması olarak düşünmektedir. Bunlara göre Hâmân ismi Elamlılar'ın İlâhı Humman'ı (Hamman) ifade etmektedir. Bazı araştırmacılar da Hâmân'ın Purim bayramıyla ilgili hayali bir kahraman olduğunu söylemektedir {IDB, li, 516). Şuşan (Süse) krallık sarayının ve İran'ın yönetimine dair Ester kitabında verilen bazı bilgilerin doğru olmasına karşılık hayali olayların da yer aldığı
Dostları ilə paylaş: |