Ankaralı bir Ermeni’nin mektubu
Baskın Oran
1920’lerden beri devlet büyüklerimizin ettiği lafları hiç karıştırmayacağım. Sadece son 1 yılı alacağım. Dışişleri bakanı “Bizim tarihimizde ve geçmişimizde hiçbir zaman çarmıh olmamıştır, olmayacaktır da” dedi (Radikal, 20.12.09). Cumhurbaşkanı “Sayın Dışişleri Bakanı gayet güzel söylediler. Söyleyecek başka bir şey yok konuyla ilgili” diye arka çıktı (Radikal, 22.12.09). Diyanet başkanı “Dini azınlıklar özgürlüklerden yararlanmaktadır” dedi (Hürriyet, 02.01.10). Başbakan “Tek dil, tek millet; beğenmeyen çeker gider” dedi (Milliyet, 13.03.09). Milli savunma bakanı “Rumlar ve Ermeniler devam etseydi, bugün acaba böyle milli bir devlet olabilir miydik?” dedi (10.11.08). Hükümet sözcüsü “Iğdır’ı da aldılar, yani Ermenistan sınırındalar’’ dedi (E. Berberoğlu, Hürriyet, 31.03.09). Son 1 yıl kuralını biraz bozayım: En harbisi de, doğrusu, bir kadın bakanın ağzına yakışmıştı: “Ermeni dölü” (27.03.1997).
“Ulus-devlet”in tanımı bu olduğu için, dert değil; doğaldır. Ama dün gece TV kameraları olgun yaşta bir kadını sokakta konuşturdular. Aynen: “Ben ülkemizde gayrimüslimlere ayrımcı muamele yapıldığı kanaatinde değilim” dedi.
İşte, bu vahim. Çünkü o aslında bir insan. Her an karşılaştığımız biri. Sadece gayrimüslimlerin değil, bu ülkede eşcinselinden Kürdüne bütün “farklı” insanların esas sorunu da bu zaten. Bendeniz, dikkat ettiyseniz, hep ulus-devlet’in farklı’ya nasıl muamele ettiğini örneklerim. Ama bugün, olayın halk yönünü dile getiren bir mektup yayınlamak istiyorum. Adını vermek için kendisinden özel izin aldım. Sağolsun, beni öven cümleler de yazmış, bunları (…) koyarak ayıklıyor ve (bir de, bir öğretmenin adını silerek) gerisini aynen yayınlıyorum. TV’deki o “insan”, farklı’nın bu memlekette neler yaşadığını görür belki diye.
İlkokuldan üniversiteye
“Çok sevgili ve değerli Baskın Hocam. (…) Ben 18 yıldır Almanya’da yaşayan 46 yaşında, Ankaralı, evli, 2 çocuklu bir Ermeni’yim. Eşimse Alevi-Türk. Yaşam dolu minicik yavruların asker gibi üniformalara sokulduğu ilk mektebin ilk sınıfında “öteki” olarak ilk façalarımı aldım. Tatlı bir kız bir gün şaşkınlıkla: “Sen Ermeniymişsin” dediğinde çocuksu bir tepki verdim ona: “Sensin Ermeni!”. Mahallemizde komşu çocuklarıyla oynarken en ufak bir sürtüşmede ana ya da babalarının çıkıp: “Seni gavurun dölü!” ya da “Burası Ermenistan değil!” diye ünlemeleri hiç kulağımdan gitmedi.
“Büyüdükçe, bu horlanma ve aşağılanma artarak sürdü. Ortaokulda din dersine girmek istemediğim için hoca: “Defol pis Yahudi!” diye tekmeyle çıkardı beni sınıftan. Dışarıda acı acı ağladım. Kayserili babam ve Amasyalı anam adlarını açıkça söylemekten korktuklarından, benimkini hem Türkçe Kitab-ı Mukaddes’ten hem de Türkçeye kamufle ederek “Erden” koymuşlar. Ne var ki, ileri yaşına ve emekliliğine rağmen çalışmaya devam eden babamın vergi işlerini takip için gittiğim dairede yüksek sesle: “Abraham” diye çağrılması beni ezerdi. Keçiören Lisesi son sınıfta okul müdürü ve de tarih hocamız … Bey’in başparmağını sallayarak (kelimesi kelimesine): “Çocuklar, ennn büyük düşmanınız Ermenilerdir! Bunu unutmayın!” sözleri hiç aklımdan çıkmadı.
“Dahası da var ne yazık ki. Ege Üniversitesi İngiliz Filolojisinde okurken (ahh ne severdim Bornova’yı!), inanması güç ama edebiyat hocamız pervasızca şöyle diyivermez mi: “Biz Erzurum’da birisine hakaret etmek istersek Ermeni derdik!”. Haydaa! Buyur buradan yak. Böyle densizler bir-iki tane olsaydı uğraşırdık belki Baskın Hocam. Ancak maalesef her köşeyi tutmuşlardı. Yıllar sonra, şimdi uzaktan baktığımda memlekette fazla bir şey değişmediğini esefle gözlemliyorum. Yalnız tek tesellim, sizin gibi, Hrant ahbarik gibi yürekli yiğitleri tanımak oldu benim için (…).
“Okuldan sonra Financial Times, The Independent ve İlnur Çevik’in Turkish Daily News’unda kısa süreli çalışma olanağı buldum. Ama kendi öz yurdumda dışlanmaktan ve hepten yabancı muamelesi görmekten yorulmuş ve yıpranmıştım artık. Değerli ozan Ruhi Su’nun meşhur “uzakçıl”ı gibi umarsızca uzaklardaydı gözüm ve gönlüm. Ya babam gibi her şeyi sineye çekecektim ya da çekip gidecektim. Dışişleri’nin haftalık olağan basın toplantısına akreditasyon çıkaran memur babamın adını görünce bana: “Tabiiyetiniz ne?” diye sordu. Konferansın sonunda aracıma döndüğümde ise aracın aranmış olduğunu gördüm.
İşyeri ve mahalle
“Daha bunun gibi çok örnekler anlatabilirim size. Ancak, bardağı taşıran son damla 1991 yılında komşu apartmanda bir sol örgütün hücre evine yapılan baskın sırasında, bir sivil aynasızın densizce ve haddini aşarak benim “nerden geldiğimi” sorgulaması ve “İşte şu gördüğünüz evde doğdum” yanıtım üzerine terbiyesizce: “Baban-deden nerden gelmiş ulannn?” diye çıkışması oldu. Serde erkeklik vardı tabii Sayın Hocam; inanın sert bir tonla şöyle dedim ona mahalle bakkalının şaşkın bakışları arasında: “Siz geldiğinizde biz buradaydık!” Ve sonra zavallı anama beni “alacaklarını” haber ettim. Ama memur neden çekindiyse bıraktı beni. İşte o an kesin kararımı vermiştim: “Ben bu ülkede durmam!” Onun gibi soysuzlar bizi çok sevdiğimiz anayurdumuzdan ve baba ocağından ayırdılar.
“İyi mi ettik, bilemem ama şuna tüm yürekle inanmanızı isterim ki ben ve benim gibi yaban ellerde, dahası “gavur ellerinde” köksüz, ruhsuz yaşamaya mahkum edilen “Ermeni Türkler”in hiçbiri gerçek anlamda mutlu olamaz! Bizim kalbimiz ve aklımız illaki Anadolu’dadır. Benim acısı büyük halkıma empati gösterip hislerimize tercüman olduğunuz için ellerinizden saygıyla öper, nefreti ve kini cehaletten kaynaklanan zavallı düşmanlarınızdan kendinizi sakınmanızı rica eder, sağlıklı uzun bir ömür dilerim. Bir gün gerçeklerin tüm açıklığıyla ortaya çıkması dileğiyle hoşçakalın Hocam.
“(İmza) Erden Kasapbiçer. Abraham oğlu, Heranuş’tan olma, 24 Nisan 1963 Ankara doğumlu. Ayrıca, doğum günümün 24 Nisan’a denk gelmesi de kaderin garip bir cilvesi olsa gerek.”
Dostları ilə paylaş: |