Bram Stoker Drakula



Yüklə 1,63 Mb.
səhifə24/38
tarix22.08.2018
ölçüsü1,63 Mb.
#74295
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   38

-413-


ihtiyaç olursa diye bir deli gömleğini hazır bulundurmasını çıtlattım.

JONATHAN HARKERIN GÜNLÜĞÜ

29 Eylül, Londra treninde - Bay Billing-ton'ın, yetkisi dahilindeki her tür bilgiyi bana verebileceğini bildiren nazik mesajını aldığımda Whitby'ye gidip istediğim araştırmaları yerinde yapmanın en iyisi olacağını düşündüm. Amacım Kont'un o korkunç kargosunun izini Londra'ya kadar sürmekti. Daha sonra, onun hakkından gelebiliriz. Billing-ton'm oğlu -nazik bir delikanlı- beni istasyonda karşıladı ve babasının evine götürdü; gece orada kalmam gerektiğine karar vermişler. Konuksever insanlar; tam bir Yorkshire konukseverliği: Her şeyi ver ve konuğunu istediği gibi davranabilmesi için serbest bırak. Hepsi meşgul olduğumu, ziyaretimin kısa süreceğini biliyordu ve Bay Billington ofisinde, kutuların nakliyatı ile ilgili bütün evrakları hazır etmişti. Şeytani planlarını öğrenmeden önce Kont'un masasında gördüğüm mektuplardan birini tekrar görünce sarsıldım. Her şey dikkatle düşünülmüş, sistemli bir biçimde ve hassasiyetle yürütülmüştü. Hedeflerini gerçekleştirmede önüne çıkabilecek her tür engele karşı hazırlıklı gibi görünüyordu. Amerikalıların deyişiyle, "işi şansa bırakmamıştı" ve talimatlarının tam olarak yerine getirilmesi, sadece gösterdiği özenin mantıklı bir sonucuydu. Faturayı gördüm ve not aldım: "Deneysel amaçlar için kullanılmak üze-

-414-


re elli kutu sıradan toprak." Ayrıca Carter Pa-terson'a yazılan mektup ve bunun cevabını da bulup ikisinin de kopyasını aldım. Bay Billington'm bana verebileceği bilgilerin tamamı buydu, bu yüzden limana inip sahil güvenlik görevlileri, gümrük memurları ve liman şefîyle görüştüm. Hepsinin de geminin, yerel gelenekte yerini almaya başlayan limana girişiyle ilgili olarak anlatacak tuhaf şeyleri vardı; ama kimse, "elli kutu, sıradan toprak" şeklindeki basit tarifin üzerine bir şey ekleyemiyordu. Sonra istasyon şefiyle görüştüm, kendisi nezaket göstererek kutuları taşıyan adamlarla iletişime geçmemi sağladı. Onlar da aynı kargo beyanını verdiler ve kutuların, "esaslı ve ölümcül derecede ağır" olduğu, taşırken boğazlarının kuruduğu dışında ekleyecek bir şeyleri yoktu. İçlerinden biri çabalarını bir içecek ile takdir edecek "benim gibi beyefendi" bir adam bulmanın zor olduğunu ekledi; bir başkası da aradan geçen zamanın bile susuzluklarını tamamen geçirmediğini belirtti. Eklemeye gerek yok; ama yanlarından ayrılmadan önce, bu şikâyetin kaynağını sonsuza kadar ve yeterli ölçüde gidermeye özen gösterdim.

30 Eylül - İstasyon şefi, benimle, eski dostu olan King's Cross istasyon şefine hitaben iki satırlık bir not gönderme inceliğini gösterdi, böylece sabah oraya vardığımda King's Cross istasyon şefine kutuların gelişini sorabilecektim. O da beni hemen ilgili memurlarla görüştürdü ve onların sayımının da orijinal faturayla uyuştuğunu gördüm. Burada anor-

-415-

mal derecede susuzluk yakınmaları daha sınırlı olmuştu; ama yine de bu fırsat asil bir şekilde kullanılmış ve yine bu durumun sonuçlarının, ex post facto bir şekilde çaresine bakmak zorunda kalmıştım.



Oradan Carter Paterson'm merkez ofisine gittim ve çok büyük bir nezaketle karşılandım. Günlük defterleri ve mektup defterlerinde işlemi aradılar ve ayrıntılar için hemen Ring's Cross ofislerine telefon ettiler. Şans eseri, taşıma işini yapan adamlar iş bekliyorlarmış ve memur, hemen adamlar ile irsaliye aracılığıyla Carfax'a kutulan teslim etmeleri ile ilgili belgeleri gönderdi. Burada da beyanın yine tamamen aynı olduğunu gördüm; nakliyecinin adamları, yazılı bilgilerin yetersiz kaldığı yerleri birkaç ayrıntıyla tamamladı. Kısa bir süre sonra bunların da neredeyse tamamen işin tozlu ortamı ve sonuç olarak nakliyeci adamlarda yarattığı susuzlukla ilgili olduğunu anladım. Ülkenin para birimi aracılığıyla, bu pek sevimli zararın telafisi için gerekli kolaylığı gösterince adamlardan biri şöyle dedi:

"O ev, patron, gördüğüm en döküntü yerlerden biri. Yemin ederim, yüz senedir insan eli değmemiş. İçerdeki toz tabakası öyle kalındı ki, kemikleriniz acımadan üstünde uyuyabilirdiniz; öylesine unutulmuşluğa terk edilmişti ki, içinde Kudüs'ün kokusunu alabilirdiniz. Ama eski şapel -işte orası berbattı! Ben ve arkadaşım, oradan çıkamadan öleceğimizi sandık. Tanrım, karanlık bastıktan sonra orada bir an bile kalmak için bir ster-

-416-

linden aşağısını kabul etmezdim." O eve ben de girdiğim için buna inanabilirdim; ama bu adam benim bildiklerimi bilseydi, pazarlık koşullarını yükseltirdi herhalde.



Artık bir konudan emin oldum: Demeter adlı gemiyle Varna'dan Whitby'ye gelen kutuların hepsi Carfax'taki eski şapele güvenli bir şekilde ulaştırılmış. Herhangi biri daha sonra götürülmediyse, orada elli kutu olması gerekiyor; ama Dr. Seward'in günlüğüne bakılırsa, korkarım götürülmüş.

Kutuları Carfax'tan götürürken Renfi-eld'in saldırısına uğrayan arabacıyla görüşmeye çalışacağım. Bu ipucunun izinden giderek epeyce şey öğrenebiliriz.

Daha sonra - Mina ve ben bütün gün çalıştık ve bütün belgeleri sıraya koyduk.

MINA HARKER İN GÜNLÜĞÜ

30 Eylül - O kadar memnunum ki, kendime nasıl hâkim olacağımı bilemiyorum. Bu, sanırım, peşimi bırakmayan korkunun etkisi: Bu korkunç olay ve eski yaranın tekrar açılması Jonathan'a zarar verebilirdi. Onu Whitby'ye uğurlarken elimden geldiğince cesur görünmeye çalıştım, ama meraktan deli oldum. Ancak bu çaba ona iyi geldi. Hiçbir zaman, şimdi olduğu kadar kararlı, bu kadar güçlü ve hiç bu kadar volkan enerjisiyle dolu olmamıştı. Tıpkı o sevgili, iyi yürekli Profesör Van Helsing'in dediği gibi, Jonathan gerçekten azimli biri ve daha zayıf mizaca sahip birini öldürebilecek bir baskı altındayken, bu

-417-


azim daha çok ortaya çıkıyor. Geri geldiğinde hayat, umut ve azim doluydu; bu gece için her şeyi düzene soktuk. Ben de heyecandan yerimde duramıyorum. Kont gibi avlanan herhangi bir şeye acımak gerektiğini düşünüyorum. İşte bu: O Şey insan değil, hayvan bile değil. Dr. Seward'in, zavallı Lucy'nin ölümüne ve bunu takip eden olaylara ilişkin anlattıklarını okumak, insanın yüreğindeki merhamet pınarlarını kurutmaya yetiyor.

Daha sonra - Lord Godalming ve Bay Morris umduğumuzdan daha erken geldiler. Dr. Seward iş için dışarı çıkmış ve Jonathan'ı da yanına almıştı, bu yüzden onları benim karşılamam gerekti. Benim için acı bir karşılaşma oldu, çünkü bana zavallı Lucy'nin daha birkaç ay önceki umutlarını hatırlattı. Elbette, Lucy'nin benden bahsettiğini duymuşlardı ve öyle görünüyordu ki, Dr. Van Helsing de, Bay Morris'in deyişiyle oldukça "reklamımı yapmış." Zavallı adamlar, ikisinin de Lucy'ye evlenme teklif edişleriyle ilgili her şeyi bildiğimden haberleri yok. Ne söyleyeceklerini ya da nasıl davranacaklarını pek bilemiyorlardı, çünkü neleri bildiğim konusunda hiçbir fikirleri yoktu; bu yüzden sıradan konulardan bahsetmek zorundaydılar. Ama ben bu konuyu düşündüm ve onları bugüne kadarki olaylardan haberdar etmenin en iyisi olacağı sonucuna vardım. Dr. Seward'in günlüğünden, Lucy'nin ölümünde -gerçek ölümünde- orada olduklarını öğrenmiştim ve zamanı gelmeden herhangi bir sırrı açığa vurmaktan korkmama gerek yoktu. Dolayısıyla, onlara dilim

-418-

döndüğünce, bütün evrakları ve günlükleri okuduğumu, kocamla birlikte bunları daktiloya çektiğimizi ve tarih sırasına göre dizmeyi henüz bitirmiş olduğumuzu söyledim. Kütüphanede okumaları için ikisine de birer kopya verdim. Lord Godalming kendisininki-ni alıp karıştırdıktan sonra -oldukça büyük bir yığın oluşturuyordu- şöyle dedi:



"Bunların hepsini siz mi yazdınız, Bayan Harker?"

Başımla onayladım; devam etti: "Bunun amacını tam olarak anlamıyorum, ama siz, hepiniz o kadar iyi ve naziksiniz ve o kadar içtenlikle ve coşkuyla çalışıyorsunuz ki; tek yapabileceğim, gözüm kapalı olarak fikirlerinizi kabul etmek ve size yardım etmeye çalışmak. Bir insanın hayatının son anına kadar alçakgönüllü olmasına sebep olacak bazı gerçekleri kabul ederek bir ders aldım zaten. Ayrıca, sizin zavallı Lucy'mi sevdiğinizi biliyorum..." Burada sırtını döndü ve elleriyle yüzünü örttü. Sesindeki acıyı duyabiliyordum. Bay Morris, içgüdüsel bir duyarlılıkla sadece bir anlığına elini onun omzuna koydu ve sessizce odadan çıktı. Sanırım, kadınların doğasında, erkeklerin kendilerini serbest bırakmalarını ve erkeklik onurlarının kırıldığını düşünmeden, hassas, duygusal taraflarını açmalannı sağlayan bir şeyler var; çünkü Lord Godalming benimle yalnız kalınca kanepeye oturdu ve tamamen ve açık bir şekilde duygularına teslim oldu. Yanına oturdum ve elini tuttum. Umarım, küstah olduğumu düşünmemiştir ve sonradan bu olayı

-419-

düşünecek olursa, aklında böyle bir fikir be-lirmez. Burada ona haksızlık ediyorum; asla böyle bir şey düşünmeyeceğini biliyorum -o gerçek bir beyefendi. Istırap içinde olduğunu gördüğümden ona şöyle dedim:



"Sevgili Lucy'yi seviyordum ve onun sizin için, sizin de onun için neler ifade ettiğini biliyorum. O ve ben kardeş gibiydik ve şimdio gittiğine göre, sıkıntılı zamanlarınızda sizin için de bir kardeş gibi olmama izin vermez misiniz? Ne kadar derin olduklarını kestire-mesem de ne acılar çektiğinizi biliyorum. Duygudaşlık ve merhamet, acınızın hafiflemesine yardımcı olabilecekse, Lucy'nin hatın için size biraz yararım dokunmasına izin vermez misiniz?"

Zavallı adam, bir an kedere boğuldu. Bana öyle geliyordu ki, son zamanlarda sessizce çektiği bütün acılar, bir anda kendilerini dışa vuracak bir yol bulmuştu. Duygularına hâkim olamaz bir hale geldi ve ellerini açıp kaldırarak büyük bir acıyla birbirine vurdu. Ayağa kalktı, sonra yine oturdu, yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Ona karşı sonsuz bir merhamet duydum ve hiç düşünmeden kollarımı açtım. Hıçkırarak başını omzuma yasladı ve bitkin bir çocuk gibi sarsüa sarsıla ağladı.

Biz kadınların içinde, annelik ruhu uyandığı zaman meselelerin üstesinden gelmemizi sağlayan, anaç bir şeyler var; omzuma yaslanan bu kederli koca adamın başı, bana sanki bir gün göğsümde tutacağım bebeğimin başı gibi geldi ve saçlarını kendi çocuğumun saçlarını okşar gibi okşadım. Bütün

-420-


bunlann ne kadar tuhaf olduğunu o an hiç düşünmemiştim.

Bir süre sonra hıçkırıkları dindi ve özür dileyerek doğruldu, ama duygularını gizlemeye çalışmadı. Günler ve geceler boyunca -bezgin günler ve uykusuz geceler- acı içindeki bir adamın yapması gerektiği gibi kimseyle konuşamadığını anlattı. Duygularını paylaşacağı ya da acısını çevreleyen korkunç koşullar yüzünden serbestçe konuşabileceği bir kadın olmamıştı. "Şimdi ne kadar çok acı çektiğimi biliyorum," dedi, gözlerini kurularken, "ama sizin tatlı duygudaşlığınızın benim için ne anlam ifade ettiğini henüz bilmiyorum -ve kimse de bilemez. Bunu zamanla daha iyi anlayacağım ve bana inanın, şu anda duyduğum minnettarlık sizi anladıkça daha da büyüyecek. Bütün ömrümüz boyunca sizin için bir kardeş olmama izin vereceksiniz, değil mi? Sevgili Lucy'nin hatın için?"

"Sevgili Lucy'nin hatın için," dedim, ellerini sıkı sıkı tutarken.

"Ve sizin hatırınız için," diye ekledi, "çünkü eğer bir erkeğin saygısı ve minnettarlığı kazanmaya değer bir şeyse, siz bugün benimkini kazandınız. Gelecekte bir erkeğin yardımına ihtiyaç duyacağınız bir zaman gelirse, bana inanın, hiçbir zaman geri çevrilmeyeceksiniz. Tann, hayatınızın ışığının kesileceği bir zamanın gelmesine asla izin vermez, umanm; ama eğer olursa, bana haber vereceğinize söz verin." O kadar içtendi ve acısı o kadar tazeydi ki, bunun onu teselli edeceğini düşünerek, "Söz veriyorum," dedim.

-421-

Koridorda yürürken Bay Morris'in bir pencereden dışarı baktığını gördüm. Ayak seslerimi duyunca döndü. "Art nasıl?" dedi. Sonra gözlerimin kızarmış olduğunu fark ederek devam etti, "Ah, görüyorum ki, onu teselli ediyordunuz. Zavallı eski dostum! Buna gerçekten ihtiyacı var. Yüreği dertliyken bir erkeğe yalnızca bir kadın yardım edebilir ve onun, teselli edecek kimsesi yoktu."



Kendi üzüntüsüne o kadar cesurca katlanıyordu ki, yüreğim onun için kanıyordu. Elindeki kâğıtları gördüm; bunları okuduğunda ne kadar çok şey bildiğimi anlayacağını biliyordu, bu yüzden ona şöyle dedim:

"Keşke yüreği acı içinde olan herkesi teselli edebilseydim. Dostunuz olmama izin verir ve ihtiyacınız olduğunda teselli bulmak için bana gelir misiniz? Bunları neden söylediğimi sonra anlayacaksınız." İçten olduğumu gördü ve eğilerek elimi tuttu, dudaklarına götürerek öptü. Bu kadar cesur ve cömert biri için, ne kadar küçük bir teselliydi ve içtenlikle eğilip onu öptüm. Gözleri doldu ve bir an için boğazı düğümlendi; oldukça sakin bir şekilde şöyle dedi:

"Küçük kız, bu içten iyiliğinizden ötürü, yaşadığınız sürece hiçbir zaman pişmanlık duymayacaksınız!" Sonra çalışma odasına, arkadaşının yanına gitti.

"Küçük kız!" Lucy için kullandığı sözlerdi ve ah, dost olduğunu nasıl da kanıtladı.

ON SEKİZİNCİ BÖLÜM

-422-


DR. SEWARDIN GÜNLÜĞÜ

30 Eylül - Eve saat beşte vardım ve Godal-ming ile Morris'in geldiğini, üstelik Harker ile muhteşem karısının yazıp düzenlediği çeşitli günlük ve mektuplann kopyalarını incelemiş olduklarını gördüm. Harker, Dr. Hennes-sey'nin mektubunda bahsettiği nakliyecinin adamlarına yaptığı ziyaretten henüz dönmemişti. Bayan Harker bize birer fincan çay ikram etti ve dürüstçe söyleyebilirim ki, içinde yaşamaya başladığımdan beri bu eski ev, ilk kez olarak gerçek bir yuva gibi görünüyordu. Çaylarımızı bitirdiğimizde Bayan Harker şunları söyledi:

"Dr. Seward, sizden bir iyilik isteyebilir miyim? Hastanız Bay Renfield'i görmek istiyorum. Lütfen onu görmeme izin verin. Günlüğünüzde onunla ilgili olarak söyledikleriniz çok ilgimi çekti!" Bunu çok istediği anlaşılıyor ve o kadar sevimli görünüyordu ki, onu geri çeviremedim ve çevirmem için de hiçbir neden yoktu; böylece onu da yanımda götürdüm. Odaya girdiğimde adama bir hanımın kendisini görmek istediğini söyledim; bunun üzerine sadece "Neden?" diye sordu.

"Evi dolaşıyor ve burada yaşayan herkesi görmek istiyor," dedim. "Ah, çok güzel," dedi,

-423-

I

"öyleyse, girsin; ama ortalığı toplamam için bir dakika bekleyin." Ortalığı toplama yöntemi garipti: Ben ona engel olamadan kutular-daki bütün sinekleri ve örümcekleri yutuver-di. İşine karışılmasından korktuğu açıktı; ya da örümcekleriyle sineklerini kıskanıyordu. İğrenç işini bitirdiğinde neşeyle, "Hanımefendi gelsin," dedi ve başını eğerek yatağının kenarına oturdu, ama Bayan Harker'ın içeri girişini görebilmek için gözkapaklarını kaldırmıştı. Bir an için cinayet işlemek gibi bir niyeti olabileceğini düşündüm; çalışma odamda bana saldırmasından önce ne kadar sakin olduğunu hatırladım ve Bayan Harker'ın üzerine atlamaya kalkışırsa onu hemen yakalayabilecek bir konumda durmaya dikkat ettim. Bayan Harker odaya, her delinin saygısını hemen kazanabilecek rahat bir zarafetle girdi; çünkü rahatlık delilerin en çok saygı gösterdiği özelliklerden biridir. Bayan Harker güzel bir gülümsemeyle ona doğru yürüdü ve elini uzattı.



"İyi akşamlar, Bay Renfield," dedi. "Gördüğünüz gibi sizi tanıyorum, çünkü Dr. Se-ward bana sizden bahsetti." Renfield hemen cevap vermedi, bunun yerine, kararlı bir şekilde kaşlarını çatarak onu baştan aşağı dikkatle süzdü. Bu bakışta kuşkuyla karışık bir merak okunuyordu ve şöyle deyip beni çok şaşırttı:

"Sen doktorun, evlenmek istediği kız değilsin, öyle değil mi? Sen olamazsın, biliyorum, çünkü o öldü." Bayan Harker tatlı bir şekilde gülümseyerek cevap verdi:

-424-

"Ah, hayır! Benim zaten bir kocam var, onunla Dr. Seward ile tanışmadan önce evlenmiştim, ya da o benimle evlenmişti. Ben, Bayan Harker."



"Peki burada ne yapıyorsun?" "Kocamla ben Dr. Seward'i ziyarete geldik." "O zaman kalmayın."

"Ama neden olmasın?" Bu tarz bir konuşmanın, benim için olduğu kadar Bayan Harker için de hoş olmayacağını düşündüm ve konuşmaya katıldım:

"Biriyle evlenmek istediğimi nereden biliyorsun sen?" Cevabı basitçe aşağılayıcıydı; gözlerini bir anlığına Bayan Harker'dan bana çevirip, "Ne ahmakça bir soru!" demiş ve gözlerini yine hemen Bayan Harker'a çevirmişti. "Ben hiç de öyle düşünmüyorum, Bay Renfield," dedi Bayan Harker, hemen beni savunmaya geçerek. Renfield, bana ne kadar saygısızlık ediyorsa, ona o kadar büyük bir nezaket ve saygıyla cevap verdi.

"Ev sahibimiz kadar sevilen ve şereflendirilen bir adamın küçük topluluğumuzda oldukça büyük ilgi çekmesini anlayacaksınız-dır elbette, Bayan Harker. Dr. Seward yalnız ev halkı ve dostları tarafından değil, kimilerinin akli dengeleri pek yerinde olmadığı için neden-sonuç ilişkilerini çarpıtmaya eğilimli hastalan tarafından da sevilir. Ben bir akıl hastanesi sakini olarak bu hastanenin bazı sakinlerinin non causae ve ignoratio elenchı hatalar yapma konusunda ne kadar komplike eğilimler gösterdiklerini fark etmekten

* "Sebepsiz yere" ve "suçlamadan habersiz". -425-

kendimi alamıyorum." Bu yeni gelişme karşısında gözümü dört açtım. İşte benim evcil hayvan yetiştirme delisi hastam -türünün karşılaştığım en çarpıcı örneği- eğitimli bir beyefendi tavrıyla felsefi konuşmalar yapıyordu. Hafızasındaki bir tele dokunan, Bayan Harker'ın varlığı mıydı, merak ediyorum. Bu evre kendiliğinden ortaya çıktıysa ya da farkında olmadan buna etkisi olduysa, Bayan Harker'da ender rastlanan bir yetenek ya da güç olmalı.

Bir süre daha konuşmaya devam ettik ve Bayan Harker, onun epeyce mantıklı davrandığını gördüğünde, bana sorarcasına bir bakış attıktan sonra onun sevdiği konuyu açma cesaretinde bulundu. Tekrar şaşırmıştım çünkü soruya tam olarak aklı başında bir insanın tarafsızlığıyla cevap verdi; hatta bazı şeylerden bahsederken kendini örnek gösterdi.

"Gerçekten ben kendim de tuhaf inanışları olan insanlara örnek gösterilebilirim. Aslında, dostlarımın endişeye kapılması ve denetim altında tutulmamda ısrar etmeleri şaşılacak bir şey değil. Yaşamın olumlu ve daimi bir varoluş olduğunu; dolayısıyla yaratım cetvelinde ne kadar aşağılık olurlarsa olsunlar, sayısız canlıyla beslenerek, insanın ömrünü sonsuza kadar uzatabileceğini düşünürdüm. Bu inancımın çok kuvvetli olduğu anlarda insan canı almaya kalkıştığım da olmuştur. Buradaki doktor, bir keresinde, kanını içerek canını kendi bedenime geçirmek ve kendi yaşamsal güçlerimi artırmak amacıyla onu öldürmeye çalıştığımı doğrulayacaktır. Bu sıra-

-426-

da tabii ki, İncil'deki 'Kan hayattır' sözüne dayanıyordum. Ama kocakarı ilacı satanlar gerçekleri aşağılık düzeylere çekmiştir. Bu doğru değil mi, doktor?" Başımla onayladım, çünkü o kadar şaşırmıştım ki, ne düşüneceğimi ya da söyleyeceğimi bilemiyordum; daha beş dakika önce onu örümceklerini ve sineklerini yutarken gördüğüme inanmak zordu. Saatime baktığımda Van Helsing'i karşılamak için istasyona gitmem gerektiğini fark ettim, bu yüzden Bayan Harker'a artık ayrılmamız gerektiğini söyledim. Bay Renfield'e cana yakın bir şekilde, "Hoşça kalın, umarım sizi daha sık ve sizin için daha hoş koşullarda görürüm," diyerek hemen geldi; Renfıeld'in buna verdiği cevap beni şaşırttı:



"Güle güle, hayatım. Tann'dan dilerim, senin tatlı yüzünü bir daha asla görmem. Tanrı seni kutsasın ve korusun!"

Van Helsing'i karşılamak için istasyona gittiğimde, diğerlerini arkada bıraktım. Zavallı Arthur, Lucy'nin hastalanmasından bu yana ilk kez bu kadar neşeli görünüyordu ve Quincey de günlerdir nihayet eski canlılığına geri dönmüştü.

Van Helsing vagondan bir oğlan çocuğunun sabırsız çevikliğiyle indi. Beni hemen gördü ve şunları söyleyerek aceleyle yanıma geldi:

"Ah, dostum John, her şey nasıl gidiyor? İyi mi? Güzel! İşlerim vardı, gerekirse, kalmak üzere geldim buraya. Bütün işlerimi yoluna koydum ve anlatacak çok şeyim var. Bayan Mina seninle mi? Evet. Peki o nazik ko-

-427-

cası? Arthur ile dostum Quincey de seninle, değil mi? Güzel!"



Arabayı eve sürerken ona neler olduğunu ve günlüğümün Bayan Harker'ın önerisiyle nasıl faydalı hale geldiğini anlattım, bunun üzerine profesör sözümü kesti:

"Ah, o harikulade Bayan Mina! Onda bir erkeğin beyni -çok yetenekli bir erkekte olması gereken bir beyin- ve bir kadının yüreği var. Bu kadar iyi bir bileşim yaparak Tanrı onu belli bir amaç için yaratmış, inan bana. Dostum John, şu ana kadar talih, bu kadının bize yardımcı olmasını sağladı; ama bu geceden sonra onun bu korkunç işle bir ilgisi olmamalı. Bu kadar büyük bir risk altına girmesi iyi değil. Biz erkekler bu canavarın işini bitirmeye karar verdik, hatta yemin bile ettik, değil mi? Ama bu bir kadının işi değil. Zarar görmese bile, böylesine bir dehşet karşısında yüreği yetersiz kalabilir ve bundan sonra; hem uyanıkken sinirleri hem de uyurken rüyaları yüzünden acı çekebilir. Ve ayrıca, genç bir kadın olduğu ve kısa bir süre önce evlendiği için şimdi olmasa bile ileride düşünecek başka şeyler de olabilir. Bana onun her şeyi yazdığını söyledin; öyleyse bizimle görüşmesi gerekiyor; ama yarın bu işe veda eder ve biz de yolumuza yalnız devam ederiz." Ona yürekten katıldığımı belirttim ve sonra onun yokluğu sırasında ne bulduğumuzu söyledim: Drakula'nın satın aldığı evin benimkinin hemen yanındaki ev olduğunu. Bunu duyunca şaşırdı ve büyük bir kaygıya kapılmış gibi bir hal aldı. "Ah, keşke bunu önceden bilsey-

-428-

dik!" dedi, "Çünkü bu durumda ona zamanında ulaşabilir ve zavallı Lucy'yi kurtarabilirdik. Ama senin de dediğin gibi 'dökülen süte ağlanmaz'. Bunu düşünmek yerine işimizi sonuna kadar götüreceğiz."



Sonra, evimin bahçe kapısından içeri girinceye kadar süren bir sessizliğe gömüldü. Akşam yemeğine hazırlanmak için çekilmeden önce Bayan Harker'a şunları söyledi:

"Madam Mina, dostum John bana kocanızla birlikte şu ana kadar olan her şeyi tam olarak sıraya koyduğunuzu söyledi."

"Şu ana kadar olan her şeyi değil, profesör," dedi çabucak Bayan Harker. "Bu sabaha kadar."

"Ama neden şu ana kadar olmasın? Şimdiye kadar bütün küçük şeylerin bizi nasıl aydınlattığını gördük. Birbirimize sırlarımızı söyledik ve kimse şu anda bu yüzden daha kötü durumda değil."

Bayan Harker kızardı ve cebinden bir kâğıt çıkararak şöyle dedi:

"Dr. Van Helsing, bunu okuyup, bana bunun da dahil olması gerekip gerekmediğini söyler misiniz? Bu bugünün kaydı. Şu anda, ne kadar önemsiz olursa olsun, her şeyi kaydetme gereği gördüm; ama bunda kişisel meseleler dışında çok az şey var. Bu da belgelerin içine dahil olmalı mı?" Profesör yazıyı ciddi bir ifadeyle okudu ve kâğıdı geri uzatarak şunları söyledi:

"İstemiyorsanız, girmesine gerek yok; ama ben bunu da dahil etmenizi rica ediyorum. Kocanızın sizi daha çok sevmesini ve hepimizin,

-429-


dostlarınızın sizi daha çok onurlandırmasını -daha fazla saygı ve sevgiye ek olarak- sağlayacaktır yalnız." Bayan Harker kâğıdı yine kı-zararak ve sevinçli bir tebessümle geri aldı.

Artık elimizde bulunan ve şu saate kadar olan bütün kayıtlar tamamlanmış ve sıraya konulmuş oldu. Profesör akşam yemeğinden sonra, saat dokuzdaki toplantımızdan önce incelemek üzere bir kopya aldı. Geri kalanımız her şeyi zaten okumuştuk; dolayısıyla çalışma odasında toplandığımızda hepimiz her şeyden haberdar olacağımızdan bu korkunç ve esrarengiz düşmanla nasıl savaşacağımızı planlayabileceğiz.

MINA HARKER'IN GÜNLÜĞÜ

30 Eylül - Akşam saat altıdaki yemekten iki saat sonra Dr. Seward'in çalışma odasında buluştuğumuzda gayrı ihtiyari bir çeşit kurul ya da komite oluşturmuştuk. Profesör Van Helsing, odaya girdiğinde Dr. Seward'in buyur etmesi üzerine masanın başına geçti. Beni sağ yanına oturttu ve sekreterlik yapmamı rica etti; Jonathan da yanıma oturdu. Lord Godalming, Dr. Seward ve Bay Morris karşımıza oturdular; Lord Godalming, profesörün yanında, Dr. Seward da ortada oturuyordu. Profesör şöyle dedi:

"Bu belgelerdeki gerçekleri hepimizin bildiğini kabul edebilirim, sanırım." Hepimiz onayladık ve devam etti:

"O zaman size üstesinden gelmemiz gereken düşmanın türüyle ilgili bir şeyler anlat-

-430-

mam iyi olacak, sanırım. Bu yüzden size, geçmişine dair benim için kesin olan bazı şeyleri anlatacağım. Böylece nasıl hareket edeceğimizi tartışabilir ve buna göre önlemlerimizi alabiliriz.



"Vampir denilen varlıklar vardır; bazılarımızın elinde bunların varolduğuna dair kanıtlar var. Bizim kendi yaşadığımız talihsiz olaylarla ilgili kanıtlarımız olmasa bile, öğrendiklerimiz ve geçmişe dair kayıtlar aklı başında insanlar için yeteri kadar kanıt oluşturuyor zaten. İlk başta bu konuda şüpheci olduğumu itiraf etmeliyim. Uzun yıllar boyunca kendimi açık fikirli olmaya alıştırmasaydım, gerçek kulaklarımın dibinde gök gürültüsü gibi gür-lemeden inanmazdım. 'Bak! Bak! Kanıtlıyorum; kanıtlıyorum.' Yazık! Şimdi bildiklerimi ilk başta da bilseydim -en azından tahmin edebilseydim- onu seven bunca kişi için onca kıymetli bir yaşam kaybedilmemiş olurdu. Ama artık giden gitti ve onlan kurtarabilecek fırsatımız varken, başka canlar kaybetmemek için çalışmak zorundayız. Nosferatu anlar gibi bir kez soktuktan sonra ölmez. Yalnızca daha da güçlenir ve böylece kötülük yapmak için daha çok güç bulur. Aramızdaki bu vampirde yirmi adamın gücü var; ölümlülerden çok daha kurnazdır; çünkü kurnazlığı yüzyıllar içinde gelişmiştir; ayrıca ruhçağıncılıktan, yani kökenbiliminin ifade ettiği gibi ölülerin kehanetinden de yardım alır ve yaklaşabildiği bütün ölüler emri altındadır; zalimdir, hatta zalimden daha zalimdir; duygusuz bir şeytandır ve yüreği yürek değildir; kendi sınırlan içinde


Yüklə 1,63 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   20   21   22   23   24   25   26   27   ...   38




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin