1. Kitle İletişim Araçlarında Şiddet İçerikli Haberlerin Sunumu
Böylesi bir ortamda, kitle iletişim araçlarını şiddetin normalizasyonu ve içselleştirilmesi konusundaki gerçek etkilerinin, şiddetin sunulmasından öte kendisine şiddeti temel almış sistem realitesinin aynısını haklılaştıracak biçimde, onun kurgusal bir görünüşünün/ideolojik bir tasvirinin sunulmasından kaynaklanmaktadır. Zaten toplumsal yaşamda kazanılan yanlış bilincin etkisiyle, birbirine benzer sınıf ve konumlarda yer aldıklarının farkına varabilecek bir sınıfsal bilinçten yoksun bir biçimde, atomize olmuş bireyler, içinde yer aldıkları realiteyi değiştirebilecek yeterli parasal, zamansal ve kültürel olanaklara da sahip olamadıklarından dolayı, beğenmedikleri konumlarının yalnız kendi kabahati olduğunun güvensizliği ve husumeti içinde, bir yandan, kendinden yukarı konumdaki insanların önünde ezik durup, onların uyguladığı şiddeti meşru görürken, diğer yandan ise, kendine benzer konumdakilere karşı şiddet uygulamalarını haklı görmeye başlamaktadır.
Neredeyse yaşamın bütün alanlarında koşullandırılmış, edilgenleştirilmiş ve realiteyi algılama biçimi düzenlenmiş bireyler karşısında; “Televizyonun ya da diğer kitle iletişim araçlarının şiddetin yasallaştırılmasındaki etkisi; şiddeti zaten kendisine temel almış eşit sizlikçi, yarışmacı ve yabancılaşmaya dayanan bir toplumsal hayatı yaşayan insan, romanda, televizyonda, sinemada veya gazetede veya bir çizgi romanda, her neyse realitenin etik açısından tıpatıp aynısını haklılaştırılmış, olağanlaştırılmış biçiminden başkasını göremediği müddetçe, yabancılaşmaya ve şiddete dayalı toplumsal hayatın replikasından ibaret bir hayal dünyasıyla yetinmek zorunda kaldığı sürece, kendisinin tek başına yaşadığı realitenin kamu adına konuştuğunu telkin eden gazetede ve televizyonda etik açısından haklılaştırılmış bir replikasını yaşadığı andan itibaren kendisinin yaşadığı realiteyi, meşru bir realite olarak görmek zorunda kalmaktadır” (Oskay 1985: 72).
Zaten bağımlı konumdaki insanların, iş dışındaki saatlerde kendi alt kültürlerinde yaşasalar da, işlikte, sokakta, kamu içindeki genel yaşam alanlarında ise toplumun egemenlik yapısına denk düşen başat/kitle kültür içinde yer alıp, dünyayı ona göre açımlayıp, tasvir ettiklerinden dolayı, kitle iletişim araçlarından gelen iletilerin anlaşılabilmesi, bu bakımdan söz konusu araçların kitle kültürüne denk düşen bir eylem haritasını/ideolojik bir tasvirini sunmasına bağlı bulunmaktadır. Böylece her şeyi kitle kültürü içinde kazanılan hazır anlamlandırma kalıpları ve izafet çerçevelerine göre algılayan insanlara, kitle iletişim araçlarının sunduğu, eleştiriyel ve gelişkin bir algılamadan çok, ampirik ve ideolojik bir anlamlandırma yapmaya ve sonuçta, onları varolan etik içinde tutmaya yarayan kitleselleştirici bir iletişim olmaktadır. “Kitle iletişim araçlarından gazetelerin olaylar arasındaki ampirik algılama düzeyindeki yakınlığı, olgular arasındaki gerçek nedensellik ilişkisi yerine ikame ettiklerini; radyonun, yaşam hakkında bilgilenmeden çok, enforme olmaya ve eğlenmeye yarayan biçimlerde kullanılan bir iletişim aracı olduğunu; TV’nin ise, gerçekliği bilişsel olarak kavrayabilmekte en umutsuz iletişim aracı olduğu (yani, izleyici için, ancak, iletişim içinde kalındıkça açımlanabilen bir kodlamaya dayanan ikonoljik bir iletişim aracı olduğu) göz önünde tutacak olursak” (Oskay 1983: 87-88).
Böylesi bir iletişim ortamı, yaşamı fragmanlar bölük-pörçük ve şoklar şeklinde ampirik düzeyde algılayan insanın yaşam üslubuna denk düşmekte ve sonuçta, verilen haberlerin, gündelik hayatla olan dolaylı ya da dolaysız ilintilerini kurabilecek bir bilince erişmesine engel olmaktadır.
Ezen-ezilen, av-avcı, horlayan-horlanan insan ilişkilerine dayalı toplumsal sistemde yaşanan sorunların çözümünün, varolan yapıdaki değişikliklere bağlı olduğunu göstermeyen bir hayat tarzı içinde bulunan insanlara, yaşadığımız dünyanın iç yüzüne ilişkin bilgilerin ya da bu hayat tarzının sunduğu alışılmış anlamlandırma kalıplarının dışındaki sunum şekillerinin verilmesi, okuyucuya itici geleceği düşünüldüğünden, satışı düşünmek durumundaki gazetelerin, gündelik hayatın rutini içinde bunalan, yorulan ve sıkılan insanlara, avami ve lümpen bir dili yapısında barındıran, magazinleşme eğilimi içindeki rahat okunabilecek sunumlarıyla aslında varolan realiteden doğan husumeti ve yalnızlığı artırıcı bir işlev yüklenmiş olduklarını gözden kaçırmamamız gerekiyor. “İnsanın yaşadığı sorunları duyuran, ama bunların nedenlerini anlamasına yardımcı olmayan habercilik anlayışının antidemoktarik bir kültürün oluşmasına bilinçsizce yaptıkları katkıya ilişkin araştırmalarında Lowenthal ve arkadaşları, yorumsuz/factual habercilik anlayışına dayanan liberal gazetecilik geleneğinin, dünyayı sorunlarla dolu bir dünya olarak algılattırdığını; bu sorunların değişebilir toplumsal ilişkilerden kaynaklandığını söylemeyi ise yorumculuk saydığı için, bir yığın sorunla karşı karşıya kaldığını düşünen, ama bunları açıklayabilecek bilgilenme düzeyinden yoksun bırakılan ortalama insanın yalnızlık duygusuna ve korkuya kapıldığını ileri sürmektedir” (Oskay 1992 b: 54.).
Bir başka deyişle; “şöyle yakınımızdaki yahut uzağımızdaki çeşitli toplumsal, politik olguları, bu olguların belirli bir tarihsel süreç içinde ve kendisinden önceki olayların etkisiyle kendisinden sonraki olguları da etkileyecek bir potansiyelle oluştuklarını; insan müdahalesiyle önlenebileceklerini, yönlerinin değiştirilebileceğini söylemeden, devamlı olarak menfi olayları yansıtması, haber olarak bunlar arasında nedensellik ilişkilerini görecek bir semantik yapılanmaya hiç özenmeyen bir söylem biçimine dayanmasından ileri geliyor” (Oskay 1985: 72.).
Özellikle şiddet içerikli haberlerde, olay üzerinde yoğunlaşarak, olaydaki nedensellik bağlarını göstermeyen, suçun ve şiddetin onu yaratan toplumsal sistemle olan ilintilerini göz ardı edecek bir biçimde, bütün kötülüklerin ve şiddetin hemen yakınımızda olduğunu hissettiren ve varolan reel hayatın işleyiş mantığını, felaketlerden çıkarsamak durumunda bırakan ve bu sorunların aklımızın ermeyeceği, gücümüzün yetmeyeceği bir boyutta olduğunu veren ve çözümün de, “Dünya işleri karışık, bırak erbabı halletsin” şeklinde “yönetim” görevi üstlenmiş profesyonel kadrolara bırakmamız gerektiğini magazin söylemine dönüşmüş bir sunumla söyleyen gündelik gazete ve kitle iletişim araçları karşısında insanlar, “birçok soruna bir anda ve kökten çözüm bulunacağını (“Birkaçını sallandırdın mı bak nasıl düzelir o zaman”, “Bu kadar suç ve suçlu ile dolu toplumda düzeni korumak için kurunun yanında yaş da yanacak, tabii” şeklindeki söylemler, bu durumun pek uzakta olmadığını gösteren birkaç örnekten biri) ileri süren radikal siyasi hareketlerin “müşterisi/kitlesi/tabanı” olmaya yönelmektedir. Kitlelerin demokratik örgütlenmelerden yoksun yaşamaya alıştığı bu tür radikalleşme genellikle, verili toplumsal sistemin demokratik değişim taleplerine karşı olağanüstü yöntem ve yönetimlerle korunmasını amaçlayan baskıcı siyasal hareketlerin toplumsal taban bulmasını kolaylaştırmaktadır. Magazin söylemine dönüşmüş gündelik gazete ve kitle iletişim araçlarının dünyayı ve hayatı tasvir etme biçimi ile, demokrasinin kendi kurumlarını kullanarak baskıcı olağanüstü yönetimlere geçmek isteyen demokrasi karşıtı hareketlerin siyasal söyleminin benzerliği bunu kolaylaştırmaktadır” (Oskay 1992 b: 84.).
Bu çerçeve içinde, temel sorunsal, böyle bir söylemi ve onu oluşturan semantik yapıyı içinde barındıran haber kavramında yatmaktadır. Çevremizde ve dünyada olup-bitenler hakkındaki bilgileri içeren haberin, hangi süreçlerden geçip bize ulaştığı konusu yanında, hangi toplumsal olguların, onu yaratan süreçleri de dikkate alacak biçimde haber olarak nasıl sunulduğunun ortaya konması da incelenmesi gereken diğer önemli bir boyutu oluşturmaktadır. “Toplumsal olguların zaman içinde gelişip evrimleştiğini unutmadan, bunları birer süreç olarak kavrarsak, ilk bakışta anlık bir olay gibi görünen birçok olgunun uzun bir geçmişi olduğunu görürüz. Bu nedenle pek çok olayın, haber biçiminde de olsa kavranabilmesi, olayın geçmişine ilişkin iki ayrı düzeyde ele almayı zorunlu kılmaktadır. Haberi ham haberler (raw news) ve açıklayıcı bilgiler (background commentary) diye ikiye ayırmak en azından pratik nedenlerle yararlı olabilir. Ham haberler, herhangi bir açıklama yapmaksızın ya da olayın gelişimine ilişkin bilgi vermeksizin sunulan haberlerdir. Ham haberin temel işlevi, okuyucu ve izleyiciyi bilgili (malumat) kılacak hammaddenin sağlanmasıdır. Bu tür haberler genellikle yakın ve uzak çevrede meydana gelen, daha çok somut olaylara ilişkin haberlerdir” (Kocabaşoğlu 1974/1976: 335-349)
“Yaşadığı toplumsal olgulara ilişkin gerçek anlamda bilgilenmeyi sağlayacak ve bunların nedensellik bağlarını anlamaya yarayacak olan açıklayıcı içeren haber ve habercilik anlayışı yerine, yorumsuz/factual habercilik anlayışı içinde kalarak ve olaylar üzerinde yoğunlaşarak, sürükleyici ve aktüaliteye dayanan ve zihinsel bir çabayı gerektirmeyen bir anlatım tarzının yeğlendiği söylem, zaten sorunlara belirli bir yaşam tarzının olağan saydırdığı bir bakış içinde bakan ve bunların çözümünün, toplumdaki değişikliklere bağlı olduğunu anlayabilecek bir bilgilenmeden uzak bir biçimde, bir yığın sorunla karşı karşıya kalan bireyin yaşamına da uygun üşmektedir” bilgileri (Kocabaşoğlu 1974/1976: 335-349).
Sonuçta, çevremizin ve dünyamızın sorunlarla, kötülüklerle ve şiddetle dolu olduğu hissini doğuran bu haberler, bir yandan, varolan realitenin kendisine verdiği husumetin bir boşalım alanını oluştururken, diğer yandan, av-avcı, horlayan-horlanan, ezen-ezilen şeklindeki insan ilişkilerine dayalı sistem mantığının de meşrulaştırılmasına yaramaktadır. “Haber dendiğinde olumsuzluk, sansasyon, karışıklık, çatışma, olay, kişi ve kazaların sorgulandığını görürsünüz. Bu da açıklama, yorumlama ve tarih pahasına yapılmaktadır. Sonuçta, ne alıyoruz? Belirli çerçevelerle sınırlanmış küçük şiddet parçaları. Kitle iletişim araçlarının yaptığı, şiddeti yatıştırmak yerine kızıştırmaktır. Çünkü, bu değerler sisteminin bir gereğidir. Elbette ki bu haber değeri sistemi, boşlukta gelip yerleşmemiştir. Gelişip yerleşmenin nedeni, içinde çalıştığı toplumun hizmetinde olmasıdır. Bunlar başarının yollarıdır ve başarı satış anlamını taşımaktadır. Başarı, satış, alan ve zaman demektir. Elbette gazetelerde alan ve zaman satmakta ve bunları artırmak için çeşitli formüller bulmaktadırlar. Haber değeri de buna göre ölçümlenmektedir. Elde edebileceğimiz, bu haber değerleri ölçeğinde, büyük ölçüde çarpıtılıp bozulmuş bir resimdir. Bir kez daha vurgulayalım ki; bu resim, toplumdaki şiddeti yatıştırmaya değil, kızıştırmaya yöneliktir” (Halloran 1985: 47-49).
Bunu gösteren örneklerinden birisi de, George Gerbener’in ‘Televizyon ve Kültürel Göstergeler’ konulu çalışmasıdır; “Televizyonların ana programlarında, yani büyük izleyici kitlelerini çeken akşam yayınlarında, gerçek dünya, çarpıtılarak verilmektedir. Böylelikle gerçek yerine, sunulanların benimsenmesi sağlanmaktadır. Bu programların diğer bir amacı da, akşam izleyicilerini içinde yaşadıkları dünyanın gerçekte olduğundan daha kötü ve tehlikelerle dolu olduğunu inandırmaktadır” (Howlana 1990: 30-31).
Bu durumda kitle iletişim araçlarının, şiddet ve heyecan dolu olaylar üzerinde yoğunlaşarak ve ağırlık vererek, bunları abartarak, hem toplumdaki yalnızlık duygusunu ve korkuyu beslediğini, hem de bireylerin aşırı haber ve bilgi bolluğu içinde, şiddet olaylarına ilişkin yeterli birinci el bilgilere sahip olmalarından dolayı, onların şiddetin niteliğine ilişkin algılamalarını biçimlendirdiğini söyleyebiliriz. Bunda özellikle kitle iletişim araçlarını, habere konu olan şiddet içerikli olay üzerinde yoğunlaşan ve olayın geçmişine yönelik nedensellik bağlarını göz ardı edecek biçimde, dış gerçeği (Habere konu olan olayın, oluşum ve gerçekleşim süreçlerine tanık olmayan gazetecinin gerçekliği yeniden oluşturması) zamansal ve mekansal boyutta yeniden oluşturarak dramatizasyon ve yan öğelerle örülü bir söylemi, görsele kayacak biçimde sunmasının önemli bir payı olduğu söylenebilir.
Haberde yer alan bilginin, gerçek yaşamla olan ilişkisinin korunabilmesine ve böylece, olay ve sorunlara ilişkin gerçek bilgilenmenin sağlanabilmesine engel olan böylesi bir semantik yapının, günlük yaşamı şoklar şeklinde ve fragmanlara ayrılmış bir biçimde yaşayan insanların, söz konusu haberlerin yaşamla olan dolaylı ve dolaysız ilgilenimlerini kurabilmelerine ve kendi yaşam deneyimleriyle özümseyebilmelerine yol açabilecek bir eleştiriyel boyutu geliştirebilmelerine de engel olabileceği ortadadır. “Bu konuda kitle iletişim araçlarının en olumsuz etkisi, belki de günlük yaşamın her anını ve olgusunu seyirlik bir olgu haline indirgemesidir. Kitle iletişim araçları (hepsi olmasa da), kültürün duyarlı hale getirme işlevini törpülemiştir. Oysa günlük dramın seyirlik bir olgu haline indirgenmesi kadar tehlikelik bir şey olamaz. Ne yazık ki çağdaş iletişim sistemi bu bakımdan eleştiriyel duygunun parçalanmasına yol açmıştır” (Özkök 1985: 132).
Yaşanılan realiteyi bu şekilde algılayış biçimine, olayın nedensellik ilişkilerini vermekten uzak bir şekilde, zaman ve mekan boyutunda gerçekliğin yeniden kurgulanarak, okuru yansıtma/özdeşleştirme gibi mekanizmalarla trajik ve dramatik bir hale getirilmiş olayın içine seyirci, dikizci durumuna sokan bu sunum şeklinin destek verdiği ortadadır” (Angın 1992: 117-121).
“Bizde yıllardır bir üslup var, cinayet haberlerinde. Nedir bu üslup? Genelde basındaki üslup bu. Şu güne kadar ki çıkan haberlere bakarsak; cinayet haberleri mümkün olduğu kadar en kısa zamanda, en kolay nasıl yazılır prensibiyle düşünülmüş ve bu sistem bulunmuş. Bu Türk basınında on yıllardır oluşmuş cinayet haberi kalıbı. İlk girişe, olayın en ilginç boyutu ne ise o verilir, daha sonra muhabir odanın içinde anlatmaya başlar... Bu sunuş biçimi haberin okunabilirliğini arttırıyor. Sanki, ona haberi televizyon ekranında gösteriyormuş gibi yani mümkün olduğu kadar biz istiyoruz ki, okuyucu o olayın içinde kendini hissetsin yani orda yazan benim, fakat yaşayan okuyucu olsun, sanki okuyucu olayı izliyor odanın içinde, yani biz mümkün olduğu kadar kendisini olayın içine vermesini, bir nebze tüylerinin diken diken olmasını, yaşamasını istiyoruz. Böylesi bir sunum şeklinin, sözü edilen etkilere konusundaki bilince ve farklı bir söylemi geliştirebilecek bir boyuta sahip bir gazetecinin varlığı, sorunun çözümünde, onun dışında belirlenen ve onu da aşan mekanizmalar nedeniyle yeterli olamamaktadır. Olayın nedenini biz çok yüzeysel bırakıyoruz. Kıskançlık diyoruz. Neden kıskanmış bu adam? Ve bu adamı karısını öldürme aşamasına getiren birtakım olaylar ve süreçler var. Biz bu olayları gerek gazetenin politikasından, haberin sunuş biçiminden, gerekse zaman ve yetiştirme kaygısından atlamak durumunda kalıyoruz. Aslında bu nedenler incelense, haber daha ilginç olacak, ben onu düşünüyorum fakat İstanbul’da yazı işlerindeki adam onu düşünmüyor” (Şevkat ile 24 Kasım 1992 tarihinde yapılan görüşme).
Zaten olaylara, sorunlara varolan sistemin benimsettirdiği bir bakış açısı içinde bakmak durumunda kalan ve varolan realiteyi değiştirmenin riskli ve olanaksız görünmesinden doğan sorunları, rutinliği ve yorgunluğu yaşayan insanlara, bunların dışında bir bakış açısı sunmanın itici geleceğini düşünen ve başarıyı okur/izleyici grafiği (ve onunla ayrılmaz parçası tirajla) ile ölçen ve buna ‘Başarılı yayın politikası’ diyen gazete yönetiminin/yazı işlerinin, birçok kişinin belirli bir işbölümü içinde oluşturduğu ve neredeyse, bilinç endüstrisinin endüstriyel bir ürünü haline gelen haber, eleştiriyel bir yayın politikası dışında ve varolan sistem etiğinin aynısını haklılaştıracak bir biçimde sunmasına da şaşırmamamız gerekir. Bunun içinde, sunumda yer alan haberin nasıl bir serüven izlediğini bilmek gerekiyor. “Nelerin haber olarak seçileceğinin belirlenmesinde her şeyden önce gazetecilerin önemli bir rolü vardır. Fakat haberin oluşum sürecindeki değişik evrelerinde çoklukla genel yayın yönetmenleri söz sahibidir. Bunlar kapılar kontrol eden adamalar olarak bilinmektedir. Her araç ve muhabir değişik yollarla işlevlerini yerine getirmektedir. Ancak yine de temel ilke aynıdır. Bir muhabirin haberi öncelikle ilk evredeki kapıcıya ulaştırılır, -eğer bir şey çıkmışsa ortaya- bu da başka bir kapıcıya ulaştırılır. Böylelikle başlangıçtaki özgün ilk haber metni kısaltılabilir, uzatılabilir, yeniden yazılabilir ya da tümüyle çöp tenekesine fırlatılabilir. Dolayısıyla, haberin oluşumunda değişik evrelerden sorumlu bir dizi editör, okuyucuya ulaşacak haberin ne olacağını ve ne tür bir biçim alacağını belirler” (McPhall 1991: 141-164).
Onun içindir ki; “Bir gazetede okuduğumuz haber metninin, bu haber metninin arkasındaki ilk işlenmiş haber metnini gönderen olay yerindeki muhabirin yazdıklarından da, olayın gerçek oluşumundan da çok uzaklaşmış olabileceğini unutmamalıyız” (Oskay 1992 b: 48).
Olaylara ve sorunlara ilişkin böyle bir bilinç ve bakış açısı için gerekli birinci elden ve kendimizce edinebileceğimiz bilgilerin, kendi yaşam-deneyimlerimizle bütünleştirilebilmesinin günümüzde artık mümkün olamayışından ötürü, özelikle şiddet ilişkin kendimizi, çevremizi ve dünyayı izleme ve algılama boyutlarımız ve kalıplarımız, kitle iletişim araçlarını sunduğu bu enformasyon ile biçimlendirilmekte ve hiçbir şekilde gerçek yaşamda tanık olamayacağımızdan daha fazla şiddetin gösterildiği ve buna dayalı bir dünyanın ideolojik tasvirinin yapıldığı bir kurgulama ile karşı karşıya bulunulmaktadır. “Dünyayı izlemekteki duyarlılığımız da günümüzde gazetelerin, radyoların, televizyonların kurumsallaşmış kişiliklerine göre oluşturduğu dünyaya ilişkin gündemin ne tür bir gündem olduğuna bağlıdır. Büyük devletlerin çıkarlarına zarar veren yerli yönetimlerin uyguladığı şiddeti birinci sayfada resimli veren, buna karşılık, bu şiddetin de temelini oluşturan ülkeler arası refah farkının nereden kaynaklandığına ilişkin haber, yorum ve yazıya görülürü sayfalarında yer vermeyen gazetelerin okuyucusu olmamız sürdükçe kendi ülkemizin sorunlarını bile, gelişmiş ülkelerin perspektifinden görmeye başlarız. Dünyamızı değil, dünyamızın dünya haber ajanslarındaki tekelleşe sonucundaki çarpıtılmış, ürünleştirilmiş görünümünü bilmemizdendir bu. Böylesi bir enformasyon, çevremiz, dünyamız ve özellikle şiddete ilişkin olgu ve olaylar hakkında bilgilenebilme ve anlayabilme düzeyinde önemli işlevler yüklenebilmektedir” (Oskay 1992 b: 48).
“Kitle iletişim araçları tarafında iletilen dolaylı bilgilerin büyük bir kısmı görüntülüdür ve bizim olayları sanki orada imişiz gibi algılamamızı sağlarlar... Bu tür biçim bozmalar (distorsion) şiddet görüntülerine de uygulanır. Bu yüzden gerçek şiddet yerine, şiddetin öğrendiğimiz ve hayal ettiğimiz kadarı önem kazanır. Araştırmaların belirlediğine göre, güvensizliğin tırmanışından şikayetçi olanların pek azı bizzat saldırıya uğramış ya da daya yemiştir. Fakat falan olayı ya da filancanın başına gelenleri duymuşlardır. Önemli olan yaşanmış gerçek değil, iletişim araçlarının öğrettikleri ya da gösterdikleri ve iletişim araçlarının gösterdiği kadardan öğrenilendir” (Michaud 1991: 54-55).
Dostları ilə paylaş: |