SEVGİLİ BABACAN
(Editörün Notu: Bu mektubu vefatından 8 gün önce yazmıştır)
Bu sabah radyoda sizi dinledim.
Sesinizde, inanmışların ilahi tınılarıyla örülmüş anlatılamaz bir zenginliği duyumsadım.!
Atatürk’ü anlayanlar da çok değil. Televizyon ve radyolarda, O’nun üzerine hamasi konuşmalar bıktırıyor.
Siz, “başkanlık” sözcüğüyle çok olgun bir konuşma yaptınız. Duyguda düşüncede Türk insanına ulaşabildiniz. Sizi kutlarım.
Hani dağ başlarında sessiz mırıltılarla yavaş yavaş akan pınarlar vardır.... insana dinginlik ve güven verir... mutlu eder.. duygulanırır...
Öperim.
E. Aydın, 19Kasım2OO2
ULUSAL YAZI
Her ulusun, ulusal bir dili, ulusal bir sanatı olduğu gibi ulusal bir yazısı da vardır. Bizim ABC miz latin alfabesinden alınmıştır. Ünlü ve ünsüzler nedeniyle vurgulamalar, hece bölünmeleri, bağlantılar, kaligrafik düzende farklı özellikler kazanır. Alfabe kategorisinde yumuşak okutacak işaretler konulamadığı için anlam kargaşası olur. El yazısıyla harften harfe geçişlerde yazış kolaylığı, kesintisiz yazma, uzmanlarca bir sistematiğe bağlanmış, zaman kazanmak istenmiştir. (*)
E. Aydın
SEVGİLİ MEHMET
Mektubunuzu aldım. Satır araları dahil okudum.
Aslında Türk insanı üstün bir ırkın soyu, diğer uluslar tanrının insanı yaratırken ortaya koyduğu taslaklardır.
Bizim dilimiz, sanata bakışımız, sanat yapışımız, hiç de öyle sıradan değil.
Türkçe, tarihlerin derinliklerinden pınar pınar, imbik imbik süzülerek, anlm ve anlatım bakımından zengin ama işlenmemiş bir dil. İnsanımız da öyle.!
Kendinden örnek ala ala, deneye deneye, yanıla yanıla, iflahımız kesile kesile bir yerlere gelindi, ömür dediğin bir karış. İnsan beyni ise sonsuza açık. Sonsuzu ararken, saat tiktakları tempo olunca, düşünce tökezler.
Bir şeye karar vermek gerek: İnsan düşünen, düşüncesini uygulayarak mı erinç duyar, yoksa çarkın dişlisi olarak mı?
Türk insanı, hiçbir zaman çarkta dişli olmadı. Onu da hiç seçmedi. Sanırım seçmez de. Onun farklılığı, (sosyal bir kusur –uyumsuzluk gözükse de), özgün ve özgür naturası, paradoksal süregenlikde kalıcı, seçkin bir yüceltisidir.
Milli eğitim politikamızda “okullarımız uyumlu vatandaş yetiştirmekle yükümlüdür” dense de, ilimleri, bilimleri, sanatları yapanlar, yaratanlar uyumsuzlardır.
Bizim düzeni, hep düzensizlikte aramamız, boşuna değil. Onlarca düzeni bozarak bir düzen kurmanın doyumsuz zevkini bir düşün hele.!
Yaşam bir bayrak yarışıdır. Etap koşulunca, flama yenilere devredilir. Böylece amaçlanmış olan evrensel kişilik oluşur.
E. Aydın, 26Ekim1999
TERETE BAŞKANLIĞINA
Devlet radyoları da zaman zaman kendi reklamını yapıyor. “Doğru haber bizdedir Maçlar en iyi bizde izlenir” gibi.
Bütün yurda ulaşmağı prensip edinen bir kuruluş, ulusal konuların da sorumlusudur.
Radyo kendini yenilediği gibi, halkı da yönlendirecek kadar inandırıcı, dinamik olabilmeli. Örneğin: Türkçe sözcüklerin kullanılması amaçlanmalı, yenmekyenilmek varken mağlup etti mağlup oldu denmekte ısrar direnmemeli. Yabancı sözcükler kullanılırken seçici olunmalı. Ticarette işyeri reklamları için de buna özen gösterilmeli (*)
E. Aydın, IHaziran2001
P.T.T'den DEVLET FİKRİNE PROVOKASYON
Sağduyu sahibi, yetke sahibi ve seçilmişlere sesleniyorum:
Üst düzey yöneticileriniz içinde, halk topluluklarını size karşı kışkırtmak için ayrıcalıkla fikir üretenler var.
İnsanlarının ödeme gücünün sıfırlandığı şu günlerde, P.T.T.'nin mantık dışı ödeme isteği duruma bir örnektir.
Yarın aynı yöntemle elektrik işleri, su işleri de aynı sistemi uygularsa şaşmayalım.
Türk vatandaşının, bir sığınmacı bir göçmen özlemi taşıması durumuna düşürmeye kimin hakkı var.!
Saygılarımla.
E. Aydın, 16Ağustos1991
BU GÖK DENİZ NEREDE VAR?
Nerede bu dağlar taşlar, güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.
Ağzında şarkılıktan çıkmış ıslıklarla, dağ taş demeden yürüdük. Cumhuriyetin gizemli yüceltisine ulaştık. Özgürlüğümüze, bağımsızlığımıza, ideal ülkümüze ulaştık. Öylesine mutlu, öylesine şendik ki, onuncu yıl marşı sanki bizi söylüyordu.
Ülkede herşey o kadar iyi gidiyorduki, arı gibi çalışılıyor, ailece sofraya topluca oturuluyor, güle oynaya yarınların umutlarıyla mutlu olunuyordu.
Ankara, insanımızın gücünü, inancını hesap ediyor, yeni atılımlara program hazırlıyordu.
E. Aydın
BAŞLIKSIZ
İnkilaplar, halk için ve halka rağmen yapılır.
İnkilapçı, inkilabın manivelasını gevşettiği gün eğilen yay süratle gevşer. Halk kendini tekrar eski yerinde bulmak için o güne kadar fethedilen siperleri hızla boşaltır.
Halk kalabalığı aslında inkilabın aleyhinedir. Halkın yapıp, yürüttüğü inkilabın tarihte bir misali yoktur.
Demokrasilerde ekseriyetler halkın inisiyatifini daima göz önünde bulundurmağı, partilerinin geleceğini garanti etmek için şart sayarlar. Böylece devlet makinasının bütün vidalarıyla oynarlar. Sonuç, bu günkü durum ortaya çıkar. Bunu önlemek için köklü demokrasiler, üst düzey planlama ihtisas komisyonları oluştururlar. Bunlar partiler üstü çalışır ve ülkenin yıllar sonrası hatta asırlar ötesini hesaplayarak programlar yaparlar. Siyasiler, uygulamada kesin, zamanlamada serbes olurlar.
Kanımca bu bizde gereklidir. Bizde de bu tür kuruluşlar konulmuştur, vardır. Yargıtay gibi, sayıştay gibi, yüksek planlama gibi, talim terbiye gibi..
Ülke savunması hariç hiçbiri siyasilerin etkisinden korunmuş değildir. Bundan böyle Atatürk yelkenlisi, yönü bellisiz rüzgarlarla çalkalanır durur. Yol alınıyor gibi gözükürsek de yıldırım vurmuş çınar gibi büyüyoruz, yaralı bereli...
Eğitim politikası yaralı, tarım politikası yaralı, sanayi politikası yaralı, ticaret politikası yaralı, daha neler neler yaralı.
E. Aydın
SEVGİLİ İLHAN SELÇUK
Arnold J.Toybee, "bir devletin doğuşu" isimli yapıtında, Anadolu’daki beylikleri, koyun sürüsü, çoban ve köpekleri olarak incelemeye almış. Betimleme değil, güya inceleme, araştırma.!
Sevgİlİ İlhan Selçuk da çok okunan köşe yazısında, O’nun bu bilimsel eğrisini; güvenilir bİr vere gibi alarak bir yazı oluşturmuş, hiç kızmamış. Çin 'den sonra altıyüz sene, egemen olan tek imparatorluğu hayvan sürüsü olarak irdelemiş.!
Daha şaşılası olan, imparatorluğun yıkıntıları üzerinde, pırıl pırıl, bir Türkiye cumhurİyetİ doğmuş
Sürüçoban, çoban köpekleri, Atatürk, İlhan Selçuk ve ben...!!!
E. Aydın, 15Ocak2000
SANAT ÜZERİNE
Yaşam: doğum süregenliğiyle sonsuza koşar. Sanat: uzamda bırakıtlarıyla evrensele uzanan köprüdür.
Ohalde ölümsüzlük için yegane silahımız sanattır
E. Aydın, 5Mayıs1996
Her insan dünyaya seçkin ve ayrıcalıklı özelliklerle gelir. Üyesi bulunduğu toplumun çalkantıları, yetilerin yüze çıkması ve belirlenmesine yardımcı olur. Yetiler, atalarımızın birleşik maşeri vicdanlarından bizlere ulaşan birikimlerdir. Bulgularımızın temelini oluşturacak, geleceğin bulgularına olanak tanıyacak, hazırlayacaklardır. Şair James Joce ne güzel söylemiş: “Ey yaşam hoş geldin! Milyonlarca kez gidiyorum karşılamağa deneyimin gerçeklerini, ve dövmeye ruhumun örsünde soyumun yaratılmamış vicdanını”.
James Joyce’un anlattığı bağlamda, sanat kısa bir sürede oluşmuyor. Çaba, soylar boyu uzayıp gidiyor. Çağımızın büyük bir çarpıklığı; sanatçı bir zenaat sahibi gibi para kazanmak çabasına kendini kaptırıyor. Bu istek sanatın doğasına aykırıdır. Yaratı, özgürlük, sonsuz özveri ister, karşılıksız vermeği bekler. İşte o zaman göklerin en uç katmanlarında gezinmeğe,zaman zamansızlıkla hesaplaşmağa hak kazanır. Artık o bir “en” dir.
Çağımız yarışma ve yarıştırma çağı olduğu için, hiçbir olgukendi çizgisine ulaşmağı beklemiyor. Yumurtadan tavuğa geçiş, sebzelerin kış uykusu, okuma ve algılamanın yapısına ters düşen hızlandırılmış okuma, dalında bir türlü olmağa ulaşamayan bütün meyveler hormonlarla, antibiyotiklerle, vitaminlerle kendi karekterini yitirirken, sanat da olabildiğince hızlandırıldı, sulandırıldı, bodurlaştırıldı.
Yıllarca sanat dışı bir görevde çalışıp emekli olmuş birisi artık rahatca sanata soyunuyor, ve başa oynayabiliyor. Sanata olan ilgisini çok geç sezinleyen birileri, bir yerlere gelebilmek için çalmadığı kapı kalmıyor.
Türkiye genelinde ünlü bir sanatçıyla yanyana fotoğraf çektiren büyük usta olduğu kanısına ulaşıyor. Aslında zamanlar içinde, yarış atı olmayan sadece sanatçıdır. O kendisi ile yarışır, değirmenlerle değil, devlerle savaşan bir donkişottur. Böylece büyür büyür, ruzimahşer olur, David olur, kayalıklarda Meryem olur, son akşam yemeği olur, boşluklarda yaygın bir tını olur, zaman içinde erimeyen ruh olur. Bizler bodur sanatçılar ata nal çakıldığını gören kurbağalar gibi ayağımızı uzatıyoruz, nal çakılsın diye.
Bütün sanatlar göz nuru, alın teri,akıl, zaman ile beslenir. Bunlar verilmeden sanat alınamıyor. Onun ardışık kurallarına göre, öznel anatomisi, metafiziği, yoğun bir emek ve bitmeyen bir çaba ister.
Her yerde ve her zaman yaşayan insanların kalplerini aynı heyecanla titreten, bilinçleri sihirli bir bağ ile birbirlerine bağlayan deha, insanlığın birleşik servetidir. Sanat evrensel, sanatçı ölümlüdür. O, sanatın ölümsizlüğü uğruna seve seve ölüme bile razı olur. Bütün insanlığın üzgüsünü, sevincini, zahmetini tek başına taşıyan dehalara saygımız sonsuzdur.
E. Aydın
RESİM
Resmin klasik olmuş tarifine bakılırsa “doğayı incelemek, görmek, esinlenmek ve duygu, düşüncelerimizi bir düzlem üzerinde, ışık, gölge, renk yardımıyla düzenlemek” denildiğini görürüz.
Eğer, resim doğayı yorumlamak, ondan esinlenmek kavramını getiriyorsa, doğa, simetri, geometri ve matematiksel yapı özelliği taşır. Ve tarih içinde bu konuda üstat diyebileceğimiz kişiler rönesans öncesi ve rönesans sonrası ustaları, doğanın bu gizemini bulmuş sanata esas almışlar ve dünyanın dört bir köşesindeki müzelerde hayranlıkla seyredilen erişilmez değerde eserler vermişlerdir.
18.yüzyılda başlayan İmpresyonizm, sanata yeni bir bakış açısı getirmiş, ama resmin tarifine ters düşmemiştir. Bu görüşe dayalı ekollar bir tür araştırmalar dizisi getirmiş, ancak son sözünü söylememiştir. Sanat'ın ömrü, insan ömründen çok uzundur. Son söz, zamanların ötesinde söylenecektir. Görünen odur ki sanat, resim sanatı büsbütün, kuralsız, rasgele, boya ve şekil karmaşasından sanata da varılamaz.
Duygu ve düşüncelerden, incelemelerden soyutlanmış sanat olamaz. Seyirci ve sanatçı bir bütündür. Bir toplum ve reis, bir ulus ve başkan, bir peygamber ve ümmeti arasında diyalog gereklidir, şarttır.
Günümüz sanatçısı seyirciyi kenara iterek yalnız kalmaya çalışıyor. Eserlerinde bir mesaj ve yorum bulundurmuyor, neredeyse mesajı suç sayıyor. İnsan olgusunda mesaj vardır. Ne kadar soyutlar, ne kadar simgeleştirirseniz, deforme ederseniz ediniz ama seyirciye bir çıkış yolu bir mesaj vermek durumundasınız. Yoksa yapılan iş sanat olmaz, anlamsız bir uğraş olur.
Böyle çalışan sanatçılarımıza güncel bir konuyu getirdiğinizde “Atatürk'ün 100.doğum yıldönümü” dediğinizde, hemen acemileşir. Resmin en geçerli kurallarını bile kullanamama durumuna düşerler. At üzerinde bir silahşör, yerde yığın yığın iskeletler anlatmaya kalarlar. Halbuki Türkiyemiz ’de nereye bakarsanız Ata'yı görürsünüz. Esen yelde, uçan kuşta, çalan sazda, gün ve gece boyu yurdun her yanına hareket eden otobüste, tüten, üreten bacada, öğrenci dolup taşan okullarda, elektrik üreten barajlarda, dağların arasındaki göletlerde, bin derde çare olan hastanelerde, tarlaları derin kazan tıraktörde, ıldır ıldır dalgalanan ekin tarlalarında, denizde ağ atan balıkçıda, hergün yavaş yavaş yükselen apartuman, ilden ele uçan uçakta Atatürk vardır. Görmek, duymak, özveri ve emekle işlemeyi göze alanlar. Sanat duyma, görme, düşünme işidir, kolay olmaz, kolay olmuşsa sanat olmaz.
Emekli Resim Öğretmeni
Ethem Aydın
Dostları ilə paylaş: |