Bu dosya, Ethem Aydın isimli eserin web üzerinden izinli yayınlanan resimsiz hazırlanmış bölümüdür. Değiştirilemez. Serbestçe kopyalanıp dağıtılabilir. Bu dosyanın orjinali



Yüklə 2,29 Mb.
səhifə7/97
tarix29.10.2017
ölçüsü2,29 Mb.
#19746
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   97

BİR İLKBAHAR RÜYASI


(31MART1999 akşam ve gecesi geçer).

Ben balköseyi, içten/aşk/kertesinde sevdim, severim de... Bilirim ki sevgi kolay oluşmaz. Dolu dolu yürek ister. Sıcağı soğukla denkleştiren, olumsuzu olumluya taşıyan.!! (*)

Ali Aydın akrabamdır. Babası Necmi bey, benim yiğenim Nihal'in beyi Feyyaz'ın kardeşidir. İnsanlar değer verdikleri kişilere karşı, duyarlı olurlar. Bu yazı onun için yazıldı. Görüldü ki; Ben sizden daha çağdaş, özgür, art niyetsiz olabiliyor ve sizlere duygu ve yerine gelememiş beklentilerimi yazıyorum. Yani sizi hala sevebiliyor, dostluğunuza gereksinim duyduğumu kanıtlamaya çaba veriyorum.

Olaylar gerçekte en ağır bir Nisan şakasıydı... diyorum. Sizleri seviyorum, sevginin bedeli olmalı..!

Sayenizde çok görkemli, hayat dolu bir bahar rüyası gördüm. Ama rüya kelebeğin mi, benim mi belirsiz. Öperim.

E. Aydın, 31Mart1999



DEYİNTİ

Oturdum, düşünüyorum. Neyi düşünüyorum?, hayret kendimi kuşatılmış hissediyorum! Nerede, nasıl? kanıt yok! Geçmişe gidiyorum, fuluğ! Güne bakıyorum, ele gelir bir şey yok! Yarınlara sığınmak istiyorum, tutunacak dal bulamıyorum!

İnsan dünde, günde, yarında olabilir mi? O da anlamsız!

Öyleyse nerdeyim, neyi istiyorum? Yanıt yok!

Düşünmekten vazgeç diyorum, beynimde kıpırtı var!

Oku diyorum, tümceler, maskaralık edip yer değiştiriyor. Okuduğumu anlayamıyorum! kalkıp göbek atmak istiyorum, ses ve oylum bozuk! bir şeyler atıştır diyorum, neyi atıştıracağımı bir türlü bilemiyorum! Kendimi ekmek yerine mendili kemirirken yakalıyor, gülüyorum!

Yürüyüşe çıkıyorum, yol yetmiyor! Kafamda bir bozuk şerit!

Telefon çalıyor, tavana yapışıyorum, açıncaya kadar kapanıyor! Çalmıyor ona da, aramayana da bozuluyorum!

Yoksa ben bozulmuş muyum diye telaşla ayağa kalkıyor, edavatlarımı dinliyorum, hayır her şey yerli yerinde, tıkırtıkır, hem de domuz gibi çalışıyor!

Kırk birinci sigarayı yakıyorum, yakmak istiyorum, son kibrit yanıyor, başından kopup pantolonumu yakıyor! Fırttırmamak için otobüsle yolculuğa çıkıyorum, elimde bir börek, bir meyve kutusu, naylon çöpü düşmüş, ağzını açmaya çalışırken, gömleğime bir damla, doğrulurken bir büyük damla da pantolona! Tepem atıyor, hepsini üstüme boca ediyorum, bir otobüs dolusu seyircisi önünde! Sakinleşiyor, bu olanlar sanki bana olmamış gibi cama yaslanıyorum, kırları seyrediyorum!

Aa Aa ne göreyim uyumuşum, rüyamda sen!

Öyle bir rahatladım ki, öyle bir rahatladım ki!

Dostlar buna bağımlılık diyorlar! Bunun neresi bağımlılık Allah aşkına siz söyleyiniz.!

E. Aydın


ASLAN YÜREKLİ YİĞİT DOST

Sevmek, sevmek, sevmek, sevilmek; zor zenaattır.

Yürek ister, bıkmayan emek ister, savaşım, tek seçenek, doğru seçenek.

Pınarların kaynağına ulaşmak için, akıntıya karşı yüzmeyi göze almak gerek...

Adamın biri, bir rüya görmüş; Bir bilge kişiye danışmaya gitmiş. “Rüyamda, renkli bir kelebektim, ılıman mavi bir gök yüzünde yumşak dönüşlerle uyumlu, oylumlu, yeşil bayırların, binbir çiçeklerin üzerinde, giz dolu kokuların termiğinde, alçalıp yükseliyordum, sanki hiç ağırlığım yoktu“ der..!!!!!!!

Bilge: Bu senin rüyan mıydı, kelebeğin rüyası mıydı????!!!!

Biz öğretmenler, hep kelebeğin rüyasını gördük, boşluklarda, boşluğa sanısıyla uçtuk. Mutluyduk...

Sizlerse, kendi rüyanızla mutlusunuz.

Görülen, bürüncekli bir rüyadır, yaşamın kendisi gibi sanal, kendisi gibi paradokslarla dolu bir rüya..

Varlık, sıradandır. Her doğan bir varlıktır. Varlık “özün” dışında bir saksıdır. Öz kol atıp, dallanıp mavilere tırmandıkça kişilik, insana doğru yol aldıkça; Gazanferane savaştıkça; Öz büyür, insanlık büyür, biz büyürüz

Size yapmakta olduğunuz; “insanlık için değerli edimleri” yaptıran sevgidir,

İnsanlığın vazgeçilmezi, yapıştırıcısı, zayıf çekim gücü, <>'dir.

Yaşamı dürüstçe algılayabilen, edime çeviren sizlerle öğünmek, ana babalardan, çapı ne olursa olsun, öğretmenlerin, vatanın ve insanlığın hakkıdır diye düşünüyorum.

Güzellik daima ayrıntıda, kıvrımların arasındadır, görenlere, duyanlara binlerce şükran...!!!!!

Yine, yeni yıllarda, "İdeo"daki insana koşmayı sürdüreceğin umuduyla.

E. Aydın, 22AralıkI998



SÖYLEMEDİKLERİMİ İŞİTİN LÜTFEN


RESİM

Bana aldanmayın!

Yüzüm bir maskedir, sizi aldatmasın.

Binlerce maskem var, çıkartmaya korktuğum. Ve hiç biri ben değilim...Olmadığımı göstermek ikinci doğam oldu. "kendinden emin biri" dersiniz. Sanki güllük gülüstanlık, benim için her şey... Adım güven belirtir ve oyunumun adı, ağırbaşlılıktır. İçimde ve dışımda denizler sakin, her şeyin kumandanı ben... Kimseye gereksinim duymayan ben... Fakat inanmayın bana, Lütfen!.. Her şey dışta düzgün ve cilalı, her zaman saklayan o maske!..

Altta ne güven, ne rahatlık...Altta karışıklık, korku ve yalnızlık içerisinde bocalayan, gerçek ben! Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla.. Kimsenin bilmesini istemem.. Zayıf taraflarımı düşündükçe, titrer ve sararırım..Ya başkaları görürse iç dünyamı, gerçek beni ve yalnızlığımı!..

İşte maskelerimi onun için takarım..Onun için arkalarına saklanacak maskeler yaratırım..Onlar gösterişle kullanabileceğim, parlatılmış yüzlerim. Beni korur bakan gözlerden.. Beni olduğum gibi kabul edecek, sevecek bakışlar bulamazsam, solacak, kuruyacak gerçek ben.. Ve ben bunu biliyorum.

Beni kendi maskelerimden kurtaracak, kurduğum hapishanelerden kaçıracak, diltiğim engellerden aşıracak, beni seven, beni anlayan bakışlar olacak. Bana, "sen değilsin" diyecek, "maskesizken daha bir insansın", "daha bir bendensin", "daha yakın, daha bir dostsun" diyecek bir bakışa, beni gören bir bir bakışa muhtacım..

Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır! Uyarırım seni dost! Uzun yıllar kendini yetersiz hissetmiş ben, sana kolayca açılamayacaktır..Bütün gücümle tutunacağım maskelerime, ne kadar sokulursan yanıma, o denli şiddetli geri iteceğim seni.. Kim olduğumu merak ediyor musun?, hiç merak etme..

Ben çevrendeki her erkek ve kadınım.. Maske takan her insanım.

E. Aydın


SATILIK ŞEHİR !!

14ARA1989Milliyet Gazetesi'nde, (Elli milyarı veren, Kars'ı satın alır). ???????..!!!! duyurusu, bir tükenmişlik çığlığının, dalga dalga yansımasıydı.!

Ulusal kimliğimize, etiğimize, uymayan, bu satış ilanı, uykularımı bozdu....!!!!!.

Şehirler de satılır mıydı?

İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin satılır mıydı?

Satılırsa, parasal değeri, ne olmalıydı!.

Belleğimdeki durağan vereler, sorunu çözmeme yetmedi.

HayırKars satılamazdı!

1944 Öğretmenliğe Kars’da başlamıştım. Donna’ya orada, sırılsıklam aşık olmuştum.

Şehir planlı, insanları sağlıklı, oylumlu, gönülleri sevecen, düşünce ötesi saygılı, sevgi dolu. Memura, konuğa, özveriyle yaklaşan, dahası, bir öğretmeni, devlet töreniyle askere yollayan, ütopik ülkenin örneğiydi, Kars.

İçimde duygular, Dolaşık yumak, sevgiler, ebemkuşağı, Yollardayım. Görülen; yürekler acısı. Kars boşalmış, Göç vurgunu.! Konutlar, semtler boyu boşalmış, ana yollarda in cin top oynuyor.

1992Kafkas Üniversitesi açılıyor. Bir avuç gönül adamının da çabasıyla; artık Kars satılmayacak

30Ekim Kars'ın kurtuluş gününde, devlet oradaydı. Anlatmakla bitmeyecek; çok görkemli bir tören yapıldı.

Devletin ve sanayicilerin, koruyucu, besleyici ışığı, artık geç de olsa, Kars'a düşmüştü....

Artık Kars satılık değil......

Dadaşların çoşkulu diz vuruşları, izleyicilerin mutluluk gözyaşları, sel oldu, gönüllerden gönüllere aktı..

(ironik bir ileti)

E. Aydın, 10Aralık1999



ATATÜRK PARKI KİMİN?

Yerel bir televizyonda, çevredekilere muzipçe soruyordu spiker Kadir Kaçar, Atatürk Parkı kimin? onlar da aynı biçimde bir sahip arıyorlardı Atatürk Parkına.

Bana sorarsanız, bu park Adanalının değil, Türkiye’nin değil, en geri kalmış ülkelerden (yabancı) birilerinin de değil.

Olsa olsa uzayın kuzluğunda unutulmuş yoksul bir doğa parçası diyeceğim, ama yalın değil kullanılmışlığı var.

Adanalım yeşili çok sever, korur, en sıkışık ve eski yerleşim alanlarından biri olan Tepebeğ’da, her mekanın oturduğu yerden çok yeşilliği, çiçekliği var.

Yine dünyanın hiç bir yerleşim bölgesinde, bu denli bakımsız bir park alanı bilmem düşünülebilir mi?

Öyleyse bu park, uzayda unutulmuş bir köşedir.

Ama ben bu parkı bir güzel anılar saklambacı içinden anımsıyorum. Gölgelerimde ilk aşkların, çiçeklerle çiçeklendiği ayak izleri, unutulmaz unutulamaz. Ben bu parkı anılarımın fuluğ derinliklerinde bir yerlerden anımsıyorum. Ya bende uzayda bir gezginim, yahutta o benim rüyalarımın içinde otağ kurmuş bir hece idi.

E. Aydın

KADIN CEBİMDEKİ CÜZDANI ÇEKTİ

Aslında hemen herkes bir yerlerden bir şeyler yürütüyor.

Türkiye çalınıyor da bilincinde değiliz. Cüzdanın lafı mı olur.!

Baştan anımsatmağa çalışayım. Hırsız dışarıda değil, içimizde.

Ulusal radyomuz, televizyonumuz Türkçe’mizi kirletiyor. Ticarethaneler firma adlarını Fransızca, İngilizce, Almanca, Arapça, İtalyanca isimlere dönüştürdüler. Berber, kasap, terzi, attariye, marangoz, daha bir çok anlaşılır sözcükler ecnebi bürüncek giydiler. Çarşı pazara çıktığımızda dil bilmiyorsak alışveriş etmek olanaksız oldu.

Para birimimiz, dolar, mark, liret, riyal oldu. Güzelim dinimiz satılık meta haline geldi. Laiklik satıldı. Şeriat gelmek üzere.

Fabrikalar, işletmeler, limanlar, posta, telefon, elektrik satışta. Demiryolları sırada. Kültürümüz, etiğimiz, göreneklerimiz, namusumuz, şerefimiz parayla ölçülüyor. Doğa güzelliklerimiz, havamız, suyumuz, kafamız, gözümüz, yabancılara, yabancılaşan idarecilerimize emanet.

Bankalar soyuluyor, devlet kasaları boşaltılıyor. Herkes bir ağızdan çoşkuyla bağırıyor: “HIRSIZ VAR!” diye.

Eminönü’nden Sarıyer’e körüklü otobüs doldu. Yağmur ince ince yağıyor. Saatı geldi. Otobüsümüz yürüdü. İğne atsanız yere düşmez. Tek vücut gibiyiz. Önce arkalardan bir ses: “cüzdanlarınıza mukaat olun”. Ortaköy’e doğru aynı ünlem bu defa önden duyuldu. Uzunca bir süre sonra, sırtımda bir kadın göksü sıcaklığı duydum. Döndüm baktım, gülüştük. Yol istiyordu. Ceketimin düğmelerini de açarak, sağa yanaşmaya çaba harcadım. Önüme geçmişti. Arkasından ikinci ve üçüncü genç hanım öne geçtiler. İlk durakta indiler. Otobüsün içi biraz ferahlamış, kendi öz bedenimizi duyumsamaya başlamıştık. Yine arkalardan bir ses: “Eyvah cüzdanım”. Derken ünlem beşe çıktı. Arka cüzdan cebimin bulunduğu yerde bir serinlik, bir hafiflik hissettim. Yokladım. Ben altıncı idim. Çoğunluk, otobüste, iç arama isteminde bulundular. Kaptan: “onlar indi, paranızı koruyamıyorsanız ben ne yapayım” dedi. “İnin karakola başvurun” dedi.

Kemik hastahanesi durağında indik. On beş kişiydik. Emniyet sözcüsü olan genç polis bizleri topluca dinledi. Sonra hepimizin üzerlerini titizlikle aradı. Araması bitenlerin adreslerini, kimliklerini alıkoydu, geç vakit serbes bıraktı. Abonman bileti olanlar, olmayanlara son yardım biletlerini uzattılar. Dönüş başladı.

İstanbul’da yaşam hep zevkli ve heyecanlıdır. Acılıdır. Ama yine, herkes, hala “ah İstanbul” der.

Kimbilir, şimdileri, yankesiciler, üçkağıtçılar, madrabazlar daha ne yenilikler bulmuşlardır sade vatandaşı soymak için.?

Daha sonra memurlarımız da işini bilir oldu. Soygunun adabını öğrendiler.

Sağolsun devletimiz de ekmeğe, gaza, tuza, petrola, sigaraya derken düzende yerini almakta gecikmedi. Mantık çizgisini aşan zamların modasını ülke çapında serbes bıraktı. Vatandaş, gücü ve zekası seviyesinde yolunu arıyor ve buluyor. Sade vatandaşın canı sıkkın, bezgin, Allah’a sığınıyor, O’ndan ve O’nun pişdarlarından medet ummağa başlıyor.

Bütün bunlardan neden, radikal çizgi öne kayıyor, totaliter devletçilik göz kırpıyor. Kurnazca. Dünya küreselleşiyor, cebimiz bile saydamlaştı. Sözün özü: üryan geziyoruz.

Ülkemi arıyorum. Galiba yitirdim. Lütfen bir bulan olursa bana da haber versin

E. Aydın

EVLENMEYİN BEKARLAR

NAYLON KIZLAR ÇIKACAK

Naylon, yapay bir dokuma maddesidir. Hemen hemen herşeyin yapayına, naylon ismi verilir, nedeni pek net değil. Bu sözcüğün dile girmesiyle, doğal ile yapay arasında somut bir çizgi yakalamak olasılığı da doğdu. Yapaylık son elli yıldan buyana aids virüsü gibi önce görüntüye, sonra da duygu ve duyumlarımıza göz dikti. Çiçeğin, bitkinin, yiyip içeceğin, giyeceğin, siyasetin, ekonominin, ticaretin, insanlığa özgü değerlerin, iradenin, mantığın, aklın, düşüncenin, sevginin, aşkın; dahası, atalardan devraldığımız kültür ve eğitimin içine sessizce sızdı. Yapaylık çağdaş olmak erdemliliği uğruna, dokunulmazlığını sağlamlaştırdı.

19201950'ler kuşağının ideal saydığı tekmil değerler, yok oldu veya körleşti. Bundan neden o kuşak çağ dışı kaldı, kelaynaklar örneği nesli tükenmekte. Artık onlar nostalji, yani geçmişin özlemiyle avunuyorlar. Tanığı olduğum bir kaç örnekle, günümüze gönderme yapmak istiyorum.

Öğretmenlikle ödüllendirildiğim, 1944 yılında başlayarak öğretmen olarak girdiğim bütün sınıflarda, öğrencilerimin isimlerini, soyadlarını, numaralarını, geçim durumlarını, aile yapılarını, ders içi ve ders dışı her tür etkinliklerini bilmek ve öğrenmekle yükümlüydük. (yönetmelik böyle buyuruyordu). 1950'de Mersin lisesine geldiğimde, seve seve öğrencilerimle ilgilendim. Özellikle isim ve numaralarını, yavaş yavaş diğer yönlerini tanımaya çalıştım, sınıf yoklamalarını kendim yaparak, belleğimin yavaş algılamasına karşın, kısa zamanda çoğunlukla isimleriyle çağırıyor ve bunda haz da duyuyordum. Yine bundan dolayı da kendi isim ve soyadıma da saygılıyım.

1994 yılında, Adana Belediyesi Altın Koza Etkinlikleri kapsamında, üç belediye başkanlığı onayıyla, beni yılın sanatçısı seçmişler. (görünürde bir etkinliğim olmadan).. İsim ve soyadım isim kitapçığına yanlış geçmişti. İlgililer, başvurmama karşın ödül törenine kadar yanlışlık sürmüş, geleneksel sevgi de yara almıştı. Bu durumu İçel Sanat Kulübünde dostlarıma türlü nedenlerle anlatmıştım. Doğan Akça da bu seranominin çarpık hikayesini ilgiyle dinlemişti.

Geçtiğimiz ay içinde, İçel Sanat Kulübü, iletişimde bir yeni aşama yaparak birde gazete çıkardı. Çok büyük bir incelikle, benden yeni bir özgeçmiş istendi. Kısaca, bende birkaç değişiklik yaparak kendilerine; yani o zaman gazeteyi yönlendiren, Sühan ve Doğan Akça’ya verdim.

Abartılı bir şeyler yazmamak koşuluyla değiştirebileceklerini de söyledim, rica ettim. Gazete elime geçtiği zaman, ismim ve soyadım yanlış yazılmış ve benimle ilgili gösterilen fotoğraf yanlış dizayn edilmişti. Bu olanlar benim kuşağım için onur kırıcı bilinirdi. Avuntum; on parmağında on beş hüneri olan bir öğrencimle özdeşleştirilmiştim. Öğretmenlik adına büyük bir mutluluk! Orta öğretimde, işresimyazı dersleri, sanattan öte, genel bir amaca dönüktür. Bütün öğretim bilimlerinin, tabanını ve gerçekçi temelini oluşturur. İyi görmek, doğru görmek, gördüğünü kusursuz çizmek, sanatın ve estetiğin kuramsal yönlerini izlemek, iş içinde eğitim, pedagojik manada iş diğer taraftan ulusallaşmış yazı karekterlerimizi kuramsal ve estetiksel olarak öğrenmek ve uygulamalı çalışmalar yapmak, Resimiş öğretmeninin, birincil vazgeçilmez sorumluluğudur.

Olaya bu açıdan bakıldığında, ders saatlerini aşan bir çalışmalar gurubu ortaya çıkar. Halen maaşını devletten alan öğretmen, doçent, prof.ların sergi davetiyelerine bakılırsa, ressamlık kimliği öylesine abartılmış; öğretmenlik kimliğinden hiç dem vurulmamaktadır. Üzücüdür!

Resim öğretmeni, bilimsel bir programın temel yapısını oluşturmakla görevli bir kişidir. Ressam olmak ikincil ve özel bir durumdur. Ben hep resim yaptım, kırkta sergi açtım, ama ben bir resim öğretmeniyim. En iyi olduğumu söylemiyorum. Uzun öğretmenlik yıllarımda, beraber olduğumuz öğrencilerimin, bugün bana ışıltılı gözlerle günaydın deyişlerinde, geçmiş beraberliklere dair olumlu imler sezinliyorum.

ÇİÇEĞİ SEVERSEN ÇİÇEK BÜYÜR

ÇOÇUĞU SEVERSEN ÇOCUK BÜYÜR

İNSANI SEVERSEN İNSAN BÜYÜR

SEN BÜYÜRSÜN İNSANLIK BÜYÜR.

E. Aydın


5 OCAK ADANA'NIN KURTULUŞU (ÖYKÜ)

(Editörün Notu: Bu öykü, bir 5Ocak (Adana’nın kurtuluşu) bayramında, radyo konuşması olarak Ethem Aydın tarafından yayınlanmıştır).

Yıl 1919, Tarsus Fransızların işgali altında, erginler silah altında, çocuklar, orta yaşlılar, malullar için sokağa çıkma yasağı var. İşgalciler hergün, sabahtan evlerin nevalesini dağıtıyorlar. Süt, yoğurt, yağ, boy boy konserve, yiyecek eksiksiz dağıtılıyor. Kuşun sütü eksik!

O zaman Tarsus'da evler seyrek, genelde tek katlı, toprak damlı. Bizim savaş artığı malullar, gizli gizli, hemen her gün damdan dama geçiyor; çelengilerin duldasında yerenlik ediyorlar.

Biri yahu şu Fransız’lar iyi mi ne; biz günlerdir besleyip, doyuruyorlar, kılıçtan geçirip de kurtulmuyorlar?

Gene de Osmanlı’dan korkuyorlar mı ne?

Osmanlı’da korkulacak ne kaldı? Onu da İstanbul'da İngiliz’ler besleyip, doyuruyormuş?

Asırlardan beri, biz onları kanımızla besledik; biraz da onlar bizi beslese çok mu olur!

Bizi dev bellediler, erimerim eridiğimiz heç ağnayamadılar!

Bizi besleyip durduklarına ne bakıyorsunuz, akademizi zehirliyorlar akademizi!

Padişah Amerika'ya habar salasıymış, bize sahip olun deyesiymiş! Bir çok böyük ulema da böyle düşünüyormuş.

Osmanlı donuna güvense gene savaşırdı yaaa!

Ülen bizim gibi özürlülerden ne köy olur ne gasaba! Baksağıza hepimizi seyipleyiverdi, yularımızı üzerimize attı goyuverdi! ne sorduğu var ne düşündüğü!

Eskiden canı istediğinde cendermesini salar, erginleri kulağından tutar, sınır boylarına yollardı. Öl babam öl...

Ellahim, hepigiz bezginleşmiş, her şeylerden umudu kesiksigiz, üzerigize ölü toprağı serpilmiş. Bu milletin ölüsü de bir işe yarar bellerdim!

Ne diyon, gambır, ağzındaki baklayı çıkar!

Eyi deyonuz eyi de, işsiz güçsüz, şu çeleni duldalarında kaçamak kaçamak buluşmalarla, geçirdiğimiz günlere gün mü deyonuz, gafes kuşu gibi! Böyle yaşayabilir mi goca yörük! Önümüzdeki sokaklar, şu bağlar bahcalar, arkadaki yeşil tepeler doruğu karlı, allı morlu, enişli yokuşlu, sovuk sulu pınarlar, boz bulanık dereleriyle, goca toroslar bizim değil miydi, ebencet ölenleriz neyin uğruna öldü bellesiniz, ta karşı mezerlikte yatan, yediden yetmişe ölülerimiz vallahi galkıp yüzümüze tükürürler; böyle böyle densiz gonuşursagız!..

Baştan beri konuşmaları hep dinleyen sakallı güdük Osman:

Gulağıma çaldığına göre; sarı paşa dedikleri biri varmış, düşmanla girdiği savaşları hep gazanmış; şimdi de işgalcilere hepten gafa tutmuş, yurdumuzdan çekilin demiş; dağlardaki çeteler de onun emrindeymiş.

Buralarda miskin miskin siftinip duracağımıza, tez zamanda dağlara çıkalımın, çetelere garışag. Belkime bir işe yarar ölürsek de, milletin nezdinde bir yerimiz olur, derim!

Tarsus'ta üç gün koyu bir sessizlik yaşanır. Zulaladan, tek horozlu, çift horozlular çıkarılır, namlıların karıncası gazla temizlenir, boy boy saçmalar dökülür, güherçile, söğüt kömürü, toz kükürt, kalın bezler içinde harmanlanır, tülbentlerden geçirilerek diremsiz barıt hazırlanır, güdüllere doldurulur, azık dürümlenir, bütün keseleri çakmak gayıtı da unutulmaz.

Seher vakti, kuşlar kurtlar destur alıp ötmeden, ev halkıyla sarmaş dolaş vedalaşılır; göz yaşları sel olur, umut barajlarında gelecek özgür günlerinde buluşmak, düşleri; o, Türk’ün gizil gücüyle, bir avuç savaş artığı, yel hafifliğinde evlerinden çıkar, yola revan olur. Sayıları yirmidir; ama içleri dolu dolu!

Dağ başını duman almış

Gümüş dere durmaz akar

Güneş ufuktan şimdi doğar

Yürüyelim arkadaşlar!

Kısa aralıklarla, Verdön kahramanı Menile taburuyla toroslarda, Karboğazında çetelere teslim olur. 1920 de Fransız’larla Ankara anlaşması imzalanır. Bu anlaşma Türk’lerin uluslararası ilk anlaşmasıdır.

Ethem AYDIN



BOLLUKYOKSULLUK

Cinler, yarı tanrı yarı insandır. İnsanlarla tanrılar arasında iletişim sağlar, yapıdaki büyük boşluğu onlar doldurur, onlarda tanrı soluğu vardır.

Sevgi de cinlerden birisidir. Afrodit dünyaya geldiği gün, bütün tanrılar bir şölende buluştular. Zeka nın oğlu bolluk da orada imiş. Yemekten sonra, yoksulluk şölenden payını almaya gelmiş, kapının önünde durup beklemiş. Tanrı şerbetiyle sarhoş olan bolluk Zeüs’ün bahçelerine dinlenmeye çıkmış, bir yere sızmış.

Çaresizlik içinde yaşayan yoksulluk, bolluktan bir çocuğu olsun istemiş, gidip yanına uzanmış, bugünde gebe kaldığı için, sevginin talihi de ona göre olmuş. Her zaman yoksul, kaba, pis, evsiz, yalınayak, dağda, bayırda, yol köşelerinde yatar kalkar, anası gibi yoksulluktan kurtulamaz. Babası bolluğu çeken tarafları, güzelin, iyinin peşindedir, sürekli atılgan, yaman avcıdır, tuzaklar kurar, fikirlere buluşlarla geçer. Yaman bir büyücüdür. Aslında ne ölümlü ne de ölümsüzdür. Bakarsın bir günde gelişir ve ölür. Sonra babasının tabiatı gereği bir çaresini bulur dirilir.

Varlık var olalı beri, anlam da anlamsızlık da çelişkideki gizini koruyor. Akılcı olmağa özenen insan, yaratıcılığa tutsak, sevgi ise varlığın tek ve koşulsuz gerçeği.

Anımsanacağı gibi sevgi pek öyle asil soylu bir duygu değil. Aç, çıplak, yalınayak sokaklarda gezen, oralarda yatan, her yerlere davetsiz girip çıkan, bir garip haspa..! Anası olan yoksulluğa çekmiş. Bir de baba yönü var (babası zekanın oğlu bolluk). Atak, akılcı, yaratıcı, savaşçı, eleştirel, kısa günde kırk defa ölen, ne yapıp ne edip dirilebilen baba yönüdür.

Yine mistik söylencelere göre, sevgi, cin gibi, peri gibi, görünmez uzam ve zamanda hep yakın çevrede bulunan, varlığını var oluşundan algıladığımız, gizil güçtür. Yerçekimi örnekli, çekici, yapıştırıcı , bağlayıcıdır. Nötür olmasına karşın, yönlendireceğiniz hedef bütün gücüyle koşar, biçem kazanır. İyiliğe derseniz, sonsuz çoğalarak iyiliğe ayırımsız koşar. Kötülüğe hedeflerseniz, amansız, acımasız, kötülüğe dönüşür. Kırmak, dökmek, öldürmek, kıskanmak, yok etmek gücüne ulaşır.

Özde, yaşam kısacıktır, sınırlı uzunluktadır. Derinlik amaçtır.

Onu zengin tutanlar, renkli ve derin tutanlar, onun evrensel insana bir geçiş olduğunu bilen, duyumsayan üstün yaratılışlardırki; topluma hep ışık tutarlar, fener olurlar....

E. Aydın, 8Haziran1996



BAŞLIKSIZ

Medeniyetin 16.ıncı asırdan zamanımızın, göz kamaştırıcı seviyesine gelinceye kadar, sadece ve sadece “ilimden, bilimsellikten” yüzde yüz faydalanarak gelmiştir. Biz ona “müspet ilimler” diyoruz.

İlkokuldan başlayarak, orta, lise, üniversite bize ne vermişse, biz, neleri deneysel olarak iyi öğrenmişsek, onlarda başarılarımızla kanıtlanmıştır veya kanıtlanıyor.

İyi bir doktor, iyi bir matematikçi, iyi bir fizikçi, iyi bir öğretmen dediğimizde, öğrendiklerini hazmetmiş uygulamaya sokabiliyor demiş oluyoruz. Öğrenilebilen, öğretilebilen, uygulaması kontrol edilebilen, kısacası, nedeni, niçini içinde olan her türlü bilgiyle donatılmışız. Başarı ve başarısızlığımız bu uyuma bağlı.

Pozitif ilimlerde, tüme varım, tümden gelim trafiğinde her hangi bir aksama düşünülemez.

Hemen söylemek gerekirse, kainat sadece müsbet ilimle algıladığımız gerçekler çizgisinde kurulmuş değil.

Ancak insan, hayvanlıktan zekaya geçişte eliyle tutup, gözüyle gördüğüne, duyumsayabildiğine “gerçek” demiş. Tek veresi de bu.

Bu perspektiften bakarak bir kaç olguyu inceleyelim:

Bir Yetişmiş Ağaç Niçin Kesilir:

aOdun gereksinimi için.

bBulunduğu yer, geniş kullanım alanı içinde, gereğinden çok yer işgal etmiştir ondan.

cHastalanmıştır.

çBulunduğu yerde, hırsıza, böceğe, şuna, buna, güneş gelişine bağıntısı vardır.

dBir kaç ağaç yan yana dikildiği zaman, fidan olduğu için çok aralıklı gözükür, halbuki büyüyünce birbirlerine çok yaklaşırlar, meyve veremezler, beslenemezler, güneş alamazlar. Seyrekleştirmek gerekir.

Şimdi bizim bahçedeki durum budur, bir kaç ağacı kesmekle, hem daha çok meyve, hem de normal meyve almayı bilmen gerekli. Kitaplar böyle yazar.

E. Aydın


Yüklə 2,29 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   10   ...   97




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin