Bibi. : Karakin Bey Deveciyan, Balık, ve Balıkçılık
Sabri Çakalof (Resim : S. B.)
ÇAKALOF (Sabri) — Bulgaristan göçmenlerinden karanlık bir adam; İstanbulda 1926 yılında görünmüş, 1951 yılına kadar, yirmi beş sene, Bulgar göçmenlerinden topladığı haberleri ve Bulgaristan gazetelerinden yapdığı tercümeleri İstanbul gazetelerine satarak geçinmiş; l ekim 1951 tarihinde de, Beyoğ-lunda Faikpaşa Caddesinde 51 numaralı apartımanda pansiyon olarak oturduğu odada ölüsü bulun-muşdur. Yirmi beş sene içinde basına verdiği haberler dâima Bulgaristan ve Rusya aleyhinde olduğu cihetle, İstanbul basını ile zabıtasının kanaati Sabri Çakalofun yabancı ; siyasî ajanlar tarafından öldürüldüğü olmuşdur.
ÇAKALOĞLU (Pandeli) — 1890 ile 1891 arasında Galatanın meşhur selâtin meyhanelerinden Eftalipos diye meşhur meyhanede aşırı derecede güzelliği ile İstanbul külhânileri arasında büyük şöhret almış İmroz Adalı bir rum genci uşak -
sakidir. Ömrü o âlemlerin hâyü huyu içinde geçmiş Üsküdarlı Â-şık Razi tarafından bir tarih manzumesi ile övül-müşdür. Manzumede açıkça kaydedildiği üzere Razı bu dilber gencin bir fotoğrafını çıkartmaya muvaffak olmuşdur ki Abdullah Biraderler Fotoğrafhanesinde kara bezden ağı yerde sürünür adalı rumların giydiği şalvarla çekilmiş olan o resim de şâirin evrakı met-rûkesi arasında bu lunmuşdur. Pandeli Çakaloğlünun hayatı hakkında başka bir kayde rastlanmadı; manzume şudur:
Vasfidem efendim bir dilber şûhi Çakaloğlu nâm ol gıdâyi ruhi
Selâtin meygede Eftaliposda Görmedim bir şaki bu boy bu bosda
Onsekiz yaşında mürâhik fetâ İskenderi Rümîye teşbih, hatâ
Su dökemez anın Yûsuf u Mısrî Hattâ ayağına disem var yeri
Şah Sebüklekm ger görseydi ânı Görmezdi gözü mihri dirahşâhı
.Güzeller güzeli urum güzeli İmroz 'Adalıdır, nâmı Pandelî -
Harâbâthâriede fidan gül dalı Gaayet nermü nâzik yosma edalı
-Keman ebrûsine iğmiş al fesi Gûlgûn ruhleridir f renk canfesi
Ya efendim gözler kara gözleri $eb çerâğı Kabe denilse yeri
Melekler reşk ider nakşi hüsnüne Böyle güzel yokdur dirler üstüne
Sehbâzâne elhak ayakda kesim Müşekkel topuklar san külçei sîm
Beli gümüş topuk gümüş pençedir Kalenderan rindan meşrebincedir
Gümüş pençesinden içsem badeyi Virse bûsi paye müsâadeyi
Şalvarının ağı sürünür yerde Pervane misâli geştü güzerde
Levendâne reviş bıçkın âdımı «Elâdo!,.» diyecek takat kaldı mı?
Heîe lûtfeyledi nakşi tasvire Yadigârı ola Râzi fakire
Biz de nakşi târih koyalım dehre «Adalım Pandelim şan virdi şehre» H. 1308 (M. 1890 • 1891)
Âşık Râziden dinlemişdîm; 1887 9e 1889 arasında vefat etmiş olan külhanı şâirlerimizden Beşiktaşlı Gedâî de şu meşhur koşmasını bu mug-beee sânında yazmış imiş:
Melâhet bağında gördüm bir âfet . Henüz bulmuş on üç on dört çağını Ol sîm gerdmna ol servi kaamet Galibarda bağlar boyun bağını
Giymiş sıkma canfes var
Parlak kunduranın yüzüne basar Zelzeleye verir âlemi sarsar Salladıkça şalvarının ağını
Taze gülden nâzik ter gül yanağı Gîsûîeri sünbül lâle yanağı Nâz ile sarkıtmış belden aşağı Saat kordonunda zer saçağını
Pandeli Çakaloğlünun yaşı ile iki manzumenin yazıldığı târihler de yekdiğerini tamamen tutmaktadır (B.: Boyunbağı; Gedâî, Beşiktaşlı).
Vâsıf HiÇ
ÇAKALOZ — Argo isim; Hüseyin Kâzım
bey bu ismi çakıldan gelme göstererek: «Çakaloz -çakıl taşları atan-ufak top...» diyor; veNaîmâ'dan naklen verdiği misâlde de: «On iki pare şakaloz top...» diye ismi «ş» ile yazıyor.
Biz «çakaloz» un çakıldan değil, «çakal» dan yapılmış bir isim olduğunu söyliyeceğiz. Ünlü dil bilginin basit bir fransızca lügat kitabına bakmaması şayanı hayretdir.
Evvelâ Çakaloz denilen eski toplar çakıl taşlan atmaz, kendi çapma uygun taş güllecikler atar-
ÇAKALOZ
— 3662 —
ÎSTANBUL
ÂNSİKLOPEDÎSÎ
3663
ÇAKALOZ (Osman Zeki)
di, bilhassa küçük gemilere konulan bu topların içine (ağzından) çakıl taşlan doldurulması akıl çer-çivesine sığmaz, çakıl yığınlarının gemiye yüklenmesi, gemide muhafazası, bir atımdan sonra ikinci atım için doldurulması korkunç bir külfettir; üstad nerede görmüş, bu işi nasıl yâkışdırmış şaşdık, kaldık. .
Naîmâdan aldığı misalde «şakaloz»' ismine gelince çok mühimdir; biz çakaloz - şakaloz topları Avrupalılardan, ve önce «an'anevî dostumuz» fran-sızlardan aldık, benzerlerini, ve hattâ daha âlâlarını yapdık ve kullandık; fransızlar bu toplara «cha-kal = sakal» derler; ve fransız lûgatları «chacal» isminin kendi dillerine türkçe «çakal» dan alındı-
ğı mutlaka kaydeder; dolayısı ile çakaloz'un çakıl ile hiç ilgisi olmayup apaydın çakal'dan geldiği basit bir dil araştırması ile meydana çıkmış olur.
Bu isim üzerine bir şirin kayıt da M. Z. Pak-almın «Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri» adlı eserindedir, üstad da «çakaloz» maddesinde: «Çakanor da denilirdi, ufak toplardan birinin a-dıydı, bu toplarla çakıl atıldığı için bu ismi almış-dı» diyor, ve kaynak olarak Ahmed Vefik Paşanın «Lehçei Osmanî» sini gösteriyor. Biz «Çakanor» adına hiç bir yerde rastlamadık.
«Lehçei Osmanî» nin kıymeti üzerinde, Ahmed Vefik Paşa için, edebî şahsiyet ve folklor araş-
tmedığımn öncüsü olmak ile dil ilminin çok ayrı şeyler olduğunu söylemekle yetineceğiz.-.
Bu İstanbul Ansiklopedisinin konusu dışın-daymış gibi görünen yukardaki şatolardan sonra «Çakaloz», İstanbul argosunda «çakal» dan az farklı olarak yalnız «değersiz, önemsiz, bayağı» anlamlarında kullanılır. (B.: Çakal).
Yukarıda uzunca kaydetdiğimiz gibi eskiden küçük toplara «çakaloz» denilirdi; bu bir isim ol-makdan ziyâde «ufak toplar, değersiz, önemsiz toplar» anlamında idi; fakat gemilerde, ellerinde hiç top bulunmayan korsan şaykalarına karşı müessir bir silâhdı, yakın mesafeden bir güllesinin isabeti saldıran bir korsan gemisini delip batırmak için kâfi gelirdi.
Taş güllecikler atan eski çakalozlar kalkdık-dan sonra dilimizden top hakkında çakaloz tâbiri kalkmadı; son devirlerin felâketli harblerinden, hattâ birinci cihan harbinden asker hâtıraları dinlerken: «Üç tane çakaloz cebel topu ile düşmanı tam üç gün tuttuk...» gibi sözler çok işitilmişdir.
Misâller:
Bulgurluda bir köy düğününde şehbaz ve şeh-levend bir pehlivanın karşısına, ayağında kisbet bile bulunmayan, pantalonunun paçalarını iple sıkıp bağlamış, nerede ise kaburga kemikleri sayılacak meydan garibi bir çıplak pırpırı genç çıkar:
— Yahu... bu çakalozu da nereden bulmuşlar!...
* Manav dükkânı önünde:
— Arslanım... sen bu çakalozları armud diye mi satıyorsun?!
ÇAKALOZ (Osman Zeki) — Ressam,, muallim; bu satırların yazıldığı sırada, ekim 1963, İstanbulda Vefa Lisesinin sanat tarihi öğretmeni ve müdür baş yardımcısı bulunuyordu.
Bir ressam olarak bu İstanbul Ansiklopedisine bir kaç parça güzel güzel resmiler vermiş olan bu sanatkâr muallim, hal tercemesi'nin tesbiti için gönderdiğimiz mektuba: «İstanbul şehrine, onun adım taşıyan Ansiklopedinize kaydedilecek kadar henüz hizmetde bulunduğuma kaani değilim» cevâbını yermişdir.
Bu İstanbul Ansiklopedisine her hangi bir ihtiyaç ile müracaat edecek olanlardan O. Z. Çaka-lozun bir kaç resmini görüb de sanatkârının kim olduğunu öğrenmek istediklerinde .bizi vefasızlık ile ittiham etmemeleri için bu satırları kaydettik.
O. Z. Çakalozun İstanbul Ansiklopedisine yapdığı resimler şunlardır: Bâbıâlinin Soğukçeşme kapusu (cild III, sayfa 1731); 1885 ile 1890 arasında Bayazıd Meydanı (cild IV, sayfa 1733); Bağçeköy Su Kemeri (cild IV, sayfa 1798); Yalı boylarında çalgılı ramazan bahşişcileri (cild IV, sayfa 1877); Sokak falcısı zencî bacı (cild IV, sayfa 1887); Üsküdarda Balaban İskelesi (cild IV, sayfa 1950 - 1951; bu resim bir zühul eseri maalesef Sabiha Bozcalmın ismi ile intişar etmisdir; me-
Üsküdar İskele Çeşmesi (Bir gravürden O. Z.
ve Balaban İskelesi kahvehaneleri Çakakoz eli ile)
İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ
— 3661
ÇAKAR (Şevki)
Deli David denilen azgın sapık kaatil idi. (B.: David, Deli).
ÇAKANOS — (B.: Çağanos).
ÇAKAR (Şevki) — Semtinde Boşboğaz Şevki diye meşhurdur; Trabzonun Akcaabad kazasında 1890 da doğmuşdur; ekseri Karadenizliler gibi İstanbula iş bulmak için gelmiş ve evlenerek Küçükmustafapaşada yerleşmiş, ayak üstü alışveriş ile geçimini temin,bir de ev satın almıştır. Orta boylu, pehlivan yapılı, dâima gülen bir1'simaya sahiptir; çok şakacı olduğundan semtinde gaayet sevilmiş, bir ara memleketine gitmiş fakat İstan-buldaki muhitini özlediği için tekrar çiftini çıbı-ğını satarak İstanbula gelmiş, bu sefer Tabakyu-nusta bir dükkân açmış, ayni zamanda TopVapı
tinde düzeltilmesi rica olunur); Ondokuzuncu asır ortalarında Bebek (cild V, sayfa 2326 - 2327); Minas Benliyan ve Parunak Benliyan (cild V, sayfa 2509 ve 2510); Beylerbeyi Sarayı maddesinde dört resim (cild V, sayfa 2693 - 2697); Ondokuzuncu asırda Boğaziçi manzaralarından (cild V, sayfa 2854); Mısır Çarşısının Tahmis kapusu ö-nünde Sultan Çeşmesi (VI. cildin baş resmi).
ÇAKALOZ MEYHANELER — İstanbulda ayak takımın, esâfil ve erâzilin, uygunsuz hayta güruhunun gittiği, edeb ve haya kaygusu olmadan, hattâ rezîlâne cümbüş ve muhabbetlerle içip eğlendiği ara sokakların küçük, izbemsi, pis meyhaneleri; ki buralara içmek için girip de eclâfdan olmayanın başına türlü kaza ve belâ gelebilirdi; asıl müşterileri arasında u- ' fak para hesablarından, alacaklar veya fuhuş yolunda alâka rekaabet-leri yüzünden hattâ kanlı kavgalar çıkabilirdi. (B.: Çakaloz). Çakaloz meyhaneler çoğunlukla Beyoğlunun ara sokaklarında, Galatada ve Tophanede idiler.
Tahmis'de Sultan Çeşmesi (Anonim bir gravürden O. Zeki Çakaloz eli ile)
Bu meyhanelere «Çakanoz» diyenler de vardır, bilhassa Ahmet Rasim «Çakanoz» diyor; bu takdir de, yukarda tasvir ettiğimiz -süflî, mülevves, karanlık havası ile Çakanoza (Çağanosa), yengece benzetilmiş olacakdır.; avâffıî bir tâbir olarak içki sofrası âlemine çakmak, çakışdırmak denildiğine ,göre Çakanos Meyhane tâbirinin bu , mânâda çakmakdan yapıldığı aşikârdır; son döküntüleri 1940 -1945 arasına kadar Ga-latanın ara sokaklarında duruyordu, ve içki olarak yalnız şarab veriliyordu; «Dayı» diye meşhur birinin baş belâsı gedikli müşterisi
ÇAKARALMAZ
— 3666
istanbul
ANSİKLOPEDİSİ
— 3661 —-
ÇAKIL (Mustafa)
dışındaki Esenköyde bir ev inşa ettirmiştir. 1960
da 70 yaşma gelmiş olmasına rağmen dinç ve sıh
hatlidir. Tuhaflığına örnek bir şakadır: Bir gün eli
ne bir çuval alır, mahallenin bir ucundan girer ve
bağıraraktan ileri gelen esnafın isimlerini sayarak
ve «P » lan topluyorum diyerekten kahve
ye gelir. Kahveci kendisine Sucu Mehmedi göste
rerek onun yanına gitmesini ve tutup çuvala koya
caklarını .söyler. Kahveci Hafız Şevki, Boşboğaz
Şevki dükkâna girmeden, Sucu Mehmed'e çuvala
girmesini, ve Boşboğazın arkasına verildiği zaman
bir güzel çiş ederek Boşboğazı ıslatmasını tembih
etmiştir. Oyun aksaksız oynanır. Sucu Mehmedi
çuvala koyarlar, Boşboğaz Şevkinin arkasına ve
rirler. Bu sırada Sucu Mehmed vazifeyi ifâ eder,
arkasında bir sıcaklık hisseden Boşboğaz çuvalı
yere vurur, seyreden semt halkı gülmeden yerlere
serilir. Sonunda Boşboğaz Şevki ile Sucu Mehmeü
temizlenmek için hamamın yolunu tutarlar.
Mehmet Şükrü SİLAN
ÇAKARALMAZ — Halk ağzı argo: «Bir işe yaramaz tabanca, tüfenk»; nadiren: «Bir işe yaramayan adam»; misâller: «Bir çakaralmaz var, afi kesiyor» (F. Develioğlu, Türk Argosu). * — Seninki yanına bir fedai almış...
-
Uzun boylu, pos bıyık, at hırsızı kılıklı
bir herif değil mi? .
-
Evet./.'1 :
-
Kapalı Çarşıda hammaldır, kalıbının ada
mı değildir, çakaralmazm biridir, gece karşısına
bir çocuk çıkıp da höh dese, ayağından pabucunu
atıp daltaban kaçar...
ÇÂKERÎ BEY—- Onbeşinci asır sonlan ile onaltıncı asır başlarında yaşamış ümerâdan bir şâir; azadlı bir kölenin oğlu olub İkinci Sultan Ba-yazıd zamanında sancak beyliklerinde bulunmuş-du. Ayrıca zerâfet ve nüktedanlığı ile de tanınmış-di. Pek gene yaşda iken bir hastalık eseri ağarmış sa'kalmı boyarmış, bir gün Sultan Bayazıd:
— Bu nuru niçin zulmete tebdil edersin ve
ak sakalın yüzüne kara çalıp mücrimler gibi teş
hir edersin?... diye sormuş.
ÇâkerîBey de:
— Pâdişâhım... demiş, bu kulun yaşımı bi
lirim, sakal, yalan söyler, işte ben de o sebebden
onun yüzüne kara çalıp yalancı olarak teşhir ve
tahkir ile ondan intikamımı alırım.
Aşağıdaki beyitler şiir diline örnekdir: Saki piyâle sun ki felek bî aman imiş Ol dahi dilberim gibi nâ mihriban imiş
*
Derfini dilden ide derd ile nây Cihan bizden tehî kalsa gerek vay
Dü pistânı habâbı ayni kâfur Birini görnıemlşdir sînei hür
Bibi. : Lâtifi, Şuerâ Tezkiresi.
ÇÂKER ŞAH — Onyedinci asır ortasında yaşamış namlı bir köçek oğlan; o devrin büyük oyuncu kollarından Baba Nazlı Kolunun rakkas-lanndan biri olmuşdur. (B.: Baba Nazlı Kolu). Evliya Çelebi: «Rakkaslarından Çâker Şah, Şeker Şah, Süğlün Şah nam gulâmlar pâdişâh malûmu meşhurlardır. Her biri şîb ve zerbâf etekliklerini kuşanup meydânı muhabbetde çarpâreleriyle tarzı acemânede raksu cevelân ettiklerinde gören üf-tâdeler hayran olur» diyor.
ÇAKI GİBİ — Halk ağzı deyim; «son derece sıhhatli», «çalâk, civelek, ayağına koşarlı» anlamlarında kullanılır; her iki anlamda da erkek ağzı ve erkeğe matuf deyimdir; kadında yakışık almaz, bilâkis kaba ve çirkin düşer; misâller:
-
Nasılsın kardeşim?
-
Hamdolsun... çakı gibiyim...
Adı Duman Beydir Kölemen soyu
Fildişi selvidir beyimin boyu
Kalyon çıplağıdır civanın toyu
Resenbaz fetâdır çakı gibidir
Galatau Hüseyin
Topuk vurur hizmetinde pervane Sâkii fettanım çakı gibidir Oldumsa çakmadan eğer dîvâne Mest iden nigâhı rakı gibidir
Galatah Hüseyin
Sâdece «çakı» İstanbul hâneberduşları ağzında müstehcen anlamda kullanılır.
ÇAKIL — Akar suların veya denizin süriik-leye yuvarlaya satıhlarını zımparadan geçmiş gibi cilaladığı küçük taşlar; tasrih edilerek «çakıltaşı» da denilir; şekilleri, yumurta şeklinin türlü çeşidinden, küre şekline yakın, hattâ tam küre olanları; tamamen yassılmışları da vardır, fakat yassı çakılların da kenarları dâima bir münhânî ile döner; çakıllar da ufahnca kum olur. İstanbul denizlerinin kıyılarında her cins taşdan çakıllara rastlanır; içlerinde bâzan, altın bir yuvaya konularak yüzük taşı olabilecek kadar güzelleri vardır.
Plajlarda kumun fazla çakıllı olması makbul sayılmaz (B.: Plaj); fakat zemini tertemiz çakıl döşeli sığ sular da, kumunun inceliği ve temizliği . ile meşhur plajlar kadar rağbet görür; meselâ Florya plâjf kumu ile, Boğaziçinde Altınkum plajı da çakılı ile'meşhurdur.
İstanbul sayfiyelerindeki köşklerin, villâların bağçelerinde çiçek tarhları arasında yollara zamanımızda beton döşeniyor; eskiden ise rengârenk iri çakıllar döşenirdi; yürümesi, koşması biraz güç
olurdu, ama kendine hâs bir güzelliği vardı; hattâ bâzı köşklerin bağçelerindeki yollara, iri çakıllar bir hare üzerinde tesbit edilir; siyah, beyaz ve kırmızı renkli çakıllarla bağçe yollarına mozayık usûlünde türlü güzel şekiller, nakışlar verilirdi.
Sayfiyelerde köşklerin geniş bağçeler ortasında, ve birbirinden hayli açık bulunduğu devirlerde çakıl döşeli bağçeler, gece hırsızlara karşı da bur emniyet teşkil ederdi; çakıllar, üzerinde yalın ayak ile de yürünse ses çıkarırdı; ne kadar dikkatli de olsa, gece köşke birinin yaklaşdığı muhakkak duyulurdu.
Çakıl, sik dilimize de girmişdir. İsmail Safa:
Düşün buruşu âbı, Kİ celbederdi hâbı, Mahalli ınsıbâbı Bütün çakıl taşıydı...
diyor. R. E. Koçu da: «Acı Su» isimli bir şiirinde çakılı kullanıyor:
Çıııl çıplak girdik
Gün ışığı değmemiş denize,
Ve yattık
Altımızda çakıl, kum
Üstümüzde acı su;
Omuzlarımıza kadar örten
Topuklarımıza kadar çekilen
Acı su;
Kıskanmayan acı su.
ÇAKIL — Eski külhanbeyi argosunda (B.: Külhan Beyleri) nevcivan, delikanlı memesi; yine o eski külhan beyleri tarafından «çakıl» m müteradifi olarak «kızılcık» ismi de kullamlmışdır; 1880 - 1890 arasında bir ramazan gecesi Üskü-darda Balaban İskelesi kahvehanelerinin birinde halk şâirlerinin ayaklı semaî müşaaresinden bu iki argo deyim üzerine şu semaî doğmuşdur; (B.: A-yak; Çalgılı kahvehaneler; Semaî kahveleri; Tulumbacılar) ki o gece ayak açan çığırtkan Doğancılar sandığında kayıkçı Samurkaş İrfan ile beraber öncü koşan tulumbacı Altınbaş Mustafa, Mus-tafanm açdığı ayağa ayak uyduran şâir Afiyonlu Âşık Osman, ve ayağı ayağına getiren şâir de Tophane ketebesinden Üsküdarlı Âşık Râzidir:
Mustafa —> Adam aman... «çakılı»
Osman — Altunbaşın kızılcığı, Sanıurkaşm çakılı
Râzl — İki gözüm iki nalça, topuklarda çakılı
Bibi. : Vâsıf Hiç, Not; Lehçei Külhânî. .
ÇAKIL (Hasan) — Zamanımız hırsızlarından; bir taşralıdır, asıl memleketini tesbit edemedik; hırsızlığa çocukluğunda sapdığı kötü yolda
Hasan Çakıl
(Resim : Hüsnü)
başlamış,'mahbushâne sibyan koğuşundan başlayarak bir kaç sefer girmiş çıkmış, en son 27 mayıs 1960 hükümet darbesini tâkib eden umumî af -dan faydalanarak o yılın 23 kasımında hürriyetine kavuşmuş iken üç gün sonra 26 kasımda, içinde kimsenin bulunmamasından istifade ile Kısıklıda bir eve, ka-pusunu balta ile kırarak girmiş, fakat evi soyarken suç üstü yakalanmışdır; sabıkalı genç hırsız, üç gün içinde çıkdığı yeri özlediğini belirtmiş: «Cezaevinin havası başka!...» de-mişdir. Bu söz, adî mücrimlere affın kıymetsizliğini belirten acı ama doğru itiraf-, dır.
Bibi. : Günün gazeteleri.
ÇAKIL (Mustafa) — 1945 de Rumeli Kavağı köyünde balıkçılık yapan bir bekâr uşağı, o ta-rihde yirmi dört yaşında idi (doğumu 1921), aslı Karadeniz Yalısının Pazar kasabasından olup babası ile beraber on bir yaşında iken Ankaraya gelmiş (1932), Ankarada yapı ameleliği yapan babasının 1934 de bir kaza neticesi ölümü üzerine, memleketinde de hiç kimsesi bulunmayan Mustafa Çakıl Ankarada Çankırı Kapusunda bir aşçının yanına çırak olarak girmiş, sonra Palabıyık adında bir adamm meyhanesinde garson olmuş, oradan da askerlik görevine giderek bu vazifesini bahriye ve Gölcükde yapmışdır. Bahriye neferliği ile İstanbula gelip giderken balıkçılık yapan bir hemşehrisi ile tanışmış, terhisinde onun delaletiyle Mustafa Çakıl da balıkçı olmuşdur; emsali bekâr uşakları gibi bir yerde yerleşememiş, tayfa olarak kısa zaman içinde pek çok yer dolaşmışdır; vü-cud yapısı ile 've yüz çizgileri ile bir erkek güzeli ve muhteşem bir atlet olan Mustafa Çakıl, bir spor kulübüne kayıtlı olmayan mükemmel bir yüzücü ve dalgıç idi; onun için hiç bir âlet-kMan-mayan «Balık adam» denilebilir. 1945 de Rumeli Kavağında bulumır iken, İstanbul Ansiklopedisinin «Balıkçı» maddesinde bir balıkçı tipi olarak resminin, dere edileceğini öğrendiğinde, ancak hakikî aydınlara has vekarlı iftiharı duymuş, ve bu hal tercemesi duygusunun hakkı olarak tesbit ve
ÇÂKILCI (Abdullah)
— 3668
İSTANBUL
ÇAKIR
dere edilmişdir. 1945 yılından sonraki hayatı meç-hulümüzdür; 1963 de Rumeli Kavağı köyünden ayrılmış bulunuyordu ki bu köyde adını bilene dahi rastlanamadı.
Hüsnü KINAYLI
ÇÂKILCI (Abdullah) — 1936 da garib bir vak'amn kahramanı olarak resmi İstanbul gazetelerinde neşredilmiş, o tarihte 17-18 yaşlarında bir delikanlıdır; şöyle ki o yılın mart ayı içinde bir gece Şehzâdebaşında devriye gezen zabıta memurları, sinemaların dağılma saatinde, bir sinemadan çıkan ve Bayazıda doğru giden çarşaflı bir kadının yürüyüşünden şübhelenmişler ve onu tâkib etmişlerdir. Gaayet sert adımlarla yürüyen ve tâkib edildiğinden bî haber olan kadın yan sokaklardan birine saparak orada ancak bir erkeğin yapabileceği bir hareketde bulununca zabıta memurları ta-rafnujan yakalanmak istenmiş, fakat dur emrini dinlemeyerek süratle kaçmaya başlamış, ancak sinemalardan çıkan halk tarafından güçlükle çevri-
Mustafa Çakıl (Resim : Sabiha Bozcalı)
Abdullah Çakılcı (Resim : S. Bozcalı)
lip tutulmuşdur; peçesi açıldığı zaman 17-18 yaşlarında mürâhik bir delikanlı olduğu görülmüş-dür;/ Bayazıd karakolunda verdiği ifâdede adının Abdullah ve Sul-tanahmed civarında oturan bir pazarcının oğlu olduğunu söyleyen genç: «Kadın kıyafetinde dolaşmaya merak ettim, evden annemin çarşafını giyip çıkdım. Sinemaya girdim, hattâ orada oturan bir adam tarafından bana lâf da a-tıldı, beni sinemadan a-lıp odasına götürmek istedi, oyunu bu derece ilerletmeye cesaret edemedim, adama yüz vermedim; eğlenceden başka hiç bir kötü maksadım yokdur» demişdir. O gece karakolda alakonulan Abdullah : Çakıcı bu vak'adan sonra aynı yolda bir maceraya daha atılmış ve yine 1936 yılının mayısında yine çarşaflı olarak ve yine bir gece sinema çıkısında 3eyoğlunda bir gemicinin yanında görülüp teşhis e-dilmiş ve tevkif olunmuşdur. Adi Şaban ve Karadeniz yalısı ehâli-sinden olan gemici ise verdiği ifâdede: «Delikanlı olduğunu ellerinden ve ayaklarından farketmişdinı, sinemada pazarlığı uydurup odama götürdükten sonra niyetim ona mükemmel bir dayak atıp bir daha böyle işler yapmamaya tövbe ettirmek idi» demişdir. A. Çakıl-cının bu ikinci vak'adan sonraki hayatı mazbut geçffiemişdir; 3 'ay hapse mahkûm {olmuş, cezası tecil edilmiş, baba evinden kovulmuş, sirkatden l yıl hapse mah-km olup mahbushâneden; yalın a-yak yarı çıplak bir hâneberduş o-olarak çıkmış ve askere gidinceye kadar büyük şehrin girdabı sefaletinde sürünmüşdür; 1942 de askere alınarak İstanbuldan ayrılmış ve bir daha adı duyulmamış-
dır. Fakat İstnabulda aynı yoldan yürüyüb isimleri basın sütunlarına geçen delikanlılar eksik ol-mamışdır. (B.: Çilergül)
Ferdi ÖNER
ÇAKILLAR (Dr. Muzaffer) — Ziraat yüksek mühendisi, etnoloji mütehassısı; 1924 de İstan-bulda doğdu; Mehmed Bey adında bir zâtın oğludur, validesinin ismi Münife Hanımdır; bu satırların yazıldığı sırada (1963) İstanbul Ziraî Karantina ve Fümigatuvar müdürü bulunuyordu.
Beyoğlu 44. ilkokulunda (1936), Taksim Or
ta okulunda (1939), Taksim Erkek Lisesinde
(1942) okudu; Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü
Dostları ilə paylaş: |