Seyyar kasabların her gün açıkda tezgâh kurub, iş gördükleri yerlerden biri de büyük camilerin avluları idi. Seyyar ka-sablık ve cami avlusu kasablığı Meşrûtiyette yasak edüdi; yalnız pazarlarda et satmalarına izin verildi. Pazar kasablığı da Cumhuriyet devrinde kaldırıldı.
Balta çevreli yosma ile civan (Resim: S. Bozcalı)
ÇEYREKCİ
— 3888 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
3889
ÇIFIT ÇARŞISI
tstanbulda çeyrekci kasablar, dükkâncı kasablardan ayrı bir teşkilâta bağlı idi. Fatih Sultan Mehmed devrinden beri devam eden bir teşkilât idi; dükkâncı kasablar Yedikule salhanelerinde kesilen koyunları, çeyrekci kasablar da Eğrikapu dışındaki salhanede kesilen koyunları satarlardı. Yeniçeri ağasına hitaben hicrî 1148 (milâdî 1735) tarihli bir fermanda çeyrekci kasablar hakkında çok kıymetli malûmat vardır; o fermandaki notları bugünkü dile çevirerek alıyoruz:
«İstanbuldaki çeyrekci kasab ustaları 19 neferdir (19 çeyrekci kasab gediği; B.: Gedik), kâhyaları, yiğitbaşılan (Esnaf loncası teşkilâtı) ayrıdır; Hazreti Ebâ Eyyubu Ensârî Vakfiyesinde yazılı olduğu veçhile (Fatih Sultan Mehmed vasfı) koyunlarını Eğrikapu dışındaki dört adet salhanede kestirirler; kesdirdikleri koyunların derisini yağını, aynı vakfa bağlı debbağlar ile mumculara satmaya mecburdurlar, koyunlarının yalnız etini alırlar ve satarlar. Eyyubda ve İstanbulda dükkân (açık hava tezgâhı) kurub et satacakları yerler de tesbit edil-mişdir, istanbul içindeki dükkânları Fatih ve Beyazıd Camii şerifleri avlularıdır.»
On yedinci asır ortasında 1648 de yeniçeri ağalarının tagallüb devrinde Koca Bektaş Ağa pençesini ete atmış, Yedikule salhanelerinde yalnız kendi getirtdiği koyunları kesdirtmiş ve etlerini yüksek fiyatla satan diğer kasablara rakip bildiği çeyrekci kasabları da işden men ettirmiş-dir. îstanbul halkının ayaklanması ile o mutegallibe ağalar saltanatı devrildikten sonra çeyrekci kasablar tekrar işe başladılar; Müverrih Nâima Efendi şunları yazıyor: «Bektaş Ağanın koyunları sebebi ile etin okkası 10 akçaya, hattâ 15 akçaya çık-di. Bektaş Ağa Fatih ve Beyazıd Camileri avlularında ve bâzı meydanlarda olan çey< rekci kasabların hepsini kaldırtmıştı. Ağalar devrilince et hemen 8 akçeye indi, sonra tekrar 10 akçeye çıkdı, bu sefer Sadrıâ-zam Koyunemini Ermeni Hasan Ağayı falakaya yatırıp iki yüz-değnek attırdı. Çeyrekci kasablara da izin verildi, semiz etler 8 akçeye bol bol bulunur oldu, halk hayır dua etti.» (B.: Et; Kasab; Bektaş Ağa.)
ÇEYREKCİ KASAB CtVANI — Kalender meşreb şâirler tarafından «Şehrengiz» adı verilen manzum risalelerle medhedilen esnaf güzelleri arasında çeyrekci kasab ci-
vanlarına da rastlanır; şehrengiz yollu yazılmış ve «Hûbannâmei Nevedâ>;. adını taşıyan manzum mecmuada çeyrekci civanı şu beyitlerle övülmüşdür:
Olsa dahi alnı beyoğlundan ak Kasabdır ol civan cellâda yamak Meydan ustasının kuzusu şehbaz Çeyrekci dirler ki bıçaklı haylaz Târi kâkülünde itmezse ber dar Atar uşşâkını cengaale gaddar.
ÇEYREKOĞULLARI — Safranbolu'dan İstanbul'a toplu göçlere ön ayak olmuş dört büyük aileden biridir (diğerleri Mu-radoğulları, Garib ağaoğullar, Kaymakcı-oğulları; B.: Safranbo],ülı4lar). Safranbo-lunun Yörük köyünün en muteber âilesidir, Safranbolu'da bunlara Karaköylüler derler ki, bu lâkab da istanbul'da Ka-raköydeki meşhur börekçi fırınını bunların kurmuş olmasından gelir. (Meşhur fırın 1958 istimlâkinde yıkdırıldı). İstaııbula iki kardeş olarak göçmüşlerdir; biri Çeyrekzâde Hacı Mehmed Şâkir Efendi, diğeri Ceyrekzâde Kanbur Mustafa E-, fendidir. Mehmed Şâkir Efendi 1926 da vefat etti; Ali Efendi, Mehmed Efendi ve Kâzım Efendi isimlerinde uç oğlu ve Hatice Hanım adında bir kızı vardır; bunlardan Mahmud Efendi ölmüşdür; Ali Efendinin iki kızı, Mehmed Efendinin ismail ve Hafız Hasan isminde iki oğlu, Kâzım Efendinin de Şâkir ve Rıza isminde iki oğlu olmuş-dur.
Ceyrekoğullarmdan ilk gelen iki kar-deşden ikinci kolun başı Kanbur Mustafa Efendi vefat etmişdir; Hasan ve Hüseyin adında iki oğlu ve bir kızı olmuşdur. Hasan Bey vefat etmiştir, meşhur «Hasanbey Gazoz Fabrikasının» sahibi ve kurucusu olan zâttır. Hüseyin bey de hâlen (1936) Kara-köy Fırınının sahibidir. Çeyrekoğulları ailesinin bu kolu Boğaziçinin Anadolu kıyısında Kanlıca ile Çubukluda yerleşmişlerdir (1936).
Ahmed Baha GÖKOĞLU
ÇIBAN — Türlü isimleri ile cild üzerinde görülen şiş ve kabarcık, irinli, cerahatli malûm yaralar; çıbanın tıbbî tarifi ve menşe leri, sebepleri bu ansiklopedinin konusu dışındadır.
İstanbulun hâneberduş pırpırlar argosunda frengi hastalığına «çıban» denilir; misâl:
iki âdembaba konuşur (B.: Âdemba-
ba): .
-
Ulan sakın ha Zeybekle haniş yapa
yım deme...
-
Neden ulan?
-
Çıban da ondan...
-
Deme be... Ulan dün gece onunla
yattım be!... Ulan yakdıysa beni boğarını
onu be...
Yine aynı güruhun ağzında oğlan memesi anlamında da kullanılır; misâl:
Bir kaldırım fahişesi bir mürâhik pırpırıya sırnaşıor:
— Çakalını., horozum... Senin çıbanla
rını sevsinler, emsinler!..
* Bir işin kötüye sarmasına, kavga
çıkmasına sebep olmak, yok yere mesele çı
karmak anlamında halk ağzı deyim: «Çı
ban başı koparmak»; misâller:
— Şu herifi görüyor musun, falan yer
de alelade, küçük bir kâtibdir, işin düşer,
aylarca uğraşır, bütün evrakın tamamla
nır, müdürün imzasına kalmış değil mi,
eğer bu herife çilingir harcını vermezsen,
bir çıban başı koparır, seni haftalarca daha
uğraştırır alimallah...
* — Hasan mı? Ben onunla bir yere
gitmem.
— Neden?
— Nereye gitse çıbanbaşı koparır, be
lâya sokar yanmdakini.
ÇIFIT — Batı Türkçesinde ((Yahudi, Musevî).- anlamında; avâmî tâbirdir; mecazen: «son derece inadçı.»
' ÇIFIT BATAĞI — «Yahudilerin batak havuzu (H. Kâzım, Büyük Türk Lügati)». Musevi dininde de şer'i temizlik, boy abdesti, gusül vardır; fakat müslüman ab-destinden farklıdır, kendi usullerince bir havuza dalıp çıkarlar. Bundan ötürüdür ki İstanbulda mûsevi ekseriyetinin iskân ettiği semtlerde yapılmış çarşı hamamlarına, soğukluk yanına, veya ayakyollan yanına mûsevüere mahsus havuzlu bir halvet yapılırdı ve bunlara «çıfıt batağı» denilirdi (B.: Balat Hamamı). Hüseyin Kâzım Bey'in tarifi çok mübhem, çok noksandır; bu tâbir, bizim kaydettiğimiz şekilde, istanbul'un iki üç çarşı hamamının mûsevi gusülhâneleri için kullanümışdır; mûseviler «Perüâ» derler.
ÇIFITBURGAZ KÖYÜ, ÇIFITBURGAZ PANAYIRI — Çıfıtburgaz Köyü, Mehmed
Eşref Beyin 1324 (Milâdî 1906) tarihli istanbul civarı haritasında Bakırköyü üe Kavas köyü arasında gösterilmiştir. Zamanımızda «Esenler»; adını taşımaktadır (B.: Esenler).
Balkan Harbine gelinceye kadar Çıfıtburgaz köyünde her yü ağustos ayının 25, 26 ve 27 nci günlerinde, üç gün devam eden bir panayır kurulurdu; istanbul civarında kurulan en büyük, en şenlikli panayırlardan biri idi.
ÇIFIT CÜCE — On altıncı asır sonlarında yaşamış saray dalkavuklarından bir mûsevi, Üçüncü Sultan Murad'ın nedimlerinden, asıl adı bilinmiyor.
Haliç'de Hasköylü idi; laubali nekreliği ile evvelâ semtinde büyük bir şöhret olmuş, adı padişah kulağına kadar giderek saray cüceleri arasına alınmışdı (B.: Cüce). Kısa bir zaman içinde haremihümâyunun en faal rüşvet vâsıtası olmuş, kendisi de aldığı ondalıklarla muazzam bir servet yapmıştı. Fakat lâtifeelrinde küstahlık derecesinde aşırı gitmesi ve haremdeki kadınlara yaptığı edebsizce şakalar yüzünden gözden düşerek 1593 de saraydan kovuldu, bütün malları müsadere edildikten sonra Hasköy-de oturan anasının ve şâir yakınlarının yanma gönderilerek ölünceye kadar evinden çıkması ve halk ile teması yasak edildi; Çıfıt Cücenin saraydan kovulduğu 1593 yılı hicrî takvimde "1002 senesine rastlar ki, devrin zürefâsından biri Çıfıt Cücenin felâketine: «Yanlış poh yidi» cümlesini 1002 senesi üzerine tarih düşürmüşdür.
Bibi.: Selânikli Tarihi.
ÇIFIT ÇARŞISI — Halk ağzı argo deyim: «nifak, fesad dolu, dolayısile hain') anlamında; misâl:
Bir ustaya hitâb ile:
— Çırağının bakışlarını beğenmedim, delikanlının içi çıfıtçarşısı, dikkat et!... *
Safa nmduğum yolun Zindan çıkdı karşısı Nigârdan yana bahtım Topal kanbur şaşısı Cîvan seveyim dedim İçi çıfıt çarşısı.
ÇIFIT HAMAMI — Cibâli Yenikapu sunda Abdülezelpaşa Caddesinde, bu caddenin Miralay Nazm Bey Sokağı ile olan ka-vuşağı köşesindedir; bulunduğu mevkie
ÇIFIT KAPUSU
— 3890 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3891
ÇIĞIRAÇAN (İ. Hilmi)
nisbetle Cibâli Yenikapusu Hamamı diye anılır (B.: Cibâli Yenikapusu Hamamı). Çıfıt Hamamı ismi avam ağzındaki adı olup içinde mûsevilere mahsus bir gasil hücresinin bulunması dolayısı ile takılmışdır. Müslümanların ((batak havuzu» dedikleri bu höcreler Yenikapu, Balat, Hasköy, gibi sekenesinin geniş çoğunluğu mûsevi olan semtlerdeki çarşı hamamlarının hepsinde bulunur; bundan o hamamların münhasıran mûsevilere mahsus olduğu mânası çıkarılmamalıdır (B.: Hamam).
ÇIFIT KAPUSU — îstanbul Surlarının Haliç boyundaki kapulanndan Yeni Camiin önündeki kapunun türkler tarafından konmuş adı.
Yeni Camiin inşâsından önce sur içinde o bölge bir yahudi mahallesi idi. îstanbul halkı ağzında «Yahudiler», diye anılırdı; oda oda kiraya verilen ve her birinin içinde 30-40 aile barınan ve Yahudhâna denilen büyük binalar var idi ki îstanbulun ilk apartrmanlarıdır (B.: Yahudhâne). O kale kapusuna bundan ötürü «Çıfıt Kapu-su» denilmişdi.
Üçüncü Sultan Murad'm zevcesi ve Ü-çüneüNSultan Mehmed'in anası Safiye Sultanın hayhveseri olarak Yeni Camiin temeli Üçüncü Sultan Mehmed'in zamanında 1597 yılında atıldı;, 1603 de padişah, 1605 de camii yaptıran anası Safiye Sultan ölünce camiin yapısı durdu ve bina 1660 senesine kadar, yarını asır öylece-metrûk kaldı, büyük yahudi mahallesinde âdeta unutuldu. 1660 da Dördüncü Sultan Mehmed'in anası Hatice Turhan Sultan büyük bir cami yaptırmaya karar verince, devrin sadrı-âzâmı Köprülü Mehmed Pasa, Valde Sultana Safiye Sultanın yarı kalmış eserini tamamlamasını teklif etti, hem milyonlar tutarında tasarruf sağlanacakdı, hem de Mimar Davud Ağa gibi büyük bir sanatkârın başladığı yapı şaheseri tamamlanacak, kurtarılacak idi; Turhan Sultan vezirin teklifini memnuniyetle kabul etti; Yahudiler Mahallesi arsa ve bina mübadelesi usulü ile istimlâk edildi ve bugün Eminönü dediğimiz bölgedeki mûseviîerden bir kısmı Ba-laida, bir kısmı da Hasköy'de iskân edildiler; yalnız Sinagog muhafaza edildi, diğer binaların hepsi yıkıldı, bir taraftan cami tamamlanır iken, bir yandan da o sahada büyük bir kapalıçarşı (Mısır Çarşısı), Turhan Sultan adına büyük bir çeşme ve bü-
yük bir türbe yapıldı. Muhafaza edilen sinagog (havra) zamanımızda Eminönünde Ege içkili Lokantasının bulunduğu binadır (B.: Turhan Sultan; Mehmed Paşa Köprülü; Yeni Cami; Ege İçkili Lokantası; Kaza Belâ Sandığı).
Yapısı 1663 de tamamlanan Yenicami on dokuzuncu aşıra kadar Valide Camii adı ile anılagelmişdir; camiin önündeki kale kapusu da on dokuzuncu asra kadar eski adını muhafaza etmiş, oraya da yine ((Çıfıt Kapusu» denilmişdir; kapunun adı, Valide Camiine Yeni Cami denilmeye başladıktan sonradır ki değişmiş, «Yeni Cami Kapusu» denilmişdir.
Eminönü meydanı daracık bir yerdi; Yeni Cami Kemeri ve camiin cebhesi eski kale duvarının her iki yanına yapışmış parazit binalarla kaplanmışdı; camie, Eminönü tarafından, Çıfıt Kapusun-dan (Yeni Cami kapusundan) geçilerek girilirdi. Atatürk'ün emri, işaretiyle Yeni Camiin önü açılır iken eski kale duvarının oradaki kısmı, yamanmış parazit binalarla beraber yıkıldı, kaldırıldı, bu arada Çıfıt Kapusu (Yeni Cami Kapusu) da kaldırıldı.
ÇIFTTKAPUSTT YANGINI (14 Muharrem 1015 - 22 Mayıs 1606) — îstanbulun büyük yangınlarından biridir, aşağıdaki satırları Nâima'dan alıyoruz: «Muharremin on dördüncü gecesi fstanbulda Yahud Mahallesinde harik vâki olup Çıfıt Kapusundan Hoca Hanına ve Hocapaşa Hamamına varınca mahalleler ve sokaklar yanıp azîm hasar vâki oldu.»
Bibi. Naîmâ Tarihi, l.
. ÇIĞ (M. Kemal) — Değerli bir arşi-vist ve müzeci; 1914 de Gönen'de doğdu; babasının adı Mehmed Emin, annesinin adı Hafize'dir; Gönen tik Okulunda, Bursa Lisesi Orta kısmında, Balıkesir Lisesinde okudu ve bu liseden diploma aldı; 1940 da Ankara Dil - Tarih - Coğrafya Fakültesini bitirdi ve sırası ile şu vazifelerde bulundu: Töpkapu Sarayı Maarif Arşivi Şefi (1943 -1944); Töpkapu Sarayı Kütübhâne Şefi (1945 - 1953); Töpkapu Sarayı Müzesi Müdür Muavini (1953); hâlen bu vazifededir. Güreşi, futbolu, ata binmeyi sever; el yazması eesrlere meraklıdır; Pek çok yabancı memleket gezmiş görmüşdür (İtalya, Fransa, Almanya, Avusturya, Yugoslavya,
Yunanistan, Bulgaristan, Suriye, Lübnan, Mısır, Suudî Arabistan, Sudan, Habeşistan, Singapur, Hong Kong, Japoyna).
Bayan Muazzez (İtil) ile evli ve iki ev-lâd sahibidir; ingilizce bilir; kitâb halinde neşredilmiş eserleri şunlardır:
((Hattat Hafız Osman Efendi», «Türk Kitab Kapları», «Türk Katığ Sanatı ve E-serleri», «Türk İslâm Eserleri Müzesindeki Minyatürlü Kitablar Katalogu».
Mesleğin de yeri zor doldurulur simalardandır.
Bibi.: Kim Kimdir Ansiklopedisi.
ÇIĞA BALIĞI — «Coka balığı da denilir; Marmara Denizi ile Boğaz dalyanlarında da tutulan balıklardan olup en büyüğü bir metre boyunda ve 5-6 kilo ağırlığın-dadır. Mersin balığı ailesinden olup çığanın burnu asıl mersinin burnundan daha uzun ve kamilen kemikleşmişdir. (B.: Mer-
Çıga Balığı (eRsim: Ömer Tel)
sin Balığı). Üzerindeki beş sıra midyalar vücuduna nisbetle daha büyük ve sivri, rengi daha açık ve sarıcadır. Misbahları asıl mersinin misbahları şekil ve vaziyetindedirler. Bunun eti mersinin etinden daha leziz ve nefisdir.» (Karakin Deveciyan, Balık ve Balıkçılık).
ÇÎĞÎBAÇAN (ibrahim ffilmi) — Çağdaş İstanbul editörleri arasında basmış ve yaymış olduğu kitablarla millî kütübhâne-mize büyük hizmette bulunmuş seçkin bir sima; muhtelif devirlerindeki isimleri ile ((İslâm Kütübhânesi», «Kütübhânei İslâm ve Askerî» ve «Hilmi Kitabevi» nin sâhib ve kurucusu; Ahmed adında fakir bir zâtın oğlu olarak 1880 de Tuna boyunda Tul-ça'da doğdu, ailesi 1883 de İstanbula hicretle Sarıgüzel'de yerleşdi, Hilmi de o semt-de bir mahalle mektebinde okudu. 12-13 yaşlarında iken terzi çıraklığı ile iş hayatına atıldı. Fakat okumaya karşı içinde coşkun bir istek vardı, kitaba, gazeteye, kâğıda, kaleme âşıkdı. Terzilikle bağdaşamadı, ayakları, sabahleyin terzi dükkânına geri geri giderken, fırsat buldukça basın haya-
tının toplandığı Babıâli Caddesine dâima koşarlı kaçdı; iki yü güçlükle tahammül ettikten sonra, henüz onbeş yaşında bir ço-cukdu, 1895 de İkdam gazetesine abone memuru olarak girdi ve rahat bir nefes aldı.
İkdam İstanbul'un en büyük günlük gazetelerinden biri olduğu halde o devrin gazeteleri yüksek tirajlı değildi, içinde okuma aşkı bulunan bu abone memuru çocuk bol vakit buldu ve «Talî Ticaret Mektebi» ne devam etti, ikinci sınıfında iken de mektebi bırakarak, türlü mahrumiyete katlanarak biriktirdiği 5 Osmanlı altını sermaye ile Babıâli caddesinde bir kitabçı dükkânı açtı, 1898 de, onsekiz yaşında iken açdığı bu ilk dükkânı, zamanımızda Cumhuriyet Kütüb-hânesinin bulunduğu yerdir. Ticaret mektebini bırakmış olan bu henüz çocuk kitabçı cami derslerine devam etmeğe başladı ve dinî yayınların ibtidaîliği, gaayesizliği, ehliyetsiz ellerde bulunduğunu görerek, öğrenerek derin teessüre kapıldı, uyanık müs-lümanlık yolunda çalışmaya karar verdi, kitabçı dükkânına «İslâm Kü-tübliânesi» adını koydu, şeyhülislâmlığa müracaat ederek, bu en salahiyetli makaâmm müslüman türkü teııvir için tavsiye edeceği kitabları basıp yaymağa amade olduğunu bildirdi ; her halde pek genç bulunmasından ötürü olacakdır, meşihat, İslâm Kütübhânesi sahibi İbrahim Hilmi Efendinin bu teklifine kayıdsız kaldı! Fakat, buna mukabil kalem sahibi genç zabitler bu küçük kütübhâne-ye sık sık uğramağa başladılar, genç îbra-him Hilmi Beyin şahsında da kendilerine çok yakın bir dost buldular; bir iş, mühim bir iş yapmak, basın hayatı programsız, â-vâre ve perişan kalmış milletine bu yolda bir hizmet için çırpınan ibrahim, Hilmi de bu genç zabitlere şükranla sarıldı, iik gaâ-yesinde'n uzaklaşmayarak, kütübhânesinin adını ((Kütübhânei îslâm ve Askerî» ye çevirdi, büyük bir cesaretle editörlüğe atıldı, bu genç tabiin ilk kılıçlı muharrirleri de Osman Senâî Bey, Ahmed Refik Bey, Cemal Bey (Paşa), Süreyya Bey, Naci Bey (Paşa) oldular.
Sermâyesi kifayetsiz olduğu için büyük kitabları forma forma (zamanımızın tâbiri ile fasiküller hallinde) satışa çıkarıyor, satışdan aldığı para ile yenilerini bas-dırıyordu.
Bir müddet sonra küçük dükkânı dar gelmeye başladı; o tarihlerde Büyük Posta-
ÇIGIRAÇAN (İ. Hilmi)
— 3892 —
İSTANBUL
ANSİKLOPEDİSİ
— 3893 —
ÇIĞIRTKAN
hanenin yeri geniş bir arsa, virane idi, üzerinde salaş dükkânlar vardı, bunlardan bir şekerci dükânım alarak kütübhâneye çevirdi. Burası postahane yapılmak üzere istimlâk edildiğinde, münasib bir yer buluncaya kadar yine Babıâli Caddesinde ve Babıâli (bugükü vilâyet konağı) karşısında bir dükkâna geçti (bu dükkân 195*8 istimlâkinde yıkıldı), nihayet Babıâli Caddesi ile Ca-ğaloğlu Yokuşu kavuşağı köşesinde meşhur kitabcı ve editör Arakel Efendinin büyük dükkânını aldı(Kütübhânei İslâm ve As-keri'nin en ünlü devrinin geçdiği bu meşhur ve büyük dükkân, ki bir ara Muallim Ah-med Hâlid Bey merhumun da kütübhânesi olmüşdur, 1958 istimlâkinde yıkılmışdır); nihayet oradan da yine Babıâli Caddesinde bir bina satın alarak bu satırların yazıldığı sırada Hilmi Kitabevi olan yere nakletmiş-tir (1963).
İbrahim Hilmi Çığıraçan 1908 Meşrutiyetinde gazetecilik hayatını da denedi ki, İstanbulda her geçen gün bir kaç yeni gazetenin çıktığı, bir kaç gazetenin de kapandığı bir devirdir; evvelâ «Millet» adında, Türkiye'de ilk defa resimli bir günlük gazete çıkardı, isonra Ahmed Rasim ve Hüseyin Rahmi gibi iki kalem üstadının iştiraki ile «Boşboğaz» adında haftalık bir mizah gazetesi neşretti, daha sonra da haftalık «Ordu ve Donanma» mecmuasını çıkardı. Fakat İttihat ve Terakki fırka-komitesinin tatörlük baskısı altında vicdan hürri-tecilik yapmanın büyük tehlikesi karşîsırida Millet'i ve Boşboğaz'ı kapadı; ((Ordu ve Donanma» da güzel, fakat çok masraflı bir mecmua idi, devlet himâyesi görmeğe muhtaekı, o da sşhibinin takati yetmediği için kapandı.
Balkan Harbi bozgunu, Birinci Cihan Harbi bozgunu, İstanbulun kara işgal yılları bir kitabcı - editörün müessesesini ayakta tutabilmek için çetin imtihandır, ibrahim Hilmi Bey hem dayandı, hem de uyanma, kalkınma yolunda yayınları üe elinden gelen hizmeti yapmağa çalıştı, mavi bir kapak içinde (ti o zamanlar mavi kitablar diye şöhret almışdır) ve «Millet Kütübhânesi» âdı ile bir seri sosyal kitablar neşretti; kendisi de okuduklarını iş hayatından edindiği görgü ve bilgiye katarak gençliği irşad yolunda, dikkatle okunmaya değer risaleler yazdı : «Avrupalılaşmak», «Türkiye uyan!)) ((Maarifimiz ve Serveti İlmiyemiz^, ((Esbabı hezimet ve felâketiz)); bunlara yine kendi eseri, emeği bir umumî ceb atlası ile
bir Memâliki Osmaniye ceb atlasını ilâve etti. En değerli muallimlerin, mürebbîlerin kalemlerinden çıkmışen temiz, en dikkatli mekteb kitabları basdı.
Mekteb kitablarına da bilhassa Cumhuriyet devrinde çok büyük emek ve hemen bütün maddî varlığını yatırdı. Fakat harf inkılâbında, bilhassa elinde kalan mekteb kitabları yüzünden 1,5 milyon liralık ağır bir maddî zarara uğradı, tonlarla kitabını kesedekâğıdı yapılmak üzere okkaya verdi ve piyasaya olan borçları için de, ev yap-dırmak üzere Yeşilköy'de satın aldığı bir arsayı satarak şerefini kurtardı. Bu darbe, ünlü kitapçıyı birkaç yıl için yeni kitablar basmakdan alakoydu.
Bugünkü adı ile Hilmi Kitabevi, kuruluşundan bu yana büyüklü küçüklü binden fazla eser yayınlamışdır; buraya bir kaç mühim isim almakla iktifa ediyoruz:
Ahmed Refik Beyin «Resimli Büyük Tarihi Umumî» si, ancak 6 cildi basılabilmiş. Balkan Harbinde yarım kalmıştır.
Rus - ,apon seferi, 3 cild;
Osmanlı - Rus seferi, 3 cild;
Abdülhamidin devri saltanatı, 3 cild;
Garb klâsiklerinden tercemeler serisi;
Mavi kapaklı sosyal kitablar serisi;
İntibah Kütübhânesi serisi, 17' kitab; .
Ahmed Refik Beyin «Geçmiş Asırlarda Osmanlı Hayatı» serisi ve diğer eserleri;
Hüseyin Rahmi külliyâtı;
Halid Ziya Uşaklıgil külliyâtı;
Abdülhak Şinâsi Hisar'ın eserleri.
Uzun bir meslek hayatı, altmış dört yıldanberi kitabcı olan İbrahim Hilmi Çı-ğıraçan'm bir editör sıfatı ile millî kütüb-hânemize; tarihimize ve edebiyatımıza hizmetleri pek parlaktır; bu millet bu f anîye şükran borcunu bir gün muhakkak ki, duyacak ve onun adına belki de bir anıd yükseltecektir.
Orta boylu, kumral, az topluca, son derecede titiz, veçhen sakin göründüğü halde gaayet asabî, melih yüzlü, sevimli, pek temiz giyinen, son derecede perhizkâr, mü-keyyefattan yalnız çay ve kahve içer, hiç tütün içmemiş, alkollü içkileri hiç tatma-miştır. ve hiç evlenmemiştir. Kırk seneden beri Yeşilköyde oturmaktadır, kira evindedir. Son yularda tamamen inzivaya çekil-mişdir, kütübhânesine haftada bir, en çok iki gün uğrar. Bu satırların yazıldığı 1963 yümda Ankara Caddesi editörlerinnin en yaşlısı bulunuyordu; mesleğinde iffet ve istikametin de muhakkak ki timsâli idi. 10
Temmuz 1961 tarihinde Konya Lezzet Lokantası elli yıllık devamlı müşterisi olarak İbrahim Hilmi Çığıraçan'ın şerefine büyük bir ziyafet tertib etmişdir. Ankara caddesi editörleri - kitabçıları ise onun bir jübilesini hiçbir zaman düşünmemişlerdir. Büyük kitabcı 1963 de vefat etti ve ölümü ile Hilmi Kitabevi de kapandı.
ÇIĞIR KİTABEYİ — Bu satırların yazıldığı sırada (1964), Ankara Caddesinde,
«Özler» Kırtasiye mağazasının bulunduğu 153 numaralı dükkânda idi; Mustafa Kâmuran Ardakoç adında çocukluğundan beri İstanbul Basın âlemi içinde yaşamış biri tarafından 1935 - 1936 arasında açıl-mısdı. 1938 de Reşad Ekrem Koçu'nun <(Türkiye Seyyahatnâmeleri>.-. adı altında, muhtelif tarihlerde memleketimize gelmiş yabancıların kaleme aldıkları seyyahatnâ-melerin g'aayetle kısa tercemelerinin neşri ile yayın işlerine, editörlüğe baslamısdır ve bu seriden 1938 - 1939 yıllarında aşağıdaki isimlerle 6 kitabcık yayınlanmışdır:
-
— Edmondo de Amicis, 1874 de İs
tanbul (52 sayfa);
-
— Thdophile Deyrolle, 1869 da Trab
zon'dan Erzurum'a (56 sayfa);
-
— Elisabeth Craven, 1786 da Türki
ye (44 sayfa);
-
— Jean de Thevenot, 1655 - 1656 da
İstanbul ve Türkiye (56 sayfa);
-
— Mary Montague, 1855 de Anado-
lunun bir köşesi (28 sayfa) ve Nâfizâde
Ahmed Fuad, Bursa Seyyahatnâmesi (17
sayfa).
Yine Reşad Ekrem Koçu, Çığır Kitabevi adına «Küçük Tarih Serisi» ni tesis etti ve bu seriden de iki kitab çıkarıldı:
1. — Seyyid Vehbi, Surnâme (38 sayfa);
2 — Haşmet, Vilâdetnâme (40 sayfa).
Seyyahatnâmeler serisi 50 kitab ola-cakdı, Küçük Tarih Serisi için de Nişancı Abdi Paşa'nın Vakaayinânıesi, örfi'nin E-dirne Tarihi, Lâtifinin İstanbul Târifnâ-mesi, Abdinin Surnâmesi, Nâbînin Surnâ-mesi, Ubeydullahın Çiçekçiler Tezkiresi ve Saîâhinin Birinci Sultan Mahmud Ruznâ-mesi hazırlanmışdı.
Bu kitabçıklar hakları olan alâka ve rağbeti gördü. Reşad Ekrem'in tavsiyesi ile bir de edebî küçük kitablar serisi kuruldu, bu seriden de üç kitab çıkarıldı:
-
— R. E. Koçu, Çocuklar,
-
— Said Faik, Şahmerdan,
3 — Osman Cemal, Sandalım Geliyor Varda.
Fakat İkinci Cihan Harbinin ağır buhranlı yıllan, kâğıd fiyatlarının sür'atle ve astronomik rakamlarla yükselmesi, Çığır Kitabevinin büyük sermayeyi temsil etmemesi, bu yayın faaliyetini durdurdu. Dükkânın mal sahibi açtığı bir tahliye davasını kazandı. Çığır Kitabevi de kapandı. Uzunca bir zaman yersiz kalan, kitabcüık yolunda ayak işleri gören Mustafa Kâmuran, nihayet yeni sahaflar çarşısında bir dükkân bularak kütübhânesini aynı isimle orada tesis etti,
Dostları ilə paylaş: |