Osman DOGAN
Sivas-2000
Hadîs-i Şerifler Işığında Günlük Duâlar
--------------------------------------------------------------------------------
- Sabah-akşam 7 defa "ümme ecirnî minennâr" diyen cehennemden kurtulur. [Ebu Davud]
- Sabah-akşam, 3 defa, "Bismillâhillezî lâ yedurru maasmihi şeyün fil erdı velâ fissemâi ve hüvessemîul alîm" okuyan, büyücü ve zalimden emin olur. [İ. Mâce]
- Sabah 3 defa, "Eûzü billahis-semîil alîm-i mineşşeytânirracîm" dedikten sonra Besmele ile Haşr suresinin son üç ayetini okuyana, 70 bin melek, akşama kadar duâ eder. O gün ölürse şehit olur. Akşam okursa yine aynı şeylere kavuşur. [Tirmizî]
- Şirkten korunmak için "ümme innî eûzübike min en-üşrike bike şey-en ve ene a'lemü ve estağfiruke li-mâ lâ a'lemü inneke ente allâmülguyûb" okuyun! [İ. Ahmed]
- Sabah-akşam 7 defa "Hasbiyü lâ ilâhe illâ hu, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azîm" okuyanın dünya ve ahiret işine kâfi gelir. [Beyhekî]
- "ümme ma esbaha bî min ni'metin ev bi ehadin min halkıke, fe minke vahdeke lâ şerîke leke, felekel hamdü ve lekeşşükr" duâsını, gündüz okuyan o günün, akşam okuyan o gecenin şükrünü ifâ etmiş olur. [Akşam "esbaha" yerine "emsâ" denir.]
- Sabah-akşam on defa, "Lâ ilâhe illü vahdehü lâ-şerîkeleh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şeyin kadîr" okuyan kimse, kötülüklerden korunur. [Nesâî]
- Bir kimse, sabah-akşam yüz defa "Sübhâni ve bihamdihi" derse, o gün ve o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz. [Deylemî]
- Evden çıkarken "Bismillâhi, tevekkeltü ali, lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah" diyen, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır. [Tirmizî]
- Lâ havle... okumak, doksandokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır. [Ebû Nuaym]
- İmam-ı Rabbanî (ks) Hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" okurdu. Okumaya başlarken ve okuyunca yüzer defa Salevat getirirdi. [Tefsir-i Mazherî]
- Hergün yüz defa salevat getiren, münafıklıktan ve cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur. [Taberânî]
- Günde 25 defa "ümme bâriklî fil mevt ve fî mâ ba'delmevt" okuyan şehit olarak ölür. [Redd-ül Muhtar]
- Gece Âmenerrasulüyü okuyana, her şey için yeterlidir. Bu iki ayeti yatsıdan sonra okuyana, geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir. [Şir'a]
- Eve girerken İhlas suresini okuyan, yoksulluk görmez. [T. Kurtubî]
- Evden çıkarken Âyet-el kürsî okuyana, melekler, evine gelinceye kadar duâ eder. [Eyoğul İlmihâli]
İstiğfâra devam etmek
- İstiğfâra devam eden kimse, her sıkıntıdan kurtulur, ummadığı yerden rızıklanır. [İbni Mâce]
- İstiğfâr olarak "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh" okumalıdır.
- Günde yüz kere "Lâ ilâhe ill" diyen kimsenin, kıyamet gününde yüzü ay gibi parlar. [Taberânî]
- Bir yere gelen, "Eûzü bikelimâtillahittammâti min şerri ma haleka" okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar veremez. [Müslim]
- Sıkıntılı veya borçlu, bin kerre "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" derse, ü teâlâ işini kolaylaştırır. [Şir'a]
- Yatağa girince 3 defa "Estağfirullah el azîm ellezî lâ ilâhe illâ hüvel hayyel kayyûm ve etûbü ileyh okuyan kimsenin günahları, deniz köpüğü kadar pek çok olsa da, affolur. [Tirmizî]
"Sözlerin en güzeli Allah Teâlânın sözleri, yolların en doğrusu O'nun kulu ve rasûlü Hz.Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin yoludur"
HADÎS
Söz ve haber anlamlarına gelen hadîs; Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarından oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şeklidir. Bu mânâda hadîs, sünnet ile eş anlamlıdır. Hadîs kelimesinden türeyen bazı fiiller ise haber vermek, nakletmek gibi anlamlar ifade eder. Hadîs kelimesi zamanla, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden rivâyet edilen haberlerin genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kelime, bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından da, bu anlamda kullanılmıştır.
SÜNNET
Yol, gidiş, tabiat, şeriat, yüz, yüzün görünen yeri, alışılmış yol anlamlarına gelen sünnet kelimesi zamanla "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin söz , fiil ve takrirlerinin bütünü"nü ifade eden bir terim olmuştur.
HADÎSİN YAPISI
Hadîsler birbirinden farklı iki ana kısımdan oluşur: sened ve metin.
Sened; güvenmek, dayanmak anlamına gelen "sened" kelimesi, bir hadîs terimi olarak, metnin başında yeralan ve biri diğerinden almak ve nakletmek suretiyle hadîsi rivâyet eden kişilerin, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve selleme varıncaya kadar sayıldığı kısımdır. Başka bir deyişle, râvîler zincirinin adı olup bu zincir, hadîsin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemden kimler aracılığıyla ve hangi yollarla bize ulaştığını gösterir. Sened daha çok hadîs uzmanları için, hadîsin sıhhatini, yani, hadîsin Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme âit olup olmadığını kontrol edebilmek açısından önem taşımaktadır {bakınız: isnâd, rivâyet, merviyy, tarîk, vecih kelimeleri}
Metin; senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son bulduğu, rivâyet edilen asıl hadîs kısmına verilen isimdir.
Bir hadîsin makbul olup olmadığının araştırılmasında hadîsin bu iki kısmı incelenir: Metin incelemesi/tenkidi, sened incelemesi/tenkidi.
Metin tenkidi, hadîsin metninin incelenmesi ile içinde tutarsızlıkların olup olmadığının, daha kuvvetli ve yaygın hadîslerle çelişip çelişmediğinin araştırılmasıdır. Sened tenkidi ise senedin yapısının incelenmesi ve tarihi bilgilerle râvîlerin ömürlerine bakarak kopukluk olup olmadığının, râvîlerin rivâyete ehil olup olmadığının araştırılmasıdır.
Kabul ve red yönünden hadîsin sened ve metnini inceleyen ilim dalına Hadîs Usûlü denmektedir. Hadîs ilmi temelde rivâyetu'l-hadîs ve dirâyetu'l-hadîs diye iki ana bilim dalına ayrılmaktadır. Rivâyetü'l-hadîs ilmi, Rasûl-i Ekrem'in söz, fiil, takrir ve hallerini; bunların zabt edilip usûlüne uygun olarak sonraki nesillere nakledilmelerini konu edinen hadîs ilim dalıdır. Mustalahu'l-hadîs ve usûlü'l-hadîs diye de isimlendirilen dirayetü'l-hadîs ilmi, "Sened ve metnin durumlarını anlamaya imkan veren kaideler ilmi" olarak tarif edilmektedir. Bu tariften açıkça anlaşılacağı gibi dirayetü'l-hadîs ilmi, genel ve teorik kaideler vaz ederek râvî, rivâyet ve merviyy konularının tetkik ve tenkidine zemin hazırlamaktadır. Zaten usûl, aslın çoğulu olarak, asıllar, kökler, kaynaklar anlamındadır. Kelime olarak yol, yöntem, kaide, düzen ve metod anlamlarına gelen usûl, bir ilmin asıl mevzuundan önce öğrenilmesi gereken esaslar, prensipler, başlangıç bilgileri ve teknikleri demektir. Böyle olunca, hadîs usûlü, hadîs ilminin dayandığı prensipler, hadîs metodolojisi anlamına gelmektedir. "Hadîs usûlcüleri" denilince de hadîs ilminin dirâyete dayanan prensipler bölümü (usûliyyât) ile meşgul olan âlimler (usûliyyûn) akla gelir.
Hadîs ilmi ve alimlerinin emekleri sayesinde İslâm dininin tahrif ve tebdîlden korunması sağlanmış, tespit edilen kaidelerle hadîs rivâyetinde gerekli titizliğin gösterilmesi sağlanmış, zihinlerin hurafeden arındırılması sağlanmıştır.
Hadîs ilmi kapsamında mevcut bilgi alanlarından, müstakil araştırmalara mevzu teşkil edecek muhtevada olanları hakkında bakınız: Cerh ve Ta'dîl İlmi, Hadîs Râvîleri İlmi, Hadîslerin Vürûd Sebepleri İlmi, Ğarîbu'l-Hadîs İlmi, İlelu'l-Hadîs İlmi, Muhtelifu'l-Hadîs İlmi kelimeleri.
BAŞLANGIÇTAN GÜNÜMÜZE KADAR HADÎS İLMİNİN GEÇİRDİĞİ DEVRELER
Hadîs ilimleri tedrîcî bir gelişme göstermiştir. Doğuş Dönemi olarak adlandırılabilecek hicrî I. asrın sonuna kadar uzanan sahâbe asrının iki belirgin özelliği vardır; hadîslerin ashâb-ı kirâm tarafından ezberlenmesi ve hadîslerin yazıya geçirilmesi. Takip eden hicrî II. asrın başından III. asrın evveline kadar süren Tekâmül Döneminde ise hadîs ilimleri gelişmiştir. Bu gelişmenin nedeni olarak; insanlarda hıfz melekesinin zaafa uğraması, zaman diliminin açılması nedeniyle senedlerin uzaması, buna ek olarak hadîs râvîlerinin çoğalması, siyasî ve itikâdî mezhepler ve gruplaşmaların ortaya çıkması gibi olumsuz gelişmeler karşısında İslâm alimlerinin muhtemel zararların önüne geçebilecek tedbirler alma gayretlerini tespit etmek mümkündür. Tekâmül Dönemini hicrî III. asırdan IV. asrın yarısına kadar süren ve "hadîs edebiyatının altın çağı" denmeye sezâ tasnif asrı gelir. Çünkü bu asırda sünnet ve sünnetle ilgili ilimler tam anlamıyla tedvîn ve tasnîf edilmiş, hadîs kitaplarının en değerlileri olan "Kütübü Sitte" bu devrede telif edilmişlerdir. Bereketlenme Dönemi olarak isimlendirilen IV. asrın ortalarından VII. Asrın başlarına kadar uzanan dönemde ulema, geçmiş alimlerin ilk tedvîn devri eserleri üzerine eğildi; bir branşta yazılmış olan muhtelif eserlerdeki bilgileri birleştirdiler, öncekilerin ihmal ettikleri konuları tamamladılar, hadîs ilimleri konusunda tedvin faaliyetleri artarak devam etti. VII. asırdan X. asıra kadar devam eden döneme Olgunlaşma Dönemi denir ki, bu dönemde hadîs ilimlerine ait eserler kemâle ulaşmıştır. Bu ilmin bütün branşlarını içine alan eserler ortaya konmuştur. Duraklama Dönemi adı verilen X. asırdan XIV. asra kadar süren dönemde nazım ve nesir olarak hadîs ilimlerinde özet çalışmalar çoğalmış, konuların derinliklerine girmeksizin önceki müelliflerin sözleri üzerinde lafzî münakaşalar ulemayı meşgul etmiştir. XIV. asırdan günümüze kadar gelen dönem içinde, İslâm dünyasının başka kültür havzalarıyla temasının neticesinde ortaya çıkan tehlikeler, sünnet etrafında oryantalistler tarafından ortaya atılan ve müstağribler tarafından da aynen iktibas edilen ve benimsenen birtakım şüpheler baş gösterdi. Şüphe belirtilen konular etrafında eserler yazmak, onların yanlış ve iftiralarını reddetmek gerekmekteydi. Keza mevcut hadîs ilimleri hakkında telif usulü de yenilemeyi gerektiriyordu. Nitekim ulema bu gerekleri yerine getirdiler ve faydalı, gerçekten orijinalitesi olan eserler artmaya başladı.
HADİS ISTILAHLARI
Her ilim dalının bir terminolojisi olduğu gibi hadîs ilimlerinin de ıstılahları vardır. Hadîs ıstılahları anlaşılmadıkça hadîs usûlü de anlaşılamaz. Hadîs ıstılahları çok sayıda olduğu için aşağıda sadece bir kısmına temas edilecektir:
ADL Râvînin hadîsi bozmadan rivâyet eden dürüst bir müslüman olması...
AHZ Bir şeyhden hadîs almak.
ÂLÎ İSNÂD Herhangi bir hadîsin râvîsi ile kaynağı olan Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem veya o hadîsi rivâyet etmiş bulunan meşhur hadîs imamlarından birisi arasında en az sayıda râvînin bulunduğu veyahut da tanınmış hadîs kitaplarından birinin musannefine arada en az râvî ile ulaşabilen isnaddır.
CÂMİ Akâid, ahkâm, zühd, edeb, tefsîr, siyer, fitneler, menâkib konularındaki hadîsleri toplayan eserlere verilen ad. Örneğin Buhârî'nin Sahîhi bir "câmi" dir.
CERH VE TA'DÎL İLMİ Hadis ilminin bir dalı olup hadîs ilimleri içinde aşağı yukarı en gelişmiş branştır. Bu ilim dalında hadîs râvîlerinin kusurları ve meziyetleri özel terimlerle incelenir. Yani râvîlerin doğruluk ve güvenirlik yönlerinden durumları ortaya konur.
EDÂ Bir hadîsi başkasına rivâyet etmek.
ĞARÎBU'L-HADÎS İLMİ Hadîs metinlerinde geçen, az kullanıldığından dolayı anlaşılması zor kelimelerin açıklanmasıyla uğraşan hadîs ilmi branşı.
HABER-İ VAHİD Bir nesilde bir tek râvî tarafından rivâyet edilen habere denir.
HADÎS CÜZ'Ü Daha ziyade belli bir kişiden gelen hadîsleri toplamak maksadıyla tertip edilen çoğu küçük çapta hadîs kitaplarına verilen ad.
HADÎS RÂVÎLERİ İLMİ Bir anlamda râvîler tarihi demek olan bu hadis ilmi branşı râvîlerin hadîs rivâyeti bakımından tanıtımını yapar.
HADÎSLERİN VÜRÛD SEBEPLERİ İLMİ Hadîs ilminin kapsadığı branşlardan biri olan bu ilim, hadîslerin vürûd sebeplerini, yani niçin ve neden dolayı söylenmiş olduklarını tespit etmeye çalışır. Nüzûl sebeplerini bilmek Kur'ân ayetlerini anlamak bakımından ne kadar gerekli ise, vürûd sebeplerini bilmek de hadîsleri doğru anlamak ve değerlendirmek bakımından o kadar lüzumlu ve önemlidir.
HASEN Adalet cihetiyle sağlam olmakla beraber zabt yönünden bazı zaafları bulunan râvî ya da râvîlerin bulunduğu senede sahip olan hadîstir. Hasen hadîs sahihden aşağı fakat ona yakın, zayıf hadîsden yukarda bir yerdedir.
HIFZ Genellikle râvînin şeyhinden rivâyet ettiği hadîsleri güzelce ezberleyip muhafaza ederek yeri geldiğinde eksiksiz ve fazlasız olarak kendi talebelerine rivâyet edebilme yeteneğine denir.
İHTİCÂC Hadîsten hüküm çıkarmaya denir.
İLELU'L-HADÎS İLMİ Dış görünüş itibariyle sahih denebilecek bir hadîsin, sıhhatini zedeleyen ve ancak konunun uzmanları tarafından anlaşılabilecek gizli kusurlardan bahseden hadîs ilmi dalıdır. Bu gizli kusur hadîsin senedinde, metninde veya her ikisinde birden olabilir.
İLLET Bir hadîste dışarıdan farkedilemeyen ve bu hadîsin sıhhatini yok edecek nitelikteki kusuruna denir.
İRSAL Tabiinin büyüklerinden birinin isnadında sahabiyi atlayıp "Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki" veya "Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şunu yaptı" ve benzeri ifadelerle isnadını Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ulaştırarak O'ndan -sallallahu aleyhi ve sellem- rivâyette bulunmasına denir {bkz. mürsel hadis kelimesi}.
İSNÂD Senedi, yani râvîler zincirini zikretmek.
KÜTÜB-İ SİTTE Altı kitap anlamındadır. Bu altı kitap; İmam Buhârî'nin ve Müslim'in Sahihleri, İmam Ebû Dâvûd, Tirmizî, Neseî ve İbnu Mâce'nin Sünen'leridir.
MAKLÛB HADÎS Râvîlerden birinin metindeki bir lafzı veya isnaddaki bir şahsın ismini yahut nesebini alt-üst etmesiyle; tehir edilmesi (geriye bırakılması) gerekeni takdim (öne almasıyla) veya takdim edilmesi gerekeni tehir etmesiyle veyahut bir şeyin diğerinin yerine konması suretiyle rivâyet edilen hadîse denir.
MAKTU' HADÎS Tabiinden rivâyet edilen söz, fiil ve takrirlerdir.
MERFÛ HADÎS Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ait olan hadîsdir {bkz. ref' kelimesi}.
MERVİYY Bir râvînin rivâyeti; hadîs.
MEVKUF HADÎS Söz veya fiilin sahabiye ait olduğu hadîsdir.
MEVZU HADÎS Uydurulmuş ve hadîs diye ortaya atılmış sözdür. Kimi alimlere göre mevzu hadîs, zayıf hadîslerin en düşük derecesidir. Bir başka görüşe göre de mütevâtir ve mevzu hadîsler, ilki kesin olduğundan, ikincisi de uydurma olduğundan hadîs araştırmalarına dahil edilmezler
MU'CEM Hocaların veya şehirlerin yahut kabilelerin adlarına göre hadîslerin alfabetik olarak sıralandığı kitaplardır. En meşhur mu'cemler, et-Taberânî'nin el-Kebîr, el-Evsât ve es-Sağîr adlı mu'cemleridir.
MUHADDİS Senedleri, illetleri, senedde adı geçen râvîleri, isnâdın âlî ve nâzil olanını bilen, çok sayıda hadîs ezberleyen, Kütüb-i Sitte'yi, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ini, Beyhakî'nin Sünen'ini, Taberânî'nin Mu'cem'ini ve ayrıca bin tane hadîs cüz'ünü dinlemiş olan kimseye denir.
MUHTELİFU'L-HADÎS İLMİ Hadîs ilimlerinin en çetrefili olduğu kabul edilen bu branş, hadîsler arasında görülen anlam çatışma ve çelişmelerini inceler -ki ihtilafların bir kısmı bağdaştırılabilir cinsten bir kısmı da bağdaştırılamaz cinstendir-.
MUSANNEF Çeşitli konulardaki hadîsleri bir araya toplayan hadîs kitaplarına verilen ad.
MÜNKER HADÎS Zayıf bir râvînin, sika râvîye muhâlif olarak rivâyet ettiği hadîstir.
MÜRSEL HADÎS Senedinden bir sahabi düşen hadîstir.
MÜSNED Hadîslerin onları rivâyet eden sahabe adları altında gruplandığı kitaplardır. Mesela önce Ebu Bekir radıyallahu anhın rivâyet ettiği hadîsler, sonra Ömer radıyallahu anhın rivâyet ettiği hadîsler... şeklinde devam eder. Müsnedlerin en meşhuru Ahmed b. Hanbel'in müsnedidir.
MÜSNED HADİS İlk râvîden sonuncu râvîye kadar, senedi muttasıl olarak Rasulüllah sallallahu aleyhi ve selleme ref ' edilen hadîstir.
MÜTEVATİR Yalan üzerine birleşmesi aklen imkansız olan bir grup insanın rivâyet ettiği hadîsdir. Bu şart her tabakada tahakkuk etmelidir. Bu nedenle de mütevatirlerin sayıları pek azdır.Mütevatir hadîse "kesin" gözü ile bakıldığından inkârı tehlikeli görülmüştür.
NAZİL İSNAD Âlî İsnad'ın zıddıdır ve hadîsi rivâyet eden son râvî ile ilk kaynağı olan Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem veya bir hadîs alimi arasında normalin üstünde bir sayıda râvî bulunan isnaddır.
RÂVÎ Hadîsi rivâyet eden kişidir.
REF' Hadîsi, isnadını Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme kadar ulaştırıp merfu' olarak rivâyet etmeye denir {bkz. merfu hadis maddesi}.
RİVÂYET Râvîlerin hadîsleri nakletmesi.
SAHÂBÎ Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi peygamberliği sırasında mü'min olarak gören, mü'min olarak ölen kişilere denir (çoğulu: ashâb veya sahâbe). Ashâb-ı kiram hadîs rivâyeti bakımından iki kısma ayrılmaktadır. Binden fazla hadîs rivâyet etmiş olanlar muksirûn, binden az rivâyet etmiş olanlar mukillûn diye tanımlanır. Muksirun 7 sahabeden oluşmaktadır. Ehli sünnet bilginlerince Rasûlüllahı görme mutluluğuna ermiş olan ashab, hadîs rivâyeti bakımından güven ve itimada layık kabul edilmiştir. Bunun için onlar tenkid (cerh ve tadil) dışı bırakılmıştır.
SAHİH HADÎS Senedinde kopukluk olmayan, bütün râvîleri sika olan, illet ve şazlık bulunmayan hadîslerdir. Başka bir ifadeyle Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme ait olduğuna teknik açıdan herhangi bir şüphe ve tereddüt bulunmayan hadîs demektir.
SAHİHAYN "İki sahih" mânâsına gelen bu tabir İmam Buhârî ve İmam Müslim'in sahihleri için kullanılır. Sahih, terimi ise sahih hadîsleri ihtiva eden kitaplar için kullanılır
SEMA' Hadîs rivâyet metodlarından biri, birincisi ve en önemlisidir. Hadîsi, bizzat şeyh denilen muhaddisle bir araya gelerek, ondan işitmek suretiyle almak şeklinde gerçekleşir.
SENED Hadîsi rivâyet eden râvîler zinciri.
SİKA Adalet ve zabt vasfı taşıyan râvîlere denir.
SÜNEN Yalnızca namaz, oruç, taharet vb. ahkâm hadîslerini içeren kitaplardır. Sünen-i Ebû Dâvûd, Sünen-i Neseî gibi. Sünen kitaplarında genellikle merfu' yani Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme ait hadîsler bulunur.
ŞEYH Bir râvî hadîsi aldığı kişi.
TABİİ Hz.Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabından herhangi birisi ile görüşüp ondan hadîs rivâyet edene verilen isim.
TAHDİS Hadîs rivâyeti...
TÂLİB Bir şeyhden hadîsi alan râvîye verilen ad.
TARÎK Hadisin senedi {ayr. bkz. sened ve vecih kelimeleri}.
TARÎK Bir hadîsin senedine verilen bir diğer isimdir
TEBE-İ TABİİN Tabiilerden sonra gelenler, tabiine tabii olanlar, tabiini takip edenler; kısaca tabiilerle görüşüp onlardan hadîs rivâyet edenlerdir.
VECİH Hadisin senedi {ayr. bkz. sened ve tarîk kelimeleri}.
ZABT Hafızanın kuvvetli olması özelliğidir
ZAYIF HADÎS Râvîleri, sahih ve hasen hadîs râvîlerinin vasıflarını taşımayan hadîslerdir.
Yeryüzünde bazı canlıların özellikleri, hem ilginç, hem de oldukça şaşırtıcı... Bu durum doğanın aslında nice mucizelerle dolu olduğunu da insanlara kanıtlıyor. İşte şaşırtıcı gerçekler:
-Istakozların kanı mavidir.
-Sıçan, deveden daha uzun bir süre susuz kalabilir.
-Erkek güve, dişi güvenin kokusunu 14 km'den alabilir.
-Bazı böcekler kafaları kopmasına rağmen 1 sene yaşayabilirler.
-Zürafa kulaklarını diliyle temizler.
-Çikolata köpekleri öldürebilir. Gerçek çikolata köpeklerin kalbini ve sinir sitemini olumsuz etkiler.
-Yarasalar mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.
-Baykuş, mavi rengi gören tek kuştur.
-İngiltere'deki bütün kuğular, kraliyet ailesine aittir.
-Sadece insanlar ve yunuslar zevk için cinsel ilişkide bulunurlar.
-Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için bir insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.
-Atlar bir aya kadar ayakta kalabilirler.
-Hastalanmayan tek hayvan köpekbalıklarıdır.
Allah öyle yaratmış ki insan hayret ediyor, daha bilmediğimiz neler var...
__________________
Herşeyi bilirim mi diyor gençlik? Herşeyi yaparım mı diyor ihtiyarlık?
Çöllerin gece avcılarından olan kum akrebi, avladığı böcekleri ne görür, ne de seslerini işitir. Onun besinlerini nasıl bulduğu yıllardır merak konusuydu. Laboratuvara getirilen bir kum akrebi üzerinde yapılan tecrübeler çok nadir rastlanan bir av keşfetme mekanizmasına sahip olduğunu gösterdi. Akrebin etrafındaki kum tanesine güve dokunursa, akrep güveye doğru dönerek ilerler ve onu % 90 başarıyla yakalar. Kumdaki çok küçük titreşimler akrebin taarruza geçmesi için yeterlidir. Kum Akrebleri (Paruroctonus mesaensis) geceleri yuvalarından çıkıp karanlıkta faaliyet gösterirler. Her muhtaca ihtiyacına göre veren Rahmet-i sonsuz, akrebe de yaşadığı vasata en uygun av temin etme ve yakalama cihazı vermiştir.
Bu cihaz da sismoğraf gibi çalışan mekanoreseptörlerdir.
Bu akrep, nisbi nemin sıfıra yakın olduğu 70 °C sıcaklığı olan çöllerde yaşar. Kum ancak yeterince nemi emerek birkaç tane çalının yaşamasına imkan tanır. Bu bitkilerin gölgesi altında da bol hayvan çeşitleri yaşar. Akrepler 10 cm. kadar çukur açarak gündüzleri oralarda uyurlar. Kumun 10 cm. altındaki sıcaklık 40 °C, nisbi nem % 90 dır. Kum akrebi 4 gr. ağırlığında, 8 cm uzunluğunda, 5 ila 6 yıl ömrü olan bir canlıdır. Akrep, kuyruğunun ucundaki nörotoksik iğneyle felç ettiği herhangi bir hayvanı yiyebilir. Yapılan bir müşahedede, bir akşam yuvasından çıkan kum akrebinin yuvasının yanında kum üzerinde avını beklediği görülmüştür. Av o akşam gelmezse, birkaç gün hiç hareket etmeden olduğu yerde sabırla bekler. Avlanma sahasına uygun bir av girdiğinde akrebin davranışları değişir. Kıskaçları açılır. Avın herbir hareketi akrebin yön ayarlama mekanizmasını faaliyete geçirerek pusula fonksiyonu görür. Şayet kıskaçları avıyla temas edip onu kıstıramazsa muvakkaten av tekrar hareket edinceye kadar sessizce bekler. Takip ekseriyetle birkaç saniye içinde biter. Akrebin yönünü ava göre ayarlaması için avın kumu titreştirmesi icab eder.
Akrebin bu gizli av yakalama kabiliyeti, daha iyi şekilde Arenivaga investigota adlı çöl hamam böceğini takip ederken görülebilir. Bu hamam böceği kökle beslenir. Kumun üzerinden aşağıya doğru tünel kazar. Hamam böceği akrebin 1,5 metrelik avlanma sahası içinde yuva kazmaya başladığında, akreb avının tam üstüne varıncaya kadar bir dizi yön bulma hareketiyle hedefe iyice yaklaşır. Zira akrebe avının toprağı kazarken çıkardığı titreşimleri alma kabiliyeti verilmiştir. Hamam böceğinin bazı hareketleri akrebi şaşırtabilir. Ancak akreb kıskaçlarıyla hamam böceğine temas edinceye kadar kumu sürekli dürterek titreşimleri almaya devam eder.
Akrepler gece avlarını yakalamada kutikulasının (derinin üst tabakası) hususiyetinden de faydalanır. Onun kutikulası ultraviyole ışığı altında parlak, sarı-yeşil floresans ışığı neşreder. Böylece akrep birkaç metre mesafeyi seçebilir. Akrep 30 cm. uzağındaki kum titreşimlerini hissedebilir, 10 cm. ve daha kısa mesafelerde avın yeri, açısı, mesafesi büyük bir doğrulukla tayin edilir. Kum akrebini, saniyenin binde biri gibi çok kısa bir zamanda büyük bir doğrulukla avına yönelten sırlı mekanizma neydi?
Yıllardan beri yapılan çalışmalar, akrebin avın hasıl ettiği titreşimleri, bacağındaki alıcılarla kaydedip onları beyninde değerlendirerek hareket yönünü ve avının yerini belirlediğini göstermiştir.
Avın çıkardığı titreşimler kum tanecikleriyle akrebe kadar iletilmekteydi. Halbuki jeofizikçiler, kumun mekaniki dalgaları iletmede çok zayıf olduğunu bildirmekteydiler. Zira kum taneleri granüler yapılı ve birbirleriyle iyice yapışmam ıştır. Kum taneleri birbiri üzerinde kaydığından kinetik enerji çabucak kaybolur. Bu durum bilhassa düşük frekanslı, uzun dalga boylu titreşimleri azaltmaya meyillidir. Yüksek frekanslı dalgalar ise, çok kısa olduklarından, taneler kendilerine gelen titreşim ve sinyalleri yansıtıp dağıtırlar. Sinyallerin oluşturduğu dalgalar, yüksek frekanslı olanlarını filtre ederler. Yani kumun düşük, frekanslı dalgaları azaltması ve yüksek frekanslıları dağıtması hususlarından şunu anlarız ki, kum sadece sınırlı frekans alanlarında mekaniki titreşimleri iletebilir. Acaba akrebe kumun hususiyetlerine karşılık ne gibi teknik cihazlar verilmiştir?
Piezo elektrik sismometrelerle yapılan çalışmalar, kumun 1-5 kilohertz band genişliğindeki mekaniki dalgaları iyi şekilde ilettiğini göstermiştir. Hayvanların ekserisinde mekanoreseptörler* 1 kilohertz frekansdaki sinyallere son derece hassasdır. Akreplere diğer hayvanlardan farklı olarak, bacağındaki farklı reseptörlere dalganın ulaşım zamanlarını ayırt edebilme kabiliyeti verilmiştir. Burada enteresan olan şey akrebin yaşadığı vasatın (kumun) ancak düşük hızdaki sinyalleri iletebilecek kapasitede olması ve akrebin de buna uygun teçhizatla donatılmasıdır. Bunlar başlıca hassas kıllar, mahmuzlar, kıvrık tırnaksı yapılar ve slit duyu hücreleri sensilium denen garip yapılardan ibarettir. Hassas kıllar avını keşfetme mekanizmasında mühimdir.
Erişkin bir akrebin 8 bacağı, 4-6 cm. eninde dairevi bir alıcı sahası meydana getirir. Akreb bu alıcı alandan azami tasarruf prensibine göre olanca gücüyle istifade eder. İlk önce o kaynağa yakın alıcıların uyarılması ile daha uzaktaki alıcıların uyarılması arasındaki gecikme zamanından dalga kaynağının gücünü tayin eder. Yani akrep ilk önce uyarılan alıcılarının yönünde dönüş yapar. Alıcı saha yaklaşık 5 cm. çapında ise gecikme zamanı 50 metre yol alan Royleigh dalgası için yaklaşık saniyenin binde biri olur. Saniyede 150 metre seyahat eden P dalgası için gecikme zamanı 3 milisaniye olur. Mesela insan, ses kaynağının yönünü, 10 mikro saniyeden daha az olan iki kulak arasındaki gecikme zamanına dayanarak bulabilir. Ayrıca akrep dalga kaynağının yönünü de dalganın farklı mekanoreseptörleri uyarma şiddetindeki farklılıklardan bulabilir. Dalga yayıldıkça onun amplitüdü (genişliği) azalır. Dolayısıyla dalgadan çıkan enerji de azalır. Kaynağa en yakın alıcılar bu yüzden en şiddetli şekilde uyarılırlar. Normal durumda dalga kaynağına en yakın bacaklar ilk önce ve en şiddetli şekilde uyarılırlar.
1 ile 2 mili saniyelik gecikme zamanları akrebin sola mı, sağa mı döneceğini ve hızını belirler. Ekseriyetle bir mili saniyelik gecikme zamanı hızını, 2 mili saniyelik gecikme zamanı da dönüş yönünü belirler.
Şimdi de insanoğlu akrebe verilen bu harika mekanizmadan faydalanarak deprem dalgaları yeryüzüne ulaşmadan 5-10 dakika önce, daha küçük ses dalgalarını kaydedebilecek sismoğraf çalışmaları yapmaktadır.
* Mekanoreseptör: Mekaniki titreşimleri alan his hücreleri.
Zoolog Arif YILMAZ
Bir arı binlerce çiçekten terkip ettiği balı toplar .Güneşe göre yönünü tayin eder.(Pusulasız) sonra mükemmel bir mühendis gibi geometrik şekillerle o balı sanatlı olarak kovana dizer. Arıya hangi çiçekte bal olduğunu, güneşe göre yön tayininin nasıl yapıldığını , o sanatlı bal inşasını nasıl meydana getireceğini kim öğretti ,akılsız dediğimiz arı bütün bunları nasıl yapıyor?
· Sivrisinek uçmaya başlar başlamaz gelip insanın kanını emmeye kalkar. İnsanın kanının lezzetini ve faydasını ona kim öğretti. Kendisini tehlikede hissettiğinde hemen kanatlanır ve yapılan el darbelerinden ustaca kendini korur havada bu kadar profesyonelce hareket etmeyi hangi pilottan öğrendi.
· Dünyadaki bütün yılan balıkları Bermuda adasının güneyinde yumurtlar ve tekrar geldikleri yere geri dönüp hayatlarını geçirirler.(Akdeniz,Hindistan ve Malezya vs) Yumurtadan çıkan yılan balıklarına babalarını memleketlerine gitmelerini kim fısıldıyor . Pusulasız ilimsiz olan bu hayvanlar tekrar babalarının memleketine ( Hindistan,Malezya,Akdeniz, vs) Nasıl gidiyorlar?
· Tavuk kuluçkaya yatıyor ilk gün ve 20.gün hariç yumurtaları çeviriyor böylece civciv çıkıyor. İlim adamları bu çevirme olayının sıcaklıktan olduğunu zannediyorlardı. Keza kuluçka makinelerin de yumurtanın her tarafına ısı vererek civciv çıkaramaya çalıştılar. Fakat çıkaramadılar .Sonradan yapılan araştırmalarda yumurtanın altına protein biriktiğini bu proteinin civcive eşit olarak verile bilmesi için yumurtanın çevrilmesi gerektiğini keşfettiler.(İlk gün protein birikmez, 20.gün civciv çıkacağı için çevirmeye gerek yok .) Tavuk bütün bunları hangi kimya labaratuvarın da öğrendi,daha sonraki tüm nesillere(tavuklara) bunu kim öğretti.
· Yabani arılar önce yuva yapıp yumurtalarını bu yuvaya bırakırlar . Sonrada çekirgeleri sarhoş edecek kadar zehirleyip o yuvanın önüne koyarak 20 gün sonra doğacak yavrunu et ihtiyacını böylece karşılarlar. Arıya çekirgeyi öldürmeyecek kadar zehir vermesini , doğan yavru anne- babasını hiç görmediği halde yumurtlama zamanı geldiğinde aynı işlemi yapmayı kimden öğrendi?
· Kuşlar öldürülürse(kartal,atmaca ,şahin vs) yılanlar fazlalaşıyor. Yılanlar öldürülürse kurbağalar fazlalaşıyor. Kurbağalar öldürülürse sinekler fazlalaşıyor. Bütün bunların yaşayışını birbirine bağlayıp bu hayret verici düzeni kuran kim?
· Bilindiği gibi yarasalar kördür. Onlar ses dalgaları göndererek cisimlere çarpmazlar . insanlar radarı yarasaya bakarak icat etti .Radarın mükemmeliyeti karşısında hayrete düşen insan yarasanın bunu kimden öğrendiğini görmesi gerekmez mi?
Yazının başlığına bakarak “Tabii ki veterinere götürülürler” dediğinizi duyar gibiyim. Bu dediğiniz bir dereceye kadar doğru. Gerçekten de evde veya çiftlikte yetiştirilen kedi, köpek, inek, koyun gibi evcil hayvanlar hastalanınca veterinere götürülürler. Peki, o zaman soruyu şöyle değiştireyim: “Hastalanan veya yaralanan vahşi hayvanlar ne yaparlar?” Öyle ya, herhalde aslan, ayı, kurt gibi yırtıcı ve vahşi hayvanlar hastalanınca veterinerin yolunu tutacak halleri yok. Ne olacak o zaman?..
Vahşi hayvanların tedavi yöntemleri
Yarattığı her varlığa ihtiyaçlarına göre cevaplar veren Sonsuz Merhamet Sahibi, vahşi hayvanlara hastalandıklarında ne yapmaları gerektiğini de ilham etmiştir.
Mesela aslanlar yaralandıklarında en yakınlarındaki su kaynağına gidip ağızlarına bir miktar su ve toprak alarak çiğnerler. Daha sonra yere tükürerek bir miktar daha yoğurduktan sonra oluşan çamuru yaralarına sürerler. Çamur yarada oluşan mikropları emerek uzaklaştırmanın yanı sıra iyileşmesine faydalı olan maddeleri de yaraya doğru çeker.
Geyik ve karacalar yaralandıklarında yosunlu toprakların üzerine yatarlar. Çünkü yosunlarda yaraları iyileştiren bir tür antibiyotik vardır.
Yarayı yalamanın faydaları
Memeli hayvanlar yaralandıklarında bu kısmı yalarlar. Böylece hayvanın tükürüğünde ve salgısındaki enzimler yarayı iyileştirirken aynı zamanda sinek gibi hayvanların temas etmesini engeller. Eğer yara ağızlarının ulaşamayacağı kadar uzakta ise ya önce pençelerini yalayıp yaralarını temizlerler ya da başka bir hayvandan yardım alırlar. Avustralya’da yaşayan gökkuşağı papağanlarının yaralarına ulaşamadıkları zaman eşlerinin yardımıyla tükürüğünü yaralarına sürerek iyileşmesini sağladıkları bilinmektedir.
Kedi ve köpekler sindirim sistemi rahatsızlıklarında kusabilmek için çimen yerken kurtlar aynı sorunu halletmek için ısırgan otu yerler. Kurtlar, yılan sokması durumunda ise ‘calla palutris’ adlı otu yerler. Halk arasında yılan otu olarak bilinen bu bitkinin kökleri yılan sokmalarına karşı eskiden beri tedavi amaçlı kullanılmaktadır.
Bal meraklısı olarak bildiğimiz ayılar, ayaklarından yaralandıklarında bu uzuvlarını arı kovanına sokar ve balın tedavi edici özelliğinden istifade ederler. Ayılar vücutlarında oluşan yaraları ise ‘ligusticum portri’ isimli bir bitkiye sürtünerek tedavi ederler. Bilim insanları bu bitkinin baş ağrısı, romatizma, soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklara karşı etkili olduğunu tespit etmiştir.
Hayvanlar tedaviyi nerede öğrendi?
Acaba ayıya balın sadece yenmek için değil aynı zamanda tedavi amaçlı kullanılacağını kim öğretmiş dersiniz? Geyik ve karacalar yosunlarda yaraları iyileştirici antibiyotik olduğunu nereden bilmektedirler? Aslanlar tükürük ve çamuru karıştırarak ilaç elde etmesini nasıl akıl edebilmişlerdir? Kurtlar yılan otunu tedavi amaçlı kullanmayı kimden öğrenmişlerdir?
Tüm bu soruların tek bir cevabı vardır: Şafi-i Hakîm, sadece insanlara değil yarattığı tüm varlıkların hâl diliyle yaptıkları dualara en güzel cevabı vererek onlara hastalandıklarında ne yapmaları gerektiğini ilham etmektedir. Yoksa akıl sahibi hiçbir insan; ayıların, aslanların, papağanların, kurtların eczacılık fakültesini bitirdiklerini veya tıp fakültesinden mezun olduklarını iddia edemez.
۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞
۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞
۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞۞ ۞
***Rivayet olunur ki, Sultan II. Mahmud, tebdil gezdiği bir Ramazan gününde Üsküdar'da mücerred bir kunduracının, boş örse çekiç vurarak her hamlede “Tıkandı da tıkandı” dediğine şahit olmuş. Merak saikiyle içeri girip bunun sebebini sormuş. Adamcık anlatmış:
- Bir gece rüya gördüm. Çeşmeler vardı. Bazılarından şarıl şarıl sular akıyor, bazılarından sızıyor, bir tanesi de tıp tıp damlıyordu. O sırada bir pîr-i nuranî belirdi. Ona bu çeşmeleri sordum. "- Şu şarıl şarıl akanlar, padişahımızın talihidir. Sızanlar devlet erkanından filanca paşaların ve falanca zenginlerin talihleridir. Şu damlayan da senin talihindir." deyip kayboldu. Yerden bir çöp aldım ve benim talihim olan çeşmeye yaklaştım. Çöple biraz kurcalayıp lüleyi açmaya çalıştım. Ah, ellerim kurusaydı! Filvaki çöp kırıldı ve artık eski damlalar da damlamaz oldu. O günden sonra müşterim kesildi, kazancım bitti. İflas ettim, bu hale geldim. Şimdi de talihimden şikayet ile "tıkandı da tıkandı" zikriyle boş örsü dövüyorum.
Padişah kendini aşikar etmez ve saraya dönünce adamın söylediklerini tahkike memur gönderir. Meğer adamcağız herkes tarafından "Tıkandı Baba" diye tanınmakta ve nasipsizliğiyle bilinmekteymiş. O kadar ki çeşmeden su doldurmaya gitse kurnayı bir kurbağa tıkar; bir mal almak için pazara uğrasa, ona sıra gelmeden mal bitermiş. Sultan, mübarek Ramazan ayında bu garibi sevindirmek ister ve bir tepsi baklava yapılmasını, her dilimin altına da bir sarı altın konulmasını emreder. Sonra tepsiyi, bir zengin konağından iftarlık geliyormuş gibi gönderir.
Nasipsizlik bu ya; Tıkandı Baba, bir tepsi baklavayı bir iftarda yiyip bitirmek yerine satıp parasıyla birkaç günler iftar etmeyi düşünerek tepsiyi pazara çıkarmaz mı?
Padişah, durumu öğrenip üzülmüşse de niyetine sadakat ile aynı minval üzere ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırıp yine içini altın ile doldurarak Tıkandı Baba'ya yollar. Baba'dan baklava tepsisini satın alarak parsayı toplayan uyanık müşteri, bu sefer yine kapıya dayanıp Baba'nın aklını çelmenin yollarını aramaktadır. Der ki:
- Bre Tıkandı Baba! Sen bir garip ademsin. Tek başına bu hindiyi nice yiyeceksin. Gel sen yine bu hindiyi bana sat.
Pazarlık tamam olup hindi de kanatlanınca, padişah bu derece safderunluğa aşırı derecelerde öfkelenip derhal Tıkandı'yı saraya çağırtır. Çavuşlar eşliğinde iftar vaktine yakın, karga tulumba sarayın yolunu tutan Tıkandı Baba telaşlanır. "Bir suç işlemiş olmalıyım, ama ne ola ki!" diye kara düşünceler içinde huzura alındığında neredeyse bayılmak üzeredir. Bu hale padişahın yüreği dayanmaz ve öfkesi merhamete döner. Sultan, olup bitenleri anlattığı zaman Tıkandı Baba hayretler içinde hünkarın ayaklarına kapanıp, dualar, şükürler okumaya başlar.
Padişah ona son bir hak daha tanımayı isteyip doğruca hazine-i hassa odasındaki altın ve mücevher dolu sandıklardan birinin huzura getirilmesini buyurur. Sandık gelir. Sultan Mahmud selamlık dairesinin çini sobasının altını yoklayıp küreği eline alır ve:
-Tut şu küreği! Sandığa daldır. Ne kadar alırsa hepsini sana bağışladım, der.
Tıkandı Baba, makus talihinin böyle bağteten muradına muvafık harekatından fazlasıyla heyecanlanır. Sevinçten titreye titreye küreği sandığa daldırır. Bir müddet iteleyip çalkalar ve itina ile kaldırırsa da kürek ters daldırılmıştır ve sandıktan ancak sap kısmında bir tek kızıl altın ile çıkar. Baba düşüp bayılır. Şair ruhu taşıyan hisli padişah ise seçili bir üslupla o, tarihe geçen sözünü söyler:
- Vermeyince Ma'bud, ne yapsın Mahmud?.
****Peygambere verilen söz...
Efendimizin mescidde oturduğu bir gün bbir adam geldi ve mahcup bir şekilde :Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah huzuruna gelmeye yüzüm yok der. Efendimiz sebebini sorunca
- Ya Rasulallah ben kumar oynarım, zina ederim bide yalan söylerim dedi.
Efendimiz adama bunların hepsini terketmesini söyler ancak adam hepsini birden terkedemeyceğini ancak bir tanesini terketmenin nefsine zor gelmeyeceğini söyledi. Efendimizde ona "Yalan söyleme" buyurdular.
Adam evine vardı, gece tam yatacağı sırada kumar arkadaşları kapısına geldi. Tam onlarla yola koyulurken efendimize verdiği söz aklına geldi. Sabah namazında kendisine dün kumar oynadın mı derse ne derdi? Yalan söyleyemezdi o anda içine düşeceği mahcubiyeti
farketti ve geri evine döndü.
Biraz sonra diğer arkadaşları ahlaksız bir kadınla kapına geldiler. Adam gene tam gideceği sırada aklına efendimize verdiği söz geldi ve geri evine döndü.
Sabırsızca sabah ezanını bekledi. Ezan okununca hemen mescide koştu. Mescide girince efendimizin kendisini mütebessim bir çehreyle karşıladı. Namaz sonrası efendimizin yanına geldi ve "Ya Rasulallah sen bir tanesini terket dedin vallahi ben hepsini terkediyorum." dedi.
*******
ASLAN'IN ADALETİ
Bir aslan, bir kurt, bir tilki avlanmak için dağlara düşmüşler. Birbirlerine yardım ederek av hayvanlarını adamakıllı yakalamayı, onların yolunu kesmeyi
kurmuşlardı. Üçü de beraberce o geniş ovada birçok av elde etmek niyetindeydiler.
Aslan, onlarla beraber avlanmaktan utanmaktaysa da yine onları ağırladı, onlara yoldaş oldu. Böyle bir padişaha maiyetindeki asker, ancak zahmettir. Fakat
bu “Topluluk rahmettir” deyip onlara uydu. Böyle bir ay, yıldızlarla beraber gezmeden utanır. O, yıldızların içinde ancak onları parlatmak, onlara ihsan
etmek için bulunur.
Reyine, tedbirine benzer isabetli bir rey, yerinde bir tedbir bulunmamakla beraber yine Peygambere “ Şavirhum” emri geldi. Terazide arpa, altınla arkadaş
olmuştur. Fakat bununla arpanın da altın gibi kıymetlenmesi icabetmez.
Ruh, şimdilik kalıba yoldaş olmuştur. (kalıp, ruhu korumaktır). Nitekim köpek de bir zaman için kapıyı korur. Bunlar; kudretli, şevketli aslanın maiyetinde
dağa doğru gittikleri zaman işleri rast geldi, bir dağ öküzü, bir dağ keçisi, bir de semiz tavşan avladılar.
Savaşçı aslanın maiyetinde giden kişinin kebabı, gece olsun, eksik olmaz. Ölmüş yaralanmış, kan içinde bulunan avlarını dağdan çeke, çeke ormana getirince,
kurt ve tilki padişahlara layık bir adaletle av hayvanlarının paylaşılmasına tamahlandılar. İkisinin de tamahı, aslana aksetti, o tamahın sebebini anladı.
Sırların aslanı ve beyi olan, kalpten geçenleri bilir. Kendine gel, ey düşüncelere dalmayı huy edinen gönül! Onun huzurunda kötü düşüncelerden sakın! O
bilir, o anlar, eşeği sükut içinde sürer. Sırrını bildiğini anlatmamak, ayıbını yüzüne vurmamak için de yüzüne güler.
Aslan, onların vesveselerini anladıysa da açmadı, bir şey söylemedi, onları korudu. Fakat kendi kendine “Yoksul hasisler sizi! Ben, sizin cezanızı veririm,
size gösteririm ben! Size benim hükmüm kafi gelmedi mi? Benim ihsanım hususunda zannınız bu mu?
Sizin akıllarınız, reyleriniz de benden; benim dünyamı aydınlatan ihsanlarımdandır. Resim ressamı nasıl ayıplayabilir? Resme o ayıbı, o kötü görünüşü veren
ressamdır. Benim hakkımda böyle hasisçe bir zanna mı düşeceksiniz? Zamanın ayıbı, arı asıl sizsiniz.
Tanrı hakkında kötü zanda bulunanlar, sizin kellenizi uçurmazsam bu işim, hatanın ta kendisidir. Dünyayı sizin ayıbınızdan kurtarayım da bu hikaye, dünya
durdukça söylenip dursun dedi. Aslan bu düşünceyle açıkça gülüyordu. Aslanın gülümsemelerine emin olma. Dünya malı, Tanrının gülümsemeleridir. Bizi bu
suret sarhoş, mağrur ve perişan etmiştir.
Ey Kadri yüce kişi! Sana yoksulluk ve hastalık iyidir. Çünkü o gülümseme nihayet tuzağını kurar, seni düşürür!
Aslan “Bunları payet. Ey koca kurt, adaleti tazele! Pay etmede benim vekilim ol da ne mahiyettesin, meydana çıksın” dedi. Kurt “Padişahım, yaban öküzü senin
payın. O büyük, sen de büyük, iri ve çeviksin. Keçi orta boyda, orta irilikte, onun için benim. Tilki, sen de tavşanı al. Tavşan tam sana münasip” dedi.
Aslan dedi ki: “Ey kurt, hele bir daha söyle, ne dedin? Ben varken sen pay istiyorsun ha! Kurt, ne köpek oluyor ki benim gibi misli, naziri bulunmayan bir
aslanın huzurunda kendisini görüyor, varım sanıyor! Kendini beğenen eşek, ileri gel!” Kurt ileri gelince bir pençe vurup onu parçaladı.
Onda akıl ve isabetli bir tedbir görmeyince cezasını verip derisini yüzdü. Mademki beni görmek, seni kendinden geçirmedi, huzurumda yok olmadın. Böyle cana
inleyerek ölmek gerek. Mademki huzurumda mahvolmadı, boynunu vurmak farz oldu. Tanrı’dan başka her şey fanidir. Mademki onun zatında fani değilsin, varlık
arama!
Bizim hakikatimiz de yok olana “Her şey fanidir” cezası yoktur. Çünkü o “illa” dadır, “La” dan geçmiştir. “illa” da fani olmaz. Kapıda dolaşan, Ben’den,
biz’den dem vuran kapıdan sürülür, “la” makamında dolaşıp durur.
Birisi, bir dostunun kapısına gelip kapıyı çaldı. Dostu “Kapıyı çalan kim?” deyince. “Benim” diye cevap verdi. Dostu “Git, şimdi zamanı değil. Böyle bir
sofra, ham kişinin makamı olamaz. Hamı, ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir, nifaktan ne kurtarabilir? “ dedi .
Adamcağız gitti, tam bir yıl dostunun ayrılığıyla yanıp yakıldı. Yanıp pişerek tekrar döndü, geldi. Dostunun evinin etrafında dolaşmaya başladı. Kapıya
varıp ağzından edepten dışarı bir söz çıkmasın diye yüzlerce korku ile edepli, edepli halkayı çaldı.
Sevgilisi “Kim o?” deyince “Gönlümü alan sevgili sensin” diye cevap verdi. Sevgili “ Mademki bensin, ey ben, gel içeri gir! Ev dar, iki kişi sığmıyor dedi.
İğneye geçirilecek iplik iki ayrı iplik olursa geçmez. Mademki birsin, bu iğneden geç! İpliğin iğne ile münasebeti vardır, geçer. Fakat deve, iğne yordamından
geçmez ki.
Devenin vücudu riyazat ve ibadet maksadından başka bir şeyle incelir mi? Bu işe Tanrı eli kudreti gerektir. Çünkü Tanrı, her hayali, bir iradesiyle var
eder. Her olmayacak şey, onun eliyle mümkün olur; her serkeş onun kokusuyla sakinleşir.
Anadan doğma kör ve alaca illetine tutulmuş kişiler nedir ki? Onları bir tarafa bırak; ölü bile o aziz Tanrının afsuniyle dirilir. Ölüden daha ölü yokluk
bile, onun var etme avucunda muztar kalır, (varlığa bürünür).
Külle yevmin hüve fi’şe’n ayetini oku da onu katiyyen işsiz, güçsüz bilme. En az işi bu dünyaya her gün üç bölük asker yollamasıdır. Bir bölük asker, rahimde
(çocukların) yetişip yeşermesi için babaların bellerinden analarına gider.
Bir bölük asker, dünyayı erkek ve kadınla doldurmak üzere rahimlerden bu yeryüzüne sefer eder. Bir bölüğü de herkesin yaptığı işin karşılığını görmesi için
yeryüzünden ecel tarafına yürür. Bu sözün sonu yoktur. Kendine gel de iki temiz dostun hikayesine dön!
Sevgilisi “Ey tamamı ile ben olan, içeri gir. Yeşillikteki gül ve diken gibi aykırı değilsin. İplik bir oldu, artık ey yanlışlık, ortadan kalk! Kaf ve Nun
harflerini iki görürsen de hakikatte bir-dir” dedi. Yokluğu, büyük ve müşkül işleri cezbetmek için Kaf ve Nun çekicidir.
İş yapma hususunda bir olmakla beraber halat, surette iki kattır. İster iki ayak olsun, ister dört... Yol yürür. Makasa benzer, iki ağızlı olduğu halde
birden keser. Bez yıkayan iki arkadaşa bak. Görünüşte o, buna aykırı iş görmekte.
Birisi bezi suya sokar, öbür arkadaşı kurutur. Sonra yine öteki ıslatır. Sanki birbirlerine aykırı iş görürler. Fakat, ey genç! Görünüşte birbirlerinin
zıddına iş görür gibi olan bu iki arkadaşın gönülleri de birdir, yaptıkları iş de.
Her Peygamberin, her velinin bir mesleği vardır. Fakat değil mi ki hepsi halkı Hak’ka ulaştırıyor, birdir. Dinleyenler, onların sözlerinden uykuya daldılar
mı... Değirmenin taşlarını su götürdü demektir. Bu suyun akışı, değirmene sizin için gitmektedir. Fakat değirmene ihtiyacınız kalmadığı için değirmenci,
suyu yatağına koyuverdi, asıl dereye akıttı.
Söz söyleme kudreti, öğretmek için ağza gelir; yoksa o sözün ayrı bir mecrası vardır. Sessizce, akışı tekerrür etmeksizin, bir akan cüz’ü bir daha akmaksızın
ta... altında nehirler akan gül bahçelerine kadar akıp gider.
Tanrı, harfsiz söz beliren o makamı, canımıza sen göster. Ki pak can, başını ayak yapıp yokluğun o uzak ve geniş sahasına koşsun. Yokluk alemi, pek geniş
ve hudutsuz bir alemdir. Bu hayal ve varlık, o alemden yüzlerce gıda alır, o alemden belirir, beslenir. Hayaller, yokluk alemine nispetle dardır. Onun
için hayal, darlık ve sıkıntıya sebep olur.
Varlık da hayalden daha dardır. O yüzden aylar, bu alemde hilal gibi görünür. Duygu ve renk aleminin, yani bu dünyanın varlığı ise... yokluğa, hayale ve
varlığa nispetle büsbütün dardır, adeta daracık bir zindandır.
Alemdeki terkip ve sayı, darlığa sebeptir. Fakat bizi duygularımız, terkip alemine çekip durmaktadır. O duygularla birlik alemini bil, eğer birlik alemini
diliyorsan o tarafa yürü. Kün emri, bir tek iş yapar, fakat sözde Kaf ve Nun harflerinden meydana gelmiştir. Manası, yine tek ve saftır. Bu söze nihayet
yoktur. Dön de o kurdun o savaşta ne olduğunu anlat.
O yüce aslan; iki baş, iki üstünlük kalmasın diye kurdun başını kopardı. Koca kurt! Mademki padişahın huzurunda kendini ölü saymadın, cezanı gör. İşte”
Fentekamna minhüm?” budur. Sonra yüzünü tilkiye dönüp “Hadi, bunları yememiz için pay et” dedi.
Tilki secde edip dedi ki: “Bu semiz öküz, ey emin padişah, kuşluk yemeğin. O keçiden de bahtı aydın padişaha gün ortasında yemesi için bir yahni olur. Tavşan
da lutuf ve kerem sahibi padişahın akşam yemeğidir.”
Aslan “Tilki, adaleti parlattın, apaydın bir hale getirdin. Bu çeşit pay etmeyi kimden öğrendin? Ey ulu kişi! Bu pay edişi nereden belledin? “ deyince Tilki
dedi ki “ Padişahım, kurdun halinden!” Bunun üzerine aslan “ Mademki sen bizim aşkımıza kendini rehin ettin; üçü de senin olsun, üçünü de al, git.
Ey tilki, sen baştanbaşa bizim oldun, seni nasıl incitebilirim? Mademki sen, biz oldun; Biz de seniniz, bütün avlar da. Ayağını yedinci kat göğün üstüne
bas, yüksel. Alçak kurttan ibret aldığın için artık sen, tilki değilsin, benim aslanımsın” dedi.
Akıllı o kişidir ki çekinilen belada dostların ölümünden ibret alır. O zaman tilki “ Aslan, bana bunu kurttan sonra teklif ette” diye yüzlerce şükürde bulundu.
“ Eğer önce bana, bunu pay et, diye teklif etseydi, ondan canımı kurtarmama imkan mı vardı? “ diye şükürler etti.
Şu halde bizden de Tanrıya şükürler olsun ki, bizi ancak helak olanlardan sonra dünyaya getirdi. Bu suretle Hak’ın, geçmiş zamanlarda gelip geçen kavimleri
nasıl helak ettiğini duyduk. Nihayet, o önce gelip geçen kurtların halini duyup da tilki gibi kendimizi koruyabiliriz.
İşte Tanrının o hak Peygamberi, o sözü doğru peygamber, bize bu yüzden “Acınmış ümmet” adını taktı. Ey ulular, o kurtların kemiklerini, tüylerini apaçık
görün de bu halden ibret alın! Akıllı, bu varlığı, bu kibir ve gururu terk eder; çünkü Firavun’un halini hatıra getirir. Eğer ululanmayı bırakmaz, ibret
almazsa onun azgınlığından başkaları ibret alır!
Nuh “Ey serkeşler! Ben, ben değilim. Ben, canımdan öldüm, varlığımı terk ettim. Tanrı ile diriyim. İnsanlık duygularımı değiştirdiğim için Tanrı bana duyuş,
anlayış, görüş oldu. Çünkü ben, ben değilim. Bu nefes ondandır. Bu sözün karşısında söz söyleyen, inkarda bulunan kafirdir” dedi.
Bu tilki suretinde aslan gizlidir. Bu tilkinin bulunduğu yerde yiğitlik taslamağa gelmez. Suretine bakıp aslan olduğuna inanmıyorsan ondan aslan kükreyişini
de duymuyor musun? Nuh’ta Tanrıdan bir kudret yoktu da bütün dünyayı neden birbirine vurdu?
Bir vücutta yüz binlerce aslan vardı. O, ateş gibiydi, alemse bir harman. Harman, onun onda bir hakkını gözetmeyince o da harmana böyle bir şuleyi saldı,
yakıp kül etti. Kim, bu gizli aslanın önünde kurt gibi ağız açıp edepten dışarı konursa,
Aslan, kurdu nasıl paraladıysa onu da paralar, ona nasıl “ Fentekamna” ayetini okuduysa buna da okur. Aslan pençeyi yer. Aslanın önünde yiğitlik satanın
aklı yoktur. Keşke o yara yalnız vücuda gelseydi de gönül ve iman selamette kalsaydı... Söz buraya gelince kuvvetim kesildi. Bu sırrı nasıl açayım?
O tilki gibi siz de boğazınızı az düşünün, onun huzurunda hileye az sapın. Huzurunda bütün bizi, beni terk edin... Mülk, onun mülküdür; mülkü ona teslim
edin. Doğru yola yoksulca gelirseniz aslan da sizindir, aslanın avladığı av da sizin.
Çünkü o, paktır; Sübhan, onun vasfıdır. O, batını şeylerden de müstağnidir, zahiri şeylerden de. Ondaki her türlü av, her çeşit ikram ve ihsan o padişahın
kulları içindir. Padişahın hiçbir şeye tamahı yoktur, O, bütün bu devleti halk için düzüp koşmuştur; ne mutlu anlayana!
Dünyanın ve ahiretin devletleri; devleti, dünyayı ve ahireti yaratan kişinin ne işine yarar? Şu halde Süphannın huzurunda gönlünüzü koruyun ki sonra kötü
düşünceden utanmayasınız. Çünkü o; halis sütün içindeki siyah kıl gibi bütün gizli şeyleri, düşünceleri arayıp taramayı...her şeyi görür.
Suretten geçip gönlünü arıtan kişi, gayp suretlerine ayna olur. Şüphe yok, sırrımızı anlar; çünkü mümin, müminin aynasıdır. Nakdimizi mehenge urunca derhal
yakini şüpheden ayırt eder. Canı, nakitlerin mehengi olunca elbette ayarı sağlam olanı da görür, kalp olanı da.
Hatırlarsan duymuşsundur; padişahların böyle bir adeti vardı: Sol taraflarında yiğitler, bahadırlar dururdu, çünkü kalp vücudun sol tarafındadır. Defterdarlarla
hesap memurlarının ve kalem ehli olanların makamı sağ taraflarındaydı. Çünkü yazı yazmak ve bir şeyi tespit etmek sağ elin işidir.
Sofilere karşılarında yer verirlerdi. Zira onlar, can aynasıdırlar, hatta aynadan da iyidirler. Gönül aynasının bikir suretleri kabul etmesi o aynada bu
görülmemiş suretlerin görünmesi için kalplerini zikirle, fikirle cilalamışlardır.
Yaratılış sulbünden temiz ve güzel doğan kişinin önüne ayna koymak gerektir. Güzel yüz, aynaya aşık olduğu gibi cana cila, kalplere de temizlik verir.
Mesnevi'den Hikayeler
Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp, "Benim büyük bir derdim var!" deme, derdine dönüp "benim büyük bir Rabbim var!" de.
Bugün geriye kalan ömrümün ilk günü
Koray Çetinol
*******
Dostları ilə paylaş: |