BAŞKAN – Konuşmalarından dolayı Sayın Centel’e teşekkür ediyorum.
Son sözü, Sayın Bülent Pirler’e veriyorum.
BÜLENT PİRLER (TİSK Genel Sekreteri) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Efendim, öncelikle, Ankara'da soğuk günler yaşanıyor, ayrıca da çok sıcak bir gündem yaşanıyor. Herhalde bu soğuk günler ve sıcak gündem beni hasta etti. Ama Türkiye'ye umarım yeni sorunlar yaratmadan bugünleri atlatırız dileğiyle başlamak istiyorum.
Efendim, konu gerçekten çok önemli ve bu çerçevede de baktığımızda, endüstri ilişkileri sisteminin baştan aşağı yenilendiğini bir kere bilmemiz gerekiyor. Endüstri ilişkileri sistemimiz yepyeni bir boyuta getiriliyor ve bu büyük bir telaş içerisinde zorlamalarla, yaptırımlarla, erken seçim sürecinin getirdiği oynamalarla bir noktaya gidiyor. Ne yazık ki, buna uyum sağlamada işyerlerinin, hatta çalışan ve çalıştıranların büyük sorunlarla karşılaştığını şimdiden söylemek istiyorum.
Tabiî ki konuşmamda sizlere öncelikle bir ufuk turu yaptırmamız gerekiyor diye düşünüyorum. Çünkü, Türkiye'de yasalar yapılıyor, ama yasalar yapılırken de şu sözleşmeye göre yapılıyor, AB’nin şu normuna göre yapılıyor, vesaire... Doğru, yapılıyor bunlar. Fakat, Türkiye'de yasalar uygulanıyor mu? İşte, orada sorunlar çıkıyor. Yasalar uygulanmadıkça da ve onun üzerine de yeni yasalar yapılıyor ve bunlar da yepyeni sorunlar doğuruyor. Tabiî bunların bir nedeni var, bu yeni yasalar yapılırken çok dikkatli bakmamız gerekiyor. Çünkü, şunu Türkiye'de hiç hesaplamadık daha: Türkiye'de sosyal sistemin ekonomi üzerindeki yükü nedir?.. Daha bugüne kadar kimse bunu oturup hesaplamadı. Ha, bütün mükellefiyetleri kabul ediyoruz, sosyal sisteme ilişkin bütün yükler geliyor üstümüze oturuyor, fakat biz daha bu yükler ne getiriyor, bu ekonomiyi ne yapıyor, ne ediyor ve nasıl sarsıyor; daha oturup bunun hesabını yapmıyoruz. Olsun!.. Ama yapılıyor. Çünkü kurallar var. Ama Türkiye gerçekleri ne tarafta, ona bakılmıyor. Çok ilginç bir tezatla karşı karşıyayız. Bunu çok iyi değerlendirmek gerekiyor.
Son olarak da, zaten birkaç tabloyu sunduktan sonra, son gelişmeleri size aktarmak istiyorum.
Efendim, dünyada artık üç temel kavram var. Üç temel kavramın bir tanesi, ekonomik anlamdaki rekabet gücü. İkincisi, sosyal planda istihdam; istihdam ve işsizlik... Tabiî, buna sosyal güvenlik politikalarını da eklemek gerekiyor. Üçüncüsü de, endüstri ilişkileri anlamında da esneklik ve korumacılığın dengeli biçimde gerçekleştirilmesi. Bu üç unsur birbirinden ayrı değil. Üçünü de birbirinden ayrı uygularsanız sonuçlar ülke aleyhine dönüşür. Bunların içinden birini çekip alırsanız, çok rahatlıkla söylüyorum, sonuç yine başarısızlığa dönüşür. O bakımdan, bunların üçünün işlevsel hale getirilmesi ve dengeli şekilde uygulanması bir zorunluluk olarak karşımıza çıkıyor.
Gelişmiş ülkeleri incelediğimizde de şunu görüyoruz: Gelişmiş ülkeler şu üç kavramı dengeli biçimde uyguluyorlar; ama, Türkiye'ye baktığımızda bunun dengeli biçimde uygulandığını söylemek mümkün değil. Bunun da örneklerini birkaç tabloyla açıklamakta fayda var. Hemen Türkiye'ye bakmak çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum. İşte, Türkiye'nin rekabet gücü sıralaması... 1994 yılında 31. sırada iken, 2002 yılında 46. sıradayız ki, dikkat edilecek olursa, biz bu arada, yani 1994’ten beri hiç şöyle birazcık da 1994’ün de üstüne çıkabilecek yahut da onun seviyesine gelebilecek bir yere de gelememişiz, hep gerilemişiz.
İş ve yatırım yapmaya elverişli ülkeler sıralaması; işte rakamlar ortada. Şimdi burada çok dikkat çekici rakamlara lütfen bakın, şu Hollanda, İngiltere, ABD, Kanada... Bir de bizim kendi ülkelerimize bakın, Çin idi, Bulgaristan idi, Türkiye 37-43. Ama buradaki ilgi çekici olan unsur da şu: Bizim rakibimiz durumunda olan ülkeler, çünkü iş ve yatırım yapmaya elverişli ülkeler. Türkiye gerilerken onlar bizim gibi gerilemiyorlar. Artık son yıllarda bizim üstümüze çıkmaya başladılar. Kötü olan unsur bu. Yani, biz gerilerken, geçmişte bizim altımızda olan ülkeler, bizim üstümüze çıkmaya başladılar.
Yabancı yatırım girişlerine baktığımızda, artık söylemeye gerek yok, yine şu yukarıdaki ülkelere bakalım : Fransa, Hollanda, Brezilya, Almanya, İrlanda diye gidiyor. Türkiye neredeyse binde 1’lik bir payı bile zar zor alıyoruz milyon dolar olarak baktığımızda... Altımızdaki ülkelere de bakarsak, çok daha ilginç olur diye düşünüyorum.
Ekonomik özgürlükler endeksinde de yukarıdaki ülkelere bakalım. Türkiye yine 1995 yılında 57. sırada. 1999 yılında 72. sırada. Şimdi, 2001’de de daha aşağı indi, ki 75. sıradayız; onu da vurgulayayım.
Seçilmiş ülkelerde kişi başına gayri safi millî hasıla düzeyleri... İşte, Türkiye açısından kritik nokta bu. Deminden beri zaten ülkelere baktık, işte Lüksemburg, Amerika, Fransa, Hollanda, işte 25 bin dolar, 30 bin dolar, 32 bin dolar diye gidiyor rakamlar. Avrupa Birliğinin en düşük seviyedeki ülkesi, onu da özellikle verdik- ki, Portekiz’de kişi başına 11 bin dolar. Dünya ortalaması 5 bin dolar, biz 2 200 dolarız.
Şimdi, bir kere şunu söylemek gerekir: ILO denilen Uluslararası Çalışma Teşkilatının 8 tane sözleşmesi var, bunların hepsini Türkiye onayladı. 8 tane sözleşmenin 203 dünya ülkesinden 69’u daha bu 8 temel sözleşmeyi onaylamamış durumda ki, 158 sayılı Sözleşmeyi de 203 tane dünya ülkesinden 30 tane dünya ülkesi onayladı. Baktığımızda, Türkiye büyük bir cesaret göstererek, ekonomik durumunu da hiç dikkate almadan, 9 tane sözleşmeyi –158 de dahil olmak üzere- onaylamış durumda.
Sosyal politikadan bahsettik, ekonomi üzerindeki yüklerinden.
Gelişmiş ülkelerde sosyal politikanın önceliklerine baktığımızda neler...
(Kaset 2/B)
... Avrupa Birliği temel kriter. Bu söylediğim dört unsur, Avrupa Birliğinin Lizbon Stratejisinin dört tane temel unsurudur, onu özellikle vurgulayayım. “Bunlarla mücadele edin, bunları yapın” diyor, öneriyor. Çünkü, Avrupa Birliğinde birkaç tane yönerge hariç, sosyal politikalar ülkelerin inisiyatifine bırakılmıştır. Onu özellikle vurgulamak istiyorum.
Türkiye'de bugüne kadar uygulanan sosyal sistemin ana hatlarına bakalım isterseniz. İşsizliği özendirici bütün pasif politikalar var. Pasif politikayla neyi kastediyoruz, onu söyleyeyim: Çalışanı koruma zırhını birazcık daha artırmak. Pasif politikalar bunlardır. Yani, herhangi bir zorla karşı karşıya kaldı mı, işten çıkarılma olsun, vesaire konularda, onun koruma zırhını artırmak için tazmin müesseseleri oluşturmak. Bir taraftan da işsizler bir tarafta -ki artık Batıdaki aktif politikalarla farkımız da o- o işsiz kesime de: “Siz orada durun, sizin için bir şey yapmıyoruz, biz önce çalışanı koruyalım, onlara bir şey yönlendirmeyelim” anlayışıdır bu. Türkiye'deki anlayış bu.
İkincisi, sosyal mükellefiyetlerin yüksekliği bakımından dünya şampiyonuyuz. Tabiî ki inanılmaz katı bir iş mevzuatımız var. 4773’le birlikte, mukayese ettiğimizde bu dünyada daha katı bir mevzuat yok, onu söyleyeyim. Yatırımların önüne çıkarılan bürokratik muameleler ve sosyal maliyetlerin yüksekliği bakımından da baktığımızda, Türkiye, gerçekten artık fazla bir şey söylemek istemem, hepiniz gayet iyi biliyorsunuz.
Şimdi efendim, baktığımızda, Türkiye ne yapmış? Kişi başına 2 200 dolarlık millî geliriyle 35 bin dolarlık yahut da 30 bin, hadi bilemediniz en düşük 11 bin dolarlık ülkelerin sosyal standartlarını kalıp olarak alıp uygulamak istiyor. Yasalarını da buna göre çıkarıyor. Ondan sonra deniliyor ki: “Türkiye'de yasalar uygulanmıyor, kayıtdışı sektör büyüyor...” Şimdi şöyle düşünün: Bu, çok kolay fiziksel bir olay. 30 bin cc’lik bir kap alın, ona yukarıdan bir darbe koyun aynı şiddette bir darbe- o belki seviyeye kadar gidecektir, karşılayacaktır. Ama 2 200 cc’lik bir kap alın, o darbeyi aynı şiddette vurun taşacaktır, başka alternatif yok. Bu, çok basit, fiziksel bir kavram. İşte, Türkiye bunu taşıyamıyor. Yani, şu yasa gelebilir, bu yasa gelebilir, hepsi gelebilir, hatta şunu da yapabilirler, yani siyasî iktidarlar bunlarda serbest, önüne hiç kimse geçemez: Avrupa Birliğinin en katı normlarını, sosyal alanda dünyanın en katı normlarını olduğu gibi çevirip Türkiye'de de uygulayabilirler, yürürlüğe de sokabilirler. İşte, sorun burada; uygulanamıyor. Bütün bu şartlara hep seyirci oluyoruz, oyunun parçası olma vasfımızı kazanamıyoruz. Bütün sorun burada. Ama ne zaman oyunun parçası olacağız, o daha belli değil.
Bütün bu çerçevede şunu da söylemek gerekiyor: İşveren kesimi olarak ne ILO normları ne de AB normlarından en ufak şekilde sapmayı biz de gözetmiyoruz. Ama bunların dengeli, ekonomik gelişmeye paralel şekilde ve bir süreç içerisinde gerçekleştirilmesi gereğinden hareket ediyoruz. Söylediğimiz sadece bu. Bugüne kadar hep şu söylendi: “İşverenler İş Güvencisine karşı çıkıyor” Hayır, karşı çıkmıyoruz; ama şunu söyledik: İş Kanunu ile birlikte yer almazsa, işte o 2 200 cc’ye vurulan darbeyi karşılayamayacağımızı söyledik. Ama yok!.. Bu da dikkate alınmadı ve en sonunda yasanın nasıl çıktığını sizler çok iyi biliyorsunuz. Onun da detaylarına girmek istemiyorum. Bana sorarsanız, geçen Türkiye Büyük Millet Meclisinin aldığı en kötü karardır.
Şimdi, birazcık da mevcut durumumuza dönelim. Bu gerçekleri, bugüne kadar bu sosyal maliyetlerin ekonomi üzerindeki etkisini ne yazık ki göremedik ve halen de göremediğimizi görüyorum ve bu beni fevkalade üzüyor, alınacak tedbirlerin de uygulamasının nasıl olacağını bilemiyoruz. Yani, kısıtlayarak bir yere gidileceği sanılıyorsa, hayır. Şunu unutmamak gerekiyor: Sistemin önünü ne kadar iyi tıkarsanız tıkayın, o su akacak yol bulacaktır. Bu, ekonominin genel bir kuralıdır. Onun için, tedbirler alınırken, ekonomik ve sosyal tedbirler dengeli biçimde alınmak zorundadır.
Şimdi gelelim yeni yasalarımıza. Bir kere şunu bilmeniz gerekiyor: Yeni İş Kanunu ile 4773 ile İş Güvencesi ile mevcut alıştığınız sistemler, hem işyeri sistemleri hem işletme kavramlarınızdaki yönetim anlayışı tamamen değişiyor. Bir kere buna alışmak zorundasınız.
İkincisi, şunu rahatlıkla söylüyorum: Devlet İstatistik Enstitüsünün işyeri anketleri vardır, orada endüstri ilişkileri sorunları en son sırada yer alır. Orada, işyeri sorunları, endüstri ilişkileri sorunları yüzde 2’ler, 3’lerde yer alır. Endüstri ilişkileri sorunları, bu yasalardan sonra birinci sıraya zıplayacaktır, üretimin önüne geçecektir. Bunları tek tek yaşayacağız.
Bu anlamda da, bizim özellikle hem işçimizin hem işverenimizin bakış açımızı değiştirmemize ihtiyaç var. Çünkü, kesin cepheleşmeler var. İşte, ben haklarımı buraya kadar korudum da, işte bundan ilerisini... Hayır, bunu artık Türkiye karşılayamıyor, bu yapıyı Türkiye kaldırmıyor artık. Ve bu çerçevede de hem işçi ve hem işveren kesimleri olarak üzerimize düşen, Hükümetten daha çok üzerimize düşen, çalışma barışını korumak için her şeyi yapmamızdır. Türkiye'nin artık çalışma barışının bozulmasına tahammülü yok. Bunu özellikle vurgulamak gerekiyor.
Şimdi, bu yeni kavramlarla yeni müesseseler de ortaya çıkacak. Yani, daha sistem burada kalmıyor. Sırf işyerindeki insan kaynaklarındaki düzenlemelerden tutun, vesaireden tutun... Ben şimdi burada özellikle bir şeyi vurgulamak istiyorum: İş Güvencesine ilişkin olarak, MESS İşveren Sendikamızın çıkarmış olduğu bir el kitapçığı var. Bir kere bütün sayın değerli işverenlerimize, bu el kitapçığından edinmelerini öneriyorum. Çünkü burada İş Güvencesi karşısında bir personel yöneticisinin yahut da bir insan kaynakları yöneticisinin neler yapması gerektiğini A’sından B’sinden, hatta en ufak detaylarına kadar açıklayan bir kitapçıktır. Bunu gerçekten almanız ve bunu değerlendirmeniz gerekiyor. Bu yeni sisteme adapte olabilmek bakımından.
İkincisi de, şunu söylemek gerekiyor: İşte, yasalarımız yapıldı gene, 4773 çıktı, çok fazla girmek istemiyorum, en katı mevzuat geldi diyorum 4773’le. Şunu söylerken de hiç abartmadan söylüyorum, şu açıdan: 158’e uygun mudur, değil midir, tartışmasını yapmak bile gereksiz; çünkü, 158’in en katı hükümleri var zaten. Yani, orada alternatifli getirilen hükümler bile en katı şekilde kullanılmıştır 4773’te. Mesela, toplu işçi çıkarması. 5 bin kişi de çalıştırsanız, 30 kişi de çalıştırsanız, bir ay içerisinde 10 kişi çıkardınız mı, “Toplu işçi çıkarmadır” deniliyor. Bunun mantığı var mı?! Yani, bunu aklı, izanı olan bir kişinin kabul etme ihtimali var mı?! Tamam, değiştirilecek, İş Kanununda vesaire şeyler geliyor...
Şimdi, yasa çıkıyor, deniliyor ki: “4 ayda boşta geçen mahkeme süreçlerinde 4 aylık tazminatla sınırlıdır”. Sonra da deniliyor ki yasa hükmünde: “Efendim, mahkeme iki ay sürecek, sonra temyiz olursa bir ay içerisinde Yargıtay karar verir...” Ee, baştan sen bu 4 ayı koymakla 3 aylık sürenin zaten aşılacağını söylüyorsun. O kadar yepyeni sistemler, o kadar da hızlı ve o kadar da gereksiz bir biçimde hızlandırılarak ve politik tercihler kullanılarak getirildi ki karşımıza, onun için koşmak zorundayız ve gerçekten önümüzdeki dönemde 4773 İş Güvencesi Yasası yürürlüğe girip de İş Kanunu giremezse, gerçekten büyük sorunlarla karşı karşıya kalacak işletmeler. Gerçekten büyük bir çelik zırhın içine konulacak işletmeler ve kıpırdamaz hale...
Ha, şunu da söyleyeyim, İş Kanunu çok mu mükemmel? İşverenlere inanılmaz şeyler mi getiriyor? Hayır, İş Kanununun bir sürü problemleri de var; ama, şunu söylemek gerekiyor: En azından bu çelik zırhı belli ölçüde yumuşatabilecek tedbirleri getiriyor. Batı ülkeleri –hep onu söylüyoruz, Batı ülkeleri- Avrupa Birliği ülkeleri, yahu esneklik yükümleri niye geldi Avrupa Birliği ülkelerine? Hiç bunu tartışmıyoruz. Niye geldi? Hep şu söyleniyor özellikle hocalarımız tarafından, Hocam beni mazur görsün: Üç tane kavramdan bahsederler: İşletmenin rekabet gücünü korumak, artırmak, teknolojideki gelişmeler, istihdamın teşvik edilmesi, işsizliğin azaltılması... Hayır, İş Güvencesinin getirdiği katılıklardan arındırmak için o sistemleri getirdi Avrupa Birliği ülkeleri. Tamam, bu üç tane etken vardı ama, diğer etkenler, esas etken buydu.
Şimdi, biz bunları yeni aldık ve ne yapacağımızı bilmez halde hareket ediyoruz ve şunu vurgulamak gerekiyor: Bu yasalar böyle çıkmaz, çıkmaması gerekir, hiçbir ülkede çıkmaması gerekir. Bu yasaların ortak şekilde kabul edilmesi gerekir ve bunların uygulanması bir yıl sonraya atılması gerekir. İş Kanunu da dahil olmak üzere, İş Güvencesi de. Niye? Çünkü, Sayın Genel Müdürümüzün söylediği gibi, bunlar o kadar yeni sistemler getiriyor ki, bizim bunları anlatmamız gerekiyor. Ben evvelki akşam bir işveren grubu toplantısında idim, 4,5 saat İş Kanununu anlatmak zorunda kaldım ve emin olun anlatılamadı. O kadar yeni ki sistemler, çoğumuzun çok doğal olarak hiçbirinden haberi yok. Ama diyoruz ki: “Bu sistemi 15 Marttan itibaren uygulayacağız” Yok böyle bir şey! Onun için, İş Kanunu ile bir arada çıkarılır ve bundan sonra da uygulaması için, hemen de uygulayabilirsiniz ama, uygulamada büyük sorunlar çıkacaktır ve bu arada en önemli unsur –Sayın Hocam da söyledi bunu- Yargıtay içtihatları. Yargıtay içtihatlarında bir yanlış karar, ondan sonra çok uzun süre çok büyük sorunlara yol açacaktır. İyice bir sindirmemiz gerekiyor bu kavramları. Bunu da özellikle vurgulamak gerekiyor.
Tabiî, burada yeni müesseseler çıkacak dedim. Mesela, bir hazırlık içerisindeyiz, özel hakem enstitüsü oluşturulması gerekiyor şimdi Türkiye'de. Batıda, özellikle Kanada, Yeni Zellenda, Avustralya gibi ülkelerde bu özel hakem enstitüleri var. Artık bundan sonra toplu sözleşmelerinizi yaparken, özel hakeme gitme şartını da koyma gibi bir girişiminiz daha fazla olacaktır o zaman. Bunları özellikle vurgulamak istiyorum. Yani, hepsi yeni müesseseler bunlar.
Şimdi, hep İş Kanunu, İş Güvencesi Kanunu dedik. Nisan sendromu geliyor sayın işverenler, SSK primi artışları geliyor. Bu konudaki geçmiş dönemlerdeki verdiğimiz çabaları, yaptığımız çıkışları sürdürmemiz gerekiyor. Çünkü, artık gerçekten tahammül edilir hali kalmadı bu primlerin... İşte demin söyledim, en yüksek primler derken, bu konuda da gerekli girişimlerimizi şimdiden yapmamız gerekiyor. Hatta bunu ben her zaman söylüyorum, işçi kesimiyle ortak yapmamız gerekiyor. Çünkü, aynı sorunlardan onların da mustarip olduğunu biliyorum ve bu konunun da altını çizerek konuşmama son vermek istiyorum.
Çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Ben de Sayın Pirler’e, bu güzel konuşmalarından dolayı çok teşekkür ediyorum.
Şimdi, hiç ara vermeden hemen soru-cevap bölümüne geçmek istiyorum.
Soru sormak isteyen arkadaşlarımı almak istiyorum...
Buyurun Sayın Erkekli.
FERİT ERKEKLİ (Gama Endüstri Tesisleri İmalat-Montaj AŞ İnsan Kaynakları Müdürü) – Herhalde kanunu çıkaran makam Çalışma Bakanlığı olduğu için sorular Ömer Beye yönelik olacak.
Şimdi, birkaç konu var, bir işçi fesihte bütün haklarını alıp çıkıyor; ama, ondan sonra bir ay içinde haksız fesih diye tekrar dava açabiliyor. Bu biraz ödemelerini tam yapan, işçi haklarını bırakmayan işverenler açısından bir sıkıntı yaratacak. Yani, bütün hakları ödenmiş, işçiyle helalleşmişsiniz, ama arkadan 30 gün içinde haksız fesih davası açabiliyor. Oysa, haksız fesih davası konusunda çıkışta o zaman beni ibra etmemesi, “Hayır, sen beni haksız çıkarıyorsun” filan deyip, bu paralarını da dava sonuna bırakması gerekir diye düşünüyorum.
Bir de, tabiî bizim işyerlerimizde şantiye kapanıyor, diyelim çıkardık, işçi de davayı kazandı, nereye alacağız geri? Şimdi, imalat sanayindeki bir işveren geriye alabilir veya tazminatını ödeyip çıkarabilir; ama, benim işyerim kapanmış, ben tazminat ödüyorum. Bu da, inşaat sanayindeki bir kişi için haksız bir uygulama, yani adil değil kanunun içeriği. Toplu çıkışlarda bir toplantı yapılıyor, toplantı sonunda bir tutanak tutuluyor, 24/3. Şimdi, ben o tutanağa işveren olarak diyeceğim ki: “4773 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin üçüncü fıkrasındaki toplantı yapılmıştır” Bunu söylemek, beni kanun önünde kurtarıyor. İşçi kesimi de diyor ki: “Hayır, bütün çıkışlar haksızdır, bütün fesihler haksızdır” Peki, bu ne olacak? Bu belge mahkemelerde bir delil mi teşkil edecek? Yani, bunun anlamı nedir, hiçbir açıklama yapılmıyor. Ama orada “Bir belge, bir tutanak tutulur” diyor. Niye tutulur; onu demiyor, orası müphem.
Özel hakemi çok çözüm olarak görmemek gerekir diyorum. Özel hakem kararları Yargıtay denetimine tabi. Biz işçiyi çıkardık, özel hakem feshi uygun buldu, Yargıtay işçi lehinde bulundu. O zaman 13/d maddesindeki hakları almak için muhtemelen işçinin tekrar dava açması gerekecek ve süreç daha da uzamış olacak diye düşünüyorum. Çünkü, öyle bir husus belirtilmediği için, özel hakemin iki ay, dört ay gibi ödenecek ücretleri kendi kararında belirtme hakkı yok. Zaten bunu da hiçbir şekilde Yargıtay da kabul etmez; çünkü, bu tür ödemeler ancak mahkeme kararlarıyla olur. Dolayısıyla özel hakemle ilgili, eğer yeni kanunda özel hakemin... Hani, özel hakem şu şekilde çalışır, yönetmelikle belirlenir diye bir husus gelmezse, özel hakem daha da sıkıntı yaratacaktır.
Bu konularda Ömer Beyden bir açıklama istiyoruz.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Benokan.
ÖMER BENOKAN – Şimdi, çıkan işçi işine iade edilmişse, nereye alınacak? Yani, işçiyi tekrar işe almak zorunda olmadığınızı belirttim. Zaten öyle bir zorunluluğunuz yok. O vakit yargının belirlediği tazminatı ödeyeceksiniz.
(Anlaşılmayan müdahaleler)
BAŞKAN – Lütfen tek tek, isterseniz sizlere de söz vereceğim...
FERİT ERKEKLİ - . . .
ÖMER BENOKAN – Neden zorunluluk, onu anlamıyorum?
FERİT ERKEKLİ – İşyerim kapanmış, şantiyemi, işyerimi kapatmışım...
ÖMER BENOKAN – Bakın, şöyle bir açıklama yapmak gerekiyor: Yani, bazı konuları birlikte değerlendirmek lazım. Şimdi, eğer işyeriniz zaten kapanmışsa, ortada bir geçerli neden var sizin için.
FERİT ERKEKLİ – Ama kapanmadan...
ÖMER BENOKAN – Şu anda benim düşündüğüm, tazminat ödemeniz gerekli. O konuda bir açıklık yok; ama, tazminat ödenmesi gerekecektir diye düşünüyorum.
Toplu çıkarmalarda işçi temsilcisi ya da sendika temsilcisi ile görüşülmesinin nedeni, acaba bu toplu çıkarmaya bir çare bulunabilir mi onu araştırmak. İşçi kesiminden bazı talepler gelebilir bazı konularda. Nitekim sizler yapıyorsunuz; oturup işçi sendikasıyla yaptığınız toplu sözleşmedeki ücret maddelerini aşağıya da indirebiliyorsunuz. Yani, bunlar geçmişte gördüğümüz uygulamalar. Belki, “Bu 10 işçiyi çıkarmayalım da, biz de ücretlerimizin şu kadarından fedakârlık edelim” diye bir teklif gelebilir. Önemli olan işyerinin devamı, yaşatılması.
Özel hakem konusu yeni tasarıda daha ayrıntılı. Şu anda 4773’te özel hakemin vereceği kararların kesin olup olmadığı bile belli değil. Ancak, yeni yasa tasarısı bunu netleştiriyor. 4 aylık ücret ödeme zaten yasada belirli, ona özel hakemin karar vermesine gerek yok.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun Sayın Koçoğlu.
M. ŞÜKRÜ KOÇOĞLU – Komisyon Başkanı Sayın Mahfuz Güler burada, ben kendisinden de özür diliyorum, açılış konuşmamda dikkatimden kaçtı, hoş geldiniz diyemedim, şimdi bu fırsatı yakaladım. Komisyon Başkanı olarak da müdahil olmasını özellikle rica ediyorum. Benim iki dileğim var. Birisi şu: Demin öneride bulunuldu, mesela Kamu İhale Kanununu misali verdim, “Kamu İhale Kanunu çıktı, bir yıl sonra yürürlüğe girecektir” denildi. Biliyorsunuz ki girdi, ama fiilen giremedi, ne olacağı da belli değil. Yani, bir yıl sonraya bir randevu verilebilir; bu bir.
İkincisi, hep kanuna atıfta bulunuluyor; “korkmayın, işçiyi çıkarabilirsiniz”. Bir kere, kimse işçisini çıkarmak istemez. Yani, benim işçim varsa, para kazanıyorum demektir. Bir kere temel felsefe bu olması lazım. Ha, işim yoksa, mecburum, oğlum da olsa çıkarmak zorundayım. Buna bu gözle bakılırsa bu konsensüs sağlanır. Mahkemeye verme konusunda; her birinde 300 çalışanı olan üç tane şantiyeniz var, toplam 900 kişi. Kış geldi, ödenek yok, çıkardım. Ben her yıl 900 tane mahkemeyle uğraşacağım ve bunlar da ikişer, üçer ay sürecek. Düşünebiliyor musunuz ki, ben bunlara dört ay tazminat vereceğim. Yani, ben ayakta kalmazsam işçi de çalışamaz. Temel felsefenin bu olması lazım.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Benokan.
ÖMER BENOKAN – Sayın Başkan, dediğim gibi, Çalışma Bakanlığının yeni konseptini ben aydınlatma olarak görüyorum. Yani, etkin bir aydınlatma çalışmasına girmesi gerektiği şeklinde düşünüyorum bu konuda. Çünkü, sonuçta denetim organı yargı olacak burada. Dolayısıyla tabiî ki hiçbir işyeri durup dururken işçisini çıkarmak istemez. Yani, istisnalar hariç, onlar zaten her yerde var. Ama burada zaten sizin geçerli nedenleriniz var ise, ki bunlar da zaman içinde ortaya çıkacak. Bülent Beyin dediği gibi, MESS’in çalışmalarını teksif ettiği alan bu, çok enteresan, çok güzel bir kitabı var. Orada, artık işletmecilik yöntemlerinin işyerlerine hakim olması gerektiğini öne sürüyor. Yani, bu sizlerde, büyük işletmelerde bugün Türkiye'nin göz bebeği bir sürü işletmemiz var, onlarda zaten uygulanıyor. Ama bunun dışında artık eski yöntemlerle idare edilen işletmelere yeni bir işletmecilik biçimi, yeni bir anlayış gelmesi gerekiyor. O da, belki de bu yasanın bir faydasının da ben öyle olacak diye düşünüyorum. Yani, artık modern yöntemlerle işletmecilik devri Türkiye'nin önünde açılacak.
M. ŞÜKRÜ KOÇOĞLU – Sayın Benokan dedi ki: “Nasıl olsa yargıya gidecek”. Bakın, altını çiziyorum, şu anda işte Sayın Dekanımız burada, başka avukat arkadaşlarımızı görüyorum. İş mahkemelerinde hangi işveren –bunu yüzdeye, bindeye dökün- kazanmıştır? Yani, sonucu mahkemeye bırakmanın bu yolu da var. Binde 1 derseniz, bu bile büyük rakam.
Teşekkür ederim.
Prof. DR. TANKUT CENTEL – Şimdi, Sayın Başkan Şükrü Beyin, o kış döneminde veyahut zorlayıcı bir nedenle işyerinin ortadan kalkması veya faaliyetini azaltması durumları için 4773’te çözüm yok; ama, İş Kanunu Tasarısında bu var, 67. maddede “Kısa çalışma ödeneği” bir önlem ve gibi işveren yükünü azaltıyor. Fakat, birisi henüz yasalaştı, diğeri yasalaşmadı. İşte, onun için de eksiklik var. Bunu siyasî iktidar da görüyor ve biliyor da. Sanıyorum 15 Marta kadar veyahut daha sonraki bir sürede bunu telafi ederek giderebilecek çözümler var; fakat çözümleri yaratacak durum yok şu anda. İş Kanunundaki değişiklik gerçekleştiği takdirde, çekilecek sıkıntıların büyük ölçüde giderileceğini ümit ediyoruz. Fakat, şu anda bu yapılmış değil, o gerçekleştiğinde bu sakıncalar ortadan kalkacak. Sayın Bakan da sabahleyin ifade ettiler, bu 4773, İş Kanunundaki değişikliğin bir parçası. Burada Sayın TİSK Genel Sekreteri de ifade etti, biz bir bütünün bir parçasını aldık ve oy endişesiyle seçim arifesinde sadece bir parçasını yasalaştırdık. Ama onu da yürürlüğe koyamadık, onu da 15 Marta erteledik. Yine orada da taraflar arasında denge gözetildi. Şimdi bunun gereğini yapacak. İnşallah, ümit ediyoruz Sayın Bakanımız ve yeni Hükümetimiz bunu gerçekleştirecek.
Mahkemelerle ilgili olarak, işte “her zaman işverenlerin aleyhine karar veriyor” falan denildi. Yargıyla ilgili olarak endişeleriniz olabilir; ama bu endişeler 158 sayılı Sözleşme’de belli ölçüde giderilmiştir. Yani, mutlaka iade öngörülmüyordu. 158’de, üç seçenek vardı, fakat bunlardan 4773 sayılı yasada sadece “tekrar işe başlatmak” seçildi, bu yapılmadığı zaman ağırlaştırılmış tazminat, yani bir iş güvencesi tazminatı öngörüldü. Halbuki, orada ilişkinin artık bundan böyle yürümeyeceği kabul edilip, tazminat hükümleriyle koparılabilirdi, 4773’te bu yapılmadı. Sanıyorum açmazlarımızdan bir tanesi de, bize sunulmuş olan uluslararası alternatiflerin biz esnek olmayanını seçtik.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Dostları ilə paylaş: |