Cumhuriyet Döneminde Türkçe


XIX. ve XX. Yüzyıllarda Kazan Tatarları / Doç. Dr. Ahmet Kanlıdere [s.415-426]



Yüklə 11,95 Mb.
səhifə51/102
tarix03.01.2019
ölçüsü11,95 Mb.
#89302
növüYazı
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   102

XIX. ve XX. Yüzyıllarda Kazan Tatarları / Doç. Dr. Ahmet Kanlıdere [s.415-426]

Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Tatar adı, tarihin değişik dönemlerinde değişik anlamlarda kullanılagelmiştir.1 Avrupa ve Rusya’da Tatar adının yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanılması XIII. yüzyıldaki Moğol istilasından sonra olup, Orta Asya göçebelerini tanımlamak içindi. Ruslar bunu Çarlık Rusyası’nda yaşayan Türk kökenli halkları anlatmada kullanıyorlarken, Tatar sözü ile bugün İdil-Ural bölgesindeki Kazan Tatarları ile Kırım’da ve başka yerlerde yaşayan Kırım Tatarları kastedilmektedir. Ancak, milliyet temeline dayalı etnik kimlik, XX. yüzyılın başına kadar İdil-Ural’ın Müslüman toplumuna yabancı bir kavramdı. Günümüzde Tatar ve Başkurt olarak tanımlanan İdil-Ural Müslümanlarının önemli bir kesimi söz konusu dönemde kendilerini dinî ve bölgesel kimliklerle tanımlıyorlardı.2 “Tatar” milli kimliğinin yaygınlaşması, XX. yüzyılın başında ve özellikle Sovyet döneminde yaygınlık kazanan bir olgudur.

Bu çalışmada daha ziyade XIX ve XX. yüzyıllarda İdil-Ural Müslümanlarının içtimaî ve fikrî tarihi üzerinde durulacak, “Tatar Uyanışı” olarak bilinen reform hareketinin tarihî zemini ve değişik safhaları incelenecektir. XVIII. yüzyılın sonunda ortaya çıkan Tatar reform hareketi, son dönem Müslüman dünyasındaki benzeri akımlarla benzerlik göstermekle birlikte, Tatar reformu kendine has birtakım özellikler taşımaktadır. Kazan Tatarlarının Batı’ya daha yakın olması, Rusya’nın etkisine açık olmaları ve İslam dünyasındaki diğer reform hareketlerinin de farkında olmaları, orada ortaya çıkan reform hareketine değişik bir özellik kazandırmıştır. Rusya gibi bir Hıristiyan güçle uzun bir müddet bazen yanyana, bazen karşı karşıya ve XVI. asırdan beri de Rus hakimiyeti altında yaşamış olmaları, diğer Müslüman topluluklarla karşılaştırıldığında, onların uyanış hareketine çok ayrı bir renk vermiştir. Bu nedenle, her şeyden önce Tatar reformunun kaynaklandığı tarihî ve sosyal zemine bakmak gerekir.

Ruslarla Tatarların ilişkileri İdil Bulgarları zamanına kadar gider. İdil Bulgarlarının İslamiyet’i seçtiği yıllardan (922) bir müddet sonra Ruslar Hıristiyanlığı kabul ettiler (988). Yerleşik bir hayat süren İdil Bulgarlarının kendileriyle aşağı yukarı aynı iktisadi ve kültürel seviyede bulunan Doğu Slavlarıyla olan ilişkileri esasen barışçı bir düzeyde geçiyordu. Rusya’nın ve İdil Bulgar Devleti’nin Moğollar tarafından fethedilmesi (XIII. yüzyıl) ile ortaya çıkan Altın Orda (Altınordu) Devleti’nin zaman içinde (XIV. yüzyıl) İslamlaşması, Ruslarla Müslümanların ilişkilerini önemli ölçüde değiştirdi: Hıristiyan Ruslar, artık iki yüzyıl boyunca steplerin Müslüman göçebelerinin (Tatarların) hakimiyeti altında yaşayacaklardır. O dönemin Rus kaynakları, Doğu Slavları ile Tatarların ilişkilerini iki din arasındaki devamlı bir mücadele olarak karakterize etmektedir.3 XV. yüzyılda Altın Orda Devleti’nin parçalanmasıyla ortaya çıkan hanlıklardan biri olan Kazan Hanlığı zamanında ise bu ilişki, Hıristiyan Ruslarla Müslüman Tatarlar arasındaki çatışma hâlini almıştı.

XVI. yüzyılın ilk yarısında Kazan Tatarları hakkında gözlemlerini yazan Avusturyalı diplomat ve seyyah Sigmun von Herberstein, “bu Tatarlar” diyordu, “diğerlerinden daha medenî bir hayat sürüyorlar: Evlerde yaşıyor, toprağı işliyor, ticaret yapıyor ve nâdiren savaşıyorlar.” Orta İdil’deki yerleşik İslam medeniyeti X. yüzyılın başlarına kadar uzanıyordu. Buradaki İdil Bulgarları, Doğu ile Baltık arasındaki ticaretin merkezinde olmaları bakımından siyasi bakımdan çok önemli rol oynuyorlardı. Dolayısıyla, Kazan Hanlığı iki geleneğin mirasçısıydı: İdil Bulgarları ve Altın Orda.4

Rusların 1552’de Kazan Hanlığı’nı işgal etmeleriyle Rus-Tatar ilişkileri yeni bir döneme girmiş oldu. Siyasî bağımsızlıklarını kaybeden Tatarlar, iki yüz seneden fazla süren bir dönem içinde ağır bir baskı altında kaldılar.5 Daha 1555’te Ruslar, Kazan Tatarlarını ve Hıristiyan olmayan diğer unsurları Hıristiyanlaştırmak için saldırgan bir Hıristiyanlaştırma siyaseti güttüler. Bu ilk zorlamalar sonucunda birkaç bin Tatar ve Tatar aristokrasisinin önemli bir kısmı Hıristiyanlığı kabul etmek zorunda kaldı.6 Ortodoksluğa ilk giren bu Tatarlara “Eski Kreşin (Hıristiyan) Tatarları” denilmiştir. XVI ve XVII. yüzyıllarda devam eden baskılar pek sonuç vermemiş, aksine bu zorlamalar Tatarları pasif direnişe ve İslamiyet’e daha sıkı sarılmaya yöneltmiştir.7

Hıristiyanlaştırma siyaseti XVIII. yüzyılın sonlarına kadar, yani Büyük Petro (1682-1725), İmparatoriçe Anne (1730-1740) ve İmparatoriçe Elizabeth (1741-1761) zamanlarında devam etti.8 Büyük Petro, Hıristiyanlığa dönenleri vergiden ve askerlikten muaf tutuyordu. 1740’ta hükümet bir fermanla İslam’dan dönmeyenlerin vergisini iki katına çıkarmış, 1742’de ise Kazan vilayetinde yeni yapılmış olan camilerin yıkılmasını ve yeni cami yapılmamasını emretmişti.9 Bu fermanın ilanından sonraki iki yıl içinde 418 cami yıkılmıştı.10 Bütün bu tedbirler bile Tatarlar arasında Hıristiyan olanların sayısını pek fazla arttırmadı. Aksine bütün bu zorlamalar Ruslarla Tatarlar arasındaki gerilimi güçlendirerek Tatarları daha fazla muhafazakârlığa itiyordu. Bu baskılar, Rus Ortodoks misyonerleri ile Tatar uleması arasında daimî bir gerilime sebep olduğu gibi, Tatar ulemasının Hıristiyan misyoner faaliyetlerine karşı koymak maksadıyla eğitim faaliyetleri yönünde büyük duyarlılıkla çalışmalarına yol açmıştır.11

XVIII. yüzyılın sonu, Tatar-Rus ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu, yani Rus hükümeti Tatarlara karşı daha yumuşak bir siyaset takip etmeye başladı.12 1789’da, bu siyasetin bir neticesi olmak üzere, II. Katerina (1762-1796), Tatarların Doğu Avrupa ve Batı Sibirya Müslümanlarını kapsayan bir Dinî İdare kurmalarına izin verdi. Bu durum, Tatarlar için çok sınırlı bir iç otonominin başlangıcı sayılabilir. Bir müftü ve onun altındaki üç kadıdan oluşan, Mahkeme-i Şer’iyye-i Orenburgiye adlı Müslüman Dini İdaresi kuruldu.13 Rusya, Müslümanların kısaca Sobraniye dedikleri bu müessese, Orenburg’da olacak (sonradan Ufa şehrine taşınacaktır) ve başında bulunan müftü, Rus çarı tarafından tayin edilecekti.14 Dini İdare’nin görevi, Müslümanların evlenme, boşanma, miras, mektep-medreselerin idaresi ve Müslüman din adamlarının eğitim ve tayini işleriyle uğraşmaktı. İlk Müftü Muhammedcan’ın yaptığı ilk iş, imam, hatib veya müderris olacak kişilerin Sobraniye’den menşûr (Rusçası ukaz) denilen bir belge alması mecburiyeti usulünü getirmek oldu.15

Dinî muhtariyete ilave olarak, Rusya, 1792’de Tatarlara geniş ticarî haklar tanımış, bunun neticesinde Tatarlar Rusya ile Orta Asya ticaretinde aracı rolünü üstlenmişlerdir. Bu durum onların siyasî ve iktisadî bakımdan güçlenmelerine yol açacaktır. Orta Asya ile daha yakın ilişkiler kuran Tatar tüccarları sayesinde, dinî ilimlerde yükselmek isteyen Tatar gençleri Orta Asya medreselerinin yolunu tutmuşlardır. Bu medreseler eski şaşaalı devrini kapamış ve skolastik eğitim merkezleri haline dönmüş olsalar da, Tatarların benliğini korumasına ve fikir sahasında bir parça gözünün açılmasına vesile olmuştur. Bu medreseler sayesinde İdil Boyu Müslümanları arasında bir canlılık olmuş, halkta okuma-yazma bilenler çoğalmış ve ulema sınıfı veya o dönemin şartlarına göre bir aydınlar zümresi ortaya çıkmıştır.16

XIX. yüzyılda Hıristiyan misyonerlerin faaliyetleri arttı. Rus ve İngiliz Kitab-ı Mukaddes Cemiyetleri, Hıristiyanlıkla ilgili temel eserleri yerel dillere tercüme etmeye başladılar. 1818’de, Kazan’da bir Kitab-ı Mukaddes Cemiyeti kuruldu. Bu faaliyetlerin gayesini sezen Müslüman ulema çok geçmeden buna karşı tedbirler geliştirmeye başladı. Bu vesileyle neşredilen kitaplar Müslüman fikrî hayatında bir canlılık yarattığı gibi, bu ve diğer faaliyetler neticesinde daha önce Hıristiyanlığı kabul etmiş Kreşin Tatarlarından bazıları (yüzyılın başında önce Nijni-Novgorod’da, daha sonra Kazan’da) tekrar Müslümanlığa dönmeye başladılar. Yine aynı dönemde, Çuvaş, Mordva ve Votyak gibi Türk ve Fin kökenli kavimler arasında İslamiyet’in yayılması dikkati çekmektedir.

Rus yetkililer bu durumu Rusya’nın birliği açısından bir tehdit olarak görüp harekete geçtiler; daha fazla İslamlaşma ve Tatarlaşmanın önüne geçebilmek için, Rus hükümeti ve Ortodoks misyonerleri tedbirler almaya başladılar. Bu tedbirlerden biri, geleneksel Tatar eğitim müesseselerine müdahale etmeyip onları Ortaçağ’ın karanlıklarında bırakmak, buna karşılık diğer Rus olmayan halklar arasında Hıristiyanlığı ve modern eğitimi yaymak için ne lazımsa yapmaktı.17 Diğer bir tedbir ise, sadece adı Hıristiyan olan gruplar arasında dinî eğitimi arttırmak ve eğitim seviyesini yükseltmekti. Bu yeni tedbirlerin öncüsü, özellikle eğitim faaliyetleri ile etkili olan Nikolay İvanoviç İlminski (1822-1891) idi.18 1860’larda faaliyetlerine başlayan İlminski, paganlara ve Müslümanlara yaklaşabilmek için Rusçadan ziyade onların kendi dillerinin kullanılmasına özellikle önem veriyordu. Bu yüzden, oldukça iyi eğitilmiş ve gayretli yerel eğitmenlerden bir kadro edilmesi noktasında yoğunlaştı.

İlminski, Müslüman Tatarları Hıristiyan dinine döndürme çabalarının faydasız olduğunun farkındaydı. Bu yüzden, onlarla uğraşmaktan ziyade, Rus olmayan fakat yüzeysel bir şekilde Ortodoks Hıristiyan olan halkları Kilise içinde tutmayı ve İslam’ın onlar arasında yayılmasını engellemeye öncelik verdi. Müslümanların giderek artan tesirinden II. Katerina’yı sorumlu tutuyordu, zira bu çariçe onların bir dinî idare etrafında örgütlenmelerine imkan sağlamıştı. İlminski bu müesseseyi bertaraf etmek ve etkisiz kılmak için mümkün olan her şeyi yaptı; 1884’teki müftü tayinine müdahele ederek bu makama en kabiliyetsiz kişinin getirilmesi için çalıştı. Onun amacı, Müslümanların etkisini azaltmak için onları sınırlamak, kültürel ve siyasi haklardan yoksun bırakmaktı.19

Tatar sorunuyla uğraşmanın İlminski’ninkinden oldukça farklı bir yolu daha vardı ki o da, Rus dilinin yaygınlaştırılması yoluyla Tatarlar ve diğer Rus olmayan unsurların asimile edilmesiydi. Bu yeni siyasetin bir ürünü olarak, 1870’lerde hükümet Müslüman mekteplerine Rus dili dersi koymak zorunluluğu getirdi. Bu siyasetin kökleri, 1850’lerde Kırım Savaşı yenilgisinden sonra uyanan Rus milliyetçiliğine dayanıyordu; Rusların okumuş kesimi, Rus olmayan unsurlar arasında Hıristiyanlığın yayılmasını ve Rus dilinin yaygınlaştırılması yoluyla Rus olmayan unsurların asimile edilmesini savunuyordu.20

Bu asimilasyon politikalarının yanında, Orta Asya’nın Ruslar tarafından işgali de Tatarlar için olumsuz bir gelişmeydi, zira bunun neticesinde Tatarlar, Rusya ile Orta Asya arasındaki aracılık konumunu yitireceklerdi; işgalden sonra Ruslar Türkistan ile doğrudan ticarî ilişkilere girmeyi tercih edeceklerdir.21 Varlıklarını sürdürmek isteyen Tatar tüccarları ise, yeni pazarlara, özellikle Rusya pazarlarına yöneleceklerdir. Rus işgalinin Tatarlar açısından diğer bir sonucu, Hazar-ötesi (1899) ve Orenburg-Taşkent (1906) demiryolu hatlarının inşasıydı.22 Demiryolları Tatarların eski transit merkezlerinin önemini yitirmesine sebep oldu. Artık Tatar tüccarları kervanlarla Buhara’ya gitmek yerine trenlere binerek Moskova’ya ve diğer Rus pazarlarına gitmeye başladılar.23

Çarlık rejiminin dinî ve iktisadî baskıları ile Rus Ortodoks misyonerlerinin provokasyonu sonucunda, bunlara tepki olarak Tatar reform hareketinin doğduğu görüşü öne sürülmüştür.24 Şüphesiz, XIX. yüzyılda Rus Ortodoks misyonerlerinin faaliyetleri Tatar ulemasını derinden etkilemiş ve onları harekete geçirmiştir. Mesela, misyonerlerin kadının İslamiyet’te aşağı bir konumda olduğu tezini işlemeleri, ulemayı bu konuda karşı tezler geliştirmeye sevk ettiği gibi, bazılarını bu konular üzerinde ciddî olarak düşünmeye ve kadınların statüsünü yükseltmek için çalışmaya sevk etmiştir.

Misyonerlerin eleştirilerinin itici bir güç sağlamasının yanında, onların oluşturdukları hayır kurumları ve eğitim müesseselerinin de reform yanlısı Tatar uleması için bir model oluşturduğu dikkati çekmektedir. Mesela, dinî ıslah taraftarlarının öncülerinden Rızaeddin b. Fahreddin (1859-1936) misyonerin okul açmak, yetimhaneler, hastaneler, kıraathaneler ve kütüphaneler oluşturmak gibi faaliyetlerine olan hayranlığını gizlemez.25 1804’te Kazan Tatarlarının merkezi olan Kazan şehrinde bir üniversite kurulması da, Tatar hayatını derinden etkileyecek olan diğer bir hadiseydi. Üniversitenin çok güçlü bir Şarkiyat bölümünün bulunduğunu ve bunun Tatar reformcu aydınları üzerinde etkili olduğunu da belirtmek gerekir.

Rus kültürü ile temasın yanında, Tatarlar uzun bir süredir Türkistan ile ilişki içindeydiler; onların dinî inançları, fikir hayatı ve medeniyeti büyük ölçüde Orta Asya’nın tesiri altındaydı. Bunun yanında, dinî menkıbeler, destanlar, sufî-derviş ruhunu taşıyan hikayelerden oluşan Orta Asya tarzındaki edebiyat türü de Tatar halkı arasında oldukça yaygındı.26 Bu tarz edebiyat, sadece Türkistan’ın Türkî halkları arasında değil, Kırım, Kafkasya, Azerbaycan ve Osmanlı Türkleri tarafından da paylaşılıyordu.27

Bütün bunlardan dolayıdır ki, Tatarlar teknoloji, ticaret ve eğitim alanlarında değişim olgusunu yaşarlarken, bir taraftan da hâlâ geleneksel toplum özelliklerini sürdürüyorlardı. Ulema zümresi, Tatarlar arasında en etkili toplumsal güçtü. Din ve eğitim işlerinin idaresi onların elindeydi; maaşlarını Rusya’nın İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Dinî İdare’den (Sobranie) alıyorlardı.28 Müftü, Rusya Müslümanlarının en üst düzeydeki temsilcisi olup, hükümetle Müslümanlar arasında baş aracı olma konumundaydı. Müslümanların kültürel ve diğer ihtiyaçlarını Rus yetkililerine, hatta Çar’ın dikkatine sunmak onun sorumluluğundaydı.

Kadirîlik, Yesevîlik ve daha sonra Nakşibendîlik gibi tarikatler de Tatar halkı üzerinde derin bir etkiye sahipti. İlk olarak, Kadirî tarikatı Bulgar devleti zamanında Orta İdil Müslümanları arasında yayılmıştı.29 Moğol istilasından sonra, XIV. ve XV. yüzyıllarda, yeni bir sufi topluluğu, Orta Asya’dan gelen Yesevî tarikati Tatarlar arasında yer buldu. Bundan bir asır kadar sonra, Buhara taraflarından gelen Nakşibendî dervişleri bölgeye güçlü bir şekilde nüfûz ederek ve diğer tarikatleri kendi içinde eriterek, XIX. asırda ve XX. yüzyıl başında en etkili ve yaygın tarikat olarak kendini gösterdi. Sufi tarikatları Tatar halkı arasında çok güçlü bir etkiye sahipti; nitekim, bazı yabancı gözlemciler Tatarların sufi şeyhlere bağlanmaya hazır bir ruh halinde olduğuna dikkat çekmişlerdir.30 XIX. yüzyılın sonunda Ceditçi (modern) Tatar edebiyatının yükselişinden önce, tüm Tatar edebiyatı sufiliğin tesiri altında olup, tanınmış Tatar yazarları ve şahsiyetleri, sufiler ve şu veya bu şekilde sufilikle alakası olan kişilerdi.31

Nakşibendîlik, dinî ıslah taraftarı Tatar uleması arasında da yaygındı. Dinî ıslahçılığın önde gelen şahsiyetleri, Abdünnasr Kursavî (1771-1812), Şihâbüddin Mercanî (1818-1889), Rızaeddin b. Fahreddin ve Âlimcan Barudî (1857-1921) Nakşibendî tarikati ile ilişkiliydiler.32 Nakşibendî Şeyhi olan Şeyh Zeynullah Rasulî (1833-1917) dinî ıslahçıların yakın dostu olup usûl-i cedid hareketinin en büyük destekçilerindendi. “Ceditçi” olarak bilinen ıslahçı âlim ve pedagog Âlimcan Barudî, aynı zamanda bir Nakşibendî şeyhiydi.

Sosyal hiyerarşinin üçüncü kategorisinde Tatar tüccârını zikretmek gerekir.33 Orta İdil bölgesi eskiden beri ticaret yollarının kesişme noktasında bulunduğundan, Bulgar devleti zamanından beri Tatarlar arasında güçlü bir tüccar grubu daima var olagelmiştir. Bulgar şehrinde büyük bir ticaret merkezi olduğu bilinmektedir. Bulgar şehri tahrip olduktan sonra ise onun ticaretteki yerini Kazan şehri almıştır. Astrahan, Kırım, Dağıstan, Türkistan, Çin ve o dönemin Rusyası’ndan gelen tüccarlar buradaki ticarî merkezlere gelmekteydi. Kazan Hanı Şah Ali Han (1518-21, 1526, 1551/52) ise, Züye şehrini inşa ettirip orada bir pazar kurdurduktan sonra Kazan eski önemini yitirmiştir.34

Dinî Islahçılık Dönemi

XIX. yüzyılda esas olarak Rusya yoluyla gelen Batı Avrupa medeniyetinin tesirleri, Tatar uleması arasında iki farklı yönde kendisini hissettirmeye başlamıştır. Bu tesirler bir taraftan, Tatar ulemasından bazılarının kendi tarihlerine karşı ilgi geliştirerek kültür değerlerine olan bağlılıklarını arttırırken, diğer yandan onların geleneksel inanç ve değerlerini sorgulamalarına yol açmıştır. Okumuş kesim arasındaki bu aydınlanma ve uyanış, büyük oranda dinî renk taşımaktaydı, zira İslam hem inanç hem de belli bir kültür biçimi olarak Tatarların “millî” kültürlerini korumalarında büyük bir öneme sahipti.

Rus kültürünün baskısı karşısında eski tarz direnişin hızla değişen dünyaya uymadığı kanaatine varan Tatarların sayısı artıyordu. Özellikle genç Tatarlar, coğrafî ve siyasi bakımdan problematik olan çevrelerini göz önüne alarak, diğer Müslüman toplumlardan daha dikkatli hareket etmeleri gerektiğinin farkındaydılar. Tatarların okumuş kesimi, âniden kendilerini hangi yola gitmeleri konusunda acil karar vermelerini gerektiren bir yol ayrımında bulacaklardır: Doğulu olarak mı kalmalı, Batı’ya mı gitmeli, yoksa ikisinin arasında bir uzlaşma noktası mı aramalı?

Tatar uleması bu soruya esasen iki değişik şekilde cevap vermiştir: Başlangıçta sayıları oldukça az olan bir kısım ulema (dinî ıslahçılar), din anlayışlarını sorgulamak ve hemen herşeyi yeniden yapılandırmak gerektiği kanaatindeydiler. Diğer kesim ise, Rus hayatının ve düşüncesinin yoğun baskısı karşısında bu tesirlerden korunmak ve bu suretle Tatar kültürünü muhafaza etmek endişesini taşıyan kimselerdi. Fikirleri yeteri kadar incelenmemiş olmakla birlikte,35 eski değerleri savunma, koruma endişesiyle hareket eden bu kimseler, ıslah taraftarlarının gayretlerini, fikirlerini bir yozlaşma hareketi olarak görüyor, endişeye kapılıyorlardı. Dini mükemmelen tamamlanmış ilahî bir şey olarak görüyor, ıslahçıların içtihat düşüncesinin İslam’ın temellerini yıkacağından endişe ediyorlardı.36 Daha sonra, “Kadimciler” olarak tanımlanan muhafazakâr kesim, özellikle kırsal alanlarda geniş bir halk desteğine sahipti. Ayrıca, 1917’ye kadar Orenburg’daki Müslüman Dinî İdaresi üzerinde neredeyse tamamen hakim durumdaydılar.37

Abdunnasır Kursavî (1771-1812) ile başlayıp Şihabeddin Mercanî (1818-1889) sayesinde yaygınlaşan dinî ıslahçı akım, 1920’lerin sonuna kadar varlığını ve farklılığını hissettirmiştir. Âlimcan Barudî (1859-1921), Abdürreşit İbrahim (1857-1944), Rızaeddin b. Fahreddin (1858-1936), Abdullah Bubî (1871-1922), Musa Carullah Bigi (1875-1949) ve Ziyaeddin Kemalî (1873-1944) gibi ıslahçı ulema dinî endişelerinin ağır basmasıyla diğer terakkiperver aydınlardan farklı bir eğilimi yansıtmışlardır. Batı’da görüp takdir ettikleri fikirleri olduğu gibi kabul etmeyip onları İslam geleneği içinde ararlar. Onların ayırt edici vasıflarından en önemlisi budur. Dolaylı yoldan da olsa Batı fikirleriyle tanışmışlardır. Hepsi de medrese eğitimi görmüştür. Sonrakiler arasında Rusça bilenler de vardır. Ama hiçbiri Batı Avrupa dili bilmiyordu. Böyle olmakla beraber, yaşadıkları coğrafyanın kültür zenginliği sebebiyle şu veya bu şekilde, daha çok Rus kültürü aracılığıyla Batı fikirleriyle temasa gelmişlerdi. Bu temas onlarda Batı’nın fikir ve değerlerine karşı bir hayranlık uyandırıyor, aynı gelişmeleri kendi toplumları için arzuluyorlardı. Sadece arzulamakla kalmayıp, halkın içinde bulunduğu gerilikten kurtulması için çaba sarf ediyorlardı. Tabii, bunu toplumu Batılılaştırmak adına değil, Batı’daki gelişmelerden yararlanarak İslam toplumuna kaybettiği gücü yeniden kazandırmak için yapıyorlardı. Dinî endişesi ağır basan ıslahçıların düşündükleri ıslahat özellikle eğitim ve dinî anlayış alanlarında olmakla birlikte, sadece bunlarla sınırlı değildi. Onlar, kadınların özgürleştirilmesi de dahil, içtimaî hayatın her cephesinde reform arzuluyorlardı; dinî idarede, iktisat ve hukuk alanlarında reform yapılması da bunlardandır. Ama bütün bunlar dinî bir çerçeve içinde düşünülüyordu.

Avrupa fikirleriyle olan temas ve tanışma, ıslahçıların kendi toplumlarının durumunu sorgulamalarına sebep oluyordu. Müslüman toplumların geri kaldığını kabul ediyor, bu geriliği aşma çarelerini arıyorlardı. İslam dünyasının başka yerlerinde olduğu gibi, Tatar ıslahçıları da geri kalışın temel sebebini İslamın son zamanlarda yanlış yorumlanmasına bağlarlar. Müslümanların yeniden terakki yoluna girebilmeleri için selef denilen ilk dönem Müslümanlarının dinamizmini ve akidevî saflığını yakalamak gerektiğine inanıyor, bunun için uğraşıyorlardı. Islahçıların hepsinde selef dönemini idealize etme eğilimi vardır. Onların kafasında İslam alimleri ikiye bölünür: Mütekaddimîn ve müteahhirîn. Mütekaddimîn veya selef âlimleri orijinal fikirli, hür düşünceli alimlerdir. Sonrakiler, yani müteahhirîn alimleri ise taklitçidir, dar fikirlidir. İslamın saf akidesini yabancı düşünce akımlarıyla karmaşık hale getirmişlerdir. Islahçılar, İslam dünyasındaki fikrî durgunluğun sebebini sonrakilerin taklit yoluna sapmasına bağlarlar. İmam Hanbel, İmam Malik, Şafiî ve Hanefî gibi orijinal fikirli âlimlerin yorumlarının sonradan gelenler tarafından dondurulduğu ve hür düşünceye engel kalıplar haline dönüştürüldüğü kanaatindedirler. Taklitçi ulemanın halkı mezhep kalıpları içinde kalmaya, yani düşünmeden, sorgulamadan itaate (taklide) zorladıklarını söylerler. Islahçılar bu kalıp ve kayıtları kırmaya çalışıyorlardı. Yeni meseleler üzerinde fikir yürütmek ancak bu taklit anlayışı kırıldıktan sonra mümkün olabilecekti.

Bu düşünceleriyle Selefiyeci akımla örtüşen fikirlere sahip olan Tatar ıslahçılarının çoğu tasavvuf ekolüne sempati ile bakar. Bu yönleriyle tasavvuf karşıtı olan Selefiyecilerden ayrılırlar. Tatar ıslahçılığının ileri gelen isimleri (Kursavî, Mercanî, Barudî, Rızaeddin b. Fahreddin ve Musa Carullah) tasavvufa karşı olumlu bir yaklaşım içindedir. Ancak, ıslahçılar arasında tasavvufu tamamen reddeden ve onu İslam’ın ruhuna aykırı bulanlar da vardı (Ziyaeddin Kemalî gibi).

Islahçıların en çok üzerinde durdukları husus, medreselerin ıslah edilmesi gerekliliğiydi. İlmî geriliği aşmanın ve toplumu değiştirmenin en önemli dinamiğini burada görüyorlardı. Islahçılar, yüzyıllardan beri İslam dünyasında tartışılmaz bir yeri olan Buhara medreselerindeki eğitimi eleştirirler. Gerçekten de medreselerde akıl yürütme yerine bilineni tekrarlamaya dayanan bir eğitim türü (yani skolastik usûlü) hakimdi. Çok zamanda az şey öğretiliyordu. Matematik, tarih, coğrafya gibi dünyevî ilimler öğretilmiyordu. Ders kitapları Ortaçağlardan kalma kitapların şerh ve haşiyelerinden ibaretti. Islahçıların en çok eleştirdikleri ise kelam dersleriydi. Medreselerde kelam derslerine abartılı bir şekilde yer verilmesi neticesinde “gerçek İslamî ilimler”in ihmale uğradığını savunurlar. Kelam konularının asrın ihtiyaçları ile alakasız olduğunu, pratikte hiçbir faydası olmadığını ifade ederler.38 Bu yüzden kelam konusunun medrese müfredatından çıkarılıp tefsir ve hadis derslerinin öne çıkarılması için uğraştılar.

Ceditçilik Hareketi

Tatar reformizminin liberalleşmesi ve dünyevileşmesi XIX. yüzyılın son çeyreğinde başlar. Reformizmin bu ikinci safhasında modernist eğilim daha çok belirgindir. Ama bu, dinî ıslah hareketinin bu noktada bittiği veya bundan önce modernleşme çabalarının olmadığı anlamına gelmez. Dönemde ağırlığını hissettiren hakim unsur sebebiyle böyle bir bölümlemeye gitmek zarureti ortaya çıkıyor. İsmail Gaspıralı’nın 1884’te açtığı ilk usul-i cedit mektebi ile Tatar reformcuları yeni bir adla anılacaktır: “Usûl-i ceditçiler” veya onun kısaltılmışı olan “Ceditçiler”.39

Genel olarak, dinî ıslah taraftarları da “Ceditçi” tanımı içine dahil edilmişlerdir.40 Peki, dinî ıslahat taraftarları “Ceditçi” tanımlamasını ne dereceye kadar benimsiyorlardı? Islahçıların en tanınmışlarından olan Musa Carullah “Ceditçi” tanımlamasını benimsemez ve kendisini bunun dışında tutar. Ona göre Ceditçilik ve Kadimcilik ifratla tefrit gibidir. “Kadimci” olarak nitelediği kimseler medreselerin ıslahına şiddetle karşı çıkanlardır. “Ceditçi” olarak tanımladığı kimseler ise, medreselerin ıslah edilmesinin faydasız olduğunu düşünenlerdir. Onlar medreseyi kendi halinde bırakıp tamamen modern tarzda okullar oluşturulmasını savunan, din dışı bir eğitimden yana olanlardır.41 Halbuki, Musa Carullah ve diğer ıslahçılar medreselerin ıslahı için çalışırlar, bu onların temel uğraşılarıdır. Batı kurumlarının olduğu gibi alınması yerine İslam kurumlarının ıslah edilmesini savunurlar. Onlara göre çözümler dışarıda değil, içeride, yani İslam geleneği içinde aranmalıdır.

Her ne kadar, birçok noktada aynı endişe ve fikirleri benimsemiş olsalar da, İsmail Gaspıralı ve Yusuf Akçura gibi laik reformcularla Rızaeddin b. Fahreddin ve Musa Carullah gibi dinî ıslahçılar arasında bazı yaklaşım farkları olduğu açıktır. Bu yaklaşım farklılıklarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bir misal verelim. Rızaeddin b. Fahreddin, toplumların ilerlemeleri veya gerilemelerini dayandıkları “akide”nin sağlamlığına bağlar.42 Ona göre, İslam milletlerinin geri kalmasının sebebi, son asırlarda İslam dünyasında din anlayışının özünden sapması, yani akidenin bozulmasının bir sonucudur. Eğer Müslümanlar tekrar eski güçlerine erişmek istiyorlarsa, İslamı selefin anladığı yolda anlamaya çalışmalıdırlar. Musa Carullah da bu konuda onunla hemfikirdir.43 Gaspıralı ve Akçura gibi laik bir reformcu olan Zeki Velidi Togan ise bunun aksinin doğru olduğunu ileri sürer.44 Ona göre, Müslümanların gerilemesi İslam akidesinin bozulmasından değil, maddi medeniyetteki çöküşün bir sonucudur. Medeniyet yozlaştığı için din de sükuta uğramış, harap olmuştur. İslam dini ıslah edilse bile, Müslüman memleketleri bu ruh hâliyle terakki ve teâli edemezler. Vehhabilerin dini ıslah edip memleket tanzim etmek hususundaki emek ve gayretlerinin hiçbir olumlu sonuç vermemesi bu hakikati açıkça ortaya koymuştur. Musa Carullah ve Rızaeddin b. Fahreddin, İslam hukukunu modernleştirmeye ve yeniden tanzim etmeye uğraşırken, Togan bu gayretleri boşa sarf edilen bir emek olarak görür. Çünkü o ıslahçıların ısrarla savundukları dinî söylemi bir yana bırakarak meselelere seküler açıdan bakar.

Bu örnekler, reformcular arasındaki yaklaşım farkını ortaya koymaktadır. “Cedit” kavramı içinde, mevcuttan memnun olmama ve değişim arzusu var. Bu düşünce onları “Kadimci” denilen ve mevcudu muhafaza endişesindeki insanlardan ayırıyordu. Belki de “Ceditçi” tabiri, değişmek istemeyenlerin olumsuz anlamda kullanıp yaygınlaştırdıkları bir kelimedir: “Ruslaşmış”, “asrîleşmiş”, “jön” gibi. Kesin olan bir şey varsa o da Ceditçi denilen kimselerin tek bir çizgide olmadıkları; muhafazakârından liberaline geniş bir yelpazeye yayılmalarıdır.

Tarihî gelişimi açısından bakacak olursak, dinî ıslah hareketinin etkili olduğu dönem, XVIII. yüzyılın sonu ile XX. yüzyılın başı arasındadır. XIX. yüzyılın sonuna doğru seküler eğilim giderek daha bir ağırlık kazanır. Mercanî ve diğer ıslahçıların fikirlerinden etkilenen aydınlardan bazıları zaman içinde dinî reformculuktan seküler reformculuğa geçerler. Dinî ıslahçılığın gerilemeye başlaması 1920’lerdedir. Bu yıllarda İslam dünyasının başka yerlerinde de ıslahçı akım bir gerileme içindedir. 1924-25 yıllarında Kırım’da çıkan Asrî Müslümanlık dergisi Tatar ıslahçıların son faaliyeti gibidir. Rızaeddin b. Fahreddin, Musa Carullah ve Ziyaeddin Kemalî gibi ıslahçılar burada bir müddet daha yazarlar. O yıllardan başlayarak onlara yönelik eleştiriler artar. Bu kampanya sonunda, o zamana kadar terakkiperver olarak tanınan bu insanlar kısa zamanda “gerici” konumuna düşürülür. 1925’ten sonra ise tarih sahnesinden neredeyse tamamen çekilmek zorunda kalırlar.

Siyasi ve Millî Bilinçlenme

Dönemi (XX. Yüzyılın Başı)

“Millet” ve “milliyetçilik” gibi modern kavramların Rusya Müslümanlarının gündemine girmesi daha çok Rusya yoluyla olmuştur. Bazı araştırmacıların iddialarına göre pan-Slavizm fikri pan-Türkizm fikri için bir model teşkil etmiştir.45 Slavcıların fikirlerini pan-Türkizm şeklinde yeniden üreten kişilerin başında ise, İsmail Gaspıralı (1851-1914) geliyordu. Gaspıralı gençlik yıllarında, Moskova’da askerî okul öğrencisiyken slavcıların fikirleriyle tanışmış, meşhur pan-Slavist Mihail N. Katkov ile dostluk kurmuş ve aynı zamanda halkçıların ve Batılı milliyetçilerin eserlerine ilgi duymuştu.46 Ruslaştırma siyasetinin farkında olan Gaspıralı, pan-Slavizm fikrinden esinlenerek Çarlık Rusyası’ndaki Türk toplulukları arasında dayanışma ve birlik yönünde faaliyetlere girişti. Tercüman gazetesindeki yazıları vasıtasıyla Türk dilli topluluklar arasında en gelişmiş dil olan Osmanlı Türkçesine yakın bir dili yaygınlaştırmaya çalıştı.

Rusya Müslümanları 1904-1917 yılları arasında 5 büyük kongre düzenlemeyi başardılar. 1905 ve 1906’da Müslüman intelijansiyanın önde gelen temsilcileri, birinci ve üçüncüsü Nijni Novgorod’da, ikincisi Petersburg’da olmak üzere üç kongrede bir araya geldiler. Bu toplantılarda, medreselerin ıslahı, Dini İdare’nin yeniden düzenlenmesi, Müslüman kadınların toplumsal hayata katılması gibi kültürel ve toplumsal sorunlar tartışıldı ve kararlar alındı. “İttifak” adında bir teşkilat kuruldu ve böylelikle Rusya’da yaşayan Türki halkların birliği prensibi kabul edildi. Ayrıca, Rus Dumasına olabildiğince çok sayıda milletvekili gönderip Müslümanların artık Rusya’nın siyasi hayatına aktif bir şekilde katılmalarını sağlamaya çalışıldı.47 1906 Ağustosu’nda yapılan kongrede merkezi hükümetten mahalli muhtariyet talep edilmesi de kararlaştırılmıştı.48 Bütün bu faaliyetler sürecinde, Tatarlar, imparatorluğun diğer Türk kökenli topluluklarına fikrî ve siyasî liderlik bakımından öncülük etmişlerdir.

Rusya Müslümanlarının I. Kongresi (Nedvesi, Syezdi), 15 Ağustos 1905’te Nijni Novgorod’da, Oka nehri üzerinde gezinti yapmak görüntüsü altında bir vapurda yapılmıştır (120 kişi katılmıştır). Kongreye Rusya’nın çeşitli yerlerinden önemli temsilciler gelmişlerdi. Kırım’dan İsmail Gasprinski (kongreye reis seçilecektir), Bakü’den Ali Merdan Topçubaşı, Kazanlılardan Seyid Gerey Alkin, Yusuf Akçura ve Fatih Kerimi, ulemadan Abdürreşit İbrahim ve Musa Carullah, Troyski’den Veli Yavuşev, Orenburg’dan Zakir Rameev, Ahmed Bay ve Gani Bay Hüseynovlar katıldı. Abdürreşit İbrahim toplantıya Rus profesörlerinden meşhur zatları da davet etmişti.49 Bu toplantının akisleri bütün Rusya’ya yayıldı, kararları her tarafa dağıldı. Kongre, Rusya Müslümanlarının fikrî ve siyasî hareketlerine çok büyük güç vermiş, Rusya Müslümanlarını birliğe sevk etmiştir.50

Resmi izin alınarak yapılan ve oldukça kalabalık olan (250 kişi katılmıştı) III. Kongre’de (16-21 Ağustos 1906’da Nijni Novgorod’da), “Müslüman İttifakı” adında bir siyasi partinin kurulması kararlaştırıldı. Toplantıda fikirleriyle öne çıkan ve en çok takdir alan kişi, Yusuf Akçura idi. “Maksadımız Rusya Müslümanlarının ekserini cem edip bir siyasi fırka teşkil etmek. Rus partiyaları gözünde, hükümet nazarında kuvvetimizi, tesirimizi, itibarımızı ziyade etmek(tir)” der ve şöyle devam eder: “Din ve milliyet bayrağı altında toplanmak, maddi ihtilaflar olsa da, din ve milliyet esasları üzerinde çok kuvvetli bir ittifak tesis etmek her vakit mümkündür… Dolayısıyla, bizler de İslamiyet esasına dayalı, ‘Rusya Müslümanları İttifâkı’ adında bir siyasi fırka teşkil etmek içtihadında idik (şiddetli alkışlar).”51 Görüldüğü gibi, o dönemde Rusya’nın Türk kökenli halklarını birleştiren asıl unsur dindir. Toplantılarda söz alanların ifadeleri neredeyse hep bu yöndedir.

1906 Nisanı’nda yapılan seçimlerde Rusya Müslümanları 524 mebuslu Duma’ya 25 milletvekili gönderir. I. Meclis’te liberal grupların çoğunluğu oluşturması Çar idaresinin hoşuna gitmez ve Temmuz 1906 fermanıyla Duma feshedilir. II. Duma seçimlerinde Müslüman mebusların sayısı 37’ye çıkmıştı. Müslümanların kongre ardına kongre yapmaları, ortak Türk dilini kabul ile birlik teşkiline doğru gitmeleri, gazete ve dergi yayıncılığında büyük bir atılım yapmaları, reaksiyoner Rus mahfillerini ve Rus hükümetini endişeye sevk eder. Sosyalistler, Kadetler ve “Müslüman Fraksiyası” bir araya gelince çarlığın durumu zorlaşmaktaydı. Bunların da sevkiyle II. Duma dağıtılır (Haziran 1907) ve yeni seçim kanunu ilan edilir. Meşruti idareye son verilmiş gibidir. Yeni seçim kanunu muhafazakâr unsurlara daha fazla milletvekili çıkarma imkanı tanır. Sosyalistler ve Müslümanların seçimine büyük kısıtlamalar getirilir. Sonuç olarak, III. Dumaya 10 Müslüman mebus girebilir. Türkistan ve Kazakistan seçimlerden tümüyle mahrum bırakılır. Artık Duma’da muhafazakâr unsurlar çoğunluk teşkil eder. Rusya’da yeniden reaksiyoner bir rejim başlar. Müslümanlara karşı baskı siyasetine dönülür; basın ve yayın üzerindeki sansür arttırılır. III. Duma döneminde (1907-1912) özellikle terakkiperver kurumlar, mektep ve medreseler takibata uğrar. Sakıncalı görülen muallimler sürgüne gönderilir.52

IV. Kongre ancak 8 yıl sonra yapılabildi. 1906’dan beri baskısını arttıran istibdat rejiminin etkisiyle, IV. Kongre adeta kapalı kapılar arkasında olur. Müslüman aydınlar ve halk toplantıda neler olup bittiğini sonradan öğrenebilirler. Çünkü kongreye gazete muhabirlerinin katılmasına izin verilmemiştir.53 Kongrenin esas konusunu dinî meseleler oluşturur. Bundan başka, Türki kavimlerin arasında dil birliğine gidilmesi konusu da görüşülür.

1917 Şubat Devrimi ile Rusya Müslümanları arasında yeni bir canlanma görülür. 10 yıldan beri baskısını iyice arttırmış olan eski rejimin gitmesi, yeni umutlar doğmasına sebep olur. Bu belirsizlik ortamında, Rusya Müslümanları da kaderlerini tayin etmek için bir araya gelip, V. büyük kongrelerini (veya “Bütün Rusya Müslümanları Birinci Kurultayı”nı) gerçekleştirirler (1-11 Mayıs 1917, Moskova). Katılım oldukça yüksektir (900’den fazla) ve bunların 200 kadarı kadın delegelerden oluşmaktadır. Dinî İdare’nin bağımsız hale getirilmesi için uğraşan delegeler, müftünün Rusya İçişleri Bakanlığı tarafından atanması uygulamasını kaldırıp, kongrede Ceditçi bir din alimi olan Âlimcan Barudî’yi müftü seçerler. Kongrede mektep ve medreselerin ıslahı, kadınların oylamaya katılmalarının getireceği yararlar gibi konular da tartışılır. Ayrıca bu kongrede ilk defa olarak bölgesel otonomi konusu gündeme gelir. Bu konuda iki fikir çarpışıyordu: Kazan Tatarları ve Kuzey Kafkasyalılar millî ve kültürel otonomiden yana idiler. Türkistanlılar, Azerîler ve Başkurtların çoğu topraklı otonomiyi savunuyorlardı. İkinci görüşü savunanlar 446’ya karşı 271 oyla galip geldiler. Lakin Müslümanlarda bu kararı uygulayacak güç yoktu.

1917 yazında bir kongre daha yapılır (II. Bütün Rusya Müslüman Kongresi). Burada, otonomi konusunda sunulan 3 tekliften biri Musa Carullah’a aittir: “Millet-i İslamiye Muhtariyeti”. Bu teklif, Rusya’da yaşayan bütün Müslümanların dini ve milli hürriyetlerinin sağlanmasını amaçlıyordu. Sadri Maksudi Bey tarafından sunulan ikinci teklif “Milli Medeni Muhtariyet” istiyordu. Sadri Maksudi’nin düşündüğü milli-medeni muhtariyet rejimi sadece İç Rusya ve Sibirya Türk-Tatarları için tasarlanmıştı. Carullah ise bunu daha kapsamlı tutmuş, Sovyet hakimiyetinde yaşayan bütün Müslümanları kapsayan, oldukça geniş haklara sahip bir dinî muhtariyet rejimi kurulmasını düşünmüştür. Komünistliği benimseyen Alimcan İbrahimov tarafından ortaya atılan üçüncü teklif ise “Tatar Medeniyeti” adını taşıyordu. Bunlardan Sadri Maksudi’nin teklifi zamana uygun görülerek kabul edilir, ancak, burada öngörülen devlet yaşamaz.54 Kurduğu kurum dağıtılır, kendisi de Sovyetleri terk etmek zorunda kalır.55

Çarlık rejimini tasfiye eden 1917 Şubat İhtilali sekiz ay sürer. Bu sürenin ayırıcı vasfı, umut, hürriyet ve demokrasi arayışlarının ağır bastığı bir dönem olmasıdır. Lakin, bunu takip eden Ekim Devrimi ile, bu özgürlükçü ve barışçı ortam, yerini önce karmaşıklığa, daha sonra kısıtlamalarla, hatta baskılarla dolu bir dünyaya bırakacaktır. Bundan sonra üç yıl devam eden (1918-21) Rusya iç harbi, Rusya Müslümanlarını da yakından etkilemiştir.

Sovyet Dönemi ve Sonrası

1917 Şubat Devrimi’nden sonra Bolşeviklere katılan Ceditçilerin çoğu, Devrimi ve onu takip eden iç savaşı,

Rus hegemonyasına karşı zaferin tohumları olarak görüyorlardı. Onlar yeni Sosyalist düzenin kendilerini sömürge hakimiyetinden kurtaracağını umuyorlardı. Bolşevikler ise, iç savaşın henüz nasıl sonuçlanacağını bilemediklerinden, azınlıkları küstürmemeye, hatta kendi saflarına çekmeye çalışıyorlardı. Ceditçilerin Rus devrimcileri ile işbirliği yapmalarının sebebi, kendi toplumları yararına haklar elde etmek arzusundan kaynaklanıyordu. Bolşevikleri de aynı sebeple tercih etmişlerdi. Çünkü sosyal, siyasî ve millî meselelerde sadece Bolşeviklerin programı onların isteklerine uygun düşüyordu.

Yeni rejimin ilk yıllarında Sovyetler Birliği’nin bütün Müslüman milliyetlerini tanımlamak için Sovyet kayıtlarında “Müslüman” tabiri kullanılıyordu. Bolşevikler, daha sonra böyle bir birlik hissinin doğurabileceği tehlikeyi düşünmüş olmalıdırlar. Nitekim, birkaç yıl içinde Müslüman birliğini parçalayıp bunun yerine modern milletçikler yaratma faaliyetine giriştiler. Bunun ilk uygulaması, İdil-Ural bölgesinde oldu: Bu bölgede yaşayan Tatar ve Başkurtlar dil ve kültür birliğine doğru gidiyorlardı. Hayat tarzları farklılık gösterse de, her iki topluluk aynı tarihî ve kültürel mirası paylaşıyorlardı. 1918’de Beyaz ordularının baskısı altındayken, Bolşevik liderler Müslüman müttefiklerinin bir Tatar-Başkurt Cumhuriyeti oluşturma fikrini kabul etmişlerdi. Ama Beyazları yendikten sonra Sovyet liderleri tavırlarını değiştirip İdil-Ural bölgesinde kurulacak büyük bir Müslüman devlet yerine, Tataristan ve Başkurdistan şeklinde iki küçük cumhuriyet oluşturarak, Müslüman topluluklar arasında ilk bölünmeyi gerçekleştirdiler (1919’da Başkurt, 1920’de ise Tatar Özerk cumhuriyetleri kuruldu). Üstelik, Tatarların önemli bir kısmı Başkurdistan içinde bırakılmıştı. Bunu, 1923’te Başkurt edebi dilinin oluşturulması faaliyetleri takip etti. İdil-Ural bölgesindeki Müslüman Türk topluluklarının parçalanması olgusu, daha sonra diğer Müslüman topraklarında uygulanacak siyasete örnek oluşturacaktır.56

Her şeye rağmen, Sovyet rejiminin ilk on yılında (1918-28) yerel güç, daha önce ceditçilerin safında olup Devrimden sonra Bolşevikler safına geçen fakat geçmişinden tamamen kopmamış olan Tatar komünistlerinin elindeydi. Tatar millî komünizminin lideri ve en özgün düşünürü, Mir Said Sultan Galiyev (1880-1939?) idi. Sultan Galiyev, 1920’lerde komünist parti hiyerarşisinde en üst düzeye yükselebilen Müslüman temsilciydi. Sultan Galiyev’in başını çektiği milli komünizm hareketi, sadece Rusya Müslümanları ile sınırlı kalmayıp Üçüncü Dünya’daki milli kurtuluş hareketlerinin birçoğuna da esin kaynağı oldu.57

Sultan Galiyev ve arkadaşları, sömürge baskısına maruz kalmaları dolayısıyla bütün Müslümanları ve proleterleri bir millet olarak görüyor, ezilmiş halkların dinini temsil eden İslam’a saldırmayı doğru bulmuyorlardı. Milli komünistler Marksizm ve İslam’ın ilkelerinden bazılarının uyuşabileceğine dikkat çekiyorlardı; kolektivizm, eşitçilik, eğitime önem verme, çalışkanlık, tarımsal alan, su ve ormanlar konusunda özel mülkiyetin reddedilmesi ve zekat gibi “ilerici” bir vergi sisteminin varlığına işaret ediyorlardı. Müslümanların asıl zaafı, İslam değil, siyasi ve iktisadi gerilikti. Bu gerilik din karşıtı propaganda ile değil, Müslümanları siyasi, iktisadi ve kültürel kurumların liderliğine çekmekle aşılabilirdi.58 Müslüman kitleler kendilerine has özerk bir komünist hareket içinde bir araya gelerek mücadele vermeliydi. Din karşıtı propaganda ile uğraşanların özellikle Hıristiyan misyoner geçmişe sahip Ruslardan oluşması da Tatarların dikkatinden kaçmıyor, Çarlık ve Bolşevik siyasetleri arasındaki paralelliği ortaya koyuyordu.

1923’te Sultan Galiyev, İslam’ın Tatar ülkesindeki ilk bin yılını kutlama hazırlıkları içinde iken, Stalin tarafından burjuva milliyetçisi olmakla suçlandı ve tutuklandı. Bu ilk tutuklanışı ile 1928’deki tutuklanıp partiden ihraç edilişi arasındaki dönemde de faaliyetlerini gizlice sürdüren Sultan Galiyev, yeni tezleriyle milliyetçi komünistleri örgütlemeye devam etti. Bu tezler içinde en önemlisinde, Orta İdil, Azerbaycan, Dağıstan, Kuzey Kafkasya ve Türkistan’ı içine alan bağımsız bir Turan devletinin kurulmasını öngörüyordu. Bunu kendi birliğine açık bir tehdit olarak gören Moskova, 10 yıl içinde Sultan Galiyev’i ve diğer Tatar milli komünistlerini ortadan kaldıracaktır.59

Sultan Galiyev ve arkadaşlarının tasfiye edilmesi, İslam’a karşı bütün güçle yapılan hükümet saldırısının başlangıcıydı. Bu saldırı, 1925’te Fen hem Din adındaki din karşıtı derginin yayınlanmasıyla başlamıştı (daha sonra bunun yerini militan bir dergi olan Sugışçan Allasız dergisi alacaktır).60 Arap alfabesinden Latine geçilmesi (1920’lerin sonunda, daha sonra, 1939’da ikinci bir alfabe devrimi ile Rus alfabesine geçilecektir) de esas olarak dine karşı mücadelenin bir parçasını oluşturuyordu. Tatar aydınlarının önde gelenleri Latin harflerine geçişe karşı çıkmışlardır.61 1929’da, dinî okullar, şer’î mahkemeler ve vakıflar gibi kurumların hepsi kapatıldı. 1930’larda camilerin çoğu yıkıldı veya kapatıldı. 1930’ların ortalarında, devrim karşıtı ve Japon casusu olmakla suçlanan Müslüman din adamlarının tutuklanmasıyla İslam karşıtı kampanya en yüksek noktasına vardı. Orenburg Müftüsü Keşşaf Tercemanî tutuklandı ve öldürüldü. 1937 yazında Tatar Cumhuriyeti hükümetinin bütün mensupları, devrim öncesi yazarlarının hemen hepsi içinde olmak üzere birçok aydınla beraber tutuklandı. 1940’a varıldığında, Tatarlar aydınlarının büyük bir çoğunluğunu kaybetmiş bulunuyordu. Bunların yerini, Sovyet kalıplarında yetişmiş, çoğunluğu köy kökenlilerden oluşan yeni bir aydın, bürokrat ve teknisyen nesli aldı.

II. Dünya Savaşı sırasında, 1942’de, sağ kalan ceditçi din adamlarından Abdurrahman Rasuli (Rasulev) Sovyet hükümeti ile Müslümanlar arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi fikriyle Stalin’e yaklaştı. Bu girişimin sonunda baskı gevşedi, İslam karşıtı propaganda azaltıldı ve müftülük yeniden kuruldu (bu defa Orenburg’da değil, Ufa’da). İslami kurumların zayıflatılmasına ve sistemli ateist propagandaya rağmen, İdil Müslümanlarının dinî inanç düzeyi oldukça yüksekti. 1970’lerde yapılan sosyolojik bir araştırmaya göre Tatar ve Başkurt halkının yüzde 60 kadarının inançlı olduğu tespit edilmiştir.62 Dolayısıyla, İslam onların etnik kimliğinin önemli bir parçası ve Ruslar arasında kaybolup girmekten koruyan bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır.

Stalin dönemindeki baskılar sırasında, Tatarlar devrim öncesi yazarların hemen hepsini kaybetmiş, edebiyat ve tiyatro âni bir gerileme içine girmişti. 1956’daki 20. Parti Kongresi’ne kadar tiyatro repertuarı, bazı istisnalar bir yana, kötü bir şekilde yazılan ve daha ziyade ilkel propaganda oyunlarından ibaretti. Stalin’in ölümünden sonraki göreceli liberal atmosfer Tatar edebiyatını ve milli hayatını önemli sayılabilecek ölçüde canlandırdı.63 Tatar edebî mirasına ait eserlerden birçoğunun yeniden basılmasına izin verilmiştir ki bu sadece Tatar edebiyatı için değil, genelde milli eğitim ve kültür hayatı için de çok büyük önem taşıyordu. Tutuklanan ve suçlu bulunan Tatar yazarlarının hemen hepsi aklandı ve eserlerinden pek çoğu yeniden basıldı. 1963-64’te edebiyat daha bir canlılık kazandı ve insanî sorunlar, vatan, anadil, kültür ve tarih sevgisi konularında önemli eserler ortaya çıktı. Bunların birçoğunun mevcut sosyal ve ulusal durumları sunma ve eleştirme konusunda oldukça cesur davrandıkları dikkati çekmektedir. Böylece, Tatar edebiyatı eski enerji ve heyecanını büyük ölçüde kazanarak önemli bir canlanma gösterdi.64

Tatarlar, Sovyet dönemine kadar milli bilinci oluşmuş bir halk olduğu için, Bolşevik ve Stalin dönemi terörü döneminde bile bu potansiyelini kaybetmemiş, bulduğu ilk fırsatta bir kıpırdanma göstermiştir. 1950 ortalarında başlayıp 1960’larda gelişen bu canlanma, mirasçılık şeklinde kendini göstermiş, 1970’lerde Tatarların kendini arama çabası şeklinde gelişmiştir (bu süreç, 80’lerin ikinci yarısına kadar devam edecektir). Bu çerçeve içinde, tarih, dilbilimi, etnografya ve folklor araştırmaları önemli bir yer tutar.65 Rus milliyetçiliği ve Sovyet rejiminin Ruslaştırma siyasetine karşı Tatar milliyetçiliğinin önemli bir parçası olarak ortaya çıkan, Devrim öncesindeki kültürel mirasa yönelme (mirasçılık) akımı edebiyat dışındaki tarih yazımı alanına da yayıldı. Bu çabanın arkasındaki asıl itici güç, Tatarların saptırılmış imajını düzeltmek ve genç nesle Tatarların geçmişteki başarılarının gururunu aşılamaktı.

1977-85 arası dönemde, Tataristan’ın özerk statüsünün Tatarların milli gelişimini engelleyen bir etken olduğu açıkça ortaya çıktı. Bu yüzden, daha 1977’de Tataristan’ı “Birlik” cumhuriyeti66 yapma yönünde girişimde bulunulmuştur.67 1984-85’te Tatar aydınları, Tatar dilinin eski önemini kazanması için bir kampanya başlattıkları gibi, cumhuriyetlerinin “Özerk” statüsünden “Birlik” (federal cumhuriyet) statüsüne yükseltilmesi ve böylelikle bağımsızlığa doğru adım atma yolunda faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. O döneme kadar bu gibi bir sorunu gündeme getirmek “milliyetçi” suçlamasına yol açacak tehlikeli bir girişimdi. Bu yıllarda Tatar bilim adamları arasında, Tatar halkının tarihini yeniden yazma, anlama ve değerlendirme girişimleri ortaya çıktı. Ayrıca, Perestroykadan hemen önce, Tataristan matbuatında etnik tarih, halkın adı, yer adları, İslam’ın rolü, kültür ve dil konularında fikir alışverişleri ve tartışmalar ortaya çıktı.68

Perestroyka, Sovyetler Birliği’nde 1905’teki liberal döneme benzer bir şekilde, millî hareketlerin ortaya çıkışına zemin hazırladı. 1988’de Tatar İçtimaî Üzegi (Tatar Toplumsal Merkezi) adında, önemli bir siyasi grubun ortaya çıkması ile milliyetçi talepler daha bir hız kazandı.69 30 Ağustos 1990’da Tatar Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Yüksek Şûrası bağımsızlığını ilan etti ve cumhuriyet, hâlâ Rusya’nın bir parçası olmakla birlikte Sovyet rejimi altındakinden daha geniş bir otonomi isteğiyle “Tataristan Cumhuriyeti” adını aldı.70 Moskova’nın bütün karşı çıkmalarına rağmen, 21 Mart 1992’de Tataristan parlamentosu bağımsızlık konusunda referanduma gitti. Oylamaya katılanların yüzde 61.4’ü bağımsızlık ve Rusya Federasyonu ile eşit düzeyde ilişki kurulması yönünde oy kullandı. Ancak, 1994 Şubatı’nda Rusya Federasyonu ile Tataristan arasında yapılan anlaşma, her iki taraf arasında bir uzlaşmaya doğru gidildiğini belgelemektedir.71

Milli hareketin başlarında Tatar İçtimai Üzegi ılımlı ve merkezi konumda olup milli dernekler arasında en itibarlısıydı. Fakat çok geçmeden milli hareket içinde anlaşmazlıklar ortaya çıktı ve bunun sonucunda Tatar İçtimai Üzegi’nden radikal milliyetçi kanat koparak “İttifak” partisini oluşturdu. 1992’de Tatar İçtimai Üzegi’nden farklı olarak, diğer milli derneklere ve radikal milliyetçilere dayanan “Milli Meclis” adında yeni bir kuruluşun (alternatif bir iktidar iddia eden kuruluş) ortaya çıkması milli hareketi parçaladı ve aralarındaki rekabeti körükledi.72

Tatar tarihçilerinden Damir İshakov, son dönem Tatar milliyetçiliğinin geçirdiği süreci bazı devrelere ayırıyor: Milliyetçi hareketin hızla yükselişi (1988-90); yavaşça gerilemeye başlaması (1991-92); hızla gerilemesi (1993-96). Ona göre milliyetçi hareketin gerileme sebepleri şunlardı: 1. Ekonomik sıkıntılar ve toplumdaki eylemsiz ve ilgisiz ruh hâli. 2. Zaten önceden var olan potansiyelin çok zayıf oluşu. Aydınların teşebbüsünün dağınık, ortak hedeften ve işleyebilir, gerçeklere uygun programdan yoksun oluşu. 3. Başlangıçtaki milli bağımsızlık kazanma fikrinin, imkansızlığı ve Rusya şartlarında gerçekleşmesi zor olması dolayısıyla, soyut bir kavram olarak kalması ve insanları tatmin etmemesi. 4. Hareketin millet çapında, yetenekli lider kadrosuna sahip olmaması. Özellikle 1991’de Moskova’daki komünist darbe girişiminden sonra milli harekette bir tıkanma fark edilmeye başlandı. 1992 referandumunda geçici bir yükseliş olduysa da, daha sonra bir durgunluk ve gerileme içine girdi.

Her şeye rağmen, milli derneklerin yürüttüğü faaliyetler, egemenliğin alınmasında büyük rol oynadı. Fakat bundan hemen sonra (90’ların sonuna doğru) Tataristan’ın iktidar çevreleri (nomenklatura) milli süreçteki inisiyatifi sahiplendi ve milliyetçilerden daha baskın bir konuma geçti. İktidar çevreleri, Moskova ile olan mücadelede Tataristan’daki bütün halkların (özellikle Rusların da) desteğini alabilmek için, “orta yola”, yani Tatarların ve Rusların eşitliğine dayanan bir politikaya yöneldiler. Bundan sonra, milli hayatı ve hatta milliyetçiliği yönlendirme ve düzenleme fonksiyonunu iktidar çevreleri eline almıştır; bugün de durum bu yöndedir.

Tatar milli hareketinin önceki heyecanını kaybederek bir durgunluk dönemine girmesinde Rusya’nın gittikçe ağırlığını daha fazla hissettiren baskı politikasının da tesiri vardır. 1990’ların sonunda başlayan ve Rusya’nın yeni Başkanı Vladimir Putin ile hızlanan sistemli kısıtlama faaliyetlerinin amacı, 1991 ve 92 yıllarında Rusya’nın istemeyerek tanımak zorunda kaldığı daha geniş hakları tekrar almak ve Rusya Federasyonu’nu üniter bir devlete dönüştürmektir. Son zamanlarda Rus olmayan milletlerin haklarını kısıtlayan kanun teklifleri ve bunların kabulü de bu siyasetin bir parçasıdır. Rusya Anayasa Mahkemesi’nin 27 Haziran 2000 tarihli kararı, milli cumhuriyetlerin egemen statülerini ortadan kaldırmayı öngörmektedir.73 Rusya’nın diller hakkında kabul ettiği kanun, Rusya’daki milletlere kiril harflerini dayatmakta olup Tatar Cumhuriyeti’nin Latin alfabesine geçme girişimini sürüncemede bırakmıştır (1999’da Latin alfabesine geçiş kabul edildi, 2000’de uygulamaya girecekti ama hâlâ uygulamaya geçilememiştir). Bütün bu gelişmeler, zaten var olan Tatar dili ve kültürünün korunması ve Tatarların statüsü gibi sorunları arttırmakta olup, günümüzdeki Tatar aydınlarının çoğu toplumlarının geleceği konusunda endişe duymaktadırlar.

1 Kazan Tatarları, eski Bulgarlar ile XIII. yüzyılda Moğol istilasıyla birlikte İdil-Ural bölgesine gelen Kıpçak unsuru ile karışmış olup, dilleri ana Türkçenin Kıpçak lehçesi özelliğini taşır (Kazak, Kırgız, Başkurt, Karakalpak Türkçelerine yakındır). Önemli Bir Kısmı Tataristan ve Başkurdistan ile Astrahan’a kadar uzanan İdil havzasında, Batı Sibirya’da, Rusya Federasyonu’nun büyük şehirlerinde ve Orta Asya cumhuriyetlerinde yaşayan Kazan Tatarlarının sayısı, 7 milyon civarındadır.

2 “Bulgar” bölgesel kimliğinin İdil-Ural bölgesinde benimsenmesi ve şekillenmesinde ulemanın rolü hakkında önemli bir çalışma için bkz: Allen J. Frank, Islamic Historiography and ‘Bulghar’ Identity among the Tatars and Bashkirs of Russia (Leiden: Brill, 1998).

3 Andreas Kappeler, “Czarist Policy toward the Muslims of the Russian Empire”, Muslim Communities Reemerge, Edward Allworth (der.), Almanca ve Fransızcadan İngilizceye çeviren Caroline Sawyer (Durham: Duke University Press, 1994), 142.

4 Andreas Kappeler, The Russian Empire: A Multi Ethnic History (Harlow: Pearson Education, 2001), 24.

5 Kappeler, XVI ve XVII. yüzyıllarda Kazan Tatarlarına ve diğer Müslüman unsurlara karşı Rus siyasetini pragmatik esneklik olarak nitelemekte ve Aleksandr Bennigsen, Edward Lazzerini ve Azade-Ayşe Rorlich gibi araştırmacıların bu siyaseti hristiyanlaştırmaya zorlama ve asimilasyon ile açıklayan yorumlarına katılmamaktadır. Andreas Kappeler, “Czarist Policy toward the Muslims of the Russian Empire, ” 143.

6 Kazan Hanlığının alınması öncesi ve hemen sonrası arası dönemi orijinal kaynaklara dayanarak inceleyen kapsamlı bir çalışma Pelenski’ye aittir: Jaroslaw Pelenski, Russia and Kazan: Conquest and Imperial Ideology (1438-1560s) (The Hague: Mouton & Co., 1974).

7 Abdullah Battal-Taymas, Kazan Türkleri (İstanbul: Âmedî Matbaası, 1925), 75, 79.

8 Abdullah Battal Seyidoğlu [Battal-Taymas], “Kazan Türkleri, ” Türk Yılı 1928 (İstanbul: Yeni Matbaa, 1928), 622.

9 Battal-Taymas, Kazan Türkleri, 110-15.

10 A.g.e, 109.

11 A.g.e, 80.

12 II. Katerina döneminde Asya’da Rus faaliyetlerinin yoğunlaşması, Rus olmayan yerli halka karşı daha yumuşak ve pragmatik bir siyaseti gerektiriyordu. John W. Slocum, “Who, and When, were the Inorodtsy? The Evolution of the Category of “Aliens” in Imperial Russia”, The Russian Review 57 (April 1998), 178.

13 Çarlık Rusyası idaresinde İdil-Ural Müslümanları Dinî İdaresi’nin kurulması hakkında bkz. Danil’ D. Azamatov, “Russian Administration and Islam in Bashkiria (18th-19th Centuries)”, Muslim Culture in Russia and Central Asia from the 18th to the Early 20th Centuries, Michael Kemper, Anke von Kügelgen, Dimitriy Yermakov (der.), (Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1996): 91-111.

14 Tamurbek Davletshin, Sovetskiy Tatarstan (London: Our Word Publishers, 1974), 24.

15 Şihâbeddin b. Bahâeddin el-Mercanî, el-Kısmu’s-sânî min Kitâbi Mustefâdi’l-Ahbâr fî Ahvâli Kazan ve Bulgar (Kazan: Tipo-Litografiya İmparatorskago Universiteta, 1900), 313.

16 Battal-Taymas, “Usul-ü Kadim”, Türk Kültürü 4: 40 (Şubat 1966), 409.

17 F. K. “Rusya’da İnarodis Mektebleri” Şûra 8 (1908): 237-38; Ayrıca bkz: Ronald Grigor Suny, “Nationalities in the Russian Empire”, The Russian Review 59 (October 2000): 498-90.

18 Kenneth Scott Latourette, A History of the Expansion of Christianity IV: The Great Century (1800-1914) (New York: Harper&Brothers Press, 1941), 121.

19 Isabelle Teitz Kreindler, “Educational Policies Toward the Eastern Nationalities in Tsarist Russia: a Study of Il’minskii’s System”, Ph. D. diss., Columbia University, 1969-1970, 105-106.

20 Richard A. Pierce, Russian Central Asia 1867-1917: A Study in Colonial Rule (Berkeley: University of California Press, 1960), 204.

21 Tatarların Kazaklarla ve Orta Asya’nın diğer Türk toplulukları ile olan münasebetleri hakkında orijinal kaynaklara dayanan, analitik bir çalışma için bkz. Gün Soysal, “20. Yüzyıl Başında Tatarlarda Kimlik Arayışı ve Giğer Türk Topluluklarıyla ilişkiler”, basılmamış doktora tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul, 2001.

22 Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Islam in the Soviet Union (New York: Praeger, 1967), 28.

23 Bekir Çobanzade, Dinî Islahat ve Medenî İnkılâb (Akmescid: Kırım Devlet Neşriyatı, 1927), 55.

24 Kreindler, 11, 204. Kreindler’in iddiası şu esere dayanmaktadır: Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Islam in the Soviet Union (New York: Frederick A. Praeger, 1967), 13.

25 Rızâeddin b. Fahreddin, Âsar 2 (Orenburg: Muhammed Fatih b. Gılman Kerimof Matbaası, 1905), 198.

26 Abdurrahman Saadî, Tatar Edebiyatı Tarihi (Kazan: Tatgosizdat, 1926), 12.

27 Bekir Çobanzâde, Son Devir Kırım Tatar Edebiyatı Tenkid Tecrübeleri (Akmescid: İleri Jurnali İdaresi, 1928), 8-9.

28 Fatih Seyfi Kazanlı ve Âlimcan Şeref, Tatar İli (Kazan: Tatar Satsiyal Şûralar Cumhuriyeti Neşriyâtı), 1920, 43.

29 Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush, Mystics and Commissars: Sufism in the Soviet Union, (London: C. Hurst&Company, 1985), 36-37.

30 Victor Dingelsstedt, “The Mussulman Subjects of Russia”, The Scottish Geographical Magazine 19 (1903), 9; Orta Asya’da Nakşibendiliğin Müceddidî kolu ve tesirleri hakkında bkz: Baxtiyor M. Babadzanov, “On the History of the Naqshbandiya Mugaddidiya in Central Asia Mawarâ’annahr in the Late 18th and Early 19th Centuries”, Muslim Culture in Russia and Central Asia from the 18th to the Early 20th Centuries, 385-411.

31 Bennigsen ve Wimbush, Mystics and Commissars: Sufism in the Soviet Union (London: C. Hurst and Company, 1985), 37; Tatarlar ve Başkurtlar arasında sufilik konusunu analitik bir gözle inceleyen bir çalışma için bkz: Michael Kemper, Sufis und Gelerthe in Tatarien und Basckirien, 1789-1889 (Berlin: Klaus Schwarz Verlag, 1998).

32 Bennigsen ve Wimbush, 38.

33 Baron von Haxthausen, The Russian Empire, its People, Institutions, and Resources (London: Chapman and Hall, 1856), II, 323.

34 Mercanî, Mustafâdu’l-Ahbâr, 6.

35 “Kadimcilik”in ne olduğu hakkında analitik bir çalışmayı Fransız araştırmacı Stéphane Dudoignon yapmıştır: “Kadimizm: zlementı sotsiologii musul’manskogo traditsionalizma v tatarskom mire i v Maverannahre (konets XVIII-naç. XX vv.)”, İslam v tatarskom mire: İstoriya i sovremennost’: Panorama-Forum 12 (Kazan, 1997): 57-69, Stéphane Dudoignon, Damir Ishakov ve Rafik Muhammatşin (der.); Tatar araştırmacı Süleyman Rahimov, geleneksel İslamî eğitimin “geri” olduğu iddiasına karşı çıkmaktadır: Suleiman Rakhimov, “Sotsial’no-pravovoy status tatarskih uçebnıh zavedeniy posledney çetverti XVIII-naç. XX vv.)”, İslam v tatarskom mire: İstoriya i sovremennost’ içinde, 71-82.

36 1970’te yazılan ve Sovyet görüşünü yansıtan bir Tatar tarih kitabı, mollalar ve işanlardan oluşan ve “Kadimciler” olarak tanımladığı bu kesimi, Tatar toplumundaki feodal ve ruhanî ideolojinin temsilcileri olarak niteler. Aynı eser, “Ortaçağ kitaplarındaki fikirleri savunan bu kimseler her türlü ıslaha karşıydılar” der. Tatarstan ASSR Tarihi (Kazan: Tatarstan Kitap Neşriyatı, 1970), 236.

37 Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Islam in the Soviet Union, 36.

38 Musa Carullah Bigiyev, Halk Nazarına Birniçe Mesele (Kazan: Ümid Matbaası, 1912), 17.

39 İdil-Ural bölgesindeki Cedidçilik hakkında son yirmi yıl içinde yapılan şu çalışmalara bakılabilir: Azade-Ayşe Rorlich, The Volga Tatars (Stanford: Hoover Institution Press, 1986); Türkçesi: Mehmet Süreyya Er, Volga Tatarları, İstanbul: İletişim Yayınları, 2000; Ahmet Kanlıdere, Reform within Islam: The Tajdid and Jadid Movement among the Kazan Tatars (1908-1917): Conciliation or Conflict (İstanbul: Eren Yayıncılık, 1997); D. M. İshakov, Fenomen tatarskogo djadidizma: vvedenie k sotsiokul’turnomu osmısleniyu (Kazan: İzd. “İman”, 1997); İslam v tatarskom mire: İstoriya i sovremennost’ (materyalı mejdunarodnogo simpoziuma, Kazan’ 29 aprelya-1 maya 1996 g.), Stéphane Dudoignon, Damir Ishakov ve Rafik Muhammatşin (der.) (Kazan, 1997); Yahya G. Abdullin, Djadidizm sredi tatar: vozniknovenie, razvitie i istoriçeskoe mesto (Kazan, 1998); Christian Noack, Muslimischer Nationalismus im rusischen Reich (Stutgart: Franz Steiner Verlag, 2000).

40 Kadimci ve cedidçi eğitim ile ceditçilik konusundaki mevcut yaklaşımların eleştirisi için bkz: Ahmet Kanlıdere, “Kazan Tatarları Arasında Tecdit ve Cedit Hareketi (1809-1917)”, Türkiye Günlüğü 46 (Yaz 1997), 90-92; Allen J. Frank, Muslim Religious Institutions in Imperial Russia (Leiden: Brill, 2001), 218-23 ve 246-47.

41 Musa Carullah, el-Luzûmiyyat (Kazan: Tipografiya Şeref, 1907), 3.

42 Rızaeddin b. Fahreddin, İbn Teymiyye (Orenburg: Vakit Matbaası, 1911), 128-38.

43 Musa Carullah, Halk Nazarına Birniçe Mesele, 55.

44 Zeki Velidi Togan, “İbn Haldun Nazarında İslam Hükümetlerinin İstikbali”, Bilgi Mecmuası 2: 7 (Haziran 1914), 733-43.

45 Alexandre Bennigsen ve Chantal Lemercier-Quelquejay, Islam in the Soviet Union, 38.

46 Cafer Seydahmet Kırımlı, Gaspıralı İsmail Bey (İstanbul: Matbaacılık ve Neşriyat Türk Anomim Şirketi, 1934), 13.

47 Richard Pipes, The Formation of the Soviet Union (Cambridge, Massachusetts: Harvard University Press, 1980), 13-15.

48 Musa Carullah, Umum Rusya Müslümanlarının Üçünçü Resmi Nedveleri, “V: Mahalli muhtariyet”, madde 28-36.

49 Musa Carullah, “Petersburg’da Müslümanlar Cemiyeti”, Ülfet 2 (22 Aralık 1905).

50 “Petersburg Cemiyeti”, Ülfet 10 (9 Şubat 1906).

51 Musa Carullah, Umum Rusya Müslümanlarının Üçüncü Resmî Nedveleri, 52-54.

52 Akdes Nimet Kurat, “Kazan Türklerinin Medeni Uyanış Devri”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Dergisi, 24: 3-4 (Temmuz-Aralık 1966), 148-49.

53 Kongre, Türkiye’den de merakla izlenmektedir. “Türklük Şuunu: Petersburg’da Müslüman İçtimaı”, Türk Yurdu 6: 10 (10 Temmuz 1330), 2336.

54 Musa Carullah, Uzun Günlerde Oruç: İctihad Kitabı, (Haz. Yusuf Uralgiray), (Ankara: Kazan Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yayınları, 1975), XVI.

55 A. Battal-Taymas, Kızıl Dünya, (İstanbul: Tan Gazetesi ve Matbaası, 1962), 197-98.

56 Alexandre Bennigsen ve Marie Broxup, The Islamic Thread to the Soviet State (New York: St. Martin’s Press, 1983), 38-39.

57 Alexandre Bennigsen ve S. Enders Wimbush, Muslim National Communism in the Soviet Union (Chicago: The University of Chicago, 1979), 145-53.

58 M. Sultangaliyev, Metodı antireligioznoy propagandı sredi musul’man (Moskova, 1922), 2-6 Azade-Ayşe Rorlich’den naklen: The Volga Tatars, (Stanford: Hoover Institution Press, 1986), 148.

59 Arşiv malzemesine dayanan yeni bulgularla desteklenen biyografik malumat için bkz: Sh. F. Mukhamedyarov ve B. F. Sultanbekov, “Mirsaid Sultan Galiyev: His Character and Fate”, Central Asian Survey 9: 2 (1990), 109-118.

60 F. Bryan, “Anti-Islamic Propaganda: Bezboznik 1025-1935”, Central Asian Survey 5: 1 (1986), 30-31.

61 T. Davletshin, “The Development of Tatar Culture and Language under the Soviets”, The East Turkic Review 4 (1960), 39; Latin harflerine geçmenin Türk halkları için olumlu ve olumsuz yanları hakkında bkz.: Galimcan Şeref, K voprosu o prinyatii dlya tyurkskih narodnostey latinskogo şrifta, Kazan, 1926, s. 64.

62 Alexandre Bennigsen, “Islam in Caucasus and the Middle Volga”, The Encyclopedia of Religion, 367.

63 İbrahim Nurullin, XX Yöz Başı Tatar Edebiyatı, Kazan, 1966.

64 Gustav Burbiel, “Like the Proverbial Phoneix, the Rich and Resilent Tatar Writing Re-emerges as a National Tool”, Mid East: A Middle East North African Review (Washington), October 1969.

65 Damir İshakov, “Sovremennıy natsionalizm tatar”, Panorama-Forum 13 (Kazan, 1997), 36.

66 “Birlik” cumhuriyet, Sovyetler Birliğini oluşturan ve aynı statüde olduğu kabul edilen 15 cumhuriyetten herbirine verilen isimdi. “Özerk” cumhuriyetler ise, Birlik cumhuriyetlerin içinde bulunan birimlerdi.

67 Damir İshakov, a.g.m., 37.

68 A.g.m., 38.

69 Marie Bennigsen Broxup, “The ‘Internal’ Muslim Factor in The Politics of Russia: Tatarstan and the North Caucasus”, Mohiaddin Meshabi (der.), Central Asia and the Caucasus after the Soviet Union: Domestic and International Dynamics, (Gainesville: University Press of Florida, 1994), 81-82: Tatar Toplumsal Merkezi hakkında müstakil bir çalışma için bkz: Liasan (Leysen) Şahin, “Tatar İctimai Merkezi’nin İlk Kurucu Kurultayı (17-18 Şubat 1989)”, basılmamış yüksek lisans tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1998.

70 Victor A. Shnirelman, Who Gets the Past? Competition for Ancestors among Non-Russian Intellectuals in Russia, Washington, D. C.: The Woodrow Wilson Center Press, 1996, 20; 1988-92 yılları arasındaki Tatar milli hareketi ve bu dönemdeki hızlı gelişmeler hakkında bkz: Sergei Kondrashov, Nationalism and the Drive for Sovereignity in Tatarstan, 1988-92: Origins and Development, (New York: St. Marin’s Press, Inc., 2000).

71 Sergei Kondrashov, 108-109.

72 Damir İshakov, a.g.m., 40.

73 Rafael Muhammedinov, “İç Türk İlişkileri Işığında Tatar Ulusu ve Tataristan”, yayınlanmamış bildiri (2001).


Yüklə 11,95 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   47   48   49   50   51   52   53   54   ...   102




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin