Dava’nın özeti ve güzelliği
Baskın Oran
“Azınlık Raporu” davasında karar verildi. Öyle bir karar ki, Türkiye demokrasisi için daha iyisi olamaz. Anlatayım.
Bu Rapor, Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu (BİHDK) yönetmeliği md.5 gereği yazıldı, Ekim 2004’te oylanarak kabul edildi, Başbakanlığa teslim edildi, gazetelerde yayınlandı.
İki “Sayın Muhbir Vatandaş”, Fethi Bolayır ve Mahir Akkar, Rapor’u ihbar ettiler. Basın Savcısı yaklaşık on ay “düşündükten” sonra, Ekim 2005’te, Rapor’un yazarı olarak benim ve BİHDK’nin başkanı olarak da Prof. İbrahim Kaboğlu’nun ifadesine başvurdu. Bir ay sonra da, Kasım 2005’te, hakkımızda 5 yıl istemiyle dava açtı.
Suçlarımız şunlardı: TCK 216/1’e göre “kin ve düşmanlığa alenen tahrik” ve TCK 301/2’ye göre “devletin yargı organlarını alenen aşağılamak”. Birinci iddianın nedeni, “ülkenin üst-kimliğinin Türk yerine Türkiyeli olması gerektiğini” yazmak; ikincinin nedeni ise “Anayasa Mahkemesinin kimi parti kapatma kararlarının demokrasiyi zedelediği”ni yazmaktı.
15 Şubat 2006’da başlayan dava, 10 Mayıs 2006’daki üçüncü duruşmada sona erdi. Yargıç, savcının istemine uygun olarak şu kararı verdi: 216’dan beraat, 301’den “düşürme”. Beraat tamam da, düşürme neyin nesiydi?
Çok tipikti ve şuydu: Bu 301, özellikle “Türklüğe hakaret”i cezalandıran o lastikli 1. fıkrasıyla çok insanın canını yakmaya adaydı. Nitekim yargıç, yeni TCK yürürlüğe girmeden (1 Haziran 2005’ten) önce açılan davada, bilirkişi raporuna rağmen Hrant Dink’i bu “suç”tan 6 aya mahkum etmişti.
Ama sıra, 1 Haziran’dan sonraki O.Pamuk duruşmasına gelince işler değişti. Çünkü dünya kamuoyu ayağa kalkınca görüldü ki bu madde devletin başına büyük beladır. Zira, beraat çıksa “Türklük düşmanları” kurtulacaktır, mahkumiyet çıksa uluslararası kamuoyu “azacak”tır. Bu ortamda, artık kim akıl ettiyse, şöyle bir kurtuluş yolu icat edildi:
Eski TCK’de bu 301’in karşılığı olan 159’dan dava açılabilmesi için adalet bakanının izni gerekliydi. Oysa, yeni ceza usul yasasında izin alma kalkmıştı. Üstelik, ceza usulünde kural, ceza kanununun aksine, eski yasaya oranla sanığın aleyhine hüküm getirilmiş olsa bile, yeni yasanın geçerli olmasıydı. Bütün bunları bile bile, O.Pamuk’un yargıcı Bakan’a yazıp izin istedi. Bakan Çiçek, haklı olarak, yeni yasada böyle bir yetkisi kalmadığı yanıtını verdi.
O sırada benzer bir davada Adalet Bakanlığı Yargıtay’a başvurarak mahkemenin verdiği “düşme” kararının bozulmasını istemiş ve şu yanıtı almış bulunuyordu: “Yeni TCK’nin yürürlüğe girmesinden önceki davalar için ya izin ver, ya da açıkça izin vermiyorum de!”.
Yerel mahkeme hemen atlayıp bunu “İzin vermiyor işte!” biçiminde yorumladı, kimse de bunu temyiz etmeyince kural haline geldi. Çünkü herkesin fevkalade işine gelmişti. Başladı davalar düşürülmeye. Böylece devletimiz, kebabı da şişi de kurtarmış oldu. Zira hem “suçlu”yu beraat ettirmemiş, hem de mahkumiyet vermemiş oluyordu.
Tabii, yukarıda Bakan Çiçek hakkında “haklı olarak” dedim ama, şunu da hatırlatayım ki Sayın Çiçek sütten çıkmış kaşık olmaktan biraz uzak: “Türklüğe hakaret”in 301’den çatır çatır yargılanması yanlısı. Çünkü 1 Haziran’dan önce Hrant Dink’in davasında yargılama izni verdi…
Şimdi, bizim kararın “dadından yenmeyecek” tarafı şu: 301’den de beraat etseydik, gidemeyecektik; bu “düşme” kararı şimdi bize Strasbourg’a gitme olanağını yaratıyor. Biz kurtulduk ama, daha kim bilir kimlerin canını yakacak olan 301’i gündeme getirip sorgulayabileceğiz. Bu işlerden şiş ile kebap’ı kurtarmakla kurtulmak olmuyor, bunu göstereceğiz. Önce Yargıtay’a gideceğiz, o ret verirse de, ver elini gerçek Yargıtay…
--------------------------------------
Not: Bu arada Türkiye’de çok mutlu bir gelişme var; içleriniz açılsın. Bizler, 12 Mart ve 12 Eylül faşizmlerini yaşayıp kaşarlanmış insan hakları savunucuları, Terörle Mücadele Yasası gibi bir felakete karşı dikiliyoruz ama, çoğu o tarihlerde daha doğmamış olan gençler de sesini yükseltmeye başladı. 16-35 yaş arası “Genç Siviller”in bugün (19 Mayıs’ta) basına açıklanacak bildirisi şöyle diyor:
“Kürt sorununda çözümü askerlere havale eden TMY gibi “Baba”dan kalma usullerden vazgeçmeyen bu kafayla gidilirse… bu ateş hepimizi yakar… Bu hayat ne Kürtlük ile geçer, ne de Türklük ile… ‘Benim hâlâ umudum var’ diyerek bu metne imza atan biz Genç Siviller, İstiklal Marşının ümide çağıran girişi ile tüm Türkiye’ye sesleniyoruz: Korkma! Bu sorunlar çözülecek. Bu coğrafyada birlikte yaşamanın hepimizi mutlu edecek bir yolunu mutlaka bulacağız!”.
Ne diyeyim, Can Yücel’in “Mare Nostrum” şiirinde dediği “Aşk olsun sana çocuk, aşk olsun!”dan başka?
Dostları ilə paylaş: |