POETİKA: Şiir Sanatı Üzerine
Bu yazı Mimesis Tiyatro/Çeviri-Araştırma Dergisi’nin 13. sayısında, s. 317-339 arasında yayınlanmıştır.
Tiyatro Boğaziçi’nin 2004 yılında uyguladığı “Fiziksel Aksiyonlar Atölyesi”nde[1] Stanislavski’nin fiziksel aksiyonlar yönteminden hareketle, oyunculuk yöntemi üzerine teorik ve pratik bir çerçeve oluşturulmaya çalışılmıştı. Atölye çalışması, Stanislavski’nin yönteminin Brechtyen dramaturji ile paslaşarak yeniden ele alınmasıyla oyunculuk eğitimine yönelik temel bir çalışma denemesiydi. 2006 yılına gelindiğinde ise, “Fiziksel Aksiyonlar Atölyesi”nin eylem kesitini merkeze aldığı için kapsamlı bir dramaturji tartışmasına zemin oluşturamadığı yönünde bir tespit yapıldı. Bu durum çalışmanın amacının ortaya çıkardığı bir olguydu: Atölye, fiziksel aksiyonları merkeze alarak oyunculuk eğitimine katkı sunmayı amaçlıyordu. Dramaturji ise, oyunculuk üzerine oluşturulmuş bir yöntemle yeterince tartışılamıyordu. Bu tartışmanın sağlıklı bir şekilde yapılabilmesi için anlatıyı doğuran temellerden yola çıkmak gerektiği konusunda uzlaşıldı. Bu doğrultuda, eylem kesiti yerine olay örgüsünü merkeze alan, oyunculardan kendi dramaturjilerini yapmalarını talep eden bir çalışma oluşturma hedefi belirlendi. 2004 yılı atölyesinden de beslenecek olan, olay örgüsü oluşturmanın yollarının ve kriterlerinin araştırılacağı “Fiziksel Aksiyondan Olay Örgüsüne”[2] adlı yeni bir atölye denemesine girildi.
Atölyenin arka plan çalışmaları olarak temel tiyatro metinleri de yeniden ele alınmaya başladı. Olay örgüsü tanımının ödünç alındığı Aristoteles’in Poetika’sı da bu çerçevede ele alınan metinlerden biriydi. Poetika üzerine tartışmalar, Aristoteles’i anlamaya çalışmanın ötesinde, bahsi geçen kavramlara günümüzden bir bakış geliştirerek yürütülmeye çalışıldı. Aşağıdaki metin, Eylül ve Ekim aylarında Tiyatro Boğaziçi’nde Poetika üzerine yapılan tartışmalar sonucu ortaya çıkan ve BGST web sitesinde yayınlanan yazı[3] ile 09.02.2007 tarihinde İATP kapsamında gerçekleştirilen Poetika sunumu notları geliştirilerek oluşturulmuştur.
***
Poetika üzerinden ilerlemeye başlamadan önce, metni okurken akılda tutulması gereken birkaç şey söylemek gerekiyor: Aristoteles, Poetika’da anlatının amacı konusunda net bir tercih ortaya koymuştur. Aristoteles’in tragedyayı tanımlarken kullandığı kavramların bir kısmı genel dram sanatının değil, kathartik etki amacının olmazsa olmazlarıdır ve bu nedenle metnin içinden dram sanatının ana hatları ile ilgili bölümler süzülmeye ve yeniden yorumlanmaya çalışılmıştır. Anlatının amacı ile ilgili, katharsis, peripeti, anagnorisis gibi kavramlar da tartışma konusu edilmiş ancak temel vurgu Aristoteles’in kavramlarının günümüz genel dram sanatında da geçerli olduğunu düşündüğümüz kısımlarına yapılmıştır. Aslında dram sanatı üzerine bilgilenme amacı taşıyan bu çalışma, Aristoteles’ten hareketle dram sanatının sistematiğini keşfetme üzerine mütevazı bir deneme olarak da görülebilir.
Aristoteles Poetika’yı Neden Yazmıştır?
Poetika’nın temel amacı, şiir sanatı üzerine bir inceleme olarak tanımlanabilir. O döneme kadar şiir sanatının (daha doğrusu tüm sözlü sanatların) net bir çözümlemesi ve kategorizasyonu yapılmamıştı. Var olan kategoriler de Aristoteles’e göre yanlış temellere dayanıyordu. Aristoteles’in, bu eksikliği gidermek üzerine bir denemeye giriştiği söylenebilir.
Ancak bu amaç tek başına, Aristoteles’in neden tragedya özelinde bu kadar ayrıntılı analiz yaptığının cevabını vermez. Bu sorunun cevabı Platon’da bulunabilir. Poetika’nın Platon’un Devlet’inden sonra yazıldığı ve Aristoteles’in birçok yerde Platon’a referans yaptığı düşünüldüğünde, Devlet’in 10. kitabının argümanlarını kısaca özetlemek yararlı olacaktır:
Platon, bugün kabul gören ayrımın ana hatlarına paralel şekilde, şiir sanatını üçe ayırır: Dithyrambos, Tragedya ve Komedya, Destan (Epik). Tüm bu sanatların taklide dayandığını öne sürer ve bütün taklit sanatlarının devletten atılması gerektiğini savunur. İyi taklit, Platon’a göre, erdemleri taklit etmektir ve kötü taklide, yani kötülükleri taklit etmeye, hiç gerek yoktur, bu zararlıdır. Platon, komedi izlerken gülen seyirciyi soytarıyla aynı seviyeye düşmekle, tragedya izlerken ağlayan izleyiciyi ise utanmadan gözyaşı dökmekle itham eder. Gösteri sırasında verilen tepkilerin hayatın içindeyken verilmediğini, dolayısıyla gösterilerin gereksiz ve zararlı olduğunu söyler: Halkı tepki verme noktasında kışkırtacak girişimler devlet yapısına zarar verir. Zarar vermeyenlerin ise devlet yapısı için bir yararı yoktur. Ancak son olarak Platon şunu da ekler: “Benzetmeci şiir tutar da bize düzenli bir devlet içinde yeri olduğunu ispat ederse, kapılarımızı seve seve açarız ona.”
Poetika da bu amaçla (benzetmeci şiirin devletin içinde yeri olduğunu ispat etme amacıyla) kaleme alınmıştır. Bu ön bilgiye sahip olduktan sonra Poetika’nın amacının benzetmeci şiirin devlet içindeki yerini tanımlamak ve özelde tragedyanın devletin bekası için yararlı ve hatta gerekli olduğunu savunmak olduğunu söyleyebiliriz. Bu yorumu yapmak Aristoteles’in devlet lehine pragmatik bir girişimde bulunduğunu iddia ederek Poetika metnini değersizleştirmek anlamına gelmez. Söylenmeye çalışılan, tartışmalar sırasında Poetika metninin alt metninde yatan bu noktayı göz ardı etmemek gerektiğidir
Aristoteles’e Göre Sanat Nedir?
Aristoteles, Poetika’ya sanatın tanımını yaparak başlıyor ve tüm sanatların birer taklit olduğu kabulüyle şiir sanatının da bir taklit olduğunu iddia ediyor. Aristoteles’e göre şiir sanatını ortaya çıkaran iki doğal neden vardır:
1) Taklit etme ve taklitten hoşlanma insanın doğasında vardır. Bunun nedeni insanın öğrenmeden aldığı hazdır. İnsan taklit edilen nesnenin bilgisini öğrenme isteği ya da taklit edenin yeteneğini kavrama arzusu nedeniyle taklitten haz alır.
2) Harmoni ve ritim içgüdüsü de insanın varoluşsal bir özelliğidir. Yaşamın her bölümünde var olan harmoni ve ritim insanın yaratılarında ve dolayısıyla anlatılarında da kendine yer bulur.
Aristoteles’e göre taklit, insan davranışının temel bir özelliğidir. İnsanlar doğaları gereği benzerlik/taklit yaratmaya, benzerlikleri kavramaya ve bu kavrayıştan haz almaya, bunun karşısında haz duymaya eğilimlidirler. Bu da bilme, öğrenme arzusundan kaynaklanır. İnsana herhangi bir kapasitesini, doğal yeteneğini kullanması haz verir. Bu şekilde öğrenir, bilgiye ulaşır. Öğrenmenin verdiği haz herkeste mevcuttur. Şiir sanatı da insanın bu temel özelliğinin bir ifadesidir. Yaratma eyleminde yer almak ve benzerliğe yanıt vermek için benzerlik ve nesnesi arasındaki ilişkiyi tanımalıyız. Bu, anlamaya dönük insani yönümüzü tatmin eder. Bu yüzden de haz verir.
Aristoteles’in bu yaklaşımla açıklamak istediği, şiir ve resim sanatlarının her insan tarafından paylaşılan temel güdüler üzerine temellendiğidir. Ancak bu, herkesin ciddi bir sanatsal deneyime, yeteneğe, kapasiteye sahip olduğu anlamına gelmez. Taklidin ilkel doğaçlamadan karmaşık biçimlere uzanan geniş bir yelpazesi vardır.
Bir taklit, taklit edilen nesnenin dümdüz kopyası olmak durumunda değildir. Nesne ve taklidi arasındaki benzerlik daha soyut bir düzlemde de olabilir. Hatta bir taklit gerçekten var olan bir nesnenin taklidi olmak durumunda da değildir. Aristoteles için bahsedilen olayın gerçekleşip gerçekleşmediği önemli değildir, bu tarihçilerin işidir.
Dolayısıyla Aristoteles’in “taklit olarak şiir” konsepti, kurgu konsepti ile (tamamen aynı kavramlar olmamakla birlikte) tutarlılık gösterir. Şiirdeki olaylar gerçekliğin temel yapısına uymak zorunda değildir. Kurgusal bir boyut tasarlanarak, tasarlanan düzlemin gerçekliği içinde de bir taklit gerçekleştirilebilir. Aristoteles’e göre şiir neyin gerçekleştiği ile değil, gerçekleşebilecek şeylerle ilgilenir. Olayları olasılık ya da zorunluluk kurallarına göre neler takip edebilir? Neyin gerçekleşmesi mümkündür? Örneğin Aristo, Yunan mitleri yoluyla yaratılan teolojinin doğruluğuna inanmamıştır ancak, bu mitlere dayanan şiirsel olay örgülerine de karşı çıkmamıştır. Çünkü bu oyunlarda gerçekleşen olaylar, tasarlanan mitler gerçek olsa idi, olasılık ve zorunluluk çerçevesinde gerçekleşebilecek olaylardır.
Aristoteles’in Şiir Sanatı Tarihi
Şiir sanatının (hatta genel olarak sanatın) nasıl ortaya çıktığına dair, Douglas Russel, “İnsan öncelikle ihtiyaçları gereği taklit etmeye başlamış ve ilk taklitler bu amaçla yapılmıştır. Mesela gerçekçi çizilen mağara resimlerinde amaç çizilen nesnenin tanınmasını sağlamaktır. Ancak insan doğa üzerinde hâkimiyet kurmaya başladıkça duvarlara çizilen resimler sembolikleşmeye başlamış ve taklit edilen nesne hayvan değil, insanların onları avlama hikâyesi olmuştur. Yaşamsal bir ihtiyaçtan ziyade insanın doğa üzerindeki hâkimiyetinin verdiği haz, taklidi ortaya çıkarmaya başlamıştır”[4] der.
Aristoteles de şiir sanatının ortaya çıkış öyküsünü benzer bir şekilde açıklar: Önce doğal olarak ortaya çıkan taklitler ve daha sonra bunların doğaçlama yoluyla (içsel yetenekler sayesinde) gelişmesi. Şiir sanatı geliştikçe de, ozanlar neyi, nasıl taklit ettiklerine göre ayrılmışlardır:[5] Yergi veya övgü veya ilahi… Aristoteles komedya ile tragedyayı bu kıstasa göre birbirinden ayırır. Homeros’u ise (bir destan ve iambos ozanı olarak) bu tarzların en nitelikli örneklerini veren ve şiirin tragedya veya komedyaya dönüşmesini sağlayan mihenk taşı olarak kabul eder.
Tragedyanın ortaya çıkışı ile ilgili ise birçok farklı tez vardır. En çok kabul gören tez Aristoteles’in de bahsettiği gibi tragedyanın dithyrambos oyunlarından doğmuş olduğudur. Öyle ya da böyle (Aiskhylos’un, Sophokles’in oyuncu sayısını arttırması, Sophokles’in sahne tasarımını geliştirmesi, öykülerin uzaması, gülünç dilin ağırbaşlılık kazanması, ölçülerde konuşma diline yakınlaşılması vs.) tragedya zaman içinde kendi özgül formuna ulaşmıştır.
Şiir de bir sanattır ve tüm sanatlar gibi taklit eder…
Aristoteles’e göre, öncelikle şiir de tüm sanatlar gibi bir taklittir. Destan, tragedya, komedya, dithyrambos sanatı, flüt ve kithara temelde taklittir ve birbirlerinden üç şekilde ayrılırlar:
- Neyle taklit ettikleri (hangi araçlarla): Yukarda sayılan sanatlar, taklidi ritim, söz ya da harmoni aracılığıyla (resimde renk ve biçim; müzikte ses aracılığıyla olduğu gibi) yaparlar. Neyle taklit ettikleri noktasında ise ritim, ses ve harmoniden hangisi veya hangilerini kullandıklarına göre ayrılırlar (Örneğin: Flüt, kithara veya kaval ritim ve harmoniyi kullanırken, dans sadece ritmi kullanır).
- Nasıl taklit ettikleri (hangi tarzda): Sadece sözü kullanan sanat (nazım ya da nezir) o güne kadar incelenmemiştir. Aristoteles bu yönde bir inceleme yapmaya çalışmıştır. Sadece sözü kullanan sanatların icracısı olan ozanlar, o güne kadar, hangi tarzı (trimetre, elegeia) veya hangi anlatım biçimini (anlatı veya betimleme) kullandıklarına göre sınıflandırılmıştır.
- Neyi taklit ettikleri: Aristoteles sanatları birbirinden ayırırken (örneğin; ozan veya doğa-bilimci tanımlarını netleştirmek adına), neyle veya nasıl taklit edildiğinden çok, neyin taklit edildiğine vurgu yapmıştır. Taklidi ön plana çıkarmış ve insan eylemlerini taklit eden söz taklitlerini şiir diye nitelendirirken, doğa-bilim yazıları gibi insan eylemleri ile ilgili olmayanları ise şiir olarak kabul etmemiştir.
Eğer bahsettiğimiz sanat şiir ise; taklit edenler, eyleyenleri taklit eder. Taklit edilenler ise (karakterler), ya bizden daha iyi, ya bizden daha kötü, ya da bizim gibi olmak zorundadırlar. Öyleyse taklit, hangi ahlaki seviyedeki eyleyenlerin taklit edildiğine göre de sınıflandırılabilir. Aristoteles’e göre komedi var olandan kötüleri, tragedya ise var olandan iyileri taklit etmeye çalışır.
Aristoteles burada ahlaki bir derecelendirme tanımlamış ve tragedyada normal ahlaki seviyenin biraz üzerinde karakterlerin tercih edilmesi gerektiğini iddia etmiştir. Bu noktada Aristoteles’in şiir sanatını devlet yapısı içinde yer alabileceği iddiası ile ele aldığını ve dolayısıyla kurmaya çalıştığı yapının bu amaca yönelik olduğunu unutmamak gerekir. Aristoteles kendi amacı doğrultusunda (acıma ve korku yoluyla katharsis etkisi uyandırma ve bu yolla tragedyaya devlet lehine toplumsal bir misyon yükleme) tragedyadaki baş karakterin, kendi yaptığı ahlaki kategorizasyona göre belli bir seviyede olması gerektiğini söylemektedir. Farklı toplumsal koşullarda farklı ideolojilerle farklı kategorizasyonlar yapmak mümkündür. Aristoteles’inkine benzer varoluşsal kategorizasyonlar ve bu kategorizasyonlar üzerinden toplumsal rol kalıpları tarih boyunca, farklı şekillerde de olsa, var olagelmiştir. Bu noktada anlatının amacı devreye girmektedir. Aristoteles’in anlatının amacı ile ilgili kıstaslarına alternatifler üretmemiz gerekmektedir. Tabi ki oyunu şekillendirirken, seyircide uyandırılmak istenen etki doğrultusunda, ahlaki bir tartışma yapılabilir ve hatta yapılmalıdır da. Ancak bu tartışmanın, koşullar ve olgular üzerinden yapılması gerekir. Bu yaklaşımın Aristoteles’inki ile arasındaki esas önemli fark, ahlaki kategorizasyonun verili kabul edilmeyip tartışmaya açılmasındadır. Karakterleri sabit bir ahlaki derecelendirmeye tabi tutan değil, karakterlerin eylemlerinin ahlaki açıdan doğruluğunu tartışan bir anlayış sahiplenilmelidir. Brecht’in Bilim Çağı kavramı ile açıklamaya çalıştığı gibi, ahlaki yapının tartışılması kışkırtılmalı ve değişebilirliği ön plana çıkarılmalıdır. Aristoteles’e göre var olan kat-i ahlaki anlayışın dışına çıkmakla oluşan çatışma, ideolojik tercihler ve koşullardan bağımsız düşünülemez.
Bu yorum Aristoteles’in ahlaki derecelendirmeler üzerinden hareket ettiği ve dolayısıyla taklit edilen kişiyi merkeze aldığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Aristoteles, taklidi merkeze alır. Söz konusu şiir ise, taklidin nesnesi eylemdir. Ancak eylemin taklidi için bir de eyleyen gerekir. Eyleyenler konusundaki seçicilik, taklit edilen eylemin merkezde olmasını engellemez. Aristoteles taklit nesnesi olarak eylemi ortaya koyduktan sonra, (kendi amacı doğrultusunda) karakterlerin sergilediği eylemlerin bir tutarlılık içermesi için bu kriteri ortaya atmıştır.
Bu noktaya kadar bahsettiklerimizi kısaca tekrar etmek gerekirse, Aristoteles’e göre, sanat bir taklittir. Şiir de bir sanat türü olarak taklide dayanır. Taklit ise insani bir ihtiyaçtır. Sanatın tematik olarak kategorizasyonunu da taklit edilen nesne belirler.
Aristoteles bu analitik düz mantık ile o güne kadar ortaya konmuş tüm eserleri, o güne kadar yapılmayan bir şekilde kategorize etmiştir. Merkeze taklidi koyarak, üslupsal ve teknik farklılıkları, taklit edilen nesne ve taklit etme amacına bağımlı hale getirmiştir. Merkezde eylem vardır ve sıra bu eylemin taklidi için gerekli olan şeyleri belirlemeye gelmiştir.
Şiir Sanatı En İyi Nasıl Olur?
Aristoteles’e göre iyi şiir sanatının birinci öncülü bir olay örgüsü yapısına sahip olmasıdır. Tekrar etmekten kaçınmadan yinelemek gerekirse, öncelikle bir eylemin taklit edilmesi gerekir. İyi şiir sanatının ikinci öncülü ise, anlatı yerine dramatik moda sahip olmasıdır. Aristoteles bu öncülle, eylemin anlatılmasındansa (destanda olduğu gibi) doğrudan taklit edilmesinin (diyaloglar ve eylemlerin birebir icrası üzerinden ilerleyen tragedyada olduğu gibi) daha etkili olduğunu söylemektedir. Anlatı, ancak olaylar merkeze alındığında daha değerlidir.
Buradan yola çıkarak anlatıcı kullanımının Aristoteles’e göre ‘kötü’ bir tarz olduğunu söylemek tartışmayı basite indirgemek olacaktır. Anlatıcı kullanımı veya tek başına bir anlatı, olayı merkeze aldığı, vurguyu farklı yerlere kaydırmadığı sürece bir üslup çeşitliliğinden öte bir anlam ifade etmez.
Tragedya
Aristoteles Poetika’da genel olarak şiir sanatından bahsettikten sonra özele inmiş ve sistematiğini inşa ettiği tragedyaya yoğunlaşmıştır. Poetika’da tragedya, soylu (İngilizce metinde “important”[6]), tamamlanmış ve belirli bir uzunluğu olan bir eylemin taklidi olarak tanımlanmıştır. Tragedya taklidi gerçekleştirirken, bölümlere göre her biri farklı araçlarla çeşitlendirilmiş bir dil (ritim, harmoni ve sözün farklı çeşitlemelerle kullanılması) kullanır. Bu, anlatı ile değil eylemle gerçekleşir. Tragedya tüm bunları yaparken acı ve korku aracılığıyla duyguları etkiler ve duygularda arınma ve düzeltme sağlar. Tragedya, tikel duygusal amaçlarını bizim algılayışımızı etkileyerek elde ederken, duygularımızı etkileyerek de algılarımızı belirler.[7]
Taklidi, eyleyenler gerçekleştirdiği için sahne düzeni gereklidir. Aynı nedenle ezgi düzme ve sözel ifade de gerekir. Taklidi eyleyecek olan ise oyunculardır. Oyuncuları harekete geçirecek olan da düşünce ve karakterdir. Düşünce ve karakter/tavır[8] (İngilizce metinde “manner”) eylemi oluşturur. Ancak temel olan taklit edilecek olandır: Taklit edilecek olan, eylemdir. Eylemin taklidi ise, öyküdür.
Tragedyanın 6 öğesi:
Aslında Aristoteles, yukarıda yaptığı bu kısa akıl yürütme ile tragedyanın altı temel öğesi olduğunu söylemiş olur. Bu altı temel öğe, tragedya için olmazsa olmazlardır. Bu öğelerden üçü taklit edilen nesne, ikisi taklit etme aracı, biri de taklit etme tarzıdır.
1. Öykü/Olay Örgüsü (“Plot”): (Taklit edilen nesne) Aristoteles, öyküyü olayların bir araya getirilmesi olarak tanımlar. Tragedyada öykü en önemli unsurdur; çünkü tragedya insanların değil eylemlerin, hayatın, mutluluğun, mutsuzluğun taklididir. Tüm duygulanımlar, sonuçlar bir eyleme bağlıdır. İnsanlar ancak eylemleri sonucu bir duygulanıma (mutluluk, üzüntü, acı vs.) sahip olurlar. İnsanların kişisel özellikleri sadece niteliklerini (iyi, kötü, tembel, soylu, ukala vs…) belirler. Dolayısıyla taklit edenler karakterleri taklit etmek için eylemez, eyleyerek karakter olurlar. Sonuç olarak olay örgüsü/öykü tragedyanın varoluş amacıdır. Öyleyse karaktersiz tragedya var olabilir, ama eylemler olmadan tragedya olamaz. Yani kısaca Aristoteles, süslemelerle dolu, çok “sanatsal” bir yapıtın – eğer iyi biri olay örgüsü/öykü yoksa- nitelikli sayılamayacağını söyler.
2. Düşünce (“Sentiment”): (Taklit edilen nesne) Eyleyenlerin konuşmalarında açığa vurduğu, akıl yürütmeyle kanıtlanan ya da dile getirilen şeylerdir. Konuya ait olanları ve konuyla uyum içinde bulunanları söyleyebilmektir (politika ve retorik). Bir şeyin var olup olmadığını kanıtlayan ya da genel bir yargıyı ortaya koyan sözlerdir.
Söz aracılığıyla ortaya konulması gereken her şey düşüncenin alanına girer. Kanıtlama, çürütme, duygu uyandırma, yüceltme veya küçültme gibi çeşitleri vardır. Aristoteles bu tartışmayı Retorik kitabına bırakmıştır.
Olayları eylemler aracılığıyla anlatmak istediğimizde sözler gereksiz gibi gözükebilir. Ortaya çıkarılmak istenen etkiyi açıklamaya başvurmadan eylemler aracılığıyla yaratmak mümkün olsaydı bu doğru olurdu. Ancak bu mümkün olmadığı için tragedya da düşünceleri yansıtan sözel ifadelere ihtiyaç duyar.
3. Karakter/Tavır (“Manner”): (Taklit edilen nesne) Aristoteles karakteri, eylemde bulunanların kişisel özellikleri olarak tanımlar. Akıl yürütme ile açıklanamayan tercihlerin sebebidir karakter. Öyküden sonra gelen en önemli unsurdur. Düşünce ve akıl yürütmeyle açıklanamayan eylemlerin icra edilmesindeki etken, olaylar karşısında geliştirilen tavırlardır.
Karakter, daha doğru ifadesiyle tavır, belirli kişilik özellikleri olan ve bu nedenle belirli eylemleri yerine getiren tiplemeler, yani belirli koşullarda yapılan tercihler olarak tanımlandığında, daha önce de tartışıldığı gibi, karaktersiz oyun var olabilir. Bu, Brecht’in, (kahramanları oyunlarından kovması diye nitelenen) merkeze kahramanın bakış açısını koymayan, toplumsal koşulları ve olayları tartışmaya açan yaklaşımıyla da paralellik arz eder. Aristoteles’in Brecht’le aynı şeyi savunduğunu söylemek iddialı olacaktır. Aslında Aristoteles, bu iddiayı olayı merkeze aldığını daha fazla vurgulamak için yapar. Zira dönem oyunlarından elimizde olanlar arasında böyle bir örnek de yoktur ve Aristoteles de böyle bir örnekten bahsetmemiştir. Ancak böyle bir örneğin var olabileceğini söyler. Dolayısıyla Brecht’in oyunlarındaki kurgu modelinin, Aristotelyen anlamda kabul edilebilir olduğu söylenebilir.
Karakterlerin dört temel özelliği vardır:
İyilik: Karakter; sözler veya eylemlerin gerektirdiği tercihi belirleyen unsurdur ve bu tercih iyi ise iyi, kötü ise kötüdür.
Uygunluk: Karakter özellikleri ile belirli grupların toplumsal statülerinin uyuşması gerekir. (Bankerler bonkör olmaz vb.)
Benzerlik: Karakter, bilinen bir kişilikse ona benzer bir şekilde çizilmelidir (Şarlo, Şaban vb., veya tanınmış isimlerin oyunlarda konu alınması örneklerinde olduğu gibi).
Tutarlılık: Eğer taklit edilen kişi tutarsızsa bile bu tutarlı bir şekilde işlenmelidir (“Delidir ne yapsa yeridir” bakışıyla doğaçlanacak delilik üzerine bir sahnenin tutarsız olacağı açıktır).
Karakterler bile yaptıkları tercihlerde zorunluluk ve olasılık kurallarına uymak zorundadır. Olayların gelişiminde bir eylemi; o ana kadarki eylemlerin gerektirdiği veya olasılık dâhiline soktuğu olaylardan biri takip etmelidir. Karakterlerin tercihi de bu koşullarla ile ya da bilinen farklı kişisel özelliklerle açıklanabilir olmalıdır. Öykünün finali için de aynı şey geçerlidir. Aristoteles bu nedenle deus ex machina’ya karşı çıkar. Final var olagelen eylemlerin içinden çıkmalıdır, eylemlerin içinde yer almayan dış bir güçten değil. Akıl dâhilinde olmalıdır, akıldışı değil (Oyunların yazıldığı zamanda mitolojide tanrıların dünyevi hayata müdahalesi normal karşılansa da, oyun süresince bunun işlenmemiş olması müdahaleyi akıldışı kılar). Dolayısıyla kötü veya tutarsız olarak çizilen bir karakterin tercihleri bile haklılaştırılmalıdır. Homeros’un Akhilleus’u ‘iyi’ göstermesi aslında sadece Akhilleus’un tercih nedenlerini ortaya koymuş olmasıdır.
4. Sözel İfade: (Taklit etme aracı) Ölçülerin bir araya getirilmesidir. Sözcükler aracılığıyla yapılan yorumdur, düşüncenin dile getirilmesidir.
Aristoteles, sözel ifadenin parçalarını harf, hece, bağlantı sözcüğü, ad, eylem, tanımlık, bükün, önerme şeklinde sıralar. Harf, bileşik sesleri meydana getiren bölünmez seslerdir. Sesli, sessiz ve yarı sesli gibi çeşitleri vardır ve ölçü bilimin inceleme alanına girer. Hece, anlamsız, sesli ve sessiz harfin birleşmesinden oluşan seslerdir. Bağlantı sözcüğü (bağlaçlar), tek başına bir anlam ifade etmeyen, önermelerin bağlantısını sağlayan seslerdir. Tanımlık (öntakılar), önermelerin başı veya sonunu belirleyen, tek başına anlamı olmayan seslerdir. Ad, bileşik, anlamlı, zaman belirtmeyen seslerdir. Eylem, bileşik, anlamlı ve zaman belirten seslerdir. Bükün (hal ekleri), ad veya eylemin durumlarıdırlar. Önerme, ise bileşik, anlamlı, bir birlik oluşturan seslerdir. Önermeyi oluşturan bileşik sesler ayrı ayrı birer anlam içermelidir.[9]
Aristoteles, isimleri yaygın (her birimizin kullandığı adlar) ve lehçe (başkalarının kullandığı adlar) olarak ikiye ayırır. Bu tanımları yaparken kültürel bir ayrım yapar. Örneğin, İstanbul için lehçe olan bir kelime, Anadolu’nun belirli bir bölümü için yaygındır. Bu nokta, Aristoteles’in toplumsal veya kültürel ayrımların farkında olduğu olarak yorumlanabilir. Ancak, ideolojisi bu ayrımın farkında olarak belirli bir grubu üstün veya uygun görme eğilimindedir.
Eğretileme ve benzeşim kurma ise, günümüzde sembolik veya metaforlarla anlatım olarak okunabilir. Bu noktada Aristoteles’in vurguladığı mantıklılık, anlatımın anlaşılırlığı açısından önemli bir yerde durmaktadır. Sözel ifadenin başarısı, açıklık ve sığlıktan kaçınmakla ölçülür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta sığlıktan kaçınmak adına açıklığı (anlaşılırlığı) kaybetmemektir.
5. Sahne Düzeni: (Taklit etme aracı) Şiir sanatını en az ilgilendiren öğe olduğu için Aristoteles çok fazla değinmemiştir. Hatta sahnelenmeden de tragedyanın büyük bir etki gücü olduğunu iddia eder.[10]
6. Ezgi Düzme (Melopeia): (Taklit edilme tarzı) Müzik yapımı, beste ve oluşturulan genel etki. Oyun yazımında kullanılan üslup, tarz, biçem.
Aristoteles’e göre tragedyanın altı öğesi bunlardır. Aristoteles, saydığı tüm kriterler arasında olay örgüsünü ilk sırada ele almış ve temel vurguyu onun üzerine yapmıştır. Aristoteles’in akıl yürütmesi basitçe şu şekilde özetlenebilir: Tragedya insanların değil eylemlerin ve hayatın taklididir. İyi yazgı ve kötü yazgı eyleme bağlıdır. Yani yetenekli insanların başarılı olacağını kimse söyleyemez, yetenekler sınanmak içindir. İnsanların başarısı ya da başarısızlığı yaptıkları eylemlere bağlıdır. Tragedya korku ve acıma yoluyla başarı ve başarısızlık gibi duygulardan arınma sağlar. Acıma ve korku gibi duygular da başarı ve başarısızlık sonucu oluşur. Başarı ve başarısızlık ise eyleme bağlıdır. Bu nedenle de eylem tragedyadaki en önemli şeydir. Karaktersiz oyun var olabilir derken bile asıl vurgulamak istediği budur. Öyleyse tragedyanın, günümüzde tiyatronun, temel yapı taşı olan olay örgüsü nasıl olmalıdır?
Dostları ilə paylaş: |