"Tüm 'çalışan halk'ın bu işi (sosyalizmin inşasını -bn.) yapmakta eşit ölçüde yetenekli olduğu varsayımı boş bir laf ya da nuh nebiden kalma, marksizm- öncesi bir sosyalistin hayali olacaktır; çünkü bu yetenek kendiliğinden doğmaz, tarihsel olarak büyür ve yalnızca geniş-ölçekli kapitalist üretimin maddi koşullarından çıkar. Kapitalizmden sosyalizme giden yolun başlangıcında, bu yeteneğe, yalnızca proletarya sahiptir."(Marx-Engels-Marksizm, Sol Yayınları,(92)s.472)
Sosyalizmin bugüne kadarki tarihsel pratiklerde genellikle geri ülkelerde gündeme gelmesi, sosyalist iktidarın toplumsal tabanını geniş tutmak ihtiyacını zorladığı ölçüde, bu bilimsel gerçek karardı, giderek karartıldı. İşçi sınıfı toplumsal konumunun ürünü olan özel tarihsel-siyasal misyonundan fiilen uzaklaştı. “Çalışan halkın” bir parçası haline geldi, getirildi. Bu açıdan bakıldığında, sosyalizm süreçlerinin tersine çevrilmesine karşı, son Arnavutluk örneğinde de görüldüğü gibi, işçi sınıfının düştüğü kayıtsızlık, herhangi bir özel, farklı tavır ya da tepki gösterememesi şaşırtıcı da değildir.
Bürokratik deformasyon süreci, aynı zamanda işçi sınıfından kopma, organik bir parçası olmaktan çıkma ve onu “çalışan halkın” sıradan bir bileşeni durumuna düşürme sürecidir de. Bürokratizmin popülizmle birarada gitmesinin, proletarya diktatörlüğünden “halkın devleti”ne geçişin bu açıdan bir mantığı vardır. Bu mantık, çalışan halka yabancılaşan, onun üstünde ayrıcalıklı bir tabakaya dönüşen bürokratik kastın toplumsal-siyasal mantığıdır.
Dostları ilə paylaş: |