*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır



Yüklə 1,45 Mb.
səhifə14/25
tarix26.07.2018
ölçüsü1,45 Mb.
#58651
növüYazı
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   25

***

Tüm diğer devrimci-demokrat akımlar gibi, TDKP’nin de legal parti rüzgarına kapılmasını koşullandıran temel etken, demokrasi ufkunun aşılamamasıdır. Ne var ki, bu aynı perspektifle dün fiilen düzen karşısında devrimci bir konumda olan bu akımların, bugün reformculaşma sürecine girmesinde, evrensel plandaki gelişmelerin mevcut ideolojik bunalımı derinleştirmesinin, sınıf hareketindeki konjonktürel durgunluğun, düzenin “demokratikleşme” manevrasının vb. de önemli etkileri vardır.

TDKP de tüm diğer benzerleri gibi ideolojik-siyasi platformunda kısmi düzeltmelere giderek, gelecek dönemde önemli bir maddi güce ulaşabileceği beklentisiyle toparlanma sürecine girdi. Doğu Avrupa ve SSCB’deki çöküşe “çökenin sosyalizm olmadığı, sosyalizmin kalesi Arnavutluk’un sarsılmaz biçimde ayakta olduğu” propagandasıyla karşı koymaya çalıştı. Arnavutluk’ta yaşanan ani ve hızlı çöküş sürecine kadar bu çabasında azçok başarılı da oldu. Ne var ki, Arnavutluk da aynı süreçte ve benzer biçimde bir çöküşle karşı karşıya kalınca, TDKP’nin ideolojik-siyasi platformu iyice tartışmalı hale geldi ve ideolojik bunalımı derinleşti.

Kendisini ne geçmiş dönemde olduğu gibi pratik-siyasi bir performansla ayakta tutabilen, ne ideolojik alanda bunalımdan çıkabilen, ne de sınıf ya da emekçi kesimler içinde kitlesel mevziler edinebilen TDKP açısından, siyasal plandaki “varolma hakkı”nı korumak kendi içinde belirleyici bir amaca dönüşmüş bulunuyor.

TDKP açısından bunalımdan kurtulabilmek, bir yenilenme yaşayabilmek, kendisini ve evrensel dayanaklarını köklü bir biçimde eleştiriye tabi tutabilmekle mümkündü. Bu yapılamadığı ölçüde TDKP’nin geriye düşmesi kaçınılmazdı. TDKP bugün bu kaçınılmazlığın tasfiyeci sonuçlarını yaşıyor.

Gelinen yerde, TDKP’de köklü bir yenilenme çabası yerine, kendi varlığını reformist yönelimlerle koruma kaygısı daha öne çıkmaya başlamıştır. Yoğun biçimde gündeme getirilen Deniz Gezmiş kampanyaları, vakıflar aracılığıyla(148)geçmiş devrimci değerlerin liberalce bir istismarı ve legal alana doğru bir evrim, tüm bunlar TDKP’nin “yeni yöneliminin” ilk göstergeleridir. TDKP liberalleşmede şimdiden büyük mesafeler almış bulunmaktadır.



Sonuç yerine

Sol hareket toplumsal tabanı açısından bunalıma girdiği gibi aynı zamanda ideolojik planda da uzun süredir aşamadığı bir bunalım içerisindedir. İdeolojik planda gelişmeleri açıklayamamak, eklektik ideolojik sistemi daha ileri ve bütünsel bir ideolojik yapılanmaya dönüştürememek, politika alanında da sonuçlarını kaçınılmaz olarak göstermiş, ideolojik plandaki belirsizlik politikada da ataleti beslemiştir.

Geleneksel ideolojik eklektizmin ideolojik bunalıma dönüşmesi ve dün sol hareketin zaaflarını örtebilen pratik mücadeledeki ileriliğin bugün artık ortadan kalkmış olması, bunalımı bu kez çözümü ertelenemez bir biçimde yeniden bu hareketlerin gündemine getirmiştir.

Bugünkü tasfiyecilik rüzgarının arka planında, siyasal demokrasi perspektifinin aşılamamış olmasının yanısıra bu ideolojik bunalımın kendisi vardır. Kurtuluş ve Dev-Yol’un “nasıl bir sosyalizm?” tartışmasını parti tartışmasıyla paralel yürütmesi; Emek dergisinin yasal partiyi tüm solu birleştirecek yeni “ortak ideoloji”nin üretilmesi için bir araç olarak değerlendirmesi, tüm bu olgular ideolojik temelini yitiren bu akımların yeni ideolojik arayışlar içinde olduklarını gösteriyor.("Bu süreçte oluşturulacak ideolojik-teorik-politik üretimler bizim olana varmak amacıyla üretilmeli ve bizim temelinde bir ideolojik birliğin sağlanması hedeflenmelidir. Parti, eylem içerisinde oluşacak temel organlarla bu süreçte şekillenmeye başlayacak ortak ideolojik temel üzerine oturmalı, program ve çatı bu temel üzerine inşa edilmelidir." (Emek, sayı: 24, s. 13))

Legal parti tartışmalarının bir tasfiyeci cereyana dönüşmesinde 20 Ekim seçimlerinin, “demokratikleşme” cereyanının, PKK’nın legal ortak parti arayışlarının ve sınıf hareketindeki nispi durgunluğun, aynı süreçte ortaya çıkan tüm bu konjonktürel etmenlerin de özel bir rolü oldu.

20 Ekim seçimlerinde, SP’nin kullandığı propaganda imkanları ve seçimde sınırlı da olsa bir başarı elde etmesi, HEP’in SHP ile ittifak temelinde parlamentoya 10’u aşkın milletvekili gönderebilmesi, uzun süredir bunalımda olan, içten içe derin bir “güçsüzlük” duygusu yaşayan devrimci hareketle derin etkiler yarattı.

DYP-SHP koalisyon hükümetinin, burjuva basının manşetiyle “devrim gibi” bir “demokratikleşme paketi” vaadetmesi ise, bu etkileri pekiştirdi ve devrimci hareketteki legalist eğilimleri kuvvetlendirdi. Yaşanan süreç açık bir biçimde ortaya çıkardı ki, burjuva koalisyonun demokrasi havariliğini sol hareket oldukça ciddiye almıştır ve rejimin yumuşayacağı beklentisine girmiştir. Örneğin(149)Kurtuluş “bu vaatler bir aldatmacadır demek sorunu hafife almaktır” mealinde yorumlarda bulunurken, Demokrat kendi programatik temelinin elinden alındığı telaşına dahi kapılabildi. TDKP ise “legal parti için koşulların olgunlaşmaya başladığı” saptamasını aynı beklenti üzerinde temellendirdi.

Hiç kuşku yok, düzenin uzun süredir yoğun bir biçimde uyguladığı “öncüsüzleştirme” politikasının da bu tasfiyeci rüzgarın oluşmasında önemli katkıları oldu. Düzen, kitle hareketliliğinin önüne geçme imkanlarının sınırlı olduğu bir dönemde, son derece bilinçli bir tercihle, kitle hareketliliğini devrimci bir mecraya sürükleyebilecek örgütlülüklerin üzerindeki terörü yoğunlaştırmaya başladı. Bu politikanın bir amacı devrimci örgütleri fiilen tasfiye etmekse, diğeri de onları legaliteye zorlayarak tasfiye etmektir.

Tasfiyeci rüzgarı kuvvetlendiren bir diğer olgu, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu dönemde sınıf hareketinin nispi bir durgunluk yaşamasıdır. Tarihi boyunca sınıfa karşı sürekli bir güvensizlik beslemiş olan devrimci hareket, kısa süreli sınıf yöneliminde de kalıcı bir mevzi elde etmeyi başaramayınca, “sınıfın nitel zayıflığı”, “kuşatılmışlığı” üzerine “teorik” vaazlar yeniden ortalığı kaplamaya başladı.

Bu durum sol hareketi sınıf içinde bulamadığı “gücü” başka alanlardan ve buna uygun araçlarla bulmaya yöneltti. Zaten Kurtuluş gibileri çoktandır “sınıfa gitmek” ve “politika yapmak” için önce güç olunması gerektiği gerekçesiyle, kendine sol hareketi ve “örgütsüz sosyalistler’i birleştirme misyonu biçmişti. Şimdi bu “projeye” Kurtuluş, Dev-Yol, PKK gibi akımlarla kurulacak bir “legal parti” önerisiyle TDKP gibileri de katılmış bulunuyor.

Bu aynı dönem içerisinde Kürt ulusal hareketinin tüm siyasal gruplara yönelik bir “cephe” çağrısı oldu. Bu çağrı sonraları HEP içerisinde birlik önerisine dönüştü. Bu sol harekette (Kürt dinamiğine de yaslanılarak) etkin bir yasal parti oluşturulabileceği düşüncesini doğurdu. Nitekim HEP’de birlik savunulsun ya da savunulmasın, hemen tüm legal parti projeleri Kürt dinamiğine yaslanmak ihtiyacı duymaktadırlar. TDKP “Dev-Yol, Kurtuluş, PKK”nın katıldığı bir yasal partiyi savunurken; Kurtuluş seçim partisinin “Kürt dinamiğin de içerildiği takdirde... iki milyonun üzerinde bir oy desteği sağlayabileceği” hesapları yapmaktadır. Toplumsal Kurtuluş, Direniş, Hedef gibi dergi çevreleri ise, gelinen yerde siyasal geleceklerini açıktan açığa “Kürt dinamiğine” ipotek etmişlerdir.

***

Bugün devrimci akımları da içine çeken legal particiliğin arkasında, amorf bir “kitleselleşme” güdüsü vardır. Bu güdünün arkasında ise tam bir güçsüzlük ruh hali... “Örgütsüz sosyalistlere”, “gündelik yaşamın burgacındaki proletarya sosyalistlerine”, Dev-Yol ve Kurtuluş tabanına dayalı güç olma kaygıları, başka türlü açıklanamaz.

Kuşku yok ki, politika aynı zamanda güç edinme ve güçleri sınıfsal-programatik hedefler doğrultusunda iktidar mücadelesine seferber edebilme(150)işidir. Ne var ki “güç” edinme, komünistler açısından, her ne pahasına olursa olsun güçleri arttırmak değildir. Bu güç hangi sınıfsal zeminde ve nasıl bir çalışma tarzı ile elde edilecektir? Gözetilmesi gereken, devrimci hareketin ise muğlaklaştırıp kararttığı, temel sorun işte budur.

Sol hareketin kendi güçsüzlüğünü, bunalımını ve ataletini, yaygın deyimle “marjinalliğini”, “birleşik bir yasal parti” aracılığıyla aşabileceğini düşünebilmesi için, “marjinalliğinin” temel nedenlerine gözlerini tümüyle kapıyor olması gerekir. Zira daha önce de vurguladığımız gibi, sol hareketin “marjinalleşmesi” birbirine bağlı iki temel nedene dayanmaktadır. Birincisi, sol hareket kendi geleneksel toplumsal dinamiğini kaybetmiş ve yenisini de bulamamıştır. İkincisi, toplumsal gündemi belirleyebilmesine hizmet edecek ideolojik ve politik açılımları yapma kudretinden yoksundur. Legal parti, tarihte her dönem görüldüğü üzere, bunların yaratıcısı değil yalnızca birer sonucu olarak işlevsel olabilir. Dolayısıyla “marjinalliğe” yolaçan bu temel etkenler aşılamadığı ölçüde, marjinallerin yasal alandaki birliğinden bir siyasal odak değil, kaçınılmaz olarak bir başka “marjinal” çevre çıkar.

”Marjinallik”ten kurtulabilmek ancak sınıf zeminine oturabilmekle, ideolojik alanda doğan boşluğu doldurabilmekle ve buna bağlı olarak politika üretebilen bir yapıya dönüşebilmekle mümkündür. Sizin eğer ideolojiniz, politikanız ve yöneliminiz devrimci bir toplumsal dinamiğe dayanmıyorsa, böyle bir dinamiğin temsilcisi olamıyorsanız, tüm bu sorunları legal parti aracılığıyla çözme düşüncesi yalnızca çaresizliğinizin ve tasfiyeciliğinizin bir dışavurumu olabilir. Legal parti, kitlesel devrimci hareketin yaratıcısı olmaktan çok bir sonucudur. I. TİP ile II. TİP deneyiminin, II. TİP ile TKP, Dev-Yol, TDKP vb. örneklerinin karşılaştırılması, legal partinin kitleselleşme açısından fetişleştirildiği denli etkili bir araç olamayacağını da net olarak göstermektedir.

İddia edildiğinin aksine, legal parti, solun marjinal konumunu aşmak, sosyalizme “meşruluk” sağlamak vb. alanlarda(Ne var ki, sözde “sosyalizme meşruluk” kazandırmak iddiasını taşıyan legal parti girişimlerinin hemen tümü de “demokrasi” platformunu aşamamaktadırlar. Kurtuluş, “ilerde bir legal sosyalist partinin ve birliğin dayanağı olabilecek bir seçim partisi”, TDKP “anti-emperyalist demokratik kitle partisi”, Komün, Direniş, Hedef ve Toplumsal Kurtuluş ise “HEP çatısı altında birleşmeyi” savunmaktadırlar. Demokrasi platformu tüm bu siyasal hareketlerin kesiştiği nokta olmaktadır. Kuşkusuz böyle bir partinin sosyalist mücadeleyi “meşrulaştırmak” bir yana, onu yozlaştırmaktan başka bir sonucu olamaz.)tek başına ciddi bir kazanım sağlayamaz. Aksine ve tüm tarihsel deneyimlerin de kanıtladığı gibi, ancak bu sayılan faktörlerin bir sonucu olarak etkili olabilirler. En başta Bolşevik Devrimi ve en son yaşanan örnek olarak da PKK deneyimi, bu gerçeğin somut kanıtlarıdır. Yalnızca bunlar değil Küba, Nikaragua, Bulgaristan vb. tüm başarılı devrimci çıkışlar bu gerçeği teyid etmektedir. Kendi sınıfsal-ulusal dinamikleriyle devrimci bir tarzda birleşen bu örgüt ya da hareketler, ancak bu temelde legaliteyi(151)de devrimci bir tarzda fethedebilmişler ve “meşruluklarını” ancak bu gelişim ile sağlayıp kalıcılaştırabilmişlerdir.



***

Gerçekten sol hareket gerek yasal alana, gerekse birlik sorununa gereken önemi vermediği için mi bunalımdan çıkamıyor? Bu soruya evet yanıtı verebilmek için sol hareketin tarihinden, tarihsel şekillenişinden bihaber olmak, onun bugünkü ideolojik ve örgütsel bunalımına ilişkin bir tahlilden yoksun olmak gerekir. Eğer sorun birlik ve yasal alanla ilgili olsaydı, çoktan çözülmüştü bile. Zira sol hareket, son on yıldır, politika Üretme, “proje” üretme adı altında yasal parti ve birlik projeleri üretmek dışında hemen hiçbir uğraşa sahip değildir. Bu projeler ise bırakalım kan tazelemeyi, son on yıldır yalnızca tartışma ve tasfiye üretebilmiştir.

Yasal çalışma alanına gelince, yukarıda belirttik, sol hareket tarihi boyunca yasal alana sürekli olarak gereğinden fazla önem vermiştir. Son on yılda ise legalizmin bir eğilim olmaktan çıkıp bir cereyana dönüştüğü açıktır. Bugün hemen tüm sol yapılanmaların varlığı ancak yasal alandan ve legal yayınlar üzerinden hissedilmektedir. Hiçbir yapılanmanın illegalitede herhangi bir ciddi çabası, örgütlenmesi yoktur. Kurtuluş, Dev-Yol, TKP-B, TKEP, İşçinin Sesi vb. oluşumların varolan yapıları tümüyle tasfiye olmuş durumdadır. TDKP, TKP-ML, TKİH gibi yapıların örgütlülükleri ve çalışmaları son derece sınırlıdır. Dahası TİKB gibi bu soruna daha yakın zamana kadar hep fetiş düzeyinde yaklaşan yapıların ise son bir yıldır illegal çalışması durma noktasına gelmiş, hemen tüm faaliyeti legal eksene kaymıştır. Bu kayışın nerede duracağı da henüz belli değildir. Tüm çalışmalarını legal alana kaydıran bu akımlar acaba niçin “güç” devşirmek bir yana, gün geçtikçe daha fazla kan kaybına uğramaktadırlar? Bu soruyu kendilerine sormak durumundadırlar.

Sorun gerçekten bu güçlerin tek bir çatı altında birleşememesinden mi kaynaklanıyor? İyi ama, içlerinden pek çoğu son yıllarda sürekli birlik proje ve girişimleri peşinde koşturmuş, çok parçalı bir yasal parti fikrini uygulamak için “Leninizm korkusunu” dahi yenebilecek cüreti göstermiş bu yapılar, niçin birleşmemektedirler? Ya da bazı sınırlı örneklerde görüldüğü gibi birleşseler dahi neden bunalımdan kurulamamaktadırlar?

Çünkü nicelik sınırlılığı bunalımın nedeni değil sonucudur. Sorunu bu niteliksel boyutuyla, demek oluyor ki ideolojik-sınıfsal nedenleriyle değil de niceliksel boyutuyla değerlendiren sol hareket, bunalımı köklü bir şekilde aşma imkanlarını yaratamamakta, nicelik sorununu da reformist yönelişlerle çözümlemeye çalışmaktadır.

Artık yolun sonuna gelinmiştir. İdeolojik-sınıfsal bunalım ve bu bunalımın bir sonucu olan belirsizlik ve politikasızlık aşılamadığı ölçüde sol hareket kaçınılmaz olarak bugünkü tasfiyeci yönelişi derinleştirecek, artık “marjinal” bir devrimci çevre olma imkanını da tümüyle kaybedecektir.(152)

Böylesi dönemlerde, gruplar ve tek tek bireyler bunalımdan çıkış için “sihirli formül ve projeler” beklentisine girerler. Doğruların tekrarı geniş bir kesim için bıktırıcı ve işlevsiz görünür. Onların size sorduğu tek soru vardır: “İyi, güzel de sizin bunalımdan çıkıp, kısa zamanda kitleselleşmek için bir somut projeniz, önerdiğiniz somut araçlar var mı?” Siz, hiçbir sihirli formülünüzün olmadığını, böylesi zor dönemlerdeki tek çıkış yolunun konjonktürel zorluklar karşısında gerilememek ve kendi ihtilalci sınıf örgütünü yaratma perspektifiniz doğrultusunda ısrarlı bir çalışma yapmak olduğunu söylediğinizde ise, size gerçekte kendi ruh hallerinin ve içine yuvarlandıkları boşluğun (yoksa batağın mı?) iyi bir göstergesi olan şu küçümseyici karşılığı verirler. “Böyle klasik doğruların bugün artık fazla bir anlamı yok!”

Zira tasfiyecilik irade ve inanç yoksunluğuyla beslenir. Böylesi dönemlerde yapılacak ilk ilkesel ve doğru davranış irade ve inançsızlıktan kopuşmak ve o “klasik” yolda ısrarla ve kararlılıkla yürümektir.

Unutmamak gerekir ki, o “klasik” yol, tarih onu böylesi deneyimlerde doğruladığı içindir ki “klasik” olmaya, böyle nitelenmeye hak kazanmıştır.

Ekim 1992(153)



*********************************************

Emperyalist metropollerde güçlenen faşizm

İlhan GÖKDEMİR

Faşist akımların güçlenmesi son bir kaç yıldır emperyalist metropollerde politik yaşamın abartmasız başlıca konularından biri haline gelmiştir. Buna 1993 yılı sonunda nihayet Rus örneğinin de eklenmesi faşist akımların yükselişine yeni boyutlar kazandırdı. Bu nedenle, yarım asrı aşkın bir aradan sonra, yeniden örgütlü bir tarzda uç veren ve güçlenen faşizm, kuşkusuz dönemin en belirgin siyasi gelişmelerinden birisi sayılmalıdır.

Avrupa’nın bir çok ülkesinin günlük yaşamında tanık olunan gelişmelerin yanısıra, klasik politik göstergeler de faşizmin güçlenme seyrini sürekli kanıtlıyorlar. Örneğin 1992 yılında Fransa, İtalya, Almanya, İngiltere ve Avusturya gibi Avrupa’nın bir çok ülkesinde milletvekili, senato, eyalet, bölge, belediye vb. türden seçimler yapıldı. ABD başkanlık seçimleri de aynı yıl içinde sonuçlandı. Bu seçimler öteki yönleriyle nasıl yorumlanırsa yorumlansınlar, ortaya çıkardıkları tartışmasız sonuç var. Bu, ortak ve genel bir eğilim olarak burjuva gericiliğinin güçlenmesi ve faşizmin yeniden hortlamasıdır.

O dönemden bu yana Avrupa’nın değişik ülkelerinde şahit olunan ve faşizmin giderek güçlendiğini kanıtlayan gelişmelerin yanısıra, Rusya’da Jirinovski’nin başını çektiği hareket ile ’93 Aralık ayında İtalyan faşistlerinin belediye seçimleri vesilesiyle elde ettikleri başarı, faşizmin yükselişinin yeni somut göstergeleri oldular.

Tekelci burjuva medyanın olayı geniş kitleler nezdinde yalın ve dolayımsız(154)bir biçimde ortaya koyması ve irdelemesi elbette beklenemez. Ne de olsa sözkonusu ülkelerde, kitlelere evrensel bir model olarak dayatılan o sözde alternatifsiz burjuva demokrasisi yürürlüktedir. Onun gücüne gölge düşürmek olacak şey değil!

Kapitalizmin hem anavatanı ve hem de vitrini sayılan Avrupa’da faşizmin çıplak iktidarı yakın geçmişte yaşandı, faturası ödendi. Aradan geçen zaman pek fazla sayılmaz. Her ne kadar insanlığın kollektif hafızası önemli ölçüde erozyona uğratıldıysa da, asrın ortasında yaşanılanlar tamamen unutulmuş değildir. İnsanlık tarihi bir çok açıdan revizyondan geçirilmiş, olayın ideolojik boyutu önemli ölçüde iğdiş edilmiştir. Ancak buna rağmen faşizmin açtığı yaraların anısı hafızalarda hala canlılığını korumaya devam ediyor.

Başka bir ifade ile burjuva düzenin bağrında filizlenip çıkan ve iktidar olan faşist ideoloji ve hareket, kurulu kapitalist düzenin alnına ebediyen kazınmıştır. Tüm çabalara rağmen bunu unutturmak kolay değildir. Dolayısıyla tekelci burjuva medya kurumlarının burjuva düzenin bir türevi olan faşist akıma genel olarak yaklaşımları, onu tanıtma biçimleri, burjuva düzenin genel gereksinimlerini karşılamak ve onu her fırsatta aklamak durumundadır.

Faşizmin yarım asır aradan sonra yine aynı mekanda, yani dünyanın her bakımdan en gelişmiş, en ileri, en zengin ve “kültürlü” kapitalist ülkelerinde yeniden türemesi bir tesadüf müdür?

Bu ülkelerde toplumun siyasal nabzı, periyodik seçimlerden önce son yıllarda neredeyse günübirlik hazırlanan ve egemen güçlerin elinde etkili bir yönlendirme aracı işlevi gören kamuoyu araştırmalarıyla ölçülüyor. Son yıllarda gerçekleşen seçimler, söz konusu kamuoyu araştırmalarının sonuçlarını doğrulamanın yanısıra, bu toplumların genel siyasi ruh hallerini de ana hatlarıyla ve görece berrak bir biçimde gün ışığına çıkarmış oluyorlar.

Kuşkusuz seçim sonuçları, kamuoyu araştırmaları ve siyasal tahminler toplumsal yaşama ilişkin olarak bir çok açıdan irdelemeyi gerektiren yığınla faktör içeriyorlar. Fakat her konuda olduğu gibi faşist tırmanış konusunda da, burjuva medya kurumunun yorumları genellikle esas olanı tali olana boğduruyor, gerçeği karartıyor.

Konumuz olan faşist hareketin gelişmesi de bu örneklerden birisidir. ABD dahil, Batı Avrupa toplumlarında son bir kaç yıldır gözlemlenen, yaşanan, yer yer şiddet aracılığıyla kendisini ifade eden, dolayısıyla genel bir seyir kazanan ve burjuva gözlemcilerinin çoğu kez "politik radikalleşme" olarak değerlendirdikleri faşist tırmanışı bu açıdan incelemek önemlidir.

Her ne kadar burjuvazi iletişim araçları aracılığıyla "faşist tırmanışı" kitleler nezdinde olağan göstermeye, çoğulcu liberal demokrasinin doğal bir ifadesi ya da cilvesi olarak kabul ettirmeye çalışıyorsa da, bazı gözlemciler, olayın kazandığı boyutlar ve yaptığı tarihsel çağrışım karşısında, yer yer 1930’lu yıllardaki faşist dalga ile parallellik kurmak zorunda kalıyorlar.

Zira, 1930’lu yılların başında İtalya, Almanya ve İspanya’da başlayarak, önce Avrupa’yı saran ve giderek dünyayı ikinci emperyalist savaşla yüzyüze(155)bırakan, insanlığa tarihinin en büyük vahşetini yaşatan faşizm, o dönem, konjonktürel ve özel bazı toplumsal nedenlerden dolayı yaşanış biçimi önemli ölçüde farklı da olsa, özünde aynı mekanda ve benzer koşullarda, görece benzer bir gelişim sürecinden geçerek hedefine ulaşmış, iktidar olmuştu.

1930’lu yıllarda olduğu gibi, yarım yüzyılı aşkın bir aradan sonra bugün de, faşist ideolojinin çıkış kaynakları, dayanak noktaları, istismar ettiği sorunlar ve ona objektif olarak güçlenme olanakları sunan faktörler aşağı yukarı aynıdır. Yanısıra, faşist partiler bugün de kapitalizmin yıkımına uğramış ve uğrama endişesiyle yaşayan benzer bir toplumsal tabana dayanarak gelişiyor.

Kapitalizmin 20 yıldır sürmekte olan ve bugün giderek ağırlaşan son iktisadi bunalımı, faşizmin yeniden güçlenişinin temel ve objektif nedenini oluşturuyor. ABD ve Avrupa ülkelerinde beliren ve tüm ekonomik sektörleri kapsayan, giderek derinleşen kapitalist iktisadi buhran uzun yıllardır tüm dünya ekonomisini kapsamış bulunuyor. Faşizm sistemin bunalımını aşmak için bir karşı devrimci alternatif olarak güçlendiriliyor ve bizzat tekelci emperyalist burjuvazi tarafından hazırlanıyor. Çünkü bunalımın önüne olağan yöntemlerle bir türlü geçilemiyor ve düzeniçi hiçbir reçete onun pozitif anlamda dizginlenmesine yetmiyor.

Ne var ki ve ne yazık ki, bu bunalımın neden olduğu sosyal hoşnutsuzluk bugün henüz düzen karşıtı devrimci bir alternatife de dönüşmüyor, dönüştürülemiyor. Toplumsal hoşnutsuzluk kendisini ancak periyodik olarak Paris’te, Berlin’de, Liverpool’da ortaya koyan ve en son olarak da, daha geniş ölçekte Los Angeles’te gösteren, biçimsiz, ufuksuz, perspektifsiz bir kendiliğinden patlama aracılığıyla ifade ediyor.

Kapitalist sistemin ürettiği ve dolayısıyla doğrudan sorumlu olduğu bu sosyal hoşnutsuzluk, gerçek muhatabı burjuva düzene yöneleceğine, zaman zaman sonuçta ona hizmet eden bir araca, ona dönem dönem nefes aldırtan bir emniyet sübabına bile dönüşebiliyor. Böylelikle etkisini ters yönden daha somut bir biçimde kanıtlayan bunalım, faşizmin ilk basamağı ve can damarı olan ırkçılık, şovenizm ve yabancı düşmanlığı duygularını besleyip geliştiriyor. Karşı devrimci bir dinamiğin zeminini, koşullarını hazırlıyor.

Almanya’da dünün abalıları Yahudilerdi. Kapitalizmin krizinin sorumluları olarak suçlanıyorlardı. Hitler faşizmi 6 milyonunu toplama kamplarında, gaz odalarında, sabun fırınlarında imha etti. Bugün ise, tüm zindeliğine rağmen yine bunalımda olan Alman ekonomisi, burjuvaziyi yeni “Yahudiler” keşfetmeye zorluyor. Alman burjuvazisi bu kez de mültecilere, göçmen işçilere sarı Yahudi yıldızını yapıştırmak istiyor.

İktisadi durgunluğun sorumlusu dıştan gelen ticari rekabettir; işsizliğin kaynağı göçmen işçilerdir; hızla artan adi suç işlemenin, uyuşturucu tüketiminin failleri “ikinci nesil” denen ve entegre olmamakla suçlanan genç yabancılardır, deniliyor. Yani bunalımdaki kapitalist düzenin yarattığı her olumsuz sorunun sorumluluğunu yıkacak birileri, bu aşamada tercihen yabancılar aranıyor ve mutlaka bulunuyor. Kısacası Almanya da tüm kapitalist metropoller gibi düzenin(156)bunalımına düzen dışında “sorumlu” arıyor.

Burjuvazi iktisadi bunalımın toplumdan dıştaladığı veya dıştalamakla tehdit edip telaşlandırdığı toplumsal katmanları, sistemin krizine, çıkmazına, yarattığı iktisadi, sosyal, siyasal ve kültürel sorunlara, düzenin kendi dışında sorumlu aramaya teşvik ediyor, onların hedefini şaşırtıyor. Böylece ekonomik bunalımın yarattığı sonuçlara karşı duyulan tepki dini, etnik, ırkçı, milliyetçi vb. faktörlerle yoğrularak, radikal ama irrasyonel politik bir cereyanın dinamiğine dönüştürülüyor. Burjuva düzeni şiddet yoluyla savunmayı öngören kanallara akıtılıyor.

Bu karşı devrimci dinamiğin besleyip geliştirdiği cereyan, faşizm, iktisadi çıkmaza geçmişte olduğu gibi şimdi de düzeniçi otoriter bir alternatif öneriyor. Bu nedenle bunalımı aşmakta burjuva demokratik mekanizma yeteneksizlikle, laçkalıkla suçlanıyor, horgörülüyor. Düzen, aile ve ulus kavramları yüceltici temelde ama ikiyüzlüce işlenerek geri kitlelerin duygularına hitabediliyor, onların kaba önyargıları okşanıyor.

Benzer nedenler genellikle benzer sonuçları doğurur. Batı Avrupa’da faşizmi bünyesinde besleyip doğuran ve geçmişte ona iktidar yolunu açan ekonomik yapının, yani kapitalist sistemin, ayakta kalması ihtiyacı, aynı tehdidin yenilenmesinin temel kaynağıdır.Kapitalizmin çıkmaza girip sıkıştığı her durumda, burjuvazi kendi düzeniçi alternatifini koşulların oluşmasına bağlı olarak hazırlamak durumundadır. Bu nedenle kapitalist sistem potansiyel olarak her zaman faşizme gebe konumdadır. Bu potansiyel tehlike, iktisadi bunalımın derinleşmesine, kökleşmesine ve sosyal sonuçlarının kronikleşmesine paralel olarak, son bir kaç yıldır bir çok mekanda ve aynı anda, karşılıklı birbirini etkileyerek ve destekleyerek, iyiden iyiye kabarıyor, güçleniyor, kök salıyor. İkinci emperyalist savaşın ardından bürünmek zorunda kaldığı uysal, suskun görünümü terkediyor.

Bazı büyük sermaye çevrelerinin cömert mali desteğiyle ve ultra-liberalizmin ekonomik ve sosyal yaşamdan dışladığı toplumsal kesimlerin oylarıyla seçim sandıklarında boy gösteren, klasik burjuva partilerinin birbirlerini karşılıklı yıpratmada demagojik bir seçim malzemesi olarak kullandıkları kahverengi akım, neo-faşizm, eğer mevcut gelişim seyrini korumaya devam ederse, tıpkı 1930’lu yıllarda olduğu gibi, büyük sermaye çevrelerinin açıktan desteğini alarak, yeniden kara bir dalgaya dönüşmenin olanaklarını bağrında taşıyor.

Burjuvazinin faşist gruplara verdiği destek ve sağladığı olanaklar hakkında çok şeyler söylenebilir. Bunlardan en etkili olanı iletişim araçlarıdır. Örneğin, burjuva medya kurumları periyodik olarak gerek televizyon, gerekse yazılı basın aracılığıyla, faşist akımların gelişip güçlenmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunuyorlar. Bu değerlendirmeler genellikle sözkonusu neo-faşist grupların bir saldırıda bulundukları, bir seçim başarısı elde ettikleri veya herhangi bir vesileyle adlarını duyurdukları bir zamana denk gelmektedir.

Eğer faşistler bir yahudi mezarlığına saldırmışlarsa, sokakta bir yabancıyı öldürmüşlerse, yüzkarası bir avuç serseri ya da marjinal bir şebeke olarak nitelendirilir, ama uzun uzadıya tanıtılır, bir türlü reklamı yapılır ve olay sonuçta yine de bir adi polisiye vakaya indirgenerek geçiştirilir. Eğer herhangi bir(157)faşist grup politik bir etkinlik gösterir, bir toplantı veya bir yürüyüş düzenler, nazi sembolleriyle süslü bir gövde gösterisinde bulunursa, tekelci medya bu kez sözkonusu faşist mihrakı tarihsel kökeninden soyutlayarak sıradan bir politik güçmüş gibi sunar. Yarım yamalak negatif terimlerle inatçı mücadelesini, kararlılığını ön plana çıkarır.

Fakat sözkonusu vesile eğer bir seçim başarısı ise, terminoloji hemen değişir. Kesinlikle faşist, ırkçı veya şovenist gibi sıfatlar kullanılmaz; “aşırı sağ” diye nitelendirilir, başarının bir mucize olduğu, hareketin marjinallıktan kurtulup nihayet “halkoyu” ile meşrulaşma sürecine girdiği ve artık “demokrasi”nin de bir gereği olarak olağan bir politik güç muamelesi yapılması zorunluluğu doğduğu vaaz edilir.

Burjuvazinin medya aracılığıyla faşist akımlara karşı takındığı ve özetle ifade etmeye çalıştığımız bu tavır, ilk bakışta pek fazla bir anlam ifade etmiyor olabilir. İleride burjuvazinin faşist gruplarla olan dolaysız ilişkileri hakkında başka somut örnekler verilecektir. Ancak burada dikkatleri çekmek istediğimiz nokta şudur: Eğer, örneğin Berlin’de bir dazlak grubun bir Türk’e saldırısı sonucu olay basında enine boyuna tanıtılıyor ve teşhir ediliyorsa, bu tavrın burjuva basının demokratlığından veya objektifliğinden kaynaklanmadığı açıktır.

Burjuva basının yaydığı her imaj, sarfettiği her söz bilinçli bir hesabın ürünüdür. Önceden saptanmış bir amaca hizmet için kullanılır. Her ne kadar bu yöntemle faşistler toplumun bir kesiminin nefretini alıyorlarsa da, zaten bu asıl faşist şefler tarafından göze alınmaktadır. Nitekim toplumun öteki bir bölümünün de sempatisini kazanıyorlar. Onları ilgilendiren bu toplumsal kesimdir. Bunlara hitabedebilmek, kazanabilmek ve örgütleyebilmektir.

Burjuvazi ve faşist gruplar arasında, medya kurumu aracılığıyla, deyim yerinde ise bir eylem birliği sözkonusudur. Burjuva basın faşist partilerle o partilere potansiyel taban olabilecek toplumsal katmanlar arasında bir tür aracı rolünü oynamaktadır. Burjuvazi tarafsız ve masum pozlara bürünerek, basın ve yayın kurumlarını faşistlere bir propaganda kürsüsü olarak sunuyor, bilinçli olarak kullandırıyor. Ve onlar da bu olanaktan bol bol yararlanıyorlar. Zaten amaçlanan da budur. Nitekim bu yöntemle, yani manipulation médiatique sayesinde, kısa sürede önemli başarılar elde ettiler.


Yüklə 1,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   10   11   12   13   14   15   16   17   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin