III- Tarih içinde tek ülkede sosyalizm: Sorunun ortaya çıkışı
Tek ülkede sosyalizm sorunu, teorik bir biçim almadan önce pratik bir gerçeklik ve bu çerçevede, bir zorunluluk olarak belirdi tarih sahnesinde. Sorun üzerine hararetli bir tartışma ve çatışmanın, bu tartışma ve çatışma içinde soruna teorik bir biçim verme çabasının, tam da, bu zorunluluğun net bir biçimde görüldüğü andan itibaren başlamış olması bile kendi başına bunu göstermeye yeter. Fakat bunu bizzat tarihsel olayların somut seyri üzerinden de izlemek mümkündür.
Buna geçmeden önce, gereksiz tekrarlardan kaçınmak için hatırlatalım ki, bu sorunun genel çerçevesi ve hemen tüm temel öğeleri, Sosyalizmin Tarihsel Sorunlarına Giriş yazısında ele alınmış bulunmakladır. (Ekimler, sayı: 1) Bu yazının Rusya’da Devrim ve Proleter Devrimin Sorunları başlıklı ara bölümü (s.14-26) aynı zamanda “tek ülkede sosyalizm” sorununa bir ilk giriş niteliğindedir. Bu bölümde yeralan proleter devrimin uluslararası niteliği fakat eşit olmayan gelişme süreci üzerine tüm tartışma, kolayca anlaşılacağı gibi, tamamen tek ülkede sosyalizm sorunuyla bağlantılıdır. Aynı şekilde, bir önceki bölümde ele aldığımız "teorik miras"ın Ekim Devrimi pratiği üzerinden bir bilançosu niteliğindedir. Dolayısıyla okur sözkonusu yazıdaki değerlendirmeleri, özellikle de Ekim Devrimi’ni önceleyen ve ona eşlik eden perspektifler ile olayların nesnel seyri üzerine yazılanları burada gözönünde bulundurmalıdır. Bu bizi bazı tekrarlardan kurtaracak ve söylenenleri izlemeyi kolaylaştıracaktır.(76)
Birinci emperyalist dünya savaşı kapitalizmin genel bunalımının bir ürünü ve ifadesiydi. Savaşın derinleştireceği bunalım beraberinde en azından Avrupa’da bir devrimci bunalımı kaçınılmaz olarak getirecek, besleyip olgunlaştıracaktı. Tarihsel olayların sonraki seyri tarafından somut olarak kanıtlanmadan çok çok önce, dönemin marksistleri, bunu muhtemel bir savaşın kesin bir sonucu olarak, net bir biçimde öngörmüşlerdi. Lenin, Kautsky ile ünlü polemiğinde, bu öngörünün en az Basel Bildirgesi’nden itibaren “bütün marksistlerin ortak kanısı” haline geldiğini söyler.
Henüz emperyalist savaşın sürmekte olduğu bir sırada patlak veren Şubat Devrimi, uluslararası devrimci bunalımın olgunlaşmakta olduğunun ilk önemli işareti oldu. Emperyalist dünya zinciri en zayıf halkasından ilk önemli darbeyi yemişti. O andan itibaren Bolşevik strateji, Rusya’da başlayan devrimi proletaryanın zaferiyle taçlandırmak, zinciri bu en zayıf halkasından parçalamak biçimini aldı. Bu stratejik çizgi, başlayan devrimin ortaya çıkardığı yeni durumun, yeni koşulların ve sınıf ilişkilerinin somut bir değerlendirmesine, gelişmekte olan devrimin kendi öz dinamizmine (mantığına ve gereklerine) dayandırılmaktaydı. Fakat Bolşeviklerin izlediği stratejik çizgi bundan temellense bile, o günün uluslararası koşullarında hareket noktası olarak kendini bununla sınırlandırabilir miydi?
Lenin zorlu tartışmalara konu olan ünlü Nisan Konferansı’nı kısacık fakat içerik olarak özenle düşünüldüğü anlaşılan bir konuşmayla açtı. Yukarıdaki sorunun yanıtı bu konuşmanın esası ve özünü oluşturur:
Rusya’da devrim başlamıştı ve uluslararası devrim olgunlaşmaktaydı. Bilimsel sosyalizmin kurucularının düşünceleri ile Basel Kongresi’nde biraraya gelen sosyalistlerin dünya savaşının kaçınılmaz olarak devrime yolaçacağına dair öngörülerinin her yerde doğrulanacağı gün yaklaşmaktaydı. Marks ve Engels uzun yıllar çeşitli ülkelerdeki proleter hareketi izlemişler ve düşüncelerini kısaca şöyle özetlemişlerdi: Fransız işçisi başlayacak, Alman onu tamamlayacak.
Ne var ki başlama onuru Rus proletaryasına düşmüştü. Fakat o kendi hareketinin ve devriminin, örneğin Almanya’da günden güne gelişip güçlenmekte olan uluslararası devrimci proleter hareketin bir parçası olduğunu asla unutmamalıydı.
Ve bu değerlendirmeyi tamamlayan son ve asıl önemli cümle: “Görevlerimizi ancak, bu bakışaçısıyla tanımlayabiliriz."
Avrupa’da olgunlaşmakta olan bir devrimci durum vardı ve Bolşevikler görevlerini bu bakışaçısıyla tanımlamalı, taktiklerini saptarken bu temel olguyu tümüyle hesaba katmalıydılar. Tek devrimci ve tek enternasyonalist tutum ve taktik bu olabilirdi. Bu bakışaçısı, Lenin’in Ekim Devrimi’ni önceleyen yazılarında döne döne tekrarlanmış, görevlere yaklaşımda kendini somut olarak hep göstermiştir. Öyle ki, özellikle Eylül ve Ekim aylarında iktidarı almak zorunluluğunu ısrarla vurgulayan ve önderlik içindeki kararsızlığı kırmayı amaçlayan yazılarında bu açıkça görülür. Lenin iktidarı bir an önce ele geçirmek zorunluluğunu yalnızca devrimin iç gelişme seyrine ve gereklerine bağlamakla sınırlamaz(77)kendini. Fakat aynı zamanda bunu olayların uluslararası seyrine ve Rusya proletaryasının uluslararası devrimci proletaryaya karşı ihmal edilemez enternasyonalist sorumluluğunun gereklerine bağlar her seferinde. Bu bakışaçısının gerisinde ve daha derininde, Rus devrimi ile Avrupa devrimi arasında Marx- Engels’ten beri geleneksel olarak kurulagelmiş ilişkinin, o günün somut tarihsel ortamına ve koşullarına uygun yeni bir ele alınışı vardır kuşkusuz.
Lenin daha sonraları Kautsky ile polemiğinde, Ekim Devrimi’nin arifesindeki tutumunun, devrimci taktiğin ilkeleri ve öncülleri ile devrimci proleter enternasyonalizminin gerekleri bakımından taşıdığı anlam üzerine parlak bir savunmasını da yapmıştır. Bolşeviklerin Avrupa’da “belirli bir tarihli” bir devrime bel bağladıkları iddiası, Bolşeviklere yüklenmeye çalışılan bu budalalık, Kautsky’nin ince bir “hile”sidir, der Lenin. Ne var ki “az çok yakın, ama belirli olmayan bir tarihteki bir Avrupa devrimine bel bağla”mak ise, Bolşeviklerin devrimci ve enternasyonalist ilkelere bağlılıklarının bir göstergesidir yalnızca. Bolşeviklerin taktiği, “Avrupa’daki devrimci bir durumun görünümlerinin doğru (...) değerlendirmesine dayandığına göre, tek enternasyonalist taktiktir. Bütün ülkelerde devrimin gelişmesi, desteklenmesi, uyanması için bir tek ülkede yapılabilecek olanın en çoğunu yaptığına göre, bu taktik tek enternasyonalist taktiktir."(Proleter Devrimi ve Dönek. Kautsky, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 5. baskı,)
Bu olayların henüz ilk safhasıdır. Bu ilk safhada Bolşevik taktik başarıyla uygulandı ve Ekim Devrimi’nin zaferinde ifadesini buldu. Ekim Devrimi, hem uluslararası devrime bir ilk mevzii yaratarak ve hem de yarattığı muazzam sarsıntıyla uluslararası devrimci bunalımı derinleştirerek, Rusya cephesinden dünya devrimine yapılabilecek en iyi katkı olarak kendini gösterdi.
Kaydedilmeye değer ikinci önemli safha Brest Barış Antlaşmasında ifadesini buldu. Zafere ulaşmış bulunan, fakat henüz güçlerini toparlama, kendini yeni bir temel üzerinde örgütleme olanağı bulamamış olan devrimi yaşatmak, o gün için en acil ve canalıcı sorundu. Bu bir zaman kazanma sorunuydu. Olgunlaşmakta olan, fakat henüz somut bir olgu olmaktan da uzak bulunan, bu safhaya ne zaman geçeceği de belli olmayan uluslararası devrime kadar dayanmak olarak kendini gösteriyordu. Ekim Devrimi, bu yeni aşamada, uluslararası devrime en büyük ve en iyi katkıyı, ayakta kalma gücü ve yeteneği göstererek yapabilirdi. Almanya ile ayrı bir barış, toprak kayıpları pahasına iktidarı elde tutmak ve kazanılan “soluklanma” süresi içinde devrimin güçlerini toparlamak olanağı sağlayacaktı. Aksi durumda, iktidar yitirilecek, bunun Avrupa proletaryası üzerinde yaratacağı moral bozucu etki uluslararası devrime yapılabilecek en büyük kötülük olacaktı.
Lenin’in Brest Barışı siyaseti bu gerçekleri hesaba kattığı için, bir kez daha, yalnızca Rusya’daki proleter devrimin kendi iç ihtiyaçları bakımından değil, fakat aynı zamanda, uluslararası devrimin gerçek çıkarları bakımından da tek doğru, dolayısıyla enternasyonalist taktiğin ifadesiydi. Sol Komünistler(78)bunu kavrayamadılar. Kautsky’nin Bolşeviklere yüklemeye çalıştığı budalalığın somut bir örneğini sergileyerek, Almanya’da “tarihli bir devrim”e bel bağladılar. Sol taktik, genellikle olduğu gibi, gerçekte umutsuzlukta ifadesini bulan sağ bir öz taşıyordu. Tek ülkede sosyalizmin gelecekteki teorisyeni, fakat o gün için henüz Sol Komünistlerin lideri Buharin’in düşüncesinde bu umutsuzluk şöyle yansımaktaydı: “Rus devrimi ya uluslararası proletarya tarafından kurtarılacak, ya da uluslararası sermayenin darbesiyle can verecektir.”(Aktaran Stephan F. Cohen, Buharin ve Bolşevik Devrimi, C.I, Kavram Yay., s. 102)
Bu sözler genel bir zaman dilimi, ya da uzun süreli bir yalnızlık durumu için değil, Ekim Devrimi’ni hemen izleyen aylar, somut olarak Brest Barışı tartışmasının sürdüğü günler içindir. O günün somut ortamında bir uluslararası devrim hemen görünmediğine göre, geriye gerçekte tek bir seçenek kalmaktaydı: “Uluslararası sermayenin darbeleriyle can vermek”! Taktiğin umutsuzluğun ifadesi sağcı özü de buradaydı.
Brest Barış Antlaşması kısa süreli bir soluklanma olanağı sağladı. Bu andan itibaren Sovyet iktidarının izlediği taktik, Lenin tarafından kaleme alınan ve Sovyet Hükümeti tarafından onaylanan temel bir belgede (Sovyetler İktidarının İvedi Görevleri Üzerine Altı Tez), şöyle formüle edildi:
“Sovyetler cumhuriyetinin taktiği zorunlu olarak, bir yandan ülkenin iktisadi gelişmesini, savunma yeteneğinin güçlendirilmesini ve güçlü bir sosyalist ordunun kurulmasını en kısa sürede sağlamak amacıyla bütün güçlerini seferber etmek; öte yandan uluslararası siyaset alanında, bir dizi ileri ülkede eskisinden daha hızlı bir şekilde olgunlaşmakta olan dünya proleter devrimi kesin olarak olgunlaşıncaya kadar, bir oyalama, gerileme ve bekleme taktiği olmalıdır."(Sovyet Yönetiminin Örgütlenmesi, Ekim Yayınları, s. 166-167)
Sol Komünistler ondan budalaca sonuçlar çıkarıyor olsalar bile, uluslararası devrime bağlanan umutlar bu dönem ve daha bir kaç yıl için Bolşeviklerin tümüne hakimdir. Taktikler saptanırken hesaba katılması gereken temel bir faktör durumundadır. (Lenin, bu yıllar boyunca döne döne, sorunlara hep uluslararası bakışaçısından yaklaştık ve bu tek doğru tutumdu, der.) Görmüş bulunduğumuz gibi bu tümüyle normaldi. Emperyalist kıyım savaşı sürmekte ve devrimci bunalım olgunlaşmaktaydı. Bununla birlikte bir dizi nedenden dolayı Avrupa’da devrimin patlak vermesi ise gecikmekteydi. Sovyet iktidarı Brest Barışı ile elde ettiği “soluklanma süresi”ni yalnızca kendini savunmak üzere güçlerini derleyip toparlamak için değil, fakat bizzat yukarıdaki temel belgede de belirtildiği gibi, “sosyalizmin iktisadi kuruluşu”na geçmek üzere kullanmalıydı.
Ekim Devrimi, proletaryanın bir tek ülkede, Rusya’da bir ilk zaferi idi. Rusya proletaryası iktidarı aldıktan ve bir soluklanma süresi sağladıktan sonra elbette oturup her an gelebilecek olan, fakat ne zaman geleceği yine de belli olmayan bir Avrupa devrimini bekleyemezdi. Ya da dikkatini yalnızca ona veremezdi. Daha ilk andan itibaren proleter iktidarı sağlamlaştırmak çabası kendini somutta, toplumun iktisadi, politik ve kültürel yaşamını yeniden ve(79)yeni temeller üzerinde şekillendirmekte göstermeliydi. Gecikmekte olan uluslararası devrime yapılabilecek en iyi katkı da o günün somut tarihsel koşullarında ancak bu olabilirdi. Bütün dünya işçilerinin ve emekçilerinin gözü Rusya işçilerindeydi ve onların yeni bir kuruluş doğrultusunda atacakları her somut adım, yeni toplumu örgütlemede sağlayacakları her ciddi başarı, dünya devrimi sürecine somut bir katkı olacak, öteki ülkelerin işçilerine büyük moral ve cesaret kazandıracaktı.
Bu somut olarak sosyalist kuruluşa geçiştir ve Lenin şahsında Sovyet iktidarına bu perspektif egemendir. Savaşın yarattığı yıkım, Rusya’nın iktisadi ve kültürel geriliği, küçük-burjuva toplumsal-kültürel öğenin ezici ağırlığı, “son derece güç ve tehlikeli bir nitelik taşıyan” uluslararası durum -tüm bu muazzam güçlükler, sosyalist kuruluşa (bu temel tarihsel göreve) geçiş için bir engel oluşturamazdı. Olsa olsa, bu geçişin, Rusya’da sosyalist kuruluş sürecinin, kendine özgü somut sorunlarını ve özelliklerini ortaya çıkarırdı.
Bu ele alışta Rusya proletaryasının tüm bu güçlükleri her halükarda kendi özgücüne dayanarak altedebileceğine dair kaba bir iyimserliğin zerresi yoktur. Tersine Lenin son derece gerçekçidir. Fakat o her zaman, Napolyon’dan aktardığı özdeyişe göre hareket etmiştir: Önce ciddi bir kavgaya gir, sonra ne olduğunu gör! Rus proletaryası iktidarı almıştır ve uluslararası devrim gecikmektedir. O halde muzaffer proletaryanın görevi iktidarı aldığı ülkede toplumu yönetmek, yeni düzenin temellerini kurmaya girişmektir. En kötü durumda bile bu, geleceğin uluslararası devrimine bir ilk hareket noktası oluşturacak önemli bir deneyim olarak kalacaktır.
Tek ülkede sosyalizm tartışmalarında, (gerek 1920’lerdeki ilk tartışmalar sırasında, gerekse sonraki tüm dönemde ve dolayısıyla bugün) gösterilen anlamsız, saçma ve saçma olduğu kadar da gülünç bir tutum vardır. Lenin’in bu dönemki sayısız konuşma ve yazısından, Rusya’da sosyalizmin kuruluşuna ilişkin ifadeler ile dünya devrimine ve sosyalizmin uluslararası niteliğine ilişkin ifadeler bağlamlarından ve birbirlerinden koparılarak çarpıtılır, biri ötekiyle karşı karşıya konulur. Tek ülkede sosyalizm sorununa ilişkin tartışmaların arap saçına dönmesinin temel bir nedenidir bu. Bu aynı zamanda tarihsel deneyimi doğru bir biçimde genellemenin de bugün hala en önemli engellerinden biridir.
Batı’da devrimci bunalım devam ettiği sürece, Rusya’da yeni bir toplumsal yaşamın temellerini atmak çabası ile uluslararası devrime güvenmek, onu ummak, bu anlamda ona umut bağlamak, taktiklerini buna göre ayarlamak, görevlerini buna göre saptamak, kopmaz bir bütünlük oluşturmuştur. Burada bir öncelik ya da tercih olmadığı gibi, bunu gerektiren bir durum da yoktur.
Kuşku yok ki, Batı’da devrim çok gecikirse, ya da gerçekleşmezse, ya da gerçekleşip de yenilgiye uğrarsa, dolayısıyla emperyalist burjuvazi uluslararası planda egemenliğini yeniden kurarsa, bunun gerek Sovyet iktidarının güvenliği, gerekse yalnız, kuşatılmış, son derece geri bir ülkede sosyalist inşa süreci için yaratacağı sorunlardan, 1921 başına kadar genel olarak büyük bir kaygı duyulmuştur. Fakat Bolşevikler en olumsuz ihtimale bile devrimci bir iyimserlikle yaklaşmasını(80)bilmişlerdir. Lenin bunu daha Ekim Devrimi’ni izleyen aylar içinde, “Rus devriminin ve uluslararası sosyalist devrimin beklenmedik olayları ne kadar üzücü olursa olsun”, yeni toplumu örgütlemek doğrultusunda girişilmiş bu somut deneyim unutulmayacaktır, sözleriyle ifade etmiştir. “Tarihe sosyalizm bir kazanım olarak girmiştir bu deneyim ve gelecekteki uluslararası devrim, kendi sosyalist yapısını bu deneyim üzerinden kuracaktır.”(age, s.177)Bu sözler söylendiğinde devrim henüz ilk altı ayını doldurmuştur ve yeni bir toplumun örgütlenmesi görevine ancak başlayabilmiştir.
Fakat bu en olumsuz ihtimale ilişkin bir değinmedir. Genel planda hakim düşünce, durum ne kadar ümitsiz görünümler sunuyor olursa olsun, Rusya proletaryasının sosyalist bir toplumun inşası doğrultusunda kendi yolunu yürümesini bilmesi gerektiğidir. Bu nedenledir ki, Lenin’in bu yılları kaplayan yazılarında, yeni bir toplumu inşa etmenin sorunları, toplumsal yaşamın tüm temel alanları ele alınarak tartışılmış, çözüm ve çıkış yolları gösterilmiştir. Dahası, bu yapılırken, bu dönem uluslararası devrime bağlanan ve sürmekte olan tüm umutlara rağmen, bu çözümler ve çıkış yolları hiçbir biçimde uluslararası devrimin zaferi koşuluna bağlanmamış, onunla doğrudan ilişkilendirilmemiştir. Ya da daha doğrusu bu ilişki yalnızca negatif yönden kurulmuştur. Yani, Batı’da sosyalist devrim henüz başarı kazanamadığına, dolayısıyla Rusya gibi kültürel ve iktisadi bakımdan son derece geri bir küçük burjuva-köylü ülkesinde, yeni bir toplumu bugün için kendi başımıza inşa etmek zorunda olduğumuza göre, denilmiştir. Burada bir kez daha, Lenin’in proletaryanın önderlik kapasitesine ve bu çerçevede, iktidar koşullarında köylülüğü kendine bağlama ve gerekli ara aşamalardan geçerek sosyalizme yöneltme yeteneğine olan özel güveni, bu temele oturan politika ve taktikleri sözkonusudur.
Elbette bunda ulusal kendine yeterlilik fikrinin de zerresi yoktur. Sorun bu değildir. Sorun yalnızca belli bir andaki somut tarihsel durumu, bir nesnelliği ve zorunluluğu, hesaba katmaktır. Bunun için koşulları en iyi biçimde değerlendirmek, somut gerçekliği en doğru biçimde gözönünde bulundurmak, olanakları en iyi biçimde kullanmak, çelişkilerden ve fırsatlardan en iyi biçimde yararlanmaktır. Bunun ötesinde, yeni bir toplumu her bakımdan kurmak, sınıfsız ve devletsiz bir toplum yaratmak, Lenin için asla bir ülke ya da ulus proletaryasının kendi sorunu değildir, olamaz. Lenin için, bu “güç ve önemli sorun”, dünya çapında bir güçlüktür, dünya çapında bir önem taşımaktadır ve ancak dünya çapında bir çözüme bağlanabilir. Sosyalist devrimi baştan sona kendi özgücüyle sona erdirmenin, toplumsal devrimi tamamlama anlamında onu tüm sonuçlarına vardırmanın “tek bir ülke için olanaksız olduğu olgusu”nu, Lenin tartışmasız bir marksist görüş saymaktadır. Ve bu olanaksızlığın, Rusya’nın yıkıcı bir savaş içinde yanıp yıkılmışlığından, ya da onun az gelişmişliğinden bağımsız olarak böyle olduğunu, özellikle vurgulamaktadır. Lenin’in soruna bakışı Marx ve Engels’tan aktardığı özdeyişte özlü ifadesini bulmaktadır: “Fransız işçisi(81)başlayacak, Alman tamamlayacak”! Olayların seyrinin ortaya çıkardığı fark ise öze değil fakat yalnızca biçime, olayların, dünya devrim sürecinin somut gelişme seyrine ilişkindir. Fransız işçisinin başlayacağı umuluyordu; oysa tarih başlama onurunu Rusya işçisine vermiştir. Rusya işçisi buzu kırmış, yolu açmıştır; Alman, Fransız, İngiliz işçileri, “bu eseri sonuna kadar götürecek ve sosyalizm zafer kazanacaktır.” Bu tek marksist ve enternasyonalist düşünce tarzıdır ve Lenin bunu sayısız vesileyle yinelemiştir.
Brest Barışı'nın ardından olayların üçüncü safhası gelmekte gecikmedi. Brest Barışı ile elde edilen kısa sürekli soluklanma içsavaş ve dış müdahale ile çabucak son buldu. Sosyalist kuruluş süreci daha başlamadan yerini Sovyet iktidarının ayakta kalma savaşına bıraktı. Sovyet ülkesi bir kaç yıl için, bir savaş alanına döndü.
Aynı dönemde emperyalist savaşın olgunlaştırdığı devrimci bunalım Almanya’da ve öteki bazı orta Avrupa ülkelerinde nihayet devrimler halinde patlak verdi. Rusya’da iç savaş ve dış müdahale, uluslararası çapta ise genel devrimci bunalım, devrimler ve devrimci hareketler, bu dönemin tarihsel çehresine kendine özgü bir biçim vermekteydi.
Genel olarak sözkonusu olan; karmaşık çalkantılar halinde seyreden, devrimci iniş ve çıkışlarla ilerleyen, zafer ve yenilgilerin birbirini izlediği bir uluslararası devrim dalgasıydı. Sovyet Rusya’nın bu çerçevede ayırdedici özelliği, sürmekte olan devrimci dalganın başlangıcını oluşturması ve onun ortaya çıkardığı bir ilk iktidar kazanımı olmasıydı. Bu tarihsel olaylar ortamında, Rusya’daki muzaffer devrim, henüz yalnızca sürmekte olan genel devrimci çalkantının bir öğesi sayılmaktaydı. İç savaş ve dış müdahaleye rağmen ayakta kalması, proleter iktidarı koruma gücü göstermesi, Sovyet Rusya’yı genel devrimci bunalımın bir ağırlık merkezi halinde tutmaktaydı.
Avrupa’da emperyalist savaşı izleyen devrimci çalkantılar ortamında, özellikle orta Avrupa’da kısa süreli de olsa Sovyet iktidarlarının kurulabildiği koşullarda ve yaklaşık iki yıl boyunca (1918 sonu-1920 sonu), nispeten yakın bir dünya devrimi güçlü bir umuttu. Dünya gericiliğinin Ekim Devrimi’ni boğmak üzere bir haçlı seferi de yürütmekte olduğu böyle bir tarihsel ortamda, doğal olarak, Sovyet iktidarı devrimin sorunlarına ve kaderine uluslararası devrim üzerinden bakıyordu. Ve bu dönemde Sovyet proletaryası, kendi cephesinden uluslararası devrime en büyük katkıyı, emperyalist müdahaleyi boşa çıkararak ve içsavaşı kazanarak gösterebilirdi.
Bunda büyük bir başarı kazanıldı. Ne var ki bu başarının dünya gericiliğine nihayet kabul ettirildiği safha, aynı zamanda uluslararası devrimci dalganın hız kesmekte olduğu safha ile örtüştü. Ekim Devrimi’nin varolma hakkı kazanmasıyla belirsiz bir süre için yalnız kalacağının anlaşılmaya başlaması hemen hemen üstüste düştü.
Bu açıdan 1921 yılı bir dönüm noktasıdır. Her dönüm noktasında olduğu gibi, yeni değerlendirmelere ve bu çerçevede izlenecek taktik çizgi konusunda yeni yaklaşımlara vesile oldu. Gerek Bolşevik Partisi, gerekse Komünist(82)Enternasyonal bünyesinde...
1921 yazında toplanan Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi tarihteki yeri ve anlamını bu yeni değerlendirmelere ve yaklaşımlara sahne olmasında bulur. Bu kongre dünya devrimine, onun gelişme çizgisine ilişkin iyimser beklentilerin önemli ölçüde terkedildiği, gelişmelerin belirginleştirdiği bir dizi gerçeğin nihayet hesaba katıldığı bir platform oldu.
Emperyalist dünya savaşında ifadesini bulan genel bunalım ve onun olgunlaştırdığı devrimci durum, zincirleme gelişecek bir dünya devrimi beklentisine yolaçmıştı. Bu iyimser beklentide, uluslararası devrimin olanaklarını abartmak, tersinden olarak uluslararası burjuvazinin gücünü ve dayanma olanaklarını olduğundan az değerlendirmek, sosyal-demokrasinin proleter yığınlar üzerindeki etkisini ve devrimin boşa çıkarılmasında oynayabileceği hain rolü yeterince değerlendirememek, aynı şekilde proleter öncünün zayıflığının olayların seyrindeki temel olumsuz etkisini gözden kaçırmak gibi, bir dizi etkenin rolü vardır. Lenin kendi payına ve üstelik zamanında, bu faktörlerin hiç değilse bazılarına (proleter öncünün muazzam önemi ve onun açık bir gerçek olan zayıflığının muhtemel sonuçları, ya da proleter öncü kendi rolünü gereğince oynayamadığı takdirde bunalımdan çıkış konusunda burjuvazinin hiç de tümüyle çaresiz olmadığı vb.) işaret etmiş olmakla birlikte, bir dünya devrimi beklentisi kendisi de dahil bir kaç yıl kuvvetli bir umut olarak taşınmıştır.
Sıralanan etkenlerin bu beklentideki rolünün ötesinde, birinci emperyalist dünya savaşı ve Ekim Devrimi’ni izleyen olayların açığa çıkardığı bir temel gerçek var. Tarihsel deneyim göstermiştir ki, uluslararası çapta bir genel bunalım ve devrimci durum ortamında bile, eşitsiz gelişme yasası hükmünü etkin bir biçimde sürdürmektedir. Bu kendini, bunalımın değişik ülkeler üzerinde eşit olmayan etkisinde, devrimci durumun ve olanakların eşit olmayan dağılımında, her bir toplumda çelişkilerin çeşitliliği ve zenginliğindeki farklılıkta, kurulu düzenin değişik toplumlardaki eşit olmayan dayanma gücü ve olanaklarında, ve kuşkusuz, devrimci proleter öncünün her bir ülkedeki eşit olmayan gücü, yeteneği ve hazırlıklarında göstermektedir. Bunun doğal bir sonucu olarak, bunalım devrimci sarsıntıyı emperyalist dünya zincirinin tümünde yaratsa bile, kopma en zayıf halkada olmaktadır. Ve eğer, bunalımın olgunlaşması, eski düzenin çöküntüsü ve devrimci öncünün hazırlığı bakımından, farklı halkalar arasındaki eşitsizlik büyükse, bir halkadaki kopma zincirin tümündeki sarsıntıyı şiddetlendirse bile, bunun etkisi geçici olabilmektedir. Devrimi muzaffer bir sona bağlayacak kuvvetin ortaya konamadığı her ülkede, karşı-devrim gücünü toplayabilmekte ve burjuvazi geçici olarak sarsılmış egemenliğini çok geçmeden yeniden tesis edebilmektedir. Uluslararası devrimci dalganın geride Ekim Devrimi’nden başka bir kazanım bırakmaması, gelişmenin bu eşit olmayan karakteri ışığında kavranabilir. Üçüncü Kongre’de buna esasen işaret edilmiştir.
Dönüm noktasını işaretleyen 1921 yılında uluslararası bunalım etkinliğini hala sürdürmekteydi. Ne var ki, sınıflar mücadelesi cephesinde durumda belirgin bir değişim gerçekleşmişti. Avrupa’da devrimci dalga çekilmeye ve burjuvazi(83)durum üzerindeki kontrolünü önemli ölçüde yeniden kurmaya başlamıştı. Bu Ekim Devrimi’nin genel devrimci dalganın tek kazanımı olduğu ve Sovyet Rusya’nın belirsiz bir süre için yalnız kalacağı anlamına geliyordu. Şüphe yok ki, bu olgunun tespiti, Sovyet devriminin sonraki seyrini ve sorunlarını ele alışta temel önemde bir yeniliğin başlangıcı demekti.
Sovyet Rusya için bir dönüm noktası oluşturan ve zaman olarak olayların uluslararası seyrindeki değişime paralel düşen gelişme ise, iç savaş ve dış müdahalenin sona ermesiydi. Sovyet iktidarı kendi cephesinde üç yıllık bir savaştan tam bir zaferle çıkmıştı. İşçi sınıfının devrimi savunma ve iktidarı elde tutma kararlılığı ile köylülükle kurulan sağlam ittifak, bu zaferin temel iç koşulları olmuşlardı. Devrimci çalkantıların yarattığı elverişli uluslararası ortamda Avrupa proletaryasının sunduğu enternasyonalist destek ile Sovyet iktidarının emperyalistler arası çelişkilerden dikkatli ve sistemli bir biçimde yararlanmayı başarması ise, zaferin temel uluslararası koşullarını oluşturmuşlardı.
Dış müdahalenin boşa çıkarılmasının Sovyet ülkesinin uluslararası durumu için yarattığı sonuç “istikrarsız denge”dir. Lenin dönüm noktasında bu ifadeyi sık sık kullandı. Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongresi’ne sunduğu Tezler’de “istikrarsız denge”yi şöyle tanımladı: “Bu son derece temelsiz ve zayıf bir dengedir". Bununla birlikte, “uzun bir dönem için olmasa bile, kapitalist bir çember içinde Sosyalist Cumhuriyete yaşama olanağı vermiştir".
Kapitalist bir çember içinde sosyalist bir cumhuriyetin yaşama olanağı elde etmesi -bu, dönüm noktasında çıkarılan temel bir sonuçtur. Lenin’in 1915 tarihli makalesi düşünüldüğünde, bu sonuca teorik olarak erken bir tarihte varıldığı düşünülebilir. Daha önceki bölümde de değinildiği gibi, bir bakıma öyledir de. Ne var ki 1915’te bu yalnızca teorik bir öngörüydü ve Ekim Devrimi’ni izleyen emperyalist müdahale ortamında tümüyle tartışmalı hale gelmişti.(Lenin 1921 sonunda durumu değerlendirirken şunları söylemekteydi:"Ama kapitalist bir çevre içinde, sosyalist bir cumhuriyetin varolması mümkün müdür? Politik ve askeri bakımdan mümkün görünmüyordu. Bunun hem politik hem de askeri bakımdan mümkün olduğu artık ispatlanmıştır. Bu bir gerçektir." (Barış içinde Birarada Yaşama, Ekim Yay., s.120-121)Aynı günlerdeki bir başka konuşmada:"Bize dört yıl önce yabancı işçinin dünya devrimine bu kadar yakın olmadığı ve sert bir iç savaşı üç yıl yürütmek zorunda olduğumuz söylenseydi, o zaman hiç kimse bu savaşa dayanabileceğimize inanmazdı." (Ekim Devrimi Üzerine, Teori Yay., s.115))Zira uluslararası burjuvazi Sovyet ülkesine yaptığı geniş çaplı müdahale ile kapitalist çember içinde bir sosyalist cumhuriyete tahammülsüz olduğunu ortaya koymuştu. Emperyalist dünya yıllarca süren bir müdahale yoluyla onu boğmaya, eski düzeni yeniden kurmaya çalıştı. Fakat tüm çabalarına rağmen bunda başarılı olamadı. Yenilgiye uğradı ve Sovyet Cumhuriyetinin varlığına belirsiz bir süre için katlanmaya mecbur oldu. Daha da ötesi, onu hukuken ya da fiilen tanımak, ticari ilişkilere girmek zorunda kaldı.
Bu yeni bir durumdur ve Sovyet Cumhuriyeti için yeni bir döneme geçiştir.(84)Uluslararası devrim dalgasının çekilmekte olduğu koşullarda önemi ve anlamı her zamankinden daha büyüktür.
Dönüm noktasını işaretleyen üçüncü temel gelişme ise, Sovyet Rusya’nın iç durumunda kendini gösterdi. Emperyalist müdahale ile içsavaşın sona ermesinin yarattığı yeni koşullar, işçi sınıfı ve köylülük ilişkilerine yeni bir biçim verme, Sovyet iktidarının temeli ve yaşama koşulu olan işçi-köylü ittifakını yeni temellere oturtma zorunluluğunu ortaya çıkardı. Bu, Savaş Komünizmi'nin “ölçüsüz hayaller”inden kurtulma ve geri çekilme olarak tanımlandı. NEP’te ifadesini buldu.
Lenin 1921 dönemecinde toplanan Komünist Enternasyonal Üçüncü Kongre’sine sunduğu Tezler hakkında yaptığı konuşmada, geride kalan dört yılın ışığında uluslararası durumun özet bir tahlilini sunduktan sonra, şu sonucu formüle eder:
"Bu durumda ne yapmamız gerekir şimdi? Devrim için eri iyi şekilde hazırlanmalı ve ileri kapitalist ülkelerdeki somut gelişimin derin bir araştırmasını yapmalıyız. Uluslararası durumdan alınması gereken ilk ders budur."
Bu sonuç uluslararası komünist hareket içindir. İzlenecek yeni taktik çizgi bu çerçevede saptandı. Bunun esası, geri çekilme ve yeni bir devrimci yükseliş için güç toplayarak hazırlanma, bu çerçevede “Kitlelere!” sloganı ve birleşik işçi cephesi taktiğidir.
Lenin sözlerini şöyle sürdürür: “Kendi Rus Cumhuriyetimize gelince bu kısa aradan yararlanmalı ve taktiklerimizi tarihin bu zigzaglı çizgisine uydurmalıyız."
“Tarihin bu zigzaglı çizgisi” -erken bir dünya devrimi beklentisinin ardından, dünya devriminin gelişme çizgisine ilişkin netleşmiş bir yeni görüştü bu. Dün, Ekim Devrimi’nin arifesinde ve sonrasında, izlenecek taktik çizgi uluslararası devrimci durum temel bir etken olarak hesaba katılarak saptanmıştı. Şimdi bu durum geride kalmıştır. Bunalım hala sürmekle birlikte, uluslararası devrim dalgası çekilmektedir ve onu bir yenisinin ne zaman izleyeceği de belli değildir. Dolayısıyla Sovyet Rusya’nın önünde, izleyeceği taktikleri “tarihin bu zigzaglı çizgisine uydurma” sorunu durmaktadır.
Bu belirsiz bir süre için yalnızlığın kabulü, somutla tek ülkede sosyalizm sorunudur; onun iç ve uluslararası sorunlarıdır; emperyalist kuşatma altında ve toplumun ezici ağırlığını oluşturan köylülükle ilişkilerin hassas zemininde, yeni bir toplumun kuruluşuna geçiştir.
Daha önce de ifade edildiği gibi, yeni bir toplumun kuruluşuna ilişkin sorunlar, daha iktidarın alınışından itibaren Sovyet ülkesinin gündemine girmiş bulunmaktaydı. Ne var ki bu ilk safhada durum yine de temelden farklıydı. Uluslararası koşullara devrimci durum egemendi ve erken bir uluslararası devrim beklentisi vardı. Bu koşullarda sözkonusu olan gelmekte olan devrime kadar dayanmaktı.
Oysa şimdi devrimci dalga geride kalmıştı. Bir yenisi ise belirsiz bir geleceğin sorunuydu. Bu yeni durumda artık sözkonusu olan, bu belirsiz süre(85)içinde emperyalist kuşatmaya karşı dayanmak ve yeni toplumun inşasına geri, yoksul, yanmış yıkılmış bir köylüler ve küçük-burjuvalar ülkesi olan Sovyet Rusya’nın kendi güçleriyle girişmektir. Rusya proletaryasının zayıf omuzlarına binen ağır görev, sosyalizmin inşasına kendi başına girişmektir.("Zayıflamış ve bir noktaya kadar, hayati temeli olan büyük mekanik endüstrinin yıkılışından sınıfsızlaşmış olan proletaryanın zor ama aynı zamanda çok yüce bir tarihi misyonu vardır: bu yalpalamalara rağmen sağlam kalmak ve emeğin kapitalist tahakkümden kurtuluşu görevini başarıya ulaştırmak".(III. Enternasyonal Konuşmaları, Pencere Yayınları, s.99-100))
(I. BÖLÜMÜN SONU)(86)
Dostları ilə paylaş: |