DİVAN EDEBİYATI MÜZESİ
İstanbul Tünel'de Galata Mevlevîhânesi'nde tesis edilen, Mevlevi kültürüne ait çeşitli eşyanın sergilendiği müze.
Divan Edebiyatı Müzesi'nin içinde yer aldığı Galata Mevlevîhânesi (kuruluşu 897/ 1491-92) İstanbul'daki Mevlevi dergâhlarının en eskisidir. Sultan Divânî'den (ö. 936/1529-30) Ahmed Celâleddin Dede1-ye (ö. 1946) kadar burada postnişinlik yapanlar, çoğunlukla tasavvuf âleminin en seçkin simaları arasında yer almalarının yanı sıra özellikle mûsiki ve şiir gibi sanat dallarında değerli eserler vermişler, seviyeli bir irşad ve sanat çevresi meydana getirerek pek çok derviş ve sanatkâr yetiştirmişlerdir. Mevlevihane'nin müzeye çevrildikten sonra bugünkü adı almasının sebebi de divan şiirinin son büyük ustalarından Şeyh Galib'in (ö. 1213/1799), Mevlevi" muhibbi III. Selim'in cülusunun ardından 1791'de posta oturmuş ve vefat ettiğinde buraya gömülmüş olmasıdır.
Birçok mimari değişikliğe uğrayan mev-levîhâne son şeklini XIX. yüzyılın İkinci yarısında almıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasından (1925) sonra, Sultan Ab-dülmecid'in yeniden inşa ettirdiği (1856) semahaneyi ve dedegân hücrelerini barındıran ana bina halkevi olarak, Halet Said Efendi'nin 1819'da cümle kapısı ile birlikte yaptırdığı sebilküttâbın zemin katı da karakol olarak kullanılmıştır. Bir ara avluya bir ilkokul binasının yapılması düşünülmüşse de daha sonra bundan vazgeçilmiş, fakat 1945'te belediye tarafından hazîrenin Şahkulu Bostanı sokağı üzerindeki doğu kesimi kaldırılarak yerine Beyoğlu Evlendirme Dairesi'-nin yapımına başlanmış, bu arada ana binaya giden yolun iki yanında yer alan türbeler, harem bölümü, mutfak ve diğer bazı müştemilât da yok edilmiştir. Ancak hükümetin ilgisizliğine ve belediyenin aksi yöndeki faaliyetlerine rağmen Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu ile ona bağlı İstanbul'u Sevenler Gru-bu'nun ve özellikle bu kurumun başkanı Reşit Saffet Atabinen ile üyelerinden Hamdullah Suphi Tannöver'in çabalan sayesinde mevlevîhâne bütünüyle yok olmaktan kurtarıldığı gibi 1946'da çevre duvarları, hazîrenin kalan kısmındaki harap mezarlar, avludaki 1649 tarihli Hasan Ağa Çeşmesi, sebitküttâbm kurşun çatı kaplaması, cümle kapısının solundaki Şeyh Seyyid Kudretullah Dede Efendi Türbesi ve onun arkasındaki "Haz-ret-i Şârih" olarak anılan Ankaralı Şeyh İsmail Rusûhî Dede Efendi ile Şeyh Galib'in yattıkları diğer türbe onarılmak suretiyle kısmen İhya edilmiştir. Bu arada ısrarla sürdürülen başvurulardan sonra 2 Ekim 1946 tarihinde Millî Eğitim Ba-kaniığı'nca mevlevîhânenin bütün bölümleriyle birlikte bir Mevlevî kültürü müzesine dönüştürülmesi kararlaştırılmış ve 18 Kasım 1946 tarihli kararname ile de mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlü-ğü'nden devralınmıştır. Ancak bu amaç yaklaşık yirmi yıllık bir gecikmeden sonra gerçekleşebilmiş, kültür müsteşarı Mehmet Önder'in teşebbüsüyle 1966'-da başlayan ve dört yıl süren onarımdan sonra Türk ve İslâm Eserleri Müzesi'ne bağlanan mevlevîhâne envanter, tanzim ve teşhir çalışmaları tamamlanarak Divan Edebiyatı Müzesi adıyla 27 Aralık 1975 günü ziyarete açılmıştır. Bugün turistik amaçla da olsa içinde zaman zaman semâ törenleri yapılabilen Galata Mevlevîhânesi, İstanbul tekkeleri içinde devletçe sahip çıkılmış ve kısmen kurtarılarak halka açılmış tek örnektir.
Galata Mevlevîhânesi'nin tarihî eser niteliği taşıyan günümüze ulaşabilmiş binalarının yanı sıra semahane ile buna bağlı bölümlerin (çeşitli mahfil ve maksureler, şerbethâne, şeyh dairesi, hünkâr dairesi) ve dedegân hücrelerinin bulunduğu ana binasında sergilenen eserler müzenin değerini arttırmaktadır. Çeşitli vesilelerle Mevlevî mukabelelerinin ve klasik Türk mûsikisi konserlerinin tertip edildiği iki kat yüksekliğindeki semâhâ-ne boş bırakılmış, zemin katta ve üst katta bu hacmi kuşatan mahfillerle maksureler (zemin katta erkek seyircilere mahsus züvvâr maksuresi, üst katta mutrip maksuresi, hünkâr mahfili, Konya Mevlânâ Dergâhı postnişini çelebiye ve yabana misafirlere mahsus mahfiller] ve ayrıca binanın zemin katta şeyh dairesine, üst katta hünkâr dairesine ayrılan batı kesimi teşhir mahalli olarak değerlendirilmiştir. Sergilenen eşya arasında çoğu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye ait tasavvufî eserlerin ve divanların tezhipli yazma nüshaları, çeşitli hat levhaları, Beyoğlu'nda bulunması sebebiyle burayı sık sık ziyaret eden İstanbul'a gelmiş yabancı ressamların yaptıkları gravürler, Mevlevî kıyafetleri, Mevleviyye'ye ve diğer tarikatlara ait taçlar, müttekâlar, işlemeli seccadeler, mukabeleler sırasında mutrîbâ-nın kullandığı mûsiki aletleri (ney, kudüm, halîle, rebap, ud, tanbur, kanun, kemence vb.) bulunmaktadır. Ayrıca içlerinde birçok ünlü kişinin yer aldığı Galata Mevlevîhânesi mensuplarının gömülü olduğu hazîre de bir Mevlevî mezar taşlan müzesi niteliğindedir. İstanbul tekkeleri tarihi açısından önemli bir kaynak olan Cemâleddin Server Revnakoğ-lu'nun arşivi de müzenin koleksiyonu içinde bulunmaktadır.
Bibliyografya:
Can Kerametli, Galata Meuteuihanesi, İstanbul 1977; Hasan Âli Yücel, "İstanbul'da Mevlevî Müzesi", Vakit, İstanbul 9 Şubat 1941; M. Esen, "Galata Mevlevîhânesi", a.e., İstanbul 30 Eylül 1946; a.mlf., "Galata Mevlevihane-si-Milli Kültür Sahası", TTOK Belleteni, sy. 66 11947], s. 11-12; Reşit Saffet Atabinen, "Galata Mevlevihanesi", a. e, sy. 66 (1947), s. 10-11; Haluk Y. Şehsuvaroğlu, "Galata Mevlevihanesi", Cumhuriyet, İstanbul 31 Ağustos 1962; Erdem Yücel. "Galata Mevlevihanesi'nin Renkli, Şaşaalı ve Sanatla Dolu Bir Tarih Hikâyesi Var", Tercüman, İstanbul 8 Eylül 1968.
DİVÂN-I HİKMET
Ahmcd Yesevî'nin hikmet adı verilen dinî-tasavuufî manzumelerini içine alan şiir mecmuası.
Fazlullah b. RûzbihâtVın 915'te (1509-10) telif ettiği Mihmânnöme-i Buhârâ adlı eserinde, Ahmed Yesevî Türbesi'nde okuduğu Yesevî kitabının başında "Dîvân-ı Hikmet" kaydı bulunmadığını ve eserin sülük âdabına ait manzum Türkçe sofiyane bir mecmua olduğunu bildirmesinden bu adın XVI. yüzyıldan sonra kullanıldığı anlaşılmaktadır. Rûzbi-hân'ın gördüğü eser muhtemelen, adı bilinmeyen bir YesevF dervişinin tertip ettiği Dîvân-ı Hikmet nüshalarının ilk örneklerinden biridir.
Dîvân-ı Hikmet nüshalarının muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da bazı farklılıklara sahip olması bunların değişik şahıslar tarafından farklı dil sahalarında tertip edildiğini göstermektedir. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet mecmuaları içine zamanla Yesevî dervişlerinin hikmetleri de karışmış, böylece kitap sadece Ahmed Yesevî'ye ait bir eser olmaktan uzaklaşıp hikmet geleneğini yansıtan bir manzumeler mecmuası haline gelmiştir.
Hikmetlerde geçen "defter-i sânf" tabirinden ilk akla gelen şey, Ahmed Yese-vî hikmetlerinin birkaç defter halinde tertip edildiği, eldeki nüshaların ikinci defteri teşkil ettiğidir. Ayrıca YesevTnin, "Ben defter-i sânî sözünü açtım" demesi, daha önce hikmetlerin bizzat Yesevî tarafından bir defter halinde toplandığını da düşündürmektedir.
Dîvân-ı Hikmet'in yazma ve basma nüshalarında bulunan hikmetlerde Kul Hâce Ahmed, Hâce Ahmed, Miskin Ahmed, Yesevî gibi mahlaslar kullanılmıştır. Eserde ayrıca Azîm Hâce, Hâlis, Fa-kîrî, Garîbî, Hâce Salih, Kul Şertff, Hüvey-dâ, îkinî, Meşreb, Ubeydî, Kul Süleyman ve Zelîlî adlarıyla Yesevî geleneğine bağlı çeşitli şahısların hikmetleri yer aldığı gibi Dîvân-ı Hikmet adını taşımayan bazı hikmet mecmulannda da YesevTnin şiirlerine rastlanmaktadır.
Dîvân-ı Hikmet'in yazma ve basma nüshalarında bulunan hikmet sayısı bazı farklılıklar göstermektedir. Bugüne kadar derlenebilen Yesevfye ait hikmetler 250'yi bulmaktadır. Bu sebeple hikmetlerin birinde yer alan. "Dört bin dört yüz hikmet söyledim" ifadesi bir rivayetten öteye gitmemektedir.
Ahmed Yesevfnin hikmetlerinin başlıca gayesi, İslâm dinine yeni girmiş veya bu dini henüz kabul etmemiş Türk-ler'e İslâmiyet'in esaslarını, şeriat ahkâmını ve Ehl-i sünnet akidesini öğretmek, Yeseviyye tarikat müridlerine tasavvufun inceliklerini, tarikatın âdâb ve erkânını telkin etmektir. Bu sebeple hikmetler sanat endişesinden uzak. sade ve kuru bir ifade yanında didaktik bir özellik taşımaktadır. Ancak bazı hikmetlerde İfadenin sûfiyâne ve coşkulu oluşu onları basit manzumeler olmaktan kurtarmıştır.
Hikmetlerin muhtevası ile şekil ve dil yapısı, Ahmed Yesevfnin yetiştiği çevre, hayatı, şahsiyeti, gayesi ve hitap ettiği zümrenin sosyal ve kültürel yapısı ile ilgilidir. Ahmed Yesevî'nin İslâmiyet'in esaslarını, tasavvufun inceliklerini bir Türk mutasavvıfı olarak yorumlayışı, bunları halk edebiyatının bilinen şekilleri içinde hece vezniyle ve sade bir dille herkesin anlayacağı tarzda ifade etmesi hikmet tarzını doğurmuş ve bu tarz zamanla Yesevî dervişleri vasıtasıyla gelenek halini almıştır. Yeseviyye tarikatında şeyhin söylediklerini öğrenmek için hikmetlerini belli bir makamla okuyup yaymak önemli bir husustur. Bundan dolayı zamanla daha geniş bir çevreye yayılan, huşu içinde okunup ezberlenen ve yazıya geçirilen hikmetler, muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da değişikliğe uğramış, çeşitli ilâvelerle zenginleşmiştir.
M. Fuad Köprülü'nün de belirttiği gibi hikmetlerin fikrî yönünü dinî-tasavvu-ff unsurlar, şekil yönünü de millî unsurlar teşkil eder. Bu sebeple hikmetlerin muhtevasını İslâmiyet. Türkistan'daki tasavvuf, Yesevîliğe ait âdetler ve erkân oluşturmaktadır. Bunun yanında bazı hikmetlerde amelî ahlâk ve sosyal aksaklıklar üzerinde de durulmuştur.
Eldeki Dîvân-ı Hikmet nüshalarında bulunan hikmetlerin dilinin Ahmed Yesevî'nin dilini aksettirmediği kesindir. Dîvân-ı Hikmet nüshalarının Kazak, Türkmen, Tatar dil özellikleri yanında büyük ölçüde Özbek Türkçesi özellikleri taşıdığı görülmektedir. Ahmed YesevTnin esas lehçesinin ne olduğu bilinmediği gibi Ar-gu Türkleri'nden olduğunu kabul ederek kullandığı lehçeyi Arguca saymak veya Hokandlı olduğunu kabul ederek bunu halis Hokand lehçesi saymak tahminden öte bir değer taşımaz. Bununla beraber Ahmed Yesevfnin, hikmetlerini Karahan-lı edebî diliyle kaleme aldığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Ancak bu hususta kesin bir hükme varabilmek için eski bir Dîvân-ı Hikmet nüshasının ele geçmesine İhtiyaç vardır.
Hikmetlerin büyük bir kısmı beş-yirmi beş arasında değişen dörtlüklerden ibaret olup kafiye düzeni koşmaya benzemektedir. Hikmetlerin bir kısmında da gazel tarzı kullanılmıştır. Dörtlüklerde hecenin on ikili (4 + 4 + 4) ölçüsü, gazel tarzındaki manzumelerde ise on dörtlü (7 + 7) ölçüsü kullanılmıştır.
Dîvân-ı Hikmetin Yesevî'nin bütün hikmetlerini içine alan tam ve güvenilir bir nüshası mevcut değildir. Eldeki nüshaların en eskisi tahminen XVI veya XVII. yüzyıla aittir. Nüshalar değişik kişiler tarafından değişik sahalarda tertip edildiği için hikmet sayısı bakımından da farklılıklar gösterir. Aynı durum basma nüshalar için de söz konusudur. Dünya kütüphanelerinde mevcut yüzlerce Dîvân-ı Hikmet nüshasından faydalanarak sağlam bir metin hazırlamak hemen hemen imkânsızdır. Dîvân-ı Hikmet'in bazı nüshaları arasında İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi1, Ahmet Caferoğlu (şahsî kitapları arasında), Emel Esin nüshaları Esin-Tek Vakfı Ktp.l; Manchester, The John Rylands University Library2, İstanbul Üniversitesi3, Millet4, Konya Mev-lânâ Müzesi5 kütüphaneleri ile Leningrad fS. Petersburg) Asya Halkları Müzesindeki6 yazmaları bulunmaktadır. Ayrıca eserin çeşitli baskıları da vardır.7
Dîvân-ı Hikmetten seçilen yetmiş hikmet, Ahmed Yesevfnin hayatı, şahsiyeti. Yeseviyye tarikatı hakkında bir giriş, hikmetlerin açıklaması ve notlarla birlikte Dîvân-ı Hikmetten Seçmeler adıyla Kemal Eraslan tarafından yayımlanmıştır.8
Bibliyografya:
Dîuân-ı Hikmet, İstanbul 1299; Ahmed-i Ye-sevi: Dîuân-ı Hikmetten Seçmeler (haz. Kemal Eraslan), Ankara 1983; Fazlullah b. Rûzbihân, Mihmânnâme-i Buhara (nşr. M. Stûde), Tahran 1341 hş./1962; Ali Şîr Nevâî. Nesâyim, s. 383-384; H. Vambery. Chagataische Sprachstu-dien, Leipzig 1867, s. 36-37; Köprülü, İlk Mu-tasauuıflar (Ankara 1966), s. 101-121; a.mlf, "Ahmed Yesevî", İA, I, 214; Ahmet Caferoğlu. Türk Dili Tarihi, İstanbul 1964, 11, 96; M. Kemal Özergin. "Dinî Tasavvufî Edebiyatımızda Dîvân-ı Hikmet", Nesil, sy. 45-46, istanbul 1980, s. 8-12; Kemal Eraslan, "Ahmed Yesevî", DM, II, 159-161.
Dostları ilə paylaş: |