11.Pan-Aryaizm
Bir memleketin, bir memleket halkının düşmandan zarar görmesi acıdır.
Fakat kendi ırkından büyük tanıdığı insanlardan vefasızlık,
feLaket görmesi ondan daha acıdır.
Bu kalp ve vicdanlar için onulmaz yaradır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk
(Gazi’nin Vecizeleri, s.24)
İran’ı yurt edinmiş Türklerin tamamına yakını Batı Oğuz Türk grubuna dâhildir. Türkistan, Kafkasya ve Anadolu Türklüğü arasında vazgeçilmez köprü görevi görmektedirler. Dil, kültür ve geleneklerinin canlılığı ve çeşitliliği Türk Alemine zenginlik katmaktadır. Elektronik ortamda haberleşme imkânının artmasından sonra Türkler arasında kendiliğinden ortak tarih ve ortak kültür bilinci oluşmaya başlamıştır. Ermeni, Asuri ve Araplara, “Millet-i Ermeni, Millet-i Asur, Millet-i Arap” dendiği gibi, Türklere de yeni yeni “Millet-i Türk/ Türk Milleti” denmeye başlanmıştır.
Şahlık döneminde, yüzlerce hatta binlerce yıldır aynı vatanı paylaşmış, kader birliği etmiş İran halkları, il/ ulusları üzerinde acımasız bir Pan İranizm/ Pan Aryaizm propagandası yürürtüldü. Bu ırkçı politikaların uygulanmasında rol almış aktörler, İran’ı vatan tutmuş insanların dil ve kültürünü hiçe sayarak, Farslaştırma programı çerçevesinde bunlara olmadık zulümleri reva görmüş veya bu zulümlere alet olmuşlardır. Bazı etnik kültürler, İran dışında uzantı ve temsilcilerinin olmaması nedeniyle yok olma aşamasına girmiştir.
Fars ırkçılığının temeline ilk harcı Abdurrahim Talibov(Türk), Mirza Ağa Han KirManî ve MüsteŞar’üd Dövle Tebrizi (Türk) gibi şahıslar atmıştır. Zaman içerisinde Mirza Melkum Han (Isfahan Ermenlerinden, gazeteci, Feramuşhane/ locaya mensup İran’ın tanınmış Masonlarından idi), Hüseyin Kâzımzade İranşehr Tebrizi (Türk, Berlin’de İranşehr dergisini çıkarmıştır), Abbas İkbal Aştiyanî, Müşfik Kâzımî (Türk), Seyyid Ahmed Kesrevi(Türk) ve Dr.Mahmud Afşar (Sistanlı, güya Afşar imiş. Irkçı İran-ı Cevân Encümeni’nin kurucusu ve Türkçe yer adlarının değiştirilmesi projesinin mimarı, Tahran’da aynı amaca hizmet eden Âyende dergisini çıkardı)... tarafından geliştirilip metodize edilmiştir.
Seyyid Ziyaeddin Tabatabai (Fars, siyaset adamı), Resizade Şafak Tebrizi (Türk), Reşid é Yasemî (Kirmanşah Kürtlerinden), İbrahim Purdavud (Gilek, Farsça’nın Arapça’dan arındırılması ve Zerdüştlüğün millî din olarak öne çıkarılmasının savunucusuydu. Rıza Han zamanında, Farsça’yı arılaştırmak için Dil Kurumu/ Ferhengistan kurulmuştur), Zekâülmülk Muhammed Ali Fürûğî (Bağdat Yahudilerinden. Feramuşhane/ locaya mensup İran’ın tanınmış Masonlarından), Muhammed Kazvinî (Türk), Mirza Muhammed Hüseyin Nainî, Abdülkerim Suruş, Muhsin Kadıver, Dr.M.Murtazavî (Türk), Dr.Taki Aranî, Abdül-Ali Kâreng, Nasıh Natık(Türk), gulam-Rıza İnsafpur ve diğerleri Fars ırkçılığının, diğer ifade ile Pan İranizm/ Pan Aryaizm’in önemli temsilcileri olarak öne çıkmışlardır. Bu şahsiyetler, İran’da değer verilen sahib-i kalem ve düşünürlerdir. Ne yazıktır ki, özellikle Türklere yönelik asimilasyon proje ve programlarında etkin rol oynayarak, sahip oldukları ilme vefasızlık etmişlerdir. Büyük bölümünün Fars kökenli olmamakla beraber Fars şovenisti olmaları ortak yönleri olup, çok şaşırtıcı, aynı zamanda patalojik bir durumdur. Fikirlerini ilk dönem Kave ve İranşehr dergileri ile yaymaya çalışmışlardır. İranşehr dergisi, Fars dilini ve Ari ırkı İran’ın millî ve tarihi kimliği olarak kabul etmekteydi.
Bildiğimiz gibi, Azerbaycan’ın Hemedan, Erak, Save, Zerend…topraklarında hüküm sürmüş Medler, ayrıca çağdaş Azerbaycan topraklarına sahip olan Atropatane halkı bitişken dilliydi. İltisakî dil; kelimenin kökünü değiştirmeden çeşitli ekler ilave ederek yeni kelimeler, sözler türeten dildir. Med ve Atropatan topraklarında, günümüzde konuşulan dil bitişken bir dil olan Azerbaycan Türkçesi’dir.
E.M.Diyakonov’un ifadesinden anlaşıldığına göre; Çekoslovakyalı Prášek, İran yönetiminin verdiği bilgiler çerçevesinde, Azerbaycan halkının dilinin Türkçe olduğunu bilmesine rağmen, Med topraklarını Atropatane arazisinden bilinçli olarak ayırmaya çalışmış, her iki halkı Aryaî olarak göstermiştir. Ancak psikolojik harekât kokan bu yaklaşımları, tarihi gerçekler ortaya çıktıkça önemini kaybetmeye başlamış ve güvenilmez bir kişilik olarak damgalanmasına neden olmuştur. E.M.Diyakonov şöyle demektedir: Markuart’ın peşisıra Prášek de Atropatane’i Med’in bir parçası olarak görmemektedir. Bu tesadüfî değildir. E.M.Diyakonov, konu hakkında detaylı bilgi vermese de, düşüncemize göre Prášek’in Atropatene’i Med’ten ayırması, Mannalıları ARi olatak kabul etmesinden ileri gelmiştir.
Prášek’in, Merkezî Med ve Manna’nın (Azerbaycan) hem eski, hem de çağdaş tarihi ve halkının kökeni hakkındaki fikirleri yanlıştır. Hatta E.M.Diyakonov’un Merkezî Med’in eski tarihi ve etnik kuruluşu, hem de bugünkü millî terkibi hakkında fikirleri dâhil, ileri sürdüğü delillerde yanılmalar bulunmaktadır. Çünkü bu topraklar, ne m Ö. X-IX-VII. yüzyıllarda, ne de şimdiki Med toprakları, yani Hemedan, Erak, Save, Zerend, Sungur, Kaşan ve Kum’un batısı, Kazvin, Zencan ve bu yerlerin kuzeyindeki topraklarda yaşayanlar tarihin hiçbir döneminde Hind-Avrupaî dilli, ispatlanmamış ıstılahla “Aryaî” olmadığı gibi, bu topraklar, kesinlikle Arya arazisi de olmamıştır. Ancak zaman zaman tesir sahasına girmiştir. Irkçı Aryaist tarihçiler, göçeri ve arkaik Arya kabilelerinin İran Yaylası’na m Ö. IX. yüzyılda gelmesinden önce bu topraklarda var olan köklü ve derin medeniyete sahip İlam/ Elâm, Gutti, Lullubi ve Mannalardan kesinlikle bahsetmezler ve suskunlukla geçiştirirler.
Hindî-ParSi tayfalar, Merkezî Med’in aşağı kısmında (Mad-ı Süfla) değil, arazinin güneyindeki Fars bölgesindeydiler. Bu arkaik tayfalar, yerli ahalinin binlerce yıl boyunca yarattığı medeniyet, hüner ve sanatı isim vermeden benimsediler. Hindî-ParSi tayfalar, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de İran topraklarında Türk soylulardan sonra ikinci sırada yer almış ve almaktadır. Pehlevi rejimi döneminde sürdürülen insafsız Farslaştırma operasyonları dahi bu gerçeği değiştirememiştir.
Kadim dönemlerden günümüze kadar Hind-Avrupa ParSi dilli olduğu ifade edilen halklar, Fars bölgesinden batıya, yani Merkezî Med ve Azerbaycan topraklarına doğru ilerleyememiştir. En son ulaştıkları batı sınırı Tahran, Isfahan ve Şiraz hattıdır. Aksine iltisaki dilli milletler, Fars ve Kirman’a doğru gitmişler, Horasan’a ise hem doğudan, hem batıdan ilerleyerek burayı vatan edinmişlerdir. Ancak Kürtler ve Hint-Avrupa dilli olduğu iddia edilen, ancak Sâmî oldukları yönünde görüşler bulunan Ermeniler, çağdaş İran arazisinin batısındaki Türk topraklarında ilerlemiş ve halen ilerlemektedirler. Batıdaki Türk toprakları, bu iki halkın tehdidi altındadır. Sol/ Marksist gelenekten gelen, Batı karşıtlığı ile tanınan demokrat (Kısmen İslami yönü de bulunmaktadır) yazar ve düşünür Celâl Âl-i Ahmed (Tahran/ Pâçenar 1923-Gilan/ Esâlim 1969), Türklerin Gazneli ve Selçuklu dönemine kadar, Horasan’ın sahip olduğu yüksek kültür ve güç nedeniyle nedeniyle burayı aşıp batıya ilerleyemediğini, ancak Kafkasya üzerinden Azerbaycan’a inerek, İran’ın arkasından dolaştıklarını belirtir. Gazneli, Selçuklu döneminden sonraki Oğuz ilerleyişi döneminde, -mahiyet olarak ifade edersek, yerli İran Türkleri’nin kültürel anlamda kan tazeleyip iyice güçlendiğini vurgulamaktadır. Sadat-ı Âl-i Ahmed hanedanına mensup ve Ayetullah Mahmut Talagani’nin yeğeni olan Celaleddin/ Celâl Âl-i Ahmed, kitap ve makalelerinde, İran’ın bütünlüğünün korunabilmesi için İran Türkleri’nin dil ve kültürünün serbest bırakılması gerektiğini açık seçik belirtmiştir. “Batı saldırıları karşısında kültürel kimliğimizi koruyamadık ve yok olduk” der. “Din, Batı’ya karşı mücadelede araç olarak kullanılmalıdır” ifadesi ona aittir. “İslam’a dönüş/ Öze dönüş” teorisinin sahibi tanınmış Marksist İslamcı düşünür Ali Şeraitî (Sebzivar/MeziNan 1933-1977), Celâl Âl-Ahmed’ten de etkilenmiştir. Her ikisi de Batı karşıtı ekole mensuptur. Şeriatî, İran gizli polis örgütü Savak tarafından öldürüldü. Devamlı Savak’ın baskısı altında yaşayan Celâl Âl-i Ahmed, çağdaş İran kadın yazar ve öykücü Simîn Dânişver ile evliydi. (http:www.tarihfelsefesi.com; http:tr.wikipedia.org) Bkz.→ Celâl Âl-Ahmed’in; 1.Der-Hıdmet ve Hıyânet-i Rûşenfikrân (Aydınların Hizmet ve İhanetleri Üzerine) 2.Garbzedegî (Batıcı Vurgunu) isimli kitapları
F.Lenormant, Med sakinlerinin terkibinde iltisaki dilli ve Hind-Avrupa dilli iki farklı unsurun olabileceğine dikkat çekmektedir.
Asur kaynaklarından nakledilmiş Med adları, Med’in batı, merkez ve kuzey mıntıkalarında yerli unsur olarak üstünlüğünü göstermektedir. Yerli unsurdan kasıt Turani iller olmalıdır. E.M.Diyakonov, Aryaist teoriyi benimseyen Avrupalı ilim adamlarının Mannalar hakkındaki suskunluğunu eleştirerek, Mannaların Aryaî olmadığını kabul etmektedir. Ayrıca medeniyetten uzak Aryaîlerin Med’in güney ve doğu sınırlarına yakın mıntıkalarında bulunduğunu belirtmektedir.
Geçmiş Sovyetler dönemindeki ilim adamları arasında, Manna-Med devleti halkı ve medeniyeti hakkında müspet kanaatı bulunanlar vardı. Bildiğimiz gibi bu sırada etnik temizlik esasında Kırım, Ahiska ve Çeçen gibi bazı Türk ve Müslüman topluluklar ana yurtlarından Orta Asya ve diğer yerlere sürülmüştü. Bu dönemde Manna-Med tarihini gerçek anlamda araştıran bilim adamları “Pan-Türkist” suçlamasıyla susturuldu. Meydan Avrupalı Aryaist tarihçilere kaldı. Medlerin sözde Arya kökenli olduğu fikri kitaplara sokuldu. Manna kültür ve medeniyeti, özellikle bitişken olan dilleri tarih sayfalarından çıkarıldı. (Prof.Dr.Muhammed Taki ZehtABi/ Kirişçi, İran Türkleri’nin Eski Tarihi, 2.cilt, s.397-402)
Pan-İranistler tarafından, Azerbaycan’ın birkaç köyünde konuşulan marjinal bir kırsal kesim dili keşfedildi. Alelacele bu dil konusunda araştırmalar yapıldı. Adına da “Zebân-ı AzeRi/ AzeRi Dili” dendi. Güya Azerbaycan Türkleri, gerçekte Türk değilmiş de, İran’ı işgal eden Moğollar ve Selçuklular tarafından zorla Türkleştirilmişler. Hint-ParSi kökenli olan dillerini yani AzeRice/ Azerbaycanca’yı bırakıp Türkçe konuşmaya başlamışlar. Nedense Moğollar ve Selçuklular, uzun süre kaldıkları Isfahan’ı Türkleştirmeyi unutmuşlar. Bu arada Moğolların, neden Moğollaştırma yerine Türkleştirme gibi bir görevi üstlendileri hususuna cevap bulunamadı.
Ahmet Kesrevi, birkaç köyde konuşulan ve bugün unutulmaya yüz tutmuş, flu ve belirsiz dil için (Tatça) destanlar yazmıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti’nde ve Güney Azerbaycan’da şimdiye kadar ciddiye alınmamış münferit bazı şahsiyetlerin “Azerbaycan Türkçesi ve Türkçe” tabiri yerine kullandıkları “Zebân-ı AzeRi/ Azeri Dili”, “Azerice” ve “Azerbaycanca” dedikleri, ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığı henüz tam olarak aydınlatılamamış, filolog ve dil tarihçilerinin incelemesi gereken dil ve/veya diller, Azerbaycan Türkleri’nin gerçek dili olarak takdim edilmeye çalışılmıştır. Bu dilin sınır bölgesindeki dillerin karışmasından oluşan Tat dili mi, yoksa Hint-ParSi/ Ari kökenli bir dil iken ikinci bir Ari kökenli dil ile karşılaşıp, farklı bir dil mecrasına mı yöneldiği hususu araştırmaya muhtaçtır.
Tat dilinde bir iki metin yazılmış, birkaç şair de üçbeş mısralık şiir söylemiştir. Milyonlarla ifade edilen Oğuz Türkü Azerbaycan milletine bilinmeyen bir dili, işte sizin gerçek diliniz bu diye yamamaya kalkışılmıştır. Koskoca bir milltet, akıldan izandan yoksun farzedilmiştir. Pehlevi döneminde Azerbaycan Türkleri’ne ve diğer halklara yapılan tahammülü mümkün olmayan zulümler rejim değişikliğinden sonra biraz tavsamıştır. Ancak eski Aryaistlerin yolunda gitmeye çalışan yeni nesil Neo-Aryaistlerin usul usul sahaya inmeye çalıştıkları gözlenmektedir.
Pehleviler döneminden itibaren, Azerbaycan Türkleri’nin dilinin Türkçe olmadığını, “Zebân-ı AzeRi/ Azerbaycanca” denen Hint-ParSi bir dil konuştuklarını iddia eden bilimsel kılıflı, propaganda amaçlı çok sayıda yazı ve kitap üretilmiştir. İşlenen konu ve temalar birbirine çok yakındır. Bunun örnekleri; Seyyid Ahmed Kesrevi’nin “ÂzeRi yâ Zebân-ı BAstan-ı Azerbaycan”, İNayetullah Rıza’nın “Azerbaycan ve Arân (Albanyâ-yı Gafgâz), Dr.Muhammed Cevâd Meşkûr’un “NazaRi be-TaRih-i AzerbâyCan ve Asar-ı BAstanî ve Cem’ıyyetşiNaSi-yi Ân”, İrec Afşar Sistani’nin yayına hazırladığı “Zebân-ı Farsi der-Azerbaycan”, Dr. Mahmut Afşar Yezdî’nin “Mevkûfât”ı, Yusuf MirvâRid’in derlediği “Merağa ‘EfRazerûd’ ”…
Aryaistlerin diğer oyuncağı ise, “Aran ve Albanya” konusudur. İddialara göre, günümüz Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının adı “Aran” ve “Albanya” olup, güney sınırı Aras nehridir. Azerbaycan ise, Aras’ın güneyinde, İran sınırları içerisinde kalan topraklardır. Güney Kafkasya’da, 28 Mayıs 1918-28 Nisan 1920 yılları arasında iki yıl bağımsız olarak yaşayan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu Türk cumhuriyeti, Kızıl Ordu’nun Bakü’ye girişi ile son bulmuş, Sovyet Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştür. Aryaistler şu iddialarda bulunmaktadır:
-Kuzey Kafkasya’da, 1918 tarihinde kurulan “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti”nin adı İttihat-Terakki ve Müsavat Parti yetkilileri ve Pan-Türkistler tarafından kasten verilmiştir.
-“Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti”nin adı “Azerbaycan” değil, “Aran Demokratik Cumhuriyeti” veya “Albanya Demokratik Cumhuriyeti” olmalıydı.
-Güney Kafkasya’daki tarihi bölgelerden olan “Aran ve Albanya” adını, Aryaist yazarların kitaplarında da görüleceği üzere, “Ar, İr” tahlilinden hareketle Kuzey Kafkasya’nın tarihi olarak Hint-ParSilerin vatanı, halkının ise uydurma tez doğrultusunda ARi olduğu ileri sürülerek, Azerbaycan Cumhuriyeti’nde, bu çerçevede Abşaron yarımadasında yaşayan artık Türkleşme aşamasının sonuna gelmiş olan Tatlar delil olarak gösterilmektedir.
-İttihatçı ve aynı görüşe sahip olan Müsavatçıların, Kafkasya’da kurulan bu cumhuriyete “Azerbaycan” adını vermeleri art niyetlidir. Gerçek amaçları Kuzey Azerbaycan ile Güney Azerbaycan’ı birleştirmektir. Nihai hedef olarak Türkler, her iki Azerbaycan’ı birleştirip, topraklarına katmak istemektedir.
-Sovyet Rusya, 1920 yılında Bakü’yu işgal ettikten sonra “Azerbaycan”ın adını kasıtlı olarak değiştirmemiştir. Rusya da her iki Azerbaycan toprağını istemektedir.
“Azerice/ Azerbaycanca” ve “Aran ve Albanya” tezi, beklemedikleri bir anda, Prof.Dr.Muhammed Taki ZehtABi/ Kirişçi’nin (1923-1998) kaleme aldığı iki çiltlik “İran Türkleri’nin Eski Tarihi” kitabı ile dürülüp çöpe atılmıştır. Bu kitap, etkisini önümüzdeki dönemde yavaş yavaş, ancak önü alınmaz bir şekilde hissettirecek ve bu oyuncakları kullanılmaz hale getirecektir. ZehtaBi, oynamaları için Aryaistlerin eline tekrar eski haline getiremeyecekleri rubiks cube vermiştir. Reformist teorisyenlerden Said HacCaryan, Kale Cumhur/ Babek Kalesi yürüyüşlerinin önünü almak isteyen devlet yetkililerine karşı çıkarak, mahiyet olarak şöyle diyordu; “Bu yürüyüşlerin önünü keser ve Azerbaycan Türkleri’ni evlerine kapatırsanız, kendi elinizle baş edemeyeceğiniz teorisyenler yetiştirirsiniz”. HacCaryan’ın kastettiği ve korktuğu, ZehtABi gibi Azerbaycan aydınları olmalıdır.
Muhammed Taki ZehtABi/ Kirişçi’nin,“İran Türkleri’nin Eski Tarihi” isimli kitabı tanındıkça, ailecek zindanlarda çürütülen ünlü Tatar/ Rus şairesi Anna Ahmadova’nın oğlu Lev Nikolayeviç Gumuläv, Mir Hüseyin Şehriyar ve Cengiz Aytmatov rüzgârı estirecektir. ZehtABi/ Kirişçi, acı ve macera dolu zahmetli bir hayat sürmüştür. Azerbaycan Millî Hükümeti’nin yıkılmasından sonra Azerbaycan’a kaçmıştır. Ancak Bakü’de İranlı Marksistlerce kendisine huzur verilmemiş, Sibirya’ya sürgüne gönderilmesine neden olmuşlardır. Sürgün yaşamının bir bölümünü Tacikistan’da geçirir. Bakü’ye döner, ilmi çalışmalarına devam eder. Bağdat üniversitesinde hocalık yapar. Rejim değişikliği döneminde İran’a döner. Tebriz Üniversitesi’ne intisap eder. Bir süre sonra hocalık görevine herhangi bir gerekçe gösterilmeden son verilir. Baba ocağı Şebüster’e yerleşir. Aralık 1998 tarihinde evinde şüpheli şekilde ölü bulunur.
“Aran ve Albanya” tezi konusundaki iddiların sağlığı hakkında karar verEbilmek için coğrafyacı-tarihçilerin Kafkas Azerbaycanı, yani Aras nehrinin kuzeyindeki Azerbaycan için yazdıklarına bakmak gerekir. “Azerbaycan” adı, sadece Aras’ın güneyindeki topraklara değil, kuzeyindeki topraklara da teşmil edilmiştir. Selçuklu döneminde yaşamış olan coğrafyacı İdriSi tarafından bu bölgenin haritası çizilmiştir. Haritada; Aras’ın güneyindeki topraklar için “Bilâd-ı Azerbaycan” adı kullanılmıştır. Kafkas Azerbaycanı’na baktığımızda, Kür nehri ile Kafkas dağları arasındaki topraklardan, Şirvan dâhil “Arz-ı Azerbaycan”, Kür ile Aras nehri arasında kalan yurtlardan ise, “Bâkiye-i Azerbaycan” adı ile bahsetmiştir. Bu konuda Baş Direktörlüğünü İsmayıl Vәliyәv’in yaptığı “Azәrbaycan Tarixi Xәriteleri” isimli atlastan da yararlanılabilir. (s.6-7, 9-10, 12,18)
Diğer yandan, Arap coğrafyacıların kitaplarını incelemek gerekir. İstahRi, Hazar denizinin haritasını çizmiş, Kür nehrinin denize döküldüğü yerden Derbend’e kadar olan tüm sahil kesimini Azerbaycan olarak adlandırmıştır. Aran ve Batı Azerbaycan topraklarında Rusların stratejik planları doğrultusunda kurulmuş olan Ermenistan toprakları da Azerbaycan içerisinde gösterilmiştir. İstahRi’nin haritasını geliştiren İbn-i Havkal, aynı bilgileri kullanmayı sürdürmüştür. Tabari’ye göre, Hemedan-Derbend arasındaki tüm arazi Azerbaycan’dır. Evliya ÇelEbi, SeyahatNamesi’nde Karabağ’dan, “Küçük Azerbaycan” olarak söz etmiştir. Azerbaycan Türkleri’ne göre, Azerbaycan mülkü olarak günümüzde de geçerliliğini koruyan, Kacarlar dönemi literatür ve terminolojisinde de yer aldığı üzere, Aras’ın güney sahilinden başlayan Azerbaycan toprakları; Darüs-Saltana Azerbaycanı, Hamse Azerbaycanı ve Cibal Azerbaycan’ından oluşmaktadır. General Dr.Mahmud PeNahiyân (Tebrizi), “Ferheng-i Coğrafya-yı Millî Türkân-ı İranzemîn” isimli dört ciltlik kitabında, Darüs-Saltana Azerbaycanı, Hamse Azerbaycanı ve Cibal Azerbaycanı’ndaki Azerbaycan Türk köyleri, nahiye, kasaba ve şehirleri hakkında detaylı bilgi vermiştir. Azerbaycan’ın doğu sınırı Tahran ve Kum kentlerinin ortasından geçmektedir. Detay için bkz.→İNayetullah Reza, Azerbaycan ve Arân (Albanyâ-yı Gafgâz); “Aran ve Albanya” için bkz.→Azәrbaycan Tarixi Xәriteleri: (Azәrbaycan Ensiklopәdiyası Baş Direktoru İsmayıl Vәliyәv ve Xәritelerin tәrtibine iştirak etmiş müәlliflәr) ve Azerbaycan Sovet Ensiklopediyası,“Aran” ve “Albanya”maddeleri
*
“Türklerin kimliği”ni yok saymak, dil ve kültürünü unutturmak amacıyla İran Türk milletini oluşturan il/ ulus ve inanç gruplarına; “Kaşkayı kavmi”, “Afşar Taifesi”, “Ehl-i Hakk fırkası” adları verilmeye çalışılmıştır.
Pan İranizm, sadece Farslardan oluşan üniter bir yapı oluşturma hayalinden doğmuştur. Halbuki Farslar da İran’da bir azınlıktır. Pan-İranizm, yurt içi bir projedir. Pan Aryaizm ise, “Büyük İran/ İranzemîn” yaratmaya yönelik muhayyel bir arzudur. Aryaistler; Azerbaycan Cumhuriyeti, Aran’ın zengin Gence şehri (Azerbaycan Cumhuriyeti), Merv (Türkmenistan), Dağıstan, Ermenistan, Gürcistan, Osetya (Kuzey ve Güney), Fırat nehrinden Amu-Deya’ya (Ceyhun nehri) uzanan topraklar, Arap Irak’ı, Şattül-Arap’tan kuzeye doğru Irak Türkmen Vilayeti, Kuzey Irak’ın Kürt bölgesi, Suriye’nin kuzeydoğu ucu, Pakistan/ PeŞaver, İndüs nehri, Afganistan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Çin Türkistanı, Kazak toprakları (Özbek-Türkmen sınırındaki üçgen), Kırgızistan’ın güneyi, Büyük Horasan (Horasan-ı Bozorg), Harezm, Mezopotamya’dan Kafkasya’ya ve Maveraünnehr’e kadar olan toprakların tamamı, Bakteriya, Pamir dağlarına uzanan muhayyel Büyük Birleşik Arya Ülkesi (İran-ı Bozorg/ Büyük İran/ İranzemîn) yaratmayı amaçlamaktadır. Arya ülkesinin doğu sınırları Doğu Türkistan’a, batı sınırları ise Konya ve Aksaray’a kadar uzanmaktadır. Pan-Aryaistler, Turan halkını da unutmamış, onlara yurt olarak Türkistan’ın Moğolistan’a doğru uzanan kuzey toprakları ile Moğolistan’ın güney arazilerini uygun görmüşler... (tr.wikipedia.org/wiki/ Büyük_İran)
Pan-Aryaistler, “Encümen-i AryaNa” adı altında İran, Afganistan ve Tacikistan’da faaliyet halindedir. AryaNa Encümeni, parti kimliğine sahiptir. Sloganları, “Her Caî İran Sera-yi men-est/ İran’ın her yeri benim için saraydır”. Bahsekonu ülkeler ve toprakların “İran/ Aryan/ AryaNa” adı altında birleştirilmesi hayal edilmektedir. Büyük Arya ülkesinden bahseden çok sayıda makale yazılmış, “Büyük İran Haritası” hazırlanmıştır. Lideri Muhsin Pezemînur idi. Taraftarları arasında; Cengiz Pehlevan (Hukukçu), Mezdek (Afganistan Taciklerinden), Necmeddin Kavyânî (Tacik)… gibi şahıslar bulunmaktadır. Bu nedenle “Horasan” adı ve Büyük Horasan Yurdu Pan-Aryaistler için çok önemlidir. Bu konuda bkz.→Horasan Bölge Valiliği
İran’da, Sirus Mededî gibi solcular, Murtaza Nigahi gibi sağ ambalajlı Fars ırkçıları, Dr. Hamid Ahmedi, Recep İzedî… gibi emeklemeye çalışan yeni yetmelerin Şah döneminin Pan-İranizm ve Pan-Aryaizm çizgisindeki şovenist politikaların yeni nesil namzetleri oldukları söylenmektedir.
Azerbaycan Türkleri’nin ırk olarak “ARi”, gerçek dillerinin Tatça artığı “Zebân-ı AzeRi” olduğu iddia ve teorileri maya tutmamıştır. Azerbaycanlılara yamanacak başkaca yeni ırk ve dil teorisi üretme imkânı sona ermiştir. Bu nedenle yeni tilmizler, üstadları PirNiya, Kesrevive Dr.M.Afşar’ın kitap ve makaleleri ile kendilerini avutmaya devam edeceklerdir. Bugün Azerbaycan Türkleri’nin Hind-Avrupa/ Hint-ParSi kökenli, dillerinin ise “Zebân-ı AzeRi” olduğu yönündeki yeni propaganda yazılarına bakıldığında, PirNiya, Kesrevive Fars ırkçılığının diğer teorisyeni siyaset bilimci Dr.Mahmud Afşar’ın söylediklerinin tekrarı olduğu görülecektir. Yani ortada lâf kalabalığından başka yeni bir şey bulunmamaktadır. Azerbaycan Türkleri’ni ırk ve dil olarak “ARi/ Hint-ParSi” tasnifine tabi tutmaya çalışmanın yerine, miktarı az da olsa Tatça edebiyat örnekleri tasnif ve tetkik edilip ilim alemine sunmak, hem Fars, hem de Türk edebiyatına ve edebiyat tarihine önemli katkı sağlayacaktır. Böylece gereksiz mesai harcamaya da ihtiyaç duyulmayacaktır. Pan-İranist ve Aryaistlere göre, Pan-İranism ve Aryaizmin önündeki en büyük tehlike İran’daki sarı ırk, yani Türkler’dir. İkinci tehlike ise, İslamiyet’tir. Rejim değişikliğinden sonra Pan-İranizm’in yol haritasında küçük bir değişiklik yapılarak, İslamiyet tehdit olmaktan çıkarılıp, yeni rejime yaranma ve yamanma yoluna gidilmiştir. Celâl Âl-i Ahmed, Seyyid Fahreddin ŞadMan ve sosyolog Ali Şeraitî Pan İranist-İslamcı ekolün temsilcileri arasında sayılmaktadır.
Rıza Han, Ş. 1299/ 1921 tarihinden itibaren yakın çalışma arkadaşlarından Serdarı Muazzam Horasanî Abdül-Hüseyin Teymurtaş, Zekâül-Mülk Muhammed Ali Furuği, Ali Ekber Dâver, Seyyid Hasan Takizade ve diğerleri ile birlikte İran’da totoliter bir rejim kurdu. Tarihin derinliklerinden beri çok dilli ve çok kültürlü olan ülkede, ortak kültür ve kimlik yaratmak amacıyla, Farsça’nın ülkede tek dil olması için çalışmalar başlatıldı. Ulusal ve kültürel çeşitliliği ortadan kaldırmak için Farsça resmî ve millî dil olarak kabul edildi. Diğer dil ve kimlikleri oluşturan Türkçe, Kürtçe, Arapça, Beluçça, Lorca, Gilekçe, Talışça ve diğerleri kanun dışı ilan edildi. Bu dillerde kitap, gazete ve dergi yayınlanması yasaklandı.
Ahmed Rıza Han’ın yakın çalışma arkadaşlarından olan Serdarı Muazzam Horasanî Abdül-Hüseyin Teymurtaş; Müşir’üd-Dövle Hasan PirNiya’nın ilk başbakanlığı döneminde adalet bakanlığı yapmıştır. Zekâül-Mülk Muhammed Ali Furuği; Mustovfi’l-MeMalik Hasan Mustovfi’nin ilk başbakanlığı döneminde dışişleri bakanlığına getirilmiş, daha sonra üç defa başbakanlık yapmıştır. Ali Ekber Dâver; Muhammed Ali Furuği’nin ilk başbakanlığında ticaret bakanı, Mustovfi’l-MeMalik’in ikinci başbakanlığında adalet ve maliye bakanlıkları, Mahmut Cem’in başbakanlığında ise, maliye bakanlığı görevlerinde bulunmuştur. Seyyid Hasan Takizade ise, Muhbirüs-Saltana Mehdi-kulu Hidayet’in başbakanlığı döneminde Maliye ve Ulaştırma Bakanlığı yapmıştır.
İran’da yaşayan halklardan Türkler, ülkede etnik çoğunluğu oluşturmaktadır. Yani nisbi çoğunluğu teşkil eden azınlık konumundadır. Buna mukabil Pehlevilerin kurucusu Ahmed Rıza Han’ın baskıcı rejimi, Türk dili ve Türk ulusal kimliği aleyhine sonuçlar doğurmuştur. Azerbaycan ve Türkmen millî kimliği yok sayılmış, Türkçe kitap, gazete ve her türlü yayına yasak getirilmiştir. Bu uygulama Türk dil ve kültürünün gelişmesine büyük darbe vurmuştur. Muhammed Rıza Şah zamanında da aynı politika ve uygulama devam etmiş kitap, gazete yasağına radyo ve televizyon da eklenmiştir. Devlet çapında yürütülen propaganda sonucu Azerbaycan Türkleri’ne -Ari kökenli oldukları da vurgulanarak, konuştukları Türk diline kasıtlı olarak “Zebân-ı AzeRi/ AzeRi Dili/ Azerbaycanca” yakıştırması yapılmıştır. Azerbaycanlıların Moğollar tarafından zorla Türkleştirildiği tezi ileri sürülmüştür. Devlet çapındaki Farslaştırma programı, 1920-1925 yıllarından itibaren 1979’a kadar aksamadan sürdürülmüştür. Ancak “Moğolların Azerbaycanlıları Moğollaştırma yerine hangi gerekçe ile Türkleştirdikleri?” sorusu cevapsız kalmıştır.
Bu arada devlet propaganda merkezlerinde Türkleri, Türk kültürünü küçük düşürücü ve tahkir edici yüzlerce fıkra üretilmiştir. Türklerin çoğunlukta, Farsların azınlıkta olduğu bölge valiliklerinde devletin desteği ile sürdürülen yoğun propaganda ve baskı sonucu, Türk çocuk ve gençleri Farsça konuşmaya başlamıştır. Ancak internet ağının yagınlaşması, genç neslin aklını başına almasına katkı sağlamıştır.
Yürütülen Farslaştırma politikasının bir uzantısı olarak sanayi yatırımları Farsların yoğun olduğu Orta İran ve çöl bölgelerindeki şehirlere kaydırılmıştır. Azerbaycan Türkleri, iş imkânı nedeniyle bu şehirlere göç etmektedir. İki nesil sonra bu şehirlerde yaşayan Türkler, kolaylıkla Farslaştırılma riskine açık hale gelme ihtimali vardır. Bu riskin yanı sıra, iç göçün yararları da olmuştur. Eski rejim döneminde Tahran, Kum ve Merkezi bölge valiliklerinde yürütülen propaganda yoluyla kendilerine -ne demekse?- “İkinci sınıf Türk” denen yerli Türkler, Azerbaycan’dan gerçekleşen iç göç nedeniyle kendilerinin ikinci sınıf değil, birinci sınıf Türk olduklarının farkına varmıştır. “İkinci sınıf Türk” kavramının hangi propaganda metodu çerçevesinde ortaya atılmış olduğunu çözmek oldukça zor. Orta İran Türkleri’ne demek ki, o dönemde “İkinci sınıf Türklük” uygun görülmüş.
Türklerin yoğun olarak göç ettikleri sanayi bölgeleri; Kazvin (Hamse Azerbaycanı), Tahran ve Kum bölge valiliklerinin (Cibal Azerbaycan) batı mıntıkaları, Hemedan BV’nin (Cibal Azerbaycaı) orta ve kuzey mıntıkaları ve Merkezî BV’dir (Cibal Azerbaycan). Bu bölge valiliklerinde 1920-25 yıllarından beri Farslaştırma politikası yavaş yavaş sürdürülmekte ve olumlu sonuçlar da alınmaktaydı. Geçmiş dönemde bahsekonu Azerbaycan Vilayetlerinin Fars bölge valiliklerine dönüşmesi yolunda kısmi başarıların elde edildiği kabul edilmelidir. Rejim değişikliğinden sonra Orta İran Türkleri için “İkinci sınıf Türk” yaftalaması ortadan kalkmıştır.
Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından gelişen olaylar, 1990 yılından itibaren İran Türkleri içerisinde uyanış ve ulusal kimliğe dönme yönünde bir hareket başlatmıştır. Propaganda merkezlerinin Farslaştırma politikasını eski hızı ile sürdürme şansı kalmamıştır. Ancak son dönemde yeni nesil Pan-İranistler sahnede boy gösterme hevesine girmiştir. Baskılar, bahsekonu bölge valiliklerinin kadim Azerbaycan toprağı olduğunun hatırlanmasına sebep olmuştur. Ayrıca internet haberleşmesinin, özellikle lise ve üniversiteli Türk gençlerinin bilinçlenmesine olumlu katkı sağladığı gözlenmektedir.
İran Türk kamuoyunun bilinçlenmesinde, Kum kentindeki medreselerde iLahiyat eğitimi gören Türk öğrenciler, Hüccetül-İslam ve Ayetullahların da büyük katkısının olduğu belirtilmektedir. Türk iLahiyat öğrencisi ve din adamlarından bazılarının Türkçülükle suçlanıp tutuklandıkları hususu internet sitelerinde yer almaktadır. Bkz.→Kum BV
Son dönemde, Şah iktidarı zamanına benzer şekilde “İran Ulusal Kimliği” oluşturma yönünde bilimsel araştırma kisvesi giydirilerek çok sayıda kitap ve makale kaleme alındığı gözlenmektedir. Bu kitap ve makalelerde, Pan-İranizm ve Pan-Aryaizm’in Cazibesinden etkilenmiş görünen -eskilerin yanı sıra, yeni nesil yazar ve araştırmacıların imzaları bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Seyyid Abdül-Emir Nebevî, Ahmed Eşref, Dr.CihanGir Müinî AlemDaRi, Ebül-Fazl DilaveRi, Dr.Hamid Ahmedi, Ekber Gencî, İhsan Hûşmend, Kâve Bayat, Muhammed Hubrûyî-pâk, Nahid KûhkiŞaf vd. (http://qum-az.blogspot.com, 01 Mart 2005; http://qum-az.blogspot.com, 22 Şubat 2006; http://qum-az.blogspot.com; Şair ve yazar İlşen Oryadlı’nın sitesi: /http:www.oryad.blogfa.com)
“Arya Irkı Tezi”, Arthur dé Gobine (1816-1882) tarafından Ari insan ırkı araştırma denemeleri sırasında 1855 yılında Avrupa ve Rusya’yı yöneten kraliyet ailelerinin Hint-Avrupalı beyaz ırka mensup olduğunu söylemesiyle ortaya çıkmıştır. Örnek olarak kendisinin de mensup olduğu Fransa kraliyet ailesini göstermiştir. Bilimsel zemini bulunmayan Arthur dé Gobine’in bu sözü, arayış içindeki bazı yazarlara ilginç gelmiş, bilimsellikten uzak olan bu teze kucak açıp dört elle sarılmışlardır. Bu tez, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batılıların gündeminden düşmüştür. Ancak Pehlevi iktidarının ilk yıllarında, ardından özellikle Hitler’in iktidara geldiği dönemden itibaren “ARi Irk” lâfı Fars ırkçılarının pek hoşuna gitmiş olmalı ki, günümüze kadar sahiplenilmiştir. Komik yönü de bulunan bu teze göre, soy olarak Hintlilere daha yakın olan Farsların beyaz ırka sahip çıkma gayreti içine girmeleridir. Hintlilerin bugüne kadar beyaz ırka sahip çıktıkları ne görülmüş, ne de duyulmuştur. Hintlilerin ten rengi de kendilerine göre alımlı ve Caziptir. Esmer tenli olmaları, muhteşem Hint kültür atmosferini yaratmalarına engel teşkil etmemiştir. Irkçılık, tedavisi mümkün olmayan sosyal ve psikolojik bir hastalıktır. Derler ya; “Bir deli kuyuya taş atar, yüz akıllı çıkaramaz”.
*
Seyyid Ahmet Kesrevi
Tarihçi, halkbilimci ve hukukçu olan Seyyid Ahmet Kesrevi, 30 Eylül 1890 tarihinde Tebriz’de doğmuş, 11 Mart 1946’da Tahran’da öldürülmüştür. Azerbaycan Türklerinden, tanınmış bir Pan-İranist’tir. “Tarih-i Hicdeh Sâle-i Azerbaycan/ Azerbaycan’ın Onsekiz Yıllık Tarihi”, “Tarih-i Meşrûta-yi İran/ İran Meşrutiyet Tarihi (1905-1911 yılları arası İran Meşrutiyet inkılabının tarihi incelenmektedir)”, “Şehriyarân-ı GümNam/ Unutulmuş Hükümdarlar”, “ÂzeRi, yâ Zebân-ı BAstan-ı Azerbaycan/ AzeRi, yahut Azerbaycan’ın Kadim Dili (İngiliz Kraliyet Tarih Enstitüsü tarafından ödüllendirildi)”, “Namhâ-yı Şehrhâ ve Dehhâ-yı İran, Defter-i Evvel ve Duvvum/ İran’ın Şehir ve Köylerinin Adları, Birinci ve İkinci Defter”, “Tarihçe-i Şir u Hurşîd/ Aslan ve Güneşin Tarihi”, “Tarihçe-i Çupug ve Ğalyân”, “Şeyh Safi ve Tebâreş/ Şeyh Safi ve Onun Soyu” … gibi eserleri vardır.
Kitaplarında, İran ve Azerbaycan’ın Eski ve Ortaçağ tarihi ve toponimisinden bahsetmektedir. Eserlerinde Pan-İranizm akımı çok güçlüdür. Kesrevi’ye göre, Selçuklu Türkleri’nden başlayarak, Kacar Türk hanedanın tahtan uzaklaştırılıp Pehlevilerin iktidara gelişine kadar geçen zaman, İran’ın kayıp ve karanlık yüzyıllarıdır. Sosyal-siyasi görüşleri “Kesrevizm” adı altında 1930’lu yıllardan başlayarak, düalist karakter taşımıştır. Toplumun ortak hukuka sahip, küçük mülkiyet sahiplerinden oluşması ve toprağın kullananlara ait olması görüşünü taşıyordu. Eserlerinde Azerbaycan’a özel yer ayırsa da, problemlerin izahında Fars milliyetçiliği nokta-i nazarından hareket etmiştir. “Ari ırk, tek din ve tek bayrak”ın dışında İran’da ne varsa ayaklar altına alınması gerektiğini savunmuştur. Ona göre, Azerbaycanlılar eğer Zerdüşt’ün vatanında yaşamak istiyorlarsa, Türkçe’yi bırakıp, Farsça konuşmak zorundadır. Türkçe, Zerdüşt’ün torunları olan Azerbaycanlılara yakışmamaktadır. (A.S.Ansiklopediyası, s.255-256)
Güney Azerbaycan Türkleri’nin Farslaştırılması yönündeki ideal ve faaliyetleri nedeniyle, İran Türkleri’nin tepkisini çekmiş ve Türk halkına ihanetle suçlanmıştır. Güçlü bir ilim adamı olmasına rağmen, ortaya koymaya çalıştığı subjektif tezleri İran yönetimlerince ciddiye alınmış, O ve fikirdaşları yüzünden Türklerin Faslaştırılması için akla-hayale gelmeyen uygulamalara girişilmiştir. Onun izinden giden Kesreviciler/ Pan İranistler yüzünden İran Türkleri büyük zulümlere maruz kalmıştır.
Kesrevi’nin çok sayıdaki eserinin yanı sıra, Sûfîliği eleştirdiği “SûfîgeRi/ Sûfizm”, Bahailiği eleştirdiği “BahaîgeRi/ Bahaizm” ve Şiiliği eleştirdiği “ŞiigeRi/ Şiizm شيعيگرى ” isimli eserleri bulunmaktadır. “ŞiigeRi/ Şiizm” isimli kitabı, ilgi çekici hikâyelerden oluşmaktadır.
Bunlardan birisi, öldükten birkaç yıl sonra kemiklerinin Irak/ Necef’te defnedilmesi için oğluna vasiyette bulunan yoksul bir İranlı adamcağızın hikâyesidir:
Gün gelir bu garip dünyasını değiştirir. Birkaç sene sonra oğlu mollaya giderek, babasının vasiyetini anlatır. Molla efendi, vasiyeti yerine getirmesini söyler. Vafalı evlât, babasının kemiklerini bir torbaya koyar, eşeğine biner ver elini Irak. Sınırda, gümrük memurları niçin Irak’a geldiğini sorar. Babasının vasiyeti gereği kemiklerini Necef’te defnedeceğini anlatır. Gümrük memurları; Irak hükümetinin bundan böyle ülkeye kemik girişini yasakladığını söyler ve geri çevirir.
Memleketine geri döner, molaya giderek serancamını anlatır. Molla, üzülmemesini, her problemin bir çözümünün bulunduğunu belirtir. Babasının kemiklerini havanda dövmesini, eşeğin yiyeceği arpadan bir miktar ayırıp, kemik tozları ile karıştırarak ayrı bir torbaya koymasını, Necef’a varınca bu torbayı defnetmesi halinde vasiyetin yerine getirilmiş olacağını söyler.
Adamcağız tekrar yola koyulur, ancak bir menzillik yoldan geri dönerek mollanın yanına gelir. Molla; Hayırdır inşallah! yeni yola çıktın, hemen geri dönmüşsün, yoksa vasiyeti yerine getirmekten vaz mı geçtin? diye sorar. Hayır, vazgeçmedim. Ancak, babamın kemiklerinin tozunu karıştırdığım arpayı yanlışlıkla eşeğe yedirmişim, şimdi ne yapayım? diye hayıflanmaktadır. Molla efendi, merak etmemesini, eşeğin arkasına bir torba bağlamasını, eşek Hacetini gördükten sonra bu torbayı Necef’te defnetmesini söyler.
Adamcağız, mollanın dediklerini yerine getirir. Necef’e gider, kabristanda eşeğin hacetini defnederken Irak polisi tarafından yakalanır, kutsal mekânı tahkir suçlaması ile tutuklanır.
Kesrevi’nin “ŞiigeRi” isimli kitabı, kahverengi karton kapaklı, 121 sayfadır. Basım yeri ve tarihi konusunda bilgi verilmemiştir. Kitapta işlenen konular şöyledir:
-be-Hanendegân: Okuyuculara
-GofTar-ı Yekum-ŞiigeRi Çegûne Peydâ Şod: Birinci Söz-Şiizm Nasıl Ortaya Çıktı?
-GofTar-ı Düvvum-Hordehâ-yı ki ŞiigeRi Tevân Girift: İkinci Söz-Şiilik’teki Müphem Hususlar Açıklanabilir.
-GofTar-ı Süvvum-Ziyanhâ-yı ki ez-În Kiş ber-Mîhİzed: Üçüncü Söz-Bu Eksikliklerin Sebep Olduğu Bazı Olumsuzluklar
-GofTar-ı Çahârum-Zor Gûyîhâ-yı Mollayân Mîkonend: Dördüncü Söz-Mollaların Sebep Olduğu Bazı Zorbalıklar
-Pâsuh-u Delîl “Hayhuy” Nîst: Ortaya Atılan Delillerin Cevabı “Hayhuy” Olamaz.
Kesrevi’nin Öldürülmesi
Fedâiyân-ı İslam, Seyyid Mücteba NevvAb tarafından 1945 yılında Tarhran’da kurulmuştur. NevvAb Safevi, 1923 yılında Mir-Levhî adıyla bilinen aşırı mutaassıp bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Aile adını, “NevvAb-ı Safevi/ Safevilerin Vekili” olarak değiştirmiştir. Bunun amacı, Safevi hanedanı ile aynı dinî kimliği taşımaktı. Safeviler, XVI. yüzyılda Şiiliği İran’ın resmi dini yapmışlardı. Ailenin çok güçlü dinî bağları vardı. Baba tarafından Hz. Muhammed’in soyundan, anne tarafından Safevi hanedanından geldiklerini iddia ediyorlardı. NevvAb, ilkokulu Tahran’da okudu. Babası öldüğünde sekizinci sınıfı tamamlamıştı. Okulu terketti ve Anglo-Iranian Petrol Şirketi’nde çalışmaya başladı. Kısa süre sonra işinden ayrılarak, eğitim görmek üzere Irak’ın Şii dinî merkezi olan Necef/ Necefül-Eşref kentine gitti ve medrese talebesi oldu.
NevvAb, İran’ın tanınmış aydınlarından tarihçi Ahmet Kesrevi’nin çalışmalarından ilk defa Necef’te haberDar oldu. Kesrevi’nin kitap ve makaleleri geleneksel Şiiliğe muhalifti. Diğer Aryaistler gibi dinin, İran toplumunun hastalığının baş sorumlusu olduğunu düşünüyordu. Kesrevi, çalışmalarının birinde, Şiiliği tarihi seyir içerisinde ele almış, gerçeklerin yanlış yorumlanması ve çarpıtılması yoluyla, Şiiliğin İranlıları yanlış yola götürdüğü sonucuna varmıştır:
“Şiilik, akıl ile ters düşmesine ek olarak, bu sahada kabul edilemeyecek bir olgudur. Ayrıca anlamlı bir hayatın yaşanmasına da engel teşkil etmektedir.
(…)Bu mezhep, takipçilerinin doğru yoldan çıkmasına ve gerçek dinden uzaklaşmalarına yol açmıştır. Şiiler, kendilerini ‘Kurtarıcılar grubu’ olarak adlandırırlar. Kendi mezheplerinden başka bir şey de tanımazlar. Ancak gerçek, bu iddia edilenin tam tersidir. Hakikatte onlar dinin tamamen dışındadırlar”. (Kesrevi, 1945, s.45)
NevvAb, Kesrevi’nin ulema karşıtı ve muhafazakâr olmayan görüşlerinden ötürü şaşkın ve kızgın olarak, dinî bir kıyafetle Necef’ten Tahran’a döndü. Bu gezisinde, yazarın şahsının, çalışmaları kadar müfsit olup olmadığını keşfetmeyi amaçlıyordu. (İbrahiMiyan, 1969, s.134) NevvAb, Tahran ziyareti için Necef’teki Şii ulemadan mali destek almıştır. Tahran yolunda Kesrevikarşıtı çeşitli konuşmalar yapmış, Abadan Camii ve sokaklarında halka vaaz vermiş ve konuşmalar yapmıştır. NevvAb, -Kesrevi’nin görüşlerini kökünden kazımak için kurulmuş bir organizasyon olan “Dinsizlerle Mücadele Cemiyeti”nde faaliyet gösteren din adamlarıyla ilişki kurdu. Bu grubun desteği ile çeşitli tartışmalarda Kesrevi’yi hedef alan konuşmalar yaptı. Kesrevi’nin kötülüğünden ve menfi telkinlerinden yana tam olarak ikna olduğunda, Tahran din adamlarınlarının tanınmış şahsiyetlerinden Hace Şeyh Muhammed Hasan Talagani’nin verdiği parayla alınan silahla Kesrevi’ye suikast yapmayı planladı. Mayıs 1945’te ilk suikast teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Yaralanan Kesrevi, gözü dönmüş saldırganın kendisini takip etmesine rağmen yakındaki bir hastaneye kaldırılmıştı.
Tutuklanan NevvAb, yandaşlarınca toplanan kefalet parasının yatırılmasından kısa bir süre sonra serbest bırakıldı. Bir süre sonra “Fedâiyân-ı İslam/ İslam fedaileri” isimli örgütün kurulduğunu ilan eden NevvAb’ın imzaladığı bir bildiri Tahran’da dağıtıldı. Bildirinin saldırgan üslubu, Kur’an âyetlerine cömertçe yer verilmiş olması, gelecekteki fedaiyan yayınları için konu başlıklarını oluşturuyordu. Bütün dünya Müslümanlarını silkinmeye, canlı olmaya ve haklarını yeniden kazanmaya çağırıyordu.
Kesrevi’ye karşı yapılan ikinci suikast planı daha sistemli şekilde hazırlandı. Mart 1946’da Kesrevive sekreteri, Adalet Bakanlığı binasında NevvAb’ın takipçisi Hüseyin ve Ali Muhammed İmami tarafından öldürüldü. İki saldırgan, “Allahü ekber!” nidaları ile kurbanlarını kanlar içerisinde bırakmıştı.
Saldırganlar, kısa süre içerisinde yakalanıp tutuklandı. NevvAb ise, cezalandırılma tehlikesinden kurtulmak için önce Meşhed’e, ardından Irak/ Necef’e gitti. İmami kardeşlerin mahkemesi havayı iyice gerginleştirdi. Sonuç olarak, suçsuz olduklarına hükmedildi(!). Şii uleMa sınıfının ve çarşı esnafının kayda değer baskısı, İmami kardeşlerin salıverilmesinde büyük pay sahibiydi. Ayetullah Hacc Ağa Hüseyin Rumî’nin üst düzey devlet yetkililerine şöyle dediği rivayet edilir: “Kesrevi’nin öldürülmesi, namaz kılmak gibi zorunlu bir eylemdir. Ayrıca harhengi bir fetva alınması da gerekmemektedir. Hz.Peygamber’e ve Ehl-i Beyt’e hakaret eden herkesin kanı helâldir”. Tahran çarşısında hazırlanan bir bildiride, Kesrevi’nin öldürüldüğü günü “Yeni bir İslam bayramı ve tarihin şanlı bir günü” olarak nitelendiriliyordu.
Fedâiyân-ı İslam kayıtlarında, Kesrevi’nin katli, örgütü siyasetin ön saflarına taşıyan bir Milad/ başlangıç olarak anılmaktadır. fedaiyan’ın, “Menşûr-i BirâdeRi/ Kardeşlik Yayını” adını taşıyan gazetede yayınlanan “Yabancı, Her Zaman Yabancıdır” başlıklı makalede, Kesrevi’nin öldürülmesi olayı, övücü sözlerle ele alınıyordu.
Dergiye göre; “İlk olarak Ş. 1324/ 1946 yılında kıvılcımlanan bu ateş, İngiliz emperyalistlerinin en büyük oyuncağı, Müslümanları hiziplere ayırmayı kendine görev edinmiş Ahmet Kesrevi’nin hayatına son veren bir yangın olmuştur. Kesrevi’nin beynine sıkılan kurşun, İngilizleri bir süre için geri çekilmeye zorlamıştır”.
NevvAb Tahran’a dönünce, Ayetullah Ebül-Kasım Kaşani ile tanıştı. Onunla 1946 Ağustosunda, 1951 yılı Mayıs ayına kadar devam eden bir ittifak kurdu. Kaşani, Temmuz 1946’da hükümet karşıtı eylemlerinden dolayı tutuklandığında, fedaiyan-ı İslam, Ayetullah’ın serbest bırakılması için yoğun çaba gösterdi. Başbakan Ahmed Kavam/ Kavamüs-Saltana’nın 05 Dey 1326/ 1947’de hükümetten düşürülmesi ile birlikte serbest bırakıldı. Serbest bırakılması, fedaiyan-ı İslam ve Kaşani taraftarlarının önderlik ettiği kamu protestoları ve gösterilerin başlangıcı için bir işaret oldu. Gösteriler, Filistin’deki Yahudi terörünün lânetlenmesinden tutun, petrolün millileştirilmesine destek vermeye kadar uzanan farklı sahalarda düzenleniyordu.
Tahran’da Mayıs 1948 tarihinde Filistinli Araplar için düzenlenen büyük bir gösteride, fedaiyan-ı İslam-Kaşanî koalisyonu binlerce aktif iştirakçi topladı. Bir grup genç fedaiyan-ı İslam üyesi, şu sözlerle başlayan şiir okudu: “Biz İran’ın gençleriyiz/ İslam’ın fedaileriyiz”. Filistin’deki Siyonistler, halk tarafından tel’in edilmişti. Filistin’e, İslami dava uğruna savaşmaya gitmek üzere gönüllüler toplanmıştı. Beşbin kişi gönüllü olarak imza verdikten sonra, fedaiyan-ı İslam İran hükümetince gençlerin Filistin’e gitmesine izin verilmesini isteyen bir bildiri yayınladı. Bildirinin bir bölümünde, “Cesur İslam fedailerinin temiz kanları, Müslüman Filistinli kardeşlerine yardım etmek için kaynıyor” ifadesi bulunmaktaydı. Hükümetin bu talEbi kabul etmemesi, fedaiyan’ın Filistin taraftarlığı şeklinde oluşan aktivite safhasını sona erdirdi.
Şubat 1949’da Şah Muhammed Rıza Pehlevi’ye suikast girişiminde bulunuldu. Saldırganların bağlantıları konusunda çeşitli bilgiler vardı. Suikastten, resmi olarak İran Komünist Partisi “Tudeh” sorumlu tutulmuş ve parti kapatılmıştı. Ancak saldırgan, dini bir gazete olan “Perçem-i İslam/ İslam Sancağı” isimli yayın organına ait gazeteci kartına sahipti. Kaşani, bu komploda parmağının bulunduğu gerekçesiyle onaltı ay süre ile Suriye ve Lübnan’a sürgüne gönderildi. fedaiyan ise, Kaşani ile ittifakından ötürü zanlılar listesindeki yerini aldı. (http://www.haksözhaber.net-22.08.2009/; Dünya İslam Dergisi, sayı: 6, Bahar 1991)
Dostları ilə paylaş: |