37.Lirkî İli
Çahar-Mahal u Bahtiyari ve Huzistan Bölge Valilikleri
Lirkîlerin eski yurtları, atalarının anlattığına göre, Çahar-Mahal ve Bahtiyari’deki Ermend ve Du-Pehlân çayları arasındaydı. Bu topraklar, Lirk dağı eteğindedir. Türkçe olan “Lirk” kelimesi; “Dırahşîden درخشيدن ” Parlamak, parıldamak/ parlayan, parıldayan anlamındadır. Lirk(î)’nin sonundaki “î”, mensubiyet ekidir. “Lirk dağına ait, Lirk dağında oturan” demektir. Lirk dağı taşlık bir yerdir. Güneşin taşlara vurmasıyla ışık aksettirmektedir. Lirkî Türkçesi’nde, herhangi bir şeyin parıldamasına “lirk, ilerik, ikine”/ parlamak, parıldamak denmektedir. Herhangi bir şey parladığı zaman “lirkikne” veya “ilirke” derler. Bu topraklarda yaşayan Türklere de bundan ötürü “Lirkî” adı verilmiştir. Zamanla bu kelime değişikliğe uğrayarak, “Lirkya/ Lirkiyâ” halini almıştır. (Süvvumîn Kongre-i Tahkîkât-ı İrani, 2.cilt, s.376; http:Arabistan-tr.blogspot.com, 07 Mayıs 2005)
İran’da, bilim aleminin Lirkîlerden CihanGir Kâimmakâmî’nin 1990’lı yılların başlarında yadigâr dergisinde yayınlanan “AŞayir-i Huzistan/ Huzistan Aşiretleri” isimli makalesiyle haberdar olunduğundan bahsedilir. Şaşırtıcıdır ki, “FarsName-i Nasiri”nin yazarı Mirza Hasan Fesaî, Fars ve Kûhgiluye’de yaşayan aşiretler hakkında detaylı bilgiler vermesine rağmen, Lirkîlerin adından bahsetmez. Lord Curzon, H/K. 1305/ 1888 yılında Bahtiyari bölgesine gitmiş, Fars’ı da görmüştür. Onun bahsettiğine göre; Kaşkayılardan ayrılan beş bin aile, Fars/ Kaşkayı-Yurt’tan çıkıp, Bahtiyarilere bağlanmıştır. İşte Lord Curzon’un bahsettiği bu Kaşkayılar Lirkî’lerdir. Ancak bazıları şöyle demektedir: Bahtiyari’lere bağlanan bu Kaşkayı grubundan bir-iki tire, kahrederek Şiraz’a gitmiş, birkaç yıl Şiraz’da kaldıktan sonra geri dönmüştür.
CihanGir Kâimmakâmî’den önce, 1985 yılında Şehid Çemrân Üniversitesi edebiyat Fakültesi’nde “Monografî der-Bâre-i Taife-i Türk Lirkî/ Lirkî Türk Tayfası Hakkında Monografi”, 1989’da Yâdullah Necefî tarafından “Vîjegîhâ-yı İctİmaî ve İktisadî AŞayir-i Türk Lirkî Sâkin Huzistan/ Huzistan’da Oturan Türk Lirkî Aşiretinin Ekonomik ve Sosyal Özellikleri” isimli çalışmaların yapıldığı bilinmektedir. Ayrıca Musa Fatımî’nin 1941 yıllarına ait düğün geleneklerinin konu edildiği “Lirkîhâ, adap-ı ArûSi ez-HastegâRi Ta-PâgûŞaî/ Lirkîler, Dünürlükten Evlilik Sonrası Teşrifata Düğün geleneği” başlıklı makalesinden bahsedilmektedir. İran’da takdim edildiği üzere, Lirkîlerden ilk bahseden CihanGir Kâimmakâmî değildir. CihanGir Kâimmakâmî Bey’in hizmetini takdir ederek Musa Fatımî, Şehid Çemrân Üniversitesi ve Yâdullah Necefî’nin hakkının teslim edilmesi gerekir. (http:Arabistan-tr.blogspot.com, 07 Mayıs 2005)
Lirkîler, Ş. 1275/ 1896 yıllarında Kaşkayı topraklarından göç etmiştir. Birkaç yıl Bahtiyari ili arasında yaşamıştır. Bahtiyari hanlarının Kaşkayı Türk ilhanları ile araları iyi değildi. Kaşkayı ilini zayıf düşürmek amacıyla, Kaşkayı tayfalarını saflarına çekme politikası güderek, Lirkîlere hüsn-ü teveccüh göstermişlerdir. Birkaç yıl vergi, il hakkı ve toprak kirası istememişlerdir. Burucin (Çahar-Mahal) ile Semirum (Isfahan) arasında bulunan Nohûdân arazisi Bahtiyari hanlarından Serdar Muhteşem’e aitti.
Dr.M.Keyanî çalışmasında, “Nohûdân” arazinin, bölgede çok nohut yetişmesinden ötürü bu adı aldığını belirtmektedir. (Nohûd+ân نخود). Bölgedeki bazı Kaşkayı obaları, çöven şekeri yapma ustasıdır. (Dr.Muhammed Keyanî, Kaşkayı Folklor Materyalleri)
Lirkîler, Behbehan yakınında bulunan Nasir Han Serdarı Ceng’e ait Ebül-Fâris mıntılasında yaylamaktaydılar. Han, onlara kışlak bölgesi de tahsis etti. Lirkîler, zamanla güç kazanıp zenginleştiler. Lirkî hanı, daha sonra Ebül-Fâris topraklarını Nasir Han satın aldı.
Ş.1306/ 1927 yılından önce Ebül-Fâris toprakları Behbehan (Huzistan) Maliyesi’ne bağlı, devlete ait hâlise topraklardı. Behbehan Maliyesi, toprakların gelirinden vergi talep ediyordu. Bu husus Lirkî hanları ile Behbehan Maliyesi arasında çekişmelere ve keşmekeşe sebEbiyet veriyordu. Lirkîler, ellerindeki ferman ve tapu belgelerini Fars eyaleti Maliyesi’ne göndererek, uğradıkları mağduriyetin sona erdirilmesini istediler. Bir süre sonra gönderilen belgeler ışığında Fars eyaleti maliyesinde görülen dava sonuçlandı. Onaylanması için Tahran’a gönderildi ve Rıza Şah’ın onayına sunuldu. Tahran’dan Lirkîlerin yaylak ve kışlaklarda iskânına karar verildi. Karar gereği Lirkîler, Ebül-Fâris mıntıkasında kurulan beş köye yerleştiler. Bu tarihten sonra yaylaya çıkmadılar. Lirkîlerin bir bölümü, Huzistan’daki Heftgil çevresi, ayrıca Mescid-i Süleyman ve Şuşter arasındaki topraklara perakende olarak yerleştiler. (Mecelle-i Yâdigâr, yıl:3, sayı:1, s.71-74)
BiLahare Ulusal Petrol Şirketi, Ebül-Fâris’te petrol kuyuları açtı. Buraya “Huzistan Paris’i” adı takıldı.
Lirkîler, Rıza Şah zamanında silahsızlandırılarak ellerindeki tüfek ve benzeri ateşli silahlar devlet yetkililerince toplandı. Kısa süre sonra Ş. 1320/ 1941 olayları patlak verdi. -Rivayete göre bilinçli olarak- Behmeî ve Âlâdinî illerinin silahları henüz toplanmamıştı. Zaten bu iki ilin uzun süredir varlıklı olan Lirkîlerin malında-mülkünde ve servetinde gözleri vardı.
Behmeî ve Âlâdinîler, bir gece baskını düzenleyerek, Lirkîlerin yurduna saldırdı. Bütün varlıklarını ellerinden alıp, Lirkî Türkleri’ni kendi topraklarından, evlerinden sürüp çıkardılar. Beklenmeyen (!) bu saldırı çok sayıda Türk’ün canına maloldu. Mal, mülk ve servetlerinin tamamını kaybeden Lirkîler, perişan ve yoksul halde çevredeki köy ve şehirlere sığınıp darmadağın oldular. Kurtulanlardan bir bölümü, Ulusal Petrol Şirketi’nde işçi olarak çalışmaya başladı. Diğer bir kısmı, tekrar çiftçilik ve hayvancığa başladı. Bugün bile Lirkîler zenginlikleri ile anılmaktadır. Velhasıl, zengin olma becerilerinden birşey kaybetmediler. Nüfusları, Ş. 1320/ 1941 yılı itibariyle 5 bin ilâ 7 bin arasında tahmin edilmektedir. (Mecelle-i Hüner ve Merdum, sayı:148, s.53)
Böylece Rıza Şah yönetimi, Lirkîleri darmadağın ve perişan ederek, olaylardan önce 25-30 bin arasındaki Lirkî Türk toplumunun Kaşkayı Türk ulusu ile birleşmesinin önüne geçmiş ve onlardan kurtulmuş oldu.
Lirkî’ler bugün iki dillidir. Bunlardan biri Türkçe, diğeri Türkçe-Farsça karışımı bir dildir. Şiirleri, şarkıları ve ağıtları Türkçe’dir. Yabancıların yanında mahrem konuları Türkçe konuşmaya özen gösterirler. Lirkîler, Alevidir. (http:Arabistan-tr.blogspot.com, 07 Mayıs 2005) bkz. → Huzistan Bölge Valiliği/ Lirki Türkleri
İl/Ulus Özellikleri
Ahlak ve Sıfat:
Lirkîler; inançlı, mütavazi ve misafirperver insanlardır. Cesaretleri, binicilikleri ve silah kullanmadaki maharetleri ile tanınırlar.
Evlenme gelenek ve görenekleri:
Lirkî delikanlı ve kızlarının evlenmelerinde söz hakkı önceliği aile büyüklerine aittir. Erkek çocuk, ailenin uygun gördüğü kızla evlendirilir. Kız çocukları, evlilikle ilgili herhangi bir talepte bulunmaz. Evlenme şekillerinden biri de Farsça “همبهرى HumbehRi” denen iç güveyi alma geleneğidir. Bu genellikle erkek kardeşi olmayan kızlar için söz konusudur. Ancak buna çok az delikanlı rıza göstermektedir.
Lirkîlerdeki evlenme usullerinden biri de, aşiretlerin birleştirilmesi ve ittifak kurulması amacıyla toplu halde karşılıklı kız alıp vermedir. Toplu evlenmeden sonra iki aşiret tek aile imiş gibi haraket etmeye başlar.
“Hûn-u Vekâlet” denen kan karşılığı olarak adlandırabileceğimiz evlenmede, katilin ailesine mensup bir kızın maktülün ailesine gelin verilmesidir. Bu yolla iki aile hasımlığı bir tarafa bırakarak, hısım olurlar.
“Göbek kesme” geleneği, “beşik kertmesi”ne uygun düşmektedir. Diğer yandan oğlan evinin kadınları, oğlanları için uygun eş bulmak amacıyla, çevredeki aileleri kolaçan ederek soylu, erdemli, ahlaklı, Adap erkân bilir, yemek yapmada Mahir, dikiş bilen, dokumacı, evcimen kızları tespit ederek, oğullarına en uygun gelin adayını belirler.
Oğlanın babası, miyancı/ aracı ile kız evinden gün isteyerek, tirenin ileri gelenleri ile birlikte dünürlüğe giderler. Dünür heyeti, uzun setre ve şal gibi yeni giyim kuşamla silahlı olarak atlanır. Yanlarına kelleşeker, çay, tütün, tönbeki ve birkaç baş koyundan oluşan hediyelerle birlikte kız evine yollanırlar. Kızevi, akraba ve komşuları ile birlikte misafirleri karşılar. Attan inen misafirleri, hoş geldin teşrifatından sonra istirahat etmeleri için hazırlanan çadıra alarak çay ve galyan ikram ederler. Bu sırada sâzende ve hanende misafirler için çalıp söyler. Öğle ve akşam yemeklerinin hazırlanmasına genç kızlar da yardımcı olur. Misafirler için Farsça “Mecmea-Larkeş” denen meydan sofrası kurulur. Tepsinin ortasına, Ege Yörüklerinin “Sörpet sahanı” dedikleri, oldukça büyük servis tabağına demlenmiş pirinç pilâvı çekilir. Üzerine, et ağırlıklı “Huruç/ Huruş” dökülerek ikram edilir. Lirkîler buna “Âş u guşt”/ Çorba ve et derler (Bozbaş/ Piti). Bu İran’da yaygın adı “Abguşt→ Ab+guşt”tur.
Sofraya oturmadan önce, genç bir delikanlı ibrik ve leğen ile misafirlerin ellerini yıkamasını sağlar. Aynı seremoni yemekten sonra da tekrar edilir. Bu misafirlere saygılı davranmayı gerektiren bir gelenektir. Elini yıkayan kişi, delikanlıya yerel ağızla; “شسيه گناى بوى بردى ثقاب Şisye günay bevî, berdî segAb”, Farsça; “شسته گناه باشى برده ثواب Şoste güNah bâşî, borde sevAb”/ Zarar göreceğin belliydi, niye sevap işledin? derler. Bu deyimi şöyle izah edebiliriz: Yolda bir otomobilin vurup kaçtığı şahsı, arabanıza alıp, acilen hastaneye yetiştirirsiniz. Ancak sanki siz vurmuş gibi suçlanıp, gözaltına alınırsınız. Yani, “Yaptığın hayra hâkim olamıyorsan, günah işlemek mubahtır” anlamına gelen bir deyimdir.
Lirkîler, tüm Türk illerinde olduğu gibi, sofraya büyük saygı gösterirler. Sofraya karşı ayak uzatmak büyük günahlardan sayılır. Sofradaki pilâv ve et dolu kabın kenarlarına “fetir” denen hamursuz dizilmektedir. Ayrıca su, ayran, üzerine kurutulmuş yarpuz/ yarpız serpilmiş yoğurt ikram edilir. Yemek esnasında az konuşulmasına özen gösterilir. Son lokma da yendikten sonra; “Tanrım, sana şükürler olsun, nimetini biz azalttık, sen artır!” denir. Ardından sohbet başlar, çay ve galyan ikram edilir. Yaklaşık bir saat geçtikten sonra, dünürbaşı; “Biz hayırlı bir iş için geldik. Kızınız için uygun bir koca gerekli, bizim de bir oğlumuz var, ona da bir hanım. Tiremiz ve aile olarak kızınızı oğlumuza almayı diliyoruz. Sizden ricamız, oğlumuzu kendi çocuğunuz gibi kabul edin!”. Kız babası, bu talEbi kabule meyilli olsa dahi, kesin cevap vermez, “Biz kendi aramızda meşveret kuralım” cevabını verir.
Bu evlilik, kızın babası tarafından uygun görülmüyor ise, “Eger enar Darem, Bİmar Darem” denir (Kaynak, Lirki Türkçesi yerine, deyimin Farsça çevirisini kullanmıştır). Bu, kızım var ama başka bir delikanlı Talibi var. Evlenme önceliği ona ait, anlamına gelir.
Nişan/ KâğızGirânî veya Namzedî:
Nişan meclisi aksakal, il ve aşiretin saygın ve mutemet kişileri ve mirza da denen bir kâtip, kızevinde bir araya gelir. Kadınlar, sâzende ve hanende eşliğinde eğlence düzenler. Gelinkıza kına yakılırken, hanımlar yemek hazırlığı yapar.
Mirza, şöyle bir belge hazırlar: “… tarihinde … isimli şahısların huzurunda … kızı … , … oğlu … nın nikâhı kıyılmıştır”. Nikâh belgesinin altına mihir/ mehr, süt hakkı ve çeyiz listesi eklenir.
Çeyiz; halı, kilim, cicim, çul, heybe, torba, çeşitli elbiseler, yatak, yorgan, yastık vb. ev eşyalarından oluşmaktadır. Belge hazırlandıktan sonra, aksakal ve diğer aşiret ileri gelenlerine imzalatılır. İmzayı takiben kadın ve erkekler, “Mübarek olsun!” anlamında “Marek, Marek!” diyerek alkış tutarlar.
Bu tarihten itibaren nişanlılık dönemi başlar. Misafirler ayrılırken, “Aynı yastıkta kocayın!” der. Kadınlar ise, gelin kıza “İnşallah gelecek yıl oğlan çocuğu kucağında olsun!” diyerek veda ederler.
Nişan töreninden sonra kız ve oğlan evi bir araya gelip, maddi imkânlarını da göz önüne alarak, en uygun mevsim olan bahar aylarında düğün yapmaya karar verirler. Damat adayı, bu dönemde nişanlısı ile belirli Adap-erkân dâhilinde görüşEbilir. Buna “Buzı kengel” denir.
Düğün:
Nişan merasiminden onbeş gün sonra hazırlıklara başlanır. Bu hazırlık düğüne kadar devam eder. Pirinci çeltikten çıkarma/ Pirinç ağartma/ Pirinc-kûBi, un öğütme, ekmek, şeker, çay, tütün, odun-kömür, mutfak ve davet yemeği malzemeleri, meydan oyunu için sopalar, sâzende ve düğüne davet edilecek şahısların listesi hazırlanır.
Gelini getirmek için küçük, büyük, atlı ve piyade olarak sâzende eşliğinde oğlaevinden kız evine doğru haraket edildir. Yaya olarak haraket eden grup, alkışla yola devam eder. süvariler at yarışı düzenler, gösterişli bir şekilde yola devam edilir. Bunun için “Mülhak zîden-i gîygâc” deyimi kullanılır.
Kız evine ulaşıldığında, kadınlar eve/ çadıra girerler. Gelinin giyeceği çamaşır ve gelinlik henüz kumaş halindedir. gelen hanımlar, gelinin kıyafetlerini özenle hazırlar. Bunlar; gömlek, şalvar/ tuman/ tomMun, ferace/ feRicî, kadife don/ kot-u mahmel, gümüş riyallerle süslenmiş başlık, yedi renkli başörtü ve alınlık/ serbend, gümüş veya altın küpe ve bileziktir.
Gelinin el ve ayakları kınalanır, gözlerine sürme çekilir, yanaklarına allık sürülerek, yola çıkmaya hazır hale getirilir. Gelinin üzeri geniş bir ipek ile örtülür. Damadın yakın akrabalarından iki kişi, gelinin koluna girerek, oğlan evine doğru haraket eder.
Kız, evin ortasında veya çadırın ortasındaki ocağın yanında ekmek pişirilen sac veya tavanın yanında babası ile vedalaşır. Bu baba ocağına ve onun bereketli sofrasına olan saygının ifadesidir. Ocağın etrafında üç kez dönerek, kıbleye karşı oturur. Ocağı öperek yerinden kalkar ve çadırın önünde kendisini bekleyen ata doğru yürür. Bu sırada damat, kızın anasına “Süt hakkı/ Hakkı Şir” denen parayı sunar. Ardından anne kızının ata binmesine izin verdiğini işaretle bildirir. At, daha önce temizlenmiş, kaşağılanmış ve tımar edilmiştir. Boynuna yedi renkli ipek şal, alnına ayna bağlanır. Geminden tutup, gelinin atını yeden kişiye “Yedici/ CüLuDar” denir. Gelini ata binmiş sabi bir erkek çocuk takip eder. Lirkî Türkleri, gelinin atını, ata binmiş bir oğlan çocuk takip ediyorsa ilk çocuğun erkek olacağına inanır. Gelini atlı veya yaya bir grup, saz ve kurna eşliğinde oğlan evine kadar takip eder.
Çeyiz, arkadan gönderilir. oğlan evi gelin için halı, kilim, cicim serili bir çadır veya oda hazırlar. Buna “Hecle/ haclegâh” denir. Gelinin atı obaya veya köye ulaştığında, gelin atı gerdek evine getirilir. Ancak gelin attan inmez. Kızevinden bir kadın; “Gelin, hakkı kadem/ ayakbastı istiyor” der. Damat, gelinin avucuna altın veya rayic para verir. Gelin attan iner. Haclegâha girmeden ayağının önünde kurban kesilir.
Damat, gece vaktine kadar gelin odasına gelemez. Gelin odasına salınmadan önce oğlan ve kızevi temsilcilerinin huzurunda imam nikâhı kıyılır. Bu nikâh resmi olmadığı için “Akd-i havayî” denir. Damat, salınacağı odanın önüne orta yaşlı kişilerle birlikte gelir. Gelin henüz “Çargad” denilen yüz örtüsünü açmamıştır. Kızevinden bir kadın; “Arıs ruy guŞayé iha/ Gelin yüz görümlüğü istiyor” der. Damad kıza bir miktar para gönderdikten sonra çargad açılır. Damat ve gelin iki rekât namaz kılar. Damat ile birlikte gelen şahıslardan biri, gelinin elini tutarak, damadın elini üzerine bırakır şöyle der: “Gelini verdim senin eline, seni de Allah’a saldım”. Sağdıç ve yengeler, gelin odasından çıkarlar.
Sabahleyin sofrada yemek servisi önce gelin ile damada yapılır. Buna “Ateş pes-i perde/ Külün altındaki kor” tabir edilir. Bu gelin ile damat için önemli bir anıdır.
Düğünün yedinci günü gelin ile damat umumî hamama götürülür. Eve dönünce kayınvalidesi eline un kabı verir, daha sonra yağ çalkağını. Gelin için yeni ev hayatı başlamıştır. Bu günlerde damat ve gelin için ayrı bir çadır kurulur. Babası oğluna büyük ve küçükbaş hayvanlar ile ev eşyası verir.
Bir hafta veya onbeş gün geçtikten sonra kızevi, damat ve gelini yemeğe davet eder. Geline koyun veya halı, kilim hediye ederler. (İrec Afşar, Îlhâ, Çâdurnişînan…, 1.cilt, s.430-437; Mecelle-i Hüner ve Merdum, sayı:148, sayfa:430-437)
Lirkî İli Tire/ Cemaatleri ve Reisleri:
Dostları ilə paylaş: |