Dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan Fyodor Mi-hayloviç Dostoyevski 30 Ekim 1821 günü Moskova'da bir doktor ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi



Yüklə 2,26 Mb.
səhifə22/51
tarix28.10.2017
ölçüsü2,26 Mb.
#17481
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51

Annesi sevinmişti:

"Tamam. Rodya! Senin yaptığın her şeyin doğru ve güzel olduğuna inanırım ben!"

Raskolnikov'un dudakları tuhaf bir gülümsemeyle çarpıldı:

"Hayır, inanmayın!"

Bir sessizlik oldu. Bütün bu konuşmalarda, bu sessizlikte, bu barışmada, hatta bu özür dilemede gergin bir şeyler vardı; herkes duyuyordu bunu.

Gözucuyla annesine ve kızkardeşine bakan Raskolnikov "Sanki korkuyorlar benden" diye düşündü. Gerçekten de suskunluk uzadıkça Pulheriya Aleksandrovna'nın ürkekliği artıyordu.

, "Yokluklarında sanki seviyordum onları..." diye düşündü Raskolnikov.

Pulheriya Aleksandrovna birden yerinden fırlayarak:

"Biliyor musun, Rodya", dedi, "Marfa Petrovna öldü..!"

"Hangi Marfa Petrovna?"

"Canım, Marfa Petrovna... SvidrigaylovaL Hani yazmıştım sana mektubumda..."

"Ha... evet... hatırlıyorum... Demek öldü? Gerçekten mi?" Uykudan uyanır gibiydi Raskolnikov, birden canlanmıştı. "Neden öldü?"

Pulheriya Aleksandrovna oğlunun gösterdiği ilgiden cesaretlenmişti; çabuk çabuk:

"Düşünsene..." dedi. "Birdenbire oluverdi. Hem de tam sana mektup yazdığım gün... Hatta tam mektubu yazdığım sırada... Düşünsene... Sanırım o korkunç adam neden olmuş ölümüne... Kötü dövmüş kadını!"

Raskolnikov, Dunya'ya dönerek:

"Hep böyle miydi yaşamları?" diye sordu.

"Hayır, tam tersine. Karısına karşı her zaman sabırlı, hatta sevecendi. Çoğu zaman karısının kaprislerini tam bir hoşgörüyle karsılardı. Yedi yıl boyunca bu böyle sürdü... Derken işte birden sabrı tükenivermiş..."

275


"Yedi yıl dayanabildiğine göre demek ki pek de öyle korkunç bir adam değilmiş! Duneçka, sanırım sen adamı haksız bulmuyorsun?"

Duneçka nerdeyse titreyerek:

"Hayır, hayır!" dedi. "Korkunç biri o. Ondan daha korkuncunu düşünemem bile... Sonra kaşlarını çattı ve düşünceye daldı." "Olay sabahleyin olmuş" diye Pulheriya Aleksandrovna yine çabuk çabuk sürdürdü sözlerini. "Olaydan sonra, öğle yemeğini yer yemez, kente gitmek için arabayı koşmalarını emretmiş... Çünkü böylesi durumlarda hep kente gitmek gibi bir alışkanlığı varmış. Söylediklerine göre, yemeğini büyük bir iştahla yemiş..."

"Dövülmüş olmasına rağmen mi?"

"..Hep böyle yaparmış... Yemeğini yer yemez, kente geç kalmamak için doğruca yıkanmaya gitmiş... Biliyor musun, belki de, yıkanarak kendini tedavi ediyordu..? Bir su kaynağı vardır onların orda, o da her gün bu kaynakta yıkanırmış... Ama o gün daha suya girer girmez, kalp krizinden oluvermiş!"

Zosimov: . "Elbette!" dedi.

"Çok mu dövmüş kocası?"

"Farkeder mi?" dedi Dünya.

Raskolnikov sinirli sinirli:

"Hımm! Ne diye açtınız bu saçma konuyu anneciğim!" diye söylendi.

"Ama, canım, ne konuşacağımı bilmiyorum ki!" sözleri döküldü Pulheriya Aleksandrovna'nın ağzından.

Raskolnikov çarpık bir gülümsemeyle:

"Ne o" dedi, "yoksa korkuyor musunuz benden?"

Dünya doğruca kardeşinin gözlerinin içine bakarak:

"Bak işte bu doğru!" dedi. "Annem merdivenleri çıkarken, korkusundan haç bile çıkardı."

Raskolnikov'un yüzü kramp girmiş gibi çarpıldı.

Pulheriya Aleksandrovna telaşla atıldı:

"Ah, Dünya, ne oluyorsun! Lütfen gücenme, Rodya... Dünya, niçin böyle konuşuyorsun! Evet, ben, gerçekten de buraya gelirken, yol boyunca trende hep kavuşmamızı, neler konuşup söyleşeceğimizi düşledim dtırdum... Ve öyle mutluydum ki, yol nasıl tükendi, farkına bile varmadım! Ah, ne yapıyorum ben! Ben şimdi de mutluyum... Hayır Dünya, yanılıyorsun! Sana kavuştuğum, seni gördüğüm için öylesine mutluyum ki, Rodya..."

"Yeter anne!" dedi Raskolnikov heyecanla. Yüzüne bakmadan annesinin elini sıktı. "Daha oturup konuşacak bol zaman var önümüzde."

Bunları söyledikten sonra birden şaşırdı, sapsarı kesildi; yine o bir süre önceki korkunç duygu ölümcül soğukluğuyla gelip .çökmüştü içine; şu anda korkunç bir yalan söylediğini, oturup bol bol konuşmak şöyle dursun, hiç kimseyle hiçbir zaman hiçbir şey konuşamayacağını anlamıştı. Öylesine acı verici bir düşünceydi ki bu, etkisi öylesine güçlüydü ki, bir an kendini, her şeyi unuttu, yerinden kalkıp kimseye bakmadan odadan dışarı çıktı.

Razumihin onu kolundan yakalayarak:

"Ne oluyorsun?" diye bağırdı.

Raskolnikov yeniden içire girdi, yerine oturdu, sessizce çevresine bakınmaya başladı, herkes kendisini şaşkınlıkla süzüyordu.

Birden, hiç kimsenin beklemediği bir anda:

"Ne can sıkıcı insanlarsınız!" diye bağırdı. "Bir şeyler söylesenize! Ne diye böyle oturup duruyorsunuz! Hadi söyleyin bir-şeyler! Bir şeyler konuşalım... Toplanıp bir araya geldik, ama susuyoruz... Hadi, bir şeyler..."

Pulheriya Aleksandrovna üst üste haç çıkararak:

"Tanrıya şükür!" dedi. "Yine dün geceki hallerine girecek sanmıştım..."

Avdotya Romanovna kuşkulu kuşkulu:

"Neyin var Rodya?" diye sordu.

"Hiçbir şey..." Birden gülümsedi. "Aklıma birşey geldi de..."

Zosimov divandan kalkarak:

276


277

"Eh, madem hiçbir şey, öyleyse iyi... Ben de sanmıştım ki..." diye mırıldandı. "Neyse, benim artık gitmem gerek... Belki yine uğrarım... Tabii eğer yerinde bulabilirsem..."

Odadakileri selamlayarak çıktı.

Pulheriya Aleksandrovna:

"Ne iyi adam!" diye mırıldandı.

Raskolnikov birden:

"Evet, çok iyi, bilgili, akıllı, olağanüstü bir adam...." dedi. O ana dek onda görülmemiş bir canlılıkla, çabuk çabuk konuşuyordu. Kendisiyle hastalanmazdan önce de karşılaşmıştım, ama nerede olduğunu hatırlayamıyorum... Herhalde bir yerlerde... Bakın bu da iyi bir adamdır! "Başıyla Razumihin'i gösterdi, sonra Dunya'ya dönerek." Nasıl, Dünya, hoşuna gidiyor mu Razumihin?" diye sordu ve birden gülmeye başladı.

"Evet, çok", dedi Dünya.

Müthiş utanan ve kıpkırmızı kesilen Razumihin:

"Of, amma saçma adamsın ha!" dedi ve sandalyesinden kalktı.

Pulheriya Aleksandrovna gülümsedi. Raskolnikov'sa gürültülü bir kahkaha atarak:

"Nereye böyle?" dedi.

"Ben de gidiyorum... işim var."

"Hiçbir işin yok. Otur oturduğun yerde! Zosimov gitti, senin de gitmen gerekti! Hayır, gitme... Saat kaç? On iki oldu mu? O ne güzel saat öyle Dünya! Ne diye sustunuz yine? Hep ben konuşuyorum!.."

"Marla Petrovna'nın armağanı", dedi Dünya.

"Ve çok pahalı bir saat", diye ekledi Pulheriya Aleksandrovna.

"Ne büyük öyle! Pek kadın saatine benzemiyor!"

"Ben böylesini seviyorum."

"Demek nişanlısının armağanı değil", diye düşündü Razumihin ve nedense sevindi.

Raskolnikov:

"Oysa ben Lujin'in armağanı sanmıştım", dedi.

278


"Hayır, Lujin daha Duneçka'ya hiçbir şey armağan etmedi."

"A-a-a! Hatırlıyor musunuz, anneciğim, bir zamanlar âşık olmuştum ve ben de evlenecektim?"

Annesine bakarak söylediği bu sözler öylesine beklenmedik, ses tonu öylesine tuhaftı ki, Pulheriya Aleksandrovna çok şaşırdı; bir Duneçka'ya, bir'Razumihin'e bakarak: "Ah, canım, evet!" dedi.

"Hımm! Evet! Size bunu nasıl anlatsam? Kendim bile çok az hatırlayabiliyorum. Hastalıklı bir kızcağızdı..." Raskolnikov yine dalgınmış gibiydi, gözleri yerde sürdürdü sözlerini. "Hem de esaslı hastaydı. Yoksullara sadaka vermeyi sever ve hep manastıra kapanmayı düşlerdi. Hatta bir gün bana bundan söz ederken gözünden yaşlar boşanmıştı... Evet, evet... Hatırlıyorum... Çok iyi hatırlıyorum... Çirkince bir kızdı. Doğrusu, ona niçin tutulduğumu da bilmiyorum... Belki de hep hasta olduğu için... Hastalığının üstüne bir de topal ya da kambur olsaydı, sanırım, onu daha da severdim... (Dalgın gülümsedi) Bir tür bahar sarhoşluğuydu..."

Dünya heyecanla:

"Hayır, bu yalnızca bir bahar sarhoşluğu değildi", dedi. Raskolnikov gergin bir dikkatle baktı kızkardeşine, ama onu ya duymamıştı ya da duymuş ama sözlerini anlamamıştı. Sonra derin bir dalgınlık içinde kalkıp annesini öptü, yeniden yerine oturdu.

Pulheriya Aleksandrovna duygulanmıştı: "Sen onu hâlâ seviyorsun!" dedi.

"Onu mu? şimdi de mi? Ha, evet... Siz ondan söz ediyorsunuz! Hayır! Şimdi bütün bunlar bir başka dünyaya ait şeyler... Hem de ne zamandan beri... Aslında çevresindeki her şey sanki buralara ait şeyler değilmiş gibi..." Odadaki herkese dikkatle baktı.

"Sizler de öyle... Binlerce verstlik bir uzaklıktan bakıyor gibiyim size... İyi ama ne demeye bunlardan söz ediyoruz şimdi? Ve siz niçin soruşturup duruyorsunuz?"

281


Can sıkıntısıyla söylediği bu son sözlerden sonra sustu, tırnaklarını kemirerek yeniden düşünceye daldı. Odanın ağır sessizliğini Pulheriya Aleksandrovna bozdu. Birden:

"Ne kötü bir odan var, Rodya?" dedi. "Oda değil bir mezar sanki! Eminim, sen biraz da bu odadan dolayı böyle melankolik oldun..."

Raskolnikov dalgın dalgın:

"Oda?..." dedi. "Ha, evet... Odanın da çok payı var tabii... Bunu ben de düşündüm..." Sonra birden tuhaf tuhaf gülümseyerek ekledi. "Şu anda söylediğiniz şeyin ne şaşılası bir düşünce olduğunu bir bilseydiniz anneciğim!"

Biraz daha geçseydi, bu topluluk, bu ana, oğul, kardeş görüşmesi, bu içten aile söyleşisi, herhangi bir şey konuşmanın kesin olarak imkânsızlaşması yüzünden Raskolnikov için artık dayanılmaz bir hal alacaktı. Ancak, şu ya da bu biçimde çözülmesi gereken, ama bugün çözülmesi gereken, ertelenemez bir sorun vardı. Bu sabah, daha yataktan kalktığında böyle karar vermişti Raskolnikov. Işte şu anda, bir kurtuluş gibi bu sorunun varlığına seviniyordu.

Ciddi, kupkuru bir sesle:

"Bak, Dünya", dedi, "dün için tabi senden özür diliyorum. Ama temelde düşüncelerimden, caymadığımı sana hatırlatmayı da borç bilirim. Ya ben, ya Lujin! Ben alçaksam alçağım, ama sen olmamalısın. Birimizin olması yeter. Eğer Lujin'le evlenirsen, bir daha benim kardeşim değilsin."

Pulheriya Aleksandrovna acılı bir sesle haykırdı: "Rodya, Rodya! Ama bütün bunlar yine dün akşamki şeyler! Ve niçin durmadan kendine alçak deyip duruyorsun? Dayanamıyorum buna! Dün de aynı şeyi yapmıştın."

"Ağabey", dedi Dünya, tıpkı onunki gibi ciddi kupkuru bir sesle. "Bu konuda bir yerde yanılıyorsun. Dün gece uzun uzadıya düşündüm ve nerede yanıldığını buldum. Sorun şu: sanırım sen benim birileri için kendimi feda ettiğimi düşünüyorsun. Bu hiç de böyle değil. Ben kendim için evleniyorum, çünkü kendimde güç durumdayım: ama evlliliğimin yakınlarıma bir yararı

282


dokunursa, bundan hiç kuşkusuz hoşnut olurum. Ne var ki beni bu kararı almaya iten ana neden bu değil..."

Raskolnikov öfkesinden, tırnaklarını kemirerek, "Yalan söylüyor!" diye düşündü. "Ne de kibirli! Bu işi bize iyilik etmek için yaptığını itiraf etmiyor! Ah sizi aşağılık insanlar! Nefret eder gibi . seviyorlar... Ah, hepsinden nasıl da tiksiniyorum!"

"Kısacası", diye devam etti Dünya, "ben Pyotr Petrovic'le evleniyorum., çünkü, iki kötüden daha az kötü olanı seçiyorum. Benden beklediği her şeyi dürüstlükle yerine getirmek niyetindeyim, böylece de, onu aldatmış olmayacağım... İyi ama niçin gülüyorsun?"

Dunya'nın gözlerinde öfke kıvılcımları tutuştu. "Demek", dedi Raskolnikov zehir gibi bir gülümseyişle, "senden beklediği her şeyi yerine getireceksin?"

"Belli bir ölçüye kadar, Pyotr Petroviç'in beni isteyiş biçiminden, bu konuda tuttuğu yoldan, ona gerekli olan şeyleri hemen anladım. Kuşkusuz kendine değer veriyor, hatta belki biraz fazla değer veriyor, ama öyle umuyorum ki, bana da bir değer veriyor. Yine niye güldün?"

"Ya sen niçin öyle kıpkırmızı kesildin? Yalan söylüyorsun kardeşciğim, bile bile yalan söylüyorsun, yalnızca düşüncelerini bana kabul ettirebilmek için ve yalnızca o kadın inadın yüzünden yalan söylüyorsun!.. Sen Lujin'e saygı duyamazsın. Ben onu gördüm, onunla konuştum. Demek oluyor ki sen kendini para için satıyorsun ve demek oluyor ki, şöyle ya da böyle aşağılık bir davranış içindesin. Ama hiç değilse hâlâ kızarabiliyor olmana sevindim!."

Bütün soğukkanlılığını yitiren Dünya:

"Hayır, yalan söylemiyorum!" diye bağırdı. "Bana değer verdiğine inanmasaydım, onunla evlenmezdim; ona saygı duyacağıma kesinlikle inanmasam yine onunla evlenmezdim. Bereket versin onun bana değer verdiğine hem de daha bugünden, inanabilirim. Ve böyle bir evlilik hiç de alçaklık değildir! Böyle bir evlilik alçaklık olsaydı, yani sen haklı olsaydın bile, benimle böyle konuşman acımasızlık değil mi? Neden, belki kendinde de

283

bulunmayan bir kahramanlık bekliyorsun benden? Bu despotluktur, zorbalıktır! Benim bu davranışımdan zarar gören biri varsa o da benim... Daha kimseyi öldürmüş değilim! Rodya! Bana niçin öyle bakıyorsun? Neden öyle sapsarı kesildin? Rodya, neyin var? Rodya, canım!."



Pulheriya Aleksandrövna:

"Aman Tanrım! Sonunda çocuğu bayılacak hale getirdin!" diye bağırdı.

"Yok... bir şeyim yok... saçma!... Biraz başım döndü, o kadar." Bayılma falan değil... Bir bayılmadır tutturmuşsunuz!.. Han! Evet... Ne diyecektim..? Ha... Nasıl inanabilirsin, ona saygı göstereceğine onun da sana değer verdiğine? Böyle söylemiştin, değil mi? Sanırım, hem de daha bugünden, demiştin? Yoksa yanlış mı duydum?"

"Anneciğim, Pyotr Petroviç'in mektubunu göstersenize ağabeyime."

Pulheriya Aleksandrövna titreyen ellerle mektubu uzattı. Raskolnikov merakla mektubu aldı. Ama açmadan önce, birden şaşkınlık içinde Duneçka'ya baktı. Aklına yeni gelen bir düşünceyle şaşırmış gibiydi; ağır ağır:

"Tuhaf!" dedi. "Ne demeye böyle çırpınıp duruyorum? Bütün bu bağırış çağırışlar ne için? Kiminle istiyorsan, evlen!"

Kendi kendine konuşur gibi söylemişti bu sözleri, ama yüksek sesle söylemişti; şaşırmış gibi bir süre kızkardeşine bakakalmıştı.

Yüzünde aynı şaşkınlık anlatımıyla sonunda mektubu açtı; ağır ağır, dikkatle okumaya başladı. Iki kez okudu. Pulheriya Aleksandrövna son derece tedirgindi; yalnız o değil, herkes bir şeyler bekler gibiydi.

"Şaşılacak şey doğrusu..." dedi özel olarak kimseye seslenmeden; küçük bir duraksamadan sonra mektubu annesine verdi. "Davalara giriyor, avukat konuşması da... Havalı, ama nasıl da cahilce yazıyor!"

Herkes oturduğu yerde kıpırdandı; bu hiç beklemedikleri bir şeydi.

284

Razumihin kesik kesik:



"Hepsi böyle yazar onların", dedi.

"Sen de okudun mu?"

"Evet."

Pulheriya Aleksandrövna, utanmış.

"Biz gösterdik Rodyacığım", dedi, "bu sabah danışmak istedik..."

Razumihin onun sözünü kesti:

"Mahkeme ağzı... Mahkeme kağıtları hâlâ hep böyle yazılır..."

"Mahkeme ağzı mı? Evet tam da öyle... Ne pek öyle cahilce, ne de fazla edebi... Işadamı ağzı!"

Ağabeyinin takındığı bu yeni tavırdan biraz alınan Avdotya Romanovna:

"Pyotr Petroviç de gizlemiyor iyi bir öğrenim görmediğini", dedi, "hatta kendi kendini yetiştirmiş olduğu için, övünüyor."

"Eğer övünüyorsa, haksız sayılmaz. Zaten ben de buna karşı çıkıyor değilim. Ama sen, kardeşim, koca mektuptan dura dura yalnız biçem konusu üzerinde durduğum ve böyle sudan görüşler ileri sürdüğüm için sanırım bana kızdın; böyle ıvır zıvır şeylerden söz etmemi de, sırf seni kızdırmak istememle açıklıyorsundur... Ama değil. Biçem konusunda şu anda hiç de gereksiz sayılmayacak bir şey geldi aklıma: "Suçu kendinizde aramanız" diye bir cümlesi var. Özellikle konulmuş, açık, anlamlı bir cümle... Bir de gözdağı var, ben gelirsem, kalkıp gidecekmiş... Bu gözdağının, eğer uysallıkla sözlerini dinlemezseniz, üstelik de sizleri tâ buraya, Petersburg'a kadar çağırmışken, ikinizi de bir başınıza bırakacağı korkutmasından bir farkı var mı? Lujin'i yazdığı bu sözleri, diyelim şu adam yazsaydı (başıyla Razumihin'i gösterdi), ya da Zosimov yazsaydı, ya da içimizden herhangi biri yazsaydı, yine böyle kızabilir miydik?"

Duneçka canlanarak:

Hayır", dedi, bu düşüncelerin son derece safça dile getirildiğini ve Pyotr Petroviç'in belki de yazma konusunda bir usta olmadığını çok iyi anlamış bulunuyorum. Düşüncelerine hak veriyorum. Oysa ben sanıyordum ki..."

285


"Mahkeme ağzıyla yazılmış. Mahkeme ağzıyla da başka türlü yazmak mümkün değildir. Belki onun istediğinden biraz daha kaba olmuş... Aslında, sanırım, seni biraz hayal kırıklığına uğratacağım: bu mektupta bir şey daha var, bir karaçalma... Üstelik de epey alçakça... Ben dün paraları veremli bir kadına, zavallı bir dula, "cenaze masrafı bahanesiyle" değil, düpedüz cenaze masrafı olarak verdim. Sonra, yine onun yazdığı gibi, "uygunsuz yoldaki kızına" değil, (ki kızı ömrümde ilk kez o gün, orada görüyordum), doğrudan doğruya dul kadının kendine verdim. Ben bütün bunlardan, bana karaçalmak ve sizinle aramı açmak gibi fazla acelece bir istek görüyorum. Tabii yine mahkeme ağzıyla, yani amacını biraz fazlaca açığa vuran bir ağız ve fazla saf bir acelecilikle... Akıllı bir adam, ama akıllıca davranabilmek için yalnızca akıl yetmiyor. Bütün bunlar bize onun portresini çiziyor... Ve ben... onun sana fazlaca değer verdiğini sanmıyorum. Bunları sana öğüt olsun diye söylüyorum, çünkü içtenlikle senin iyiliğini istiyorum..."

Dünya karşılık vermedi, kararını tâ ne zaman vermişti o, hele bir akşam olsundu...

Oğlunun sözlerine birdenbire sinen bu resmi tondan tedirginliği daha da artan Pulheriya Aleksandrovna:

"Peki, senin kararın ne Rodya?" diye sordu.

"Ne, 'karar'ı?"

"Pyotr Petroviç senin gelmemeni, gelirsen kendisinin gideceğini yazıyor... Bu durumda sen...nasıl davranacaksın?"

"Bu konuda karar vermek bana düşmez. Eğer Pyotr Petroviç'in isteğini aşağılatıcı bulmuyorsanız, ilkin size düşer, sonra yine bu isteği aşağılatıcı bulmuyorsa, Dunya'ya düşer..." Durdu, kupkuru bir sesle ekledi. "Bana gelince, sizin için en uygunu nasılsa, öyle davranırım."

"Duneçka kararını verdi bile", dedi Pulheriya Aleksandrovna çabuk çabuk. "Ben de tümüyle ona katılıyorum."

"Bizdeki bu görüşmede senin de ne olursa olsun bulunmanı rica etmeye karar vermiştim Rodya", dedi Dünya. "Bu konuda çok ısrarlıyım. Gelecek misin?"

286


"Geleceğim."

Dünya, Razumihin'e dönerek:

"Akşam saat sekizde sizin de bizde bulunmanızı rica edeceğim" dedi. "Anne, ben onu da çağırıyorum."

"Çok güzel yapıyorsun Duneçka! Nasıl karar verdiyseniz, öyle olsun! Doğrusu çok hafifledim; yalandan, yapmacıktan hiç hoşlanmam... Gerçeği olduğu gibi söylememiz çok daha iyi olacak... Şimdi artık ister gücen, ister gücenme Pyotr Petroviç!"

IV

Bu sırada kapı usulca açıldı ve odaya ürkek ürkek çevresine bakınarak genç bir kız girdi. Hepsi birden şaşkınlıkla ve ilgiyle ona döndüler. Raskolnikov önce tanıyamadı kızı. Sonya Semyonovna Marmeladova idi bu. Dün kendisini ilk kez gördüğünde, ortam öyle bir ortamdı, koşullar öyleydi ki, hatta kızın üstünde öyle bir elbise vardı ki, belleğinde bambaşka bir yüzün hayali kalmıştı. Şu anda karsısında duransa, gösterişsiz, hatta yoksulca giyimli, çok genç, nerdeyse bir kız çocuğunu andıran genç bir kızdı. Davranışları ince, gösterişten uzaktı. Tertemiz yüzünde hafif korku izi vardı. Çok sade, gündelik bir elbiseyle, modası geçmiş, eski bir şapka giymişti. Yalnız, elinde yine o şemsiyesi vardı. Birdenbire kalabalık bir odayla karşılaşınca, utanmanın da ötesinde büsbütün şaşırdı, küçük bir çocuk gibi ürktü, hatta gerisin geri odadan çıkmaya davrandı.



"Ah, siz misiniz!" dedi Raskolnikov büyük bir şaşkınlıkla, sonra kendisi de utandı.

, Birden annesiyle kızkardeşinin, Lujin'in mektubundan "uygunsuz" bir kız üzerine bir şeyler bildiklerini hatırladı. Daha Şimdi Lujin'in karaçalmalarına karşı çıkmış, kızı ilk kez o gün gördüğünü söylemişti, oysa şu anda kız birdenbire odasına giriyordu. Öte yandan, "uygunsuz yolda" ifadesine hiç karşı çıkmadığı aklına geldi. Bütün bunlar bulanık bir biçimde ve bir anda gelip geçmişti kafasından. Ama dikkatlice bakınca kızcağızın acınası bir durumda olduğunu gördü, öylesine acınasıydı ki hali,

287

Raskolnikov'un yüreği sızladı. Hele kızın korkudan gerileyip odadan çıkacak gibi olduğunu görünce, bir anda sanki altüst oldu.



"Sizi hiç beklemiyordum", dedi, gözleriyle onu durdurmaya çalışarak. " Lütfen oturmaz mısınız? Herhalde Katerina İvanovna gönderdi sizi... Oraya değil, lütfen, şuraya buyrun..."

Sonya içeri girdiği sırada odadaki üç iskemleden, kapının hemen yanındakinde oturmakta olan Razumihin, kızın içeri girebilmesi için yerinden hafifçe doğrulmuştu. Raskolnikov kıza Önce divanda Zosimov'un oturduğu yeri göstermişti, aynı zamanda yatak olarak kullandığı divanın biraz fazla samimi olabileceğini unutmuştu, sonra hemen Razumihin'in iskemlesini gösterdi.

"Sen de şuraya otur", dedi Razumihin'e, Zosimov'un yerini göstererek.

Sonya korkudan titrercesine oturdu, sonra ürkek ürkek iki kadına baktı. Nasıl olup da bunlarla aynı odada oturabildiğine şaşıyor gibiydi. Bu düşünceyle birden öylesine ürktü ki, hemen ayağa kalktı, doğruca Raskolnikov'a dönerek:

"Ben... size... şöyle, bir dakika için uğramıştım..." diye kekeledi. "Rahatsız ettiğim için, bağışlayın. Katerina İvanovna gönderdi beni, başka kimsesi yoktu gönderecek... Katerina İvanovna yarın sabah bize öğle yemeğine... yani, yarın sabah Mitrofan kilisesinde yapılacak sabah duasına, sonra da bize... yani ona, öğle yemeğine buyurmanızı rica etmemi istedi benden... Bu onuru bizden esirgememenizi!... size iletmemi emretti." Sonra kekeleyerek sustu.

Raskolnikov hafifçe yerinden doğruldu, o da kekeleyerek: "Muhakkak... muhakkak gelmeye çalışacağım..." dedi; sözlerini tamamlayamamıştı. "Lütfen oturur musunuz, sizinle konuşmam gerek. Bilmiyorum, belki de aceleniz var, lütfedip bana iki dakikanızı verebilir misiniz?.."

Kıza sandalyesini gösterdi; Sonya yeniden oturdu, sonra yeniden ürkek, şaşkın bakışlarla iki kadına şöyle bir göz attı, bakışlarını yere indirdi.

Raskolnikov'un solgun yüzü kıpkırmızı kesilmişti, altüst olmuş gibiydi, gözleri alev alev yanıyordu. Sert ve karşı konulmaz bir tavırla:

"Bu, anneciğim", dedi, "dün gece gözümün önünde bir arabanın altında kalarak ölen zavallı Marmeladov'un kızı Sonya Semyonovna Marmeladova'dır... Kendisinden size söz etmiştim..."

Pulheriya Aleksandrovna, Sonya'ya baktı, hafifçe gözlerim kırpıştırdı. Rodya'nın ısrarlı ve meydan okuyucu bakışlarından duyduğu şaşkınlığa rağmen, kendisini bu zevkten mahrum edememişti. Duneçka'ya gelince, gözlerini zavallı kızcağızın üzerine dikmiş, şaşkınlıkla ama büyük bir ciddiyetle ona bakıyordu. Sonya, Raskolnikov'un kendisini tanıtma sözleri üzerine gözlerini yerden kaldırmak istediyse de, eskisinden daha çok utandı.

Raskolnikov kıza dönerek, çabuk çabuk.

"Bugünkü işleri soracaktım size..." dedi. "Kimse rahatsız etmedi ya sizi? Polis, örneğin..."

• "Hayır, bir terslik olmadı... Zaten ölümün neden olduğu apaçık ortada... Kimse rahatsız etmedi... Yalnız apartman komşularının biraz canları sıkıldı."

"Niçin?"


"Cenaze uzun süre kalıyor diye... Havalar sıcak... koku... Bugün akşam duasından sonra mezarlığa götürülecek, yarına kadar da mezarlık kilisesinde kalacak. Katerina İvanovna önce razı olmadı, ama başka çaresi olmadığını görünce..."

"Demek bugün kaldırılıyor?"

"Katerina İvanovna, yarın kilisedeki töreni onurlandırmanızı, sonra da eve, yas yemeğine buyurmanızı rica ediyor."

"Yas yemeği mi veriyor Katerina İvanovna?"

"Evet, kahvaltı gibi bir şey... Dünkü yardımınız için size teşekkür etmemi söyledi... Sakın unutma, dedi... Siz olmasaydınız, hiçbir şey yapamazdık, cenazeyi bile gömdüremezdik." Birden hem dudağı, hem çenesi titremeye başladı, ama kendini tuttu ve yeniden gözlerini yere indirdi.

288


289

Konuşurken Raskölnikov onu dikkatle incelemişti. Son derece zayıf, solgun bir yüzü vardı; burnu küçücük ve sivriydi, çenesi de öyle... Çizgileri pek de düzgün olmayan bir yüzdü bu. Güzel bile denemezdi bu yüze. Ama mavi gözleri öylesine aydınlık, hele canlılıkla baktığı zaman yüzü öylesine güzel ve temizdi ki, insanı ister istemez kendine çekiyordu. Sonra bu yüzde, yalnız yüzde de değil, kızın bütün görünüşünde, insanın son derece ilgisini çeken bir özellik vardı; onsekiz yaşında olmasına karşın, neredeyse bir kız çocuğu gibi görünüyordu; hatta bu durum onun kimi hareketlerinde gülünç bir biçimde kendini gösteriyordu.

Raskolnikov konuşmayı sürdürmekte direterek:


Yüklə 2,26 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   18   19   20   21   22   23   24   25   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin