Dünya klasikleri : 13



Yüklə 9,99 Mb.
səhifə79/150
tarix18.06.2018
ölçüsü9,99 Mb.
#54169
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   150
Eve, istasyona döndüğü vakit, yüzü kâğıt gibi bembeyaz-
KARAMAZOV KARDEŞLER
105
di. Ertesi günü kendisine sinirden hafif bir nöbet geldi, ama çok neşeli, sevinçli ve memnundu. Olay hemen değil, ana oğul artık kente döndükten sonra duyuldu. Hatta dedikodusu Pro-gimnazyaC) müdürlüğüne kadar geldi. Ama Kolya'nın annesi hemen müdürlüğe koştu ve oğlu için yalvarıp yakarmaya başladı, sonunda da herkesin saygı duyduğu ve sözü geçen bir öğretmen olan Dardanelov'un çocuğu savunmasını, onun için ricada bulunmasını sağladı. Böylece işi sanki hiç olmamış gibi hasır altı ettiler.
Bu Dardanelov, bekârdı ve yaşlı değildi. Bundan başka yıllardır garip bir şekilde bayan Krasotkina'ya âşıktı. Hatta bir yıl kadar önce çok saygılı bir tavırla ve çekingenlikten, nezaketinden yüreği ağzına gelerek ona evlenme teklif etmek cesaretinde bile bulunmuştu. Ama bayan Krasotkina bunu kabul etmenin oğluna ihanet sayılacağını düşünerek, kesin bir şekilde reddetmişti. Bununla birlikte, Dardanelov, bazı gizli belirtilerden o güzel, ama aşırı derecede temiz yürekli ve şefkatli dulun kendisinden hiç de nefret etmediğini hissederek umuda kapılmak hakkını kendisinde bulabilirdi.
Kolya'nın çılgınca yaramazlığı galiba aradaki soğukluğu kaldırmış ve Dardanelov'a çocuğu savunduğu için, çok belirsiz bir şekilde olmakla birlikte bir umut besliyebileceği ima edilmişti. Ama Dardanelov'un kendisi de şaşılacak bir temiz yüreklilik ve kibarlık örneği idi. Bu yüzden de şimdilik tam anlamıyla mutlu olması için, bu kadarı ona yetiyordu.
Çocuğu severdi. Bununla birlikte onun sevgisini kazanmağa çalışmayı kendisi için küçültücü bir şey sayıyor, bu yüzden de sınıfta Kolya'ya karşı sert ve titiz davranıyordu. Ama Kolya da kendisi ile onun arasında bir mesafe bırakıyor, saygı gösteriyor, derslerini üstün başarı ile yapıyordu. Sınıfta ikinciydi. Dardanelov'a karşı da soğuk davranıyor ve tüm sınıf özellikle evren tarihi konusunda Kolya'nın Dardanelov'u bile «bastıracak kadar» kuvvetli olduğuna inanıyordu.
Gerçekten de Kolya, ona sınıfta «Truva'yı kim kurdu?» diye sormuştu. Dardanelov bu soruya karşılık verirken genel olarak milletlerin uygarlığından, oradan oraya akın ve göç et-melerinden, bunların çağların derinliklerinde kaybolmuş şey-fcr olduğundan, efsanelerden söz etmiş ama Truva'nın kimin
(*)  Orta  öğrenim!  sağlayan  Gimnazya'ya  hazırlayıcı  okul.106
KARAMAZOV KARDEŞLER
KARAMAZOV  KARDEŞLER
107
tarafından, yani hangi kişiler tarafından kurulmuş olduğunu söyleyememiş, hatta bu soruyu boş, hiç bir anlamı olmayan bir soru saymıştı. Ama çocuklar kesin olarak Dardanelov'un Tru-va'yı kimlerin kurmuş olduğunu bilmediği kanısına varmış, bu kanıları da değişmemişti. Kolya ise Truva'yı kimlerin kurduğunu, babasının ölümünden sonra kalan kitap dolu dolapta bulunan Smaragdov'un tarihinden öğrenmişti. İşin sonunda herkes, hatta çocuklar bile Truva'yı kim kurdu diye merak etmeye başladı. Ama Krasotkin sırrını açmadı ve «bilgili bir çocuk» olarak ünü hiç sarsılmadı.
Demiryolundaki olaydan sonra Kolya'nın annesine karşı olan ilişkilerinde belirsiz bir değişiklik olmuştu. Anna Fiyo-dorovna (dul bayan Krasotkina) oğlunun «başarısını» öğrendiği vakit az kalsın aklını kaçıracaktı. Bazen birkaç gün süren öyle korkunç isteri krizleri geçiriyordu ki, artık ciddî olarak korkuya kapılan Kolya ona bir daha böyle yaramazlıkların hiç bir zaman olmayacağını söyliyerek şerefinin üzerine söz verdi. Bayan Krasotkina'nın istediği gibi tasvirin önünde diz çökerek ölen babasının adına yemin etmişti. Bunu yaparken de o «gözünü budaktan esirgemeyen» Kolya da «duygulandığı için» tıpkı altı yasında bir çocuk gibi ağlamağa başlamıştı. O gün sabahtan aksama kadar ana oğul sık sık birbirlerini kucaklayarak içleri yana yana gözyaşı döktüler.
Ertesi günü, Kolya gene eskisi gibi «duygusuz» bir çocuk ola -rak uyandı. Bununla birlikte daha sessiz, daha ağırbaşlı, daha ciddî ve daha düşünceli olmuştu. Gerçi bir buçuk ay kadar sonra gene yaramazlık ederken az kalsın yakalanıyordu. Hatta bu yüzden adını bizim sulh yargıcımız bile işitti. Ama bu artık bambaşka bir çeşit yaramazlıktı. Gülünç ve budalaca bir şeydi. Zaten sonradan öğrenildiğine göre, bu yaramazlığı kendisi de yapmamıştı. Sadece o işe karışmıştı. Ama bundan, bir fırsatını bulup daha sonra söz edeceğiz.
Kolya'nın annesi tiril tiril titremeye ve üzülmeye devam ediyordu. Dardanelov ise genç kadın endişe duydukça daha çok umutlanıyordu. Bu arada şunu söylemek gerekir ki, Kolya bu bakımdan Dardanelov'un durumunu anlıyor ve neler duyduğunu seziyordu. Tabiî bu «duyguları» yüzünden ondan nefret ediyordu. Hatta daha eskiden bu nefretini annesinin önünde açıklayarak Dardanelov'un amacının ne olduğunu anladığını ima etmek nezaketsizliğini bile gösteriyordu. Ama demiryo-
lu olayından sonra bu bakımdan da tutumunu değiştirdi. Artık çok uzaktan bile imalar yapmayı doğru bulmuyordu ve annesinin yanında Dardanelov'dan daha saygılı bir şekilde söz etmeye başladı. Duygulu bir kadın olan Anna Fiyodorovna, bunu hemen ve yüreğinde derin bir minnet duyarak anlamıştı. Ama buna karşılık, herhangi bir yabancı misafir bile elinde olmayarak Dardanelov hakkında en küçük bir söz söylediği vakit, odada Kolya varsa, birden utancından yanakları gül gibi al al oluyordu. Kolya ise böyle anlarda ya kaşlarını çatarak pencereden dışarı bakar, ya acaba çizmeleri boya ister mi, diye onları gözden geçirir, ya da var kuvveti ile kıvırcık tüylü, oldukça iri ve cins olmayan «Çıngırak> adlı köpeğini çağırırdı. Bu köpeği bir ay kadar önce bir yerden bulup eve getirmişti. Nedense onu içerde gizli tutuyor, hiç bir arkadaşına göstermiyordu. Hayvana çeşitli oyunlar ve marifetler öğreterek fena halde eziyet ederdi. Zavallı köpeği öyle bir hale getirmişti ki, okula gitmek için evden ayrıldığı vakit, hayvan uluyup duruyor, döndüğü zaman ise sevincinden deli gibi kendini oraya buraya atıyor, ard ayakları üzerinde kalkıyor, kendini yere atarak ölü gibi yatıyor ve buna benzer şeyler yapıyordu. Sözün kısası, kendisine öğretilen ne varsa, hepsini birden ve artık emir üzerine değil de, sadece heyecandan ve minnet dolu, seven yüreğinden öyle geldiği için yapıyordu. Bu arada şunu söylemeyi unuttum: Kolya Krasotkin; artık okuyucunun tanıdığı İlyuşa'nın, emekli yüzbaşı Snegirev'in oğlu İlyuşa'nın, öğrencilerin «hamam lifi» diyerek alay ettikleri babasını savunurken kalçasından çakı ile yaralandığı çocuktu.
MİNİKLER
Böylece o soğuk, ve karlı kasım sabahı. Kolya Krasotkin evde oturuyordu. Günlerden pazardı ve okul yoktu. Ama saat on birdi, Kolya'nın ise «çok önemli olan bir iş için» muhakkak evden çıkması gerekiyordu. Oysa o sırada evde tek başına ve kesinlikle herşeye bakabilecek tek kişi olarak kalmıştı. Çünkü evin büyükleri birden meydana gelen acele ve çok garip bir108
KARAMAZOV KARDEŞLER
durum yüzünden çıkıp gitmişlerdi. Dul bayan Krasotkina'nın oturduğu dairenin karşısında, sofanın öbür tarafında, iki küçük odası olan kiralık bir tek daire vardı. Bu daireyi iki küçük çocuğu olan bir doktorun karısı kiralamıştı.
Bu doktorun karısı Anna Fiyodorovna'nın çok iyi bir arkadaşıydı. Doktorun kendisi ise bir yıl kadar önce Orenburg'a. ondan sonra da Taşkent'e gitmişti ve altı aydır kendisinden hiç bir haber yoktu. Denilebilir ki, eğer üzüntüsünü biraz olsun yumuşatan bayan Krasotkina'nın arkadaşlığı olmasaydı, doktorun karısı muhakkak derdinden ölürdü. İşte kaderin indirdiği tüm darbelerin üzerine tüy diker gibi, o cumartesiyi pazara bağlıyan gece, doktorun karısının tek hizmetçisi Ka-terina, birden hiç beklenmedik şekilde hanımına sabahleyin bir bebek dünyaya getirmek niyetinde olduğunu açıkladı. Nasıl olmuş da daha önceden hiç kimse bunu farketmemişti. Bu herkes için hemen hemen bilmece gibi bir şeydi.
Şaşkınlık içinde kalan doktorun karısı, daha vakit varken Katerina'yı bizim kentte «ebe nine»nin evinde bu gibi olaylar için açılmış olan özel bir kuruma götürmeğe karar verdi. Bu hizmetçisine çok değer veriyordu, onun için hemen planını yerine getirdi. Kadını oraya götürdü, üstelik kendisi de onun yanında kaldı. Sonra sabahleyin her nedense bayan Krasotkina'nın dostça desteğine ve yardımına ihtiyaç duyuldu; böyle bir olayda birine ricalarda bulunabilir ve bazen yardımlar sağlıyabilirdi. Bu yüzden her iki kadın da evden ayrılmış, bayan Krasotkina'nın kendi hizmetçisi köylü kadını Agafya ise pazara gitmişti. Kolya da bir zaman için doktorun karısının evde yalnız kalan «miniklerine» yani oğlu ile kızına bekçilik etmek ve evi beklemek zorunda kalmıştı.
Kolya evi beklemekten korkmuyordu. Zaten yanında bankın altında «hiç kımıldamadan» yatması emredilen Çıngırak da vardı. Hayvan odadan odaya dolaşan Kolya'nın her hole girişinde irkilerek başını kaldırıyor, efendisinden işaret bek-liyormus gibi kuyruğu ile bir iki kez yere vuruyor, ama ne yazık ki ıslık sesi bir türlü duyulmuyordu. Kolya, tehdit edici bir tavırla zavallı köpeğe bir göz atıyor, o da gene söz dinll-yerek dona kalmış gibi hareketsiz kalıyordu.
Kolya'yı endişelendiren tek şey «miniklerdi». Katerina'nın durup dururken başına gelen bu maceraya tabii derin bir tiksintiyle bakıyordu. Ama babasız kalmış «minikler»! çok sevl-
 
109
yordu. Onlara bir çocuk kitabı götürmüştü bile. Yaşı daha büyük olan sekiz yaşındaki Nastya, okumasını biliyordu, küçük oğlan yedi yaşındaki Kostya ise ablası ona masal okurken dinlemeye bayılırdı. Tabiî Krasotkin, çocukları daha ilginç şeylerle, yani ikisini yanyana koyup onlarla askerlik oyunu, ya da tüm evde saklambaç oynamakla avutabilirdi. Bunu daha önce de birkaç kez yapmıştı ve bundan kaçınmıyordu. O kadar ki bir gün sınıfta Krasotkin'in evde kiracısının küçük çocukları ile arabacılık oynadığı arabaya koşulu bir at gibi zıplayarak başını eğdiği dedikodusu ağızdan ağıza yayılmıştı. Ama Krasotkin gururlu bir tavırla bu suçlamaya karşı koymuş, kendi yaşıtları ile on üç yaşındaki çocuklarla gerçekten «çağımızda» arabacılık oynamanın ayıp sayılabileceğini, ama kendisinin bunu «miniklerin» hatırı için, onlar; sevdiğinden ötürü yaptığını, duygularının hesabını ise kimseye vermek zorunda olmadığım söylemişti.
Buna karşılık, her iki «minik» de onu taparcasına seviyorlardı. Ama o sırada, oyun düşünecek durumda değildi. Kendisini çok önemli, hatta bir bakıma esrarengiz bir iş bekliyordu. Oysa, bu arada zaman akıp gidiyor, çocukları bırakabileceği Agafya ise bir türlü pazardan dönmüyordu. Birkaç kez sofanın öbür tarafına geçerek doktorun karısının daire kapısını açmış ve verdiği emir üzerine oturup kitap okuyan «miniklere» bakmıştı. Onlar da her seferinde, Kolya kapıyı açar açmaz belki içeri girer de çok güzel ve eğlenceli bir şey yapar diye bekliyerek hiç konuşmadan neşeli neşeli gülüm-süyorlardı.
Ama Kolya'nın içinde bir huzursuzluk vardı, bu yüzden içeri girmiyordu. Sonunda saat on biri çaldı. O zaman Kolya, kesin olarak, eğer o «Allahın belâsı» Agafya on dakikaya kadar dönmezse, onu beklemeden evden çıkmaya karar verdi. Tabiî çıkmadan önce «miniklerden» korkmıyacaklarına, yaramazlık etmiyeceklerine ve korkudan ağlamıyacaklarma dair söz alacaktı. Bu düşünce ile sırtına yakası bir çeşit kunduz kürkünden yapılmış, pamuklu kışlık paltosunu giydi, çantasını omuzuna aldı ve annesinin daha önce kaç kez «bu soğukta» dışarıya çıkarken her zaman ayağına lâstiklerini geçirmesini söyleyip durmasına rağmen sadece onlara sofadan geçerken yukardan bakmakla yetindi ve dışarıya yalnız Bağında çizme ile çıktı.110
KARAMAZOV KARDEŞLER
Çıngırak, Kolya'nın giyinmiş olduğunu görünce sinirli sinirli tüm vücudunu titreterek kuyruğu ile döşemeyi şiddetle dövmeğe başladı. Hatta kendine acındırmak için ulur gibi bir ses çıkardı. Ama Kolya, köpeğinin bu kadar hevesli olduğunu görünce, bunun «disipline zarar verdiğini» düşündü ve hiç olmazsa bir dakika kadar onu bankın altında tuttu. Artık sofanın kapısını açtığı sırada birden ıslık çaldı.
Köpek deli gibi fırladı, çocuğun önünde sevinçten zıplamaya başladı. Kolya, sofadan geçerek «miniklerin» oturduğu dairenin kapısını açtı. İkisi de masada oturuyor, ama kitap okumuyor, aralarında heyecanlı heyecanlı bir şeyler tartışıyorlardı. Bu çocuklar sık sık hayatın çeşitli konularında tartışırlardı. Bu arada Nastya yaşça daha büyük olarak daima baskın çıkardı; Kostya ise ablasiyle anlaşamadığı zamanlarda daima Kolya Krasotkin'e gidip onun hakemlik etmesini ister ve artık o nasıl karar verirse, her iki taraf da onu tartışmasız bir şey olarak kabul ederlerdi. Bu sefer «miniklerin» tartışması Krasotkin'i oldukça ilgilendirdi. Bu yüzden kapıda durup onları dinledi. Çocuklar Kolya'nın kendilerini dinlediğini görünce, tartışmalarına daha büyük bir şiddetle devam ettiler.
Nastya:
—  «Ben, «ebe ninelerin» çocukları bostanda, lahana kümeslerinin arasında bulduklarına hiç bir zaman, hiç bir zaman  inanmam!  diyordu.  Şimdi artık kış!  Bostanlarda  öyle kümeler filân da yok. Bu yüzden, «ebe nine» Katerina'ya bir kız çocuk getiremez.
Kolya kendi  kendine:
— füüt! diye bir ıslık çaldı.
—  Yani  senin  anlıyacağm,  şöyle  oluyor:  Bebekleri bir yerden alıp getiriyorlar, ama yalnız evlenenlere veriyorlar.
Kostya ısrarla Nastya'ya bakıyor, düşünceli düşünceli sözlerini dinliyor, zihninde bir şeyler tasarlıyordu. Sonunda heyecanlanmadan kesin bir tavırla:
— Sen ne aptalsın Nastya! dedi. Katerina'nın hiç çocuğu olabilir mi? Madem ki evli değil.
Nastya, fena halde heyecanlandı. Sinirli sinirli:
— Sen bir şey anlamıyorsun, diye sözünü kesti. Belki de kocası vardı, ama şimdi cezaevindedir. O da doğurdu işte.
Her şeyin esasını arayan Kostya, çok ciddî bir tavırla:
— Kocası cezaevinde mi onun? diye sordu.
KARAMAZOV KARDEŞLER
111
Nastya ilk ileri sürdüğü düşünceden vaz geçip onu hemen unutarak:
— Ya da şöyle olabilir, diye birden, tekrar kardeşinin sözünü kesti. Katerina'nın kocası yok, haklısın. Ama belki evlenmek  istiyor  ve  hep bunu düşünüyordu. Belki hep  bunu kuruyordu. İşte o kadar düşündü ki, sonunda kocası değil de çocuğu oldu.
Artık büsbütün yenilgiyi kabul eden Kostya:
— Ya, demek öyle ha? dedi. Ama sen bunu bana daha önce söylemedin ki! Ben bunu nereden bilebilirdim?
Kolya, birden odalarına girerek:
— Eee, çocuklar. Görüyorum ki, tehlikeli bir milletsiniz siz!
Kostya gülümseyerek:
—  Çıngırak yanınızda mı?  diye sordu  ve  parmaklarını şıkırdatarak Çıngırağı çağırmaya başladı.
Krasotkin, çok ciddî bir tavırla:
— Minikler, bir müşkülüm var, bana yardım eder misiniz? Agafya muhakkak ayağını kırmıştır, çünkü hâlâ dönmedi. Artık bu belli bir şey. Oysa benim muhakkak dışarı çıkmam gerekiyor. Gitmeme izin verip, benî bırakır mısınız?
Çocuklar düşünceli bir tavırla bakıştılar. Gülümsiyen yüzlerinde bir endişe belirdi. Bununla birlikte daha kendilerinden ne istendiğini anlamıyorlardı.
— Ben yokken yaramazlık etmezsiniz değil mi? Dolabın üzerine çıkmazsınız, ayaklarınızı kırmazsınız değil mi? Yalnız kaldığınız için korkudan ağlamıyacaksınız değil mi?
Çocukların yüzlerinde büyük bir üzüntü belirdi.
— Bunları yapmazsanız size öyle bir şey gösteririm ki! Küçümencik madenî bir top gösteririm. Sahici barutla ateş eden mini mini bir top.
Çocukların yüzü hemen aydınlandı. Kostya yüzü ışık sa-Çarak:
—  Ne  olur, topu gösterin, dedi.
Krasotkin elini çantasına soktu ve içinden küçük bronz bir top çıkararak onu masanın üzerine koydu.
— Gösteriyorum işte. Bak, tekerleri de var. Oyuncak  topu masanın üzerinde gezdirdi:
—  Bununla ateş edilebilir. İçi saçma ile doldurulur ve ateş edilir.
L112
KARAMAZOV  KARDEŞLER
— Peki bu top insanı öldürür mü?
— Öldürür ya! Yalnız iyice nişan almalı.
Krasotkin bunu söyledikten sonra barutun nereye konulacağını, saçmanın nereye yerleştirileceğini ve top ağzı olarak kullanılan küçük deliği gösterdi, ayrıca «geri tepme» diye bir şey olduğunu anlattı. Çocuklar büyük bir merakla dinliyorlardı. Özellikle «geri tepme» diye bir şey olması hayallerini etkilemişti.
Nastya:
— Peki, sizde barut var mı? diye sordu.
—  Var.
Nastya ışıl ışıl bir gülümseyişle:
— Barutu da gösterin ne olur!  diye sözleri uzata »uzata yalvardı.
Krasotkin elini gene çantasına daldırdı ve içinde gerçekten biraz barut bulunan bir şişe çıkardı. Katlanmış bir kâğıdın içinde ise bir kaç saçma vardı. Kolya, çocuklarda bir etki yapsın diye şişeyi de açtı ve avucuna biraz barut döktü:
— Aman bir yerde ateş olmasın, yoksa öyle bir patlar ki, hepimizi parçalar.
Çocuklar, baruta büyük bir merakla bakıyor, bu zevklerini daha 'da arttırıyordu. Ama saçma Kostya'nın daha çok hoşuna gitti.
— Saçma da yanar mı? diye sordu.
— Saçma yanmaz.
Kostya yalvaran incecik bir sesle:
— Ne olur bana bir parçacık saçma hediye edin, dedi.
— Peki saçma da hediye edeyim. Al bakalım. Ama bunu verdiğimi annene söyleme, ben  geri gelinceye kadar. Yoksa bunun barut olduğunu  sanarak korkudan ödü  patlar.  Size de bir güzel dayak atar.
Nastya:
— Annem bize hiç dayak atmaz, dedi.
—  Biliyorum. Ben lâf olsun  diye söyledim. Annenizi de hiç bir zaman aldatmayın. Yalnız bu seferlik ben gelinceye kadar bir şey söylemeyin. Haydi söyleyin bakalım minikler, şimdi gidebilir  miyim?  Ben  yokken  korkudan  ağlamazsınız ya?
Kostya, artık ağlamaya hazır bir halde:
— Ağ... la... nz... diye söylendi.
KARAMAZOV KARDEŞLER
113
Nastya,  korkudan  sözleri  aceleyle  söyliyerek:
— Ağlarız, tabi ağlarız! diye onu destekledi.
—  Ah minikler, minikler. Sizin bu yaşlarınız ne kadar tehlikeli. Ama yapılacak bir şey yok, yavrularım. Madem öyle, sizinle kimbilir daha  ne  kadar  zaman oturmam gerekecek! Oysa zaman, zaman öyle geçiyor ki! Ah!...
Kostya:
— Çıngırağa emretsenize, ölü gibi yatsın!
— Evet başka çare yok, Çıngırağa da baş vurmak gerekecek. îci(*), Çıngırak!
Sonra Kolya köpeğe emirler vermeğe, o da tüm bildiklerini yapmağa başladı. Bu uzun tüylü, alelade bir sokak köpeği büyüklüğünde ve tüyleri eflâtuna yakın garip kül renginde bir köpekti. Sağ gözü şaşı idi, sol kulağı ise nedense kesikti. Tiz bir sesle havlıyor, zıplıyor, arka ayaklan üzerinde duruyor ve o pozda yürüyor, sırtüstü yatıp dört ayağını dikiyor, ölü gibi hareketsiz yatıyordu. Bu son yaptığı oyun sırasında kapı açıldı ve bayan Krasotkina'nın pazardan dönen şişman hizmetçisi, kırk yaşlarında, çiçek bozuğu bir kadın olan Agaf-ya, kolunda aldığı yiyeceklerle dolu bir kese kâğıdı ile eşikte göründü. Durdu, kese kâğıdını aşağı doğru sarkıtarak köpeğin yaptıklarına bakmağa başladı. Kolya, Agafya'yı bu kadar beklemesine rağmen, gösteriyi yarıda kesmedi ve Çıngırağı belirli bir süre ölüymüş gibi yatırdıktan sonra, sonunda onu ıslıkla çağırdı: Hayvan fırladı ve görevini yaptığı için sevinçten zıplamaya başladı.
Agafya hayretle:
— Amma da köpekmiş! dedi. Krasotkin tehdit edici bir tavırla:
— Söyle bakalım eksik etek, niye geciktin?
—  Hıh, eksik etekmiş!  Acemi çaylak sen de.
— Acemi çaylak mı?
Agafya, ocağın etrafında uğraşmaya koyularak:
— Acemi çaylaksın ya... Neden geciktiysem geciktim! Sana ne? Gecikmişsem, demek öyle gerekiyordu, diye söylendi.
Ama bunu hiç de kızgın ve öfkeli bir sesle söylememişti, aksine sanki o neşeli küçük beyle sohbet etmeye fırsat çıktı diye seviniyormuş gibi, memnun bir tavırla söylemişti.
(*)  Fransızca  "buraya gel' anlamına.114
 
KARAMAZOV KARDEŞLeR
115
Krasotkin divandan kalkarak:
— Dinle beni, bunak ihtiyar, diye söze başladı. Bana bu dünyada kutsal  olarak bildiğin ne varsa  hepsinin üzerine ve daha başka şeylerin üstüne, ben burada yokken, şu minik-lerden gözünü ayırmadan onlara bakacağına yemin edebilir misin? Ben dışarı çıkacağım.
Agafya gülerek:
— Ne diye yemin edeyim? Ben öyle de bakarım onlara, dedi.
— Hayır, bunu yapamazsan, «ruhum öbür dünyada selâmete ermesin» diye yemin etmezsen, olmaz.   Yoksa gitmem burdan.
— Gitme! Bana ne? Zaten dışarısı ayaz. Evde otur. Kolya çocuklara doğru döndü.
— Minikler, bu kadın, ben ya da anneniz gelinceye kadar yanınızda kalacak. Zaten annenizin artık çoktan dönmesi gerekiyor. Bundan başka size kahvaltı da verecek. Vereceksin değil mi Agafya?
— Olur veririm. Kolya:
—. Haydi Allahaısmarladık minikler, şimdi yüreğim rahat olarak gidiyorum, dedi.                                                 ».
Sonra Agafya'nın yanından geçerken alçak sesle ve ciddi ciddi:
— Sana gelince nine, inşallah onlara Katerina hakkında siz kadınların daima anlattığınız o saçmalıkları anlatmazsın! Daha çocuk olduklarını unutma. İçi, Çıngırak.
Agafya artık öfkeyle:
— Hay Allah cezanı versin! diye karşılık verdi. Ne bici» konuşuyorsun! Bunları söylediğin için, sana dayak atmalı! Dayak!
ııı                                 I
ÖĞRENCİ
Ama Kolya artık dinlemiyordu. Eninde sonunda gitmesi mümkün olmuştu. Kapıdan dışarı çıkınca, etrafına bakındı. omuzlarını bir ileri, bir geri hareket ettirdi «ayazmış!»
söylendikten sonra sokakta ilerledi ve sağa, yan sokağa sapıp oradan pazar meydanına gitti. Meydandaki evlerden birine yaşmadan önce kapıda durdu, cebinden bir düdük çıkardı ve sözleşilmiş bir işaret verir gibi, var gücü ile öttürdü. Bir dakikadan fazla beklemesine ihtiyaç kalmadı. Bahçe kapısından dışarıya, birden al yanaklı, on bir yaşlarında ve o da sıcacık, temiz hatta şık bir palto giymiş olan bir çocuk çıkıp ona doğru koştu.
Bu çocuk hazırlama sınıfında okuyan Smurov'du. (Oysa Kolya Krasotkin artık ondan iki sınıf yukardaydı.) Smurov, varlıklı bir memurun oğluydu ve annesi ile babası çılgınca yaramazlıklarıyla ün saldığı için galiba Krasotkin ile arkadaşlık etmesine izin vermiyorlardı. Bu yüzden Smurov, her halde o sırada evden gizli olarak çıkmıştı. Eğer okuyucu unut-madıysa, Smurov adındaki bu çocuk iki ay kadar önce hendeğin üzerinden îlyuşa'ya taş atan çocuklardan biriydi. İl-yuşa'nın durumunu Alyoşa Karamazov'a anlatan da oydu.
Smurov kararlı bir tavırla:
— Sizi tam bir saattir bekliyorum. Krasotkin, dedi. Sonra iki çocuk meydanda yürümeye başladılar.
Krasotkin:
—  Geç kaldım! diye karşılık verdi. Bazı durumlar oldu da ondan. Benimle birlikte olduğun için sana dayak atmazlar mı?
— Yok canım, ne münasebet? Beni dövüyorlar mı ki? Çın-da yanınıza aldınız, öyle mi?
— Evet, Çıngırak da yanımda!
—  Onu da mı oraya götüreceksiniz?
— Evet onu da götüreceğim.
—  Ah, «Böcek» olsaydı!
Böceği götüremem. Böcek yok oldu. Ortadan kayboldu.
nerede
g,
e olduğu bilinmiyor. Smurov birden durakladı.
şöyle yapılamaz mı... diye söylendi, îlyuşa, Böce-
tıpkı çıngırak gibi kıvırcık uzun tüylü, kül rengine çalan kirli bir renkte olduğunu söylüyor. Ona bunun «Böcek»
oldugunu söyliyemez miyiz? Belki de buna inanır, kimbilir? ögrenci!  Yalandan kaçın! Bu bir! İkincisi, iyilik et-etmek için bile olsa yalan söyleme. Sonra... işin asıl önemlisi,
geleceğimi haber vermedin ya?KARAMAZOV  KARDEŞLER
117
116
KARAMAZOV KARDEŞLER
— Allah korusun! Ben durumu anlamıyor muyum sanki? Ama Çıngırak ona teselli olmaz...
Smurov, bunu söylerken  içini  çekmişti:
—  Biliyor musun, babası, o yüzbaşı,  hani «hamam lifi, dedikleri var ya, işte o bize, bugün ona karaburunlu hakiki bir çoban köpeği yavrusu getireceğini söyledi. Bunu yapmakla İlyuşa'nın teselli bulacağını sanıyor,  ama bunu  başarır mı bilmem ki?
— Peki İlyuşa'nın kendisi nasıl?
—  Ah, kötü çok kötü! Öyle sanıyorum ki, verem var onda! Aklı başında, ama öyle garip soluk alıyor ki! Çok kötü bir soluk alması var. Dün ayağına çizmelerini giydirip kendisini gezdirsinler diye rica etti, yürüyecek oldu ama neredeyse düşüyordu. «Ah babacığım, sana daha önceden de bu eski çizmelerimin kötü olduğunu söylemiştim, eskiden de bunlarla hiç rahat yürüyemiyordum»  dedi. Çizmelerin kötülüğünden öyle durup durup düştüğünü sanıyordu. Oysa düpedüz gücü kalmadığı için öyle oluyordu. Herhalde  bir haftadan fazla yaşayamaz. Hertszenstube  bakıyor  ona. Şimdi  zengin  oldular Ellerinde çok para var.
— Alçaklar!
— Alçaklar dediğin kim?
— Doktorlar... Genel olarak tıpla kimin ilgisi varsa onlar. Ayrıca tabiî, özel olarak bu doktor. Ben tıp bilimini kabul etmiyorum. Gereksiz bir bilim dalı. Bununla birlikte bütün bunları bir gün inceleyeceğim. Hem nedir o romantikliğiniz söylesene ha? Galiba bütün sınıf birlik olup oraya gidiyor -muşsunuz öyle mi?

Yüklə 9,99 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   75   76   77   78   79   80   81   82   ...   150




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin