DÜŞÜNCE - İFADE HÜRRİYETİ ve DOĞRULARI SÖYLEMENİN ETİK SORUMLULUGU
Geçenlerde, bir şahısın (Dr. Perinçek) tarafından İsviçre aleyhine, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde bir dava açılmıştı; davanın konusu kişisel “jenosit” suçlamasını kabul etmediği için bunun İsviçre ve Fransa’da ceza verilmesi gereken suç olarak kabul etmesiydi. AİHM bu konuda şahıs lehinde karar vermiş, fakat bu karara konu devletler aynı mahkemenin Yüksek Divanı nezdinde itiraz etmişlerdi. AİHM’nin bu Yüksek Divanında görülen mahkeme safahatı ve dünyaca ünlü avukatların savunmaları, karşıt ciddî görüşleri aksettirmişti. Yüksek Divan’ın da eski kararı tasdik etmesine ve kesinleşmesine rağmen bu en yüksek merciin ilâmına rağmen dünya basınında, gazete, yayın, araştırma ve röportajlarda vs. bu kararın nakzeden birçok yayınlar çıkmaktadır.
Düşünce ve İfade hürriyetinin temel bir insan hakkı olduğu gerçeği tartışılamaz. Ancak bazı “devletlerin, şahısların, inançların v.s.” bu konuda “onların konu hakkındaki tefsirlerinin kabul edilmeyişi” nedeniyle, kişinin düşüncesini çıkardıkları “yasalar ile bir kamu suçuna” dönüştürmeleri tamamen saçmadır. Bazı mukaddes kitaplara göre, ölümden sonra da hayat, Kutsal Ruh, Tanrı, Havariler, cinsiyeti belirsiz Melekler, ressamların çizdiği cehennemler, peygamberler, günahlar, şehitleri seks ile mükâfatlandırmak, cennet v.s. vardır. Tapınaklara giderek, tercihlerine göre ibadet eden milyarla insan vardır ve bunun “tamamen bir kişi hakkı ve hürriyeti olduğu tartışılamaz”. Eğer on yedinci yüzyılı, otuz yıl savaşlarını Katolik ver Protestanlar arasındaki kan gölü savaşları, cadıların yakılışını, engizisyonların işkence ve ağır cezalarını hatırlarsak, şimdiki kuşaklar “görülmemiş, kanıtlanmamış Tanrı, yaradılış efsanesi, Âdem ile Havva vb için yalnız MÖ 6000 yılına dayalı ayinlerle ilgili veya günahı cezalandırmayı ifa eden ve bunları yetkili vekil ve uygulayıcı olarak tayin edenlerin baskısından… kurtuldukları için, şanslı sayılırılar.
Bazı Hıristiyanların yarıya yakını, elan yeniden doğuş ve sonraki hayata inanır;, çok şükür ki beş asır sonra bunlara inanmayış “cezalandırıcı suç olmaktan” çıktı. Fakat inanmayanlar “ateist, kâfir” v.b.” sıfatlarla yadırganırlar. Dünyada bu gün nüfusun yarsından fazlası, artık mukaddes kitaplarda Tanrı buyrukları cezalardan arınmış ve medeniyetleşmeye başlayan ülkeleri Fransa ve İsviçre gibi medeni ülkelerin yasalarını kopya etmeye başlamışlardır. Buna rağmen bazı siyasetçiler politik yarar v.b. etkenlerle, siyasi takdirlerini (jenosit) tasvip etmeyenleri, Avrupa Adalet Divanının (Dava T-346/03) açık kararını bilerek çiğnemektedirler. ( Mad. 19: Şunu ifade etmek yeterlidir ki, siyasi deklarasyonları içeren 1987 karar belgesi tamamen politik özlü olup, Parlamentolar tarafından her an değiştirilebilir. Bu nedenle gerek yazanlar gerekse üçüncü şahıs ve itiraz eden kurumlar nezdinde bağlayıcı hukukî neticeleri yoktur.)
Şimdi, Birleşmiş Milletlerin bu önemli “insan hakkını” nasıl tarif ettiğini görelim:
< Özel raportör, görüşünü şu şekilde tarif eder ve vurgular: herkesin öğrenme ve bilgi edinme hakkı vardır ve bu nedenle Devletlerin bu tür bilgilere erişimi sağlamak mecburiyeti vardır ve bu kapsama arşivlenmiş bilgi ve dönüşüm sistemleri, film, mikro fişler, elektronik depolama, video ve fotoğraflar dahildir, ancak 19’cu maddede yazılı Uluslar arası Antlaşma, Siyasi ve Sivil kısıtlamalar istisnadır…
Bilgi edinme hürriyeti, hukuksal ve icbar edilebilen bir hak olarak teminat altına alınmalı ve her ferdin, icra gücünün elindeki bilgi ve kayıtları elde etme hakkı olmalıdır. Bu hak, Devlete ait hukuksal ve yasama bölümleri ile kamu hizmetinde olan devlet kurumlarını, sahip olduğu şirketleri ve diğer benzer organları kapsayacaktır. >
Şimdi, kamuya ait bilgileri kişinin serbestçe edinme hakkına malik kişinin “yukarıdaki icra gücü” nezdinde ki durumunu “üst mercie” verilen fırsat veya hileyi görelim. Bu tarifte “üst güce sahip merciin”, kamuya yanlış bilgi vermesi halinde her hangi bir cezaiyi müeyyide görebiliyor musunuz?
Diğer bir ifade “bilgiyi gönüllü veya mecburiyet altında veren merci, kamuya tevlit edeceği zarar ve sonuçlarından mesul olmaksızın, dilediğini söylemekte, yazmakta serbesttir. Saddam Hüseyin’i yasaklanmış silahları nedeniyle büyük tehdit ve Sam Amcayı da “insanlığı kurtarmak için savaş açmaya yetkili Tanrının yolladığı kurtarıcı olarak “ gösteren resim ve çizimleri hatırlayalım; mevcut hükümeti devirmeye hakkı ve arkada çoğu sivil bir milyon kişinin ölümüne, ev ve barklarını kaybetmesinde, Amerikan halkının parasını bomba ve silâh sanayinde harcamaya yetkili idi.
“Yalan söylemek ve saptırılmış bilgiyi, maksatlı veya ciddî istihbarat zafiyeti ile vermek hürriyet veya dokunulmazlığının” YETKİLİ OTORİTELERE SAĞLADIĞI HUDUTSUZ HÜRRİYET, onlara dilediklerini söylemek/yazmak hakkını, hatta konuları bilmeyen, görmeyen ve cehaletleri ile yeteneksizliklerinden bihaber kimselerin yorum yapmalarına ortam sağlamıştır. Bu bir anlamda mühendislik dalında doktor unvanı kazanmış bir kişinin bir tıp doktoru gibi ameliyat yapmasın, buna mukabil tıp doktorunun da gökdelen inşa tekniği hakkında yorum yapmasına benzer. Buna son günlerdeki bir misal olarak şunu söyleyebiliriz: Katolik olan Papa ile Ermeni Patriğin ve Papaz olan Alman C. Başkanının, (onlara uzatılan bazı notlara dayanarak), hiçbir vakit kanıtlanmamış “soykırım fantezisi” ve tarih hakkında bildiri yapmak için Tanrı tarafından görevlendirildiklerini ve bunları üç ayrı İncil’den ezberlediklerini sanıyor musunuz? Daha da esef edilecek husus bu “kutsanmış kişilerin” son AİHM’ Temyiz Divanı veya 2003 yılında Avrupa Adalet Divanı tarafından verilen kararları saymamasıdır. Fert olarak kime inanacağız ve güveneceğiz? Bu yetki uluslar arası mahkemeye mi, yoksa değişik lisanlarda ayin ve dua eden “Üç ayrı kilisenin triumvirasına” mı inanacağız? Fakat bunlar soykırım fantezisi hakkında “ittifak” halindedir ve yaklaşımları ihtimal olarak ölümden sonra yeniden doğuş, ödül/ceza anlayışları gibidir.
Papazlara, hâkimlere, siyasetçi, akademisyen, şair, yazar v.b. ya yeni bir ilâve “National Geography” dergisi olmuştur; bu derginin “elit bir okuyucu kitlesi” ve yedi milyona yakın abonesi vardır. Bu derginin vaktiyle Protestan Kilise Birliği tarafından, bilimde aydınlanma amacı ile kurulmuş olduğu ve bütün dünyaya Hz. İsa’nın aydınlığını taşımak iamacıyla, gelişmemiş birçok ülkeye öğretmen ve doktorları gönderen “Dış Ülkelere Misyoner Yollama Amerikan Kurumu” ile hiçbir vakit ters düşmediği bilinmeyen bir husus değildir. Bu misyonerlerin çoğu o yerdeki ABD konsolosluk ve Elçiliklerine ve ayrıca kendi merkezlerine haberler yollar ve N.G. de bunları öğrenirdi. Bu nedenle N.G. ‘nin 1 ve 2 Dünya savaşlarında “güvenilir haber kaynağı” olması doğaldır… Özellikle Birinci dünya savaşında bütün haberler telgrafla dünyaya dağıtılırdı ve bu haberlerin tek kaynağı Londra’daki “Reuter” haber ajansıydı.
Nat. Geo. 2004 yılı Mart ayı sayısında Ermenistan hakkında 8 sayfalık güzel bir makale koymuştu ve bu bütün dünyada (değişik ülkelerde de) basılan dergilerde yayınlanmıştı, fakat Türkiye’de “National Geographic Turkey” ortaklığı tarafından basılan Türkçe yayında bu yoktu. Ermenistan hakkındaki makale son iki sayfasında “siyaset ve ispatı olmayan tarih” dergisine dönmüştü. N.G. o kadar güçlüdür ki hiç kimse “uluslar arası yayında bu gayri ahlaki ikiyüzlülüğü” haber olarak vermeye cesaret edememişti. Buna ilân veren bankalar, büyük şirketler “üç maymunu” oynamış ve pek azı Türkiye’de aboneliklerini iptal etmişti.
Şimdi 11 yıl sonra Ocak 2015’te ve 12 yıl sonra Nisan 2016’da, Türkiye’de yapılan iki geziye ait iki makale var, fakat ne coğrafya ne yaylalarda yetişen özel çiçekler veya “Ermenilerin tarihî antik Ani şehri kalıntıları” dışında tek bir kelime vardır. Kürt rehberin, 1’ci Dünya Savaşı hakkındaki büyük cehaleti ve büyükannesinin masalları dışında hiçbir şeyden haberleri yoktu; ne NG eski dergilerinden, ne ABD raporlarından, Ermeni kitaplardan, verilmiş resmi muhtıralardan veya inkârı kabil olmayan belgelerden haberleri vardı. Bu iki makale, Türkiye dışındaki bütün baskılarda, “kendi kendine tarih yazarı olan” muhabir ve editör tarafından, bütün dünyada ve sorumsuzca yayınlanmıştır; bunların o günleri yaşamış olan kendi yazarlarından, kendi yayınlarındaki fotoğraf ve eski yazılardan haberleri yoktur. Bu araştırma, “iyi niyetli uluslararası prensipleri taciz eden üst güçlere (siyasetçi, yazar, dergi, kitap hatta kilise vs) hakkında internette mevcut diğer şikâyetlere ilâveten kaleme alınmıştır. Bunların hepsi “moral ve etik derslerden” konuşurlar fakat “üst basamaktaki statülerini” en ufak bir teessür veya özür olmaksızın serbestçe kullanır ve görevlerin istismar ederler. Bunlar, “lüks içinde yaşayan şarlatanlara arka çıkarlar ve bu gibi ispatsız yalanlardan gelen kazançlar” ile geçinirler. Aşağıda “itibarlı kurumlardan” alınmış “ispatlanmış sahtekârlıklardan” bazı “güncel örnekler verilmiştir.
Soldaki posterde Atatürk Sadist bir inkârcı olarak ilân edilmiştir.
UCLA Üniversite Hocaları (Dr. Vahram Shemasian, Ardashes Kasakhian ve Dr. L. Marashlian) tanıtılmakta. (Şimdi her halde tamamı profesör olmuştur)) Organize eden “Alpha Epsilon Omega Fraternity Club, Genocide Committee” İhtimal bu iğrenç poster genç öğrencilerce hocalarına danışılarak yapılmıştır. Conference date: April 24, 2005 University Hall. Hatırlatma: Musevi asıllı Prof. Stanford J. Shaw bu Üniversitede Türk Kürsüsünde ders veriyordu. Evi bomba ile ateşe verildi, can emniyeti için Türkiye (Blkent Üniv.) iltica etti.!( (2)Oxford Univ. Press (p.147) “ “The Great Game of Genocide” - Donald Bloxham,: Bir Türk Görevli Aç Ermenilere Ekmek Atıyor. (Bilkent Üniversitesi. Profesörü Jeremy Salti) şüphelendi, resim bir fotoğraf stüdyosunda büyütülerek incelenir, üç ayrı resimden kesilmiş bir çorba lduğu anlaşıldı. Oxford Üniversitesi sahteliği yazı ile kabul etti, ancak özür dileyeceğine “olur böyle şeyler deyiverdi…”i
GÜNCEL ÖRNEKLER (1) MİLLİ Mİ yoksa İKİYÜZLÜ MÜ?
Soykırım Hakkında Konuştuğumuzda Neler Söyleriz: Yazar: Paul Salopek
“ …İngilizcede nasıl dersiniz… Soykırım… Evet, olanlar bir soykırımdı…” diyordu Murat Yazar. “ Anneannem anneme öyle söylemişti “…
Rehberim ve ben Ani harabeleri arasında dolaşıyorduk.
Ani harabeleri nedir? Modern Türkiye içinde kaybolan bir dünyanın harabeleri: unutulmuş bir medeniyetin uzakta kalmış güzel bir hatırası - bir zamanlar kuvvetli bir imparatorluğun 1,100 yıllık başkenti. İpek Yolu üzerindeki bu şehirden arta kalanlar, Anadolu’nun kuzeydoğusunda uzak bir köşede, güneşin altında çıplak ve dümdüz uzanan bir yaylada serpilmiş ziyaretçi beklemekteler. Yıkılmış harabe halindeki kiliseler. Artık kimseyi kimseden koruyamayan şehir duvarları. Hiçbir yere gitmeyen boş bulvarlar. Murat ve ben, tuhaf bir sessizlik içinde bu muazzam fakat hareketsiz manzaraya, Salvatore Dali resimlerine bakar gibi bakıyoruz.
Ermenilerin, bu bölgeden ayrılıp ortadan kaybolmalarından bahsediyoruz.
National Geographic dergisi yazarı, Kars bölgesinin tabii güzellikleri, yeşil yaylaları, hayvancılık, çiftçilik, Rus tipi evler ve ender rastlanan ‘kardelen çiçeği’ hakkında, her zaman olduğu gibi, okuyucularına bilgi vereceğine, aklını tamamen soykırım konusuna takmış olarak, tamamen duyumlara dayanan Ani Harabeleri / Ermeniler / Soykırım konularındaki, tarihe balıklama dalmış. Hâlbuki “ soykırım ”, ciddi bir suç olup, bu konuda sadece 1948 B.M. Kararnamesi’nin 6. Maddesi uyarınca, yetkili uluslar arası mahkemelerin verdiği kararlar geçerlidir. Böyle bir karar yokken, yazılanlar yalnız rivayettir ve bilhassa National Geographic dergisi gibi, dünyanın ilgi ve güvenini kazanmış tarafsız ve bağımsız bir derginin titizlik ve saygınlığı ile bağdaşmamaktadır. Hele hele bu konuda ciddi bir kitap bile okumamış Kürt bir sokak rehberinin “anneanne hikayelerine” ve don derece kısıtlı bilgisine hiç dayandırılmamalı idi. Aksi halde , Ermeniler ile Kürtler arasındaki katliamları da söylemeliydi.. Ani şehri, son bin yıldır yaşanan birçok depremlerden ötürü hasar görmüştü. 1100 yılarında ele geçirilen bu şehirde inşa edilen cami de aynı sebepten yıkılmıştı. Şimdi de, National Geographic dergisinin, Ani şehri hakkında 100 sene önce, neler dediğine bir göz atalım:
N.G. Ekim 1915 sayısı, s. 343 : “ Ani şehri pek uzun yaşamadı. Bizansların eline düştükten kısa bir müddet sonra tahrip edilmişti. Bu şehrin kaderi, o zamanlardan şimdilere kadar görülen Ermeni evlerinin acı kaderine benzemektedir. “
“ Bugünün Türk iyesi olarak bilinen topraklar üzerinde, 1914 yılında, yaklaşık iki milyon Ermeni yaşamakta idi. Müslüman bir ülkede Hıristiyan azınlık idiler. Binlerce yıllık tarihleri vardı. 1922 yılı itibari ile 400,000 kişi kalmışlardı.”
1 Mart 1914 tarihli Fransız - Ermeni Ortak Toprak Dağıtım Komisyon Raporuna göre, bütün Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Ermeni nüfusu 1,3 Milyon idi ve bunun 600,000’inden daha azı Doğu’daki meşhur 6 vilayette yaşıyorlardı. 1923’deki Lozan Konferansı’ndaki Ermeni Delegasyonu bu rakamı 760,000 olarak ileri sürerken, 22 Nisan 1922 tarihli ABD Senato Kararnamesi aynı rakamı 1.414.000 olarak vermektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Kasım 1922 tarihli bir dokümanı ayni nüfusu 817,370 olarak bildirir. Böyle önemli konularda, bir rehberin anneanne kaynakları yerine daha güvenilir ve ilmî kaynakla referans olarak gösterilmeliydi.
1.5 Milyondan fazla insana ne oldu? Tarihçilere göre, çoğu öldürülmüştü. Yok, edilmeleri planlanmıştı. Süngü ile kurak çöllere doğru yürümeye zorlanmışlardı. Vahşice öldürülmüşlerdi.
Yazar sayılara ne bir kaynak veriyor ne de 1,5 Milyon insanı 150 günde, yürürken veya trenle güneye giderlerken nasıl öldürülebileceği fiili imkânlarını belirtiyor.. Bir hesaplarsak; bu, günde 10,000 kişinin öldürülmesi demektir; Hitler bile, emrindeki birçok ölüm kamplarına ve imkânlarına rağmen günde 3,000 - 4,000 kişiden fazla kimseyi ortadan kaldıramamıştı. Tüfek veya tabanca ile vurmak için, 100 ton bir kurşun gerekirdi ki oradaki orduda bile yoktu. Defin konusunda ise, 6,000 işçinin her gün stadyum boyutunda mezarlıklar kazması lazımdı ki bu büyüklükteki mezarlardan bir tane bile bulunamadı. Bulunan daha küçük boyuttaki mezarlardan Türk cesetleri çıktı. 3. Ordu Komutanı’nın bu konuda şöyle yazılı bir emri bile vardı : “ Refakat ettiğiniz kafilelerdeki İnsanlara kaba söz söylemeyin sahip oldukları eşyalarını koruyun. “ Susuz çöl ithamlarına gelince; Morgenthau’nın hatıra defterine yazdığı 25 Eylül 1915 günü Fırat nehri kıyısındaki Der Zor kasabasına giden Ermeni Protestan Papazı ile ilgili bir not düşmüştü. Protestan ve Katolik Ermenilerin sürgünü Ağustos ortalarında durdurulmuş ve gidenlerin dönüşüne izin verilmişti. İsteyenler mal ve mülklerine geri dönebilirlerdi. Morgenthau, herkesi gidecekleri yerlere kazasız belasız ulaştıklarını öğrendiği zaman hayret etmişti. Hatta bazıları yeni işlerini kurmuşlardı bile. Gelmekte olan kış için para yardımı istiyordu.
“ Anneannem, bütün Ermenileri Fırat nehri kenarında bir eve kapattılar, dedi Murat. Sonra, geceleyin, hepsini dışarı çıkarıp nehre attılar. Hepsi boğuldular “.
Bu ifadeye göre rehberin anneannesi 1.5 Milyon insanın nehre atıldığını ve boğulduğunu gözleri ile görmüştü!… Şimdi de, İsveçli Binbaşı H. Pravitz’in 28 Nisan 1917 tarihinde “ Ermenilerin Aralarında Yaşayan Birinin Söyledikleri “ başlığı altında “Nya Tagliligt Allehanda “ dergisinde yazdıklarına bakalım: “İran jandarma birliklerini eğitmek için at üstünde, bir arkadaşımla birlikte geçiyordum. Bir sürü fakirlik ve sefalet gördüm ama planlı bir şekilde yapılmış öldürme olayları? Katiyen öyle bir şey yok. Ermeniler Hıristiyan olmalarına rağmen Allah’ın en iyi çocuklarından değillerdi. Ben ve arkadaşım Dr. Schacht, Fırat nehri boyunca oldukça yürüdük ama acayip bir şey göremedik. Şimdi, kime inanalım; at üstünde günlerce seyahat eden açlık ve sefalet gören üst düzey bir subayın söylediklerine mi yoksa Fırat nehrini gördüğü çok şüpheli olan anneannenin hikâyelerine mi?
Birinci Dünya Savaşı başlayalı sekiz ay olmuştu. Avrupa emperyalizmi savaştan parça kapmaya başlamıştı bile. Çok kültürlü Osmanlı İmparatorluğu can çekişiyor bir halde idi. İmparatorluğun eski Hıristiyan milletlerinin yaptığı toplu katliamların ve sürgünlerin etkisi ile ayaklanan Osmanlı Türk çoğunluk eski dost ve komşularına karşı intikam hareketlerine başladı: azınlık Süryaniler, Rumlar ve bilhassa Ermeniler bunun acısını çektiler. Ermeniler hain olup ve güvenilir olmamakla suçlandı. Yaklaşan düşmanlarla - Doğu’da Ruslar, Batı’da Avrupalılar - işbirliği yaptıkları iddia edildi. Bu kavgada kimi kullandılar? O toprakların yerli ahalisi Kürtleri! Kürtler, Ermenileri toplu ölüme mahkûm ettiler. Kürt gerillaları, aç bir halde yürümekte olan göçmen kafilelerine hücum ederek, kadın ve çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirdiler. Kürt köylüleri, geride bırakılan Ermeni mal ve mülküne, çiftlik ve hayvanlarına el koydular.
Yine söylemek gerekirse, elimizde bu iddiaları destekleyecek delil yoktur. Bakalım bu iddialar hakkında başka ne gibi deliller var: N.G. Dergisi - Ekim 1915 sayısı, s. 348, diyor ki: Ermeniler ile Türkler arasında pek az sürtünme ve gerginlik vardı. Din ve politikaya alet olmadan önce, bir arada uyum içinde yaşamışlardı. >
“ Why Armenia Should Be Free?“(Ermenistan Neden Hür Olmalı? ) Yazarı: Garekin Pastırmaciyan, Boston, 1918
s.10 : “…. Bu kitapçığın yazarının gayesi, büyük Amerikan halkına, Ermenilerin öyle cansız ve kansız ve damarlarında artık savaşacak kuvvet kalmadığı zannedilen bir millet olmadığını ispat etmek ve Ermenilerin Türkler tarafından kurbanlık koyunlar gibi kesilip atılmadıklarını, gerektiğinde cesaretle ve inatla savaşıp hücumlara karşı koyduklarını göstermektir.”
s.19 : “ 160,000 asker gücündeki Ermeni yedek birlikleri, çağrıya memnuniyetle cevap verdiler; gayeleri, tarihsel ve ırksal en büyük düşmanlarına karşı savaşmaktı. Normal üniformalı akerlerin yanında 20,000 gönüllü, Türklere karşı silah kuşanmak için ilgi ve arzu gösterdiler.”
s. 21 : “ Sarıkamış yakınlarında üç gün üç gece süren savaşlar sonunda, Türkler, 30,000 kişilik bir zayiat verdiler; bunun sebebi Rus ordusundan daha ziyade çok soğuk hava şartları idi. Bu olay, Ermeni Dördüncü Gönüllüler Taburunun eşsiz kumandanı Keri’nin Rus ordusuna verdiği baha biçilmez bir hediye idi. Bauduz Geçit’inde hayatlarını feda eden 600 Ermeni gönüllüsü, 60,000 Rus askerinin Türkler tarafından esir alınmasına mani oldular. “
s. 22 : “ Andranik, siperleri hemen takviye etti; Halil Beyin hücumlarına üç gün devamlı karşı koyarak Kafkaslardan yeni Rus takviye kuvvetlerinin gelmesine imkan sağladılar. Bu üç günlük savaş sonunda, Ermeni siperlerinin önünde 3,600 Türk askerinin cansız vücutları serpilmişti.”
s. 28 : “ …1914 ve 1915’te, birkaç Ermeni taburu Rusların, hem sağ hem de sol kanatlarını koruyarak, garanti bir hezimetten kurtararak çok kıymetli hizmetlerde bulundular.
“ Paris Konferansında Sunulan Ermenistan Bildirgesi “ 26 Şubat 1919, imza; (B. Nubar ve A. Aharonian)
s.6 : “ Ermeni gönüllüleri her cephede çarpıştılar. Fransa’da, Foreign Legion Taburlarında cesaretleri sayesinde kendilerine büyük bir ün kazandılar. Bu hizmetler sonunda, sadece yüzde onu hayatta kalabilmiştir. Suriye ve Filistin’de, Fransız Milli Delegasyonu’nun çağrısına koştular. Kafkaslarda, Ruslarla birlikte her cephede 150,000 Ermeni genci çarpıştı. 50,000 kişilik bir ordu ve binlerce gönüllü başkomutan General Nazarbekian’ın emrinde savaştılar. Harbin sonuna kadar Türklere direndikleri için, Filistin cephesinden Ermeni cephesine asker göndermelerine sebep oldular ve böylece indirekt olarak ta olsa, Müttefiklerin Suriye’de başarılı olmalarında rol oynadılar.”
Şimdi de, “ Osmanlıların Hıristiyan uyruklularına davranışları “ konusunda, 1900 yılında Edwin A. Grosvenor ‘in yazdığı “ Constantinaople” adlı kitabın 539. sayfasına bir göz atalım;
“ Aya Sofya Camii’nin korunmasında, sultanlar da kendilerinden önceki imparatorlar gibi, büyük kararlılık gösterdiler. Fakat bunlar arasında bakım ve tamiratın en fazlasını Sultan Abdülmecid yapmıştır. Meşhur İtalyan mimar Fossatis tarafından yapılan bu tamirat iki yıldan fazla sürmüş, 1849 yılında bitirilmiş ve o zamanlar 1.500.000 dolar civarında bir paraya mal olmuştur.” (Maliyeti, bugünkü para değeri ile 1.1 Milyar Dolar civarındadır. “ Hıristiyanlara muamele ön yargıları için şu blogları da görün: http://www.liveleak.com/view?i=a73_1348050425 & http://www.istanbullite.com/capsinenglish8594/turkishhelptoirish.html http://www.thepenmagazine.net/the-great-irish-famine-and-the-ottoman-humanitarian-aid-to-ireland/ http://archive.aramcoworld.com/issue/201501/an.irish.tale.of.hunger.and.the.sultan.htm
Özel Bilgi: Edwin A. Grosvenor, 1863 yılında kurulan Robert Koleji’nde Tarih, Yunanca ve Latin dilleri öğretmeni idi. National Geographic dergisini bugünkü seviyesine getiren kişi Edwin Grosvenor’un oğlu Gilbert H. Grosvenor’dur. Gilbert H. Grosvenor Graham Bell’in kızı ile evli idi. Gilbert’in ilk basılan kitabı, babasına ait iki ciltlik kitabı olup, 20 yıla yakın bir çalışmadan sonra hazırlayıp piyasaya sunmuştur. Gilbert, N.G.’yi 1954’e kadar, 50 yıldan uzun bir zaman idare etmiştir.
Murat ve ben, Anadolu’nun etrafını sarmış bu felaketin sessiz ve karanlık gölgesinde dolaşıyoruz. Eskimiş, etrafında yabani otların büyüdüğü harabe halindeki Ermeni evlerinin gölgelerine sığınmaya çalışıyoruz. Camiye çevrilen kiliselerin etrafından geçiyoruz. Şimdilerde artık hayatta olmayan insanların diktikleri ceviz ağaçlarının yanından dolaşıyoruz. Murat homurdanıyor. O bir Kür! Tarihteki olaylarla uğraştığını hissediyorum. Bazı şeyleri hissedemiyor, ürküyor. “ Bir keresinde… İstanbul’da bir Ermeni’den özür diledim…” dedi. “ Geç de olsa, benim ailevî kökenlerimin yaptıklarından ötürü özür dilerim, dedim adama…” Ve adam ne cevap verdi, peki? “ Ne diyebilirdi ki?” Murat omuzlarını sallayarak cevap verdi “Teşekkür ederim, dedi “.
Görüş bildirmeye lüzum yok…Ciddi tarihsel bir konuda delil göstermeden yapılan iddialar sadece kahvehane köşelerinde görülür ve sadece heyecan yaratır, o kadar..
Soğuk bir rüzgâra karşı ayaktayız. Girişteki büyük bir levha, Ani Harabeleri’nin uzun hikâyesini anlatmakta… Levhadaki yazı, Bagratî kralları zamanında Ani’nin en büyük ve meşhur günlerini yaşadığını anlatmakta. Bagratîler Ermeni idiler. “Ermeni” kelimesini bir yerde göremiyorsunuz.
Ne olmuş Bagratî Krallarına. Sümer veya Hitit Krallarının ismi de yok Anadolu’nun M. Ö. 12000 yıllık tarihinde… Onlardan daha büyük binlerce krallıkların adları da geçmezken, neden Ermeni krallarına öncelik tanınsın? 1820 yılına kadar Yere van, üçte ikisi Müslüman olan bir şehirdi. Makalenin yazarı, Yerevan’da ayakta duran Türk isimli bir cami, bina, hamam, köprü, v.s gösterebilir mi?
Yıllardır, Türkiye’de, 1915 olaylarına soykırım adı verilmesi tehlikeli olmuştur. Türk yargıç ve savcıları bu kelimeyi kışkırtıcı, hakaret edici ve yasak olarak gördüler. Türk gazeteci ve yazarlar, bu kelimeyi kullandıklarında, Türk devletine hakaret etmiş olmaktan ceza görebilirlerdi. Böyle bir gazeteci, aşırı milliyetçiler tarafından suikasta kurban edilmişti.
Yazar veya N. G. Dergisi, işi yalana, iftiraya, hakikatleri değiştirip istedikleri şekilde sunma, basın haklarını kötüye kullanma ve böylece de kendilerine olan bir asırlık güveni sarsma olaylarına iyice karışmış durumdalar. Bunlar, yetkili bir mahkemenin desteği olmadıkça sokak dedikodusundan başka bir şey değildir B.M. sadece, Nürnberg Mahkemelerinin yargılayıp kararlaştırdığı Yahudi Holokost Olaylarını ve Rwanda katliamını soykırım olarak kabul etmiştir. National Geographic dergisi 2004 yılı Mart sayısında benzer bir makale yazmış ve derginin Ermeni editör yardımcısı birkaç ay sonra istifa etmek mecburiyetinde bırakılmıştı. Kusura bakmayın ama siz daha henüz kendi derginizin tarihini bilmiyorsunuz. İşiniz ehli değilsiniz, tarih yazmaya yetkili değilsiniz ve okurlarınız bu hataları kabullenmek mecburiyetinde değiller. Bizler bugün, bugünün şartlarına hiç de benzemeyen yüz yıllık bir tarihi gözden geçiriyor ve tartışıyoruz. (Beyler; eğer dar kafalı değilseniz, mantıktan bu kadar nasıl uzaklaşabilirsiniz? )
Olayların resmî kabul görmüş yönü var, o da şöyle: Ermeniler çok eziyet çektiler, bunun inkâr edilecek tarafı yok. Ama onlar, dağılan Osmanlı İmparatorluğunun o ezici ağırlığının altında kalan etnik gruplardan sadece bir tanesi. Bu grupların dağılıp ezilmeleri ne aşırı ne de sistemli olmuştur. Harp vardı. Ayaklanmalar her iki tarafa da zarar verdi; Ermeniler eziyet çektiler ama isyankâr Ermenilerin ellerinde Türkler de! Ama bu tarihe dar açıdan bakış son zamanlarda çatlaklar göstermeye başladı. Nisan ayında, o zaman Başbakan olan Erdoğan, ilk defa olarak, Türk Ermenilerinin artık dünyanın her tarafına dağılmış olan torunları için üzüntülerini ve taziyelerini bildirdi. Dikkatli bir şekilde, her iki halkın da yaşadıkları ve paylaştıkları üzüntüden bahsetti.
Yazarın tarih hakkındaki rekabeti Dunning Kruger sendromuna uymaktadır çünkü olduğundan, (Türk Başbakanı) RTE’nin 2005 yılında Münih’te Ermeni Dışişleri Bakanına karşı yaptığı konuşmayı hatırlayamaz. Taziyelerin bildirilmesine hiç de lüzum yoktu.
Bkz. http://armenians-1915.blogspot.com/2008/02/2344-video-pms-response-to.html, İnkârı kabil olmayan deliller için ise Cemiyet-i Akvam’ın 21. 9. 1929 tarihli Resmi Gazetesine (2’ci kısımda) bakılması çok faydalı olur. Yazar Salopek konuyu bu kadar bile çalışmamışsa okurların kuşaklar boyu N.G. dergisine olan ve yıllara dayanan güvenlerini zedeleme hakkı yoktur.
http://armenians-1915.blogspot.com/2010/06/3099-if-armenians-fight-with-usagainst.html
“ Biz Ermenilerle çarpıştık ve pek çok insan öldü.” dedi Saleh Emre, beyaz saçlı Kaş Kale ilçesi Belediye başkanı. “ Bence yanlış yaptık. Onlar buraların insanı idiler.” Emre durakladı biraz, nasırlı ellerini bulunduğu küçük köyün ev duvarları üzerinde gezdirdi. “Bu arazi, bir Ermeni ticaret adamına ait idi, babamın amcaları gayet ucuza satın aldılar”. Ancak bu kadar açılabildi. Bir zamanlar Ermenilerin çoğunlukta yaşadıkları civardaki şehirleri saymaya başlar; Van, Patnos, Ağrı… Oralarda artık Ermeniler yaşamıyor. Soykırım kelimesini kullanmamaya kararlı, durdu!. Yaşlı adam uzaklara, güneş ışınlarının yaladığı düz yaylalara, bakır renkteki çimenlere ve sonradan da bazı Ermenilerin kaçıp sığındıkları topraklara doğru bakar. “ Bir gün Ermenistan’ı ziyaret etmek isterim, onlar bizim komşumuzdu.”
Bu satırlar bir turistik tur hatırasında okunsa, belki biraz ilgi ve sempati çekerdi ama tarihin tartışıldığı yazılarda değil.
Türkiye Kürtlerinin kültürel başşehri olan Diyarbakır’da bir kilisenin önündeki açıklıktayız…
Surp Gragos, Orta Doğu’daki en büyük Ermeni kilisesidir. Son yıllarda, çoğunluğu İstanbul’da yaşamakta olan Ermeni toplumundan yapılan yardımlarla tamir edilip yeniden döşendi. Dargınlıkların giderilmesi yönünde yeni bir ümit ve ışık kaynağı! Anadolu’nun bu ücra köşesinde Kürtler arasında ayakta durabilen ve yüz yılda zor gelen bir ümit abidesi. (Biraz uzakta Bitlis adlı şehrin Kürt kökenli valisi, caddelerden birisine, Ermeni asıllı Amerikalı yazar William Sarayon’ın adını vermiş.) Büyük çan kulesinin altı oldukça kalabalık! Halk, kurumuş yaprakları temizliyor. Dışarıda açıkta, güneşin altında kahve servisi var. Sohbet derin. Bazıları mum bile yakmış. Birkaç tane de Müslüman gözüküyor ortalıkta. Fakat çoğunlukla Ermeni Ortodoks Hıristiyanlar! Aram Keçeciyan, hademe, her ikisi de olmuş…
Kilise, devlet parası ile restore edildi ise de belki yardımda bulunan zengin Ermeniler de olmuştur. Ermenistan’da tek bir adet böyle bir eski Türk eseri gösterebilir misiniz?
“ 15 yaşıma kadar kendimi Müslüman bir Kürt zannediyordum…” Keçeciyan anlatıyor; “ Ondan sonra, kalbimde bazı değişiklikleri fark etmeye başladım “.
Geçmişini nasıl ortaya çıkardığını anlatmaya başlar. Diyarbakır ve civarındaki olaylardan sonra ailesinden geride kalan, o zaman 12 yaşındaki dedesinden ve onun 9 yaşındaki kız kardeşinden bahseder. O günlerde, çürümekte olan cesetler havaya dayanılması güç bir koku yaymaktadırlar. Bu erkek ve kız çocukları, Müslüman bir Kürt ailesi bulup yanlarına alana kadar ağaçlar arasında gizlenirler. Kürt aile bunları yanlarına alır, yedirir, içirir, büyütüp kendi isimlerini verirler. Dinlerini İslam’a değiştirirler. “ Yaşamakta olan bütün Ermeniler o zamanlar aynı şeyi yaptılar ” dedi Keçeciyan. “Yoksa öldüreceklerdi” diye devam etti. O sırada bir adam masamıza doğru yürür, bizi dinlemekte olduğu belli.
“ Bu olayların soykırım olduğunu kabul ediyor musun? “ diye sorar. Gözleri, gözlerimin içinde…” Ben sadece bir görüşme yapıyorum “ dedim ise de, “ Bana ne… Soykırım olduğuna inanıyor musun, inanmıyor musun, sen onu söyle? ” diye sorusunu yineler.
Uzun bir zamandır National Geographic Dergisini okumakta olan yaşlı ve devamlı bir okur olarak, bu satırları tam bir taraf tutan, yanlışlıklarla dolu ve okurunun akli selimini göz önüne almadan veya yok farz ederek yazılmış satırlar olarak görüyorum. Eğer anneanne hikâyeleri anlatıyorsanız, o zaman haklısınız. Ama yedi milyon üyesi olan bir dergiye yazı yazdığınız zaman, köy kahvesinde konuşur gibi davranamazsınız.
Bazı Ermeniler için, bu soykırım konusu milli mücadelelerinin temeli ve modern kimlikleri olarak benimsendi; neredeyse sanki yeni bir kimlik. Onlara göre; Türkiye ve bütün dünya, hukuken tam tarif edilmiş ve tamamen kabul edilmiş ‘soykırımın, Anadolu’da gerçekleşmiş olduğunu tanımalıdır.. Milyonlarca Diaspora Ermenileri tarafından toplanan muazzam miktardaki para bu işin tanıtım ve ikna kampanyalarına harcanmaktadır. Şu anda 21 ülke soykırımı resmen tanımış durumdalar. (ABD ve İsrail, Türkiye ile dostluklarının ve ilişkilerinin öneminden ötürü bu rakamın dışındalar).
Sayın N.G. yazarı ve editörü: sizlerin internete bile bakmadığınızı tahmin ettiğimden, bir olayın soykırım olup olmadığını tarif eden B.M. şart ve tarifini burada göstermeme müsaade ediniz:
http://www.oas.org/dil/1948_Conventionon the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide.pdf , Madde 6 < Soykırım veya Madde 3’de belirtilen herhangi başka bir suçla suçlanan kişiler suçun işlendiği ülkedeki en yetkili mahkemede veya yetkisi herkesçe kabul edilen uluslararası mahkemelerde mahkeme edileceklerdir. >
Ermeni lobicilerini tatmin ve memnun etmek için 180 ülkeden bilmem kaç tanesinin soykırımı kabul etmesi, kimin umurundadır? Bu lobiciler, yüz yıldır, zengin Ermenilerden, müze, hatıra heykelleri, politik destek gibi mazeretlerle, para toplamakta ve bunun bir kısmının kimin cebine gittiği pek te bilinmemektedir. Suç ve ceza babadan oğla geçer mi? Suçlu kimdir bu durumda? Niçin http://www.un.org.preventgenocide/advisor/ ‘a müracaat etmiyorlar? Bütün ülkelerin uyması gereken B.M. yazılı kurallarını anlayamıyor musunuz? Bu mesuliyetten kim korunmakta, suçsuz veya hariç tutulmaktadır?
Ermeni asıllı Amerikalı yazar Meline Toumani, politik hayatındaki bu çok zor anları şöyle izah etmektedir: “Bazı Ermeniler için, soykırımı tanıma, Türkiye’den gelecek paraları işaret etmektedir. Bu konuda tam manasıyla ve aşırı bir kararlılık içinde olanlar için bazı toprak parçalarının geri verilmesi, biraz daha pratik ve mantıkî olanlar için para önemlidir. Çoğunluk için ise, soykırım kelimesinin resmen kabul ve kullanılması. Benim için ise, artık, bundan sonra hiç bir Ermeni sosyal faaliyetine katılmama kararı, demektir. Zira ister şiir okuma, isterse konser veya bir spor müsabakası olsun, sonunda iş olacağına varıyor ve soykırımda düğümleniyor.”
Diyarbakır’daki kilisede, bir yabancı yanımıza oturur. Ve sorusunu tekrarlar…ve tekrar.. Keçeciyan utanç içinde yere bakar… Ben, kalemimi bırakıyor ve beklemeye başlıyorum.
ANCA veya ASSEMBLY’e destek ve faydalı olmak için para yardımı yapmak isteyenler tabii ki yapmakta serbestler… Fakat, Gümrü Anlaşması’nın şartlarını okumuşlarsa, ( ki ondan başka iki adet daha anlaşma imzalanmıştır ), bu para yardımlarının sonu ve faydası yok. Hakikatler aşağıda:
Gümrü Barış Anlaşması - 2 Kasım 1920; aşağıda sadece üç madde gösterilmiştir:
Madde 7 - Madde 6’da anlatılan göçmenler, bu anlaşma tasdik edilip yürürlüğe girdikten sonra bir yıl içinde ülkelerine dönmeyenler, bir yıldan sonra da bu anlaşmanın şartlarından faydalanamayacaklar ve mal mülk tapu haklarını da kaybedeceklerdir.
Madde 8 - T.B.M.M. Hükümeti, Ermenistan ile savaş için silâhaltında iki yıldan fazla tutulan askerler için ödeme isteme hakkına sahiptir. Fakat bazı hukukî prensipler göz önünde tutularak bundan vazgeçilmiştir. Ayrıca, mal mülk sahiplerinin karşılaşabilecekleri kayıplardan ötürü taraflar birbirlerini suçlamayacaklardır.
Madde 11 - Ermenistan’da yaşamakta olan Müslüman halk ve onların kültürel, dinî ve sosyal haklarının korunması, halkın kendisinin seçeceği Müftüler vasıtasıyla olacaktır. Baş Müftü, T.B.M.M. Hükümeti Din İşleri Bakanlığınca tayin edilecektir. Türkiye’de yaşayan Ermeniler ve Ermenistan’da yaşayan Müslümanlar diğer vatandaşlar gibi eşit haklara sahip olacaktır. Not: Bugün Ermenistan’da tek bir Müslüman aile yaşamakta mıdır?
Ani arkeolojik harabelerinin üstünde dev bir Türk bayrağı dalgalanmaktadır.
Şehrin harabeleri derin bir vadinin kenarındadır. Vadinin diğer tarafında, yürüme mesafesinde ufak Ermeni Cumhuriyeti yer almaktadır. Kimse karşıya geçmemektedir. Sınır kapısı, her iki ülkedeki karşılıklı şüphe ve geçimsizlik yüzünden yıllardır kapalı. Ani, yolun sonu adeta…
Murat ve ben kuzeye doğru harekete geçiyoruz. Cesur yardımcımız eşeğimizi artık bir Türk şehri olan Kars’a doğru itiyoruz. Kars, 1890’larda %85 Ermeni idi. Murat, Karslı’lara, artık buralarda Ermenilerin bulunup bulunmadığını sordu. Kürt azınlık Türk vatandaşı olan Murat kendi sorularına cevap bulmak için zaten devamlı sormakta… Sorularıyla yavaş yavaş ilerlediğini görüyorum. Uzun boylu, meraklı, sorgulayıcı, parkasının üstünde fotoğraf makinesi boynuna asılı! Ayakkabılarının altı, Anadolu’nun siyah çamuru ile kaplanmış. Kafamı sadece hayretler içinde sallayabiliyorum. Ölenler veya öldürülenler, fark etmez… Sadece insanlar… ölü insanlar. Ve çektiğin ıstırap karşısındaki tutumun, dünyaya, senin nasıl bir insan olduğunu anlatıyor.
Bu makalenin yazarı, belli ki, özlemli bir turistik gezi yapmış ve bu gezisini bir gram elle tutulur delil ve mantık kullanmadan, tarihsel eksiklik, yanlışlık ve hatalarla donatmış. Meselâ, Kars… Uzun bir müddet işgal altında kalmış olan Kars’ta, Britanya Ansiklopedisi’ne göre, 1887’de, 93,300 Müslüman ve 37,000 Ermeni varmış! Faka, Rus ve Ermenilerin sebep oldukları eziyet ve işkencelerden kurtulmak için Müslümanlar Anadolu’ya göç ederler ve Ermeni nüfusu 1897’de 73,000’e yükselir. Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler %18,5 nüfus ile azınlık idiler. Bahsettiğimiz sebeplerden ötürü Müslüman miktarı azalan Kars hariç, hiçbir şehirde çoğunlukta değillerdi. Yazar, Rusların kısa bir süre yerleşmesinden ötürü Kars’ı “ bir Ermeni şehri “ olarak mı görüyor? Anlamsız ve mantıksız önyargı… Veya izahat kabul göremez!
ngsforum@nationalgeographic.com
GÜNCEL ÖRNEK (2) COĞRAFYA yoksa APTALA TARİH mi? http://www.nationalgeographic.com/magazine/2016/04/armenia-massacre-turkey-kurds-history/ April 01, 2016 by Paul Salopek
Yüzyıl sonra bile katliam Türkiye ve Ermenistan’ın aklından çıkmıyor
Ermenilerin bir zamanlar başarılı olduğu bölgede “büyük felaket” acıların ve anlaşmazlıkların sürekli hatırlanmasına yol açıyor
“Modern Türkiye’nin selefi olan Osmanlı İmparatorluğunda yüzyıl önce bir milyon - bazılarına göre daha az Ermeni öldürülmüştü”
“NATIONAL GEOGRAPHIC” temelde bir “COĞRAFYA” dergisidir, politikadan kesinlikle uzak durmalı, tarihle ilişkisi dikkatli olmalıdır. NG Türkiye’de Türkçe olarak yayınlanmaktadır. Mart 2004’de sekiz sayfalık benzer içerikli bir yazının Türkiye dışında “tüm ülkelerde” yayınlanması üzerine Editör Bay Ohanian’ın istifa etmek zorunda kaldığını hatırlıyorum, Türkiye nüshasında ise bu sayfalarda çiçekler ve böcekler yer almıştı. Bu “utanç verici” iki yüzlülük NG Türkiye ve Washington’a bildirilmiş, ben ve bazı arkadaşlarım dünya çapındaki bu “imalat rivayete” NG’nin doğrudan bulaşması nedeniyle on yıllarca sürdürdüğümüz abonelikleri iptal ettirmiştik. Birleşmiş Milletlere başvurularak suçların kişiselliği esasına göre birilerinin mahkeme kararıyla suçlu bulunduğu ileri sürülmediği sürece bu iddia dünya çapında bir YALANDIR. (Mart 2004 tarihli NG’den alıntı aşağıdadır)
Ermenistan’ın başkenti olan Erivan’da taştan bir anıt bu trajik olayı, MedzYeghern’i, yani Ermeni halkının büyük felaketini hatırlatır. Her bahar, kıyımın başladığı tarih olan 24 Nisan’da binlerce kişi şehirdeki bir tepeye tırmanarak bu kutsal yeri ziyaret ederler, sürekli yanan ve anıların ölmezliğini simgeleyen ateşin önünden geçerek çiçeklerini koyarlar. Sadece 100 km. kuzey batıda, Türkiye ile olan hududun birkaç yüz metre ötesinde daha eski ve Ermenilerin acılı hatıralarına belki daha uygun bir yer olan Ani harabeleri yer alır.
Ben Ani’yi gezdim, gördüm kadarıyla yaklaşık bin yılda depremler nedeniyle yıkılmış ve terk edilmiş olan bir kilometre kareden küçük, eski bir şehrin harabeleridir. Türklerin şehri on ikinci yüzyılda almalarından sonra yaptıkları cami de yıkılmış durumdadır. Anadolu’da Hitit, Truva, Yunan ve Roma dönemlerinden kalma yüzlerce tarihi yer vardır, en son bulunanlar ise kazıları devam eden “Göbekli tepe”deki dev tapınaklardır, Milattan 11600 yıl önce yapıldıkları söylenmektedir (NG, Haziran 2011 yazar Charles C. Mann, fotoğraf Vincent J. Musi). İhtilalcıların neden olduğu “büyük trajedi” ileride belgelerle açıklanacaktır. “Reno Evening” Gazetesi 14.11.1915 ‘den birkaç satır görelim (Yazının tasmamı: http://armenians-1915.blogspot.com/2008/10/2625-america-and-armenians-reno-evening.htm
“İyi niyetli fakat önyargılı Amerikan Misyonerlerini bir komitede toplayan ve Ermenilere karşı hiç yapılmamış olan kötü davranışları olmuş gibi gösteren kuruluşlar şimdi de Amerika’da ve İsviçre’deki Hıristiyan yardım derneklerini yanıltarak onları berbat Türklerin sözde kurbanlarına yardım etmeye çağırmaktadır. Ülkenin özgür bireyleri için bu bir sorun değildir, ancak ne yazık ki Başkan Wilson gibi kendi başına karar veren bir kişinin, sadece kendi çıkarları için para toplamayı amaçlayan Ermenilerin iddialarını geçerli sayarak bu gaddarlık masallarının doğru olduğunu kabul etmesi tehlikesi vardır. Yıllarca kendi yurttaşlarının kanını emmiş olan profesyonel dilenciler şimdi de iyi niyetli Amerikalıları kandırmaya çalışıyor ve Birleşik Devletlerin Türkiye ve Türkiye üzerinden Almanya ile çatışmaya girmesi ihtimaliyle ilgilenmiyor. Görünüşe göre Büyükelçi Morgenthau becerikli sahtekârların oyununa kolayca gelmiş durumdadır, bu kişiler uydurma zulüm masalları ile gerek ülkedeki gerekse ülke dışındaki Ermenilerden sağladıkları gelirle son 30 yıl lüks içinde yaşamışlardır.”
Ani nedir? Ani, Doğu Anadolu’da İpek Yolunun kuzeyinde, bugünkü Türkiye’nin büyük bölümünün üzerinde olduğu geniş yarımadada kurulmuş olan Ermeni kökenli, güçlü bir krallığın orta çağlardaki başkenti idi. 100 000 nüfuslu zengin bir şehirdi. Pazar yerlerinde çok miktarda kürk, baharat ve değerli metaller bulunurdu. Soluk renkli yüksek taş duvarlar şehri korumaktaydı. 1001 kiliseli şehir olarak tanınan Ani, Constantinople’in ihtişamıyla yarışır ve gösterişli Ermeni kültürünü temsil ederdi. Bugün ise güneşin yaktığı uzak bir yaylada sararmış otların arasında yıkık katedralleri ve boş sokakları ile ıssız bir harabe halindedir. Ona doğru yürüdüm. Ben dünyayı yürüyerek geziyorum. Ben Afrika’dan çıkıp dünyaya yayılan ilk atalarımızın izlediği yolu yaya olarak takip ediyorum. Seyahatlerimde Ani’den daha güzel veya daha hüzünlü bir yer görmedim. Yürüyüşümde rehberim olan Kürt asıllı Murat Yazar, “Ermenilerden hiç söz etmiyorlar bile” diyor. Doğru, turistler için hazırlanmış olan yazılı bilgilerde Ani’nin kurucularından bahis yok. Bu bilinçli yapılmış. Ani’de kalmış Ermeniler yok. Resmi tarihe göre de yok. Erivan’daki Tsitsernakaberd tepesinin hatırlattığı gibi Ani unutmanın anıtıdır.
NG yazarının yerel bir Kürt rehberin tarih bilgisinden yararlandığı ve tarihsel abartılardan etkilendiği görülüyor. Bir kilometre karelik, kenarı Aras nehrinin oluşturduğu derin vadi ile sınırlı bir alana 1001 kilise ve 100 000 kişi nasıl sığabilir? Levhalardaki yazılı bilgiye gelince, Ermeniler Erivan’ın 1800’lerde Rus yönetimine geçinceye kadar adının Revan Hanlığının başkenti REVAN olduğunu kendi levhalarında belirttiği takdirde Türkler de Ani’nin Ermenilerden kaldığını levhalarda herhalde belirteceklerdir.
Geçtiğimiz yıl dünyanın en eski Hıristiyan topluluklarından biri olan Ermenilerin Apostolik Kilisesi modern Türkiye’nin doğduğu geniş topraklara yayılmış çok uluslu Osmanlı İmparatorluğunda soykırıma kurban giden tüm Ermenileri aziz ilan etmişti. Fotoğrafta peçe takmış bir kadın Ermenistan’da Etchmiadzin’de azizliğe yükseliş törenine katılmaktadır. 24 Nisan 2015’de, birçok tarihçiye göre modern çağların ilk soykırımının başladığı tarihin yüzüncü yıldönümünde, Ermenistan’ın başkenti Erivan’da ellerinde meşale tutan kalabalıklar ölenlerin anısına yürüyüş yapmaktadır. Her yıl tekrarlanan ve kısmen hüzünlü kısmen de milliyetçi içerikli olan bu anma töreni politik gösterilere dönüşebilir, nitekim göstericiler bazı zaman Türk bayraklarını yakmışlardır.
DİNİ ve DİN ADAMLARINI, mumları, bayrakları ve papazları kullanarak tarihi dramatize etmek eski ve çok kullanılan bir propaganda aracıdır (http://armenians-1915.blogspot.com/2011/03/3239-can-armenian-issue-be-solved.html). M. Gauin adlı Fransız tarihçiye göre “25 Aralık 1933’de Başpiskopos Leon Tourian New York’taki kilisesinde Taşnaklar tarafından öldürülür. New York Times dâhil Amerikan gazetelerinin çoğunluğu Taşnak partisinin terörist gangsterlerden oluştuğunu, Nazi ve Faşist rejimlerinin parasal desteğine sahip olduklarını belirtir.” Aslında çok şey değişmemiştir! Fotoğrafta Ermeni asıllı Amerikan vatandaşlarının Kaliforniya Temsilciler Meclisine yaptıkları başvuruda arka planda bir haç kolyeli papazın ve önde ellerinde Ermenistan bayrağını tutan okul çocuklarının aldatıcı ve dramatize edici biçimde millileştirme amacıyla kullanıldığını görmekteyiz.
Dünyanın en eski ve en çözülmez siyasal sorunlarından biri-Türkiye ve Ermenistan’ı nesiller boyunca milliyetçi aşırılık, sertlik ve düşmanlığa kilitleyen zehirli hareketsizlik-soykırım sözcüğünün incelenmesine indirgenebilir. Bu sözcük farklı anlam, tefsir ve anlaşmazlıklar ile yüklüdür. Birleşmiş Milletlere göre en kötü suçlardan biridir: insanların veya etnik, ırksal ya da dinsel grupların tamamını ortadan kaldırmaya kalkışmak şeklinde tarif edilmiştir. Ancak ne zaman geçerlidir? Kaç kişi kurban edilmiş olmalıdır? Eylem ile niyet nasıl ayrılır? Hangi korkunç hesaplama ile?
Yazarın süregelen bilgisizliği ve gerçeği ifade etmekten kaçınması aşağıdaki maddenin tekrarını gerektirmektedir. Bak: (https://www.oas.org/dil/1948 Convention on thePreventionandPunishment of theCrime of Genocide.pdf). Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına ilişkin Anlaşması, Mad. 6: < Soykırımla veya 3. Maddede sıralanan diğer fiillerin herhangi biriyle suçlanan kişiler, fiilin gerçekleştiği bölgedeki devletin yetkili bir mahkemesi veya tarafların yetkisini kabul ettikleri uluslararası ceza mahkemesi tarafından yargılanır >. Dünyadaki 180’i aşkın ülkeden kaçının Ermeni kulislerini memnun etmek için oy kullandığı kimi ilgilendirir? Bu kulis mensupları yüzyılı aşkın bir süredir tazminat almak, müze ve anıt yapmak gibi bahanelerle zengin Ermenilerden sürekli topladıkları bağış paralarını yandaş siyasetçi finansmanında ve kendi liderlerini zengin etmekte kullanmaktadır. Suç ve ceza irsî midir? Suçlu kişi kimdir? (http://www.un.org/en/preventgenocide/adviser/) sitesine başvuranlar ülkelerin uyması gereken yazılı hükümlerin ne olduğunu anlayabilir. Kim bu hükümlerden muaf olabilir?
“League of Nations” (Cemiyet-i Akvam) Resmi Gazetesi, 21.9.1929, Cumartesi, saat 16.30 Muhacir Yerleştirme Yetkili Sekreteri Fridhjof Nansen’in Meclisteki resmi beyanatının Türkçe tercümesidir.
< Bu mesele Cemiyetimiz tarafından ilk kez tartışıldığında, muhacirler için bir şeyler yapılmasını denemesinin belki iyi olacağı kararına varmıştı. Bu kararın alınması için en azından iyi bir sebep vardı ve asgari olarak birçok ülke ile alâkalıydı zira savaş sırasında Ermeniler Küçük Asya’dan sürgün edilip Türkler tarafından çok kötü muamele gördükleri vakit, Müttefik Batılı Güçler Ermenilere şunları söylemişlerdi: “Türklere karşı bizimle beraber savaşırsanız ve savaş bizim için başarılı sonuçlanırsa, size milli bir yurt, hürriyet ve istiklâl vermeyi vaat ederiz.”
Ermeniler Batılı Güçler için savaştı. İki yüz bin gönüllü hayatlarını Batılıların amacı için feda etti. Fakat ateş kes imzalanıp sulh yapıldığı vakit, Ermenilere yapılan vaat unutuldu. Bu mecliste bir defa değil fakat üç farklı senede ittifakla alınan kararlarla Ermenilerin milli yurtlarına kavuşturulacağı temin edilmişti.>
Bilgi Notu: Fridhoj Nansen (1861-1930) Kuzey Kutbunu 1896 da keşif etmiş, zooloji bilim adamı, diplomat ve 1921 yılında Cemiyet-i Akvam tarafından “Muhaceret Yüksek Komiseri” tayin edilen, Norveçli örnek bir hümanist idi. İnsanlığa hizmetleri nedeniyle 1922 Nobel mükâfatını kazandı ve bu parayı da öncelikle altı milyon Rus muhacirin yerleştirilmesi konularında harcadı! Ülkelerini acele ile terk eden muhacirlerin kimlikleri olmadığı için, bunların nakil ve muhtelif ülkelere gidişleri için “Nansen Pasaportu” denilen belge sistemini icat etti. Ermenistan’a gitmiş ve tarımın gelişmesi için bazı bentler ve sulama kanalları önermişti. Fakat bu projelere para vermeyen ülkeler onu Ermenistan hakkında sıkıştırdığı için, nihayet yukarıdaki cevabı vererek susturmuştu.
(ABD Senatosu No. 266 Kararı 1919 Hazırlayan: Tüm General James G. Harbord - Senatoya sunan Mr. Lodge) ERMENİSTAN’A YOLLANAN ASKERÎ MİSYONU RAPORU YAKIN DOGUDAKİ ŞARTLAR (Yukarıda sağda)
<…Başşehri Erivan olan Ermenistan Cumhuriyetine karşı, dostça olmayan yaklaşımlarımız olmamıştır. Bugünkü durumda Uluslar arası milletler birliğinin bu ülkeye karşı ilgisi ve ilişkisi yoktur. Bu konudaki bilgilerimiz, endirekt kaynaklardan ve söylemlerden oluşmuştur. Fakat şu kadarını biliyoruz ki, yeni Devletteki Ermeniler, Ordu kumandanlarından aldıkları emirlere riayet ederek, Müslüman varlığını yok etmek için operasyonlar düzenlemektedirler. Onların verdikleri yazılı emirlerin kopyalarını kendi gözlerimizle gördük. Erivan’daki Ermenilerin Müslümanları yok etme politikasının yarattığı kan gölü gibi vahşetlerinin, hudutlarımıza kadar dayandığının kanıtı, katliamlardan kaçan Müslümanların karşı taraftan gelip hududun bu yanında bulunmakta olmalarıdır. >
Justin McCarthy’nin “Niles ve Sutherland’ın Raporu” başlıklı kitabından alıntı, sayfa 1809-1853, TTK 1990, (http://louisville.edu/a-s/history/turks/Niles and Sutherland.pdf) (ABD i Arşivi 184.021/175): “İst. 16 Ağustos 1919” < … fakat tüm şahitlerin görüş birliği içinde verdikleri ifadeler, kendilerine yapılan zulmümü dile getirmedeki kararlılıkları, Ermenilere karşı duydukları aşikâr nefret ve en önemlisi ortada olan somut deliller, Ermenilerin Müslümanları geniş çapta, bir çok ince yöntemlerle gaddarca katlettikleri ve şehirlerle köylerin harap olmasında sorumluluğun çoğunun Ermenilerde olduğu konularında bizi ikna etmiştir…”
Dostları ilə paylaş: |