EDEBİ SANATLAR
Anlama renk katmak, anlamı güzel ve etkili kılmak, zenginleştirmek amacıyla ”şiirlerde ve düzyazı türlerinde kullanılan söz sanatlarıdır. Günümüz edebiyatlarında sözü etkili kılmanın bir aracı olan bu sanatlar, Divan edebiyatında ustalığın temel ölçütlerinden biri sayılmıştır. Biz bunlardan, günümüz edebiyatında da kullanılanları, dolayısıyla da sınavlarda karşımıza çıkabilecek olanları tanıyacağız.
Edebi sanatları üç ana grupta inceleyebiliriz:
A) MECAZ ANLAMA DAYALI SANATLAR
Mecaz (Değişmece) Mecaz-ı Mürsel (Düz Değişmece)
Teşbih (Benzetme) İstiare (Eğretileme)
Kinaye (Değinmece) Teşhis (Kişileştirme)
İntak (Konuşturma) Tariz (İğneleme)
B) GERÇEK ANLAMA DAYALI SANATLAR
Tezat (Karşıtlık) Tevriye (İki anlamlılık)
Mübalağa (Abartma) Hüsn-i talil (Güzel neden bulma)
Tenasüp (Uygunluk) Tecahül-I arif (Bilmezlikten gelme)
İstifham (Soru sorma) Terdit (Şaşırtma)
Telmih (Anımsatma) Leff ü neşr (Sıralı açıklama)
Tedric (Dereceleme) Tekrir (Yineleme)
Rücu (Geriye dönüş) İrsâl-ı mesel (Atasözü söyleme)
Ka’t (Kesme)
C) SESE DAYALI SANATLAR
Cinas (Sesteşlik) Seci (İç uyak)
İştikak (Türetme) Akis (Çaprazlama)
Akrostiş Lebdeğmez (Dudakdeğmez)
Aliterasyon (Ses Yinelenmesi)
Yukarıda sınıflaması yapılan sanatlar yüzyıllardan beri edebiyat eserlerinde kullanılmış, kimi zaman bunlar anlatımın bir aracı değil, amacı durumuna gelmiştir. Özellikle, Divan şiirinde bu sanatların çok yoğun ve karmaşık biçimde kullanıldığını görüyoruz.
Bugün de konuşmalarımızda, gazete ve dergi yazılarında, sanatsal eserlerde duygu ve düşüncelerin, haberlerin, istek ve özlemlerin daha iyi, açık ve somut biçimde; kimi zaman daha süslü ve gösterişli olması için edebi sanatların bir kısmına başvuruyoruz.
MECAZ (DEĞİŞMECE) SANATI
Sözcüklerin, gerçek anlamlarından bütünüyle uzaklaşarak, başka kavramları yansıtır duruma gelmesiyle kazandığı yeni anlamıdır.
ÖRNEKLER:
*Onda her gün maç izleme hastalığı var.
*Basına doyurucu bilgi vermedi.
*Dışarı çıkınca içim acildi.
Bu cümlelerde yer alan “doyurucu” sözcüğü inandırıcı anlamında, “içi açılmak” öbeği de “rahatlamak, ferahlamak” anlamında kullanılmıştır.
MECAZ-I MÜRSEL (DÜZ DEĞİŞMECE)
Bir sözün benzetme amacı olmadan, başka bir söz yerine kullanılmasıdır. Düz değişmecede, eğretilemede olduğu gibi bir söz başka bir söz yerine kullanılır; ancak söylenen ile kastedilen arasında benzerlik ilişkisi yoktur.
Mecaz-ı mürsel şu biçimlerde yapılabilir:
a) Sanatçı söylenir, yapıtı kastedilir.
*Sezen Aksu’yu dinlemekten hoşlanırım.
*Bugünlerde sürekli Orhan Pamuk’u okuyorum.
b) İç söylenir, dışı kastedilir ya da dış söylenir içi kastedilir.
*İki tabak yedim, bir bardak içtim.
*Üşürsün, sırtını çıkar.
c) Parça söylenir, bütün kastedilir ya da bütün söylenir parçası kastedilir.
*Seyirci, stadyumu doldurdu.
*Genç kız, eline oje sürüyor.
*Yelken, rüzgârın önünde dans ederek ilerliyordu.
*Film beyazperdede gösterime girdi.
d) Eşya söylenir, insan kastedilir.
*Basınımızın etkili kalemlerindendir.
*Önlükler, ilkokulun bahçesine sevinç İçindeydi.
e) Yer söylenir, insan kastedilir:
*Bizim köy çok dedikoducu.
*Sınıf, dışarı çıktı.
BENZETME (TEŞBİH) SANATI
Aralarında ortak özellik bulunan iki kavramın, birbiriyle karşılaştırılmasıdır. Ortak özellikte güçsüz olan öğe, güçlü olan öğeye benzetilir. Benzetmede, benzeyen sözcük gerçek anlamda, benzetilen sözcükse mecaz anlamdadır. Tam bir benzetmede benzeyen, benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı ( ilgeci ) olmak üzere dört öğesi vardır. Ancak benzetmenin gerçekleşebilmesi için yalnızca benzeyen ve benzetilenin kullanılması yeterlidir.
Teşbih, aslında bir karşılaştırma sanatıdır. Teşbihin, oluşabilmesi için karşılaştırılan iki nesne ya da kavramın bir benzetme yönünde birleşmesi gerekmektedir. Aralarında ortak özellik olmayan ya da denklik olan nesne ya da kavramlar karşılaştırılsa bile teşbih sanatı (benzetme) meydana gelmez.
Benzetmenin temel öğeleri Benzetmenin yardımcı öğeleri
Kendisine Benzetilen (KB) Benzetme Edatı (BE)
Benzeyen (B) Benzetme Yönü (BY)
*Hava cehennemi andırıyor. (Burada havanın sıcaklığı cehennem sıcağına benzetilmiş.)
*Âh bu türküler, köy türküleri…
Ana sütü gibi candan,
Ana sütü gibi temiz (B. Rahmi Eyüboğlu)
Yukarıdaki şiirde şair, “köy türküleri” ni “ana sütü“ ne benzetmiş. Köy türküleri ile ana sütü arasında “temiz” ve “candan” oluş yönüyle de benzetme ilgisi kurulmuş.
Yukarıdaki benzetmede dört öğe vardır:
a) Kendisine Benzetilen: Ana sütü
b) Benzeyen: Köy türküleri
c) Benzetme Edatı: Gibi
d) Benzetme Yönü: Candan, temiz
UYARI: Benzetme edatı olarak “gibi” den başka; kadar, sanki, güya, nitekim, meğer ki, misal, andırmak, dönmek… gibi sözcükler de kullanılabilir.
*Gözlerim çalışmaktan kan çanağına döndü.
*Deniz misali gözleri vardı.
*Odanın konforu, sanki kral dairesiydi.
*Kepçe kulağı, hepimizi güldürürdü.
Teşbihin (benzetmenin) oluşabilmesi için mutlaka temel öğelerin bulunması gerekir. Yardımcı öğeler olmadan da benzetme yapılabilir.
Benzetme dört türlüdür:
-
Ayrıntılı (Tam) Benzetme (Teşbih-i mufassal):Dört öğesi de bulunan benzetmedir.
Sular öyle temiz ki, annemin yüzü gibi.
Benzeyen BY KB BE
(Kemalettin Kamu)
-
Kısaltılmış (Eksiltili) Benzetme (Teşbih-i mücmel): Benzetme yönü olmayan, diğer öğeleri olan benzetmedir.
Kutu gibi bir dairede otururlar. (O. Veli Kanık)
KB BE B
c) Pekiştirilmiş Benzetme (Teşbih-i müekked): Benzetme edatı olmayan, diğer öğeleri olan benzetmedir.
Yollar köyleri saran eskimiş çerçeveler (S. Esat Siyavuşgil)
B BY KB
d) Yalın (Güzel) Benzetme (Teşbih-i beliğ): Sadece temel öğelerle (benzeyen, kendisine benzetilen) yapılan benzetmelere denir.
Selviler içinde bir alev Emir Sultan. (Ö. Bedrettin Uşaklı)
KB B
Benzetme Örnekleri:
Unutmakta haklısın kömür gözlüm.
Haklısın… Bu sözüm sanma sitemdir. (Mehmet Çınarlı)
Bir bakışı vardı Esma‘nın,
Kavak yaprakları gibi pırıl pırıl. (Cahit Külebi)
*Dar kapısından başka aydınlık girecek hiçbir yeri olmayan dükkânında, tek başına, gece gündüz, kıvılcımlar saçarak çalışan Koca Ali; tıpkı kafese konmuş terbiyeli bir aslanı andırıyordu. (Ö. Seyfettin)
*Güler yüzün çözümleyemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Buzlar güneş karşısında nasıl erirse, en çetin sorunlar da işe güler yüzle başlayan, öylece sürdüren insanlar elinde çözülür. (Şevket Rado)
İSTİARE (EĞRETİLEME) SANATI
Benzetme amacı güdülerek, sözün başka bir söz yerine kullanılmasıdır. Benzetmede, benzetmenin iki temel öğesi benzeyen ve benzetilen kullanılırken; eğretilemede ya benzeyen ya da benzetilen kullanılır.
Açık eğretilemede yalnız benzetilen; kapalı eğretilemede ise yalnız benzeyen kullanılır.
ÖRNEKLER:
-
Bu tilki her sınavda kopya çeker.
Şeytan bu sezon gol kralı olur.
İlk örnekte benzetilen “tilki” kullanılmış, benzeyen “öğrenci” kullanılmamıştır. İkinci örnekte ise benzetilen “şeytan” kullanılmış, benzeyen “futbolcu” kullanılmamıştır. Her iki örnekte de yalnız, benzetilen kullanıldığından “açık eğretileme” vardır.
-
Eve geç gidince babam ikimize de kükredi.
Deniz o sabah çok hırçındı.
İlk örnekte benzeyen “baba” kullanılmış, benzetilen “arslan” kullanılmamıştır. İkinci örnekte benzeyen “deniz” kullanılmış, benzetilen “insan” kullanılmamıştır. Her iki örnekte de yalnız, benzeyen kullanıldığından, kapalı eğretileme vardır.
-
Yuvayı yapan dişi kuştur.
Bir atasözü olan bu cümlede, “kadın”, “dişi kuş“ a benzetilmiş, ancak benzeyen (kadın) kullanılmamıştır. Bu, bir istiaredir.
İstiare iki türlü olabilir:
Kapalı İstiare: Sadece benzeyen kullanılır.
Açık İstiare: Sadece kendisine benzetilen kullanılır.
-
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? (C. Sıtkı Tarancı)
Şakaklardaki beyazlık kara benzetilmiş. Ancak benzeyen kullanılmamış. Bu, açık istiare örneğidir.
-
Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl! (M. Akif Ersoy)
Şair bayrağı kaşlarını çatmış bir insana benzetiyor; ancak “insan” (kendisine benzetilen) dizede açıkça geçmiyor. Sadece benzeyen öğesi kullanılmış. Bu, kapalı istiare örneğidir.
-
Bu memlekette de bir gün sabah olursa Haluk… (T. Fikret)
Şair “güzel günler” i “sabah” a benzetmiş, fakat “güzel günler”i (benzeyen öğesi) kullanmamış. Bu, açık istiaredir.
-
Can kafeste durmaz uçar,
Dünya bir han konan göçer. (Âşık Veysel)
İlk dizede “can”, “kuş“ a benzetilmiş. Ancak “kuş“ tan (kendisine benzetilen) söz edilmemiş. Bu, kapalı istiaredir.
UYARI: Edebiyatta kimi zaman “temsili istiare” (yaygın eğretileme) denilen bir anlatım yoluna da başvurulur. Temsili istiare kısaca; bir olayın, kişinin, dönemin… simgelerle anlatımı olarak tanımlanabilir. Bu tür anlatımda birden fazla benzerlik ilgisi esastır. Şiirin tümünde benzetmenin temel öğelerinden biri kullanılır.
Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor,
Gittikçe yükselen başı Allah’a kalkıyor…
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın:
Zapt etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da…
Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri.
Son şanlı macerasını tarihe anlatın:
Zincir İçinde bağlı duran kahraman atın
Gittikçe, yükselen başı Allah’a kalkıyor,
Asrın baş eğdi sandığı at şaha kalkıyor. (F. Nafiz Çamlıbel)
Bu parçada şair bir “at”ı betimliyor görünerek, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Kurtuluş Savaşı yapan ve eşsiz bir mücadele örneği veren Türk ulusunu anlatmaktadır. Yani “at” ile kastedilen “Türk ulusu” dur.
Şiirde “benzeyenler söylenmemiş, sadece “kendisine benzetilenler belirtilmiştir.
TEŞHİS (KİŞİLEŞTİRME) SANATI
İnsan olmayan varlıkları insan gibi algılayarak, insana özgü nitelikleri o varlıklara benzeterek söz söyleme sanatına teşhis (kişileştirme) sanatı denir.
Teşhis Sanatı Örnekleri:
Ne vakit Maçka‘dan geçsem
limanda hep gemiler olurdu
ağaçlar kuş gibi gülerdi (Attila İlhan)
Bütün kusurumu toprak gizliyor,
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor. (Âşık Veysel)
Gül, hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyamete dek çeksin intizar (Baki)
Kış, Ada‘nın her tarafına yerleşebilmek için rüzgârlarını poyraz, yıldız, karayel… halinde seferber ettiği zaman; öte yakadaki yaz, pılısını pırtısını yeni toplamış, bir kenara, oldukça mahzun bir göçmen gibi oturmuştu. (Sait Faik Abasıyanık)
KONUŞTURMACA (İNTAK) SANATI
İnsan dışı varlıklara insan kişiliği kazandırılırsa “teşhis” yapılmış oluyordu. Bu varlıklar bir de konuşturulursa “intak” yapılmış olur.
Akıl ersin, ermesin sevdama
Senden yanayım, dedi yeşeren dal, senden yana. (Arif Damar)
“Dal”, hem kişileştirilmiş hem konuşturulmuş. “İntak” olan her yerde zorunlu olarak “teşhis” de vardır.
Küçük bir çeşmeyim yurdumun
Unutulmuş bir dağında
Hiç kesilmeyecek suyum
Yıldızların aydınlığında
Boyuna akar dururum. (Cahit Külebi)
TARİZ (İĞNELEME) SANATI
Birine laf dokundurmak maksadıyla, bir sözü karşıt anlamını düşündürecek biçimde kullanmaya tariz denir.
*Araba o kadar hızlıydı ki, yürüyerek geçebilirdik.
*Bu yürekli insan, tavşandan çok korkar.
*Bu büyük romancımızın hemen her yapıtında tarihsel gerçeklere aykırı birçok şey bulabilirsiniz.
*Aferin oğlum Ahmet! Sen bu yolda devam et.
Herifçoğlu Sen Mişel’de koyvermiş sakalı,
Neylesin bizim köyü, nitsin Mahmut Makal’ı. (B. Rahmi Eyüboğlu)
Şiirde “Bu yolda devam et” sözü tarizli kullanılıyor. Ahmet, Fransa’ya gidince köyünü, ülkesini unutmuş; gününü gün etmeye başlamıştır. Şair, oğlunun bu tutumunu eleştiriyor.
Osmanlı’nın son dönem sadrazamlarından Âli Paşa, Girit seferinde başarı gösteremeden döner. Âli Paşa’yla arası hiç iyi olmayan Ziya Paşa bu olay üzerine şu dizeleri yazar:
“Vermedi ablukada şan-ı donanmaya halel
İngiliz devletine olsa sezadır amiral”
İlk dizede şair “Donanmanın şanına leke kondurmadı.” demek suretiyle Âli Paşa’nın, Türk donanmasının şerefini hiçe indirdiğini anlatıyor. İkinci dizede de “İngiliz donanmasına amiral olsa yakışır.” diyerek, Âli Paşa’nın bir donanmayı idare edecek kapasitesi olmadığını vurguluyor.
Mehmet Akif Mısır’da iken, yakın dostu Ferit Bey’ den hiç mektup alamaz. Ancak Akif’in annesi İstanbul’da vefat edince Ferit Bey’den bir taziye mektubu alır. Mektuba cevap yazan Akif şöyle der:
“Yahu senden ses seda çıkması için bizim evden cenaze çıkması mı lâzım?”
TEZAT (KARŞITLIK) SANATI
Karşıt durumların, olayların, düşüncelerin, bir arada belirtilmesidir. Bu, karşıt (zıt) anlamlı sözcükler kullanılmadan da yapılabilir.
Bir başka tanımı ise:
Aynı varlığın, olayın, durumun… birbirine karşıt iki yönünü bir arada belirtmeye ya da birbirine karşıt kavramlar arasında ilgi kurmaya tezat denir.
Ömrümde zararsız günümü bilmem
Her senede yüz milyonluk kârım var. (Huzuri)
Aşk derdiyle hoşem el çok ilâcımdan tabip
Kılma derman kim helakim zehr-i dermanındadır . (Fuzuli)
Nice kâfirdir yüzün görüp müselman olmayan (Lâmii)
Dil gitti gerçi yerine kondu hezâr gam
Biri gider biri gelir oldu belâların (Şeyhülislam Yahya)
Gülen çehremi görüp
Sanmayın beni bahtiyardır
Her kahkahanın içinde
Bir damla gözyaşı vardır
Lâkin ben hiç bu kadar mahzun olmadım; ölümü hatırlatan ne var bu resimde? Hâlbuki hepimiz hayattayız. (Melih Cevdet Anday)
Bir kız vardı yok gibi öyle güzel (Oktay Rıfat Horozcu)
MÜBALAĞA (ABARTMA) SANATI
Herhangi bir durumu, olayı ya da gerçeği olduğundan daha büyük ya da küçük göstererek anlatma yöntemine mübalağa (abartma) denir.
*Gittiğini duyunca bir kez daha öldüm.
*Bir ah çeksem, karşıki dağlar yıkılır.
*Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe!” desem sığmazsın. (M. Akif Ersoy)
* Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle (Y. Kemal Beyatlı)
* Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer.
O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer. (M. Âkif Ersoy)
*Bir şulesi var ki şem-i canın
Fanusuna sığmaz asmanın (Şeyh Galip)
*Merkez-i hâke atsalar da bizi
Kürre-i arzı patlatır çıkarız. (Namık Kemal)
*Dövüşüyorduk Üç Şehitler’imizde
Zorluyordu derya gibi düşman
Attığım boşa gitmiyordu
Lüzumsuzdu nişan. (F. Hüsnü Dağlarca)
KİNAYE (DEĞİNMECE) SANATI
Bir sözü hem gerçek hem de mecaz (değişmece) anlama gelecek biçimde kullanmadır. Kinayede asıl kastedilen, mecaz anlamdır.
Bu yük onu çok yıprattı.
Bu cümlede “yük” sözü gerçek anlamıyla “ağır bir nesne”, mecaz anlamıyla yaşamın ağır sorumluluğudur.
Bu lekeyi kolay kolay çıkaramazsın.
Bu cümlede leke sözü gerçek anlamıyla “kir izi”, “mecaz anlamıyla” namusa dokunur suçtur.
Bir gün ektiğini biçersin.
Bu cümledeki gerçek anlam “tarımsal etkinlik”, mecaz anlam, “yaptıklarının karşılığını göreceksin” dir.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Gerçek Anlam: Ateşin olmadığı yerde duman da yoktur.
Mecaz Anlam: Kimi küçük belirtiler, işaretler suç niteliğindeki olayların habercisidir.
Gül dikensiz olmaz.
Gerçek Anlam: Her gülün dikeni vardır.
Mecaz Anlam: Her sevilen şeyin bazı pürüzlü, sevgiye engel olan yanları vardır.
TEVRİYE SANATI
İki anlamı olan bir sözcüğün yakın anlamını söyleyerek uzak anlamını kastetmedir. Tevriyede bu sözcüğün her iki anlamı da gerçektir.
Gül gülse daim ağlasa bülbül acep değil
Zira kimine ağla demişler kimine gül
Bu şiirde “gül” sözcüğü hem “çiçek” anlamını, hem de “gülmek” eylemi olan anlamını içerecek biçimde kullanarak tevriye sanatı yapılmıştır.
Tahir Efendi bize kelp demiş.
İltifatı bu sözde zahirdir.
Maliki mezhebim zira
İtikadımca kelp tahirdir.
“Tahir” sözcüğü hem “temiz” anlamında kullanılmıştır, hem de şairin yerdiği (hicvettiği) kişinin adıdır.
Baki kalan bu kubbede bir hoş seda imiş. (Baki)
Bu dizede “Baki” sözcüğü hem şairin mahlası, hem de “edebi, sonsuz” anlamındadır.
HÜSN-İ TALİL (GÜZEL NEDENE BAĞLAMA) SANATI
Gerçek nedeni bilinen bir olay, olgu ya da durumu, daha güzel ve hayali bir nedenle oluyormuş gibi göstermektedir.
Gözün kamaşsın diye güneş tüm doğayı kızıla boyadı.
Güneşin batışına yakın saatlerde doğanın kızıla bürünmesi nedeni bilinen bir fizik olayıdır. Ozan bunu, güneşin sevgilinin gözünü kamaştırması gibi hayali bir nedenle açıklamaktadır.
Çağıl çağıl akan ırmak, yalnızlığın türküsünü söylüyor.
Bu örnekte ırmağın çıkardığı doğal sesi, ozan yalnızlığın türküsünü söylemek gibi güzel ve hayali bir nedenle açıklamaktadır.
Sen yoksun diye bahçemde
Çiçekler açmıyor bak
Çiçeklerin belli bir mevsimde açmayışı, sevgilinin olmayışı ile açıklanmaktadır.
*Yeni bir ülkede yem vermek için atlarına
Nice bin atlı kapılmıştı fetih rüzgârına (Yahya Kemal Beyatlı)
Akıncıların yeni ülkeler fethetme isteklerinin nedeni olarak, şair atlarına yeni bir ülkede yem vermek isteyişlerini gösteriyor. Oysa fetihlerin asıl amacı toprak kazanmaktır.
* Sen yoksun hiçbir şey yok Güneşin rengi
Ağustos yıldızlarının sıcaklığı Karanfil kokusu… (Suat Taşer)
Şair, karanfil kokusunun, ağustos yıldızlarının sıcaklığının, güneşin renginin olmayışını gerçekçi bir nedene değil de sevdiğinin yok oluşuna bağlıyor.
* Müzeyyen oldı reyahin bezendi bağ-ı çemen
Meğerki bağa haber geldi yârdan bu gece (Ahmedi)
Şair, “Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi, meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş.” diyor. Bahçenin süslenmesini sevgilinin geleceği haberine bağlıyor. Hâlbuki bahçenin güzellik kazanması mevsimle ilgilidir.
TENASÜP (UYGUNLUK) SANATI
Anlamca birbiri ile ilgili sözcükleri bir arada kullanmaktır. Karşıtlık ilgisi, bunun dışındadır. Müraat-ı nazir” adıyla da bilinen tenasüp, anlamca birbiriyle ilgili sözcükleri bir arada kullanma sanatıdır. Tenasüp sanatında, anlamca ilgili sözcükler okuyucunun zihninde bir çağrışım, bir imge yaratırlar. Tenasüp olması için anlamca ilgili sözcükler arasında karşıtlık ilgisinin bulunmaması gerekir. Divan edebiyatı şairleri, tenasüp sanatında, türlü bilim terimlerini, mitoloji, tarih ve mesnevi kahramanlarını, hayvan, bitki ve çiçek adlarını bol bol kullanmışlardır.
Sen yoksun, hiçbir şey yok
Güneşin rengi
Ağustos yıldızlarının sıcaklığı
Karanfilin, kokusu
Beşikteki, bebenin gülüşü
Bu şiirde güneş-yıldızlar, karanfil-koku, beşik-bebek sözcükleri anlamca birbirleriyle ilgilidir.
*Suya versün bâğban gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su. (Fuzuli)
Şair, peygamberimizi övmek için yazdığı bu dizelerde şöyle diyor: “Bahçıvan gül bahçesini suya (sele) versin, boşuna zahmet çekmesin; çünkü bir değil, bin gül bahçesine su verse (emek harcasa), senin yüzün gibi güzel bir tek gül açılmaz.” Şiirde siyah dizili sözcükler tenasüp sanatını oluşturuyor. Bağban (bahçıvan), gülzâr (gül bahçesi), gül açılmak, su., sözcüklerinin bir arada kullanılışı, zihnimizde bir bahçıvanın bahçesi içindeki çalışmalarıyla ilgili çağrışım uyandırıyor.
* Mest olupdur çeşm ü ebrunun hayâlinde imâm
Okumaz mihrâbda bir harf-i Kur’ân’ı dürüst (Ahmet Paşa)
Şair; “İmam sevgilinin kaşı (ebru) ve gözünün (çeşm) güzelliğiyle kendinden geçmiş; namaz kıldırdığı yerde Kuran’ın bir harfini bile hatasız okumuyor.” diyor. Dizelerdeki altı çizili sözcükler din ve ibadetle ilgilidir ve tenasüplü kullanılmıştır. Şair, okuyucuda “Kur’an okuyan bir imam” imgesi meydana getiriyor.
*Yanağın âteş-i Musa dudağın mu’ciz-i İsâ
Kemâl-i hüsne Yûsuf’sun Muhammed’den dutarsın hû (Şeyhi)
Dizelerde Musa, Isa, Yusuf ve Muhammed peygamberin adları tenasüplü kullanılıyor ve onlarla ilgili mucizeler çağrıştırılmıştır.
TECAHÜL-İ ARİF
Bilinen bir şeyi, bilmez görünerek anlatmadır. Bu, çoğu kez soru ya da abartma yoluyla yapılır.
Diğer bir tanımla:
Nükte yapmak veya bir anlam inceliği yaratmak için, şairin gayet iyi bildiği bir şeyi bilmiyor görünerek söz söylemesine tecahül-i arif denir. Şair, bu sanatı yaparken çoğu kez mübalağa (abartma) ve istifham (soru sorma) sanatlarından faydalanır.
Sen güneş misin ha?
Kaya mısın, yoksa su mu?
Giderken bunca can
Susmuşsun da,
Sanki var mısın?
Yukarıdaki örnekte ozan onun güneş, kaya, su ya da var olup olmadığını bilmemesi olanaksız olduğu halde bilmez görünüyor.
* Çördükler, cevizler, iğdelerin
Gidin bakın gölgeleri orda mı? (Cahit Külebi)
* Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz? (Cahit Sıtkı Tarancı)
*Sular mı yandı neden tunca benziyor mermer? (Ahmet Haşim)
* Su insanı boğar, ateş yakarmış.
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış. (Cahit Sıtkı Tarancı)
* Altında mı üstünde midir cennet-i âlâ
El hâk bu ne halet, bu ne hoş âb ü hevâdır (Nedim)
İSTİFHAM (SORU SORMA) SANATI
Cevap bekleme amacı gütmeden, duyguyu ve anlamı güçlendirmek için sözü soru biçiminde yöneltmeye istifham (soru sorma) denir.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ
Olur mu dünyaya indirsem kepenk?
Gözyaşı döksem Nuh Tufanı’na denk? (N. Fazıl Kısakürek)
Hani o bırakıp giderken seni
Bu öksüz tavrını takmayacaktın?
Alnına koyarken veda busemi
Yüzüme bu türlü bakmayacaktın? (F. Nafiz Çamlıbel)
Bana kara diyen dilber
Gözlerin kara değil mi (Karacaoğlan)
TELMİH (ANIMSATMA) SANATI
Herkesçe bilinen bir olayı, bir kişiyi, bir öyküyü ya da atasözünü dolaylı bir biçimde anımsatmaktır.
Bir başka tanımı:
Herkes tarafından bilinen geçmişteki ünlü bir kişiye, bir olaya işaret etmeye, onu anımsatmaya telmih denir.
Bu sanat çağrışıma dayanmaktadır. Anımsatılan nesne ya da kavram uzun uzadıya açıklanmayıp bir iki sözcükle dile getirilir.
Genellikle örneklendirme ve temsil amacına yöneliktir. Bu sanatlarda, işaret edilen olay ile anlatılan duygu arasında gizli bir benzetme vardır. Telmihin gerçek malzemesi şiir dışı bilgilerdir. İdeal bir telmih sanatı, ne fazla kapalı ne fazla açık olmalıdır.
Gönlünü Şirin’in aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmaya çoban çeşmesi (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Yukardaki şiirde bir aşk öyküsü olan “Ferhat ile Şirin” anımsatılmaktadır.
Su ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek, Anadolu’nda
İstiklâl uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmet’in yattığı yerdir.
Bu şiirde İstiklal Savaşı ( Kurtuluş Savaşı ) anımsatılmaktadır.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi.
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi. (Mehmet Akif Ersoy)
Şair, Çanakkale şehitleri için yazdığı bu dizelerde, düşmanla çarpışan Mehmetçikleri Bedir Savaşı’ndaki Peygamber askerlerine benzetiyor ve bir olayı anlatırken geçmişteki bir olaydan yararlanıyor.
Ey dost senin yoluna
Canım vereyim Mevlâ.
Aşkını komayayın
Od’a gireyim Mevlâ. (Yunus Emre)
LEFF Ü NEŞR (SÖZ SİMETRİSİ) SANATI
Bir dizede geçen en az iki sözcükle ilgili niteliklerin, alt dizede sıralanmasıdır.
Bir diğer tanım ise:
Çoğunlukla bir beyit içinde, ilk dizede birkaç şeyi andıktan sonra, ikinci dizede bunlarla ilgili benzerlik ve zıtlıkları belirtmeye leff ü neşr denir. Bu sanat düzyazıda da görülebilir.
Teşbih ve istiare ile yakından ilgili olan bu söz sanatı, ilk dizede söylenenlerin ikinci dizede düzenli ya da düzensiz açıklanışına göre ikiye ayrılır:
a) Düzenli Leff ü Neşr:
Birinci dizede söylenenlerin karşılıklarını ikinci dizede aynı sırayla açıklamadır.
Elimde kitaplar dolusu karanfil tutarken
Gözlerim okuyor kırmızı çiçek misali yaşlarını.
Bu şiirde, “kitap” sözcüğü ile “‘okumak”, “karanfil” sözcüğü ile “çiçek” Leff ü Neşr Sanatı (söz simetrisi) oluşturmuştur.
Hakir olduysa millet, şanına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher, sakıt olmaz kadr ü kıymetten (Ziya Paşa)
Sen bana en sâdık bir arkadaştın
Gönlümde ateştin, gözümde yaştın
Ne diye tutuştun, ne diye taştın
Beni kıskandırıp durmalı mıydın? (Tavlusunlu Hicrani)
İşte gördüğünüz üzere, savaş ve barışa işaret olarak,
Bir elimizde kan dökücü mızrak, bir elimizde zeytin dalı var.(Kâmil Paşa)
b) Düzensiz Leff ü Neşr:
Birinci dizede söylenenlerin karşılıklarını ikinci dizede ya ters yönden ya da karışık olarak belirtmedir.
Deli eder insanı bu deniz, bu gökyüzü
Göz kırpar yıldızlar, türküler söyler balıklar (Cahit Öztürk)
TEDRİC (DERECELEME) SANATI
“Tedric” sözcük anlamıyla “derecelendirme” demektir. Edebiyatta ise bir düşünceyi derece derece yükselten veya indiren bir düzen içinde sıralamaya tedric denir.
Tedric iki türlüdür:
a) Yükselen Dereceleme:
Anlatımda, kavramların küçükten büyüğe, azdan çoğa doğru sıralanmasıdır.
Geçsin günler, haftalar, aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgâr ve bir su gibi aksın (Enis Behiç Koryürek)
Makber (mezar), makber değil bir türbe, türbe değil bir mabet, mabet değil bir küre, küre değil bir sonsuz uzay olmalıydı. (Abdülhak Hamit)
b) Alçalan Dereceleme:
Anlatımda kavramların büyükten küçüğe, çoktan aza doğru sıralanmasıdır.
İki asker mızrak mızrağa, kılıç, kılıca, hançer hançere vuruşmaya başladılar. (Namık Kemal)
TEKRİR (YİNELEME) SANATI
Sözün etkisini güçlendirmek amacıyla, anlamın yoğunlaştığı sözcük ya da sözcük öbeğini art arda yinelemektedir.
Diğer bir tanım ise:
Anlatımın etkisini güçlendirmek için bir sözcüğü ya da sözcük grubunu art arda tekrarlamaya tekrir denir.
Tekrir sanatı, eğer, soru anlamı taşıyan sözcüklerle yapılırsa istifham, ünlemlerle yapılırsa nida adını alır.
* Gözler, gözleri gözleyen gözleri gözler.
* Bu yağmur, bu yağmur bu kıldan ince
Öpüşten yumuşak yağan bu yağmur
Bu yağmur, bu yağmur bir gün dinince
Aynalar yüzümüzü tanımaz olur. (Necip Fazıl Kısakürek)
* Yok gayri bizlere uyku, dinek vay!
Kime bel bağlayıp kime dönek yay!
Vay amansız ecel, zalim felek yay! (Behçet Kemal Çağlar)
ALİTERASYON SANATI
Şiir ya da düzyazıda ahengi sağlamak amacıyla aynı ünsüzlerin yinelenmesidir. Ünlülerin tekrarına ise asonans denir. Çoğu zaman ikisi birlikte kullanılır.
Eylülde melul olduğu gönül soldu da lale
Bir kâküle meyletti gönül geldi bu hale
Bu parçada “l” sesi yinelenmiştir.
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında (N. Fazıl Kısakürek)
Sisler bulvarında seni kaybettim.
Sokak lambaları öksürüyordu.
Yukarıda bulutlar yürüyordu. (Attila İlhan)
Bu parçada “r, s, k,” sesleri yinelenmiştir ve bu dizelerde aliterasyon sanatı vardır.
Dest bus-ı arzusiyle ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun anınla yâre su (Fuzuli)
TERDİT (ŞAŞIRTMA) SANATI
Sözü, okuyucunun hiç beklemediği bir biçimde bitirerek onu şaşırtma sanatına terdit denir.
En ağır işçi benim,
Gün yirmi dört saat
Seni düşünüyorum. (Ümit Yaşar Oğuzcan)
Görünce uzanmış yâr kucağına,
Boynunu dolamış zülfü bağına.
Kurşunu kahpeye atacağına,
Kendine çevirdin…
Aman be Ali! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Dişin mi ağrıyor?
Çek kurtul.
Başın mı ağrıyor?
Bir çeyreğe iki aspirin.
Verem misin?
Üzülme, onun da çaresi var,
Ölür gidersin… (Sabri Soran)
RÜCU (GERİYE DÖNÜŞ) SANATI
Bir düşünceyi daha güçlü anlatmak için, söylenen sözden döner gibi davranmaya rücu denir. Sanatçı; nükte, üzüntü, sevinç, heyecan, dehşet… durumlarında anlatımı daha güçlü ve canlı kılmak için rücu sanatına başvurabilir. Rücuda, önceki sözden dönüş yok, fakat döner gibi yapma vardır. Amaç, anlamı pekiştirmektir. Dönüşler art arda gelebilir.
Alnın bir sitare-i nev, yok bir âfitâb (Tevfik Fikret)
[Sitare-i nev: Yeni yıldız. Âfitâb: Güneş]
Bir şarkıdır söylediği.
Mavi bir sevda şarkısı.
Hayır mavi değil,
Ela bir şarkıdır söylediği. (Metin Demirtaş)
İRSAL-I MESEL (ATASÖZÜ SÖYLEME) SANATI
Söylenen bir düşünceyi inandırıcı kılmak ve pekiştirmek amacıyla söze bir atasözü ya da özdeyiş katmaya irsal-i mesel denir.
Bu sanat hayal ve duygudan çok düşünceye dayanır.
İnsana sadakat yaraşır görse de ikrah
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah (Ziya Paşa)
Şair ilk dizede kötülük (ikrah) görse bile insana doğruluk (sadakat) yaraşacağını söylüyor; ikinci dizede de Allah doğruların yardımcısıdır.” sözüyle görüşünü okuyucuya benimsetiyor.
Tok olanlar bilemez çektiğini aç kalanın
Sırtı pek kimseye ahval-i şitâ yaz görünür (Sami)
(Ahval-i şitâ: Kış ortamı)
CİNAS (SESTEŞLİK) SANATI
Hem yazılışları hem söylenişleri bir, anlamları farklı iki sözcüğü bir arada kullanmaya cinas denir.
Cinasın en yaygın iki biçimi şudur:
a) Tam Cinas:
Söyleniş ve yazılışları bir, anlamları farklı iki sözcükle yapılan cinastır.
Bir güzel şuha dedim: İki gözün sürmelidir.
Dedi: Vallahi seni Hind’e kadar sürmelidir
Kısmetindir gezdiren yer yer seni
Göğe çıksan akıbet yer yer seni (İbni Kemal)
Bağ bana
Bahçe sana bağ bana
Değme zincir kâr etmez
Zülfün teli bağ bana (Anonim)
b) Yarım (Ayrık) Cinas:
Cinaslı sözlerden biri, iki ayrı sözcük halinde ise yarım cinas oluşur.
Ah kim ömrüm cihan mülkünde cânansız geçer
Ben cihan mülkün niderem çünkü cân ansız geçer (Ahmet Paşa)
Her nefeste işledim ben bir günâh
Bir günâh için demedim bir gün âh (Süleyman Çelebi)
Haylice vakit oldu
Ben bu derde yanalı
Binme nâmert atına
Ya mıhı düşer ya nalı (Anonim)
SECİ (İÇ UYAK) SANATI
Bir cümlenin içinde veya cümlelerde birden fazla sözcüğün sonlarındaki harf ve ses benzerliklerine iç uyak, diğer bir deyişle seci denir.
Seci, düzyazıda kullanılan uyak olarak da tanımlanabilir, özellikle divan düz yazısında secili anlatım bir amaç sayılmıştır.
Altı çizili sözcükler seciye örnektir.
İlahi! Kabul senden, red senden. İlâhi! Şifâ senden derd senden. İlâhi! Gönlüm oduna her ne yaktınsa ol tüter. İlahi! Vücudum bağına her ne diktinse ol biter. (Sinan Paşa)
İŞTİKAK (TÜRETME) SANATI
Aynı kelime köklerinden türeyen sözcükleri aynı beyitte kullanma sanatına iştikak diğer bir adıyla türetme denir.
Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler
Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler (Yahya Kemal Beyatlı)
Karşısında nice erbab-ı denaât titrer
Hâkim-i mahkeme-i hükm-i cezadır kalemim (Eşref)
AKİS (YANSIMA) SANATI
Bir dize veya cümle içerisindeki kelimeleri ters çevirerek söylemeye akis diğer bir adıyla yansıma denir.
Her inişin bir yokuşu, her yokuşun bir inişi vardır. (Atasözü)
Yemek için yaşamamalı, yaşamak için yemelidir. (Moliere)
Didem ruhunu gözler, gözler ruhunu didem
Kıblem olalı kaşın, kaşın olalı kıblem (Nazim)
AKROSTİŞ SANATI
Bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru anlamlı bir sözcük oluşturmasına akrostiş denir. Bu sanat, eski Yunan ve Latin edebiyatları ile Divan edebiyatında çok kullanılmıştır.
Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar.
Elden ne gelir ki? Güzelsin gençliğin var.
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukaddes.
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler.
Âlemde bu andır bize dost esen rüzgâr. (Cahit Sıtkı Tarancı)
LEBDEĞMEZ (DUDAK DEĞMEZ) SANATI
İçinde “b, p, f, m, v” gibi dudak ünsüzleri bulunmayan sözcüklerle yazılan şiire lebdeğmez denir. Lebdeğmez sanatına uygun şiir söyleme Halk edebiyatında saz şairleri arasında daha yaygındır.
Âşıklar söylenen sözden alırsa
İnsanlar içinde hastan sayılır
Hakikat dersini özden alırsa
Yaratan Tanrı’ya dosttan sayılır (Selmani)
Dostları ilə paylaş: |