Öte yandan çevremizdeki her insandan mümkün mertebe düzenli bağış almalıyız. Öyle fakirdi zengindi ayrımı da yapmamalıyız. En fedakar olanlar her zaman tam da o fakir insanlardır, emeğiyle geçinen işçi ve emekçilerdir. En yoksul insanların bile fedakarlığından yararlanmalı, katkılarını alabilmeliyiz. Çünkü onların üç kuruşluk katkısı bile politik açıdan çok büyük bir değer taşır. Bunun da politik mantığı üzerinde durmak gerekir.
Çoğu kere denilir ki “geliri zaten az, asgari ücret alıyor, ondan ne alacağız ki?” Bu iddiaya daha yakından bakalım. Diyelim ki devlet bu kişiye sadece 40 milyon veriyor. 40 milyonla yaşayan, partisi için fedakarlık ederek, pekala 38(228)milyonla da yaşayabilir. Devlet enflasyonla, hayat pahalılığı ile, dolaylı dolaysız vergilerle onun boğazını durmadan sıkıyor ve cebinden çekip çekip alıyor. O işçi, emekçi kendi bilinçli iradesi ile 2 milyonu da ben kendi tercihimle partime vereyim hiç değilse diyemez mi? Bu bir politik bilinç sorunu değil mi? Nihayetinde herkes kendi gücü oranında veriyor. Ama biz bu meselelere politik olarak bakmadığımız için, zaten aldığı ne ki adamın, ondan ne alacağız diyebiliyoruz. Hayır, herkesten aldığı ile orantılı bir katkı almak, ilgili kişinin politik bilincini, partiye karşı sorumluluk bilincini ve duygusunu geliştirmek bakımından çok özel bir önem taşır. Bu sanıldığından da önemlidir. Tabii ki geliri daha iyi olandan daha fazlasını almak lazım, bu ayrı bir sorun. Deyim uygunsa biz “artan oranlı vergiyi” herşeyden önce kendi çeperimizin maddi fedakarlıkları alanında uygulamalıyız.