98. ER-REŞİD
Kullarına doğru yolu gösteren, îrşad eden, bütün işleri isabetli olan,1582 bütün işleri ezelî takdirine göre yürütüp dosdoğru ve bir nizam ve hikmet üzere akıbetine ulaştıran. 1583
"... Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize, (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!" 1584
Allah (c.c.) kullarına doğruyu gösteren ve insanları irşad eden, kullarından taat ehline doğru ilham edendir. O, mahLukatı hidayete çağırandır.
Halimi, "er-Reşid", "doğruyu gösteren manasında irade buyuran demek olup, manası iyiyi, uygun olanı, maslahata uyanı gösteren ve ona çağıran demektir" diye tarif etmiştir.
Allah (azze ve celle) şöyle buyuruyor:
"... Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bize (şu) durumumuzdan bir kurtuluş yolu hazırla!" 1585
"... Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır. Kimi de hidayetten mahrum ederse artık onu doğruya yöneltecek bir dost bulamazsın."1586 buyurmaktadır.
Rüşd, salah, istikamet demek olup, sapıklık ve eğriliğin zıddıdır.
Şu dua Peygamberimizin dualarından birisidir.
"Ey Allah'ım! Tarafından kalbimi hidayete erdirecek rahmet istiyor, dağınıklılığımı toplamanı, fitneyi benden çevirmeni düzgün yaşamayı, gayb alemini muhafaza etmeni, hazırı da yükseltmeni, amellerimi tezkiye etmeni, yüzümü ak etmeni, bana doğruyu ilham etmeni, her türlü kötülükten korumanı niyaz ediyorum" der ve şöyle deyinceye kadar duasını devam ettirirdi..." Bu benim sana duamdır. Sana düşen ise icabettir. Bu gayretimdir. Sen ise gayreti geri çeviremezsin. Biz Allah'a döneriz, yüce ve azamet sahibi Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur. Bu sağlam bir yol, doğru bir dindir." 1587
Reşîd, mürşid ma'nâsınadır. Mürşid kelimesi başlıca iki ma'nâ ifâde eder. Birincisi doğru ve selâmet yolu gösteren demektir. Bu ma'nâca (El-Hâdî) ism-i şerîfiyle beraber olur. İkincisi hiçbir işi boş ve faydasız olmayan, hiçbir tedbîrinde yanılmayan, hiçbir takdirinde hikmetsiz bir şey bulunmayan zât demektir. Burada ma'nâ budur.
Küçük, büyük işlerin kumandası ancak Allahu teâlâ'nın elindedir. Her iş O'nun irâdesi ve tedbiriyle meydana gelir ve yine O'nun takdiri çerçevesi içinde neticelenir. Allahu teâlâ'nın tekvînî olan tedbirleri, kâinatın idaresine ait emirleridir. Her şey bu tedbirlere göre ve tam bir mecburiyet içinde vazifesini yapıp durmaktadır.
Teşriî olan tedbirleri ise, mükellef olan insanların saadet ve refahı için bilhassa Kur'ân'da gelmiş olan emirlerdir, bunlarda cebir yoktur, dinî işlerin cebirle değil, insanların iradeleriyle yapılması istenmiş ve bu iş onların ihtiyarına bırakılmıştır. Onun için bir kulun, irâde-i cüz'iyesini kullanmadan aradığı sevap husule gelmez. Şu halde insanların, kendileri için va'd buyurulan saadet ve refahı bulmak istiyorlarsa, kendi arzularıyle Allahu teâlâ'nın teşriî olan emirlerini yerine getirmek, bu suretle rızâsına ermek için niyet etmeleri ve gayret göstermeleri lâzımdır. 1588
Kula Gereken Şey:
İşlerinde ve muamelâtında hayırlı ve kazançlı tarafı tutabilmek için tedbirli ve uyanık bulunmaktır. Bu da akıl gibi Allah'ın en büyük ihsânı olan hassayı terbiye ederek, çalıştırmak ve nefsi, aklın idaresi ve baskısı altına almakla olur. Akıl, insanı hayvandan ayırt eden bir kuvvettir. Vazifesi Allah'ın kanunlarını anlamak ve onların hükümlerine göre vücut makinesini idare etmektir. Bu akıl her insanda varsa da, ancak işlerini, sözlerini aklının idaresiyle yürütenlere akıllı denir. Yoksa yalnız kendisinde akıl bulunana değil. Biz kendi kendimize akıllı adam olmakla ve hayrını, şerrini bilenlerden bulunmakla iftihar eder, kimsenin aklını ve icrâatını beğenmeyiz. Fakat emin olunuz ki, zengin, fakir, âlim, câhil binlerce insan içinde, aklına göre yürüyen pek az kimse bulunur. Ötekiler hep aklı lüzumsuz bir şeymiş gibi bir tarafa atarak, nefislerinin arzularına göre giderler. Akıllarından faydalanamadıkları için bunlara akıllı denmez. 1589
Aklın Terbîyesî:
Hiç aklı olmayana deli derler. Bunlar bir şeyle mükellef değildir. Fakat aklı olup da onu terbiye edemediğinden, yerli yerinde ondan faydalanamayanlara ahmak denir, sefih de denir. Aklın terbiyesi ilme bağlıdır. Onun için İslâm dininde kadın, erkek her ferdin hususiyetine göre, din ve dünya ilmi öğrenmesi farzdır. Akıl, ilimle kuvvetlenince, sahibine dâima olan biten işlerin nereden çıktığını ve hangi yollardan akıp geldiğini dikkat nazarına aldırır. Her hâdisede Allah'ın irâdesini, kudretini sezdirir, O'nun rızâsı için çalışmayı sevdirir. Onun için büyükler demişler ki: İhsân-ı İlâhî'nin en hayırlısı akıl, âfetlerin en zararlısı cehldir. 1590
Nefs Ve Islahı:
Nefs insanın içinde şiddetli bir istek kaynağıdır ki, insan bununla işine gelen, hoşuna giden her şeyi kendine maletmek,. nerede ve kimin elinde olursa olsun çekip almak, işine gelmeyen her şeyi yok etmek ister. Bu istek hayvanlarda da bulunduğu için, insanla hayvan arasında müşterek sıfatlardandır, içimizde mütemadiyen fışkırıp duran bu istek kaynağının arzuları mutlak surette verildikçe, o sırnaşık insanlar gibi, daha ziyâde arsızlanır, verdikçe azar, onu imlâya getirmek güç olur. Sahibini de yener. Onun için nefsi Allah'ın razı olacağı hudutlar içinde tutarak taşkınlıktan, fasit heveslerden alıkoymak lâzımdır. Bu da nefsi, aklın hükmü ve idaresi altına almakla olur. İnsan doğduğu günden i'tibâren, işine geleni çekmek, gelmeyeni atmak için çalışmaktadır. Bu hal insanların mayasında vardır. Eğer bu olmasaydı âlemin nizâmı bozulurdu. Şayet bu kuvvet aklın baskısı altına alınmayıp serbest bırakılırsa, yine âlemde herc ü merç hâsıl olur.
Akıl, nefsin isteklerini gözden geçirir, Allah'ın rızâsına uygun olanlarını kabul, olmayanlarını reddeder. Aklın eli, nefsin dizginini tutarsa, kötü yollara bırakmaz, hakka bâtıl, bâtıla hak dedirtmez. Nefsini aklının baskısı altına alabilenler hakikaten büyük insanlardır. Mes'ut olanlar da bunlardır. Çünkü onlardan mahlûkat mutazarrır olmaz, memnun olur. Halkın memnun olduğundan Hak da razı olur. 1591
Dostları ilə paylaş: |