**Elgün memmedov



Yüklə 77,67 Kb.
tarix15.09.2018
ölçüsü77,67 Kb.
#82281

Türkiye’nin Irak Politikası; PKK Sorunu,Türkmen Faktörü Ve Musul Sorunu

**Elgün MEMMEDOV

Özet

Türkiye ile Irak ,ekonomik ve ticari ilişkilerin yanı sıra tarihi bağların varlığı nedeniyle öteden beri Ortadoğu’da daima etkileşim içerisinde olan iki komşu devlettir. Süre gelen zamanda bu iki devlet arasında türlü siyasi ve askeri krizler yaşanmıştır.Türkiye genelde Irak, özelde Kuzey Irak Kürt yönetimi için önemli bir sınır komşusunun ötesindedir.Bölgede yaşayan Türkmenlerin durumu, Kuzey Irak’ın dünyaya açılan kapısıdır.Bu bileşenlere binaen Türkiye,sıcak gelişmelere sahne olan Irak’ın jeostratejik konumundan dolayı çevresinde yaşanan sorun ve sınır çatışmalardan olumsuz yönde etkilenmektedir.O yüzdendir ki bu iki devlet arasındaki ilişki daha çok güvenlik odaklı olarak ilerlemiştir.

Türkiye, Irak’ın üç kurucu unsurundan biri olan ve bu ülke ile arasında bir dostluk köprüsü olarak addettiği Türkmenlerin durumunu yakından takip etmektedir. Türkmen toplumunun karşılaştığı sıkıntılara en kısa sürede sürdürülebilir çözümler bulunulabilmesi için Iraklı yetkililer ile devamlı olarak temas halinde bulunulmaktadır. Türkiye, Irak halkının ayrılmaz bir parçası olarak Türkmenlerin, ülkelerinin yönetiminde daha fazla yer edinmeleri gerektiği görüşünde olduğunu her vesileyle dile getirmektedir.Bu çalışma yukarıda yer alan sorunlar bağlamında ele alınacaktır.

Anahtar kelimeler: Türkiye, Kuzey- Irak, Dış Politika

1.GİRİŞ

Cumhuriyet’in kuruluşlundan beri Türkiye’nin dış politikasına hâkim olan bölgede statükonun korunması politikası büyük ölçüde Irak için de geçerli olagelmiştir. Türkiye’nin yer aldığı coğrafyanın ve komşularının büyük bir bölümünün uzunca bir süre devam eden istikrarsızlık dönemleri yaşaması, Türkiye’nin böylesi bir politika takip etmesinin başlıca nedeni olmuştur. Çevresindeki istikrarsızlık ortamının kendisine nasıl etki edeceğini bilemeyen Türkiye için en mantıklı politika, devletlerarası ilişkilerde teorik olarak hâkim olan fakat sıklıkla ihlal edilen en önemli prensiplerden iç işlerine karışmama prensibine sıkıca bağlanması ve yalnızca söylemde değil uygulamada da bu prensibin gereklerini yerine getirerek komşu ülke toprakları üzerinde ihtirasları olmadığını göstermesidir. Böylesi bir yaklaşımdan beklenen ise Türkiye’nin toprak bütünlüğünün komşu ülkelerdeki istikrarsızlıklardan etkilenmemesidir.

Tüm çabalarına karşın bölgenin getirdiği zorluklar ülkenin Irak politikasını çıkmaza sürüklemiştir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Irak, Türkiye için deyim yerindeyse çözülemeyen bir sorun haline gelmiştir.Birinci Körfez Savaşı, Irak’ta ve Ortadoğu Bölgesi’nde birçok dengenin değişmesine neden olmuştur. Bu savaşla birlikte 1991 yılında Irak’ın güneyinde Şiiler ve kuzeyinde ise Kürtler ayaklanmıştır. Kuzey Irak’ta Körfez Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan ‘kurtarılmış bölge’ ya da ‘güvenli bölge’ gibi adlar coğrafî alan içerisindeki gelişmelerin ortaya çıkışı savaş sonrası ayaklanmaların Irak ordusu tarafından bastırılmasıyla meydana geldi. Ayaklanmaların bastırılması sırasında başlayan göç nedeniyle ortaya çıkan mülteci sorunu, Türkiye’yi önemli bir sorunla karşı karşıya bırakmıştı. Batıdaki genel beklenti bu insanların Türkiye tarafından korunmasıydı. Türkiye ise Batı’nın bu insanları kabul ederken gösterdikleri ilgisizlikle Türkiye’nin yapmasını istedikleri arasında çifte standart olduğunu düşünüyordu.Nitekim zaman zaman kendi çıkarları için ‘‘diplomasi geleneğini’’ hiçe sayan ABD meşhur ‘‘1 Mart Tezkeresi’’ krizi ile meselenin en bariz örneğini pratiğe dökmüş ve bunun acısını türlü yollarla Türkiye’den çıkarmıştır.Türkiye’nin Kürt mültecilere ilişkin algılamalarını belirleyen başka faktörler de vardı: Örneğin, Türkiye 1988’de yapmış olduğu hareketin bir hata olduğuna inanıyor ve bunu tekrarlamak istemiyordu.Diğer yandan da Türkiye Kürt mültecilerin Avrupa’ya gitmesi konusunda köprü görevi görmek de istemiyordu.

Kuzey Irak’taki Kürtlerin bağımsızlık veya yarı bağımsızlık isteklerine Irak’ta ortaya çıkan konjonktürün uygun bir zemin hazırladığı söylenebilir.Bu nedenle 1990 yılı sonrası Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmelere bakıldığında,Mayıs 1992’de ilk Kürt parlamento seçimleri yapıldığı görülecektir.İktidar mücadelesi ve Habur sınır kapısından elde edilen gelirin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık seçimlerin akabinde 1994’te Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesud Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) arasında bir çekişme yaşanmasına yol açmıştır. Bu rekabet neticesinde 1998 Washington Antlaşması ile Kuzey Irak yönetimi KYB ve KDP arasında paylaşılmış,Erbil ve Duhok Barzani’ye,Süleymaniye ise Talabani’nin yönetimine bırakılmıştır.

Başka bir ifadeyle bölgede iki idareli Kürt yönetimi dönemi başlamıştır.Kuveyt’in işgali ise Irak tarihinde bir dönüm noktasıdır. Savaşın ardından Irak’taki ve bölgedeki dengelerin yavaş yavaş değişmeye başlaması Irak’ın bugünkü içinde bulunduğu durumu hazırlamıştır. Hiç şüphe yok ki Irak’ta yaşananlar başta Türkiye olmak üzere bölge ülkelerini yakından ilgilendirmekte ve buna paralel olarak tehdit algısı oluşturmaktadır. Bununla birlikte, gelişmeler göstermiştir ki bölgedeki bu sıcak konu ile ilgili olarak en az etki ve inisiyatif bölge ülkelerinin elindedir. Ulusal çıkarlar ve dış güvenliği ile yakından ilişkili olmasına rağmen Türkiye’nin Irak konusunda belirleyici etkisi olmadığı ortadadır. Dahası, bölgedeki gelişmeler konusunda oldukça sınırlı bir etkiye sahip olduğu bile söylenebilir.

Türkiye’nin Kuzey Irak politikası büyük ölçüde Türkiye’deki iç etkenler ile Irak’taki genel siyasi dengelerin değişimiyle ilişkilidir.

Özellikle 2003 yılı sonrası dönemde Türkiye Irak ilişkisi PKK,Türkmen Faktörü ve Musul’un statüsü konusunda hararetli siyasi ve askeri krizler yaşamışlardır.


    1. Türkiye’nin PKK Sorunu

PKK (Partiya Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi) Kongra-Gel terör örgütü, Türkiye’de en çok konuşulan ancak en az anlamlandırılabilen ve bir çerçeve içersinde sunulabilen örgütlerdendir. Resmi kaynaklara göre PKK, 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır ili Lice İlçesi Fis köyünde kuruluş kongresinde toplanarak kurulmuş olan Marksist Leninist bir örgüttür.

PKK; Türkiye’nin Güney doğusu, Irak’ın kuzeyi, Suriye’nin kuzey doğusu ve İran’ın kuzey batısını kapsayan bir bölgede ilk olarak devlet kurmayı sonrasında “demokratik özerklik” adı altında otonom olmayı amaçlayan ve bu amaçlarla söz konusu toprakların Türkiye Cumhuriyeti sınırları dâhilinde kalan kısmında etkin olabilmek için, devletin güvenlik güçlerine, sivil halka karşı silahlı eylemlerde bulunan bir terör örgütüdür. Temel iddiası; “sömürülen, ezilen insan hakları tanınmayan Kürtlerin” haklarının savunucusu olduğu yönündedir. Türkiye, Irak, İran ve Suriye topraklarının bir bölümünde Kürdistan adında bağımsız birleşik sosyalist Kürt devleti kurmak nihai siyasi amacı taşısa da talepleri konjonktüre uygun olarak devlet kurma federalizm-otonomi arasında gidip gelmektedir. Örgütün siyasal faaliyetleri Avrupa’da da yoğunlaşmıştır. AB, ABD, BM ve NATO tarafından yasa dışı terör örgütü listesinde yer almaktadır. PKK’nın 2003 yılında Kandil’de gerçekleştirilen örgüt kongresinde ‘KCK’ adıyla yeni bir çatı örgütü oluşturuldu. ‘Kürdistan Topluluklar Birliği’ adı verilen oluşumun İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de yaşayan Kürtler adına faaliyetlerde bulunması kararlaştırıldı.Örgüt kurulduğu tarihten günümüze kadar ismini, 2002’de KADEK (Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi), 2003’de Kongra-Gel (Halk Kongresi) olarak değiştirmiş ancak 2005’te tekrar PKK‘ya çevirmiştir

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart tezkeresini reddetmesi Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin konumunu güçlendirmiştir. Tezkere sonrasında ABD’nin Irak’ta ve Ortadoğu’da bir numaralı müttefiki haline gelen Kürt yönetimi, bu vesileyle Irak’ta etkinliğini artırmıştır. Irak’ı işgal eden ABD, ilk önce Türkiye’ye tezkere faturasını çıkarmaya kalkışmıştır ki bu cezanın en kolay yolu PKK terör örgütünün Türkiye’ye yönelik faaliyetlerine göz yummaktır. Ardından 4 Temmuz 2003 tarihinde Süleymaniye kentinde görev yapan Türk askerlerine yönelik, ABD ve Peşmerge güçleri tarafından 11 Türk askerinin gözaltına alınması ve düzenlenen operasyon, Türk tarihine "Çuval Olayı" olarak geçmiştir. Sınır komşusunda PKK terör örgütünün barınması neticesinde, Irak Türkiye için artık komşudan çok bir tehdit merkezi haline gelmiştir.

2000li yılların büyük bir kısmında Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını yönlendiren asıl faktör güvenlik olmuştur. Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesi sonrasında yaşanan gelişmelerin Kuzey Irak’ta de-facto bir devlet yapılanmasına yol açması ve PKK terör örgütünün Kuzey Irak’taki faaliyetleri bu güvenlik temelli yaklaşımın ağırlık kazanmasının nedenlerinin başında gelmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca önemli dış politika kararları üzerinde sivil-askeri bürokrasinin oynadığı rolün 2000’li yılların sonuna kadar değişmemiş olması da güvenlik temelli yaklaşımın belirleyici olmasının başlıca nedenidir.

PKK’nın Kuzey Irak’ta yuvalanması, Türkiye-Irak ilişkilerinde gerilime sebep olmuştur. ABD ve Kürtler, PKK terör örgütünü kullanarak, Türkiye’nin terörle mücadele konusuyla meşgul olmasını, Irak’ta etkisizleştirilmesini sağlamaya çalışmıştır.

Körfez Savaşı ile kronik bir hal kazanan Kuzey Irak’taki jeopolitik boşluk alanı Türkiye için soğuk savaş döneminden Soğuk Savaş sonrası döneme aktarılan en önemli dış politika meselelerinden birisi olmuştur ve olmaya devam edecektir. Bu jeopolitik boşluk alanının PKK tarafından kullanılması ve bölgeye yönelik bölge dışı stratejik hesapların bu jeopolitik boşluk alanında yoğunlaşması bölgeyi Türkiye’nin yumuşak karnı haline getirmiştir.Uygulanan politika alternatiflerin doğurabileceği muhtemel maliyetler bölgeye yönelik politikaların son derece hassas bir zeminde seyretmesine yol açmıştır. 1984’ten bu yana devam eden PKK sorununun 2007 yılında daha da artması, terörle mücadelede kesin tedbirlerin alınması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Özellikle Dağlıca baskını terörle mücadelede daha aktif bir politika izlenmesine sebep olmuştur.

PKK terör örgütü, başta ülkenin güneydoğusundakiler olmak üzere, Türkiye’nin turizm endüstrisi, ekonomik altyapısı, eğitim kurumları, sağlık tesisleri, kamu teşebbüsleri ile özel girişimleri hedef almaktadır. Bu kapsamda örgüt, altyapılar, tesisler, okullar ve ambulanslara saldırı düzenlemek, sağlık çalışanları ve gümrük görevlilerini kaçırmak gibi birçok yöntem kullanmaktadır.

Bu yöntemlere ek olarak, PKK pusular ve suikastlar düzenlemekte, örgütle işbirliği yapmayan sivilleri infaz etmekte, adam kaçırma eylemleri gerçekleştirmekte, şehir merkezlerinde de intihar bombacıları kullanarak, terör saldırılarına devam etmektedir.Bilançoyu tablo şeklinde gösterecek olursak;



fft16_mf708954.jpeg

fft16_mf708956.jpeg

Türkiye’de terör saldırılarının arttığı bir dönem olan Ağustos 2006’da Türkiye’nin sınır ötesi operasyon yapacağı beklentisinin yükselmesinden sonra ABD’nin de girişimiyle Türkiye, Irak ve ABD arasında PKK terör örgütüyle mücadele için bir ortak komite oluşturulmuştur.

Gelişim süreci ve karar verme mekanizmasındaki yeri aşağıda ele alınacak olan Terörle Mücadele Koordinatörlüğü ya da Özel Temsilciliği olarak bilinen (bir dönem PKK Koordinatörü olarak da anılıyordu) bu kurumun kurulması, o dönemde hala Türkiye’nin Kuzey Irak politikasını 1990‟lı yıllarda ve hatta 2003 yılından 2007 yılına kadar yalnızca PKK terör örgütü sorunu üzerinden yürüttüğünü ifade etmek mümkündür.

1.2 Türkmen Faktörü

Türkmenler, bin yılı aşkın bir süredir Irak topraklarında yaşamaktadırlar. Osmanlı İmparatorluğu döneminde yönetimde oldukça etkili olan Türkmenler, Irak halkının eğitimli ve aydın bölümünü oluşturmaktadır. Türkmenler, Irak’ın 3. asli unsurudur. Türkmenlere karşı Irak Devleti’nin tavrı zaman içinde değişikliğe uğramış ve istikrarsız bir seyir izlemiştir. Irak yönetimleri kuruluşundan günümüze kadar Araplaştırmak, Kürt grupları ise özellikle 1990’dan sonra Kürtleştirmek için çaba harcamışlardır. Binlerce Türkmen Irak iktidarlarının insanlık dışı uygulamalarının kurbanı olmuştur.

Irak’taki Türkmenler eski zamandan beri vatanlarından şimdiki yurtlarına ya akarak, ya sığınarak, ya da saldırarak gelmişlerdir. Türkmenler değişik zamanlarda Irak’a yerleşip halkla kaynaşmışlardır. Ama çoğu zaman onlar Osmanlı Devleti’nin kalıntısı olarak nitelendirilip kendi kültür ve medeniyetlerinden uzak tutulmuşlardır. Türkmen adı hakkında birbirinden farklı birçok görüş ortaya atılmıştır. Tarihçiler, Türkmen kelimesinin anlamı konusunda belirli bir görüş üzerinde birleşmemekle birlikte, Türkmenlerin Türk’ten ayrı bir soy belirtmediği, sadece Oğuzların Müslüman olan kısmına “Türkmen” denildiği, Türk boylarından biri olduğu hususunda görüş birliğine varmışlardır.

1918’de sona eren Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’den koparılıp, Irak adı ile kurulan Devletin vatandaşları olarak varlıklarını sürdüren soydaşlarımızdan, uzun yıllar "Türkler" diye söz edilmiştir. Ne var ki 1959 yılından sonra, Irak’ta yaşayan Türklerin Türkiye ile olan kan ve kültür bağlarını unutturmak için, soydaşlarımıza, devlet tarafından resmî olarak "Türkmen" denilmeğe başlanmıştır.

1988 yılında Irak’ta yayınlanan devlet istatistiklerinde yer alan bilgilere göre Irak’ta kilometre kareye düşen nüfus yoğunluğu 42 kişi, ortalama doğum oranı % 4.5, yıllık nüfus artış hızı % 3.7, doğurgan kadına düşen ortalama çocuk sayısı 7, ölüm oranı % 87’dir. Bu istatistik verilere göre yapılan nüfus yansıtımı 1976 sayımında 11.505.000 iken, 1988’de Irak Planlama Başkanlığı verilerine göre 18.100 olarak bulunmuştur. Bu grupların yerleşim bölgeleri, günümüze kadar uzanan savaşlar ve çatışmalar bakımından jeostratejik bir öneme sahiptir. Türkmenlerin Irak içerisindeki ana yerleşim merkezleri Musul, Erbil, Kerkük, Duhok, ve Diyala gibi iller ve bu illerin kasaba ve köyleridir6. Bunlara Selahaddin ve Bağdad’ı da ilave edebiliriz. Irak hükümetinin, Türkmenlerin sayısı hakkında telaffuz ettiği en düşük rakam 136.800’dür. 1957 yılında, Irak’ta yaşayan halkların etnik yapısına dayalı olarak yapılan nüfus sayımından sonra açıklanan bu rakamın, gerçekleri yansıtmaktan çok uzak olduğu açıktır.

Irak’ta, genel olarak Türkmenlere yönelik politikalara bakıldığında, bu politikaların Türkiye Irak ilişkileriyle bağlantılı olarak yürütüldüğü görülmektedir.Bölgedeki seçimler sırasında kaydedilen verilere göre, Kuzey Irak’taki (Erbil,Süleymaniye ve Duhok vilayetleri) genel nüfusun 4 milyon 800 bin olduğu tahmin edilmektedir. Kuzeydeki Türkmen nüfusu ise, yaklaşık 450 bin civarındadır. Ancak 25 Temmuz 2009 tarihinde Kuzey Irak’taki seçimlerde Türkmenler yüzde 1,5 oy oranı elde etmişlerdir. Bu oran, yaklaşık 31 bine tekabül etmektedir. Bu durumun Türkmenlerin Irak’taki gerçek sayısını gizlemeye yönelik bir oyun olduğu düşünülebilir.

Türkmen siyasi yapısı temelde iki ana gruba ayrılabilir; dindar Şii grubu ve içinde çoğunluğu Sünnilerin oluşturduğu milliyetçi muhafazakâr grup. Türkmen örgütlerinin üçüncü bir grubu Kürt çıkarları lehine sınırlı faaliyetlerde bulunan Kürt makamları tarafından kurulmuştur. İlk düzenli Türkmen partisi 1980’lerde gizli bir şekilde Ankara’da kurulmuştur ve açık faaliyetlerine 1990’ların başlarında Türkiye ve Kuzey Irak’ta (Güvenli Bölge) başlamıştır. Daha sonra diğer Türkmen siyasi partilerin kurulması izledi ve 1995 yılında ulusal muhafazakâr partileri ve örgütleri içine alarak Irak Türkmen Cephesi (ITC) bir şemsiye örgüt olarak kuruldu. Türkmen nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan Şii Türkmen siyasi faaliyetleri yurt dışında 1980'li yıllarda başladı ve büyük Iraklı Şii koalisyonlar ile yakın temas içinde gelişti. Nisan 2003 Irak'ın işgaline gelindiğinde siyasi deneyimi yaklaşık on yıl olan birçok Türkmen siyasi partileri vardı.

Muhafazakâr milliyetçiler Türkiye tarafından desteklenirken Şii Türkmen grubu Irak Şii koalisyonları ve Irak hükümetlerinde güçlü pozisyonlara gelmiştir. Türkmen örgütlerinin yirmi yıllık siyasi faaliyetleri ve günümüzdeki çok partili Irak siyasi sistemindeki 7 yıllık pratik deneyimin ardından, Irak Türkmenlerinin durumu daha da kötüye gitmiştir. Irak siyasi arenasında neredeyse yok olmuş, insan hakları ihlallerinin her çeşidine maruz kalmış durumdalar. Türkmen bölgelerinin birçoğundaki yönetimlerde ve Irak hükümetinde dışlanmış durumdalar, topraklarına el koymaya devam edilmiş ve tutuklamalar, suikastlar ve adam kaçırmalar Türkmen bölgelerinde sık sık vuku bulmaktadır.



Irak Cumhuriyetinin 7 Temmuz 1990’da neşredilen Anayasasının 6. maddesine göre “Irak halkının Arap ve Kürtlerden meydana geldiği” ifadesi Türkmenlerin milli haklarının inkar edildiğinin en açık delilidir. Irak dışında 500 bin, Irak’ta ise 2.5 milyon Türkmen vardır. Yüzlerce Türkmen köyü ve kasabası çeşitli bahanelerle bedel ödenmeden istimlak edilip, yerle bir edilerek yakılıp yıkılmıştır. Türkmen halkı zorla Kuzey Irak’tan çöle ve Güney Irak’a göçe zorlanmıştır. Irak’ın güneyinden yüzbinlerce Arabın, Türkmen bölgelerine yerleşmeleri için kendilerine karşılıksız destek kredileri verilmiş ve Türkmenlere ait araziler ücretsiz olarak bunlara dağıtılmıştır.

ABD sonrası Irak-Türkiye münasebetlerine bakıldığında, Ankara’nın Irak’ın tümünde “akrabalık” politikası ilan etmesi Kürtleri az da olsa rahatlatmış, böylece Kürt yönetimi, Türkmenlere karşı daha baskıcı bir tavır sergilemeye başlamıştır. Özellikle ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte, Irak Türkmen Cephesi (ITC) karargâhının süratle Kerkük’e taşınması Türkmenlerin konumu açısından büyük bir hata teşkil etmiştir. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi ITC’nin Erbil’den taşınması, Kuzey Irak Kuzey Yönetimi’nin (KIKY) arzularından biri olarak görülebilir. Zira ITC’nin, Erbil’den taşınması demek, Türkiye’nin ve Türkmenlerin bölge üzerindeki etkisini kaybetmesi demektir. Bir diğeri ise, ITC silahlı gücü olmamasına rağmen Türkiye’nin gücünü kuzeydeki Kürtlere yansıtmaktaydı. Başka bir deyişle, ITC’nin Erbil’de varlığı deyim yerindeyse, Kürt yönetiminin kolunda “kelepçe” özelliğini taşımaktaydı. Ayrıca 2005 yılından bu yana, Erbil kentinde ITC tüm bina ve kuruluşlarına Barzani yönetimi tarafından el konulmuştur.

Türkiye’nin, son dönemlerde Kürt yönetimiyle ilişkisinin olumlu yolda ilerlemesine rağmen KDP’nin el koyduğu ITC büroları iade edilmemiş, sadece ITC’nin Temmuz 2011 tarihinden bu yana Erbil’de faaliyet göstermesine ve yeniden büro açmasına izin verilmiştir.Ayrıca KYB ve KDP, ITC’ye alternatif olarak, kendi yönetimi altında Türkmen partileri kurmuş ve onları desteklemiştir.


    1. Musul Sorunu

Musul, Yukarı Mezopotamya’da, Dicle Nehri’nin batı kıyısında, antik Ninova kentinin kalıntıları karşısında kurulmuş, 90.370 km2’lik yüzölçümüne sahip bir yerleşim birimidir. Musul, Osmanlı Dönemi’nde idarî taksimat göre; 3 sancak/liva (Musul, Kerkük ve Süleymaniye), 18 kaza, 25 nahiye ve 3 bin köyden oluşmaktadır. “Etnik, dinî ve politik farklılıkları barındırmasından ve üç kıta arasında geçiş güzergâhı üzerinde bulunmasından dolayı tarihin her döneminde önemini koruyan Ortadoğu coğrafyasındaki Irak toprakları, jeopolitik öneme sahiptir. Musul Vilayeti (Irak’ın Kuzeyi), Irak’ın kontrol edilmesini, Irak’ın kontrol edilmesi, Körfez bölgesinin kontrol edilmesini, Körfez bölgesinin kontrol edilmesi ise Ortadoğu’nun kontrol edilmesini sağlar.

Ortadoğu Bölgesi, Afrika, Asya, Avrupa kıtalarının kesiştiği bir coğrafyada yer almaktadır ve bu kıtalar arası kavşak noktası konumundadır. Bu bölgeyi kontrol etmek, Basra Körfezi’ni, Ortadoğu’yu, Kafkasları, Karadeniz’i, Orta Asya’yı ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmek anlamını taşımaktadır.” Irak, dünya petrol rezervlerinin yaklaşık %10’unu barındırmaktadır ve bu rezervlerin %20’si kuzey Irak’ta, yani Musul Vilayeti’nde yer almaktadır. Bu bilgiden hareketle, Musul sorunu çerçevesinde şekillenen diplomatik, siyasî, ekonomik, sosyo-kültürel sorunları belirleyen temel etkenin Musul petrolleri, yani Musul petro-politiği olduğunu söyleyebiliriz. Musul petro-politiği, 19. yüzyıldan itibaren büyük güçler arasında egemenlik, denetim altına alma ve imtiyaz elde etme politikaları çerçevesinde büyük bir rekabetin yaşanmasına neden olmuştur. Alman-İngiliz-Hollanda-Amerikan çıkarlarını temsil eden şirketler, “Bağdat Demiryolu projesi” adı altında, demiryollarının inşası vesilesiyle petrol arama ayrıcalığı elde etmek üzere harekete geçmişlerdir.

Musul sorunu, Türklerin belleğindeki sıcaklığını korumakta ve türk dış politikasının uğraş alanlarından birisi olmaya devam etmektedir.Musul, 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde kabul edilmiş olan ‘‘Ulusal And/Misakı Milli’’nin yeri yeni Türkiye’nin sınırları içerisinde kabul ettiği; ancak sınırlar içerisine katılamamış bir toprak parçasını ifade etmektedir.

resim-2-1.jpg

Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı sırada Musul'da 6. Ordu Kumandanı Ali İhsan (Sabis) Paşa bulunmaktadır. Ali İhsan Paşa, Mütareke'nin imzalanmasından birkaç gün önce Musul'un İngilizlerin eline geçmemesi için gayret sarf etmiş, fakat başarılı olamamıştır.Mütareke'nin yürürlüğe girdiği 31 Ekim 1918, Saat: 12'den itibaren, Ali İhsan Paşa'nın 6. Ordusu olduğu yerde durmuştur. Bu sırada 6. Ordu birlikleri, batıdan doğuya doğru Rakka, Miyadin, Telafer, Dibeke, Çemçema, Süleymaniye hattı üzerindedir. İngiliz kuvvetleri ise, El-Hazar, Gayyare, Altınköprü, Kerkük, Hanikin hattında bulunmaktadır.Yani 30 Ekim 1918 günü, Kerkük merkezi hariç, Musul ve Musul vilayetinin büyük bir bölümü Osmanlı Devleti'nin kontrolündedir.

İngiltere, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra ateşkes kurallarına aykırı olarak süratli bir işgal harekatı ile, Musul’a hakim olma çabalarını sürdürmüştür. 1 Kasım'da Hamamalil'e giren İngilizler, Musul'u işgal edeceklerini söyleyerek, Türk kuvvetlerinin Musul'un 5 km. kuzeyine çekilmesini istemişlerdir. Musul, İngilizler tarafından işgal edilmiş ve zengin petrol kaynaklarına sahip olması nedeniyle de tekrar Türklere verilmemiştir.Daha sonra dış güçlerin desteğinde çıkarılan Şeyh Sait isyanıyla uğraşmak zorunda kalan Türkler, Lozan sonrasına ertelenmiş olan Musul’dan, vazgeçmek zorunda kalmışlardır.

15 Kasım 1918’de İngiliz ordusunun eline geçmiş olan Musul, Millî Mücadele döneminde İngiliz işgalinden kurtarılamamış ve konu Lozan Konferansı’na bırakılmıştır. Musul, güvenlik ve petrol yönünden hem Türkiye hem de İngiltere için çok önemliydi. İngiltere, Musul bölgesini seçimle Kral Faysal yönetimindeki Irak’a vermek istemişse de, bu seçim başta Şiilerin, Kürtlerin, Türkmenlerin ve diğer Musul halkının onayını almamış, ancak tüm bu tepkileri göz ardı ederek Musul bölgesini Irak yönetimine bırakmıştır. Musul sorunu, ilk kez İsmet Paşa ile Lord Curzon arasında yapılan 26 Kasım 1922 tarihli görüşmede dile getirilmiş ve barış içinde bir çözüme bağlanması konusunda hemfikir olmuşlardır. Bu görüşmelerin ikincisinde Türkiye, Musul petrolünden pay istemişse de bu İngilizler tarafından reddedilmiş ve bunun üzerine Türk temsilcileri Londra’ya giderek konuyu İngiliz petrol uzmanlarıyla görüşmüşler, fakat bir sonuç elde edememişlerdir.



Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başlamış, Musul ve kapitülasyonlar konusunda ortaya çıkan anlaşmazlık sebebiyle 4 Şubat 1923’te kesilmiştir. Türk heyetinin Ankara’ya dönmesinden sonra TBMM’de yapılan gizli oturumda en fazla tartışılan konu Musul olmuştur. Bu oturumda bazı milletvekillerinin Musul’un Türkiye’ye katılması için gerekirse askerî güç kullanılması şeklinde önerileri olmuştur. Nihayetinde heyetin Lozan’a geri dönmesi, Musul dışındaki konularda bir anlaşmaya varılması durumunda, Musul konusunun daha ileri bir tarihte İngilizlerle ikili görüşmeler yoluyla ele alınması kararlaştırılmıştır.

Musul meselesi, ilk olarak Lozan Konferansı’nın 23 Ocak 1923 tarihli oturumunda ele alındı. İsmet Paşa Türk tezini siyasî, tarihî, etnografik, coğrafî, ekonomik ve askerî açılardan geniş bir şekilde ve son derece tutarlı bir biçimde savundu. Musul vilâyetinde yerleşik nüfus, 503.000 kişi olarak gösterilmiş, Türk-Kürt ayrımı yapılmaksızın çoğunluğun Türk olduğu vurgulanmış ve bölgenin Anadolu’dan ayrılamayacağı belirtilmiştir. Ancak Musul’u elde etmeye kararlı olan İngiliz heyeti karşı gerekçeler öne sürerek konuyu konferansın ikinci celsesine bıraktırdı. İkinci celse görüşmelerinde meselenin iyice çıkmaza girmesi üzerine Türk heyeti Plebisit, yani halkoylaması önerdi. Musul’da bir oylama yapılmalı ve vilayet halkına Türkiye’ye mi yoksa İngiliz mandası altındaki Irak’a mı katılmak istedikleri sorulmalıydı. Son derece akılcı, adilane ve makul olan bu teklif Lord Curzon tarafından kabul edilmedi.

Özel görüşmeler karşılıklı notalarla devam ederken; geleceği tartışılan halk Türkiye'ye bağlı kalmak istediğini duyurmaya çalışıyordu.Lozan'da, özel görüşmelerde her iki tarafta basın aracılığıyla dünya kamuoyuna Musul meselesindeki tezlerini ve kararlılıklarını göstermeye çalışmıştır.İngiltere, Türkiye'yi uzlaşmaya yanaşmayarak barışı tehlikeye atmakla suçlarken, Türkiye Musul meselesindeki aklı ve ilmi dayanaklarını anlatmıştır.Türkiye Musul’un tarihi, coğrafi, siyasi ve etnik bakımdan Türkiye'nin ayrılmaz bir parçası olduğunu ortaya koymuştur. İngiltere ise Türkiye'nin dayadığı harita ve istatistiklerin yanlış olduğunu İngiltere'nin istatistiklerini daha güvenli olduğunu iddia etmiştir.Meselenin sadece siyasi boyutunu dışa aksettirerek, Musul’u petrollerinden dolayı önemsediğini gizlemeye çalışmıştır.

Lozan görüşmelerinde Anadolu’daki toprak bütünlüğünün korunması mutlak surette hedef alınmıştır. İngiliz tarafı ise Musul meselesini ele alırken petrolün kendilerini ilgilendirmediğini sürekli dile getirmişlerdir.İşgal ettikleri Musul’un Irak sınırları içinde kalması konusunda ısrarlı olmuşlardır.Türkiye bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu toprakları içinde yer almış ve şu anda sınır komşusu bulunan ülkeler üzerinde herhangi bir toprak hakimiyeti bulunmadığını kanıtlamak ve kendi bağımsızlığını sağlamak için mücadeleler vermiştir. Lozan Konferansı’nda Türkiye-Irak sınırının oluşturulması sınırlar meselesinde en fazla tartışma yapılan alan olmuştur. Türk tarafı Musul meselesi hakkındaki tezini Türklerin ve Kürtlerin kardeş olduklarına ve Orta Asya’dan geldikleri üzerine temellendirmiştir. İsmet İnönü, Musul’u topraklarının bir parçası olarak gördüklerini ve konuyu ülke meselesi olarak ele aldıklarını konferansta belirtmiştir. İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon ise Türk tarafının önerisini kabul etmemiştir.

Meselenin asıl muhatabı olan Musul halkı ise iç ve dış basının yansıdığı şekliyle tercihlerinin Türkiye’ye bağlı kalmak olduğunu bütün gücüyle duyurmaya çalışmaktaydı.

musul-sorunu.gif

Türkiye’nin en önemli dayanağı halkın arzusu idi. Bölgede halk oyuna gidilmesini, milletin kendi kaderini belirlemesini istemekteydi. Türkiye, Musul üzerindeki haklarından, üniter ve bağımsız bir Irak için vazgeçmiş, Irak’taki siyasi ve ekonomik istikrarın korunmasını sağlayacak ve dış müdahaleleri bertaraf edecek; ortak coğrafyanın ürettiği sorunları çözmek ve güven boşluğunu gidermek için iş birliği ve ticaret antlaşmaları imzalamış, hatta bölgede güvenliği sağlamak üzere kurulan Ortadoğu ittifaklarında öncü ve uzlaşmacı bir misyonla yer almıştır.

Ancak İngiltere meselenin başından itibaren bu çözüm şeklini reddederek aslında sonucun İngiltere aleyhine olacağını göstermektedir.Buna karşılık meseleyi Türkiye'nin üyesi olmadığı kendi etkinliğindeki Milletler Cemiyeti’ne havale etme önerisinde bulunmuştur.Türkiye bu öneriyi reddederek meselenin resmi görüşmelerde çözümünü istemiştir.

İngiltere’nin Musul konusundaki uzlaşmaya yanaşmayan tutumu nedeniyle İsmet Paşa sırf barışa engel olmamak için sorunu bir yıl içinde İngiltere’yle çözmeye razı olur, konu konferans gündeminden çıkarılır ve anlaşmanın 3/2 maddesi şöyle düzenlenir:

“Türkiye ile Irak arasındaki sınır bu anlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanacaktır.

Öngörülecek süre içinde; iki hükümet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’ne götürülecektir.Sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk ve İngiliz hükümetleri kesin geleceği bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte hiçbir askerî ya da başka bir harekâtta bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler”

Musul sorunu İngiltere’nin isteği doğrultusunda Milletler Cemiyeti’ne bırakılmıştır. Ancak bu karar Büyük Millet Meclisi’nde büyük tartışmalara neden olmuş ve Mustafa Kemal bu kararı savunmuştur; çünkü ona göre Musul’u vermemekte direnen Türkiye’nin İngiltere ile bir savaşı göze alması gerekir; oysaki Türkiye’nin o gün içinde bulunduğu durum buna olanak vermemektedir.

6 Ağustos 1924 tarihinde Musul Meselesi Milletler Cemiyeti nezdinde tartışılmaya başlanacaktır. İngiltere, Musul’un Irak’ın ayrılmaz bir parçası olduğunu, Musul olmadan Irak’ın iktisadi,zirai ve kültürel açıdan kalkınamayacağını iddia etmiştir. İngilizlere göre, bölgede fazla yoğun oranda Türk nüfusu yoktu.sürüp giden tartışmalar sonuca ulaşamayınca Milletler Cemiyeti, Musul’a bir Araştırma Komisyonu göndermeye karar verdi.İngiltere komisyonun kararlarının etkileyebilmek için bölgede bir takım önlemler alma yoluna gitmiştir.İngilizlerin propagandaları Musul’da Türk düşmanlığı havası yaratmak olmuştur.

Araştırma Komisyonu 16 Temmuz 1924 yılında çalışmalarını tamamlamıştır.Konseye sundukları raporda şunlar vardır;

-İngilizlerin iddia ettikleri gibi plebisit yapılmaması gibi bir durum söz konusu değildir. Yapılabilir fakat uygulamada zorlukları olduğu da bir gerçektir.

-Ayrıca Irak hükümeti kurulurken İngilizlerin yaptığı referandum amacına hizmet eder nitelikte değildir.

-Musul iki tarafın iddia ettiği gibi ne salt Irak'a ne de Anadolu ve Mezopotamya’ya dahildir. Musul söz konusu bölgeler arasında bir geçiş özelliği taşımaktadır.

- Brüksel hattını iki ülke arasındaki sınır kabul edilmesi gerekmektedir.

-Komisyon etik bakımından Ankara'nın verilerine itibar etmeyecektir. Sebep olarak da Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus sayımında büyük bir etnik kesimi kayıtlara geçirmediği gösterilmiştir.

-Aynı şekilde Irak ve İngiliz kayıtlarına da güvenilmeyeceği vurgulanmış ve komisyonun bu üç iddiayı inceleyerek nihayet karara varacağı açıklanmıştır.

Nihai karara rapor halinde 16 Temmuz 1925 tarihinde varıldı. Bu rapor İngiltere tarafından memnuniyetle karşılanırken, Türkiye tarafından Lozan’da Milletler Cemiyeti’ne bağlayıcı karar alma yetkisi tanımadığını iddiasıyla reddedilmiştir. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti, Milletlerarası Daimi Adalet Divanı’na başvurarak Türkiye’nin iddiası konusunda görüş istedi. Her ne kadar Türkiye Divan’a başvurulmasını ve Divan çalışmalarına katılmayı reddetmişse de, Divan hem Lozan’da Milletler Cemiyeti’ne karar alma hakkı tanındığına hem de taraflar oylamaya katılmasa bile kararı kabul etmek mecburiyeti olduğuna hükmetmiştir.

Türkiye’nin katılmadığı 16 Aralık 1925 tarihli oturumunda Milletlerarası Adalet Divanı, Musul’un Irak’a verilmesine karar vermiştir.

Türkiye'nin Milletler Cemiyeti kararına tepkisi büyük oldu. Ancak dönemin iç sorunları, Türkiye'nin henüz yeni savaştan çıkmış olması ve uluslararası alanda yalnız konumda bulunması, daha fazla direnmesine engel oldu. Türkiye defalarca Musul konusundaki İngiliz oyunlarını kabul etmeyeceğini açıklamasına rağmen sonunda mecbur bırakılarak, Cemiyet Meclisi kararına uydu ve 5 Haziran I926'da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul'u Irak'a terk etmeyi kabul etti. Antlaşmaya göre;

1.Musul, Irak’a bırakılacak,

2.Irak, Musul’dan elde ettiği petrol gelirinin %10’unu 25 yıllık bir süre ile Türkiye’ye verecekti,

Antlaşmayla Türkiye-Irak sınırı çizildi.Ancak Misak-ı Milli içinde yer alan bir toprak parçası kaybedildi.

Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine Ankara Antlaşması görüşmelerinin devam ettiği süreçte ve antlaşmanın imzalanması sonrasında, Musul vilayeti dâhilinde Osmanlı Devleti döneminde elde edilen petrol imtiyazlarının tasdik ve kabulü için kimi şahıs ve ortakların yaptıkları başvurular kabul edilmiştir.



Ankara Antlaşması, "sınır, iyi komşuluk ilişkileri ve genel hükümler" adı ile üç kesim ve toplam 18 maddeden meydana geliyordu. Antlaşmanın bir ve ikinci maddesi Türk-Irak sınırını tespit etmiş, 14. madde ise bölgedeki petrol gelirinin %10'unun 25 yıl süreyle Türkiye'ye bırakılmasını öngörmüştü. Ancak Türkiye daha sonra 500 bin İngiliz lirası karşılığında bu hakkından vazgeçti.

Sonuç

Türkiye’nin komşuları ile sorunsuz ilişkiler geliştirmek istediği bilinen bir gerçektir. Özellikle Türkiye’nin kurucu politikası olan statükoyu koruma çerçevesinde komşu ülkeler ile iyi ilişkilerin kurulması Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Irak bu konuda bir istisna değildir. Türkiye, diğer komşuları ile olduğu gibi, Irak ile de yapıcı ilişkiler geliştirmek istemektedir. Bunun yanında Irak’taki yeni gelişmeleri dikkatle takip eden Türkiye, gelişmelerin kendi ülkesel bütünlüğü için tehdit oluşturabilecek sonuçlar doğurmasından endişe etmektedir. Türkiye açısından, demokratik olmasa da Irak’ta var olan statükonun bozulması Irak’ın geleceğinin belirsiz olduğu, belirsizliğin de yeni riskler anlamına geldiğini söylemek mümkündür. Bu belirsizliğin neler getireceği henüz belli değildir.

Türkiye Irak politikasını evrensel normlarla bağdaşır, insan hak ve hürriyetlerini ön plana alan bir yaklaşım ve iyi komşuluk ilişkileri çerçevesinde ele almalıdır. Türkiye, Bosna-Hersek dramı, Bulgaristan’daki Türk azınlığa yapılan baskılar, Çeçenistan ve Filistin sorununda benimsediği saygın ve özgürlükçü tutumunu Kuzey Irak sorununda da sürdürebilmeli, kimi yersiz kaygılarla evrensel normlardan sapmamalıdır.

Bölgesel gelişmeler dikkate alındığında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta yaptığı açılım ekonomik alanda olumlu bir sonuç verebilir. Ayrıca Ankara’nın, bölgeyle ilgili birçok konuda yol aldığı söylenebilir. Ancak bundan sonra Kürt yönetiminin gerek PKK terörü, gerekse Türkmenler ve Kerkük Sorunu konusunda somut bir adım atması gerekmektedir. Ortadoğu genelinde ve Irak özelindeki yaşananlar göz önünde bulundurulduğunda, bölge her geçen gün yeni bir gelişmeyle karşımıza çıkmaktadır. Bölgede yaşanan Arap Baharı’nın, etnik ve mezhepsel çatışmaya dönüşmesi büyük tehlikelere neden olabilir. Ayrıca, Kuzey Irak Kürt Yönetimi PKK terör örgütü sorununun çözümü konusunda kayda değer girişimlerde (PKK’nın Türkiye sınırına geçişinin engellenmesi, Kuzey Irak’ta siyasi ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi) bulunmazsa Türkiye’nin bölgeye yönelik izlediği siyaset olumsuz yönde etkilenebilir.



Kaynakça;

***

ÖZTÜRK, Mehmet, Türkiye’nin Kuzey Irak Politikasına Teorik Bir Bakış, Akademik Bakış Dergisi, Sayı 19, Ocak –Şubat-Mart- 2010

SÖKMEN,İnci Aşkın, İdeolojik Boyutu İle PKK Terör Örgütü , T.C Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik Bilimleri Ana Bilim Dalı –Doktora Tezi, Ankara 2012

ÇİFTÇİ,Kemal, Musul Sorunu, -Tarih,Kimlik ve Eleştirel Kuram Bağlamında Türk Dış Politikası , Siyasal Kitapevi ,Şubat 2010, s.172-179

TAYİZ,Kurtuluş, PKK’nın Çapraz İlişkileri, Lacivert Dergisi,Sayı-16, Eylül 2015

KIRAN,Abdullah , Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası, Birikim Dergisi, Sayı -148, Ağustos 2001

BAL,İhsan, PKK Terör Örgütü Tarihsel Süreç ve 28 Mart Diyarbakır Olayları Analizi, Cilt 2, No: 8 s.75-89 2007

ÇAKMAK,Cenap, Türkiye’nin Irak Politikası, Türkiye-Irak ilişkilerinin Geleceği ve ABD Faktörü , TASAM dergisi( Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi)

SEMİN,Ali, Türkiye’nin Irak Politikası Işığında Kuzey Irak Açılımı, Bilge Strateji, Cilt 3, Sayı-5, Güz 2011

ERKMEN,Serhat, İç Etkenler Açısından Türkiye’nin Kuzey Irak Politikasının Dönüşümü, Bilig Dergisi, Sayı-72, Kış 2015

AYIŞIĞI,Metin, Türkmen Meselesi ve Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası, (http://metinayisigi.com/turkmen-meselesi-ve-turkiyenin-kuzey-irak-politikasi-1/ )

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Türkiye-Irak Siyasi İlişkileri, (http://www.mfa.gov.tr/turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa )

ERKMEN,Serhat, Türkiye’nin Kuzey Irak Politikası, ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası, Avrasya Dosyası, Jeopolitik Özel, Kış 2002, Cilt: 8, Sayı: 4, s. 160-188

AVCI,Erkan, 2003 ABD’NİN IRAK’I İŞGALİ SONRASI TÜRKİYE’NİN IRAK POLİTİKASI VE PKK SORUNU (2003-2013) ,USBED( Uluslararası Stratejik Bakış Enstitüsü ) , Eylül 2014

ÜSTÜN, Nazlı, Türkiye-Kuzey Irak İlişkileri ve Ekonomik Yansımaları, Konya Ticaret Odası /Etüt-Araştırma Servisi (http://www.kto.org.tr/d/file/turkiye-%E2%80%93-kuzey-irak-iliskileri-ve-ekonomik-yansimalari.pdf )

AYDIN, Mustafa- ÖZCAN,Ali Nihat-KAPTANOĞLU Neslihan, Riskler ve Fırsatlar Kavşağında Irak’ın Geleceği Ve Türkiye, TEPAV Ortadoğu Çalışmaları II , Temmuz 2007

ÖZDAĞ, Ümit- ONAY,Yaşar -BAKAN, Ayşe Zerrin,PARMAKSIZ,Alaettin , Türkiye’nin Güvenliği, 21.Y.Y Türkiye Enstitüsü, (http://www.21yuzyildergisi.com/assets/uploads/files/59.pdf )

Irak Türkmenleri İnsan Hakları Araştırma Vakfı (SOİTM), Türkiye’nin Irak Türkmenlerine Yönelik politikası Acımasızca İstismar ve Uluslararası Hukuk İhlali , Elektronik baskı - Nijmegen Mart 2015 (http://www.turkmen.nl/1A_soitm/TTP-TV.pdf )

BÖLÜKBAŞI,Ziya,Yusuf, 2002’den Günümüze Türkiye’nin Kuzey Irak Politikasının Milliyetçilik Perspektifinden Değerlendirilmesi, Bölgesel Çalışmalar Dergisi,Cilt 1, Sayı 1

KARACALI,Fuat, Türkiye’nin Güvenlik Politikaları Ekseninde PKK, Politik Akademi, (http://politikakademi.org/2012/06/turkiyenin-guvenlik-politikalari-ekseninde-ortadogu-pkk-ve-teror/ )

ŞENER, Nedim, 26 yılın kanlı bilançosu, Milliyet Gazetesi, 24.06.2010 (http://www.milliyet.com.tr/26-yilin-kanli-bilancosu-gundem-1254711/ )

KAYA,Emrah,Türkiye’nin PKK Sorunu, (https://www.academia.edu/2910349/T%C3%BCrkiyenin_PKK_Sorunu )

UZUN,Adem, ASALA Terörü’nden PKK Terörü’ne, ( http://turkyurdu-makaleler.blogspot.com.tr/2007/09/asala-terrnden-pkk-terrne.html )

SEMİN,Ali, Irak’ta Türkmenlerin Geleceği ve Kerkük’ün Özerklik İhtimali , BİLGESAM( Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi) No:1225, Haziran 2015

YILMAZ,İlhan, Geçmişten Günümüze Irak’ta Türkmen Politikası, ÇTTAD, V/12,( 2006/Bahar)

KELEŞ,Zülal, Musul Meselesi, Pamukkale Üniversitesi- Fen Edebiyat Fakültesi/ Türkiye

(https://stratejisite.files.wordpress.com/2015/11/musul-meselesi.pdf )

KILIÇ,Sezen, Musul Sorunu ve Lozan, Atam Dergisi, Sayı -71, Cilt:24, Temmuz 2008

SAYGI,Tarık, Lozan Antlaşması’nda Musul Sorunu Ve Hatay Meselesi, Dergi Park, Sayı-10, Cilt:5

KISIKLI,Emine, Yeni Gelişmelerin Işığında Geçmişten Günümüze Musul Meselesi, Ankara Üniversitesi Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi Sayı-24, Kasım 1999-2003 s. 487-526

YAZICI,Nevin, Petrol Çerçevesinde Musul Sorunu (1926-1955) Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü - Doktora Tezi, Ankara, 2007, s. 71.

ERHAN,Çağrı, Musul Meselesi, Akademik Perspektif (http://akademikperspektif.com/2016/10/09/musul-meselesi/ )

KARABULUT,Çoban,Pakize, MUSUL SORUNU: 1914-1926 , TİSAD(Türk & İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi /The Journal of Turk & Islam World Social Studies )Sayı-2, Mart 2015, s. 328-349

YAZICI,Nevin, 1926-1956 Dönemi Türk Dış Politikasında Musul Sorunu, CTAD, Yıl 7, Sayı -14 (Güz 2011), 133-179

KAYA,Zafer, Musul Meselesine Genel Bir Bakış, Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı-8, Cilt:2004-I

SAKİN,Serdar, Mustafa Kemal Atatürk’e Göre Musul Sorunu, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü , Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, Yıl 3 . Sayı- 6. Güz 2007

DEĞERLİ,Sarıkoyuncu, Esra, Lozan Barış Konferansı’nda Musul, Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt 10 Sayı 18 Aralık 2007 s.127-140

Musul,Kerkük ve Türkmenler için ‘‘Bilim Araştırma Vakfı’’ ,Musul-Kerkük meselesinin tarihi (http://www.kerkuk-musul.com/tarihce_2.html )



Atatürk Dönemi Dış Politika , Musul Sorunu ve Sonucu –Ankara Antlaşması ,E-tarih

(http://www.etarih.net/tr/cumhuriyet/dispolitika/musulsorunu.html )
Yüklə 77,67 Kb.

Dostları ilə paylaş:




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin