STK (SINIF TEMSİLCİLERİ KONSEYİ)-İTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ
STK (SINIF TEMSİLCİLERİ KONSEYİ)-İTÜ MİMARLIK FAKÜLTESİ
Okuyacağınız yazı İTÜ Mimarlık Fakültesinde yaz döneminde yaşanan bir deneyimi aktarmaktadır. Okuyacaksınız ama yine de uyaralım; bir kaç iyi niyetli yönetici ve öğrenciyle üniversitenin havasının değişmesi imkansızdır, bu her ne kadar bilinen bir şey de olsa da...
1991-92 öğretim döneminin 2. yarıyıl başında fakülte dekanımız değişti. Göreve gelir gelmez tarihi binanın, Taşkışla'nın onarımına başladı. Okuldaki diğer eksiklikleri gidermek, bunların mali kaynağını sağlamak için bir çok girişimde bulundu. Bu çalışmalar devam ederken bir yandan da bütün okula yönelik toplantılar düzenledi. Üniversite öğrencileri, her şey de olduğu gibi bu konuya da duyarsız kaldılar. Toplantılara 60-80 kişilik sınıflardan en fazla 5-10 kişi katılıyordu. Dekan da bu toplantılarda, okul için neler yaptığını ve neler yapacağını aktarmak, bunu yanında öğrencilerin de görüşlerini ye sorunlarını öğrenmek istiyordu. İTÜ-MİMFÖD olarak okulumuzun fiziksel sorunlarıyla ilgili birkaç çalışma yaptık. Bu sırada dekanla da sık sık görüş alışverişinde bulunuyorduk. Öğrenci derneği olarak, öğrencilerin katılımının sürekli yapılacak olan geniş toplantılarla değil, sınıflardan seçilecek sınıf temsilcileri aracılığıyla yapılan sınıf toplantılarıyla sağlanması gerektiğini önerdik. Dekan da böyle bir yöntemi düşündüğünü söyledi ve önerimizi kabul etti. Bizim de yardımlarımızı beklediğini belirtti ve sınıf temsilciliği için çalışmalara başlandı. Yalnız bizim bir kaygımız vardı: Daha önceki yıllarda da böyle bir yöntem denenmiş ama sınıf temsilciliği fotokopi çektirmek ve getir-götür işlerine bakmaktan ileriye gidememişti. Bu yıl ise yönetim, sınıf temsilciliğine sadece sosyal-kültürel faaliyetleri düzenleyecek, öğrencilere motivasyon kazandıracak bir kurum olarak bakıyordu. Biz ise bunların yanında akademik, demokratik sorunları birlikte çözeceğimiz, yönetimde söz ve karar hakkımızın olacağı bir kurum olmasını amaçlıyorduk.
STK'nın ilk adımı seçimlerdi. Sınıflarda yapılacak seçimlerle ilgilenecek bir komisyon oluşturuldu. Komisyonda dekan, bir öğretim üyesi ve bir asistan vardı. Temsilcilik seçimlerinin tarihleri belirlendi, okula ilanlar asıldı.
Gerek öğretim üyelerinin, gerekse öğrencilerin seçimlere gösterdiği ilgi çok azdı. Bir çok sınıfta seçimler gelişigüzel yöntemlerle yapıldı. Bazı adaylar kendi isteğiyle değil, ya arkadaşlarının ya da öğretim üyelerinin isteğiyle aday oldu. Seçimlerin doğru ve demokratik yöntemlerle yapılmasını zorlamamıza rağmen başarılı olamadık. 12 mimarlık ve 4 şehircilik şubesinden toplam 16 kişi temsilci seçildi. Öğrenci derneği olarak seçimlerde 7 adayı destekledik. Bunlardan 3 tanesi temsilci seçildi.
Seçimlerden hemen sonra temsilcilerin toplanabilmesi için çağrı yapıldı. STK toplantılarına dekan, bir öğretim üyesi ve bir asistan katılıyordu. İlk toplantıda ve onun izleyen diğer toplantılardan hiçbirinde temsilci sayısı tam olamadı. Daha sonra oluşturulan tüzükteki "mazeretsiz üç toplantıya katılmayan temsilcinin temsilciliği düşer" maddesine dayanarak bir temsilci düşürüldü.
STK toplantılarının sağlıklı yürüyebilmesi için sınıflarda da düzenli toplantıların yapılması gerektiği söylendi. Fakat dönem sonuna kadar İTÜ-MİMFÖD üyesi temsilci arkadaşımızın sınıfı olan mimarlık 4. sınıf ve şehircilik-1. sınıf dışında hiçbir sınıfta sınıf toplantısı yapılamadı. Yapılan ilk STK toplantısında, seçimlerin sağlıksız geçtiği ve bir dahaki seçimlerin nasıl yapılması gerektiği tartışıldı.
Düzenli toplantıların yapıldığı tek sınıf olan mimarlık-4. sınıfta ilk toplantı 15 kişiyle gerçekleşti. Bu toplantıda STK'nın nasıl bir kurum olduğu, amaçları ve işleyiş biçimi tartışıldı. Sonraki toplantılarda katılım 30 kişiye kadar yükseldi (sınıf mevcudu 60 kişi). 4. sınıfların tartıştıkları sorunların başında mimarlar odasıyla olan kopukluk, okulu bitirdikten sonra iş imkanının olmayışı geliyordu. Okul sorunlarının da geniş olarak tartışıldığı toplantılardan çıkan ilk pratik adım fotokopi fiyatlarının düşürülmesi oldu. İdare tarafından 150 lira olarak belirlenen fotokopi ücreti 200 lira olarak işliyordu. Öğrenciler hazırladıkları bir afişle bu sorunu bütün okula duyurdular. Afişin asılmasına önce karşı çıkan fotokopi görevlisi, fotokopi ücretini idarenin belirlediği fiyata düşürmek zorunda kaldı. Atılan bu somut adım önemli bir başarıydı.
Birlikte sorunlarını daha kolay çözebildiklerini gören öğrenciler, Park Otel sorununa da çözüm aramaya başladılar. Somut bir öneri gelmediğinden bu sorun için bir şey yapılamadı.
STK'nın daha anlaşılabilmesi için öğrenci derneği olarak öğrenci konseylerinin tartışıldığı bir panel düzenledik. Panele dekanımız, bir öğretim üyemiz, bir üniversite çalışanı bir arkadaşımız ve İTÜMİMFÖD'nden bir arkadaşımız konuşmacı olarak katıldı. Panele öğretim üyelerinin ve öğrencilerin katılımı iyiydi.
STK'nın düzenli bir işleyişinin olması ve sürekliliğinin sağlanması için bir tüzüğe ihtiyaç vardı. Tüzük taslağını oluşturmak amacıyla bir komisyon oluşturuldu. Komisyonda bir öğretim üyesi, bir asistan ve üç sınıf temsilcisi görev aldı. Hazırlanan tüzük taslağı STK toplantısında tartışıldı. Taslakta yeralması önerilen önemli maddeler şunlardı:
Tanım ve amaç;
• İTÜ Mimarlık Fakültesi Sınıf Temsilcileri Konseyi, fakülteye kayıtlı öğrencilerin gizli oyla seçtikleri Şehir Bölge Planlama Bölümü sınıf temsilcileriyle, Mimarlık Bölümü şube temsilcilerinden oluşan bir öğrenci kuruludur.
• SKT fakülte öğrencilerinin akademik, demokratik, sosyal, kültürel sorunlarıyla ilgilenir.
İşleyiş Esasları;
• STK ayda üç kez toplanır. Üçüncü toplantı fakülte dekanıyla yapılır. Gerekli görül
düğünde 4. toplantı, temsilcilerden birinin isteği, fakülte temsilcisinin çağrısı üzerine o ayın 4. haftası içinde yapılır.
• Mazeretsiz 3 toplantıya katılmayan temsilcinin temsilciliği düşer.
Aday Olma Koşulları;
• Öğrenciler, en çok ders aldıkları sınıftan aday olabilirler.
Seçim esasları;
• Seçimler iki tur üzerinden yapılır. İlk salt çoğunluk esası gözetilir. İlk turda salt çoğunluk elde edilemezse, en çok oy alan iki adayla ikinci tur seçimleri geçilir.
• Sınıflar gerekli gördüklerinde temsilcilerini geri çekme hakkına sahiptir. Temsilciler, kendi sınıflarının mevcudunun 1/5'inin yazılı önerisi, 3/5'inin kararıyla geri çağrılabilirler.
Taslağa ilişkin tartışmaların en önemlisi STK'nın amacı konusunda yoğunlaştı. "STK fakülte öğrencilerinin akademik, demokratik, sosyal kültürel sorunlarıyla ilgilenir" maddesindeki "demokratik" sözcüğünün kullanılmasına bir öğretim üyesi tarafından karşı çıkıldı. STK içinde yapılan oylamada "demokratik" sözcüğü kaldırıldı. Diğer öneriler aynen kabul edildi.
İçinde bir çok eksiklikleri barındırmasına rağmen STK bizim için önemli bir deneyimdi. Oluşacak olan konsey yasal temellere dayanmıyordu. Ama bizim için asıl önemli olan, konseyin bütün okul tarafından benimsenmesi ve meşruluğunu kazanmasıydı. Bundan yola çıkarak dernek içinde yaptığımız konsey tartışmalarını okula yaymaya çalıştık. Forumlarda, sınıf konuşmalarında, ikili sohbetlerde konsey örgütlenmelerine bakışımızı, ne yapılması gerektiğini ve seçimleri desteklediğimizi anlatmaya çalıştık. Konuştuğumuz bütün öğrencilerin tepkileri çok olumluydu. Fakat bu çabalar tartışmaların bütün öğrencilere yayılmasında yetersiz kaldı. Sayımızın az olması, tecrübesizliğimiz, öznel eksikliklerimiz böyle bir çalışmayı ilk kez yapıyor oluşumuz ve en önemlisi de şimdiye kadar geniş öğrenci kitlesini kapsayacak örgütlenme modelleri yaratamamış olmamız bunun nedenleriydi.
Önümüzde daha çözülmesi gereken yüzlerce sorun ve iş var. Ama yılmıyoruz. Çünkü kararsızlığımız umutla, sevinçle dolu bir kararlılığa dönüşüyor. Önümüzdeki öğretim yılında bizi yoğun bir dönem bekliyor.
BİR GARİP OYUN...
BİR GARİP OYUN...
1.PERDE
Geçtiğimiz yıl İstanbul Tabip Odasında kuruluş, çalışmalarına başladığımız Tıp Öğrenci Komisyonu olarak bu dönemin başında üniversiteyi kazanmış arkadaşlara hem kayıt işlerinde yardımcı olan hem de komisyonu anlatan bir çalışma yapmayı düşündük. Aslında daha çok üniversiteye kayıt anından itibaren başlayan yalnızlaştırıcı bir sürecin karşısına dikilen bir çalışmayı.
Önceki yıllarda polisin üniversiteye müdahalesi karşısında dekanlığın "niye izin istemeden yapıyorsunuz izin isteseydiniz verirdik" diyerek işin içinden sıyrılmalarını engellemek için çalışmaya başlamadan önce, öğrenci işlerine bakan dekan yardımcısını gidip çalışmadan haberdar edelim diye düşündük. Dekan yardımcısının odasına girdiğimizde hoca çalan telefonu hangi tuşuna basarak açacağını kapının dışındaki sekretere bağırarak soruyordu, (dekan yardımcılığına yeni getirilmiş)
- Hocam ........... şeklinde bir çalışma yapmayı düşünüyoruz (bu arada tanışıyoruz)
-Çok iyi çocuklar .... bir masa açacaksınız yani afferim afferim (allah allah yahu bu ne biçim dekan yardımcısı izin veriyor bugüne dek dekanlık hakkında yanlış şeyler mi düşünmüşüz)
Teşekkür ederek şaşkınlık içinde odasından ayrılıyoruz.
2.PERDE
Az sonra arkamızdan koşturarak başka bir öğretim üyesi kantine geliyor.
-Oğlum bu çalışma olmuyor.
-Niye hocam..
-Polis öğrenci işlerine haber yollamış bu yıl böyle çalışmalar yasaklanmış.
-İyi de hocam polisin ne ilgisi var? Biz dekanlıktan izin istedik.
- ????
Bu işin peşini bırakmayalım diyerek hocayla beraber dekanlığa telefon ediyoruz. Öğrenci işleri şefliğini arıyoruz.(polis orayla ilişki kurmuş ya!) Şef yerinde yok. Bekleyip az sonra yine arıyoruz yine yok.... Sonra dekan yardımcılığını arıyoruz, "yerinde yok" (allah allah) Biraz bekleyip ilgili yerleri tekrar arıyoruz sekreter yerinde yok yanıtını veriyor. Soruyoruz:
-Neredeler?
Konudan habersiz bir sekreter dekan beyin odasında toplantı halinde olduğunu söylüyor. Fakülte yönetim kuruluyla birlikte ilgili ilgisiz insanlar acil bir toplantı düzenlemişler.(anlaşılan biz dekanlıktan çıktıktan sonra ortalık epeyce karışmış.)
Bir öğretim üyesiyle konuyu görüşüyoruz. "Çocuklar yıllardır bir umacı dolaşıyor ortalıkta. Umacı gelecek hepimizi yiyecek... Kurtulunamadı bu düşünceden." Hocamız dekan yardımcısı ile konuyu görüşmeye gidiyor.
Ardından dekan yardımcısının odasına biz de gidiyoruz.(Dekan yardımcısı biraz tedirgin ama kendinden gayet emin ve gülmeye çalışıyor)
-Çocuklar yapacağınız iş biraz karmaşığa benziyor.
-Hocam aynı anlattığımız kadar basit. Ne eksik ne fazla.
-İyi de siz bir çalışma yapmak istiyorsunuz ama siz kimsiniz?
-Hocam tanışmıştık fakülte öğrencileriyiz işte.
-Yok yoook... Tıp Öğrenci Komisyonu diyorsunuz. Bir tüzel kişiliğiniz olmalı öyleyse. Değil mi ya?
-Hocam... (lafımız ağzımızda kalıyor tansiyonumuz yükseliyor)
-Bak evladım sen bir hakiki kişisin. Bak sen de yavrucuğum sen de hakiki bir kişisin, ya ben! Ben de hakiki bir kişiyim. Ama sen bize başvuruyorsun yani tüzel bir kişiliğe. Yaniii tüzel bir kişiliğe eğer siz tüzel bir kişilik iseniz ki öyle olmalısınız, tüzel kişiliğinizle başvurmalısınız. Ama sen kalkmışsın bir hakiki kişi olarak ...... yaaaa olmaz ki bir yığın mevzuuat var.... (ve yaklaşık 30 dk. süren bir tartışma oluyor) ardından:
-Eğer bir tüzel kişilik olarak başvurabilirseniz biz bu konuyu yönetim kurulu toplantısına sokarız. Büyük bir ihtimalle lehinize bir karar çıkacaktır. Her işin bir yolu yordamı vardır. Değil mi ya.
Neden böyle bir yokuşa sürüldüğümüz üzerine bir miktar tartıştıktan ve mevzuatlar hakkında bir yığın yeni şey öğrendikten sonra:
-Hocam YK toplantısı bir sonraki salı günü olacak kayıtlar ise önümüzdeki pazartesi başlayacak. Yani lehimize bir karar çıktığında ancak çarşamba günü....
-Ama çocuklar bu konuda çok hatalısınız bize daha önceden başvuracaktınız (halbuki izin veriyordu.)
3.PERDE
Peki diyoruz. Dekanlıktan hemen ayrılarak İTO'ya (tüzel kişiliğimize) giderek bir dilekçe yazıyoruz. İTO'nun yazdığı dilekçeyi, fakülte yönetim kurulu toplantısından önceki gün, dekan yardımcısına götürüyoruz, (ama bir aksilik çıkabilir) Toplantıdan önce dilekçenin gelmesine dekan yardımcımız pek sevinmişe benzemiyor. Verip çıkıyoruz.
4.PERDE
Salı günü YK toplanıyor, (kayıtların ikinci günü) Pek güvenimiz kalmasa da sonucu bekliyoruz. Öğleden sonra gelen dekan yardımcısının odasına tekrar gidiyoruz. (Sonuç) (Dekan yardımcısı yine bizi, gülmeye çalışarak ve sıkıntılıymış gibi bir görüntüyle karşılıyor).
-Çocuklar ben size demedim mi? (neler neler dediniz oysa) Böyle başvuru mu olur? Başvurunuzun altında isimleriniz yazmıyor. (Haydaa) Madem bu konuda görevlendirilmişsiniz
-Ama hocam isimlerimizi ilk geldiğimiz gün almıştınız. Bakın şurda, (masanın kenarındaki bir dosyayı göstererek) İşte, işte isimlerimiz, siz yazmıştınız....
Şimdi evladım... (diye başlayıp mevzuatlar, işlemler vesaire konusunda uzun bir nutuk dinliyoruz. Tansiyonumuz yükseliyor)
-Siz biraz sonra tekrar gelin, ben bir yazı yazdırıyorum; eksikleriniz konusunda. (Akşama yazıyı alabiliyoruz.. Yazının konusu eksikliklerin tamamlanması halinde izin verilebileceği....)
5.PERDE
Yazıyı alıp tekrar Tabip Odasına gidiyoruz. Bir dilekçe daha.... ekte: İsimlerimizi ve tüzüğümüzü yazıyoruz. ,eksikleri tamamladık, bu sefer doğrudan dekanla görüşmeyi düşünüyoruz. (Dekanın son iki kapısına ulaşmak için tam dört kapıdan geçiyoruz. Son iki kapı biri dışarıdan, diğeri içeriden otomatik açılıyor. Yani son kapı otomatik olduğu için içeriye giremiyoruz, ama sekreter telefonla görüşüyor. Ve dekan o an çok meşgul olduğunu söyleyerek son kapıyı açmıyor.Ardından sekreterine telefonla, dekan yardımcısını bağlamasını söylüyor.)
Elimizdeki "eksiklikleri" tamamlanmış dilekçeyi dekan yardımcısına .veriyoruz. O da dekanın odasına giriyor. (telefon çağırmak içinmiş) "Bir saat sonra gelin çocuklar " diyor bize...
6.PERDE
Bi saat sonra o beş kapıyı ve dekanın otomatik kapısını aşarak dekanımızla görüşmeye gidiyoruz. Bir miktar genel geçer sohbet ardından konuya giriyoruz. (biz konuya girmesek sohbet uzayıp gidecekti.)
İlk önce dekan:
-Evladım biz buraya paraşütle inmedik. Diye başlayarak işleyişlerden bahsediyor. (Halbuki biz bunları epeyce dinlemiştik)
Sonra dekan yardımcısı:
-Çocuklar ben de ....-.... seneleri arasında iki yıl Tabip Odası başkanlığı yaptım.Ama nasıl oluyor da Tabip Odası bizi böyle bir çalışmadan haberdar etmiyor anlayamıyorum.
Diyerek, ardından komisyonun fakülte yönetimiyle işbirliği halinde çalışması gerektiğini mevzuatlara vb.lere dayanarak anlatıyor. Dekanımız da, yardımcısının söylediği her tümcenin sonunu tekrarlıyor kafasını sallayarak. Sonra da ;
-Mesela hazırladığınız broşürü niye yalnız başınıza hazırlıyorsunuz, bize danışsanız, biz sizin yanınıza yetkililer versek (sek, sek, sek....), sonra broşürünüzün başına hani benim yazdığım bir yazı vardı, onu koysanız daha iyi olmaz mı? diye eklemeyi ihmal etmiyor.
Biz de bürokrasiyle ancak bu şekilde uğraşabileceğimizi ve olası bir masa izni istediğimizi tekrar söylüyoruz.
Her ikisinin de söyleyeceği başka bir şey kalmıyor ve dekanımız:
-Şimdi çocuklar, çok güzel ve iyi bir iş yapıyorsunuz aslında, ama biz fakülte olarak tüzel kişiliğimizi yitirdik...
-Ama siz tüzel......
-Tabii ya fakültelerin tüzel kişilikleri ellerinden alındı. Tüzel kişilikler artık "rektörlükler"... Biz sadece fakültelere atanıyoruz... O yüzden bu tür şeyler aslında rektörlük düzeyinde çözülebilecek şeyler. Biz de rahatsızız bu durumdan, ama mevzuatlar böyle işte. Ama yine de biz görüşeceğiz bu konuyu.Yönetim Kurulu toplantısından sanırım lehinize bir karar çıkar...
-Ama hocam, bugün çarşamba, bir sonraki YK toplantısına kadar kayıtlar bitecek. Sizin bu konuda yetkiniz yok mu? (dekan yrd.mız hemen atılarak)
-Tabi ki çocuklar, ne benim ne de sayın dekanımızın böyle bir yetkisi yok. Konu ancak YK toplantısından çıkabilir. Ama sanırım toplantıda lehinize ...................................
MERAKLISINA NOTLAR
(Salı günkü YK toplantısı sırasında kaydını yaptırmayan 20 arkadaşımız kalmıştı.)
Parantez 1- Başımıza gelen bunca şey, dekan yardımcımızın yeni atanmasından doğan acemiliğinden mi? Öğrenci işlerinde daha tecrübeli bir yetkili ile ilk görüşmede aynı sonucu alabilirdik belki de...
Parantez 2- Yukarıda anlatılan olaylar tamamen yaşanmış gerçeklerdir. Yedi perdelik bu oyunu fakültemiz tiyatro kolunun önümüzdeki yıl oyun programlarına almaları tarafımızdan önerilmektedir.
"TIP ÖĞRENCİLERİ KOMİSYONU” ndan bir grup öğrenci
İKİ KERE AVUKAT!
İKİ KERE AVUKAT!
AVUKATLIK MESLEĞİNİNE GİRİŞ SINAVLA...
Sınavsız ne kaldı ki?..
Önümüzdeki aylarda "Yargı Reformu Paketi"nin Meclisten çıkması bekleniyor. Böylece T.C.'nin yargı yapısının dünyanın ve ülkenin değişen koşullara uydurulması hedefleniyor. Bu doğrultuda hukuk fakülteleriyle yargı yapısı arasındaki ilişkiler yeniden belirleniyor. Ancak bu belirlemede hukuk fakültelerinin söz hakkı yok: her zamanki gibi herşey kendilerinin dışında gelişiyor. Belirlenen ilişkilerden en önemlisi ise barolar ile olan ilişkiler. Çünkü hukuk fakültesi mezunlarının büyük bir çoğunluğunu avukatlık mesleğini seçmiş olanlar oluşturuyor. Ama artık bu zorunluluklarının bir zorunluluğu daha var: "Avukatlık sınavını başarıyla geçmek".
Bu konuda ilk somut öneri İstanbul Barosundan çıktı. Meclis komisyonuna avukatlık mesleğindeki yeni düzenlemeleri içeren bir tasarıyı Nisan ayında sundular. Biz burada sadece fakülteler ile Barolar arasındaki ilişkileri düzenleyen bölümleri tartışacağız.
Tasarının 3.maddesinin (d) fıkrasında avukat olabilmek için staj döneminden sonra yapılacak "avukatlık sınavını başarıyla geçmek" şartı konuyor. Genel gerekçe bölümünde ise böyle bir sınavın "...yüksek öğretim kurumlarının sayısı arttırılırken, bunlar arasındaki eğitim standardı da önemli bir sorun olarak..." ortaya çıkması nedeni ile gerekli olduğu iddia ediliyor. Bu durumun bir kamu hizmeti olan savunma hakkını zedelediği vurgulanıyor. İstanbul Barosu böyle bir sınavdaki tek amaçlarını "avukatlık hizmetini daha iyi icra etmek" olarak gösteriyor. Demek "tatil sitesi" için birbirlerine girenler avukatlık mesleğinin iyi yürütülmesiyle bu kadar ilgileniyorlar (!)
Oysa getirilen sınav şartının, adaleti daha iyi sağlamak kaygısı ile getirilmediği çok açık. Hem daha sınav yapılırken bile ne hilelerin döneceğini hepimiz üniversite tecrübelerimizden biliyoruz. Böyle bir sınava olan ihtiyaç tamamen bu "piyasa"da aslan payını kapanların çıkarlarından doğuyor. Pastanın miktarı belli; pastadan pay isteyenler çoğaldıkça pastadan en büyük dilimi koparanların durumu tehlikeye düşüyor. Böylece hukuk fakültesinden mezun olanları bir elemeye tabi tutuyorlar.
Bu durum yaşadığımız geleceksizleştirilme sürecinin ufak bir örneği. Önce taşrada, hukuk biliminin öğrenilmesi ve geliştirilmesi imkanı hiç olmayan bir dizi "naylon" hukuk fakültesi açtılar, şimdi de onlara "siz, taşradaki üniversite mezunları! sizler taşradaki hukuk fakültesi mezunlarından başka bir şey değilsiniz" diyorlar. Avukatlık Yasa Tasarısı'nda hukuk bilimi ile avukatlık mesleğinin başka şeyler olduğu söyleniyor. İyi, güzel ama hukuk bilimi nerede? Hukuk fakültelerinde öğrenim gören öğrencilerden kaçının idealinde adaletli bir toplum projesi var? Öğretim görevlilerinin kaçı büyük şirketlerin hukuk danışmanlığını yapmaktan başka böyle bir projenin yaratılmasını teşvik ediyor? Veya hukuk fakültesini tercih edecek öğrencilerin kaçının adaletli bir düzen yaratmak kaygısı var? Hukuk fakültesi toplumsal olaylarda ağırlığını koyabiliyor mu? Ağırlığı yok ki, koyabilsin. Kürdistan'da fiili savaş durumu var, devletlerarası hukuk dersi sınavına çalışan öğrencinin yaptığı tek şey devletlerarası hukukta "savaşan taraf" statüsünü kazanmanın şartlarını ezberlemek. Şimdi bu şekilde bir hukuk öğreniminden (zaten burada en büyük sorun bunun bir öğrenim olması) bu sınavdan başarı ile geçse de avukatlık hizmetini iyi yürütmek kaygısı olacağına kim inanır?.. O da diğer çoğunluk gibi kendi amacını adaleti sağlamakla belirlemeyip en çok parayı bastıranı "kurtarmak" olarak belirleyecektir. Peki, ya sınavı kazanamayanların durumu ne olacak? Büyük bir olasılıkla bir yandan tekrar tekrar sınava girerken, diğer yandan da "hukuk fakültesi mezunu" olarak kendine vasat bir iş bulacaktır.
Sonuç mu? bu işin sonu yok; Ayrıcalıklı olanlar, ayrıcalıklı ilk ve orta öğrenimi görüp, ayrıcalıklı dershaneler ve ayrıcalıklı öğretmenlerle ayrıcalıklı üniversitelerde okuyup, ayrıcalıklı mesleklere sahip oluyorlar.
Diğerlerinin önünde ise iki seçenek var...
GUZMAN'A ÖZGÜRLÜK
GUZMAN'A ÖZGÜRLÜK
Peru'da bir süre öncesinde Başkan A. Fuiimoru tarafından halk muhalefetini bastırmak amacıyla gerçekleştirilen askeri darbe sonrasında özellikle CIA, ordu ve para-militer güçler işbirliğiyle başlatılan saldırı kampanyası sonucunda halk muhalefetinin önderlerinden biri olan Aydınlık Yol örgütünün kurucusu felsefe profesörü Abimael Guzman yakalandı. Guzman şimdi, Peru yasalarında idam cezası bulunmamasına rağmen siyasi iktid-darın açıltığı kirli bir kampanya sonucunda öldürülmeye çalışılıyor.
Aşağıda; İngiltere'de oluşturulan Guzman'a Özgürlük Komitesi'nin, tüm dünyaya ulaştırmaya çalıştığı imza metnini yayınlıyoruz:
12 Eylül 1992 günü Peru Kominist Partisi Başkanı Abimael GUZMAN Peru askeri güçleri tarafından göz altına alındı.
Dünyanın en kanlı hükümetlerinden birinin elinde olan Abimael GUZMAN'ın hayatı ve can güvenliği hakkında kaygılanmak için her türlü neden mevcuttur. Peru Hükümeti 1986'da El Franton hapishanesinde yüzlerce siyasi tutukluyu ve 1992 Mayıs'ında da Canton Grande zindanlarında çoğu kadın 40 siyasi tutukluyu katletmiş bir hükümettir. Yanı sıra kendi halkına karşıda kullandığı Kontra-Gerilla güçlerince köylerde defalarca katliamlar yapmış olmakla da ünlüdür.
Şimdi de ülkesinde milyonlarca kişilik halk desteğine sahip olan ve devrimci demokratik bir Peru için mücadele eden PKP lideri Abimael GUZMAN'ı idam etmek için mevcut yasaları değiştirmek ve dünya kamuoyunu bu yönde aldatma planları içindedir.
Dünyanın tüm demokrat insanları Peru cuntasının karşısına dikilmelidir. Bu amaçla dünya çapında açılmış olan kampanyaya herkesi imzalarıyla katılmaya çağırıyoruz.
BAĞIMSIZLIK, DEMOKRASİ ve ÖZGÜRLÜK HALKLARIN EN DOĞAL HAKKIDIR.
GUZMAN'A ÖZGÜRLÜK!
DÜNYANIN TÜM SİYASİ TUTSAKLARINA ÖZGÜRLÜK!
Abimael GUZMAN'a Özgürlük Komitesi
C/O BCM World to Win 27 Old Gloucester street
LONDON WCIN 3XX U.K
ÜNİVERSİTELERDE (SİVİL-SIKI) YÖNETİM
ÜNİVERSİTELERDE (SİVİL-SIKI) YÖNETİM
Üniversitelerde bir yandan yeni yönetim metotları ile muhtemel muhalefet hareketleri kontrol altına alınmaya çalışılırken diğer yandan da bu yönetimin dışına çıkabilecek her türlü hareket baskı altına alınıyor. Bu konuda İstanbul'da Hayri Kozakçıoğlu'nun başkanlığında Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma Komutanlığı yetkilileri bir araya geldiler. Hükümetin vaatleri sonucunda özerk-demokratik üniversite değil ama sivil diktatörlük üniversiteleri kuruluyor.
İstanbul Valiliği tarafından açıklanan "sıkıyönetim yasasına" göre:
Etrafı çevrili olmayan üniversite ve yurtlara giriş çıkışlar belli noktalardan yapılabilecek. Girişlerde kimlik kontrolü ve çanta, poşet araması yapılacak. Öğrenci olmayan, öğrencilikle ilişiği kesilen, "amaçları sadece öğrenci gençliği tahrik etmek olan" kişilerin girişleri engellenecek. Öğrencilere "öğrenci olduklarını ispatlayacak " tanıtma belgeleri verilecek. Böylece üniversiteler devletin kaleleri haline getirilecek.
Boykot olasılığının bulunduğu günlerde öğretim üyelerinin amfilerde hazır bulunması sağlanarak öğretim üyeliğini bırakıp cengaverlik yapmaları istenecek. Üniversitenin asli bileşenleri olan öğretim üyeleri ile öğrencilerin birlikte hareket etme umutları da yokedilecek.
Öğrenci yurtlarında belirsiz zamanlarda yurt yöneticileri tarafından dolaplar ve odalarla belirlenen diğer yerlerde aramalar yapılarak öğrencilerin özel yaşamlarına dahi yapılan müdahalelerle devletin üzerlerindeki baskısını sürekli hissetmeleri sağlanacak.
Eylemlere katılan öğrencilerin tespiti için üniversite ve yurtlarda barınan öğrencilerin kimlik bilgilerini ve fotoğraflarını içeren albümler yapılarak polise bildirilecek ve bu "usul" haline getirilecek.
Öğrenci hareketleri önceden haber alındığında üniversite görevlilerince derlenecek bilgiler polise aktarılarak idareyle polis teşkilatı arasındaki ilişki idarenin polisin astı konumunda olduğu bir hiyerarşik işleyişe dönüştürülecek.
Anında müdahale edebilmek için üniversite yetkilileri ve polis tarafından belirlenecek yerlerde “hazır müdahale kuvvetleri" bulundurulacak. Özel "güvenlik" birimleri kuruluncaya kadar mevcut görevliler emniyet müdürlüğü bünyesinde eğitilecek.Bu sayede bugüne kadar işgalci bir konumda bulunan polisin üniversitede içselleştirilmesine çalışılacak.
Üniversite yetkilileri yüksek öğretim kurumlarında öğrenci hareketlerinin öncülüğünü yapan öğrencilerin tespit ve deşifre edilmesi konusunda polise yardım edecek.
Dernek faaliyetleri kurum amirinin ve en büyük mülki amirin izni ile mümkün olabilecek . Bu şekildeki bir düzenlemeyle şimdiye kadar dernek faaliyeti üniversite idaresi ile öğrenciler arasındaki bir sorun ki bundan sonra devlet güvenliğini ilgilendiren bir sorun haline gelecek.(Bu düzenleme dernekler Kanunundaki bildirim usulüne aykırıdır.)
Disiplin cezaları tavizsiz uygulanacak, çocukları üzerinde baskı uygulaması için disiplin cezaları ailelerine bildirilecek.
Üniversitelerde siyasal faaliyet sürdüren gruplara karşı ideolojik saldırı kampanyaları düzenlenecek, üniversitenin siyasallaşmış unsurları ile siyasallaşmamış unsurlarının birbirleriyle ilişki kurmaları engellenecek.
Bütün bu düzenlemeler devletin Kürdistan cephesinde sürdürdüğü savaşta cephe gerisini sağlama alma çabalarının bir parçasıdır. MGK bildirisiyle başlatılan "topyekün savaş stratejisi" Kürt sorununu terörle çözmeyi hedeflerken diğer yandan da batıdaki potansiyel muhalefet güçlerini yok etmeyi amaçlamaktadır.
ÜNİVERSİTELERDE "TADİLAT"
Beklenildiği gibi üniversitelere ilişkin bir çok yeni düzenleme tatil döneminde gündeme getirildi. Yönetim anlayışları gereği egemenler, üniversitelere ilişkin değişiklikleri üniversitelerin olmazsa olmazlarının, müdahalesinin en az olabileceği dönemlerde gerçekleştirirler. Belli başlıklar halinde buraya aktardığımız değişiklikler şunlar:
9 Temmuz günü Hacettepe Üniversitesinin bahçesine Doğramacının heykeli dikildi.
14 Temmuz günü de Doğramacı çok sevdiği görevinden, YÖK başkanlığından istifa etti. İstifa gerekçesi "rektör ve diğer yönetici kadroların öğretim üyelerince seçilmesi" imiş. "seçilmemeli atanmalı" ymış. (15 Temmuz 1992 Cumhuriyet)
Doğramacı'nın istifası üzerine Mili Eğitim Bakanı Koksal Toptan; "Doğramacı'nın Türk eğitim hayatına büyük katkılarını olduğu, haksız yere eleştirildiğini" söyledi. (14 Temmuz 1992 Cumhuriyet)
15 Temmuz günü 19 Mayıs Üniversitesi rektörü Mehmet Sağlam Cumhurbaşkanı tarafından YÖK başkanlığına atandı. Ve yeni başkan ilk mesajında nara attı: "YÖK aynen kalmalı". (16 Temmuz 1992 Cumhuriyet)
Bu gelişmeler yaşanırken kabul edilen bir yasayla 21 yeni devlet üniversitesi kuruldu. Yasa içine sıkıştırılan maddelerle iki de özel üniversite... Yeni kurulan üniversiteler şunlar:
Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Balıkesir Üniversitesi, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi, Denizli Pamukkale, Üniversitesi, Hatay M. Kemal Üniversitesi, Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Kars Kafkas Üniversitesi, Kırıkkale Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Mersin Üniversitesi, Muğla Üniversitesi, Niğde Üniversitesi, Sakarya Üniversitesi, Şanlıurfa Harran Üniversitesi, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi.
Yeni kurulan üniversitelerle birlikte devlet üniversiteleri 49'u buldu. Yeni kurulan devlet üniversitelerinin rektörleri MEB ve başbakan tarafından gösterilecek üçer aday arasından cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Ama henüz rektörler atanmış değil. Zaten 21 yeni üniversite için ayırdıkları toplam para 26 milyar lira. Bu parayla da ancak hepsine birer tane ışıklı tabela yaptırırlar olur biter. Arsa, binalar, öğreti
Dostları ilə paylaş: |