BİR SİYASAL ELEŞTİRİ DENEYİMİ...
BİR SİYASAL ELEŞTİRİ DENEYİMİ...
Gençlik mücadelesi kendine dışarıdan dayatılan gündeme tepki hareketi olmaktan öteye gidemiyor. Diğer taraftan, son birkaç yıldır kapitalizmin zafer çığlıklarının özelikle alternatifsiz bir ideolojik saldırı kampanyası temelinde yükselmesi ve bunun en çok gençlik üzerinde etkili olduğu yaşanan bir gerçeklik.
Doğal ki,egemen güçlerin tüm medya olanaklarıyla yarattığı bir yanılsamayı giderek etkisini yitiren klasik çalışma tarzıyla etkisiz hale getirebilmek olası değil. Ancak verili durumumuzda da yapabileceğimizin en etkilisini yapmak gerekli. Bu düşünce ile Ege Üniversitesi Kampüsü'nde 4-5-6 Mayıs tarihlerinde bir siyasal eleştiri kampanyası yapıldı.Çalışmanın temel kriteri, düşüncelerimizi en yaygın ve ayrıntılı olarak öğrenci kitlesine sunmak ve organik bir ilişki yaratarak tartışılmasını sağlamaktı Böylece tek yanlı medya bombardımanı karşısında başka bir iletişim tarzının da ipuçları sağlanabilirdi. Bu çalışma aynı zamanda şimdiyi kadar yapılan; duvarlara afiş-pul yapıştırıp ya da forum adı altında yüzeysel bir düşünce anlatımı vb. tarzının da bir eleştirisi olacaktı. Kampanya çalışmasında iki noktaya özen gösterildi; çalışmanın bir ekip faaliyeti olarak yürütme alışkanlığının kazanılması ve düşüncelerin genel geçer ajitasyon düzeyinin dışına çıkarılıp somut ve kavranılabilir olması.
Bunun için son haftalardaki gençliğe yönelik tüm dergiler, haftalık haber dergileri, günlük gazetelerin gençlik ekleri incelendi, çok sayıda yazı ve fotoğraf toplandı.
Çalışma üç güne bölündü: Birinci gün kapitalizm eleştirisi ve gençlik, ikinci gün Fikri Sönmez'in anılmasıyla birlikte Fatsa ve Sosyalizm, üçüncü gün ise Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın anılması içeriğinde "Onlar Özgürlüğümüzdür" adlı bir çalışma yapıldı.
İlk gün; Yeni Dünya Düzeni, para ekonomisi, devletin toplumu örgütleme çabası ve öğrenci konseyleri, 055'i aramayalım, terörizm nedir, demokrasi eleştirisi gibi güncel konulardaki düşünceler anlatıldı.İkinci gün;Fatsa'ya ait 1980 yılında yazılmış yazılar, değerlendirmeler, dokümanlar sunuldu ve "sosyalizm istiyoruz" içerikli düşünceler ifade edildi. Son gün ise Denizlerin mektupları, konuşmaları ve Deniz'in öğrenci lideri olma özelliğine vurgu yapılan bir söyleşi ile sona erdi.
Çalışma, sonuç olarak bir duvar gazetesi çalışmasıydı. Ancak oldukça uzun bir koridorun (100'ün üzerinde renkli karton kullanıldı) kendi içinde bütünlüklü bir şekilde "duvar gazetesiyle" doldurulması ve bunu yapan öğrencilerin "açıp-kaçmadan", orada tartışmak için beklemeleri "içerik olarak" bir farklılıktı. Kartonlara yazılan yazıların düzenli ve okunaklı olmasına, fotoğrafların seçimine özen gösterildi.
Çalışmaya başlandığında nasıl bir tepki alınacağı merak ediliyordu. Ancak bir süre sonra "Düşünce Sergisi" adı verilen mekan çeşitli fakültelerden gelen öğrencilerle dolmaya başladı. Sergiyi gezmek isteyenler kuyruğa girmek zorunda kaldılar. Üç gün boyunca yaklaşık sekiz bin öğrenci bu etkinliği izledi ve "Düşünce Sergisi" herkesin birbiri ile bir şeyler tartıştığı bir alana döndü.
Bu çalışmadan çıkarılabilecek en önemli sonuç; üniversite gençliğinin "karşı bir görüşe" olan açlığıydı.En çok beğenilen yazının "055'i aramayalım" olması bunun bir kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bu durum bundan sonraki süreçte de gençlik mücadelesinde siyasal boyutun öne çıkarılmasının gerekliliğini açıkça gösteriyor. Öğrencilerin eleştirilende bunu destekler nitelikte. Konuşabildiğimiz öğrencilerin büyük çoğunluğu, "alternatife" duyulan gereksinim olduğunu dile getirdi.
Ancak bu çalışmada öğrenci kitlesiyle organik bir ilişki yaratma da başarılı olunamadı. Bu yöndeki çabalar çok sınırlı kaldı. Sunulan düşünceler kapsamlı olarak tartışılamadı. Bunun esas nedeni; eski alışkanlıklarımızın çalışma tarzımıza halen hakim olması ve arkadaşlarımızın politik yetkinliklerinin çok düşük olmasıydı. Sahip olduğumuz düşüncelerin savunusunu yapabilecek kapasitede ve cesarette olmamak bizi "korkak" kılıyor ve girişkenliğimizi sınırlıyor. "Apolitiklik" görece de olsa saflarımızda ciddi, tehlikeli bir eğilim olarak görülüyor.
80'DEN BUGÜNE GENÇLİK VE MÜCADELESİ -1-
80'DEN BUGÜNE GENÇLİK VE MÜCADELESİ -1-
Demokratik öğrenci hareketi yeni bir dönemin eşiğinde bulunuyor. Ancak bu, basit anlamda öğrenci hareketine özgü bir değişimle sınırlı olmayan bir içeriğe sahip. Sosyalizmin tarihsel bir döneminin sona ermesi yalnızca sosyalist ülkelere özgü sonuçlar doğurmakla kalmadı. Dünyanın bütününde büyük boyutlu değişikliklere neden oldu.
Özellikle ülkemizde 12 Eylül darbesiyle kesintiye uğratılan toplumsal mücadeleler, henüz darbenin etkilerini üzerlerinden atamamışken, "sosyalizmin" dünya ölçeğindeki yenilgisi devrimci mücadelenin ikinci kez yenilmesi olarak değerlendirilebilecek bir tablo ortaya çıkardı. 12 Eylül'ün neden olduğu yenilgi genellikle örgütsel, politik düzeylerle sınırlı kalırken, sosyalizmin tarihsel bir döneminin sona ermesi ideolojik düzeyde de bir yenilgiye neden olmuştur. Geçmiş dönemde yaşamın çelişkilerini açıklamak için kullanılan kavramlar bu gelişmelerin sonrasında açıklayıcılıklarını büyük oranda yitirmişler, öte yandan geniş halk kesimlerinin sömürüden kurtularak daha iyi bir yaşama kavuşmak için sosyalizme bağladıkları umutların yitirilmesi, üstüne üstlük bugün yaşananların, olanaklı en iyi yaşam biçimi olduğuna istemeye istemeye inanmaları devrimci hareketlerin ideolojik yenilgilerinin bileşenini oluşturmaktadır.
Demokratik Öğrenci Hareketinin ve Devrimci Gençlik mücadelesinin tüm bu yaşananların dışında kalarak etkilenmemesi olanaksızdır, inişli çıkışlı bir süreç içinde zaman zaman ciddi kriz dönemleriyle karşı karşıya kalan Demokratik Öğrenci Hareketi belki de bu gelişmelerden en fazla etkilenecek kategoriyi oluşturmaktadır.
Gençlik mücadelesinin içinde bulunduğu kriz, zaman zaman yoğunlaşan tartışmalara neden olduysa da sürecin bütününe ilişkin kapsamlı değerlendirmelerin yapıldığı pek söylenemez. Öte yandan dünya ölçeğindeki gelişmeler, gençlik mücadelesinin bir çok noktada şöyle yada böyle referans noktası olarak kullandıkları kavramların geçersizleşmesi, sorunu ağırlaştırmaktadır.
Artık, gençlik mücadelesini içinde bulunduğumuz noktaya getiren politik- ideolojik yönelimler, politika yapma yöntemleri, alışkanlıklar, davranış- eylem biçimleri ile sınırlı bir çerçevede ısrar etmek, politik olarak intihar etmek anlamına gelebilecektir.Elbette ki buradan, geçmişi tüm yönleri ile olumsuzlama anlamı çıkarılmamalıdır. Bu gelişmeler, gençlik mücadelesi açısından içinde bulunulan koşulları açıklayabilecek yeni kavramların üretilmesini, yeni politika yapma tarzlarının geliştirilmesini kaçınılmaz bir zorunluluk haline getirmiştir.
Böyle bir çaba gençlik mücadelesinin biriktirdiği deneyimleri doğru bir bakış açısıyla kavrayabilmeyi zorunlu kılmaktadır. 80 sonrasında gelişen gençlik mücadelesinin birikimini elimizden geldiğince derlemeye çalışarak bu çabaların kullanımına sunmaya çalışacağız.Böyle bir çabanın özellikle yeni arkadaşlarımız için oldukça önemli olduğunu düşünüyoruz.
12 Eylül sonrasında öğrenci hareketinin doğuşu
Bugün 12 Eylül'ün yarattığı tabloyu, toplumsal yaşam üzerindeki etkilerini, toplumun çeşitli kesimlerinin örgütlülükleri üzerindeki etkilerini bir kez daha yinelemeye gerek yok. Ancak 80 sonrasında gençlik hareketinin doğuşu koşullarını kavrayabilmek için bazı noktalara değinmek gerekiyor.
Üniversitenin tarih öncesi..
İnsanların hemen hepsi, içinde yaşadığı koşulların hiç değişmeden sürüp gittiği/gideceği yanılsaması içindedirler. Yine insanların hemen hepsi bizzat bu değişim dönemlerini yaşamış olsalar da "şimdiki durum"dan başka bir bilinç hali taşımazlar, daha önce yaşadıkları farklı I koşulları ancak bir nostaljik malzeme olarak analar...
12 Eylül'ün ilk icraatlarından birisi üniversiteleri bir cendereye sokmak oldu.
Darbecilerin üniversitelere yönelik yoğun saldırıları, gençlik örgütlerini dağıtmayı, ' gençlik mücadelesini bütünüyle ortadan kaldırmayı hedefliyordu. Bunun için her türlü yönteme başvurdular, mücadele içinde yer almış aktif insanları fiziksel olarak yok etmeyi amaçlayan uygulamalar (öldürme, işkence, tutuklama, idam vb.) bu saldırıların temelini oluşturuyordu. Böylece hem gençlik mücadelesini yok etme doğrultusunda önemli mesafeler kat ediyorlar, hem de üniversitelilere gözdağı vermiş oluyorlardı. Bunun doğal sonucu olarak gençlik mücadelesi uzun süreli bir kesintiye uğradı.
Ancak cunta bununla yetinmedi, birçok kez doğrudan ya da dolaylı olarak anarşi ve terörün baş sorumlusu olarak suçladığı üniversite gençliğini bütünüyle denetim altında tutabilmek için yalnızca bunların yetmeyeceğini, bu durumun sürekliliğini sağlayabilmek için daha başka şeylerin gerekli olduğunu biliyordu. Bu doğrultuda atılan ilk adımlar, askeri kışla mantığını üniversitelerde kurumsallaştırma çabaları oldu..
Ancak bu girişimleri bir düzene sokarak üniversitelerin bütününü kapsayacak bir tarzda örgütlendirmek gerekiyordu. Bu ihtiyacı karşılamak için gerekli olan kanun 6 Kasım 1981’de hizmete sokuldu;YÖK...
Tam teşekküllü bir kışla nizamnamesi olarak tasarlanan Yüksek Öğrenim Kanunu/Kurulu gerek içerik gerekse yapısal özellikleriyle üniversiteler için tam bir diktatörlük rejimiydi. Bu yasanın yürütücüleri YÖK'ün yukarıdan aşağıya atanmış "yöneticileri" ve en önemli yardımcıları da üniversitenin her köşesine çöreklenmiş polislerdi Böylece bir yandan disiplin yönetmelikleri, polis ve jandarmanın üniversite içindeki açık yıldırıcı terörü ile öğrencilerin demokratik girişimlerini caydırıcı önlemler alınırken ,diğer yandan üniversite içindeki ideolojik atmosferi değiştirmeyi çalışarak üniversite öğrencilerini kişiliksiz, sessiz, hiç bir şey sormayan, kendisine söylenilenlere itirazsız itaat eden, kendi çıkarlarında başka bir şey düşünmeyen, bencil, cahil... bir sürü haline getirilmeye çalışılıyordu. Bu ve benzeri uygulamalarla üniversitede kalıcı bir "huzur ve güven" ortamı yaratmaya çalıştılar.
Bu uygulamaların (bilimsel üretim, araştırma, bilim yapma, öğrenme vb. üzerindeki etkilerini bir yana bırakarak...ki bu konuda bugüne dek bir çok şey yazılıp söylendi) üniversiteler günlük yaşamındaki sonuçları şunlar olabiliyordu; saç, sakal, bıyık uzunlukları yönetmelikle uygun olmalıydı, blue-jean giymek yasaktı, ütülü kumaş pantolon giyilecek ayakkabılar boyalı olacaktı, giyilen etekler diz altında olmalıydı, kravat takmak zorunlu , okula girişte asker / polise kendinizi aratmak da, hafta başında bayrak merasimi yapmak da... kantinde memleket meselelerini yüksek sesle tartışmaya başlanırsa, tartışmayı karakolda sürdürmek zorunda kalınabilirdi...vb.
Öte yandan ağır, gereksiz, işlevsiz ve bıktırıcı bir ders programı vizeler, finaller vb. karşı karşıya bırakılan öğrenciler bu saçmalığa uymamaları halinde atılma tehdidi altında bulundurularak dış dünya ile ilişkisiz hale getirilmeye çalışılıyordu.
Böylece bir yandan öğrenciler içe dönük bir ruh haliyle "kendini kurtarmaktan" başka bir şey düşünemez hale getirilerek, diğer yandan bunu gerçekleştirebilmek için giderek rekabetçi, çıkarcı , ben merkezci bir kimliğe büründürülerek öğrenciler arası dayanışma eğilimlerinin bütününün yok edilmesi hedefleniyordu. Öğrencilerin üniversite içinde bir araya gelebilmelerini sağlayacak hiçbir olanak olmadığı gibi, bu yöndeki eğilimlerde bastırılmaya çalışılıyordu. Öyle ki üniversite kültür sanat kolları/klüpleri 83-84'lere kadar kapalı tutuldular. Ancak öğrencilerden gelen baskıların artmasıyla bu tür yerlerin açılmasına izin verdiler ancak ellerindeki bütün olanakları kullanarak buraların denetimini ellerinde tutmaya çalıştılar. Çeşitli sansür/denetim kurulları oluşturarak burada resmi görüşe aykırı şeylerin yapılmasını engellemeye çalıştılar.
12 Eylül'den sonraki dönemde üniversitenin neler yaşadığını çok daha ayrıntılı bir şekilde anlatmak olanaklı, ancak konumuz açısından, Demokratik Öğrenci Hareketinin hangi koşullarda ortaya çıktığını bir parça da olsa somutlayabilmek için o dönemde üniversiter yaşamı karakterize edebilecek yönleriyle sınırlı olarak ele almaya çalıştık.
Üniversite hareketleniyor
Üniversitelerde böyle bir. atmosfer içerisinde 1984'lere gelindiğinde (ülkedeki, 83 seçimler vb. genel gelişmelerin de etkisiyle) canlı bir tartışma başladı. Bir yandan genel düzlemdeki ekonomik, sosyal, kültürel sorunlar, diğer yandan üniversiteye özgü ağır, bunaltıcı, baskıcı koşulların kendiliğinden ortadan kalkmayacağı, bu koşullara bir karşı koyuş olmadığı sürece keyfi bir şekilde ağırlaştırılabileceği gerçeği giderek daha somut bir şekilde kavranıyordu. Bu eksende gelişen tartışmalar giderek kişisel ya da dar gruplar içerisinden çıkarak geniş bir çevreye yayılmaya başladı. Bunda en önemli faktör o dönemde üniversitede bulunan öğrencilerin şu ya da bu oranda 80 öncesine tanık olmaları, o süreçte yer almaları, o dönemin kavramlarına aşina olmaları ve büyük oranda bu moral değeri taşımalarıydı. Demokrat/ devrimci öğrenciler kendileri gibi düşünen başka insanlar bulunduğunu ve bir araya gelerek güçlerini birleştirmenin yaratacağı olanakları keşfettikçe bu doğrultudaki girişimler güçleniyordu.
Tam bu sıralarda (1984 sonbaharı) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde, bir öğrenci derneği kurmak için başvuru yapıldığının duyulması, orman yangını başlatan bir kıvılcım gibi etkide bulundu. Bu süreçte Yarın dergisi tek tek fakültelerdeki yerel tartışmaların ötesinde öğrenci dernekleri, örgütlenme konularında genel tartışmanın başlatılmasına öncülük ederek öğrenci dernekleri kurma doğrultusunda girişilen çabalara önemli katkılarda bulunmuştur. Öte yandan diğer siyasal gençlik gruplarının henüz toparlanamadığı bu süreçte varolan boşluk nedeniyle derneklerde örgütlenmenin bu aşaması da fiili önderliği de Yarın çevresi gerçekleştirmiştir. ÖD'lerde örgütlenmeye ilişkin tartışmalar giderek yaygınlık kazandı, bunun 80 sonrası üniversite içinde en geniş demokrat kesimi etrafında toparlayan tartışmalar olduğunu söylemek pekte yanlış olmayacaktır.
O dönemde bir çok üniversite ve fakülte ya doğrudan Yarın çizgisini benimseyen insanların ya da bu atmosferde çalışmalara başlayan diğer devrimcilerin girişimiyle artarda bir dizi öğrenci derneği kurma başvurusu yapıldı.
Üniversitelerde öğrenci derneklerinin kurulmaya başlaması, beraberinde bir yığın yeni sorun, yeni kavramlar vb.ni beraberinde getirdi. 80 sonrası koşullarında gelişecek bir mücadelenin ne tür sorunlarla karşılaşacağı, üniversite öğrencilerinin, kamuoyunun ve devletin resmi güçlerinin bu tür girişimlere nasıl bir tepki gösterdiği noktasında ciddi belirsizliklerin yanı sıra demokrat/ devrimci öğrenciler açısından ciddi deneyim eksikliği, teorik, politik yetersizlik vb. sorunlar işleri güçleştiriyordu. Bu koşullar altında, belirgin bir acemilikle, el yordamıyla bir şeyler keşfediliyor, 80 sonrası mücadeleye ilişkin bilgiler ağırlıkla deneme yanılma yoluyla elde ediliyordu. Böyle bir dönemde, öğrencileri siyasal bir davranış biçimine iten durum; siyasal rejimin gidişatına ilişkin tespitler değil, yarı sezgisel yarı el yordamıyla kazanılmış deneyimlerle bulunan tercihlerdi.
Bu dönemde karşılaşılan en önemli problemler şöyle sıralanabilir; Cuntacılar 83 seçimleriyle yerlerini, ANAP hükümetine bıraktıklarında, sivilleşme, dolayısıyla da demokratikleşme sürecinin başlamış olduğunu söylüyorlardı. Ancak asıl olarak tüm kurum, yasa ve işleyişleriyle varlığını sürdürmeye devam ediyordu. Bu durum karşısında nasıl bir tavır alınacağı konusunda bazı belirsizlikler vardı.
ÖD'lerde legal zeminde örgütlenmenin düzenin oyununa gelmek olacağı, muhalif öğrencilerin deşifre olacakları bu nedenlerle ÖD'lerin gereksiz ve zararlı olacağına dair düşünceler bir uçta yer alırken diğer uçta bütünüyle yasal sınırlar içinde kalmayı öngören düşünce biçimi yer almaktaydı. Buna. benzer tartışmalar içinde öğrenci derneklerini kurmak için ilk adımlar atılmaya başlanmıştı.
Yine bu. dönemin en önemli sorunlarından biri kendi koydukları yasalara dahi uymayan devlet kurumlarına karşı verilen hukuk mücadelesi oldu. Anayasa ve Dernekler Yasasında Öğrencilerin izin almaksızın dernek kurabilecekleri belirtilirken, Yüksek Öğrenim Kanunu'nun 59. maddesinde Öğrencilerin bir derneğe üye olabilmek için rektörden izin almaları gerektiği hükmü dernek kurucularının önüne çıkarılan en önemli "yasal" engel oldu. Ancak ÖD'lerin kuruluşlarını engelleme çabaları yalnızca bunlarla sınırlı kalmadı; asıl önemli direniş başta polis olmak üzere resmi makamların yasadışı tutumlarında açığa çıktı. Dernek başvuruları keyfi biçimde geri çevrilirken, dernek kurucuları her türlü yöntemle yıldırılmaya, dernekleri kurmaktan vazgeçirilmeye çalışıldı. Bir dönem derneklere üye öğrencilere yönelik gözaltılar,, kaba zor yöntemleri, tehditler, özellikle muhbirlik teklifleri bu amaca hizmet ediyorlardı.
Bir yandan bu baskılara direnilirken diğer yandan yargı yoluyla yasal olmayan uygulamalar ve YÖK'ün 59. maddesine dayandırılan engellemelere karşı mücadele ediliyordu.(A.Ü Hukuk Fakültesi Öğrenci Demeği Rektörlüğe karşı açtığı yürütmeyi durdurma davasını 29.4.1985 tarihinde kazandı)
Böylece Ankara, İzmir ve İstanbul'da birbiri ardına dernek başvuruları yapılmaya başladı. YÖK, polis, rektörlük üçgenindeki yasadışı uygulamaların yoğunluğu öğrenci derneklerini kurma işinin kendisini demokratikleşme yönünde bir mücadeleye dönüştürmüştü. Ağır aksak adımlarla da olsa dernekleşme sürecinin ilerlemesi üniversiteliler için belirli oranda moral kazandırıyor ve belirli oranlarda demokratik güçleri toparlayıcı bir işlev taşıyordu. Ancak yavaş yavaş derneklerin yasalaşmalarının çok uzun bir zamana yayılabileceği ve bu durumun bir süre sonra kanıksanacağı kavranmaya başlanıyordu. Yalnızca derneklerin yasallaşmasına dönük bir çaba ile sınırlı bir faaliyet tarzı derneklerin doğmadan ölmeleri sonucunu doğuracaktı. Bu nedenle bir yandan derneklerin mevcut kazanımları korunup geliştirilmeye çalışılırken, öte yandan yaratılan fiili durum temel alınarak mevcut akademik sorunların çözümü doğrultusunda çalışmaların başlatılması gereği kavranıyordu.
1985’lere gelindiğinde üniversiteliler açısından en önemli akademik sorunu atılmalar oluşturuyordu. 1985 yılına kadar atılan/atılma konumuna gelen öğrenci sayısı 40.000'nin üzerindeydi. Herhangi bir dersten iki yıl üst üste başarısız olan bir öğrenci okulundan atılıyordu. Böylece bir yandan üniversitelerin kapasitelerinin çok çok üzerinde belirlenen kontenjanlara uygun olarak üniversitelerde doldur-boşalt taktiğiyle on-binlerce öğrenci kıyıma uğratılıyordu. Üniversiteye girdiklerinde zaten büyük bir düş kırıklığına uğrayan öğrenciler, hiç bir. işe yaramayan, sıkıcı ve angarya ile yüklü onlarca dersin vize, final sınavlarına girip çıkmaktan bunalmaya bile zaman bulamıyorlardı. Ortalama olarak 200 eğitim günü süren bir eğitim yılında yaklaşık 100 kez vize, final, bütünleme sınavına girmek zorunda olan ..öğrencilerden başka bir şey beklenebilir mi? Üniversiteye ilişkin (kültürel, sanatsal, bilimsel vb..) beklentilerinden daha ilk aylarda vazgeçiyorlardı. Öte yandan üniversiteyi bitirerek bir iş bulma umutları da kitlesel atılmalarla sona eriyordu. (Böylece YÖK'ün mimarları istedikleri öğrenci tipini elde etmeye çalışıyorlardı.)
Bu derecede ağır bir sorun karşısında üniversite öğrencileri buldukları tüm araçları kullanarak sorunun çözümü doğrultusunda bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. İşte bu süreçte Öğrenci Derneklerinin ne denli gerekli ve işlevli oldukları sözcüklerle anlatılamayacak kadar etkili bir biçimde .kavranmaya başlandı. Sorunların çözümü için örgütlü mücadele etmenin diğer yöntemlerle karşılaştırılamayacak denli etkili ve işlevsel olduğu Öğrenci Derneklerinin yaptıklarıyla giderek daha iyi kavranmaya başlandı.
Atılmalara Son, 44. Maddeye Hayır Kampanyaları çerçevesinde gerçekleştirilen imza toplama, telgraf çekme, açlık grevleri, yemek boykotları vb eylemler, üniversitelerde önceleri biraz tedirginlikle karşılandıysa da giderek kamuoyunda etkili olmaya başladı. Tedirginlik önce sempatiye, daha sonra da desteğe dönüştü.
Bu sürecin önderliğini yapan Öğrenci Dernekleri üniversitelerde yaygın bir meşruiyet kazandılar. Artık ÖD'lerle ilgili bazı kaygılar ve tartışmalar sona eriyor ve öğrenciler ÖD içinde yer almaya başlıyordu. Derneklerin meşruiyeti ve etki alanı arttıkça öğrenci kitlesinin derneklerden beklentileri artma eğilimi gösteriyordu.
Dernekler şekillenmeye başlıyor..
Bir yandan karşılaşılan problemlerin hangi yöntem ve araçlarla çözülebileceği tartışılırken diğer yandan derneklerin iç örgütlülüklerinin nasıl olması gerektiği, çalışma koşullarının neler olacağı, hangi ilkelerle hareket edilmesi gerektiği vb konular tartışılıyordu. Bu ikili süreç, aynı zamanda ÖD'lere ilişkin düşüncelerin netleşmesini ve dernek içerisinde farklı görüşlerin belirginleşmesini sağlayan bir süreç oldu.
Akademik-demokratik mücadele içerisinde karşılaşılan problemlerin çözümü için savunulan politikalar noktasındaki ayrımlar bunun önemli belirleyenlerinden birisi oldu; Yarıncılar derneklerdeki mücadelenin yalnızca yasal sınırlar içinde gerçekleştirilmesini savunuyorlardı. Buna karşılık dernekler, içerisinde şekillenmeye başlayan muhalefet ise yasallıkla sınırlı bir mücadelenin reformist bir anlayış olduğunu savunuyordu. Yasallık gibi bir ölçüt yerine mücadele hattının, kitleler açısından meşruiyetini temel alan bir ölçütü benimsiyordu.
Öte yandan derneklerin hangi ilkelerle çalışacağı diğer bir önemli tartışma noktasıydı.
Yarıncılar popülist kaygılarla,, derneklerin yalnızca akademik sorunlarla ilgilenmesi gerektiğini savunuyorlardı. Ancak ülkemizde üniversiteyi demokratikleştirmek için verilecek mücadelenin ülkeyi demokratikleştirmek için verilecek mücadeleden ayrı yürütülemeyeceği, bunun yanı sıra derneklerin gerici-faşist amaçlar açısından kullanılabilmesini engelleyebilmek için, öğrenci derneklerinin zorunlu olarak, anti-faşist, anti-emperyalist, anti-şovenist ilkelere sahip olması gerektiği savunuluyordu. Buna ilişkin tartışmaların somutlandığı noktalardan birisi, üniversitede meydana gelen türban olaylarında dincilerle dayanışmaya girilip girilmeyeceği tartışmalarıydı. Yarın çevresi türbana ilişkin tepkilerin demokratik bir içeriğe sahip olduğunu bu nedenle bunların desteklenmesini savundular, ancak bu düşünce çoğunluk tarafından onay görmedi.
Bu sırada Demokratik Öğrenci Hareketi açısından yeni bir ihtiyaç giderek belirginleşmeye başlıyordu. Öğrencilerin derneklerde güçlerini birleştirmeleri onların etkilerini artırıyordu, ancak üniversitelerin içinde yaşadığı koşullara karşı daha etkili bir mücadele daha güçlü bir öğrenci hareketinin varlığını gerektiriyordu. Kısa sürede birimlerde kurulan / bir araya gelen öğrenci derneklerinin, diğer birimlerle iletişime geçerek, ulaşılabilecek tüm birimlerle ortak bir davranış geliştirmenin zorunluluğu kavranıyordu. Böylece birim dernekler, başka birim derneklerle iletişim kurmanın yollarını aramaya başladılar.
Derneklerdeki bu gelişmelere kısaca göz attıktan sonra yeniden üniversiteye döndüğümüzde atılma furyasının tam hız devam ettiğini, buna karşılık, Öğrenci Derneklerinin önderliğinde üniversitelerde giderek gelişen, yaygınlaşan bir muhalefetin varlığını görüyoruz.
Üniversitelerde bu gelişmeler yaşanırken 1986 yılının sonlarına doğru üniversiteleri derinden etkileyen ve bir anlamda da Demokratik Öğrenci Hareketinin nitelik değişiminin başlangıcı sayılabilecek bir olay yaşandı. İstanbul'da Marmara Üniversite'si Hukuk Fakültesi öğrencisi İsa Tanrıverdi kendi elleri ile yaşamına son verdi. Oldukça yoksul bir aileden gelen Isa üniversitenin olumsuzluklarını iki kat fazla yaşamıştı. Üniversitedeki ilk yılında düzenli barınabileceği bir yeri bile olmamış, öğrenci yurtlarında kaçak olarak kalmıştı. İkinci sınıfta iki dersi veremediği için atılma konumuna gelmişti, yeniden ailesinin yanına, köyüne dönmesi gerekecekti, ama hangi yaşama? İsa yaşadığı köyden üniversiteye gelmiş tek insandı..
Bu olay öğrencilerde sarsıcı bir etkide bulundu bir kıyım makinesi gibi çalışan YÖK artık insan canı alıyordu. Ve bu gidişe dur denilemezse ödenecek bedel daha da artacaktı.
Üniversitelilerin tepkileri gazete manşetlerine şöyle geçti; "80 sonrasında gerçekleştirilen ilk toplu eylem, Üniversiteliler Eyleme geçtiler"...Marmara Üniversitesi Rektörlüğünün önünde toplanan yaklaşık 1000 öğrenci, Rektörlüğe siyah çelenk koyarak tepkilerini dile getirdiler. Bu sırada çelengi taşıyan 3 öğrencinin gözaltına alınması öğrencilerin öfkesini daha da kabarttı. Bunun üzerine 2 saat süren bir oturma eylemi yapıldı. Gözaltına alınan öğrencilerin serbest bırakılması ile eylem sona erdirildi.
Demokratik Öğrenci Hareketi artık yeni bir dönemin eşiğindeydi.
Dostları ilə paylaş: |