Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


“Düşmanla savaşta ön cephede çarpışırken arkasına saklanılan Türkler



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə78/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   100
“Düşmanla savaşta ön cephede çarpışırken arkasına saklanılan Türkler, her nedense barışta unutulup, önüne geçilmeye çalışılıyor.”

2 Ocak 1980 tarihinde Abdülkerim Mahmut Mevlevii’nin başkanlığında 1’nci kurultayı yapılan Kuzey Afgan Vilayetleri İslami Birleşmesi Siyasi Partisi de diğer gruplardan oluşan

yedi partinin arasına katıldığı zaman bugünlerde benzer olaylar yaşanmış, müttefiklerce bu partiye uzun süre silah tahsisi yapılmamıştı.3 Daha sonra verilen kısıtlı imkanlar ise bu sefer parti içinde yaşanan paylaşım sorunları ile karşılaşmış ve bu siyasal hareket de dağılmak zorunda kalmıştı.4 Daha sonra başka isimlerle Azad Beg’in liderliğinde sürdürülen Afganistan Türklüğünün siyasal yapısı; Çümbüşi Milli İslami Partisi ve General Raşit Dostum’un liderliği ile bugünlere kadar geldi. Düşmana karşı savaşırken bile silah dağıtımında unutulan, kendi silahını kendisi temin etmek zorunda bırakılan Türk mücahitler, bugün de silahlarını teslim etmemekle suçlanıyorlar. Haklı bir konu, adaletsiz bir uygulama nedeniyle daha baştan güvenilirliğini yitiriyor. Türk liderlerin bazı tavırları da istismar edilerek, bu hatalı uygulamalar sanki şahıslara özelmiş gibi gösteriliyor.

Birisi İngilizce dahil dört dil bilen hukukçu, batı değerleriyle eğitim görmüş Azad Beg5, diğeri savaş tekniklerini, insanını ve batıyı çok iyi tanıyan bir lider, Orgeneral Raşit Dostum. Kişilikleri, özgeçmişleri farklı fakat kimlikleri, kaderleri aynı iki Türk lider.

Afganistan’ın kuzeyinde yer alan Güney Türkistan bölgesi ve Türk nüfusuna karşı batının ve merkezi Afgan Hükümetin önümüzdeki günlerde nasıl bir tavır alacağını hep birlikte göreceğiz. Biz Türkiye olarak en azından yakın tarihimizde Afganistan’la ilişkilerimizde nasıl davrandığımızı hatırlayarak geleceği kurgulamaya şimdiden hazırlanmalıyız. Bugün Kuzey Afganistan’ın doğalgaz, petrol ve benzeri kaynaklarını anlamak, Orta Asya enerji yolları üstündeki stratejik konumlarını analiz etmek için gerekli veriler bile doğru dürüst toplanamıyor.

Tabilan’lı yılların ekonomi, politiğinin anlaşıldığı, arkasındaki stratejik yaklaşımların görüldüğü günümüzde, kısa süreli dahi olsa General Raşit Dostum liderliğinde yaşanılan yılların önemi ve değeri daha da iyi anlaşılıyor. O yıllar ki; uzun süre ana dillerinde eğitim yapamayan Afganistan Türkleri General Raşit Dostum’un liderliği süresince çağdaş okullara kavuştular. Kız ve erkek öğrenciler (100 bin civarında öğrencinin eğitim ve öğretmen ihtiyacı karşılandı.) ayırımsız yetiştirildiler. Türkçe eğitimlerini tamamlayan 508 genç Türkiye’ye gelerek yüksek tahsillerini de burada tamamladı. Bu gençlerin arasında Özbek, Türkmen, Hazara, Peştun ve Tacik gençler de yer aldı.6

İran’ın bölgede, Farsça ve Arap alfabeleri ile sağlamış olduğu büyük kültürel avantajı siyasal sonuçlara çevirme çabaları, Türk bölgelerinde etkisini kaybetti, bölgede, uydu aracılığıyla Türk televizyonları izlenir oldu. Türkiye, Özbekistan ve Türkmenistan’la gelişen ilişkiler Afganistan Türklerinin kendilerine olan güvenlerini arttırdı. Belh ve Cozcan vilayetlerinde Özbekçe ve Türkmence yerel televizyon, radyo ve gazete, yayın dili oldu.7

Türk Kızılayı tarafından bölgeye ilaç ve tıbbi malzeme sevkiyatı yapılırken, bir de tam teşekküllü hastane kuruldu. Sivil toplum örgütleri de Afganistan Türkleri için dört lise açtı. Türkçe ve İngilizce eğitim yapan yüzlerce öğrenci yetiştirdiler.

Bütün bunlar korkunç bir enkazın üzerine inşaa edildi. İnançlarından başka hiçbir varlıkları kalmamış insanlarla birlikte oluşturuldu. Bu enkazı bir kez daha hatırlarsak; Sovyetler Birliği’nin, Türkistan’da ve diğer Sovyet coğrafyasında yer alan Türk bölgelerinde açtığı yaralar yetmiyormuş gibi, benzer sorunları bulaştırmak üzere 1979-1989 yılları arasında gerçekleştirdiği Afganistan’a yayılma harekatı büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Teknolojik üstünlüğü de beraberinde taşıyan 140 bin kişilik muazzam bir orduyla gerçekleştirilen işgal, sade fakat kahraman bir direnişle yenilgiye uğruyor, Sovyet orduları hüsran içinde, 15 Şubat 1989 günü Özbekistan’ın Tımız şehrine dönerken geride 25 bin ölü, 60 bin yaralı, 85 milyar doların üzerinde maddi bir zararla Afganistan’ı terk etmek zorunda kalıyorlardı.

Tarih boyunca Türk yurdu olmuş Güney Türkistan bölgesi ve Afganistan’ın diğer bölgelerinin de zararları büyüktü. Ülke bir enkaz yığınına dönüşmüş, 18 milyonluk nüfusunun 5 milyonu vatanını terk etmiş, 2 milyonu hayatını kaybederken, 5 milyonu da yaralanmıştı. Hayatta kalanlar ise acı içinde, ekonomik ve siyasal sıkıntılarla boğuşuyor, ülke bu sefer de iç savaşa dönüşen bir kardeş kavgasına giriyordu. 1989’dan günümüze kadar Afganistan’da yaşayan etnik grupların dış güçler yardımı ile sürdürdükleri bu acı ve kör iç savaş da, ülkede arta kalan ne varsa silip götürdü. Tarihi eserler bile bu cehennemi andıran şiddetten nasibini aldılar. “Çetin coğrafyasında metin medeniyetler yeşerten ülke”8 o yeşilliklerinden mahrum, kupkuru, çorak bir arazi gibi kalakaldı.

Afganistan’ın kendi içinden tahrip edilmesi geleneği de eskiye dayanıyordu. Afganistan’a 962 senesinden 1747 senesine kadar hakim olan Türklerin iktidardan uzaklaşması sonrası, Türk kültür ve medeniyeti de tahrip edilmeye başlandı. Güney Türkistan’da el yazması eserler toplatılıp yakılıyor, Belh’teki tarihi eserler, yazılı mezar taşları yol inşaatlarında kullanılıyor, köy ve kentlerin Türkçe adları yerine Farsça isimler veriliyor, Türk dilinin kullanımı yerine Farsçanın yaygınlaşmasına çalışılıyordu. Türkler, asimilasyon politikalarına maruz kaldılar, eğitimsiz bırakıldılar, bölgesel kalkınmaları engellendi.9 Öte yandan kendi içlerinde bölünerek hatta birbirleriyle dövüştürülerek yok edilmeye çalışılan Afganis

tan Türkleri; Türkmen, Özbek, Hazara, Aymak, Tatar, Kızılbaş gibi gruplara ayrıldılar. Grupların birbirlerine olan güveni sarsıldı. 1890-1895 yılları arasında Afgan Emiri Abdullah, önce Özbek Türklerine, sonra da Hazaralara yönelik katliamlara kalkıştı. Hazaralar üç yıllık direnç sonrası yenildiler. Yarıdan çoğu öldürüldü ya da sürüldü. Hazaraların köle olarak satılmasına yasal izin verildi. 1892-1894 yılları arasında Kâbil şehrinde 9 bin Hazara asıllı kız ve erkek satıldı.10

Kuşkusuz günümüzde yaşananlar da tarihteki benzerlerinden farksızdır. Maalesef Pakistan’ın denetimi ve ABD’nin müsamahası ile 1994’de ortaya çıkan ve 1996’dan itibaren Afganistan yönetimine ağırlığını koyan Tabilanlar ve emirleri Molla Ömer de Afganistan Türklerine yönelik katliam yapmaya devam ettiler.

Taliban yönetiminin Türklerin yaşamış oldukları bölgeleri istila etmesiyle bütün okullar yakılıp yıkılmış, Türk büyüklerine ait türbeler ortadan kaldırılmıştır. Taliban’ın baskı ve zulmünden kaçabilen Afganistan Türklerinin birçoğu da Pakistan’ın çeşitli bölgelerinde bulunan kamplara sığınmışlardır. Bunlar kültür ve medeniyetten, eğitimden, tamamen mahrum olarak yaşamaktadırlar. Açlık, sağlık ve diğer sebeplerden her gün, ortalama 12 kişi hayatını kaybetmektedir. BM’in bile yardım yapmadığı bu kamplara son çatışmaları takiben 100 bin civarında Afganistan Türkü daha gelmiştir. Bu Türkler Pakistan kültürü ile yetişen, vatansız bir göçebe topluluğa dönüşmek üzeredirler.11

Afganistan’a Batı medyasının son malum ilgisi ile birlikte konunun Türkiye medyasında da baş köşeye taşınması, Afganistan Türklüğünün kanayan yarasını tekrar gözler önüne serdiyse de, zaten ekonomik krizin gerilimi ile boğuşan Türkiye Türklerinin herhangi bir somut tavır almasına neden olamamıştır. Oysa 72 yıl önce Atatürk döneminde gerçekleşen Emanullah Han’ın ziyareti sırasında, internetsiz bir ortamda yayınlanan bir makalede şöyle diyor yazar:

“… (Hint) ve (Semit) ırklarına mensup (Puştu) lisanını görüşen ve yekunu 750 bin kişiyi geçmeyen Afridi, Çinvari, Mangal, Kattak ve Weziri aşiretlerinden mürekkep ‘Pathan’ kitlesi… Bu kitlenin şimalinde Hindiguş ve Keşmir dağları arasında sıkışmış ve ancak bir asırdır islamlaşmış 250 bin kişilik sarı saçlı, mavi gözlü kafiriler… Şark’ta Hindistan hududu ile Belücistan ve garpte İran ve Kanhdahar’ın aşağısından Herat’a doğru çizilecek bir hattın cenubunda kain (Seyistan) eyaletinde mütemekkin Belüçler ve yukarıda Türkçe bilmeyen Tacikler çıkarılırsa…

Her ne nam altında olursa olsun ve her ne lisan görüşürse görüşsün, Afganistan’ın bütün eyaletlerinde-yani, Hezare, Türkistan, Badakşan memleketlerinde yerleşmiş veya göçebe halinde yaşayan nüfusun yüzde 80’i, yani umumAfgan ehalisinin dörtte üçü-tamamen Türk, Türkmen, Moğol, Tatar ve Türk Tacikleri’nden oluşan ırkan halis veya karışık Turani cinsindendir…”

Reşit Saffet, sanki bugünkü cehalet örneklerini öngörmüş gibi, yanlışların nedenine de işaret ediyor:

“… Merkezi hükümet olan Kabil’in Puştuca görüşenlerin hududunda ve Hindistan’ın pek yakininde ve bu komşuluktan dolayı medeniyetçe bu iki unsurun tahtı tesirinde bulunması; son asır zarfında, şimal Türk medeniyetlerinin Rus medeniyetine karşı ezildiğinden beri o civarda İran nüfuzunun rakipsiz olarak kök salmış olması; hükümetle temas mecburiyetinin etraf halkını farisi öğrenmeye sevketmesi; Avrupalı seyyahların ve alimlerin ekseriya tetkiklerini nisbeten en kolay gelen şarki cenubi sahalar ile toplu merkezlerde yapmış olmaları; ve gerek fikri, gerek hissi temayülleri Hint ile Avrupa arasında ‘Hint-Avrupa’ ırkların bilafasıla mevcudiyetini isbat etmek cihetinde bulunduğu; bütün bu amiller, Afganistan halkının ekseriyetini yanlış olarak gayri turani gösterir.”12

Düzenli nüfus sayımı yapılamadığından Afganistan’ın genel nüfusu hakkında kesin bilgiler bulunmamakta, dolayısıyla bu ülkede yaşayan Türkler hakkında da kesin sayılar verilememektedir. Belirsizlik günümüzde de sürerken, bölgede yaşayan Türkleri azınlık gösterme çabasıyla yapılan geleneksel açıklamaların kasıtlı olduğu ortadadır. Gerek Afganistan, gerekse dünyanın neresinde olursa olsun mevcudiyetlerini korumak ve insanca yaşamak arzusunda olan bütün toplulukların ve onların tarihi, sosyal, kültürel etkinliklerinin kaderi de birbirlerine benzemektedir. Hedef daima zayıf toplulukların yaşama alanlarının kuvvetliler tarafından ele geçirilmesi, yaşam standartlarının düşürülerek sömürülmeleridir. Bu evrensel sömürü düzeninden korunmanın tek çaresi ise daha bilgili, daha güçlü olmak ve ortak özellikleri taşıyan toplulukların daha organize biçimde dayanışmalarıdır. Bu bölge, bu ülke, çok eski tarihlere gitmeksizin bile bunun canlı örneklerini verdi. Hem kendi içinde hem de Türkiye ile büyük dostluklar kurdu.

Osmanlı devrinde, Afganistan’da Cuma hutbeleri, hilafeti de temsil ettikleri için, Osmanlı pâdişahları adına okunuyordu. Çok önemli bir örnek olarak; “XX. Asrın başlarından itibaren bu dostluğu takviye eden ve geliştiren, İstanbul tahsili görmüş olan Mahmud Beg Tarzî’nin faaliyetleri kayda değerdir. Sultan II. Abdülhamid’e kırgın olan bir grup Türk aydınını da Afganistan’a götüren Mahmud Bey, ülkesinde ilk modernleşmeyi başlatmaya muvaffak olmuştur. I. Dünya Harbi sonunda Cemal Paşa’nın Afganistan’a gelmesiyle bu kardeş ülkeye Türkiye Türklerinin yardımları artmıştır. Anadolu’da

Millî Mücadeleyi başlatan ve liderliğini yapan Mustafa Kemal Paşa, Cemal Paşa ile muhaberesi sonucunda oluşturduğu emirlerle, Afganistan’a ne derece önem verdiğini gösteriyordu. Ne var ki, Mustafa Kemal Paşa’nın Cemal Paşa’nın maiyetine zabit göndererek Afganistan’a yardım etme talimatları, Rusların Cemal Paşa’yı Tiflis’te öldürtmeleriyle inkıtaya uğramıştır. Cemal Paşa’nın değerli hizmetleri sonucu nihayet TBMM Hükümeti ile Afganistan Hükümeti arasında 1 Mart 1921’de ilk Türk Afgan ittifakı imzalanmıştır. Medine Muhafızı Faherttin Paşa’yı Kabil’e elçi tayin eden Türkiye, Müslüman Şark milletlerinin kalkınması ve kuvvetlenmesi için de elinden geleni yapmaya çalışmıştır.”13

Türkiye ve Afganistan arasındaki ilişkiler 1 Mart 1921’de imzalanan Türk-Afgan Anlaşmasına ek olarak, “Türkiye ve Afganistan arasında dostluk ve teşrik-i mesai mua hedanamesi” adıyla 1928 tarihinde imzalanan yeni bir anlaşması ile geliştirilmiştir. Bu önemli anlaşmada “her iki devletin birbirleriyle dost oldukları, düşmanlarına karşı ortak tavır alınması ve ilerlemek için gerekenleri sağlamada imkanları iyi olan tarafın diğerine yardımcı olması” gibi esaslar ele alınmıştır. Bu anlaşmaya bağlı olarak Türkiye; Kâzım Orbay başkanlığında bir heyetle; ilmi, hukuki ve askeri alanlarda yetişmiş uzmanlarını Afganistan’ın gelişmesi için yollamışsa da, ülkedeki iç isyanların kontrolü güçleştirmesi nedeniyle heyet görevini tamamlayamadan dönmüştür. Daha sonra ülkede kontrolü ele geçiren Nadir Şah’ın Türk Büyükleçisinin onayı ile Afganistan hükümdarı olması, 1934’te, “Afganistan-İran sınır sorununa hakem tayin edilen Türkiye’nin Kazım Orbay başkanlığında bir heyet göndererek sorunu çözmesi”, “Afganistan’ı Milletler Cemiyeti’ne taşıması”, “dünyadaki Türk Büyükelçiliklerinin Afganistan’ı da temsil ederek bu ülkenin çıkarlarını korumaları, savunmaları”, 1930’lu yıllarda Türk Büyükelçisi olan Mahmut Şevket Esendal’ın bölgedeki Türk etkisini artırması, askerlik, tıp ve hukuk alanlarındaki uzmanlarımızın bu ülkedeki faaliyetleri, halkta Türkiye’ye karşı büyük bir sempati oluşturmuştur.

II. Dünya Savaşı öncesinde İtalya ve Almanya’nın uyguladıkları işgal ve istila hareketleri çerçevesinde Afganistan’da da faaliyet göstermeleri ve burayı ülkelerinin nüfuz alanı olarak seçmeleri, Afgan liderlerini huzursuz etmiştir. Türkiye, tüm zor günlerinde olduğu gibi, bu günlerde de Afganistan’a yardımcı olmuş, 8 Temmuz 1937’de İran, Afganistan ve daha sonra Irak’ın da katılımıyla Sadabat Paktı’nı kurarak, Afganistan’ı Alman ve İtalyan nüfuzuna düşmekten kurtarmıştır. Böylece Balkan Paktı ile batından, Sadabat Paktı ile de kuzeyden gelebilecek tehditler önlenmiştir.

II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye’nin Sovyet tehdidi nedeniyle NATO’ya girmesi, diğer dost ülkeler ve Afganistan’la olan dış ilişkilerinde değişiklik yapmasına neden olmuş, bu da Afganistan’ı yeniden yalnızlığa itmiştir. Aynı yıllarda Afganistan’ın, Amerika ile yakın ilişki kurması ve Amerika’dan ekonomik yardım temini ise ülkeyi rahatlatmıştır. Pakistan’ın bağımsızlık mücadelesine destek olan bazı kabilelerin, Afganistan’dan ayrılmak istemeleri üzerine ortaya çıkan sorunlara, önce ABD’nin sonra Türkiye’nin hakem olma teklifleri, Pakistan’ca kabul görmemiştir. 1950’li yıllardan sonra, Türkiye’nin Afganistan’a olan yardımları sürmüş, fakat gerek Afganistan’ın Bağdat Paktı’na katılmayışı, gerekse yönetim zafiyetleri nedeni ile ülke yavaş yavaş Sovyet etkisi altına girmeye başlamıştır. Müteakip yıllarda da Afganistan ve Pakistan arasındaki sorunların çözülememesi üzerine Afganistan; Rusya’nın da çabalarıyla Pakistan’ın hasmı olan Hindistan’la yakın ilişkiler kurmuştur. 1953’den sonraki ABD yönetiminin Afganistan’ı dışlayarak İran ve Pakistan’a yaptığı yardımlar ve Sovyetlerin yeni yayılmacı politikalarının da etkisi ile 1954 yılında Sovyetlerle ilk kredi anlaşması imzalanmış ve 1956 yılından itibaren de Sovyet danışmanlar Afganistan’a gelmeye, Afgan gençler de Sovyetler Birliği’ne gitmeye başlamışlardır.

1960’lara kadar Sovyet etkisinde kalan Afganistan bu tarihlerden 1970’lere kadar yine Amerika’nın desteğine dönüş yapmıştır. 1970’lerde Sovyetlerin Afganistan’daki etkilerini artırmaları iç çekişmelere yansımış ve yönetim sürekli el değiştirmeye başlamıştır. Şubat 1979’da ABD Büyükelçisi Adolph Dubs’un, önce rehin alınması, sonra da öldürülmesi ile ABD’nin Afganistan’daki Sovyet işgali karşıtı politikası da sertleşmeye başlamıştır.

On yıl süreyle devam eden Sovyet işgali döneminde, Sovyetler Birliği büyük kayıp verirken, Çin ve ABD de Peşavar kamplarında örgütlenen mücahit gruplarına destek olmuşlardır. Sovyetlerin yenilgisinden sonra 14 Nisan 1988 tarihinde Cenevre’de imzaladıkları anlaşma 15 Mayıs 1988’de yürürlüğe girmiş ve 140 bin kişilik Sovyet ordusu 15 Şubat 1989 tarihine kadar Afganistan’dan çekilmiştir.14

Sovyet işgaline karşı mücadele eden, Afganistan da yaşayan Türklerin ve Türk mücahit gruplarının lideri olan Azad Beg, Peşaver vadisine göç eden ve Afganistan’da kalan Türkleri de bir araya toplamıştır. Türkiye, Pakistan’da yaşayan Afganlı mültecilerden 5 bin kişilik bir Türk grubu, Türkiye’ye getirmiş ve diğerlerine

de özel yardım yapmıştır. Azad Beg savaş sonrası, Afgan Türklerinin liderliğini, bir zamanlar Afganistan ordusunda görev yapmış olan General Raşit Dostum’a bırakmıştır. General Dostum, Türk Mücahit gruplarını kısa sürede düzenli orduya çevirmiş ve haklarını korumaya çalışmıştır. Böylece Afganistan Türkleri uzun süredir hasret kaldıkları bir özerk yönetime kavuşmuşlar ve ilk defa barış içinde yaşamaya başlamışlardır. Bu huzurlu dönem fazla uzun sürmemiş, önce General Raşit Dostum’un yardımcısı Malik Şah tarafından bir darbeyle görevden uzaklaştırılması, ardından da bölgenin kanlı bir şekilde Taliban’ın kontrolü altına girmesiyle Türkler için acılı günler tekrar yaşanmaya başlamıştır.

Bunca zor bir dönemi geride bıraktıktan sonra, Yemeğe, hizmete aç, çocuklarının geleceğini inşa etmek isteyen, eğitim, sağlık, yol bekleyen Afganistan Türklerinin acil ve adil bir paylaşımı hak ettiklerine inanıyoruz. Barış içinde çağdaş bir ülke için her zaman en önde savaşmış, milyonlarca şehit vermiş olan Afganistan Türklüğü hiçbir zaman unutulmamalı, yaraları sarılıp, hak ettikleri ödüle ve saygıya kavuşmalılar. İşte o zaman çağdaş Afganistan’ı inşa edecek gerçek mimarların, mühendislerin ve daha da önemlisi müteahhitlerin kimler olacağını bütün dünya daha iyi görecek.

1 Abdul Raşit Dostum: 1955 yılında Afganistan’ın Cozcan vilayeti, Şıbırgan şehrinin Hocaduku köyünde, Özbek Türk bir ailenin evladı olarak doğdu. Askerliği meslek olarak seçti, komando sınıfında ihtisaslaştı. 1992 yılında mücahit grupların yanında yer alarak Necibullah hükümetinin devrilmesini sağladı. Belh (Mezar-ı Şerif), Samangan, Baglan, Bedekşan, Kunduz, Bamyan, Cozcan, Sar-i pul, Fariyap vilayetlerini kontrolü altına aldı. Uzun yıllar sonra ilk kez Türkleri Afganistan’ın yönetiminde söz sahibi kıldı. 2001 yılında Taliban’a karşı Kuzey İttifakı’nca sürdürülen savaşın, muzaffer komutanı oldu.

2 Newsweek, February 11, 2002, s. 20-21

3 O dönemlerde silah tahsisleri, parti olarak tanımlanan, organize mücahit gruplarına yapılıyordu. Her grup kendi etki alanındaki dağıtımın sorumluluğunu üstleniyor ve uygun gördüğü plana göre silah, cephane, teçhizat ve diğer yardımları dağıtıyordu.

4 Murat Argun, Afganistan Ankara Büyükelçisi

5 1996 yılında askeri bir helikopterde, başına dipçikle vurularak şehit edildi.

6 Kalafat, a.g.e., s. 19

7 Kalafat, a.g.e., s. 21

8 Beşir Ayvazoğlu, Afganistan deyip geçmeyin, http://www. elele. gen. tr

9 M. İbrahim Mahdum, Kültürümüzü Yağmaladılar, http://www. buyukkurultay. gen. tr

10 Durmuhammed Salih, Bizi Bilerek Parçaladılar, http://buyukkurultay. gen. tr

11 Mahdum, a.g.m.

12 Reşit Saffet, (yeniden aktaran Halit Kakınç, Star 20 Ekim 2001), Türk Yurdu Dergisi, Mart-Nisan 1929, s. 15-19

13 Dr. Yaşar Kalafat, Kuzey Afganistan Türkleri, Türk Dünyası Araştırma Vakfı, İstanbul-1994, s. 18

14 Meşkure Yılmaz Börklü, Tarihsel Boyutu İçinde Afganistan’daki Gelişmeler ve Türk Afgan İlişkileri, Avrasya Dosyası, Sonbahar-Kış 1988/99, Cilt 4, Sayı 3-4

Türkler ve Afgan Savaşı (1979-2001) / Conrad Schetter [p.717-722]

Dr. Conrad Schetter

Bonn Üniversitesi Kalkınma Araştırmaları Merkezi /Almanya

Giriş

1978’de komünist Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin (ADHP) başa geçmesi ve radikal toplumsal ve iktisadi reformları uygulaması, ülkeyi geniş çaplı bir ayaklanmaya sürükledi. Sarsılan ADHP iktidarını sürdürmek için Sovyetler Birliği’nin Kızılordusu, 1979’un son günlerinde Afganistan’ı işgal etti. Bu işgal, günümüzde de devam etmekte olan savaşın patlak vermesine sebep oldu. Yaklaşık iki milyon savaş kurbanı, sekiz milyondan fazla Afganın ülkeyi terk etmesi, bütün alanların yok edilmesi, Afgan toplumunu temelinden değiştirdi.



Bu makalenin amacı, Afganistan’daki Türk nüfusunun savaş şartlarından ne ölçüde etkilendiğini açıklamaktır. Aşağıdaki araştırmam, başlıca Türk kavimleri olan, Özbekler, Türkmenler, Kızılbaşlar ve Kırgızlar üzerinde yoğunlaşmaktadır.

1. Afganların Kitlesel Göçü

1979’dan bu yana devam etmekte olan savaşın sonuçlarından biri, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri görülmüş en büyük göç olan birkaç milyon Afganlının komşu ülkeler, İran ve Pakistan’a sığınmaları olmuştur. Peştuların bu kaçışta sayıca en fazla olmalarının yanında, Doğu Afganistan’daki Vahan Koridorunda göçebe olarak yaşayan Kırgızların ülkeden kaçan ilk gruplardan biri olduğu, belirtilmesi gereken bir husustur. Göçebe olarak yaşayan Kırgızlar, daha 1978’de Pakistan’a göç etmişlerdi. Kırgızlar istisna, dış ülkelerde yaşayan Afganlılar arasında Türk nüfusunun sayısı daha az gösterilmiştir. Türkler Afganistan’ın kuzeyindeki ovalarda yaşadıklarından ülkeden kaçmak için diğer Afganlıların çoğuna göre daha fazla mesafe kat etmek ve Hindikuş dağları gibi birçok fiziki engeli aşmak durumunda kalmışlardır. Üstelik Türkler için Peştulara ve Farsça konuşan Taciklere nazaran kültürel engeller daha da büyüktü. Çünkü Farsça ve Peştuca İran ve Pakistan’da konuşulmaktaydı. Bu bağlamda Türkiye’nin de 1982 sonbaharında 3811 Türk asıllı Afgan muhacirini kabul ettiğini ve derhal Türk vatandaşlığını verdiğini zikretmek gereklidir. 1987 sonbaharında ise Afgan muhacirlerinin Türkiye’deki sayısı 4.500’lere ulaşmıştır. Yaklaşık 2000 kişi yukarda zikredilen göçebe Kırgızlara mensuptular. Diğerleri ise Türkmen, Özbek veya Kazaklardan müteşekkildi. Bunların çoğu Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne yerleştirildiler ve kendilerine Türk hükümeti tarafından düşük ve düzenli bir ödeme yapıldı.1

Kitlesel göçe bağlı olarak Afganistan’ın etnik dağılımı geçmişte Afgan hükümetinde, hakim güç ve en büyük etnik grup olan Peştuların aleyhine, diğer azınlıklarınsa lehine değişti. 1980’lerde Türk nüfusunun ülke çapındaki oranı %10-12’den %15-20’ye yükseldi.2 Özellikle Afganistan’ın kuzeyindeki etnik dağılım tamamen değişti. Savaşın başlamasıyla birlikte Afgan hükümetinin, 20. yüzyılın ilk yarısında, üzerinde Özbeklerin yaşadığı verimli Kuzey Afganistan topraklarına yerleştirdiği Peştular, Pakistan’a veya geldikleri yer olan Güney Afganistan’a göç ettiler. Yer değiştirmelerinin sebebini ise savaş şartlarında Özbek komşularının arasında kendilerini güvende hissetmedikleri şeklinde ifade ettiler.3 Peştuların bölgeden ayrılması neticesinde, 1980’lerden beri Türkmen ve Özbekler Kuzey Afganistan’da sayıca çoğalmışlardır. Türkmen ve Özbekler Peştuların geriye bıraktıkları verimli arazileri işgal etmişlerdir. İran ve Pakistan’da bulunan mülteci kamplarındaki Türklerin sayısı ülkenin dışında olanların %3’ünü dahi aşamayacak kadar azdır. Türk göçmenlerinin büyük bir kısmı Güney Pakistan’ın Belucistan vilayetindeki mülteci kaplarında yoğunlaşmışlardır. Peştuların bütün mültecilerin %90’ını oluşturmasına bağlı olarak, etnik azınlıklar kampların kıyısında

köşesinde marjinal bir hayat sürdürmektedirler.4 Bu da kamplarda alınan kararlarda etkisiz bir nüfuza sahip olduklarını göstermektedir. Ayrıca mülteci kamplarındaki şartların toplumda önemli değişikliklere yol açtığı, belirtilmesi gereken bir husustur. Savaş şartları, İran ve Pakistan’a uzun süredir devam eden göç sebebiyle aile ve kabile yapısının uzun etnisite unsurunun önplana çıkmasına yol açtı. Türk mültecileri için Özbek veya Türkmen olmak, hangi kabileden olduklarından daha önemli hale geldi.5 Bu makalede belirtilmesi gereken önemli hususlardan biri de bu mültecilik hayatından çoğu mülteci zarar görürken, birçok Türkmen bu yeni durumdan yararlandı. Mülteci kamplarında, Türkmenlerin geleneksel el sanatlarından olan halı imalatı, muazzam bir ekonomik unsur olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle helikopterler, makinalı tüfekler ve savaş sahnelerini simgeleyen bazı sembolleri portreleyen bu halılar dünyaca ün kazanmıştır.6

2. Afgan Toplumunun


Etnikleşmesi (1979-1992)

Genel anlamda Komünizm-İslam savaşı olarak tanımlanan Sovyetlerin 1979’da Afganistan’ı işgali ve 1989’a kadar bu işgali sürdürmesi, soğuk savaşın zirvesini oluşturdu.7 Çatışmanın ideolojik tanımının gölgesinde olan Afgan savaşı esnasında, partilerin kurulmasında, savaşçıların seferber edilmelerinde ve savaşın mantığında etnisite, en başta gelen yapısal unsur olarak ortaya çıktı. Komünist Necibullah rejiminin, 1992 baharında yıkılması, savaşın tanımının ideolojik olmaktan etnik olmaya kaydığı bir dönüm noktası olarak düşünülse de, etnisite zaten 1979’dan beri savaşın ana çerçevesini oluşturmaktaydı. Savaşın birinci safhası (1979-1992) sırasında Afganistan’daki Türk nüfusunun durumunu aşağıdaki koşullar belirliyordu.

a) ADHP’nin “milliyetler politikası”

b) Mevcut partilerin Kuzey Afganistan’daki Türk nüfusuna karşı ilgisiz olmaları.

Şimdi bu iki hususu ayrıntılı olarak ele almak istiyorum:

A. ADHP’nin “Milliyetler


Politikası”

ADHP yöneticilerinin başta gelen çabalarından biri, etnik topluluklar arasında belirli bir etnik kimlik bilinci uyandırmaktır. Bu stratejiyle ADHP sadece etnik azınlıkların direncini kırmayı değil, aynı zamanda iktidardaki gücünü korumayı da hedefliyordu. Bu politikanın başka bir nedeni de, Afganistan’daki kargaşayı Pakistan’a sıçratmak seçeneğini elinde bulundurmak ve Afganistan’ı Kuzey Sovyet ve Güney Pakistan bölgesi olarak ikiye ayırmaktı.8 Bu stratejinin ilk adımı, Kuzey Afganistan vilayetlerini kısmi özerk olan bir yönetime bırakması olmuştur.

Aynı zamanda Sovyet Cumhuriyetleri olan Özbekistan ve Türkmenistan ile Kuzey Afganistan arasındaki ilişkiler güçlendirilmiştir. Kuzey Afganistan gittikçe Sovyetlerin Orta Asya devletlerinin alt yapısıyla bütünleşmekteydi. Özbekistan’ın Kuzey Afganistan’a doğalgaz karşılığında elektrik sağlaması buna örnek olarak gösterilebilir. Marie Broxup’un bildirdiğine göre Özbekistan ve Türkmenistan’dan aileler Kuzey Afganistan’a yerleştirilmiştir.9 Afgan milliyetçilik politikası Sovyet örneğine uyumlu olarak yürütülüyordu. Afgan hükümeti etnik bilincin uyanması için, birkaç etnik grubu millet olarak sınıflandırdı ve dillerini milli dil ilan ederek kültürel geleneklerinin gelişmesini sağladı. ADHP ve Sovyet patronlarının da önemle üzerinde durdukları milliyetçilik politikası, Pakistan sınırında yaşayan Paşailer, Nuristanlılar ve Belucilerle Afganistan’ın kuzeyinde çoğunluğu oluşturan Özbekler ve Türkmenleri etkiledi. Gerçi Afgan hükümeti, Türkmenler ve Özbekler konusunda tutarsız davrandı.

Afgan hükümeti 1980’lerde, Özbekler ve Türkmenleri bir arada “Türk milleti” olarak ifade ederken zamanla bunun yerine Özbek ve Türkmen milletleri ifadesini kullanmaya başladı. Ne var ki; Afgan hükümeti hâlâ, Kızılbaş, Kıpçak, Karlık ve Kazak gibi küçük Türk kategorilerinin varlıklarını inkar etmekteydi. İlginçtir ki, Eden Nebi’nin ifadesine göre, Özbeklerin devlet tarafından gösterilen ayrıcalıklı muameleden yararlanmak için küçük Türk grupları giderek kendilerini Özbek olarak tanımladılar.10

Bu milliyet politikası örneğin; gazetelerin yayınlanmasında, radyo yayınlarında, belli azınlık dillerinde, okul müfredatının hazırlanmasında ve her milliyet için tören günleri hazırlanmasında açıklanıyordu.11 Türk topluluklarını ilgilendiren en önemli yenilik, Özbekçede “Yulduz (Yıldız)” ve Türkmencede “Gorash (kavga)” adlı haftalık gazetelerin kurulmasıydı. Ayrıca Özbekçe yazılmış ve Sovyetler Birliği’nden ithal edilmiş ders kitapları Özbek öğrencilerin eğitiminde kullanıldı. Özellikle tarih ders kitaplarında Ali Şir Nevai ve Babür gibi şahsiyetler mazinin kahramanları olarak yüceltildi. Artmakta olan Özbeklik ve Türkmenlik bilincine etnik temelli militan örgütlerin kurulması eşlik etti. Afgan ordusunun gittikçe etkisiz olduğunun ortaya çıkması ve derin bir şekilde kitlesel askerden kaçışlardan etkilenmesine karşı Afgan hükümeti 1980’lerin ortasından itibaren etnik temelli milis örgütler kurulmasını teşvik etti.12 Bu etnik milis örgütlerinin kurulmasındaki hükümet desteği, etnik ağların kurulmasında ve bölgeler üstü örgütsel yapıların azlığının üstesinden gelinmesi yo

lunda büyük bir adımdı. Bu milis örgütlerle birlikte belli etnik kategoriler ilk defa örgütsel bir temele sahip oluyorlardı. Bu temel, kategorilerin üyelerinin siyasi ve askeri düzeylerde etnik bir grup olarak hareket etmelerini sağladı. Bunlardan en meşhur ve güçlü olan Cavzcan milisleriydi. Bu örgüt, militanlarını bilhassa Özbekler arasından seçiyordu ve Raşit Dostum tarafından yönetiliyordu. Cavzcan milisleri, kendisini en çok destekleyen Kuzey Afganistan’daki toplulukların güvenliğini garanti etti. Ayrıca Afgan hükümeti Cavzcan milislerinin Güney ve Doğu Afganistan’a, mesela Peştuların çoğunlukta oldukları bölgelere akınlar yapmalarını teşvik ediyordu. Bu akınlar Özbek ve Peştuların arasındaki etnik gerilimlerin yükselişine sebep oldu. 1989’da Kızılordu’nun geri çekilmesinden sonra Afgan hükümetinin ayakta kalması, temelde milis örgütlere bağlıydı. 1990’ların başlarında Özbek Cavzcan milis örgütü Kuzey Afganistan’ın birçok bölümünü kontrol altında tutuyordu ve Afgan hükümetinin en güçlü askeri destekçisiydi.

B. Direniş Hiziplerinin Türk
Nüfusuna Olan İlgisinin Azlığı

Hükümetin Cavzcan milis örgütüyle başarı kazanmasının sebebi, mücahit direniş gruplarının başarısızlığı veya Kuzey Afganistan’daki Türk topraklarında kendilerine bir başlangıç noktası oluşturmak arzusunda olmamalarıydı. Direniş hiziplerinin ilgisizliğinin temel sebebi olarak yukarıda da zikredilen Kuzey Afganistan’daki coğrafi dezavantajlar gösterilebilir. Hindikuş dağları Kuzey Afganistan’da aşılması zor bir engel teşkil etmekteydi. Kuzey Afganistan’da bir direniş grubunu finanse etmek, Afganistan’ın başka bir yerine göre daha pahalı olmaktaydı. Bu değerlendirmelerden sonra İran ve Pakistan’dan Kuzey Afganistan’a giden tedarik yollarının uzun ve tehlikeli olması ve geçiş ücreti talep eden birçok direniş hizbinin sahasından geçme zorunluluğu, kayda değer hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Komünist rejime ve Sovyet işgalcilere karşı mücahit direnişini ortaya çıkaran İran ve Pakistan, etnik çatışma potansiyelini, aynı zamanda farklı din ve dil motiflerine sahip direniş hizipleri oluşturmakta kullandılar. Direniş hizipleri için 1980’in sonlarına kadar bu ayrılıkçı motifleri kabul etmek zor olmuştur. İran, Afganistan’ın merkezindeki Hazaracat’ta yoğunlukta olan ve 1980’de Hizb-i Vahdet grubu şemsiyesi altında birleşen Şiileri desteklemekteydi. Yedi Sünni hizbin merkezi ise Peşaver’de bulunuyordu. Pakistan, geçmişteki “Büyük Peştuistan” sorununa karşı direnişi küçük parçalara ayırarak bu direniş hiziplerinin tek bir “Peştu hizbi” adı altında birleşmesini önledi.13 Bunu yaparken hizip liderleri arasındaki düşmanlığı da göz önüne alarak; dini, siyasi, kabilevi ve etnik faktörlerden yararlandı. Zira Pakistan’daki Afgan mültecilerinin çoğu Peştulardan müteşekkildi. En önemlileri, “Hizb-i İnkılap ve Hizb-i İslami” olan Pakistan’daki altı hizbin üyeleri ve başta gelenlerini Peştular oluşturmaktaydı.14 İstisna olarak, Cemiyet-i İslami hizbinde Tacikler yoğunluktaydı. İçinde Türklerin olduğu bir hizbin eksikliğinin sebebi, direnişin Batılı destekçilerinin Türklerin Kızılordu’daki Türk asıllı askerlerle işbirliği yapmasından ve savaşta taraf değiştirmelerinden korkmalarıydı.15

Bununla birlikte, Oliver Roy’un raporuna göre Hareket-i İnkılap’ın savaşın ilk yıllarında Kuzey Afganistan’daki Özbekler için önde gelen hizip olduğu söylenebilir.16 Hareket-i İnkılap’ın, 1980’lerde, çalışmalarını ve mali harcamalarını Güney Afganistan’da yoğunlaştırması, Kuzey Afganistan’daki nüfuzunu Cemiyet-i İslami’ye kaptırmasına sebep olmuştur. Cemiyet-i İslami’nin 1980’lerde gittikçe Tacik profili kazanması, Cavzcan milis örgütünün Kuzey Afganistan’daki çıkışı ile aynı zamana rastlaması, bu hizbin Özbekler arasındaki desteğini kaybetmesine sebep oldu. Küçük ve dağılmış bir hizip olan Hareket-i İslami, Şii ve şehir merkezliydi. Bu hizip daima çok miktarda Türkün üyesi olduğu tek direniş hizbiydi. Hareket-i İslami’nin erkanı Kızılbaş denen küçük etnik grubun üyesiydiler. Kızılbaşlar; Şii, Farsça konuşan, şehirli insanlardı. Bunlar kendilerinin İran’ın kuzeybatısında, Azerbaycan’ın tarihi bölgesindeki çeşitli Türk kabilelerinden geldiklerine inanıyorlardı.

İdeolojik karşıtlık, siyasi partilerin çıkarları yoluyla yok edilmişti. Aralıksız savaş geçmişi karşısında Afgan halkı, temel olarak güvenlik sorununda yoğunlaştı ve bu güvenliğin hükümet tarafından mı yoksa direniş hizipleri tarafından mı sağlandığı onlar için çok da önemli değildi. Birçok sebepten dolayı direniş hizipleri Türklere çok az ilgi gösterirken, Afgan hükümeti Özbeklerin ve Türkmenlerin kimlik bilinçlerini artırdı ve Afganistan’ın Türk nüfusunun -bilhassa Özbeklerin- örgütsel belkemiği olarak Cavzcan milisleri örgütünün kurulmasını sağladı.

3. Dostum’un Özbek Krallığı

1992’den itibaren en büyük dört etnik kategori, en büyük 4 savaş hizbi tarafından temsil edildi. Tacikler Cemiyet-i İslami tarafından; Hazaralar Hizbi Vahdet tarafından; Peştular Hizb-i İslami tarafından (1994’ten itibaren Taliban tarafından) ve Özbekler Cümbüş-i Milli tarafından temsil ediliyordu. Cümbüş-i Milli, Cavzcan milisleri örgütünün halefiydi ve 1992’de komünist rejimin yıkılışından sonra kurulmuştu.17

1992-1994 arasında bu dört savaş hizbi, Kabil üzerinde kontrolü ele geçirmek için yıkıcı bir mücadeleye

girişirken Afganistan, etnik hatlar boyunca çeşitli askeri liderlerce yönetilen küçük krallıklara bölündü. Cümbüş-i Milli’nin Özbek lideri Raşit Dostum’un 1997’ye değin en güçlü askeri lider olduğu düşünülebilir. Krallığı, batıda Maimanah’tan doğuda Şirhanbadar’a kadar tüm Kuzey Afganistan’ın ovalarını kapsıyordu. Dostum’un gücü, böl ve yönet (divide et impera) prensibine dayanıyordu. Böylece gücünü tüm iller üzerinde kendi başına hareket eden komutanlara dağıttı. Birkaç yıl için bu güç dengesi başarılı olurken, görüleceği gibi bu, nihayetinde Dostum’un imparatorluğunun çöküşüne sebep oldu.

1990’larda tüm Afganistan’da hükümet yapılarının çökmesine rağmen, Kuzey Afganistan’da yönetim sağlam kaldı. Dostum, Sovyet sisteminde eğitilmiş bürokratların, hükümetteki pozisyonlarında kalmalarını sağladı. Bunun sonucunda Kuzey Afganistan, ülkede az veya çok işleyen bir yönetimin bulunduğu tek bölgeydi. Dostum iyi düzenlenmiş bir kamu hayatı için temeller koysa da sert bir yönetim gösterdi. Gaddarlığıyla ün yapmıştı.

Dostum, kendi dışişleri bakanlığını kurdu, pasaport çıkarttı, kendi havayolunu kurdu (Balk havayollarını) ve kendi Afgan parasını bastı. Bunlar onun kurduğu özerk krallığı ifade ediyordu. İran, Suudi Arabistan, Pakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Rusya ve Türkiye; Dostum’un ikametgahı olan Mezar-ı Şerif’te konsolosluk bile açtılar. Yabancı ülkelerin Dostum’un krallığına olan ilgisi Dostum’un askeri, ekonomik ve siyasi gücünü yansıtıyordu. O günlerde Afganistan’ın en büyük askeri gücü emrinde olan Dostum, Şibergan’da yeni keşfedilmiş petrol ve gaz yataklarını kontrol ediyordu. BDT için Dostum, politikasında İslami referanslara karşı gevşekliği ve hatta onları hafife alması nedeniyle çok büyük önem taşıyordu. Orta Asya devletleri, Dostum’un krallığını, kendi cumhuriyetleri ile Güney Asya’daki İslamcı militanlar arasında bir siper olarak görüyorlardı. Özbekistan, Dostum’un krallığına elektrik sağlayan ve askeri yardımda bulunan başlıca donördü. Barnet Rubin, süregelen savaş nedeniyle Kuzey Afganistan’ın, Afganistan’ın diğer bölgeleriyle olan ekonomik ilişkileri ortadan kalkarken, Özbekistan ekonomisiyle bütünleştiğine işaret etmiştir. Ayrıca Türkiye’nin Dostum’un krallığına duyduğu aşırı ilgiden bahsetmek gerekir. Türk hükümeti ve Dostum arasında gelişen olumlu diplomatik ilişkiler, Sovyetler Birliği’nin yıkılışından sonra Türk hükümetinin Orta Asya ile olan bağlarını güçlendirmek için sergilediği çeşitli çabalardan biri olarak görülmelidir.

Eski Sovyetler Birliği’nde, bağımsız devletlerin kurulmasından etkilenen Dostum, zaman zaman Afganistan’dan ayrılma düşüncesiyle hareket etti. Düşman savaş hizipleriyle yapılan görüşmelerde Dostum, Özbek ve Türkmenlerin siyasi çıkarlarının geleceğin Afganistanın’ın politik yapısında yer almaması halinde, Kuzey Afganistan’ın ayrılma ihtimalini sık sık vurguladı. Dostum’un yönetiminin Özbek karakteri, Cümbüş-i Milli’nin liderlik yapısı tarafından yansıtılıyordu. Cümbüş-i Milli’nin merkezi karar organı olan Kuzey Afganistan Yüksek Mahkemesi altı Özbek, bir Türkmen ve bir dini liderden müteşekkildi. İkinci en önemli şura olan Kuzeyin en büyük şurasının (Şuray-i Ali Sefehat-i Şimal) otuz altı üyesinin on dördü Özbek, dördü Türkmendi.

1992-1997 yılları arasında Kuzey Afganistan’ın Dostum’un idaresi altındaki özerkliği tartışmasız bir şekilde Özbeklerin etnik kimlik bilinçlerini güçlendirdi. Dostum, geçmiş yıllarda Afgan hükümeti üzerinde sadece sınırlı bir etkisi olan Özbeklerin yeni siyasi taleplerini simgeliyordu. Ayrıca, Dostum’un duruma göre Pan-Türk ve katı bir Özbek milliyetçiliği arasında zikzak çizdiği dikkate alınmalıdır. Böylece Dostum sadece Özbekleri seferber etmeye çalışmadı, aynı zamanda diğer Türkleri politikası için kullanmayı amaçladı.

Bununla birlikte, Dostum, “Büyük Özbekistan” düşüncesine şiddetle karşı çıkıyordu. Çünkü bu seçenek onun politik bağımsızlığının sonu ve Özbekistan hükümetinin yönetimi altında bir ast olması manasına gelecekti. Dostum, her devletin kendi ordusunu devam ettirmek ve yabancı devletlerle diplomatik ilişkiler kurmak için Afgan Konfederasyonu’ndan ayrılmasına izin veren, serbest bir devletler konfederasyonu düşüncesini destekliyordu.

Dostum’un amacı Afgan Özbeklerinin merkezi hükümetten tam anlamıyla bağımsız olmalarıydı. Aslında Dostum, iktidarını başkalarıyla paylaşmaya istekli değildi. Ancak bütün ülke üzerinde sadece kendisi için iktidar talep etmeyecek kadar da ihtiyatlıydı. Dostum birçok defa Peştu olmayanların Afganistan’ı yönetmelerine izin verilmeyeceğini vurguladı. Kabil’in kontrolü için yapılan yıkıcı savaşta Dostum’un dikkat çekmemeye çalışmasının nedeni bu değerlendirmedir. O, savaş halindeki tarafları değiştirdi. Amacı kaybetmekte olan hizbi güçlendirmek ve kesin bir galibin ortaya çıkmasını önlemekti. Ne var ki bu strateji Kuzey Afganistan’daki savaş etkinliklerini önlemede başarısız oldu. 1994’te Kunduz’da ve Faryab’da Cemiyet-i İslami ile Dostum’un savaşçıları arasında çatışmalar meydana geldi.

4. Özbek İktidarının Gerileyişi

Taliban’ın (dindar öğrenciler) ortaya çıkışı ve daha sonra hızla yayılışı Afganistan’da siyasi bir değişim olduğunu gösteriyordu. 1996’da Kabil’in Taliban tarafından ele geçirilmesi ve onların kuzeye doğru ilerlemeleri, eski rakiplerin siyasi bir ittifak kurmalarına yol açtı. Ya

ni Özbek Cümbüş-i Milli, Hazar Hizb-i Vahdet ve Tacik Cemiyet-i İslami, Kuzey ittifakı denen bir birlik oluşturdular. 1997’de Taliban’ın ilerleyişi, bu ittifakın çöküşünü hızlandırdı. Bunun sebebi, Batı Afgan savaşında, Faryab vilayeti sınırında Özbek askerlerini kumanda eden Özbek Malik Pehlivan’ın taraf değiştirmesi ve Taliban’ala ittifak kurmasıydı. Çünkü Malik Pehlivan, Dostum’un, kardeşi Resul Pehlivan ve dostu Mevlevi Abdurrahman Hakkani’yi öldürtmüş olduğundan şüpheleniyordu. İddialara göre Taliban, Melik Pehlivan’a kendi iktidarlarında Dışişleri bakanlığını teklif etmişti. Bununla birlikte Taliban Mezar-ı Şerif’e doğru ilerlerken Dostum, Özbekistan üzerinden Türkiye’ye kaçmıştı.

Taliban, 24 Mayıs 1997’de Mezar-ı Şerif’i ele geçirdikten sonra tablo, 29 Mayıs’ta tersine döndü. Mezar-ı Şerif’in Özbek ve Hazara nüfusu Taliban’a isyan ettiler ve Malik Pehlivan savaşçılarıyla birlikte yine taraf değiştirdi. Özbek ve Hazara birleşik güçleri binlerce Taliban’ı katletti ve geri kalan Taliban güçleri Kuzey Afganistan’dan püskürtüldü. Taliban, yenilmiş olsa da, bu olay Kuzey ittifakının zayıf ve parçalanmış olduğunu gösterdi. Askeri açıdan güçlü olan Cümbüş-i Milli’nin liderlik pozisyonu bile boş kalmıştı. Müteakip aylar esnasında Dostum tekrar Kuzey Afganistan’a girdi ve rakibi Malik Pehlivan’ı kovdu. Malik İran’a kaçtı. Bununla birlikte Dostum’un konumu zayıfladı. 1998 yazında, Taliban Kuzey Afganistan’ı ele geçirmek için ikinci bir girişimde bulundu. Bu sefer Kuzey İttifakı Taliban’a karşı koyma becerisi gösteremedi. Badahşan bunun istisnasıydı. Burada Tacikler çoğunluk taydı ve burası Cemiyet-i İslami tarafından yönetiliyordu. Birkaç gün içinde Taliban bütün Kuzey Afganistan’ı ele geçirebilmişti. Dostum tekrar Türkiye’ye kaçtı. Taliban Mezar-ı Şerif’te binlerce Hazara ve Şii sivili katlederek bir önceki yıl uğradığı bozgunun öcünü almıştı. Taliban Kuzey Afganistan’da ilerlediği sırada verimli arazilerin el değiştirmesi de bahsedilmesi gereken bir noktadır. Uluslararası Af Örgütü, Taliban’ın, Peştu olmayanların mülklerini, yıllar önce bölgeden kovulduğunu iddia eden Peştulara verdiğini bildirmiştir.18

Sonuç

1992’de Moskova’nın son kuklası Necibullah’ın devrilmesine kadar, Afgan savaşı genellikle Soğuk Savaş terimleriyle komünistlerle İslamcı özgürlük savaşçıları arasında bir çatışma olarak tanımlandı. 1992’den itibaren etnisite bariz bir şekilde Afganistan’da çok önemli bir rol oynadı. Çünkü her savaş hizbi etnik bir kategorinin üyeleriyle ilişkiliydi. Neredeyse 1979’da Afgan Savaşı’nın başlamasından itibaren, etnisite, savaş hiziplerinin asker toplamasında yapısal rol oynamıştır. Pakistan ve onun Batılı ve İslam müttefikleri, Peştulara öncelik verirken, İran Şii Hazaraları destekledi. Afgan hükümeti ise öncelikli olarak Özbek ve Türkmenler üzerinde yoğunlaştı. Afgan hükümeti Cavzcan milis örgütü ile genel olarak Türkler, özelde ise Özbekler için örgütsel bir platform oluşturdu. Cavzcan örgütü uygulaması, Afgan hükümetinin “milliyetler politikası” ile uyum gösteriyordu. Afgan hükümeti, Özbek ve Türkmenlerin kendi dillerinde kitle iletişim araçları kurarak Özbek ve Türkmen kültürlerini öne çıkardı ve Özbekçe ve Türkmenceyi milli dillerden kabul ederek başarılı bir şekilde her iki etnik kategorinin üyelerinin kimlik bilinçlerini arttırdı.



1992’de Afgan hükümetinin çöküşü esnasında, Cavzcan milis örgütünün tartışmasız lideri olan Raşit Dostum ve Cavzcan’ın halefi olan örgüt Cümbüş-i Milli, Kuzey Afganistan’da bir Özbek krallığı kurdu. Bu Özbek krallığı, 1990’ların ilk yarısında gelişti ve özerk yarı devlet statüsü kazandı. Özbek liderliği için yapılan dahili kavgalar ve 1998’de Kuzey Afganistan’ın Taliban tarafından ele geçirilişi Özbeklerin başına buyrukluğuna son verdi.

11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a yapılan terörist saldırılar doğrudan doğruya Afganistan’a suçlamaları ima etti. Amerikan bombardımanı, Taliban’ın yerinden edilmesine ve 2001 baharında Kuzey İttifakı’nın canlanmasına yol açtı. Bu politik ve askeri değişiklikler, Özbek lider Raşit Dostum’u yeniden güçlü hale getirdi. 2001 Kasımı’ndan beri Mezar-ı Şerif onun kontrolü altındadır ve o Kuzey Afganistan düzlükleri üzerindeki iktidarını genişletmeye çalışıyor.

Uluslararası topluluk tarafından başlatılan bütün barış girişimleri, Afgan savaşının etnik boyutunun altını çiziyor. Buna örnek olarak Birleşmiş Milletlerin tüm etnik grupları içeren bir siyasi koalisyon inşa etme çabalarını gösterebiliriz. Gelecek, belli etnik gruplar adına ortaya konan taleplerin nasıl uzlaştırılacağını gösterecek. Genel olarak iki etnik talep biçimini birbirinden ayırabiliriz:

Bir tarafta kültürel özerklik, özellikle dillerin resmi olarak tanınması talep edilmekte. Birçok kuzey eyaletindeki resmi diller içinde Özbekçe ve Türkmence mevkiinin yükseltilmesi, bu etnik grupların kültürel miraslarını yaşatmalarını sağlayacaktır. Diğer tarafta ise savaş ağaları sahip oldukları etnik grup adına, ellerindeki alanların bütün olarak siyasi ve askeri özerkliğinden; federalist yaklaşımlardan hareket ederek milli hükümette bakanlık ve kamu kurumlarından uygun bir pay almaya kadar talepleri içeren güç paylaşımı anlaşmalarını teşvik ediyorlar.

Barış sürecine meydan okuyan temel olgu, çeşitli savaş ağalarının siyasi istekleriyle başa çıkmak olacak. Çünkü bu istekler yeni kanlı çatışmaların ortaya çıkması ihtimaline işaret ediyor. Kuzey Afganistan’da çözül

memiş ciddi bir problem de arazi sahipliği meselesi. Arazi son 100 yıl içinde iktidarı elinde bulunduran tarafa göre, Özbek ve Peştu malikler arasında birçok kere el değiştirdi.

1 Franz, Erhard (1988):, “Turkstämmige Afghanistanflüchlinge in der Türkei”, Paul Bucherer-Dietschi yay.: Neue Beitrage zur Afganistanforschung, Vortrage auf der 7. Arbeitstagung der Arbeitsmeinsachaft Afghanistan in Eichstätt. 13 /14 November 1887, Liestal: 67-69 (Schriftenreihe der Stiftung Bibliotheca Afghanica 6).

2 Janata, Alfred (1981): “Notizen zur Bevölkerungskarte Afghanistans”, Afghanistan Journal 8 (3): 940 Sliwinski, Marek (1988):” Évaluation des conséquences humains, sociales et écologiques de la guerre en Afghanistan”, La lettre du Bureau International Afghanistan (BIA) Paris.

3 Pohly, Michael (1992): Krieg und Widerstand in Afghanistan, Ursachen, Varlauf und Folgen seit 1978. Berlin: Das Arabische Buch (Studien zum Modernen İslamischen Orient 6).

4 Janata, Alfred (1990): “Afghanistan: The Ethnic Dimension”: Ewan W. Anderson&Nancy Hatch Dupree (yay.): The Cultural Basis of Afghan Nationalism. Oxford: 60-70.

5 Centlivres, Pierre (1990): “La nouvelle carte ethnique de l’Afghanistan”. Les Nouvelles d'Afghanistan içinde, 47: 4-11.

6 Böhning, Walter (1993): “Afghaniche Teppiche mit Kriegsmotiven”, Wiesloch: Edition Saladin.

7 Arnold, Anthony (1985): “Afghanistan. The Soviet İnvasion in Perspective”, Revised and Enlarged edition. Stanford: [1982]: Hoover Press; Mecruh, Seyyid Bahaüddin & Elmi, Seyyid Muhammed Yusuf (yay.) (1986): “The Sovietaziation of Afghanistan”. Peşaver: Printing Corporation of Frontier Limited.

8 Pstrusinska, Jadwiga (1990): “Afghanistan 1989 in Socialingustic Perspective”, London, (Central Asia Survey Incidental Paper Series 7).

9 Broxup, Marie (1983): “Afghanistan Update”, Central Asian Survey 2: 139-148.

10 Nebi, Eden, (1980), “The Ethnic Factor in Soviet-Afghan Relations”, Asian Survey 20 (3): 237-256.

11 Nebi, Eden (1983): “The Afghan Resistance Movement”, Ralph H. Magnus (yay.): “Afghan Alternatives, Issues, Options and Policies”. New Brunswick: 59-81; Bhattacharay, Sauri P. (1984): “Soviet Nationality Policy in Afghanistan”, Asian Affairs içinde 15 (2): 125-137.

12 Dorronsoro, Gilles & Lobato, Chantal (1989): “The Militia in Afghanistan”, Central Asian Survey 8 (4): 95-108; Grilz, Almerico (1987): “ Afghanistan: The Guerilla is Changing, Military Technology 6: 76-86.

13 Büyük Peştunistan Sorunu Afganistan Pakistan arasındaki ilişkiyi büyük ölçüde belirledi. 1940’lardan 1970’lere kadar Afgan hükümetleri, Pakistan’ın batısındaki “Peştun kardeşler”ine ait olan çeşitli kabilevi bölgelerin Afganistan’a ait olduğunu iddia etmekteydiler. Afganistan hükümeti eski Ahmet Şah İmparatorluğu’nun (1747-1773) “Daha büyük Afganistan” topraklarını kapsadığını iddia ettiler. Bu topraklar, en azından Indus’a kadar uzanan kabilevi Peştun bölgelerini içermektedir.

14 Roy, Olivier (1994): “The New Political Elite of Afghanistan”, Myron Weiner & Ali Banuazizi (yay.): “The Politic of Social Transformation in Afghanistan, Iran and Pakistan”. Syracuse: 72-100; Rubin, Barnett. R. (1995): “The Fragmentation of Afghanistan”. Michigan.

15 Afgan Savaşının başlangıcında, Sovyetler Birliği Afgan toplumunda destek kazanmak için çoğunlukla Türklerden oluşan birlikleri, Asyalı sıfatını göstermek için gönderdi. Aslında, bir dostluk ortaya çıktı ama başka bir şekilde: Birçok Sovyet askeri firar etti, taraf değiştirdi ve Afgan direnişiyle dostluk kurdular.

16 Roy, Olivier (1986), Islam and Resistance in Afghanistan. Cambridge: Cambridge Press.

17 Giustozzi, Antonio (2000), “War Politics and Society in Afghanistan 1978-1992”, London: Hurst.

18 Amnesty International, (ReportASA, 11\14\1999; November 1999): Afghanistan: The Human Rights of Minorities.

Amnesty International: Afghanistan: The Human Rights of Minorities (ReportASA, 11\14\1999; November 1999).

Arnold, Anthony (1985): “Afghanistan. The Soviet İnvasion in Perspective”, Revised and Enlarged edition. Stanford: [1982]: Hoover Press.

Bhattacharay, Sauri P. (1984): “Soviet Nationality Policy in Afghanistan”, Asian Affairs 15 (2): 125-137.

Böhning, Walter (1993): “Afghaniche Teppiche mit Kriegsmotiven”, Wiesloch: Edition Saladin.

Broxup, Marie (1983): “Afghanistan Update”, Central Asian Survey 2: 139-148.

Centlivres, Pierre (1990): “La nouvelle Çarte Ethnique de l’ Afghanistan” Les Nouvelles d’Afghanistan 47: 4-11.

Dorronsoro, Gilles & Lobato, Chantal (1989): “The Militia in Afghanistan”, Central Asian Survey 8 (4): 95-108.

Franz, Erhard (1988): “Turkstammige Afghanistanflüchlinge in der Türkei”, Paul Bucherer-Dietschi yay.: Neue Beitrage zur Afganistanforschung, Vortrage auf der 7. Arbeitstagung der Arbeitsmeinsachaft Afghanistan in Eichstatt. 13 /14 November 1887, Liestal: 67-69 (Schriftenreihe der Stiftung Bibliotheca Afghanica 6).

Giustozzi, Antonio (2000), “War Politics and Society in Afghanistan 1978-1992”, London: Hurst.

Grilz, Almerico (1987): “Afghanistan: The Guerilla is Changing”: Military Technology 6: 76-86.

Janata, Alfred (1981): “Notizen zur Bevölkerungskarte Afghanistan”: Afganistan Journal 8 (3): 940.

Janata, Alfred (1990): “Afghanistan: The Ethnic Dimension”: Ewan W. Anderson&Nancy Hatch Dupree (yay.): The Cultural Basis of Afghan Nationalism. Oxford: 60-70.

Mecruh, Seyyid Bahaüddin&Elmi, Seyyid Muhammed Yusuf (yay.) (1986): “The Sovietaziation of Afghanistan”. Peşaver: Printing Corporation of Frontier Limited.

Nebi, Eden, (1980), “The Ethnic Factor in Soviet-Afghan Relations”, Asian Survey 20 (3): 237-256.

Nebi, Eden (1983): “The Afghan Resistance Movement”, Ralph H. Magnus (yay.): “Afghan Alternatives, Issues, Options and Policies”. New Brunswick: 59-81.

Pohly, Michael (1992): Krieg und Widerstand in Afghanistan, Ursachen, Varlauf und Folgen seit 1978. Berlin: Das Arabische Buch (Studien zum Modernen İslamischen Orient 6).

Pstrusinska, Jadwiga (1990): “Afghanistan 1989 in Socialingustic”, London, (Central Asia Survey Incidental Paper Series 7).

Roy, Olivier (1986), Islam and Resistance in Afghanistan. Cambridge: Cambridge Press.

Roy, Olivier (1994): “The New Political Elite of Afghanistan”, Myron Weiner&Ali Banuazizi (yay.): “The Politic of Social Transformation in Afghanistan, Iran and Pakistan”. Syracuse: 72-100.

Rubin, Barnett. R. (1995): “The Fragmentation of Afghanistan”. Michigan.

Sliwinski, Marek (1988): “Évaluation des Conséquences Humaines, Sociales et Écologiques de la Guerre en Afghanistan”, La lettre du Bureau International Afghanistan (BIA), Paris.

Batı Moğolistan’ın Göçebe Kazakları / Dr. Jeannine Davis Kimball [p.723-733]

Dr. Jeannine Davis Kimball

Avrasya Göçebeleri Araştırma MerkeziBaşkanı, Berkeley / A.B.D

Batı Moğolistan’daki Hovd kentinden kuzeye bakıldığında Altay dağlarının heybetli buzulları parlak gün ışığında gözleri kamaştırır. Bu dağlar arasındaki vadilerde küçük Kazak aulları (obaları), pek de uzak olmayan (yaylalara) çıkarlar ve güz yağmurları soğuğa kestiğinde, kışlık evlerine geri dönerler. Baharın ilk günleri ve koyunların kuzulama mevsimi yaklaştığında, göçebeler sürülerini ve denklerini toplarlar ve yağmur suyuyla yıkanmış temiz ve sıcak bahar meralarına göç ederler. Yeşil çimenlerin renginin solması yazın habercisidir ve bu göçebeler, Bayan Ölgey “Aymak”ında (oymağı) Çağatay nehrinin yakınlarındaki yüksek platolarda bulunan yeşil meraları ilk keşfettiklerinden bu yana neredeyse iki yüzyılı aşkın bir zamandır bildikleri bu yaylalara bir kez daha geri dönerler…1

Bayan Ölgey Aymakı (Oymağı)

Moğolistan’ın uzak kuzeybatısındaki Altay dağları boyunca uzanan ve idari bir bölge olan Bayan Ölgey ‘Aymak’ı, 45.800 kilometre kare yüzölçümüne sahip bir alandır ve Moğolistan Kazaklarına ev sahipliği yapar.2 Resmi olarak 1940’da sınırları belirlenen bölgenin başkenti Ölgey’dir ve Ulanbatur’un yaklaşık 1700 kilometre batısında uzanır ve denizden yüksekliği 6.000 fiti geçer (1.850 metre) Moğolistan’ın olduğu kadar bu bölgenin de en yüksek noktası; Moğolistan, Rusya ve Çin sınırının kesiştiği bölgede bulunan ve Tavan Bogd (Beş Tanrı) olarak bilinen zirvelerdir. Bayan Ölgey batıda Kazakistan, güneybatıda Çin ve kuzeybatıda da Rusya ile sınır komşusudur. Aymak (oymak) 13 “sum”a yani, idari bölgeye ayrılmıştır ve her “sum”un kendisine ait bir merkezi vardır. Bunlar çok küçük köylerden ibarettir ve esasında yazın, bölge sakinleri yaylalara çıktıkları için köyler bomboştur.

Özellikle Altay’ın yüksek sıra dağlarına yağan yağmur ve kar bakımından bölgede hüküm süren iklim özellikleri, bu yükseklikte hayvan yetiştirmeyi mümkün kılan temel unsurdur. Oymak boyunca en önemli yağışlar, esas olarak Mart ile Ağustos arasında yağmur olarak düşer. Tipik olarak böyle olmasına karşın, yağış rejimi bölgenin değişik noktalarında ufak tefek değişiklik gösterir. En yüksek yağış miktarı (metrekareye 300-400 mm), yüksekliğin en fazla olduğu kuzeybatıdaki noktalara düşer. Yağış miktarı oymağın güneyindeki düzlüklere doğru giderek azalır ve bölgenin geri kalan yerleri metrekareye 100-200 mm yağış alır. Hava sıcaklığı, kışın -20 ila yazın +20 santigrad derece arasında değişir. Kışın genellikle ayda 100 mm’den daha az yağış düşer ve yağışlar kar şeklindedir. Normalde bir kar fırtınasından sonra atlar meralara götürülür. Bu yolculuk sırasında atlar karı eşelerken, karın altında bulunan otlar ortaya çıkar ve böylece koyunlar ve diğer besi hayvanları bu otlarla beslenirler. Sürü için en büyük tehlike yoğun dondurucu bir kar örtüsünün oluşmasıdır. Bu durumda atlar, kar örtüsünü yararak geçemezler.3

Bayan Ölgey’de
Günümüz Endüstrisi

Oymakta faaliyet gösteren önemli sanayi dalı, birkaç kaynaktan elde edilen birleşik enerji sektörüdür (18 milyon kilowat saat elektrik enerjisi ve 116 kilokalori termal enerji). Kömür madeni, Bayan Ölgey’nin yanındaki Uvs oy

mağında yaşayan Kazaklar tarafından işletilmektedir (192.000 ton kömür üretimi yapılmaktadır). Gıda sanayi kombinası, bir matbaa tesisi (5 milyon basılı kağıt üretiyor), bir yün yıkama tesisi (2.200 ton yün yıkama kapasitesine sahip), halı dokuma birimi (6.200 metrekare halı dokunuyor), volfram maden işleme fabrikası ve bir inşaat tröstü bölge sanayiini tamamlar. Sanayi sektöründe 2.400 kişinin (nüfusun yüzde 9.6’sı) istihdam ediliyor olmasına karşın, diğer imalat sektörlerinde 5.200 kişi (nüfusun yüzde 20.8’i) çalışıyor.4

Batı Moğolistan’da


Kazakların Tarihi5

1635 tarihinde Moğolistan’da, dört “orid”den (veya boy) meydana gelen Cungaryan Krallığı kuruldu. Kudretli hanların yönetimindeki Cungarlar, Moğolistan’da olduğu kadar, Cungar havzasında ve Çin’in batısından Kazakistan’ın güney steplerine akan İli nehri boyunca hakimiyetlerini korudular. 18. yüzyılda Mançuryalı kabilelerin sahneye çıkmasıyla Cungarların özenle korudukları huzur bozuldu. Kısa bir süre sonra Mançuryalılar, Moğolistan’ın batısından İli nehrine kadar uzanan otlak ve meraların hakimiyetini ele geçirdiler, bu arada Cungaryan Krallığı da yıkıldı.

18. yüzyıla kadar Kazaklar (Daha erken dönemlere ait literatürde Kırgız-Kazakları olarak geçiyorlar) dört “Cüz”e (ordaya veya boya) ayrılmışlardı. Küçük Cüz, sürülerini Kazakistan’ın güneyine, Büyük Cüz Kazakistan’ın orta bölgelerine, Orta Cüz da Kazakistan’ın kuzeybatı ve kuzeydoğusuna sürdü. Orta Cüz olan Kerey boyu,6 sürülerini Zaysan gölü yakınlarında otlattıkları Kazakistan’ın doğusundaki Semipalatinsk’ten ayrıldılar ve önce Cengiz dağlarına, daha sonra da İli nehri vadisine ve Çin’in Sincan özerk bölgesinin kuzeybatısındaki Tarbagatay dağlarına göç ettiler. 1750’ye kadar Mançuryalılar, Kerey kabilesinin Sincan’dan Mançurya’ya sızmasını engellemek için Zaysan gölü ile İli nehri arasında askeri bir sınır çizdi. Buralarda sınır olmadığını ilan eden bu asi Orta Cüz grubu, Türkistan’ın kuzeyindeki Altay dağlarında göçebe hayatı yaşamaya başladı ve 1757’de Ablayhan’ın hakimiyeti altında Canabek’in liderliğinde Kerey boyu, Altay sıradağlarının arasındaki yüksek platolara göç ettiler.

1864 yılında Moğolistan ile Çin arasında sınır belirlendi ve böylece ilk kez Kazaklardan bir ulus doğdu. Çin Kazaklarından bir grup Cungaryan havzasına göç etti, başka gruplar, Urumçi’deki güney ve kuzey Tiyenşan dağlarına ve Gobi bölgesine, ötekilerse daha doğudaki Barkol ve Erenkabırga bölgesine göç etti. Çinli Kazaklar özgürlüğünü korudular, fakat meralardan yararlanma hakkı için vergi ödemek zorunda kaldılar. İki yıl sonra, 1866’da Pekin, Kuzey Türkistan’ın hakimiyetini ele geçiren Mançuryalılara yardım etmek üzere asker gönderdi.

Göçebeler için sorunu ağırlaştıran şey, Rus yayılmacılığı döneminde Çar’ın ordusunun üstün bir beceriyle, Mançuryalılar, Cungarlar, Naymanlar, Uygurlar ve Kazaklar arasında savaş kışkırtıcılığı yapması olmuştur.7 1881’de St. Petersburg’da Rus-Çin sınırının belirlendiği bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmayla Kazaklar ikiye bölünmüş oldu, bunlardan bazıları Rusya’da kalmayı seçerken, bazıları da Çin’de kalmayı tercih etti. Bugün bu Kerey Kazaklarının torunları, Sincan’ın Tiyenşan dağlarında bulunan çok sayıda Kazak özerk bölgesinde yaşıyorlar. Fakat bir kısım Kazak, 1864 ila 1878 tarihleri arasında Cungar ve Uygur ayaklanmalarına katıldıkları için Sincan’dan başka yerlere zorla göç ettirildiler.

1830’larda Kazaklar kendilerine, toplam Kerey nüfusunun yaklaşık yarısını temsil eden ve alt-kabile (ana boylar birliğine bağlı bir boy) topluluğu olan Centekay ile Cadak boylarından dört lider seçtiler: Tapan, Kuken, Kulıbek ve Beycemı. Bu liderler, “tert orun” olarak bilinirler. Bu liderlerin, Kerey nüfusunun tamamını temsil ettiğinin farzedilmesine rağmen, liderler kendi boylarını kayırdılar, bu da huzursuzluk yarattı. Ayrıca bu durum bütün alt-kabilelerin (boyların) aksakalları arasındaki rekabeti derinleştirdi.8 1880’lerin başlarında Kazakların Moğolistan’ın batısına göç etmeye başladıkları dönemde Kuken yaşayan tek “orun”du. Bu yıkıcı rekabete ek olarak, Moğolistan’a göçe sebep olan ikinci bir faktör daha vardı.

Bu faktör de, artan insan ve hayvan nüfusunu besleyecek toprak ve mera bulma sıkıntısıydı. Bazı kabileler, kış otlaklarıyla yazın çıkılan yaylalar arasında 200 ‘Şakirim’lik (uzaklık ölçüsü) bir mesafeyi katetmek zorunda kaldı ve buna rağmen hiçbir şekilde bahar veya güz otlağı bulamadılar. Bu dönemde Çin’den Moğolistan’daki yüksek Altay dağlarının kuzey yamaçlarına ilk Kazak göçü başladı. Aksakalların önderliğinde Kıbeş, Kocamcar, Samarkan (Bu son iki boyun, Cengiz Han’ın torunları olduğu söyleniyor), Cantekay, Karahas, Molke ve Şeruşi, Altay sıradağlarını geçerek yüksek Dayan gölü vadisine ulaştılar.9 Kıbeş ve Samarkan aileleri Altay’ın kuzey eteklerinde yıl boyunca kaldılar. Kocamcar yaylası Sumdyayrik nehrine yakındır. Bu aileler Sagsay nehri ile Hovd nehrinin birleştiği bölgede kışı geçirdiler. Mançuryalıların belirlediği toprak vergisini ödemek isteme

dikleri için Kazakların mallarına üç kez el konuldu. Birçokları çıkan arbedede hayatını kaybetti ve göçebe ekonomisi bu olaylardan büyük zarar gördü. 1882 ila 1883 tarihlerinde Mançuryalılar Kazaklardan ya Sincan’a dönmelerini ya da vergilerini ödemelerini istedi. Şeruşi boyu, Mançuryalıları memnun etmek için 10.000 baş koyun ve keçi ve 1.000 baş da dana topladı. Cantekay boyu ise gerekli vergiyi veremediği için Mançuryalıların misillemesine maruz kaldı ve Mançuryalılar Kıbeş’in oğlu Aselbek’i öldürdüler. Fakat Moğolistan ile Çin arasındaki geçitlerin yoğun kar yağışı nedeniyle kapanması, sürülerin götürülmesini engellediği için Kazaklar Moğolistan’ın Altay dağlarında kalmaya mecbur oldular. Zamanla Mançurya’nın gücü azalırken, göçebe kalmakta direnen ve Mançuryalılardan zulüm görmüş olan Moğol göçebeleriyle birlikte Kazaklar da biraz huzura kavuştu.

Şimdi yüksek yaylalar için toprak vergisi ödeyen fakat Hovd nehri boyunca kışın daha sıcak iklimlere göç etmek isteyen Kazaklar, Moğol Uryanhayların meralarını taciz etmeye başladılar. Bundan dolayı 1882 ila 1883 tarihleri arasında Kazaklar Mançurya hükümetine başvurarak, Bayan Ölgey’de kendileri için toprak talep ettiler ve bu talepleri yönetimce karşılandı. 1903 yılına kadar Kazaklar, Sagsay ve Deluun ‘sum’larına (köylerine) kadar yayıldılar. Moğol Uryanhaylarla Kazaklar arasında başlayan çekişme aralıksız sürdü. Topraklarını genişletmek için Kazak aksakallıları, Mançuryalılara, hediyeler ve zengin Uryanhaylıların hayvanlarına yem verdiler. Moğolistan’a gelmelerinden otuz yıl sonra Kazaklar, artık Bayan Ölgey oymağında yıl boyunca yaşıyorlardı, kışı Hovd nehri kıyılarında geçiriyor ve yazın da yüksek yaylalara çıkmayı tercih ediyorlardı. Bugün ahalinin çoğunluğu Hovd kenti (Hovd oymağı, Bayan Ölgey’nin hemen güneyinde) civarındaki bölgelere taşındılar, Bayan Ölgey’de yalnızca pek az Uryanhay ile Tuvan Moğolu kaldı.

Tablo 1: Bayan Ölgey’de 1923’de Tahmini Kazak Nüfusu. Nüfus sayımında bireyler değil, yalnızca aileler sayıldı.

1923 Nüfus Sayımı Eğer bir aile: Eğer bir aile:

1860 Kazak ailesi 4 kişiyse 6 kişi



Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   74   75   76   77   78   79   80   81   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin