Der Spiegel, Nr. 24, 12.06.1989.
East European Newsletter, Vol 3, No. 12, 14 June 1989.
Elizabeth Fuller, Georgian Moslems Deported by Stalins Permitted to Return, RL Program Sup. Munich Jan. 14 1986.
İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul 1958.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C. 3, Ankara 1982.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 3, İstanbul 1950.
John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilâsı ve Şeyh Şamil, (Çev. S. Özden), İstanbul 1989.
Joseph-Purgstall Hammer, Geschichte Des Osmanischen Reiches, B. 4, Graz 1963.
Kâzım Karabekir, İstiklâl Harbimiz, İstanbul 1960.
M. Brosset, Histoire de la Géorgie-1 Partie, S. -Pétersbourg 1849.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, 1855 Kars Zaferi, İstanbul 1955.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, Kars Tarihi, İstanbul, 1953.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi, Ankara 1998.
M. Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, Ankara 1992.
Marr N. et Briere, M., La Langue Georgienne, Paris 1931.
Mehmet Emin Resulzade, Azerbaycan Şairi Nizamî, Ankara 1951.
Mob power, The Economist, June 17 1989.
N. Berdzenişvili-S. Canaşia, Gürcistan Tarihi (Çev. H. Hayrioğlu), İstanbul 2000.
Otar Miminoşvili, Gürcistan’da Etnografik Yolculuk, (Çev. H. Özkan), İstanbul 1999.
Robert Conquest, Stalins Völker Mord (The Nation Killers), Wien 1974.
S. Cikia, Defter-i Mufassal-i Vilâyet-i Gürcistan, Tiflis 1947.
Şamil Gurbanov, Mesheti Türkleri, Diderginler, Bakı 1990.
Şamil Gurbanov, Ömer Faik Ne’manzade, Bakı 1992.
Tahircan Kukulov, Ahıska Türklerinin Tarihine Bir Nazar, Bakı 1999.
The Economist, June 17 1989.
Vilâyet Muhtaroğlu, Türk Yurdu, Aralık 1993.
W. E. D Allen, Kafkas Harekâtı-1828-1921 Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Ankara 1966.
Yunus Zeyrek (Yusuf Uramalı), Gürcistan İnsanlığın Neresinde?, Ahıska dergisi, S. 3, İstanbul 2002.
Yunus Zeyrek, Artvin Üzerine Yayınlar ve Bir Cevap, Ahıska dergisi, S. 3, İstanbul 2002.
Yunus Zeyrek, Acaristan ve Acarlar, Ankara 2001.
Yunus Zeyrek, Ahıska Bölgesi ve Ahıska Türkleri, Ankara 2001.
Yunus Zeyrek, Posof’un Çizgileri (Baskıya hazır kitap).
Yunus Zeyrek, Tarih-i Osman Paşa, Ankara 2001.
Ahıska Savunmasının Tarihteki Yeri ve Halk Destanlarına Yansıması / Prof. Dr. Ensar Aslan [p.532-538]
Prof. Dr. Ensar ASLAN
Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi /Türkiye
Çağımız dünyasının sosyal ve kültürel yapısı her bakımdan çok hızlı bir değişim ve gelişim süreci yaşamaktadır. Toplumdaki değişim ve gelişmeler, folklor ve halk edebiyatının dinamiğini de büyük ölçüde etkileyerek, derlemeden araştırma metotlarına ve terminolojisine kadar hemen bütün unsurlarında yeni arayışlara neden olmaktadır. Nesiller değiştikçe ve ihtiyaç farklılaştıkça araştırma yöntem ve tekniklerinde kullanılan klasik usullerin, çoğu kez yetersiz kaldığı bu alanda çalışanların dikkatini çekmektedir.
Folklor ve halk edebiyatı ürünleri toplumların özelliklerini yansıtırlar. Toplumu oluşturan kişilerin her türlü inanış, düşünce, bilgi beceri, yaşayış ve karakterleri bu ürünlerde şekil alır. Bu nedenle değişen ve gelişen toplumların yeni kazanımları, birikimleri hatta davranış ve söyleyiş biçimleri bile yeni ürünlerin oluşmasına ve eski ürünlerin yeni ve değişik mentalite ile şekillenip yorumlanmasına yol açar. Bu yeni oluşumların araştırılıp çözümlenebilmesi ve sonuçlarından çağdaş yaşamda yararlanılabilmesi için yukarıda sözünü ettiğimiz klasik araştırma ve inceleme yöntemlerinin dışında, yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek metotların tespit edilmesi ve geliştirilmesi gerekmektedir. Yani halk edebiyatı araştırmalarının bugün karşı karşıya bulunduğu problemlerine çağdaş bilimin ve modern teknolojinin ışığında çözümler aramak ve önerileri araştırmacıların hizmetine sunmak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz. Bu araştırma ve çözüm önerilerini örneklerle, sebep ve sonuçlarıyla birlikte açıklamak, konunun daha somut biçimde algılanıp anlaşılacağı ve yeni nesil araştırmacılarına örnek olacağı düşüncesindeyiz. Halk edebiyatı gibi uçsuz bucaksız bir alanın derlenip toplanması, araştırılıp incelenmesi ve sonuçları itibariyle kesin yargılara varılmasının pek de kolay olmadığını bilmeliyiz. Çünkü daha, halk edebiyatı ve folklor konularının ana unsuru olan “halk”ın kim olduğu, hangi toplumsal grubu kapsadığı tartışmalarına bile henüz açıklık kazındırabilmiş değiliz. Ayrıca halk edebiyatının gerek konu, gerek araştırma ve inceleme yöntemleri bakımından kesin olarak ayrıldığı ve sınır koyduğu bir bilim dalı yok gibidir. Millennium tekniğinin uzay araştırmalarındaki uzay tabakaları ile, yaratılış destanlarındaki “yedi kat gök” söylemini düşünmemiz, konumuzun sınırları ile ilgili bir fikir edinmemiz için yeterli olur sanırım.
Bütün bilim dallarının konumuzla yakın-uzak ilgisi bulunmakla birlikte, tarih biliminin halk edebiyatı çalışmalarında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Halk edebiyatı konuları tarihle iç içe yaşarlar ve bu iki bilim dalı. araştırma ve incelemelerde birbirlerini tamamlarlar. Halk edebiyatı konularında anlatılan olayların zamanını tespit edebilmemiz için tarihe başvururuz. Halk edebiyatı ürünlerinin incelenmesiyle ortaya çıkan sonuçlar, tarihin karanlıkta kalmış noktalarının aydınlatılmasına yardımcı olur, Z. V. Togan’ın dediği gibi, halk edebiyatı ürünleri “Usulü ile istifade edilirse, vesikaları bulunmayan devirler için menba işini görürler”1 Konularının kaynaklarını çoğunlukla tarihten alan halk hikâyelerimiz, çekirdeklerini birer tarihi olay teşkil eden destanlarımız, savaşları ve tarihi olayları bizzat yaşamış olan halk şairlerimizin destan ve deyişlerinin dizeleri arasındaki bilgi
lerin değerlendirilip çözümlenmesi, tarihimizin ve de edebiyat tarihimizin bugün hâlâ karanlıkta bulunan birçok noktasına ışık tutar. Örneğin, tarihçiler Kayıkçı Kul Mustafa’nın Genç Osman manzumesi ve sözlü rivayetlerindeki bilgilerden yararlanarak IV. Murat’ın Bağdat’ı fethi ve Genç Osman’ın tarihi kişiliği hakkında değerli bilgiler elde ederler. Halk edebiyatı araştırmacısı da tarihi kaynaklardaki bilgiler yardımıyla manzumelerin ve rivayetlerin zamanını tespit edebilmektedir.
Halk edebiyatının mevcut ve uluslararası bilim alanlarında kabul gören metot ve uygulamalarının genel çerçevesi içerisinde ele aldığımız halk edebiyatı ürünlerini, aşağıda vereceğimiz örneklerle araştırıp inceleyerek, yukarıda sözünü ettiğimiz şekilde, hem tarihe, hem de halk edebiyatına yardımcı olacağımız düşüncesindeyiz.
Tarihimizde pek çok örneği bulunan belirsiz ve tarihi kaynaklarda göremediğimiz noktalarından birisi de 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşları sırasında yaşanmış bir felaketin gerçek yüzüdür. İstanbul’da oturan Osmanlı tarihçisi, imparatorluğun öteki ucunda yapılan bir savaşı ve sonucunu normal şartlarda alınmış bir yenilgi gibi sunmuştur. Halbuki bu savaşı bizzat yaşamış olan halk şairlerinin dizelerinde olayların gerçek yüzünü, yani yenilginin gerçek nedenlerini ve olayların perde arkasını açık bir şekilde öğrenebiliyoruz.
Rus Çarı I.Nicolas, Türklerin, sınırları içerisinde bulunan Hıristiyanlara baskı yaptığını bahane ederek, 26 Nisan 1828’de yayınladığı bir bildiri ile Osmanlı İmparatorluğu’na resmen savaş ilan eder. İki cepheden ilerleyen Rus orduları, bir taraftan Purut nehrini geçerek Edirne’ye kadar ilerler, diğer taraftan da Karadeniz’in kuzeydoğusunda önemli bir kale olan Anapa’ya saldırarak şehiri işgal ederler. Rus ordusu komutanı General Paskiyeviç’in hedefi Kars’tır. Çünkü Kars’ın alınması, Ahıska’ya Erzurum’dan gelecek yardımı kesecektir.2 Bu yüzden, Arpaçayı sınır nehrini geçen Rus Ordusu, on bin kişilik Kars savunma ordusunun kahramanca karşı koymasına rağmen şehri alarak yakıp yıktıktan sonra, Ahıska ve Ahılkelek üzerine yürüdü.
Otuz bin kişilik bir ordu ile Kars’a yardım etmek için Erzurum’dan hareket eden Köse Mehmet Paşa, Kars’ın düşman eline geçmesi üzerine Ahıska’ya yürümüş, buradaki on bin kadar gönüllü ve halkla birlikte şehri savunmaya başlamıştır.3
Çok kanlı sokak savaşlarından sonra şehirin hemen bütün nüfusu vurularak veya yakılarak yok edilmiş, yanındaki kuvvetlerle iç kaleye çekilen Köse Mehmet Paşa da,”Vire” ile şehri Rus’lara teslim etmiştir.
Rus Harp Akademisi profesörlerinden, Rus-Japon savaşı başkomutanı General Kroptakin, şehrin savunmasında son nefeslerine kadar kahramanca dövüşen Ahıska Türkleri hakkında şöyle diyor: “Ahıskalıların bu esnada hiçbir yerde misli ve menendi görülmemiş bir tarzda ateşe atılan kadınlarını hatırlamak kâfidir. Türk kadınları ellerinde kılıç bulunduğu halde Rusların üzerine aslanlar gibi hücum ve savlet ederek, muhaberede sebat ediyorlardı. Çaresiz kalan kahraman gaziler ise, Ruslara teslim olmak ârını irtikâb etmekten, esaret felaketine uğramaktan ise diri diri yangın alevleri içine atılıyorlar, alevlere gömülüp cesetlerini kül, ruhlarını Cenab-ı Hakk’a teslim ediyorlardı.’’4
Tabiat güzellikleri, zengin halk kültürü ve coğrafi konumu itibari ile Doğu’da önemli bir Türk şehri olan Ahıska’nın tarihteki kahramanlıkları üzerine bir çok şiirler, hikâyeler, destanlar ve bayatılar söylenmiştir. Bundan dolayı halk arasında “aşıklar yatağı” olarak bilinen Ahıska’nın Rusların eline geçmesi üzerine söylenen aşağıdaki bayatı, şehrin kültürünü ve stratejik önemini en güzel şekilde anlatmaktadır.
Ahıska gül idi gitti
Bir ehl-i dil idi gitti
Söyleyin sultan Mahmud’a
İstanbul kilidi gitti
Ahıska’nın Ruslar tarafından kanlı bir şekilde işgalini,tarihi kaynaklardan yukarıdaki şekilde kısaca verdikten sonra, işgal sırasında halkın çektiği acıları ve yaşanan ibret verici olayları, savaşa katılarak olayları bizzat yaşadığını tespit ettiğimiz halk şairlerinin ağzından dinlememiz daha doğru olur.
Şahsi kitaplığımızdaki Es-Seyyid Osmanü’z-Zeyn min Telamizi Emrullahı’l-Vehbî tarafından 12/l829 yılında yazılmış bir çönkte bulunan “Aslı” adına kayıtlı iki destan, Ahıska’nın işgalini ve işgal sonrası halkın yaşadığı acı olayları bütün açıklğıyla gözler önüne sermektedir. Oldukça iyi durumda olan cönk, 21x10 ebadında ve 20 yapraklıdır. Açık bir nesihle yazılmıştır. Cönkte, Ahıska destanlarından başka değişik şairlere ait 19 parça şiir daha vardır. 1975 yılında Trabzon merkezinde bir şahıstan elde ettiğimiz cönkte “Destan-ı Akıska” başlığı ile verilen “Aslı” mahlaslı destanlar şunlardır:
1- Kavaklar kuruldu, günler farıdı
Akıska üstünü duman bürüdü.
Dini islam olanlar cümle kırıldı
Toz duman içinde kalan Ahıska
2- Pınarlardan abdest alınmaz oludu
Camilerde namaz kılınmaz oldu
Akıska kızları salınmaz oldu
Kızları da yesir giden Akıska
3- Meleşir kuzular bulmaz anayı
Fizahımız tuttu arş-ı alayı
Gidi kafir mel’un aldı kalayı
Kalası da yesir giden Akıska
4- Oniki bin kızı bir kalada buldular
Altun küpemizi cümle aladılar
Her birimiz bir kâfire verdiler
Kızları da yesir giden Akıska
5- Gene kavuşuyor ay ile yıldız
Kavaklar kurulda üç gece gündüz
Defter ile gitti oniki bin kız
Aslı kızı yesir giden Akıska
Aynı cönkte bulunan Aslı adına kayıtlı ikinci destan şeyledir.
1- Gidi kafir mel’ûn kale yaptırır
Ak ellerimizle kerpiç döktürür
Dizin dizin ellerini öptürür
Din-i İslamdan bize imdadın var mı
2- Kâfir şapkasını alır eline
Günde üç kez teklif eder dinine
Aldanman ol Moskof’ların diline
Dinin essahından imdadın var mı
3- Yesir kaldı Akıska’nın kızları
Yeksar gitti gelinleri kızları
Kör olası Galip Paşa gözleri
Erzurum’dan bize imdadın var mı
4- Kars kalesin vire ile verdiler
Akıska’nın erkek neslin kırdılar
Kız gelin komayıp yesir aldılar
Din-i İslamdan bize imdadın var mı
5- Evimizin öğü Soğanlı Dağ dı
Babam Paşa kardeşlerim beğ idi
Biz böyle olmadan ölüm yeğ idi
Din-i islamdan bize imdadın var mı
6- Evimizin öğü bir geniş yazı
Kimi şehit oldu kimisi gâzi
Halilbeyoğlu’nun gelini kızı
Padişah’tan bize imdadın var mı
7- Gelen ağlar giden ağlar yol ağlar
Vezir ağlar hünkâr ağlar kul ağlar
Aslı da başına karalar bağlar
Padişahtan bize imdadın var mı
Destanlardaki anlatıma bakılırsa Aslı, olayları bizzat yaşamış müsliman bir Türk kızdır. Savaşı ve aynı zamanda başından geçen olayları anlatmaktadır. Yani burada olayın kahramanı ve şairi aynı kişidir. Tutsak alınıp götürülen kadın ve kızlar arasında olduğunu ve onun da diğer kadın ve kızlarla birlikte bir düşmana verildiğini söylüyor.
“Her birimiz bir kâfire verdiler”
“Aslı kızı yesir giden Akıska”
Ayrıca destanlardaki anlatımda daima birinci çokluk şahıs ve iyelik ekleri kullanılmıştır. Şair Aslı, bu anlatımıyla olayların içerisinde olduğunu bize haber vermektedir.
Evimizin öğü soğanlı Dağ dı
Babam paşa kardeşlerim beğ idi”
“Evimizin öğü bir geniş yazı”
Halilbeyoğlu’nun gelini kızı”
sözlerinden, Aslı’nın Ahıskalı “Halilbeyoğlu”adlı bir paşa kızı olduğu anlaşılmaktadır.
“Kör olası Galip Paşa gözleri
Erzurum’dan bize imdadın var mı”
“Kars kalasin vire ile verdiler”
sözlerinden, Erzurum’da bulunan Galip Paşa’nın Ahıska’ya yardım edemediği ve Kars kalesinin de vire ile Ruslar’a verildiği gibi olayları bildiğine bakarak, Aslı’nın bir bey veya paşa kızı olduğunu söylememiz doğru olur.
Elimizde, yukarıdaki destan parçalarından başka şiiri bulunmayan şair Aslı’nın hayatı hakkında bildiklerimiz de bunlardan ibarettir.
Cökte bulunan Aslı’ya ait birinci destan 6+5=11’li hece ölçüsüne uyan beş dörtlükten oluşmuştur. Uyak bakımından klâsik destan örgüsünde, zengin uyaklı ve “Akıska” rediflidir. Destan Ruslar’ın Ahıska’da yaptığı zulüm ve katliamlardan söz ederek:
“Dini İslam olanlar cümlü kırıldı”
“Akıska’nın erkek neslin kırdılar”
dizeleriyle, şehrin müslüman Türk halkının tamamen yok edildiğini anlatmaktadır.
Tarihi kaynaklar, kuşatma başlamadan önce çocuklarla ihtiyarların şehirden çıkarılarak çevredeki köy ve kasabalara gönderildiğini, genç kız ve kadınların da şahrin savunmasına katıldıklarını kaydederler.5 Destanlarda, tarihi kaynaklarda bulunmayan önemli bilgiler verilmiştir. Rusların eline esir düşmektense, kendilerini diri diri ateşe atıp ölümü tercih eden kadınlarla, ölmek fırsatını bile bulamayıp tutsak on iki bin kadın ve kızın altın, küpe ve ziynet eşyalarının alınmak suretiyle soyulduğu acı bir dille anlatılmaktadır. Yukarıda, kendisinin tutsaklar içerisinde bulunduğunu gördüğümüz şair Aslı, tutsak olan kadın ve kızların yazılıp kaydedilmek suretiyle her birinin bir düşmana verdiğini söylüyor:
“ On iki bin kızı bir kalada buldular
Altın küpemizi cümle aldılar
Her birimiz bir kafire verdiler
Kızları da yesir giden Akıska”
Aslı mahlaslı ikinci destan yine 6+5=11’li hece ölçüsünde yedi dörtlükten oluşmuştur. Uyak örgüsü klasik destana benzer. Dörtlüklerde değişik uyak çeşidi kullanılmıştır. Dörtlüklerin sonunda, “…….bize imdadın var mı” sözü rediftir.
Bu destanda da tarihin kaydetmediği önemli sayılabilecek bilgiler bulunmaktadır. Birinci ve ikinci dörtlüklerde geçen,
“Gidi kâfir mel’ûn kale yaptırır
Ak ellerimizle kerpiç döktürür
Dizin dizin ellerini öptürür”
“Günde üç kez teklif eder dinine
Aldanman ol Moskofların dinine”
sözlerinden, Ruslar’ın işgal ettiği yerlerdeki müslüman Türk halkını Ruslaştırmak ve hıristiyanlaştırmak için maddi ve manevi baskı yaptığı anlaşılmaktadır. Tutsak ettiği halkı ağır işlerde çalıştırdığı gibi, hıristiyanlığı kabul etmeleri için sürekli olarak baskı yaptıkları anlatılmaktadır. Halbuki tarihte Osmanlı Türkleri’nin fethettiği bölgelerde yaşayan milletlerin din, dil, kültür ve geleneklerine dokunmadan her türlü serbestlik içerisinde yönettiği bilinmektedir. Şairin bizzat yaşayıp dizelerinde yansıttığı bu bilgilerden Rusya’nın daha 18. yüzyılda Türkler’e ve Türk topraklarına karşı yayılma ve işgal ettiği bölgelerdeki halka assimilasyon politikası uyguladığı bir kere daha açık bir şekilde ortaya çıkmış oluyor.
Ahıska savaşı ve Ahıska’nın Ruslar’ın eline geçmesi üzerine söylenen aşağıya aldığımız iki desten parçası Fakirî adlı bir halk şairine aittir. Hayatı hakkında fazla bilgimiz olmayan Fakirî’nin destanlarındaki bilgilerden onun 19. yüzyılda Ahıska yöresinde yaşamış olduğunu söyleyebiliriz.6 Destanlarda Ahıska’nın Osmanlı İmparatorluğu için ne kadar önemli olduğu, Ahıska’nın düşman eline geçmesi üzerine şairin duyup hissettikleri yanık bir anlatımla verilmiştir. Ahıska için “Al’Osman’ın şanı”, Baş ölke”, “Ölkenin sultanı”, “Sinor kilidi”, “Yiğidin kalkanı” gibi terimler kulanılmıştır. Bütün bunlar, daha önce de belirttiğimiz gibi Ahıska’nın yüzyıllar boyu doğu sınırında bir “uç-kale” olarak imparatorluğu düşman akınlarından korumuş olmasındandır.
Fakirî’nin söz konusu destanları şunlardır:
1. Hey kardaşlar yanak yanak ağlıyak
Ölkemiz sultanı elden gidiyor
Al yeşili döküp kara bağlıyak
Al’Osman’ın şanı elden gidiyor.
2. Ahıska’ydı burda ellerin hası
Yakıldı ataşa şenliği nâsı
Kurtuluncaya dek çekecek yası
Esir olmış canı elden gidiyor.
3. Kafir Moskofa baş ölke verilir
Kesilir sinorlar korgan kurulur
Yedi yerden Fakir beli kırılır
İslâmın vatanı elden gidiyor
1. İndim ovasına bir göz gezdirdim.
Gördüm elin bahçe barı bozulmuş
Yüreğim tutmadı bir dahi bakam
Taş toprağı ağlar bendi çözülmüş
2. Meral tezmiş bağda bülbüller ötmez
Hânümanlar sönmüş bir ocak tütmez
Hicret eder yâda ayağı gitmez
Turna gibi katar göçü dizilmiş
3. Meralı bend etmiş ifrit tuzağı
Artık yavru tezmiş yoktur durağı
Elâ gözler şimdi bir kan çanağı
Bi-gafil yârinden eli üzülmüş
4. Bu fakir âh eder kanlı yaş döker
Esirdir Ahıska hicranı çeker
Tezden çare kıla bir şah-ı hünkâr
Nice diyem bahtım kara yazılmış
Âşık Ali’ye ait aşağıdaki destan, Ahıska ve Karsın Ruslar’ın eline geçmesi üzerine söylenmiştir. Hayatı hakkında bilgimiz olmayan Aşık Ali’nin Osmanlı ordusu ile ilgili vermiş olduğu bilgilere bakacak olursak 19. yüzyılda asker çevrelerinde yaşamış bir şair olduğunu söyleyebiliriz.
Âşık Ali’nin söz konusu destanı şöyledir:
1. Acem sınırından bir seda geldi
Arttı derdim eskisinden ziyade
Arzuhaller yazsam Sultan Mahmud’a
Tebdil ol cihanı gez elden gitti
2. Bundan belli vezirlerin hilesi
Hiç mi gayret yoktur Haktan bulası
Yeddi kattır derler Kars’ın kalası
Sattılar Moskof’a toz elden gitti
3. Bu sene de baş kaldırdı Uruska
Kimi gülle atar kimisi fiske
Yeddi gece cenk eyledi Ahıska
Nice yiğit, gelin, kız elden gitti
4. Eski seferciler sefere gitmez
Nefir-âmm askeri yiğitlik etmez
Azap çoban tutmayan işi bitmez
Çal kılıç askerin baz elden gitti
5. Olağan uşak maslahata karıştı
Puşt pezevenk kalmadı sadra geçti
Çürüksu’ya kadar Moskof ulaştı
Uyan sultanımız ırz elden gitti
6. Hacı Bektaş Veli cümlenin piri
Hani Hazret-i Ömer ocağı deli
Sen yetiş Allah’ın Aslanı Ali
Ağlattı şekvayı sız (ı) elden gitti
7. Âşık Alim eydür yürek yaralı
Arttı derdim bu günleri göreli
Kimi şehit düşmüş kimi yaralı
Şehitler mekânı yaz elden gitti
Yukarıdaki destanda, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla İstanbul’da meydana gelen olaylar, asker ocağındaki karışıklıklar, askeri düzenin bozulması ve durumdan memnun olmayan vezir ve paşaların bir biri arkasından azledilmesi ile Saray’ın kötü idaresi söz konusu edilmektedir. Bu huzursuzluk İmparatorluğun öteki ucunda bulunan Kars’a kadar sirayet ederek, Padişah’a kızan Kars Paşası’nın esaslı bir direnme göstermeden Şehri Ruslar’a teslim ettiği ve bu nedenle şairin Kars’taki komutan ve yöneticilere kızgınlığı anlatılmaktadır.
“Bunda belli vezirlerin hilesi
Hiç mi gayret yoktur Hak’tan bulası
Yeddi kattır derler Kars’ın kalası
Sattılar Moskof’a tez elden gitti”
Saray’ın kötü idaresi, yönetici ve komutanların yetersiz ve deneyimsiz kişiler olduğu ağır bir dille anlatılmaktadır.
“Oğlan uşak maslahata karıştı
Puşt pezevenk kalmadı sadra geçti”
“Eski seferciler sefere gitmez
Nefir-âmm askeri yiğitlik etmez”
Şair, aşağıdaki sözleriyle Sultan Mahmud’u da uyararak, tebdil-i kıyafetle dolaşmasını ve olup bitenleri görüp öğrenmesini diliyor.
“Arzuhaller yazsam Sultan Mahmud’a
Tebdil ol cihanı gez elden gitti”
Burada da diğer destanlarda olduğu gibi Ahıska’nın kahramanca savunmasından söz ediliyor. Tarihi Kaynaklarda Ahıska savunmasının ve direnişinin süresi ile ilgili bir bilgiye rastlanmaz. Halbuki bu destandaki:
“Yedi gece cenk eyledi Ahıska”
ifadesiyle, aşağıda vereceğimiz başka bir destanda bulunan:
“Yedi gün rûz u şeb kılıç vurdular”
sözlerinden, Ahıska savunmasının yedi gün yedi gece sürmüş olduğunu öğrenebiliyoruz.
Destandaki anlatımdan Âşık Ali’nin savaşa bizzat katılmadığını ve olayları dışarıdan gözlediğini anlıyoruz.
“Acem sınırından bir seda geldi”
“Yeddi kattır derler Kars’ın kalası”
gibi ifadelerden, şairin olayların uzağında olduğunu, hatta Kars’ı görmediğini söylememiz mümkündür.
Ahıska savaşları ile ilgili ayrıntılı bilgi veren destanlardan birisi de Âşık Gülali’ye aittir. 8 1305/1887 yılında yazılmış olan bir cönkten aldığımız “Gülali Hoca” mahlaslı destan 24 dörtlükten oluşmuştur.7
1. Ey kardaşlar size taraf eyliyim
Kanlı yaş dökerek derdim payliyim
Talandı yuvamız yâdı boyliyim
Vay ki harb oldu güzel Ahıska
2. Bahtı karalıdır bir gün gülemez
Kafir Moskof baskın etti alamaz
Erzurum uzak mı imdat gelemez
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
3. Azgur boğazında kavga kuruldu
Hain paşalara altın verildi
Şehir talan oldu evler yarıldı
Vay ki harb oldu güzel Ahıska
4. Yediden yetmişe hep and içtiler
Yurt namus uğruna candan geçtiler
Dönmeler cepheden hama kaçtılar
Vay ki harb oldu güzel Ahıska
5. Bayrakları burç üstüne kurdular
Yedi gün ruz u şeb kılıç vurdular
Ahıska üstüne çadır kurdular
Vay ki harb oldu güzel Ahıska
6. Kâfir ikindide kurdu savaşı
Melun fırsat buldu verdi ataşı
Bozuldu kalası dağıldı taşı
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
7. Şehirin yarısı odlara yandı
Ah u figan âsumana dayandı
Şehitler kanıyla yerler boyandı
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
8. Ahıska’dan çıktı bir ulu duman
Zulüm arşa çıktı vermiyor aman
Mevlâm ahirette nasip et imân
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
9. Paşalar tesliman çıktı kaladan
Nice evlat ayrı düştü anadan
Göstermesin böyle günü yaradan
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
10. Serasker’in ömrü günü kesilsin
Köse Paşa sakalından asılsın
Mustafa Bey kara yere basılsın
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
10. Ahıskalı düştü âh u feryada
Serasker’i erişmesin murada
Askeri haindir gelmez imdada
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
11. Serasker’i dönsün tezden türaba
Ahıska’yı sattı yatkın şaraba
Mescid medreseler oldu haraba
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
l3. Baltalı analar cenge katıldı
Al belekten çayın yüzü tutuldu
Sabi sibyan ataşlara atıldı
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
14. Topların sesinden duman bürüdü
Nice canlar türab oldu çürüdü
Urus girdi ileriye yürüdü
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
15. Yıkıldı saraylar hep baştan başa
Dağıldı şenliği dağ ile taşa
Layık mıdır size bey ile paşa
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
16. Ahıska’nın önü bir güzel yazı
Perperişan oldu gelini kızı
Takdir Hakk’tan idi bu kara yazı
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
17. Mescid mihrabına zenkler asıldı
Camisine küfr ayağı basıldı
Bin bereket bu yerlerden kesildi
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
18. Günde okunurdu beş vakit ezan
Binden ziyadeydi okuyup yazan
Merhamet mürüvvet Yaradan Yezdan
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
19. Önümde açıldı al yeşil sarı
Halkı hep kırıldı talandı varı
Böyle imiş bize takdir-i Bârî
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
20. Bize haram Ahıska’nın ovası
Dağılsın Urus’un yurdu yuvası
Yeriş arşa meleklerin duası
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
21. Kazaklar oturmuş kılıç yağlıyor
Ahıska içinde alkan çağlıyor
Yerde insan gökte melek ağlıyor
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
22. Cennet misli göz önünden gitmiyor.
Viran oldu bağlar bülbül ötmüyor
Elimiz ulaşmaz kuvvet yetmiyor
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
23. Kurban Bayramının ertesi günü
Kuruldu Ahıska kara düğünü
Uykudaydı fukarası zengini
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
24. Bunu böyle söyler Gülali Hoca
Top gülle yağdırdı üç gün üç gece
Bin iki yüz kırk dört birinci gece
Vay ki harab oldu güzel Ahıska
Ahıska’nın Ruslar’ın eline geçmesi ile ilgili, daha önce verdiğimiz destanlarda belirtilen sebepler, Gülali Hoca’nın yukarıda verdiğimiz destanında da açık bir şekilde anlatılmaktadır. Galip Paşa’nın Erzurum’dan Ahıska’nın yardımına gelmemesi burada da yenilginin en büyük sebeblerinden biri olarak gösterilmektedir.
“Erzurum uzak mı imdat gelemez”
“ Elimiz ulaşmaz kuvvet yetmiyor”
“Serasker’i erişmesin murada
Askeri haindir gelmez imdada”
ifadeleriyle şair, mümkün olduğu halde yardım gönderilmediğini acı bir şekilde haykırmakta ve Ahıska’nın düşman eline geçmesini kesinlikle komutanların ve idarecilerin kötü yönetimine ve hatta ihanetine bağlamaktadır. Bir çok örneğinde örneğinde gördüğümüz gibi, tarihçiler burada da sessiz kalmış ve yenilginin yukarıda söylenen asıl sebeplerini kaydetmemişlerdir. Gerçekten de otuzbin kişilik bir ordu ile Ahıska’da bulunan Köse Mehmet Paşa’nın emrinde, kaledeki kuvvetlerle birlikte kırkbin kişilik bir askerî kuvvet bulunmaktaydı. Ahıska halkının hatta kadınların bile büyük bir fedakarlıkla savaştıklarını düşünecek olursak Âşık Gülali’ye hak vermemiz ve Ahıska felaketini tarih kitaplarının kaydettiği gibi normal bir mücadele sonunda alınmış bir sonuç olarak görmememiz gerekir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi Ahıska’yı kuşatan Rus generali Paskiyeviç’in on bin kişilik bir askeri kuvveti vardı. Sonuçta Ahıska halkının büyük bir kısmı yok edilmiş, veya yakılmış, İç kaleye çekilen Köse Mehmet Paşa’nın, yanındaki kuvvetlerle birlikte şehiri terketmesine izin verilerek Ahıska Ruslar’a teslim edilmiştir.
Gülali Hoca bu felakete sebep olan komutanları bize şöyle anlatıyor:
“Serasker’in ömrü günü kesilsin 8
Köse Paşa sakalından asılsın
Mustafa Bey kara yere basılsın 9
Vay ki harab oldu güzel Ahıska”
“Serasker’i dönsün tezden türaba
Ahıska’yı sattı yatkın şaraba”
“Serasker’i erişmesin murada
Askeri haindir gelmez imdada”
“Hain paşalara altın verildi
Şehir talan oldu evler yarıldı”
“Paşalar tesliman çıktı kaladan
Nice evlat ayrı düştü anadan”
“Dağıldı şenliği dağ ile taşa
Layık mıdır size bey ile paşa”
dizelerinde görüldüğü gibi Âşık Gülali, komutanların Ahıska’yı şaraba sattığını, Ruslar’ın paşalara altın vermek suretiyle şehiri aldıkları döne döne vurgulanmaktadır.
Diğer destanlarda gördüğümüz, kadınların bizzat savaşa katıldığı ve halkın ateşlerde yakıldığı gibi bilgiler burada da anlatılmaktadır.:
“Baltalı analar cenge katıldı
Sabri sübyan ataşlara atıldı”
24 dörtlükten ibaret olan destan, 6+5= 11’li hece ölçüsüyle söylenmiştir. Destanda açık ve akıcı bir anlatım vardır. Dili sadedir. Doğu Anadolu ve Ahıska yöresi yerli ağızı özelikleri taşır. Yer yer yöresel sözcükler kullanılmıştır. Dizeler değişik uyaklıdır. Dörtlüklerin son dizeleri “Vay ki harab oldu güzel Ahıska” dönerayaktır.
Gülali Hoca mahlaslı destanın son dörtlüğünde;
‘’Bin ikiyüz kırk ydört birinci gece”
(1828) tarih dizesi vardır. Bu, Ahıska’nın Ruslar’ın eline geçtiği tarihtir. Ahıskalı bir halk şairi olduğunu bildiğimiz Gülali Hoca’nın olayları bizzat yaşadığı ve çok yakından gözleyip destanlaştırdığı anlaşılmaktadır.
Bir kültür merkezi ve halk şairleri yatağı olduğu daha önce de belirttiğimiz Ahıska’nın uğradığı ihanet ve felaket, sözlü geleneğin günümüze kadar getirdiği aşağıdaki bayatıda en güzel şekilde ifade edilmektedir:
Yedi yerden top attılar
Taşı toprağa kattılar
Cennet bağı Ahıska’yı
Kafir Urus’a sattılar. 10
1 Z.V.Togan,Tarihte Usul,1969, s.44
2 Ahmet Muhtar Paşa,1244-45/1828-l829 Türkiye-Rusya Seferi, c.I,İstanbul, 1928, s.229 vd.
3 W.E.D. Alen, Caucasion Battlefileds History of The Wars On The Turco Caucasion
Border, 1828-192l. Cambridge At The Üniversity Press 1953. (Kafkas Harekatı, 1828-1921
Türk-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1966, s.28
4 Yahya Okçu, Türk-Rus mücadelesi Tarihi, Ankara, 1953, s.144.
5 Yahya Okçu age.s. 112
6 Fahrettin Kırzıoğlu, Kars İli Özel Sayı, 1966
8 19. Yüzyılda Ahıska çevresinde yaşamıştır. elimizde başka şiirleri de bulunan Gülali
Hoca’nın doğum ve ölüm tarihleri hakkında bilgimiz yoktur.
7 Destan ilk defa Fahrettin Kırzıoğlu tarafından Kars İli Özel Sayısı, 1966’da yayınlanmıştır.
8 Serasker Benderli Selim Paşa.
9 Savaşlar sırasındaki Ahıska kale kumandanı.
10 Ensar Aslan, Halk Şiirimizde Tarihi Olaylar, 1999, s.67 vd…
Kuzey Kafkasya Türkmenleri / Prof. Dr. Ali Duymaz [p.539-548]
Prof. Dr. Alİ DUYMAZ
Balıkesir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi /Türkiye
1. Kafkasya Türkmenlerinin Tarihi ve Sosyal Durumu
afkasya Türkmenleri, Kafkasya’nın kuzeyinde Stavropol civarında yaşamaktadırlar. Bu bakımdan genellikle Stavropol Türkmenleri ya da Kuzey (Demirkazık) Kafkasya Türkmenleri olarak adlandırılır. Ruslar ise bu Türkmenlere “Truçmeni” derler. Bu Türkmenler, XVI. yüzyıldan başlayarak devrin iktisadî, siyasî ve tarihî şartları sonucunda Orta Asya’dan batıya doğru göç eden Türkmenlerin bir kısmıdır. Belli başlı aşiretleri Çovdurlar, İğdirler ve Söyüncacılardır.
Türkmenlerin Kuzey Kafkasya’ya, yani Astrahan ve Stavropol düzlüklerine göçlerinin ilgi çekici bir tarihi vardır. Kafkasya Türkmenlerinin tarihî maceraları ve yaşama biçimleri hakkındaki önemli malzemeleri, Stavropol Devlet Arşivi, Kafkasya Arkeografik Komisyonu belgelerinin yanı sıra tarihî, coğrafî, li ngüistik kaynaklarda bulmak mümkündür. Ayrıca Türkmenistan İlimler Akademisi El Yazmaları Enstitüsü’nde de bu konuda zengin malzeme vardır.
XVI. yüzyıla kadar Türkmen aşiretlerinin önemli bir bölümü bugünkü Türkmenistan coğrafyasındaki Mangışlak’ta, Üstyurt’un kuzeyinde, Sarıkamış ve Uzboy nehirleri kenarlarında ve Balkan’da yaşamışlardır. Ancak Uzboy’un ve Sarıkamış’ın suyunun kesilmesi üzerine Türkmenlerin büyük bir kısmı vahalara göç etmiştir. Mangışlak’taki Çovdur aşiretleri Hive hanlarının ardı arkası kesilmeyen saldırılarından ve zulmünden kurtulmak, hem kendilerinin hem de hayvanlarının rahat ve huzur içinde konar-göçer hayatlarını sürdürmek maksadıyla Ruslarla yakınlaşmaya mecbur kalmışlardır. Böylece Hazar-Mangışlak Türkmenlerinin üç büyük kardeş boyu olan Çovdur, İğdir ve Söyüncacıların büyük bir kısmının Rus hakimiyetini kabul ederek Kuzey Kafkasya’ya göçleri başlamıştır. Bu tarih, XVII. yüzyıla kadar uzanmaktadır. Kafkasya Türkmenlerinin Rus bölgelerine göçleri, elbette ki aynı anda gerçekleşmemiştir, bu göç ve iskân hareketi azar azar ve yavaş yavaş gerçekleşmiş, yaklaşık bir buçuk asır kadar sürmüştür. Türkmenler, Kuzey Kafkasya’ya, Astrahan ve Stavropol düzlüklerine Orta Asya’dan birilerinin yerini gasp etmeye gelen işgalciler olarak değil, bilakis huzur içinde konar-göçer hayatlarını sürdürme, hayvanlarıyla birlikte huzur ve sükûn içinde yaşama arzusu duyan insanlar olarak gelmişlerdir. Kafkasya Türkmenlerinin Kafkasya’ya gelip yerleştikleri dönem, Hive Hanı Ebulgazi’nin Türkmenler üzerinde baskı siyaseti yürüttüğü devre rastlamaktadır. Ağabeyi İsfendiyar Han tarafından ülkeden kovulan Ebulgazi, daha sonra geri dönüp 1643 yılında Harezm’e sahip olduktan sonra, daha önce ağabeyini destekleyen Türkmenlerden intikam almak üzere hakimiyetini sağlamlaştırmaya başlar. Birçok Türkmen beyiyle birlikte iki bin kadar askeri hileyle tutsak eder ve Türkmen obalarına saldırılar düzenletir. Harezm’i terk edip kaçan Türkmenleri sıkı biçimde takip ettirir, hatta Ahal ve Tecen’e kaçışlarından sonra bile birkaç kez onlara saldırır. Ebulgazi, bu saldırılarda ölenlerin sayısının 20 bin civarında olduğunu kendisi ifade etmektedir. Bu sırada Harezm’le ilişkisi kesilen ve Kalmıkların saldırısına maruz kalan Mangışlak Türkmenlerinin hali daha da beterdir. Bunların bir kısmı güneye kaçmıştır. Kalan kısmı ise Kalmıkların hakimiyeti altına düşmüş, ağır vergiler ödemeye mecbur kalmışlardır. Bir yandan Hive hanı, bir yandan Kalmıklar, bir yandan da Kazakların saldırılarına maruz kalan Türkmenler, bütün bu saldırılardan kurtulmak için Rusya’nın hakimiyetine geçmeyi düşünmüşlerdir. 1653 yılında zamanın çarının izin vermesiyle 1665 evli Türkmen, Kuzey Kafkasya’ya göç etmiştir. Bundan sonra Türkmenlerin Rus hakimiyeti altındaki topraklara göçleri ve geçişleri artmıştır. Arşiv malzemelerinin gösterdiği ve 1950’li yıllarda Stavropol Türkmenlerinin bilge temsilcilerinin söylediklerine göre Kuzey Kafkasya’ya toplam 18.000 evli Türk
men göçmüş, bunların toplam nüfusu ise 90.000’i aşmıştır.
Göç eden Türkmenler ilk olarak Astrahan bozkırında, Volga eteklerinde, daha sonra Kuma ve Terek nehirleri kenarlarında, Stavropol düzlüklerinde konar-göçerlikle geçimlerini sağlama yoluna gitmişlerdir. Hayvancılık ve konar-göçerlik onların asıl meşgaleleri olmuştur. Tarım ve ziraat henüz tam anlamıyla yerleşmemiştir. Çünkü hayvancılık bu Türkmenlerin isteklerine cevap veriyor, giyim kuşam, yeme içme gibi ihtiyaçlarını sadece hayvanlardan istifadeyle temin edebiliyorlardı. Türkmenlerin konup göçtükleri asıl arazileri Kuma, Manıç, Aygur ve Kalaus nehirlerinin kıyıları olmuştur. Bu araziler daha sonra (Türkmen Sahrası) olarak da adlandırılmıştır. Türkmenlerin göçebelik ettiği yerler Gış Türkmen Stavkası (Türkmen Kışlağı) veya Tomus Türkmen Stavkası (Türkmen Yaylası) şeklinde haritalara da geçmiştir. Kış yaklaşınca Türkmenler bütün aileleri, evleri, hayvanlarıyla birlikte kervan kurup Türkmen Kışlağına, yani Kuma nehrinin doğu tarafına çıkarlar, yazın ise nehrin batı tarafında, Türkmen Yaylası’nda mesken tutarlar. Göçerlik geleneğinde aşiret kardeşliği ve âdetleri önemini korumuştur. Mesela İğdirler çoğunlukla Kuma, Çovdurlar Kalaus, Söyüncacılar ise Manıç nehri kıyılarında göçerlik etmişlerdir.
Ancak Türkmenlerin hayatı, bu göçlerden sonra çok da iyi olmamıştır. Bilhassa Türkmenlerin sorumluluğu verilen Kalmık hanları onlara zor anlar yaşatmıştır. Kuzey Kafkasya’daki diğer halklarla aralarına atılan düşmanlık tohumları, Rusların bu bölgeyi kontrol altında tutmalarını kolaylaştırmıştır. Bu düşmanlık sadece farklı halklar arasına değil, aşiretler arasına bile sokulmuştur. Bu düşmanlık dolayısıyla aşiretlerin birbirlerine karşılıklı saldırıları, onların ekonomilerini iyice zayıflatmıştır. Bu durum Stavropol Türkmen şairi Bendimemmet’in mısralarında şöyle anlatılmıştır.
“Élemin gaygısı ilmez gözüne,
Bir misgin yıglasa bakmaz yüzüne,
Tabıg bolup zalımlarıñ sözüne,
İki gardaş birbirine ar oldı.”
“Ogul ata, ini agasın bilmedi,
İndi zamanamız beyle hal oldı.”
“Âlemin kaygısı ilişmez gözüne,
Bir miskin ağlasa bakmaz yüzüne,
Tâbi olup zalimlerin sözüne,
İki kardeş birbirine ar oldu.”
“Oğul ata, küçük büyüğünü bilmedi,
Şimdi zamanımız böyle hâl oldu.”
Bunların üstüne hayat şartlarının olumsuzluğu ve şiddetli soğuklar da eklenince bulaşıcı hastalıklar binlerce Türkmenin kırılmasına, bir kısmının ise bu ülkeyi terk edip gitmesine sebep olmuştur. Sonunda 1917 sayımlarına göre Stavropol bölgesinde 18.388 Türkmen kalmıştır.
Çar I. Petro devrinde Türkmenler Kalmık kavmine katılmış, Kalmık hanlarının iradesine tâbi olmuşlardır. 1771 yılında Türkmenlerin sert muhalefetine rağmen Kalmık Hanı Ubuşi, onların bir bölümünü zorla Volga üzerinden Hıtay’a doğru alıp götürmüştür. Ancak bunlardan 340 evli Türkmen, nasıl ettilerse geriye Volga’dan Astrahan’a kaçıp dönmeyi başarmıştır. General Beketov’un direktifleriyle kaçıp gelen bu Türkmenlerin Volga’dan Kuma nehrine kadar olan arazide konar-göçerlik etmelerine izin verilmiştir. Türkmenler Kalmık hanlarından gördükleri eziyeti şu ifadelerle anlatılar: “Ubuşi Han yeminini bozdu ve kendine tâbi insanlarla Hıtay’a kaçtı. Zorla bizi de Hıtay’a alıp gitti. Ama biz Ural nehrinin karşısına geçtikten sonra Taysöyen ve Garaköli adlı çimenliklerin etrafında Kalmıklardan geriye, imparatorluğun raiyetine kaçtık. Kalmıklar bunu anlayıp bizim peşimizden takipçi gönderdiler ve yetişip bizim bütün her şeyimizi talan ettiler, pek çok insanımızı öldürdüler, bir kısmımızı ise esir aldılar.”
Kuzey Kafkasya’da yüzden fazla halk yaşar. Buraya göç eden Türkmenler o halklardan Ruslar, Tatarlar (Genelde Kazan Tatarları), Nogaylar, Kalmıklar ve diğer bazı dağlı halklarla yakın ilişki içinde olmuşlardır. Hatta akrabalık ilişkisi bile kurmuşlardır. Şu anki Stavropol Türkmen ailelerinde akrabalık ilişkisi kurulmuş bazı Tatar ve Nogay temsilcilerini görmek mümkündür. Bu ilişkiler Türkmen dilinin yanı sıra sosyal hayatına, kültürüne ve etnografyasına da tesir etmiştir. Mesela Türkmenler Kalmıklardan çay hazırlamayı (Kalmık çayı), Nogaylardan yakası dik, beli büzgülü uzun erkek giyimlerini ve kalpağı, Tatarlardan ise çeşitli yemekleri hazırlamayı ve düğünlerde oynanan danslarla türküleri öğrenmişlerdir.
Stavropol Türkmenleri Kafkasya’nın diğer halklarıyla, belli başlı kültür ve ticaret merkezleriyle de yakın ilişkide bulunmuşlardır. Tiflis, Bakü, Stavropol eyaletleriyle, Terek ve Mozdok vilayetleriyle ticari ilişkiler kurmuşlardır. Türkmenler bu bölgelerde at, deve, koyun ile deve ve koyun yünleri satmışlardır. Bazen de Rus tüccarları bizzat Türkmenlerin konar-göçerlik ettikleri yerlere gelerek mal alışverişinde bulunmuşlardır.
10 Mart 1825’te Kuzey Kafkasya’da yaşayan Müslüman konar-göçer halkların bağlandığı bir başkomiserlik
kurulmuştur. Burada konar-göçer Türkmenlerin bağlandığı bir Türkmen Başkomiserliği de kurulur ve Kafkasya’da yaşayan Türkmenlerin önemli kısmı bu bölgeye toplanır. Bu bölge, “yani Türkmen Sahrası”, Stavropol eyaletinin idaresinde olup kuzeydoğuda Kalaus nehrinden Kuma nehrine kadar olan geniş araziyi içine almaktaydı. Kuzeydoğuda Kalmıklar, doğuda Karanogaylar, güneyde Açikulak Nogayları ve batıda da diğer Kafkas bölgeleri bulunmaktaydı.
Türkmen Başkomiserliği’nin merkezi Türkmen Yaylası olup buradaki Türkmen komiserliği, bütün Türkmenlerin iktisadî ve resmî işlerini idare etmiştir. Türkmen cemaatinin gelirlerini, giderlerini hesaplamış, Türkmenlerin idarî ve resmî problemlerini çözmüştür. Türkmen Yaylası’nda her yılın Mayıs ayında Türkmenler at yarışları düzenlemişlerdir. Bu at yarışları pek ilgi çekici ve büyük bir şenlik halinde geçmiş, yarışlara vali ve diğer vilayetlerden görevliler de seyirci olarak katılmışlardır.
1845 yılında Stavropol eyaletinde yaşayan göçebe Türkmenlerin genel sayısı 13.440’ı bulmuştur. Beş yıl sonra 1850 yılında yapılan sayıma göre Türkmen komiserliğinde 12.890 Türkmenin varlığı tespit edilmiştir. Bu sayı yarım asır sonra 1917 yılı nüfus sayımına göre 18.388 kişiye ulaşmıştır. Onlarca yıl içinde Türkmenlerin sayısının bu derece az çoğalmasının pek çok sebebi vardır. Zor kış şartlarında bir yerden bir yere göç etmek zorunda kalışları ve ekonomik şartların büsbütün kötüleşmesi Türkmenlerin çoğunlukla sıtma, veba gibi bulaşıcı hastalık salgınları sonunda helak olmasına sebep olmuştur. Bulaşıcı hastalıkların Türkmenleri ne zor durumlara düşürdüğü Kurban adındaki bir şairin şiirinde şöyle anlatılmaktadır. Bu şiir halen Stavropol Türkmenleri arasında söylenmektedir:
Seni görse, işiginde gul eder,
Geymiñ alar, yap yalanaç cul eder,
Araba ot berer, yakar kül eder,
Holer, bizden yırak eyle özüñi.
1900-1910 yıllarında Türkmen köylerinde medreseler ve iki sınıflı ilkokullar açılır. Okula gidenler sadece oğlan çocukları olup dersler Rusça ve Arapça, bazen de Tatar Türkçesiyle işlenmeye başlamıştır. Köydeki okulların hepsi devlet tarafından açılmamıştır, bir kısmı öğrencilerin aileleri tarafından kurulmuştur. Türkmen çocukları okula hevesle gitmişlerdir. Mesela 19 Mart 1897’de vali yardımcısı, bir Türkmen okuluna gelmiş, onların eğitim durumlarını denetlerken Türkmen çocuklarının okumaya karşı heves ve yeteneğini görmüş, hayretler içinde kalmıştır. Bu vali yardımcısı, Türkmen öğrencilerin kendisinde bıraktığı izlenimler hususunda şöyle demiştir: “Türkmen okuluna gelişim bende büyük bir tesir bıraktı. Yabani diye bilinen bir halkın çocuklarının tamamıyla doğru ve temiz bir Rusçayla metinleri mânâ ve telaffuzuna uygun biçimde ezberden okuduklarını ve karmaşık matematik problemlerini doğru çözdüklerini gördüğümde pek hayran kaldım”.
Zamanla birbirine düşman olan halklar, aralarındaki din ve kültür farklılıklarını aşarak dostluk bağları geliştirmeye başlamışlardır. Mesela bir zamanlar Türkmenlere saldıran Kalmıkların bir kısmı Türkmenlerin arasına katılmış, akrabalık ilişkileri kurmuşlardır. Bir zamanlar Türkiye’ye kaçan Kalmıklar, Kuzey Kafkasya’ya dönüp geldikten sonra (1866 yılında) Türkmenlere katılıp şu anda “Gazılar” denilen büyük bir aşireti meydan getirmişlerdir.
Stavropol Türkmenlerinin etnik durumu hakkındaki kaynaklar, XVIII. yüzyılda 81 evli Kırgızın da bu Türkmenler arasına katıldığını yazmaktadır. Şimdi İgdir Türkmenlerinin bir aşireti sayılan bu aşiret, “Gırgızlar” olarak adlandırılmaktadır.
Türkmenler arasında kadınların sayısı erkeklere nazaran %20 daha azdır. Bu durum da Türkmenlerin başta Nogaylar ve Tatarlar olmak üzere diğer halklardan kadınlarla evlenmeleri sonucunu doğurmuştur. Bu itibarla Türkmenler yukarıda söz edilen Kalmık ve Kırgızlar dışında Nogay ve Tatarlarla da akrabalık ilişkileri kurmuşlardır. Burada bulunan Türkmen aşiretleri ise Çovdurlar, Söyüncacılar ve İgdirlerdir. Az sayıda olmakla birlikte Yomut ve Salır Türkmen aşiretleri de vardır.
XIX. asrın sonlarında Kafkasya Türkmenlerinin belli bir kısmı geçimini sağlamak için yerleşik hayata yavaş yavaş geçmeye başlar ve birtakım küçük küçük Türkmen köyleri meydana gelmeye başlar. İlk olarak 1863 yılında Ulu Barhançak’ta 7-8 aileden ibaret ilk Türkmen köyü ortaya çıkar. Türkmenler bu köyü Başoba (Başağıl) şeklinde adlandırırlar. Yerleşik Türkmenlerin ilk, yani baş köyü olduğu için buraya hâlâ daha Başoba denmektedir.
Ama bu yurttaki zor hayat şartları ve bulaşıcı hastalıklar; 1917 Ekim Devrimi öncesinde bölgede ancak 18.000 Türkmenin kalmasına sebep olmuştur. Hatta bazı Türkmenler Rusların arasına katılıp Hıristiyanlığı bile seçmiştir. Tahminen XIX. asrın ilk yarısından itibaren Stavropol Türkmenleri arasında ticarî hayat da yayılmaya başlamıştır.
6 Kasım 1923 tarihinde idarenin kararı doğrultusunda Türkmenlerin önceki oturdukları yerde, Stavropol bölgesinin kuzeydoğu kısmında bağımsız bir milli Türkmen bölgesi kurulur ve bu idareye birçok Rus köyüyle birlikte 14 Türkmen köyü de dahil edilir. Bölge halkının ekseriyeti Türkmendir. Stavropol bölgesinin İspolnitel (İcra) Komitesi ve diğer ilgili kuruluşlar Türk
menlerin kültürel yönden gelişmesine özel bir önem vermişlerdir. 18 Mayıs 1926’da Türkmen Bölge İspolnitel (İcra) Komitesi Prezidyumu’nun kabul ettiği kararda şöyle denmektedir: “Derslerin ana dilinde işlenmemesi sebebiyle Türkmen okullarında Türkmenistan ders kitaplarının esas alınarak ders verilmesi kesin bir şekilde kabul edilmelidir. Öğretmenleri eğitme işini de önemli saymak ve bunun için Türkmen öğretmenlerini Türkmenistan’a göndermek gerekir”. Stavropol Türkmenleri ile Türkmenistan arasındaki ilişkiler sadece eğitim sistemi hususunda değil, ekonomik ve kültürel gelişmenin diğer yönlerinde de olmuştur. Neticede son yılların istatistik verileri Stavropol Türkmenlerinin durumlarının ve kültürel seviyelerinin yavaş yavaş iyileştiğini ortaya koymuştur. Mesela 1936 yılına kadar bölgedeki Türkmen nüfusu oranı %37’ye, okur yazar oranı ise %88’e ulaşmıştır. Türkmen bölgesi idaresinde 16 kolhoz ve Türkmen ve Edilbay adlarında iki büyük tarım işletmesi kurulmuştur. 1933 yılından itibaren Türkmence olarak
Dostları ilə paylaş: |