IRAK TÜRKLERİ
Irak Türkleri / Yrd. Doç. Dr. Sinan Marufoğlu [p.603-610]
Yrd. Doç. Dr. Sİnan MarufoĞlu
Celal BayarÜniversitesi Fen-EdebiyatFakültesi /Türkiye
Giriş
Günümüzde Irak sınırları içinde yaşayan ve Türkmenler olarak tanımlanan yaklaşık 2-2.5 milyon civarında bir Türk topluluğu bulunmaktadır.
Nüfus itibarı ile Araplar ve Kürtlerden sonra üçüncü büyük topluluğu oluşturan Irak Türklerinin yerleşim bölgeleri, Irak’ın kuzeybatısından başlayarak güneydoğusunda İran sınırlarına kadar uzanan, zengin yeraltı petrol, maden, yerüstü su kaynaklarına, ılımlı iklim koşullarına sahip coğrafi bölgenin üzerine yayılmıştır.
Türkmenlerin, Azerilerin ve Türklerin çeşitli tarihî süreçler içerisinde Irak’a gelip yerleşen ve Osmanlı dönemi ile birlikte bir Türk potasında birleşen bu topluluk, Irak’ta Abbasî Dönemi’nden Birinci Dünya Savaşı’na kadar, yönetim kadrosunun temel unsurunu teşkil etmişlerdir.
Bundan dolayı, Irak Türkleri, Iraklı toplumlar arasında en şehirli, eğitimli, sivil askerî yönetim becerilerine sahip, tarım, ticaret ve esnaflıkla uğraşan zengin kesimlerin başında gelmekte idiler.
Ancak Osmanlı Devleti’nin 1918’de parçalanması üzerine, Irak Türklerinin kaderi de değişmeye başlamış ve günümüze kadar devam eden acılarla dolu bir sürece girmiştir.
Birinci Dünya savaşı sırasında ve sonrasında, bağımsızlık vaatleri ile, Irak’ta, Iraklı Araplar ile Kürtler arasında İngilizlerin eli ile, etnik milliyetçiliğe dayalı bir yapılanma yaşanırken, tüm tarihleri boyunca, İslâm devletlerinin bekası ve devamı için hizmet eden Iraklı Türkler ise, böyle bir yapılanma arayışı içine girmeyi hiçbir zaman düşünmemişlerdir.
Osmanlı sonrası, Irak’ta yaşanan tüm siyasî ve askerî çekişmeler, sözünü ettiğimiz koşullarda oluşturulan ve giderek güçlenen milliyetçi Araplar ile Kürtler ve emperyalist İngilizlere karşı nema alanı bulan Solcu Komünistler arasında yaşanmıştır.
İşte bu çekişmelerin hiçbirine destek olmayan, sadece kendi kimliklerini yaşatabilecekleri, eşit vatandaşlık ve paylaşım haklarına sahip olabilecekleri istikrarlı bir Irak yönetiminin oluşmasından yana olan Irak Türkleri, tüm diğer kesimlerin saldırısına maruz kalmış ve kendilerine yönelik katliamlar gerçekleştirilmiştir.
1968’den bu yana Irak’ta devam eden Sosyalist Arap Baas Partisi iktidarı, Cezayir’de Fransızların Cezayirli Araplara karşı uyguladığı boyutları aşan bir şekilde, Iraklı Türklere karşı yoğun ve açık bir asimilasyon ve Türk bölgelerinin Araplaştırılmasını amaçlayan bir politika uygulamaktadır.
Bu çalışma, kısaca Irak Türklerinin geçmişine ışık tutmayı amaçlamıştır.
I. Türklerin Irak’a Gelişleri ve
Yerleşmeleri
Türklerin Irak’a gelişleri ve yerleşmeleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, M.Ö. Orta Asya’dan Anadolu ve Mezopotamya bölgelerine göç eden çeşitli Türk grupların bölgede bulundukları bilinmektedir.1
Tarihçilere göre, Türkmenlerin Irak’a ilk gelişleri M. 674 yılında Emevî komutanlarından Ubeydullah bin Ziyad’ın Buhara ve çevresinde Kaboç Hatun idaresinde bulunan Türkmen devletçiğini 24.000 askeri ile kuşatması ve sonuçta bölgeyi fethetmesi üzerine, Türkmen askerlerin cesaretlerinden dolayı, Basra’da zencilerin çıkardığı ayaklanmayı bastırmak için 2.000 Türkmen askeri getirmesiyle gerçekleşmiştir.2
Yine Maşrık Valisi Yezit bin Ömer bin Hüseyin, 749 senesinde Buhara’dan üç yüz kadar Türkmen askerini getirerek ordusuna katmıştır.3
Türkmenlerin hilafet merkezi olan Bağdat’ta görünmeleri Abbasî Devleti’nin kurulmasıyla beraber başlamıştır.
Halife Cafer el-Mansur (754-775), Bağdat şehrini kurarken Türklerden oluşan askerî birlik için bir garnizon yaptırmıştı.4
Daha sonra gelen Abbasî halifeleri, siyasî ve askerî merkezlerini güçlendirmekte Türk askerlerine büyük ehemmiyet vermişlerdir, hatta Halife Harun’ür-Reşit (786-809), muhafız birliğini tamamen Türklerden oluşturmuştu.
Halife Mutasım (833-842) devrinde Türk askerlerin kalması için Bağdat ile Kerkük arasında Tikrit’e yakın bir yerde Sammara şehri kurulmuştur.
Türk askerlerinin şehirdeki sayısı bir ara 40.000’e ulaşmıştı, buradaki Türk askerlerin evlenmeleri için çeşitli Türk bölgelerinden kızlar getirilmiş ve bunlara maaş tahsis edilmiştir.5
Bu dönemden sonra, Türklerin hilafet merkezinde söz sahibi olduklarını gösteren bir başka gelişme de, Halife Mutasım’ın hilafet başkentini Bağdat’tan Sammara’ya nakletmesi idi.
Türklerin halifeler üzerinde çok etkin oldukları bu dönemde herkes tarafından bilinmekte idi. İbn-i Haldun’a göre “Halifelerin elinde bir şey kalmamıştı, Halifelerin hali şairin şu beyitlerinde tavsif ettiği gibi idi:
Halife, Vasıf ile Boğa arasında, kafesindeki kuş gibi, mahpus bir haldedir. Papağan kuşu ne öğretilir ise onu söylediği gibi, Halife de bu iki Türk komutanı tarafından öğretilen sözleri tekrarlar.6
Şüphesiz Türklerin Abbasî halifeleri nezdinde böyle bir konuma gelmeleri, bazı Arap tarihçilerine göre, Türklerin kendilerine has bazı özelliklerinden kaynaklanmıştır.
İbn-i Haldun, El-Mukaddime adlı eserinde o dönemin Türklerini şöyle vasıflandırmakta:
“Onlar yaltaklanmayı, nifakı, boş gösterişi, arada yalan ve uyduruk sözlerle dolaşmayı, riyayı, velilere gösterişli masraflar yapmayı ve ortaklara zulüm etmeyi bilmeyen bir millettir. Bidat’ı bilmezler, nefis ve hevesleri onları ifsat etmemiştir. Şüpheli malları helal olarak almazlar. Dünyada Türklerden cesaretli, atıcı ve düşmana saldırıda kararlı üstün bir millet yoktur.”7
El-Cahız ise, Menakıbu’t-Türk adlı eserinde Türklerin cesaretlerine, sabırlarına, emanete sahip çıkmalarına ve askerî yeteneklerine övgüler sarf etmektedir.8
Irak’a Türkmen aşiretleri ikinci dalga halinde 1050-54 arasında kalabalık gruplar halinde gelerek muhtelif şehirlere yerleşmişlerdir.
II. Selçuklu Dönemi’nde Irak
Türkleri
1055 senesinde, El-Kaim Bi-Emrillah Abbasî Halifesinin, İranlı Şiî mezhepli Büveyhîlerin baskılarından kurtulmak ve manevî hilafet makamını korumak için, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’den yardım talebinde bulunması, Selçuklu Devleti’nin Bağdat’a hakim olmasına vesile olmuştur.
Bağdat’ta Cuma hutbelerini Tuğrul Bey adına okutan Halife, onu Doğu’nun ve Batı’nın Sultanı olarak tanımlamış ve dünyevî yetkilerini de ona devretmiştir.
Araplar, daha önceleri Türklere sadece Etrak (Türkler) derlerken, bu tarihten sonra Etrak-ı Bağdat (Bağdat Türkleri) demeye başlamışlardır.
Selçuklu Türkleri, artık Sünnî İslâm’ı koruma ve yayma görevini üstlenmiş oluyorlardı. Irak tarihî uzmanı olan Mısırlı Prof. Dr. Abdülaziz Süleyman Nevvar’a göre;
“Irak Selçukluları, İran’dan gelen Şiî mezhebinin sürekli baskısına maruz kalmışlardır. Bunun yanı sıra Bizans İmparatorluğu’ndan gelebilecek baskılarla da karşı karşıya kalmışlardır. Selçuklular Bizanslara karşı giriştikleri şiddetli çatışmalarında İslâm’ı ve Sünnî mezhebini yayan ve koruyan konumuna gelmişlerdir, oysa Büveyhî ve Fatımî Devletlerinin son dönemlerinde, Bizanslara karşı yalnız kendi sınırlarını korumakla yetinmişlerdir”.9
Bu dönemde hilafet başkenti Bağdat’ın, Selçukluların elinde kalmasıyla Türkler Irak’a gelerek büyük bir çoğunluk oluşturmaya başlamışlardır. Yine bu dönemde Musul, Erbil ve Kerkük’te Türkmen Emîrlikleri kurulmuştur.10
1258 yılında Moğol istilası ile Abbasî hilafet devleti düşmüş, Moğolların önünden kaçan kalabalık Türk grupları da Irak’a gelmişlerdir.
1258’den sonra sırasıyla 1258-1336 İlhanlı, 1338-1360 Celayirli, 1360-1469 Karakoyunlu ve 1470 tarihinden itibaren de Akkoyunlu Devletlerinin hakimiyetinde kalan Irak, 1508 yılında Şah İsmail önderliğinde bulunan İranlı Şiî Safevî Devleti’nin eline geçmiştir.11
III. Osmanlı Döneminde Irak
Türkleri
Akkoyunlu Devleti’ni 1508 senesinde yıkan İran Hükümdarı Şah İsmail Safevi’nin, 16. yüzyılın başlarında başlatmış olduğu Şia mezhebini Anadolu’da yayma çabaları başarılı olmaya başlamış ve giderek Osmanlı
toplumunda ve yönetiminde huzursuzluk yaratmaya başlamıştır.12
1514 senesinde İran ile girdiği Çaldıran Savaşı’ndan galip çıkan Yavuz Sultan Selim, komutanlarından Ferhat Paşa’yı iki devlet arasında kalan yöreleri ele geçirmesini emretmiş, Ferhat Paşa da Bıyıklı Mehmet Paşa’yı bu iş için görevlendirmiştir.
Bıyıklı Mehmet Paşa, 1515 senesinde Mardin, Raha, Rakka, Musul, Sincar, Talafer, Cezire, İmadiye, Erbil ve Kerkük şehir ve kasabalarını Osmanlı hakimiyetine geçirmiştir.13
Irak’ta Osmanlı dönemi, Bağdat’ın Kanunî Sultan Süleyman tarafından 1534 senesinde fethi ile birlikte başlamış ve bu dönem ile birlikte Irak’a yeni bir Türk dalgasının gelişi gerçekleşmiştir.
1622 senesinde İranlı Safevîler, Bağdat’ı işgal etmişler ise de, Bağdat 1638 senesinde Sultan IV. Murat tarafından yeniden geri alınmıştır. Irak bu tarihten sonra, 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır.14
Osmanlı dönemi boyunca, iki devlet arasında Irak üzerinde devam edegelen mücadele, aslında siyasî ve askerî olduğu kadar, aynı zamanda bir mezhep mücadelesi idi. Zira bölgeye hakim olan taraf, yandaşları mezhep mensuplarından Türkleri bölgeye yerleştirmeye çalışmışlardır.
Safevîler, Şah İsmail zamanında (1505-24) tarihleri arasında, Azerbaycan’ın Şîa mezhepli Merağa Türklerinden bir kısmını Irak’a yerleştirmişlerdir.
Nadir Şah da 1733-43 arasında Irak üzerinde hakimiyet sağlamaya çalıştığı dönemlerde, beraberinde Şîa mezhepli bir kısım Azeri Türklerini getirtip bölgede yerleştirmiştir.15
Osmanlılar da IV. Murat döneminden itibaren, İran-Irak sınırında dağlık bölgedeki, tabiiyetleri belirsiz olan yarı yerleşik ve göçebe Kürt aşiretlerinin, Dicle ile Fırat arasında El-Cezîre bölgesinden ve Fırat’ın batısında çöl bölgesinden gelebilecek göçebe Arap aşiretlerinin muhtemel saldırılarını önlemek, Musul-Bağdat yolunu güvence altına almak için bu yol üzerinde bulunan şehir ve kasabalarda Sünnî mezhepli Türkleri yerleştirmişlerdir.16
Irak’ta Türklerin yerleşim bölgeleri, Osmanlı dönemi boyunca bu amaç doğrultusunda şekillenmiş ve Birinci Dünya Savaşı sonrasına kadar bunların yerleşim bölgeleri, kuzeyden güneye doğru “Büyük Yol” olarak tanımlanan ve Bağdat’ı İstanbul’a bağlayan güzergâh üzerinde yoğunlaşmıştır.
Musul ve etrafındaki kasabalar ve özellikle Talafer, Nebi Yunus ve Reşidiye, Erbil ve Kerkük şehirlerinin yanı sıra bu şehirler etrafındaki köy ve kasabalar; Altınköprü, Kuştepe, Dakuk, Tazehurmatu, Tuzhurmatu, Tavuk, Karatepe, Salahiyye, Kifri, Leylan; Bağdat ve Bağdat’ın doğu ve güneydoğusunda yer alan Hanekin, Mendeli, Kızılrabat, Bedre ve Cessan kasaba ve kazalarının yanı sıra bunlara bağlı çok sayıda köy ve mezra Türklerin yerleşim bölgeleri olmuştur.
Böylece Irak’ta var olan Türk-Türkmen varlığı, Osmanlı dönemi boyunca, Anadolu’dan gelen Türkler ile birlikte doruğa ulaşmıştır.
Kuzeyde özellikle de Kerkük, Erbil ve Musul’da ve yukarıda yerleşim bölgeleri olarak zikrettiğimiz şehir, kasabalarda çoğunlukta idiler. Bağdat’ta sayı bakımından Araplardan sonra ikinci büyük topluluğu oluşturan Türkler, Irak’ın diğer şehir ve kasabalarında ise genelde devletin sivil ve askerî görevini yapan, iş ve ticaret sahipleri Türkler yerleşmiştir.
Irak Türkleri, Osmanlıların geldikleri ilk dönemde, şehirlerde yönetim kadrolarında bulunmalarının yanı sıra, tarım ve hayvancılıkla da uğraşmakta idiler.
Ancak Türklerin, 18. yüzyıldan itibaren, Irak’ın büyük şehir ve kasabalarında yerleşmiş olanları el sanatları, esnaf ve ticaret mesleklerini de büyük ölçüde icra etmeye başlamışlardır.
19. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde, Kerkük, Erbil ve Musul şehirlerinde, büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu esnaflardan; Kılıççılar, Demirciler, Kazancılar, Tenekeciler, Çubukçular, Terziler, Sarraçlar, Keçeciler, Palancılar, Basmacılar, Otrakçılar, Çarıkçılar, Boyacılar, Sarraflar, Kasaplar, Mimarlar, Attarlar, Berberler, Sebzeciler, Kebapçılar, Atçılar, Allafçılar, Lüleciler, Hamallar, Taşçılar, Bostancılar, Na’lıbentçiler, Tütüncüler, Hamamcılar, Neccarlar (Marangozlar), Bakkallar, Sağırcılar, Eskiciler, Oduncular, Ekmekçiler, Kuyumcular, Mumcular, Sabuncular, Katırcılar, Mu’sırcılar, İplikçiler ve Mazotçular faaliyet göstermekte idiler.17
Böylece bu dönem ile beraber, Irak’ta Türklerin büyük toprak sahipleri olmalarının yanı sıra, Erbil, Kerkük, Musul ve Bağdat gibi büyük şehirler ile civar kaza ve kasabalarda zengin sermaye sahibi tüccar ve esnaf olarak iktisadî hayatta da faaliyet gösterdikleri bir dönem olmuştur.18
Zira şehirleşmelerinin bir göstergesi olarak, Türk aileleri bu dönemden sonra, Bezirgân, Otrakçı, Neftçi ve Doğramacı gibi meslekleri ile tanınmaya başlanmışlardır.19
Kerkük, Erbil, Musul ve Bağdat şehirlerinde ve Türklerin çoğunluğu oluşturdukları kaza ve kasabalarda uzun zamandan beri yerleşmiş, devlet kadrolarında görev almış ve Türk kızları ile evlenmiş olan Kürt ve Arapların Türkleştiklerini söylemek mümkündür.
Bununla birlikte Osmanlı Devleti’nin son dönemine doğru gelindiğinde, Türklerin bir kısmı Arap ve Kürtler ile zaman içerisinde gerçekleşen evlilik ve kaynaşmaları sonucu, Kürt veya Araplaşmış bulunuyorlardı.
Bunlardan kuzeyde Erbil ve Süleymaniye çevresinde yerleşmiş olan Türkmenlerin bir kısmı Kürtleşmiştir.
Liung’in araştırmalarına göre Türkmenler ile Kürtler arasında tarih süreci içerisinde, hangi ırkın lehine sonuçlandığı hakkında kesin bir sonuca varmak imkansızdır. Ancak bu evliliklerin netleşme süreci, ortalama %20’si Türkmen ve %35’i Kürtler için sonuçlanmıştır.20
Musul etrafındaki köy ve kasabalarda, güneyde Bağdat ve civarlarında bulunan Türkmenlerin bir kısmı da Araplaşmıştır.
Horasan Türkmenlerinden olan ve Kifri’de yerleşmiş bulunan Bayat aşireti ise, Araplar ile olan evlilik sonucu bir kısmı Osmanlı döneminin sonuna doğru Araplaşmıştır. Bunların yaklaşık %35’i Arap ve %65 Türkmenlerden oluştukları iddia edilmektedir.21
Kerkük ve civarında bulunan Türklerin öteki bölgelere göre bu durumdan daha az etkilendikleri gözlenmiştir.22
Irak Türklerinin çoğu Müslüman Sünnîdirler. Kerkük, Musul ve Bağdat Türklerinin büyük çoğunluğu Hanefî mezhebine mensupturlar. Erbil, Süleymaniye, Köysancak ve Kürt bölgelerinde yaşayanları ise, Şafiîdirler.
Kerkük-Bağdat yolu üzerinde ve civarlarında kırsal kesimde yaşayanlar Türklerin büyük çoğunluğu da, Caferî (Şia) mezhebine mensupturlar.
Dolayısıyla şehir merkezlerinde yaşayan Türklerin Sünnî-Hanefî, Kürt bölgelerine yakın civarlarda yaşayanları, Şafiî, güneye doğru, Arap bölgelerine yakın yaşayan Türklerin büyük çoğunluğu da Caferî mezheplerine mensupturlar.
Türklerin bu inanç ve mezhep yapısındaki coğrafî dağılımın temelinde, yukarıda da zikredildiği gibi, bölge üzerinde yüzyıllar boyunca yaşanan Osmanlı-İran çekişmesinin bir sonucu idi.
Irak’ta Türk varlığı, Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı idaresi altında bu yapıda devam etmiştir.
IV. İngiliz Mandası ve Irak
Kraliyet Devleti İdaresinde
Irak Türkleri
Irak’ta Türklerin kaderi, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen değişmiş ve günümüze kadar devam eden, katliam, sürgün, acı ve ızdırapla dolu bir zaman tüneline girmiştir.
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile birlikte (Musul hariç), Irak’ın tamamı İngilizler tarafından işgal edilmiştir.
Nüfusunun büyük çoğunluğunu Türkler ile Kürtlerin oluşturduğu Musul ise, Mütareke sonrasında İngilizler tarafından işgal edilmiş ve bu yüzden Musul meselesi, siyasî bir sorun olarak, Türkiye ile İngiltere arasında 1926 senesine kadar devam etmiştir.23
Türkiye, iç ve dış siyasî, askerî gelişmeler neticesinde, 5 Haziran 1926 tarihinde imzalanan Ankara antlaşması’yla, Musul vilâyetinden çıkarılan petrolden, 25 yıl boyunca %10 bir pay alma karşılığında, Musul vilâyetinin Irak’a bırakılmasını resmen kabul etmek zorunda kalmıştır.24
Birinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında, işgalci İngilizlere karşı mücadele veren Irak Türklerinin, Ankara Antlaşması’ndan sonra, anavatana tekrar kavuşabilme umutları tamamen ortadan kalkmış ve gelecekleri Irak’ta İngiliz mandası altında kurulan Irak Kraliyet Devleti’nin insafına bırakılmıştır.25
Irak Türklerinin, savaş sonrasında İngilizlere ve Kral Faysal’a karşı olan tutumlarından dolayı,26 Kraliyet yönetimi tarafından sindirme, sürgün ve katliamlara maruz kalmışlardır.
Irak Türklerine karşı ilk katliam, Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngilizler ile işbirliği yapan yerli gayrimüslim taifesine mensup Tayyari Asurilerin, Levy adı altında oluşturdukları askerî milis teşkilâtı tarafından, (Ramazan ayının 30’unda, arife günü) 4 Mayıs 1924 tarihinde Kerkük’te işlenmiştir.
İkinci katliam ise, Kerkük’te petrol şirketinde çalışan işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesi adına, düzenlemiş oldukları toplantı ve yürüyüş üzerine, 12 Temmuz 1946 tarihinde, polis güçlerinin toplanan işçilere ateş açmasıyla meydana gelmiştir.27
Kraliyet döneminde, Irak Türklerinin başşehri olarak kabul edilen Kerkük’te gerçekleştirilen bu katliam girişimleri, aslında Irak Türklerini sindirmeye yönelik idi.
Türkiye ile Irak arasında kraliyet döneminde, bölgesel güvenliğin sağlanmasına dönük İngilizlerin desteği
ile gerçekleştirilen 1937 Sadabat ve 1955 Bağdat Paktları dönemlerinde bile, Irak Türklerine karşı sürgün ve sindirme politikaları sürdürülmüştür.
1918-1958 yılları arasında, İngilizler ve dolayısı ile Irak Kraliyet İdaresi, Irak halkını, İngilizlerin geleneksel (Böl-Yönet) politikası çerçevesinde idare etmişlerdir.
V. Cumhuriyet Döneminde Irak
Türkleri
Irak Türklerinin Cumhuriyet döneminde yaşamış oldukları siyasî gelişmeler, 1958’den günümüze kadar olan dönem içerisinde, Irak’ta gerçekleştirilen askerî ve siyasî darbeler doğrultusunda yön kazanmıştır. Bu nedenle Irak Türklerinin Cumhuriyet sonrasındaki durumunu, dört ayrı döneme ayırarak, kısaca ele alınmaya çalışılmıştır.
1. Abdülkerim Kasım Döneminde
Irak Türkleri
Orta Doğu’da 1948’de İsrail Devleti’nin İngilizlerin desteğiyle kurulması ve gerçekleşen birinci İsrail-Arap savaşından İsrail’in galip çıkması, Mısır’da Arap Milliyetçiliğin lideri olarak kabul edilen Cemal Abdülnasır’ın 1952’de iktidara gelmesi, 1955’te Bağdat Paktı’nın imzalanması gibi, Irak’ın doğrudan etkilendiği birtakım siyasî ve askerî gelişmeler yaşanmıştır.
Irak Kraliyet idaresinin, Irak halkına karşı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra uygulamış olduğu İngiltere yanlısı politikalar sonucunda, 14 Temmuz 1958’de, ordu içinde teşkilâtlanmış olan Arap milliyetçi ve solcu subayların işbirliği ile, General Abdülkerim Kasım önderliğinde gerçekleştirilen askerî darbe üzerine, Irak’ta Kraliyet rejimi devrilmiş ve yerine Cumhuriyet rejimi kurulmuştur.
Başta Irak Türkleri olmak üzere, bütün Irak halkı tarafından sevinçle karşılanan bu devrim, kısa bir süre sonra Milliyetçi Arapları safdışı etmiş ve Komünistler ile Kürtlerin nüfuzu ve etkisi altına girmiştir.
Kerkük’te gelişen birtakım kışkırtıcı olaylar sonunda, 14 Temmuz 1959 günü, yeni kurulmuş olan Cumhuriyetin birinci yıldönümü kutlamaları sırasında, Kerkük’te Türklere karşı büyük bir katliam gerçekleştirilmiştir.
Tarihe 59 Kerkük Katliamı olarak geçen soykırım girişimi, 14-16 Temmuz 1959 tarihlerinde yaklaşık 3 gün boyunca sürmüş ve insan olan herkesi dehşete düşüren yöntemlerle, yaşlı-genç, kadın-erkek ve büyük-küçük demeden, silâhsız ve masum Kerkük Türk halkına yönelik cinayetler işlenmiş, evleri, dükkânları ve ticarethaneleri yağmalanmıştır.28
Gelen uluslararası tepkiler üzerine, Abdülkerim Kasım yönetimi, soruşturma komisyonları kurmuş ve bu cinayetleri gerçekleştirenler hakkında 28 idam kararı almış, ancak hiçbirini gerçekleştirmemiştir.
2. Abdülselam ve Abdürrahman
Arif Döneminde Irak Türkleri
Irak’ta Komünistlerin giderek yönetime hakim olmaları, Irak ordusundaki milliyetçi Arap subaylarını yeniden harekete geçirmiş ve Baas Partisi’nin askerî kanadı ile işbirliği yaparak 8 Şubat 1963 tarihinde, General Abdülselam Arif önderliğinde gerçekleştirilen bir askerî darbe ile Abdülkerim Kasım yönetimi devrilmiştir.
Abdülselam Arif’in Cumhurbaşkanlığı ve Ahmet Hasan el-Bekir’in Başbakanlığında kurulan yeni yönetime Irak Türkleri destek vermişlerdir.
Yeni yönetim de Irak Türklerinin güvenini kazanmak amacıyla, Abdülkerim Kasım döneminde, 59 Kerkük Katliam sorumluları olarak haklarında idam hükmü verilen, ancak gerçekleştirilmeyen idam kararlarını 23 Haziran 1963 tarihinde uygulamıştır.
Abdüsselam Arif, Baas kanadı ile anlaşamayacağını ve iktidarını bunlara güvenerek sürdüremeyeceğini anlayınca, ordunun da desteğini alarak, Kasım 1963’te iktidar içinde bir iç darbe gerçekleştirerek, Baasçıları iktidardan uzaklaştırmıştır.
Nisan 1966’da bir helikopter kazasında hayatını kaybeden Abdülselam Arif’in yerine kardeşi Abdürrahman Arif getirilmiştir.
Irak Türkleri açısından, önceki dönemlere göre göreceli olarak rahat bir dönem olan kardeş Arifler dönemi, 17 Temmuz 1968 tarihinde, Baasçıların Ahmet Hasan el-Bekir önderliğinde gerçekleştirilen yeni bir askerî darbe ile sona ermiştir.
3. Birinci Baas Döneminde Irak
Türkleri
17 Temmuz 1968 darbesiyle, Irak’ta iktidara gelen Sosyalist Arap Baas Partisi’nden29 Türklere karşı olumsuz bir tutum beklenmemekte idi. Zira o tarihe kadar Türkler ile Araplar arasında olumsuz herhangi bir gelişme yaşanmamıştı. Aksine, iki kesimde Komünistlerin baskısı altında kalmışlardır. Dolayısı ile, Irak Türkleri açısında, Mustafa Barzani hareketinin 1960 yıllarından itibaren bölgede ve özellikle Kerkük civarında, Türkler aleyhine Abdülkerim Kasım döneminde gelişmiş olan nüfuz alanlarının kısıtlanması beklenmekte idi.
Nitekim Baas iktidarının en üst komuta meclisi olan Devrim Komuta Konseyi, almış olduğu 89 sayılı,
24 Ocak 1970 tarihli kararı ile, Irak Türklerine kültürel haklarının verilmesini kabul etmiştir.
Irak Türkleri tarafından büyük bir sevinçle karşılanan bu kararın uygulanma aşamasında başlangıçta göstermelik birtakım teşebbüsler yaşanmış ise de, kısa bir süre sonra bu hakların uygulanmasına yönelik kısıtlamalar getirilmiş ve içi boşaltılmaya çalışılmıştır.
Bununla birlikte Irak Baas yönetimi, İran ile yapılan 1975 Cezayir Antlaşması sonucunda Kuzey Irak’ta Mustafa Barzani önderliğinde sürdürülen Kürt hareketinin bastırılması ile birlikte, Irak Türklerine karşı gerçek niyet ve amaçlarını açığa vuran ve temelinde uzun vadede, Türk bölgelerinin Araplaştırılması üzerine dayalı olan ve günümüze kadar devam eden uygulamalarını plânlı bir şekilde ortaya koymaya başlamıştır.
Türk bölgelerindeki Türk isimli okul ve köylerin isimlerini Arap isimler ile değiştirmekle başlayan bu süreç, Türklerin çoğunlukta oldukları ilçe ve kasabaların idarî bağlantılarını başka illere bağlamakla, güneyden Arapların Kerkük’e gelmelerini ve yerleşmelerini teşvik etmekle devam etmiştir.
Bu Araplaştırma politikası en çok, Irak Türklerinin başşehri olan ve zengin petrol kaynaklarına sahip olan Kerkük ve civarında uygulanmıştır.30
4. Saddam Hüseyin
Döneminde Irak
Türkleri
Orta Doğu’da 1977 senesinden itibaren yaşanan birtakım siyasî gelişmeler, Irak’ta Saddam Hüseyin’in mutlak iktidara gelmesini hızlandırmıştır.31
Irak’ta, 1979 senesinin Temmuz ayında, Cumhurbaşkanı Ahmet Hasan el-Bekir sağlık gerekçeleriyle görevinden istifa ettiğini ve yerini Saddam Hüseyin’e devrettiğini açıklamıştır. Saddam Hüseyin, bu şekilde başa gelmesini kabul etmeyen Devrim Komuta Konseyi üyelerini ve Baas Partisi üst düzey kadrosunu tasfiye etmiş ve mutlak iktidarını sağlamlaştırmıştır.
Irak’ta Türklerin ve Türk bölgelerinin Araplaştırılması politikalarını çok açık ve hızlı bir şekilde uygulamaya koyan Saddam Hüseyin yönetimi, Ocak 1980 tarihinde almış olduğu bir kararla, Irak Türklerini topluca güneye ve oralarda Araplar arasında üç ayrı (Kut, al-Imara ve Samava) bölgede yerleştirme kararını almıştır. Ancak Eylül 1980 tarihinde patlak veren İran-Irak Savaşı nedeniyle bu girişimden vazgeçilmiştir.
İran-Irak savaşı süresince de Türk bölgelerine Arapların yerleştirilmesine devam edilmiş ve bu amaçla, 1984 ve 1986 yıllarında Devrim Komuta Konseyi’nin almış olduğu karar ile, nüfus kütüğünü Kerkük’e nakleden ve burada yerleşen Araplara 10.000 Irak Dinarı32 artı bedava arsalar verilmiş, Türk kızları ile evlenen Araplara, işyeri açmak isteyenlere kredi verilmiş, bir kısmı da Kerkük’te petrol şirketinde istihdam edilmişlerdir.
Buna karşın Irak Türklerine yönelik her türlü zulüm, sürgün, işkence ve idam sıradan hale gelmiş, Irak Türklerinin gayrimenkul ve ticarî araç almaları, Arap ortağı olmadan işyeri açmaları yasaklanmıştır.33
Kuveyt Savaşı sonrasında, Irak ordusunun Kuveyt’ten büyük bir bozguna uğratarak çıkartılmasının akabinde, güneyde Şiîler ve kuzeyde Kürtler tarafından başlatılan 1991 halk ayaklanmasına Irak Türkleri de katılmışlardır
Bu ayaklanmalar sonucunda, Irak’ın Bağdat, Musul, Tikrit ve Ramadi şehirleri dışında tüm illeri ve kasabaları ayaklanan halk eline geçmiştir. Ancak bu ortam içinde Irak’ta Saddam’a karşı umut ettiği bir ordu içinden bir askerî darbenin gerçekleşmemesi ve güneydeki durumun giderek İran yanlısı Şiî örgütlerinin eline geçmesi üzerine, Batılı Müttefik güçler, savaş sırasında güneyde alıkoymuş oldukları Irak’ın askerî araç gereçlerini serbest bırakarak, askerî helikopterlerin uçuş yasağı dışında olduğunu açıklayarak, yönetimin tekrar Saddam’ın eline geçmesini bilfiil sağlamışlardır.
Irak rejimi, güneydeki ayaklanmayı bastırdıktan sonra, 1991 senesinin Mart ayında, kuzeyde Kürtlerin ve Türklerin başlatmış oldukları ayaklanmayı silâh gücü ile bastırmasının akabinde, bir milyon insan (Iraklı Türkler ile Kürtler), Türkiye ve İran’a sığınmak zorunda kalmışlardır.
Kuzey Irak Kürtlerinin yerlerinde güvence içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla, Türkiye topraklarında Çekiç Güç adı ile bilinen ABD önderliğinde bir uluslararası askerî güç gölgesinde, Irak’ın 36. paralelin kuzeyinde bir tampon bölge oluşturulmuştur.
Bu uygulama ile birlikte Irak Türkleri, Kürtler ile Araplar arasında iki ayrı bölgede bölünmüş olarak kalmaya mahkum edilmişlerdir.
Saddam Hüseyin yönetimi altında yaşanan bu ağır baskıların yanı sıra, Kuveyt Savaşı sonrasında Irak halkına karşı uygulanan ekonomik ambargo ile birlikte, Irak Türkleri büsbütün yok olma durumu ile karşı karşıya kalmışlardır.
Coğrafî konumları itibarı ile Araplar ile Kürtler arasında sıkışıp kalan ve yaşam tarzları ile büyük çoğunluğu şehirli olan Irak Türklerinin, sahipsizlik ve çaresizlik içerisinde kalan eğitimli, aydın, bilim adamı ve yolunu bulan her biri, 1000 yıldan beri vatan edindikleri topraklarını terk etmek zorunda bırakılmışlardır.
Irak dışına çıkmayı başaran Irak Türklerinin öncelikle kalmak ve yaşamak istedikleri yer ise Türkiye’dir.
Ancak Türkiye’nin bunlara ikamet izni ve vermemesi ve Türkiye’nin kötü ekonomik koşulları, Irak Türklerini büyük ölçüde Avrupa, Kanada, ABD ve Avustralya ülkelerine yönelik gitmeye zorlamıştır.
Büyük bir kısmının Birleşmiş Milletlerin kabul ettiği siyasî mülteci statüsü ile bu ülkelere giderken, bu statüyü kazanamayan ve resmî yoldan buralara gidemeyen Irak Türkleri, çareyi ne yazık ki insan kaçakçılarına başvurmakta aramaya başlamışlardır.
Bu girişimleri de, çoğu kez ya polislere yakalanmakla ya da Ege denizinde boğulmakla son bulmaktadır.
1 Yakupoğlu, Enver, Irak Türkleri, Boğaziçi Basım ve Yayınevi, İstanbul 1976. ss. 12-13.
2 Koçsoy, Şevket, Irak Türkleri ve Irak-Türk İlişkileri (1932-1963), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1991, s. 125; Beyatlı, Aydın, Irak Tarihine Kısa Bir Bakış, Irak Türkleri Kültür ve Sanat Bülteni, Sayı 2, 1990, s. 7-8; Hürmüzî, Erşed, El-Turkman fi’l-Irak, Bağdat 1971, s. 17.
3 Cevad, Mustafa, Tarih El-Turk fi’l-Irak, Mecellet El-Delil, El-aded 2, Necef, 1946, s. 61.
4 Koçsoy, a.g.e., s. 125.
5 A.e.s. 126.
6 İbn-i Haldun, Mukaddime I, Çev: Zakir Kadiri Ugan, II baskı, İstanbul, 1968, s. 56; Çay, Abdulhaluk, Irak Türklerinin Tarihine Genel bir Bakış, Irak Türkleri Sempozyumu Tebliğleri, Ankara, 1987, s. 21.
7 Mecmuat-u Müellifin, El-Irak Fi’t-Tarih, Sürre Men Rea, Darü’l-Hüriyye, Bağdat 1983, s. 421.
8 El-Duri, Abdülaziz, Tarihü’l-Irak el-iktisadi fi’l-Karni’r-rabi’ el-hicri, Matbaatü’l-Mearif, Bağdat 1948, s. 18.
9 Nevvar, Abdülaziz Süleyman, Mısır ve’l-Irak, Dirase fi Tarih el-alakât Beynehuma hatta Nüşüb el-harb el-alemiyye el-ûla, Mektebet el-Encilo el-Mısrıyye, el-Kahire, 1968, s. 32.
10 Cevad, a.g.e., s. 280-281.
11 Çağ yayınları, Büyük İslâm Tarihi, c 13, İstanbul, 1989, s. 174.
12 Ahmed Refik, Sahâif-ı Muzaffariyât-ı Osmâniye adlı eserinde, Yavuz Sultan Selim’in İran’a karşı savaş açmasına neden olan durumu şöyle ifade etmektedir:
Şah İsmail’in yegâne maksadı, memâlik-i şahâne dahiline tohum-ı fesâdı ilka ederek, mezheb-i Şia’yı tezyîd ve kendi bekâ ve istikrarını teyit eylemekten ibaret idi. Bu fikir, tutmuş olduğu mecrây-ı sehil ile öyle bir sahâ-yı intişâr bulmuştu ki, mezheb-i Şia’yı iltizam edenler günden güne çoğalmaya başlamış, hatta Osmanlı ordusu erkânından bazıları nizâm ve kavânin-i askerîyyeye büsbüt’ün muhâlif olarak Şia mezhebini kabul ve ilân-ı Şi’iyyete kıyâm eylemişlerdi. hususıyla Şah İsmail’in Amasya Valisi Şehzâde Sultan Ahmed’in oğullarını himâye ve hazret-i Pâdişâhiye bir tavır-i ihâfe izhâr eylemesi, ilân-ı harbe en mühim bir sebeb teşkil eylemiş idi.
Bkz; (Altınay), Ahmet Refik, Sahâif-ı Muzafferiyât-ı Osmâniye, Kütüphâne-i Askerî, İstanbul 1325, s. 298-299.
13 Marufoğlu, Sinan, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yayınevi, İstanbul 1998, s. 32; İbrahim Halil İbrahim, Tarihü’l-Vatan El-Arabi fi’l-ahd El-Osmani, Camiat El-Musul, Musul, 1984, s. 42.
14 Osmanlıların Irak’ta süren hakimiyetlerini dört ayrı döneme ayırmamız mümkündür:
Birinci dönem: Bağdat’ın 1534 senesinde fetih edilişinden 1622 senesinde Safevîlerin işgaline kadar. İkinci dönem: Sultan IV. Murat tarafından Bağdat’ı 1638 senesinde geri almasından Memlüklülerin başladığı 1749 senesine kadar. Üçüncü dönem: Memlüklülerin dönemi 1749 senesinden bu döneme son verildiği 1831 senesine kadar. Dördüncü ve son dönem ise 1831 senesinden Osmanlıların Birinci Dünya Savaşı’nda mağlup çıktığı 1918 senesine kadar.
15 Cevad, a.g.e., s. 284.
16 Musul eski Valisi Hazim Tepeyran’ın sözleri bu tespiti doğrulamaktadır: “Kerkük, Erbil kazalarının merkezleri ve onlara bağlı köylerden birçoğu gibi Talafer nahiyesi nüfusunun ekseriyetini de Dördüncü Sultan Murat zamanında yerleştirilmiş olan Türkler teşkil ediyorlardı.” Bkz; Canlı Tarihler, Ebubekir Hazim Tepeyrani; Türkiye Yayınevi, İstanbul 1945, s. 391.
17 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cev. Dh, 14393, 25 Rebiü’l-ahir 1262.
18 1850 senesinde, bölgedeki Osmanlı ordusu mensuplarına 15 aydan fazla geçikmiş maaşlarının ödenmesi için, Kerkük esnaf ve tüccarlarından daha sonra Maliye Nezaretinden ödenmek üzere senetler karşılığında para temin edilmiştir.
Marufoğlu, a.g.e., s. 63; BOA, İrd. Dh, 13805, 9 Cemaziyel’ahir 1267.
19 Irak’ta bulunan Türkmen boyları ve aile adları hakkında detaylı bilgi için, Bkz: Saatçi, Suphi, Tarihi Gelişim içinde. Irak’ta Türk Varlığı, Tarihi Araştırmalar ve Dökümentasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, İstanbul 1996, s. 291-300.
20 Frayliç-Ravlig, Türkmen Aşiretleri, s. 13-14.
21 XVI. yüzyılda Bağdat’ta yaşamış büyük Türkmen şair Fuzuli’nin bu aşirete mensup olduğu bilinmektedir.
22 1820 senesinde Kerkük’ten geçen İran kökenli bir görevlinin anlatımlarına göre, Kerkük halkının çoğunu Yeniçeri Türkler oluşturuyurdu. Bkz: El-Bağdadi, El-Munşi’, Rihlet El-Munşi’ El-Bağdadi, Çev. Abbas El-Azzavî, Tab’ Şeriket El-ticare ve’l-tiba’a El-mahdude, Bağdat 1948, s. 64.
23 Musul meselesi, 23 Ocak 1923 Lozan Barış görüşmelerinde çözülmemesi üzerine, 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da Haliç Konferansı’nda tekrar ele alınmıştır. Ancak burada da bir çözüme varılmaması üzerine, Musul sorunu Milletler Cemiyetine havale edilmiştir. Milletler Cemiyeti, Musul meselesini 20 Eylül 1924 tarihinde görüşmeye başlamış ve sorunun yerinde araştırılması, üç devletin (Türkiye, İngiltere, Irak) yetkilileriyle görüşülmesi ve bir rapor hazırlatılması amacıyla, 3 kişiden (Macaristan eski Başbakanı, İsveç’in Bükreş Büyükelçisi De Wirsen ve Belçikalı emekli Albay A. Pavlis) oluşan özel bir komisyonun kurulmasına karar vermiştir., İngilizlerin istekleri doğrultusunda hazırlanan rapora Türkiye’nin itiraz etmesi üzerine, 19 Eylül 1925 tarihinde, Milletler Cemiyeti konuyu Milletler arası Daimi Adalet Divanı’na havale edilmesi kararını almıştır. Türkiye’nin Adalet Divanı’na gitmeyi reddetmesi üzerine de, Meclis özel komisyonun raporunu kabul ederek, Brüksel Hattı’nın güneyindeki toprakları Irak Devleti’ne bırakma kararını almıştır. Daha ayrıntılı bilgi için bakınız: Öke, Mim Kemal, Kerkük-Musul Dosyası, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1991. Mısıroğlu, Kadir, Musul Meselesi ve Irak Türkleri, Sebil Yayınevi, İstanbul 1994. Demirbaş, Bülent, Musul-Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda Kuveyt Meselesi, Arba Yayınları: 44, İstanbul, 1991; Misak-ı Milli ve Türk Dış Politikasında Musul, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1998. Suphi Saatçi, a.g.e.
24 Türkiye daha sonra, 500 bin İngiliz Sterlini karşılığında, bu hakkından da vazgeçmiştir. Mim Kemal Öke, a.g.e., s. 95; Bülent Demirbaş, a.g.e., s. 90.
25 Ankara antlaşmasından sonra, Irak Türklerinin önünde iki seçenek kalmıştır. Ya Lozan Antlaşması’nın 31. maddesine dayanarak Türk vatandaşlığına geçeceklerdi ya da 30. maddeye göre Irak vatandaşlığı kabul edeceklerdi. Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında ikamet eden yetişkinlere tanınan bu hakkın uygulanması için verilen süre ise, iki yıldı ve bu süre çoktan aşılmıştı. Antlaşmanın 33. maddesinde ise, ikamet ettikleri ülkenin dışında bir ülke vatandaşlığına geçmeyi seçenlere, mal varlıkları ile birlikte 12 ay içinde gitme hakkı tanınmıştır. Bu haktan, az sayıda aydın ve iş adamı yararlandı ise de, Irak Türklerinin çoğu Irak’ta kalmayı tercih etmişlerdir. Bkz: Umar, Zubaida, The Forgotten Minority: The Turkomans of Iraq, Inguiry, 462, Fabruary 1987, s. 39.; Suphi Saatçi, a.g.e., s. 194-195.
26 Şerif Hüseyn’in oğlu Faysal’ın İngilizler tarafından Irak’a Kral olarak atanması için, 1921 senesinde yapılan halk oylamasını Irak Türkleri boykot etmiş ve Kerkük’te kurulan oy sandıklarını kırarak, kamu hizmeti veren Türk memurlar, görevlerine gitmeyerek, emekli olanları ise maaşlarını almayarak İngilizlere ve Kraliyet yönetimine karşı açık tepkilerini ortaya koymuşlardır.
27 Katliamın ayrıntıları için bkz: el-Samanci, Aziz Kadir, el-Tarih el-Siyasî li-Turkuman el-Irak, Dar Al-Saqi, London 1999. s. 116-124.
28 1959 Kerkük Katliamı hakkında daha detaylı bilgi için: Suphi Saatçi, a.g.e.; Aziz Kadir el-Samanci, a.g.e.; Enver Yakupoğlu, a.g.e.; Kardaşlık Dergisi, sayı 3, Kerkük Vakfı, İstanbul, 1999.
29 Sosyalizm ile Arap ırkçılığına dayalı bir ideolojisi olan Baas Partisi, Hıristiyan asıllı Lübnanlı Mişel Aflak tarafında 1947’de Beyrut’ta kurulmuş ve 1961 Suriye’de iktidara gelmiştir. Ancak 1963’te Suriye’de Hafız Esat tarafından gerçekleştirilen iç darbe üzerine, Baas Partisi’nin Irak kanadı Suriye kanadından ayrılmıştır.
30 Kerkük ismini 1976 tarihinde al-Temim olarak değiştiren Baas yönetimi, Kerkük’te tüm Türk isimli okul, cami, mahalle ve köylerin isimlerini Arapça olan isimler ile değiştirmiş ve Türk isimli işyeri ve dükkânların tabelalarını yasaklamıştır.
31 1977 senesinde, Mısır Cumhurbaşkanı Enver el-Sadât’ın İsrail’e ânî bir ziyarette bulunması ve ardından İsrail ile Camp David Barış Anlaşmasını imzalaması, Orta Doğu’da büyük bir denge sarsılmasına yol açmış ve Arap ülkeleri, İsrail karşısında Mısır’ın yerini dolduracak yeni bir oluşumun arayışı içine girmişlerdir. İşte bu ortamda, Irak ile Suriye arasında yakınlaşma süreci başlamış ve bu yakınlaşma 1978 sonuna doğru bir birleşme projesi haline gelmiştir. Zira bu teşebbüslerin ilk adımı olarak iki ülke arasındaki sınır kaldırılmış, Irak ve Suriye halkı, iki ülke sınırları içinde serbest dolaşım hakkını elde etmişlerdir. Bu gelişmelerin yanı sıra, 1979 senesinin başında İran’da Şah rejimi yıkılmış ve yerine İsrail’e ve Batıya karşı, Humeyni önderliğinde İslâmî bir rejim başa geçmiştir. Bkz: Marufoğlu, Sinan, Ortadoğu’da Arap Ülkelerinin Siyasî Tarihleri, Marmara Üniversitesi, Orta Doğu ve İslâm Ülkeleri Enstitüsü’nün Türk ve İslâm Ülkelerinin Yeniden Yapılanması ve Türkiye ile ilişkileri yayını, İstanbul 1998.
32 1991 Kuveyt Savaşı’na kadar, 1 Irak Dinarı=3.33 ABD $.
33 Saddam Hüseyin döneminde, Irak Türklerine karşı uygulanan Araplaştırma politikaları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz: Aziz Kadir al-Sabunci, a.g.e.; Suphi Saatçi, a.g.e.
[ALTINAY], Ahmet Refik, Sahâif-u Muzeffariyât-ı Osmâniye, Kütüphâne-i Askerî, İstanbul 1325.
BEYATLI, Aydın, Irak Tarihine Kısa Bir Bakış, Irak Türkleri Kültür ve Sanat Bülteni, Sayı 2, 1990.
Canlı Tarihler, Ebubekir Hazim Tepeyrani; Türkiye yayınevi, İstanbul 1945.
CEVAD, Mustafa, Tarih El-Turk fi’l-Irak, Mecellet El-Delil, El-aded 2, Necef 1946.
ÇAY, Abdülhaluk, Irak Türklerinin Tarihine Genel bir Bakış, Irak Türkleri Sempozyumu Tebliğleri, Ankara 1987.
DEMİRBAŞ, Bülent, Musul-Kerkük Olayı ve Osmanlı İmparatorluğunda Kuveyt Meselesi, Arba Yayınları: 44, İstanbul 1991.
El-BAĞDADİ, El-Munşi’, Rihlet El-Munşi’ El-Bağdadi, Çev. Abbas el-Azzavî, Tab’ Şeriket El-ticare ve’l-tiba’a El-mahdude, Bağdat 1948.
EL-DURİ, Abdülaziz, Tarihü’l-Irak el-iktisadi fi’l-Karni’r-rabi’ el-hicri, Matbaatü’l-Maarif, Bağdat, 1948.
EL-SAMANCİ, Aziz Kadir, el-Tarih el-Siyasî li-Turkuman el-Irak, Dar Al-Saqi, London 1999.
İBRAHİM, Halil İbrahim, Tarihü’l-Vatan El-Arabi fi’l-ahd El-Osmani, Camiat El-Musul, Musul, 1984.
İBN-İ Haldun, Mukaddime I, Çev: Zakir Kadiri Ugan, II baskı, İstanbul 1968.
HÜRMÜZİ, Erşed, El-Turkman fi’l-Irak, Bağdat, 1971.
NEVVAR, Abdülaziz Süleyman, Mısır ve’l-Irak, Dirase fi Tarih el-alakât Beynehuma hatta Nüşüb el-harb el-alemiyye el-ûla, Mektebet el-Encilo el-Mısrıyye, el-Kahire 1968.
MARUFOĞLU, Sinan, Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, Eren Yayınevi, İstanbul 1998.
MARUFOĞLU, Sinan, “Osmanlı Döneminde Kerkük Şehrinin Sosyal ve İktisadî Yapısı (1847-1908)”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı 103, İstanbul 1996.
MARUFOĞLU, Sinan, Ortadoğu’da Arap ülkelerinin Siyasî Tarihleri, Marmara Üniversitesi, Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Enstitüsü’nün Türk ve İslam Ülkelerinin Yeniden Yapılanması ve Türkiye ile İlişkileri Yayını, İstanbul 1998.
Mecmuat-u Müellifin, El-Irak Fi’t-Tarih, Sürre Men Rea, Darü’l-Hüriyye, Bağdat 1983.
Misak-ı Milli ve Türk Dış Politikasında Musul, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1998.
MISIROĞLU, Kadir, Musul Meselesi ve Irak Türkleri, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1994.
Kardaşlık Dergisi, sayı 3, Kerkük Vakfı, İstanbul 1999.
KOÇSOY, Şevket, Irak Türkleri ve Irak-Türk İlişkileri (1932-1963), Boğaziçi Yayınları, İstanbul 1991.
ÖKE, Mim Kemal, Kerkük-Musul Dosyası, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1991.
SAATÇİ, Suphi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, Tarihi Araştırmalar ve Dökümentasyon Merkezleri Kurma ve Geliştirme Vakfı, İstanbul 1996.
UMAR, Zubaida, The Forgotten Minority: The Turkomans of Iraq, Inguiry 462, February 1987.
YAKUPOĞLU, Enver, Irak Türkleri, Boğaziçi Basım ve Yayınevi, İstanbul 1976.
Dostları ilə paylaş: |