Federe ve Muhtar Türk Cumhuriyetleri


Türkmeneli, Yıl. 1, Sayı. 10, Mart 1998, s. 6. 2 Fazıl Demirci, Bir Dramın Öyküsü



Yüklə 14,45 Mb.
səhifə67/100
tarix17.11.2018
ölçüsü14,45 Mb.
#82905
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   100
Türkmeneli, Yıl. 1, Sayı. 10, Mart 1998, s. 6.

2 Fazıl Demirci, Bir Dramın Öyküsü, Ankara 1996, s. 7.

3 Kerküklü Hıdır Lütfü, “Irak Türkleri”, Yeşilada Dergisi, Yıl. 3, C. 2, Sayı. 2, Şubat İstanbul 1951, s. 16.

4 Kerküklü Hıdır Lütfü, a.g.m. s. 12.

5 Suphi Saatçi, Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul 1996, s. 18.

6 Suphi Saatçi, a.g.e., s. 34.

7 Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler), İstanbul 1980, s. 222.

8 Suphi Saatçi, a.g.e., s. 37.

9 Mim Kemal Öke, Musul Meselesi Kronolojisi (1928-1926), s. 111.

10 Sinan Marufoğlu, Osmanlı Dönemi’nde Kuzey Irak, İstanbul 1998, s. 53.

11 Sinan Marufoğlu, a.g.e., s. 53.

12 Fazıl Demirci, a.g.e. s. 148.

13 Fazıl Demirci, a.g.e., s. 149.

14 Haşim Nahid Erbil, (Bir ihtiyar zabitin seyahat hatıraları). “Irak Türkleri”, Türk Yurdu, Yıl. 5, C. 9, S. 3, s. 44.

15 Fazıl Demirci, a.g.e., s. 150.

16 İbid.

17 Enver Yakupoğlu, “Irak Türklerinin Kaderi”, Fuzuli Dergisi, Sayı. 3-4 Şubat 1958, s. 4.

18 Şakir Sabır Zabıt, Kerkük’te İçtimai Hayat-Folklor, Bağdat 1962, s. 142.

19 İzzettin Kerkük. “İlk Türkmen Öğretmenler Kongresi”, Kardaşlık, Yıl. 1, Sayı. 3, Tem. Eyl. 1999. s. 6.

20 Suphi Saatçi, a.g.e., s. 223.

21 Fazıl Demirci, a.g.e., s. 162.

22 Fazıl Demirci, a.g.e., s. 164.

23 Ayhan Bayraktar, “Türkmenlerin Geleceği ve Eğitim Sorunları”, Kardaşlık, Yıl. 1 Sayı. 3, Tem-Eyl. 199, s. 62.

24 Ata Terzibaşı, “Fuzuli Dili Üzerine Notlar”, Fuzuli Dergisi, Sayı. 3-4, Şubat 1958, s. 6.

25 Ahmet Bican Ercilasun, Türk Dünyası Üzerine İncelemeler, Ankara 1993, s. 111.

26 Rabia Kocaman, Irak Türkleri Folklorunda Evlenme Törenleri, İstanbul 1996 (Yayınlanmamış Doktora Tezi) s. 177.

27 Suphi Saatçi, a.g.e., s. 33.

ERCİLASUN Ahmet Bican Türk Dünyası Üzerine İncelemeler, Ankara 1993.

DEMİRCİ Fazıl Bir Dramın Öyküsü, Ankara1996.

KOCAMAN Rabia Irak Türkleri Folklorunda Evlenme Törenleri (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul 1996.

ÖZFATURA Mustafa Necati Kurtlar Sofrasında Orta Doğu 2 Savaş Devam Ediyor, İstanbul 1993.

ÖKE Mim Kemal Musul Meselesi Kronolojisi, (1918-1926), İstanbul 1987.

SAATÇİ Suphi Tarihi Gelişim İçinde Irak’ta Türk Varlığı, İstanbul1996.

MARUFOĞLU Sinan Osmanlı Döneminde Kuzey Irak, İstanbul 1998.

ZABIT Şakir Sabır Kerkük’te İçtimai Hayat Folklor, Bağdat 1962.

BAYRAKTAR Ayhan “Türkmenlerin Geleceği ve Eğitim Sorunları”, Kardaşlık, Yıl. 1, Sayı. 3, İstanbul 1999.

ERBİL Haşim Nahid “Irak Türkleri”, Türk Yurdu, Yıl. 5, C. 9, Sayı. 3, İstanbul 22 Ekim 1915.

ERBİL Haşim Nahid “Irak Türkleri”, Türk Yurdu, Yıl. 5, C. 9, Sayı. 5.

ERBİL Haşim Nahid “Irak Türkleri”, Türk Yurdu, Yıl. 5, C. 9, Sayı. 6-7-8-9.

ERBİL Haşim Nahid “Şimali Irak Türkleri”, Yenigün Gazetesi, 15 Ekim 1918.

LÜTFÜ Hıdır (Kerküklü) “Irak Türkleri”, Yeşilada Dergisi, Yıl. 3, C. 2, Sayı. 2, Şubat 1951.

HÜRMÜZLÜ Erşat “Kerkük’ün Etnik Yapısı”, Kardaşlık Dergisi, Yıl. 2, Sayı. 7, Tem-Eylül 2000.

KERKÜK İzzettin “Irak Türkleri’nin Menşei (Basluhan)”, Türkmeneli, Yıl. 1, Sayı. 10, Mart 1998.

KERKÜK İzzettin “İlk Türkmen Öğretmenler Kongresi”, Kardaşlık, Yıl. 1, Sayı. 3, Tem-Eylül, İstanbul 1999.

KERKÜK İzzettin “İnsan Haklar İhlalleri Açısından Irak Türklerinin Durumu”, Kardaşlık Dergisi, Yıl. 1, Sayı. 1, Ocak İstanbul 1999.

TERZİBAŞI Ata “Fuzuli Dili Üzerine Notlar”, Fuzuli Dergisi, Sayı. 3-4, Şubat İstanbul 1958.

YAKUPOĞLU Enver “Irak Türklerinin Kaderi”, Fuzuli Dergisi, Sayı. 3-4, Şubat İstanbul 1958.

Irak TürkEdebiyatı / Prof. Dr. Ziyat Akkoyunlu [p.625-632]

Prof. Dr. Zİyat AKKOYUNLU

Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi / Türkiye

Ondokuzuncu yüzyılda Orta Asya’dan ayrılarak batıya göç eden Oğuzların ilk öncülerinden olan Irak Türkleri, geçmişte pek çok siyasi olaylara maruz kalan bu bölgede bin yıldan daha fazla süreden beri bütün zorluklara rağmen milli benliklerini koruyarak yaşamaktadırlar. İlk defa Abbasiler (833-842) döneminde koloni olarak bu bölge yönetiminde yer alan Türkler, Selçuklular, Atabeyler (XII-XIII. yy.), Moğol istilasıyla İlhanlılar (1258-1336), Celâyirliler (1336-1360), Karakoyunlular (1360-1469), Akkoyunlular (1469-1508), Safevîler (1508-1534), dönemlerinde bölgede iktidarı hep ellerinde bulundurmuşlardır. Kanunî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi (1534) ile Osmanlı topraklarına katılan bölge kısa bir süre Safevî idaresi altında kaldıktan sonra 4. Murat tarafından tekrar Osmanlı yönetimine dahil edilmiştir (1638). Akabinde bölge, Rumeli, Afyon, Urfa, Diyarbakır, Tokat gibi bölgelerden Türk boyları sevk edilmesiyle önemli bir Türk nüfusa sahip olmuş ve 1918’deki İngiliz işgaline kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Musul vilayeti olarak bilinen bölgenin 5 Haziran 1926’da resmen Türk idaresinden çıkarılmasıyla bin yılı aşkın bir süreden beri devam eden Türk hakimiyeti sona ermiştir.

Bu tarihten itibaren 1958’e kadar krallık, 1958-1968 arası arka arkaya gelen ihtilaller döneminden sonra 1968’den günümüze kadar Baas Partisi’nin yönetiminde yaşayan Türk nüfusu, yaklaşık iki buçuk milyon olarak tahmin edilmektedir.

Hem nüfus hem de nüfuz yönünden bu topraklar üzerindeki Irak Türkleri, varlıklarını yüzyıllar boyunca çeşitli Türk boylarının bir bütünlük arz eden Türk kültür ve birikimi sayesinde sürdürmektedirler. Bu köklü kültürü, onun tezahürü ve en önemli unsuru olan dillerini mümkün olduğunca korumak için işleyerek edebi dil niteliğinin yok olmamasına gayret sarf etmektedirler.

Yukarıdaki tarihi seyri dikkate alarak Irak Türk Edebiyatını bir tasnife tabi tutacak olursak Osmanlı’nın bu topraklar üzerinde hakimiyetini kaybettiği 1918’i bir dönüm noktası olarak kabul etmek gerekmektedir.

1918’den önceki dönemi yani Osmanlı ve ondan önceki Türk devletlerinin hakimiyeti altındaki Irak Türk Edebiyatı, bütün Türk alemiyle aynı çizgide olan müşterek Türk edebiyatına dahil olan kısımdır. 1918’den sonraki kısım ise sırasıyla İngiliz ve Arap baskılı hakimiyetleri altında ana yurttaki edebiyat anlayışlarının dışında kalarak yeni edebiyat cereyanlarını zaman zaman oluşan kopukluklar dolayısıyla geriden takip eden o bölgeye münhasır bir edebiyat dönemidir.

Nesîmî, Fuzulî, Ahdî, Rûhî, Nevres-i Kadîm, Garîbî, Sâfî, Şeyh Rıza, Kabil gibi bütün Türk dünyasında tanınan edebî şahsiyetler, müşterek edebiyat döneminde Irak’ta yetişmiş dev şâirlerdir.

Müşterek edebiyatı takip eden dönemlerde kaderlerine terk edilen Irak Türkleri, artık bütün çabalarını öz benliklerini muhafaza etmeye yöneltmişlerdir. Buna mukabil aynı tarihlerde Türkiye hudutları dahilindeki edebiyatçılar tarafından batı tesiri altında yeni edebiyat cereyanlarına bağlı olarak eserler verilirken, Irak Türklerinin diğer bütün kültür tezahürlerinde olduğu gibi edebiyatlarında da eski geleneğe sıkıca bağlı kaldıkları müşahede edilmektedir.

Irak Türk edebiyatının ulvî sanatçılarından ve mensup olduğu edebiyat tarzının bütün inceliklerini bilen Hicrî Dede (1880-1952) mahalli ağız özelliklerini koruyarak, kendine has yorumuyla icra ettiği Kerkük Hâtırâtı isimli şiirinde, divân tarzını halk tarzına yaklaştırarak Irak Türk edebiyatının en mutena örneklerinden birini vermiştir:

Cennet vatanım âlem-i gurbet de cehennem

Ben cennetimi zahmet-i nîrâna değişmem

Ben müftehirem millî lisânımla cihânda

Öz postumu yüz atlas-ı elvâna değişmem

Her hoyratı var nağme-yi Dâvûd’a müşâbih

Her perdesini evc-i aşîrâna değişmem.

Kendisi için yazdığı şiirinde ise yine şekil divân tarzı, ama söyleyiş halk tarzına yakındır:

Giymişim hırka-yi rindâne melâmetzedeyim

Mesleğim gizli değildir. Dede oğlu Dede’yim.

Çağdaşı Türkiyeli yazarlarla paralellik gösteren bu eserlerin yanı sıra Dede’nin horyat (kesik manî) gibi halk edebiyatı mahsulleri örnekleri verdiğine de şâhit oluyoruz:

Deryanın sağ alması

Aldı(r) al bağ alması

Dost mene bir daş vurdu

Çetindi sağalması.

Bu tarzda, yani halk tabirlerini ve dilini kullanarak şiir yazma çabası Türkiye’de yaşayan şâirler arasında bir ekol olarak 1911 ve daha sonraki yıllarda görülmeye başlar. Irak Türk edebiyatı temsilcilerinden Hıdır Lütfi (1880-1959) ve Mehmet Sâdık (1886-1967) da çağdaşları Türkiyeli yazarlarla aynı çizgide eserler verirler. Bu paralellik özellikle Kutsîzâde Ahmet Medenî Efendi’de (1889-1940) daha bariz bir hal alır. Kutsîzâde, Muallim Nâci ve Reşit Akif Paşa gibi, Türk edebiyatının bazı kıymetli şahsiyetlerinin gazellerine terbiler yazmasıyla tanınır.

Irak Türkleri, edebiyatlarında, bir taraftan eski geleneğe bağlı mahsuller vermeye devam ederken diğer taraftan da Anavatan’daki yeni edebî cereyanları takip etmeyi ihmal etmeyerek, Türkiye’deki yeni edebiyatı, fırsat buldukça incelemeye ve o tarzlarda mahsuller vermeye çalışıyorlardı. Bu denemeler bazen çok başarılı, bazen de kötü bir taklitten ibaret oluyordu. Başarılı denemeler, belli bir kesim tarafından öze dönme yani yabancı unsurlardan uzak bir edebiyat olarak beğeniyle karşılanırken, diğer bir kesim tarafından da özden kopma hareketi olarak telakki edildiği için, şiddetle reddediliyordu. Ancak iki kesimin de çabası Türklüğü savunmak idi. Bu zıt görüşler, Muallim Nâci ile Recâizâde Mahmud Ekrem arasındakine benzer tartışmalara yol açtı. Bu ihtilaf, bir ara uzun edebî tartışmalara vesile oldu. Ata Terzibaşı ile Salah Nevres arasındaki bu tartışmalara, dönemin tek edebî dergisi olan Kardaşlık Dergisi’nde geniş çapta yer verildi.

Aslında, yeni şiir anlayışının Iraklı Türk edebiyatçılar arasında yayılması Beşir Gazetesi’nin yayın hayatına girmesiyle başlar. Nitekim, Beşir’de yayınlanan ilk serbest şiir örneklerine “Özbaşına Şiir” başlığının verilmesi, bu tarzın henüz isminin bile Irak Türkleri arasında oturmadığını gösteriyordu. Bu yeni akımın Irak Türk Edebiyatına girişi, bir süre sonra edebiyat çevrelerinin sert tepkilerine yol açmıştır. Eski geleneği savunanlar arasında, başta Mehmet Sâdık olmak üzere, divân edebiyatına bağlı olanlar yer alıyordu. Ancak bu tepkinin fikir alanındaki önderi, serbest şiir anlayışını sert bir dille eleştiren Ata Terzibaşı’dır.

Bütün bu tartışmalara rağmen Kerkük’te şiir yazma geleneği, her iki görüş doğrultusunda ilerlemeye devam etti.

XX. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nda ve özellikle Irak’ta meydana gelen siyâsî çalkantılar, ister istemez edebiyat dünyasına da yansımış ve edebî cereyanları etkilemiştir. Yüzyılın başlarında yoğunlaşan siyâsî çekişmeler, 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilânına yol açmıştır.

İmparatorluk merkezinden hayli uzak bir bölgede olmasına rağmen Irak’taki Türk topluluğu, Osmanlı-Türk kültürü ile besleniyordu. Merkez İstanbul’da oluşan edebiyat cereyanları ve edebî hareketler, geç de olsa Musul, Kerkük ve Erbil’de yankılanıyordu. İstanbul’daki edebî eserler, Irak’taki Türk bölgelerinde ilgi uyandırıyor ve bu bölgelerin kültür ve edebiyat çevrelerini besliyordu.

1908 Meşrutiyeti’nden sonra, Türkiye’de başlayan yenileşme hareketine paralel olarak dilde sadeleşme çabalarının yoğunlaştığı görülür. Yapılan edebî tartışmalar, şiir sahasını kapsamakla beraber, daha çok düz yazı üzerine odaklanıyordu. Genç Kalemler ve Yeni Lisan görüşünü ileri süren Ömer Seyfettin’in İstanbul’a gelerek dilde sadeleşme hareketine katılması ve 1917’de Ziya Gökalp tarafından kurulan Yeni Mecmua kadrosunda yer alması, sadeleşme hareketine büyük güç kazandırıyordu. Savaş yıllarının getirdiği ağır sıkıntılar ve buhranlara rağmen, dil üzerine tartışmalar ve edebî çekişmeler, Türk dilinin yeniden yapılanmasına yol açıyordu. Bu sıralarda Kerkük ve yöresinin, İngilizlerin Irak topraklarını işgal etmesi yüzünden, merkez İstanbul’dan ve oradaki edebiyat ve kültür hareketlerinden ve gelişmelerden koparak, yüzyıllardır kültürel yönden beslendiği kaynaklardan ilişkileri kesiliyordu.

Irak’ta yaşayan Türkler için bu husus, Türkçe kaynaklar bakımından büyük bir dönüm noktası sayılır. Artık Türkler, Türkçe kaynaklara kendi şahsi çabaları ile ulaşacaklar veya kendi kendilerine yeteceklerdir. İngiliz mandası olarak kurulan Faysal Krallığı, başlangıçta Türkçe tedrisat konusunda serbestlik vermiştir. Irak’la İngiltere arasında 1922’de imzalanan anlaşma, Irak’taki

diğer azınlıklarla birlikte Türklere de bazı haklar sağlamıştır. Buna göre vatandaşlar arasında ayırım gözetilmemesi ve okullarda ana dille tahsil yapılması güvence altına alınmıştır. Yayınlanan ilk anayasa metninin de Arapçanın yanında Türkçe ve diğer azınlık dillerinde olduğu görülmüştür. 1933 yılında son şekli verilen Anayasa’nın 17. maddesinde, Arapçanın resmî dil ilan edildiği, bazı istisnâî durumlarda 1931 yılında çıkarılmış olan 74 numaralı “Mahalli Diller” kanunu gereğince, Kerkük ve Erbil gibi Türklerin yoğun bulunduğu bölgelerde yargılanmanın Türkçe yapılması benimsenmiştir. Ayrıca, yine Türklerin çoğunluk oluşturduğu yerlerde ilkokullardaki tedrisatın tamamen Türkçe yapılması öngörülmüştür. 1938’den itibaren ise, verilmiş olan bütün kültürel hakların yavaş yavaş geri alınmasına başlanılmıştır.

Krallık döneminin sona erdiği 14 Temmuz 1958 tarihinde kurulan şeklî cumhuriyet rejiminin getirdiği çalkantılar ve arkasından gelen 1959 Kerkük katliâmı, oradaki Türklerin millî şuurlarının kamçılanmasına ve yeniden canlanmasına sebep olmuştur. Bu tarihe kadar Türkler, kültür faaliyeti olarak sadece Kerkük ve Âfâk isimli gazete ve dergilerle Türkçe neşriyâta sahip olabilmişlerdir. Bütün bunlara rağmen, Irak Krallık döneminde yaşanan ve edebî gücünü XX. yüzyılın ilk yarısında gösteren güçlü isimler yetişmiştir. Bu kuşak içinde yetişen edebiyatçıların en büyük şansı, belki de köklü bir Türkçe eğitim görmelerinden kaynaklanmaktadır. Bunların arasında varlık gösteren en güçlü isim, şüphesiz Hicrî Dede’dir. Eski geleneğe bağlı olan Hicrî Dede, dili ve güçlü tekniği ile şiir âleminde yüzyılımızın Irak Türk edebiyatı tarihinin bir zirvesi sayılır.

Yine bu kuşağa dahil edilenler arasında, Hıdır Lütfî, Mehmet Sâdık, Tercilli Ömer Ağa, Kudsizâde Mehmet Zeki Efendi, Mehmet Râsih Öztürkmen, Kudsizâde Ahmet Medenî Efendi, Haşim Nahid Erbil ve Cevad Nebioğlu gibi isimleri zikretmek mümkündür.

Irak, cumhuriyet döneminde Kerkük’te yayın hayatına başlayan Beşir Gazetesi, Irak Türk edebiyatında sadeleşme hareketinin habercisi olmuştur, denilebilir. Bundan bir yıl sonra Bağdat radyosunda Türkmence Bölümü’nün açılması, radyo yayınları bakımından, Irak’ta Türklerin yazı dili ile konuşma dili tartışmalarını gündeme getirmiştir. 7 Mayıs 1960 tarihinde kurulan Türkmen Kardaşlık Ocağı’nın gerçekleştirdiği en önemli faaliyet ise, Irak Türklerinin kültür tarihinde büyük yeri olan Kardaşlık Dergisi’ni yayın hayatına geçirmesiydi (ilk sayısı Mayıs 1961’de yayınlanmıştır). Özellikle yeni edebiyat anlayışının ele alınarak tartışma konusu olması, yine bu dergi sayesinde olmuştur.

Sadeleşme hareketine katılan eski çığıra bağlı edebiyatçılar da, eski şiir tarzı ile eski dil anlayışının bırakılacağını ve sadeleşme akımının yavaş yavaş benimseneceğini gösteren tavırlar almışlardır. Sadeleşme taraftarı olan Reşit Akif Hürmüzlü, Esat Nâib, Sait Besim Demirci, Nazım Refik Koçak, Tevfik Celal Orhan ve Abdulhakîm Mustafa Rejioğlu hem şiir hem de düz yazıda eski dilin ağır ve ağdalı anlatımını bırakarak hececilerin yolunu tutmuşlardır. Bunların arasında düz yazıda daha da aşırı bir sadeleşme taraftarı olan Abdulhakîm Mustafa Rejioğlu, özellikle genç şâir ve yazarları etkiliyordu.

Buna karşılık, eski çığıra bağlı olan Mehmet Sâdık’ın izinden yürümeye devam eden ve yenileşme hareketine karşı tepki gösteren bir grubun varlığı da dikkat çekiyordu. Bunların en önde gelenleri Tisinli Celal Rıza, Hasan Görem, Osman Mazlum, Mehmet İzzet Hattat ve Fahrettin Ergeç’tir. Bu grubun içinde en çok ilgi çeken ve edebiyat çevrelerinde yankı uyandıran ise, şüphesiz Osman Mazlum’dur. Daha çok şiir tarzında eserler veren bu grubun, düzyazıda varlık gösteren herhangi bir temsilcisi yoktur. Bütün bunlardan başka kararsız görünen ve arasıra yeni tarzı da deneyen edebiyatçılar da vardır. Bunların arasında Reşit Ali Dakuklu ve Ali Marufoğlu’nu gösterebiliriz.

Bu gelişmelerin dışında kalan, ancak sağlam bir edebiyat kültürü ile kendini yetiştiren ve Yahya Kemal Beyatlı’nın şiir anlayışını benimseyen, İzzeddin Abdi Beyatlı güzel şiir örnekleri veren başarılı şâirlerdendir. Dil ve edebiyat konularında düzyazıları ile de tanınan İzzeddin Abdi Beyatlı, serbest şiir denemelerinde de başarılı örnekler vermiştir. Bahaddin (Salihi) Akasya da Yahya Kemal izinde yürümüş, ancak çok az eser vermiş şâirlerimizdendir.

Bu sıralarda Kardaşlık Dergisi’nde ilgi çekmeye başlayan Nesrin Erbil, serbest şiir dalında başarılı örnekler veriyordu. Teknik açıdan çağdaşı Türkiyeli şâirler ayarında başarılı şiirler yazan Nesrin Erbil, şiirlerinde işlediği konuları, bütün benliği ile yazıyordu. Bu özellikleri dolayısıyla da, aynı dalda eser veren Iraklı diğer Türk şâirlere nazaran daha hoşgörüyle değerlendiriliyor ve takdirle karşılanıyordu. Aynı dalda eserler veren Salah Nevres ise, yeni şiiri, başlangıçta aşırıya kaçan bir üslûpla ele aldığı için gerçek düşünce ve hislerini ifadede yetersiz kalarak eleştirilere hedef oluyordu. Bu tutumunu yumuşatmasından sonra öz ve teknik açıdan daha başarılı şiir yazmaya başlamıştır.

Düzyazıda, en yoğun gelişmeler de yine bu sıralarda kaydedilmiştir. Başta Abdulhakîm Mustafa Rejioğlu olmak üzere Reşit Kazım Beyatlı, İhsan S. Vasfi, Rıfat Yolcu, Haşim Kasım Salihi ve Erşat Hürmüzlü düz yazının çeşitli dallarında ilgi çeken en olgun edebî simâlardır.

Bunların içinde Abdulhakîm Mustafa Rejioğlu, Irak Türk edebiyatı tarihinde, belki de ilk sayılabilecek deneme ustası olarak müstesna bir yere sahiptir. Lirik ve düşünce yazılarında ise Reşit Kazım Beyatlı ile Erşat Hürmüzlü, en çok ilgi toplayan yazarlar arasında yer alırlar. Aktualite ve magazin türü yazıları ile İhsan S. Vasfi, hikâye türünde ise Haşim Kasım Salihi kendilerine has bir anlatım gücüne sahiptirler. Şiir sahasında; Ata Bezirgan, Nihat Akkoyunlu ve Erşat Hürmüzlü, yeni şiir akımına bağlanmışlardır. Ancak bu sahanın en güçlü temsilcileri, Nesrin Erbil ile Salah Nevres’tir. Son yıllarda Nesrin Erbil şiir dünyasından ayrıldığı için Salah Nevres bu dalın tek güçlü temsilcisi durumundadır. Yeni şiir anlayışına katılanlar arasında kendi üslûbunu bulan Muzaffer Arslan’da zikredilebilir. Genç kuşaklar arasında son yıllarda parlak bir gelecek gösteren, hem şiir hem de düz yazıda başarılı örnekler veren Nusret Merdan ile Mustafa Ziyaî’ye dikkat çekmek isteriz.

Irak Türk edebiyatında oyun yazarlığı fazla rağbet görmemiştir. Sırf radyoda veya televizyonda oynanmak üzere yazılan oyunların hepsi, mahallî ağızla yazıldığı için, bunların basım işleri önemsenmemiştir. Bu arada Salah Nevres’in yazdığı birkaç oyun yayınlanmıştır. Ancak, Irak Türk edebiyatı içinde oyun yazarlığı ve oyun çevirilerinde büyük başarı gösteren İsmet Hürmüzlü, bu sahanın en güçlü ismi sayılır.

Irak Türk edebiyatı, genelde Batı Türklerinin edebî nüfuz sahasına girer. Yörede konuşulan mahallî ağızlar, yazı dilinde kullanılmaz. Irak Türklerinin yazı dili Türkiye Türkçesidir. Ancak, yörede çok yaygın olan ve mahallî ağızla söylenen anonim manî ve horyat dörtlükleri büyük ilgi toplar. Yedi heceli ve genel olarak dört mısradan oluşan bu mini şiir dörtlükleri, gelmiş geçmiş bütün Iraklı Türk şâir ve yazarları tesiri altına almıştır. Irak Türkleri arasında sırf bu halk hazinesinden faydalanarak yazan iki şâire de işaret etmek gerek.

Manî ve horyat dörtlükleri biçiminde şiir yazanlar arasında en başarılı isim, Mustafa Gökkaya’dır. Bunun yolundan giden ve yine halk arasında ilgi toplayan Nâsıh Bezirgân bu türün başarılı bir temsilcisi sayılır. Halk edebiyatından etkilenerek yazan diğer bir şâir de Telafer’in tanınmış ismi Felekoğlu’dur. Halk şiirine Nihat Akkoyunlu da ilgi duymuş ve bu tarzı denemiştir. Nihat Akkoyunlu’nun, mahallî deyimlere sıkça yer veren horyatları da dikkat çekicidir. Bunların yanında horyat dörtlüğü ve manî tarzını deneyen isimler arasında Hicrî Dede, Nazım Refik Koçak, Reşit Kazım Beyatlı, Reşit Ali Dakuklu, İzzettin Abdi Beyatlı, Osman Mazlum, Ali Marufoğlu ve Mehmet İzzet Hattat zikredilebilir.

Irak Türklerine mensup bir çok şâir ve yazar da Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye yerleşmişlerdir. Bunların bir kısmı Türkiye çapında şöhret olan eserler vermişlerdir. Bunların arasında pek çok eser veren Ahmet Haşim, Nahit Erbil, Necmettin Esin, Ömer Öztürkmen ve Ayhan Kırdar, Türkiye’de üne kavuşan simâlardır.

Verilen bilgiler ışığında Irak Türk edebiyatını değerlendirecek olursak şu tespitleri yapabiliriz.

Irak Türkleri, yüzyıllardan beri eski Musul Sancağı (Musul, Kerkük, Erbil, Süleymaniye) ve Kızılırbat, Mendili, Hanekin bölgesinde yaşamaktadırlar.

Irak Türklerinin yaşadığı bölge, değişik milliyetler ve kültürlerle çevrili bir bölgedir. Bağdat ve güneyinde Araplar ve Arap kültürü, doğuda İran ve Fars kültürü, kuzeyde Süryaniler, Asurîler, Yezîdiler, Kürtler, batıda Suriye’de yaşayan Araplarla orada bulunan diğer etnik gruplar ve onlara ait değişik kültürler yer alır.

Irak Türklerinin kendi milleti ve kültürüyle bağlantısı doğudaki Azerî Türklerinin yanında kuzeybatıdan Türkiye Türkleri ile olmuştur. Ancak, kültür yönünden beslenmesi Türkiye Türkleri ile gerçekleşmiştir. Bu beslenme ve bağlantı tarih boyunca zaman zaman kesilmiştir

Irak Türkleri yaşadıkları coğrafyada çok kuvvetli milliyetler ve kültürlerle çevrili bir bölgede yaşamalarına rağmen hiçbir zaman millî benliklerini kaybetmemişler ve onu titizlikle muhafaza ederek tarihin derinliklerinden bugüne kadar getirmişlerdir.

Bu özellik, Türk milletinin var olduğu dönemlerde değişik coğrafyalarda ve farklı mekanlarda her zaman ortaya koyduğu tabiî bir hadisedir. Türkler, tarih boyunca, Çin, Rus, Hint, Fars, Arap, Bizans vb. dünyanın en köklü milliyetleri ve kültürleri ile birlikte iç içe olmalarına rağmen kendi milliyetleri ve kültürel kimlikleri ile yaşamaya devam etmişlerdir. Pek çok milletin tarih boyunca belli bir coğrafyada yaşayıp kaldıkları, bütün kültürel birikimlerini aynı vatanda biriktirdikleri göz önüne alındığında, Türklerin kültürlerinin ve bilhassa edebiyatlarının dünyanın geniş bir coğrafyasında yaşayıp sürmesinin anlamı daha iyi anlaşılacaktır.

Bu sonuç bir anlamda Türk kültürünün ve zenginliğinin bir ifâdesidir.

20. yüzyılda Irak’ta yaşanan pek çok talihsiz uygulamalarla Türkiye’yle ve Türk dünyasıyla bağlantısı zaman zaman kesilmesine rağmen tarihten gelen şuuru ve bağlılığıyla Irak Türkleri, millî varlıklarını ve edebiyatlarını bugüne taşımışlardır.

Türk dünyasının edebiyatlarından ve kültürlerinden haberdar olan, yeni edebî cereyanlar ve eserlerle beslenecek olan Irak Türk Edebiyatı 20. yüzyıldaki suskunluğunu giderecektir. Bunun ardından 21. yüzyılda Irak Türklerinin sesini bütün Türk dünyasına duyuracak olan yeni Fuzûlîler, Nesîmîler ve Hicrî Dedeler yetişecektir.

Bütün bu gelişmeler aslında ulu bir çınar ağacının dalları misali olan dünya Türklerinin sevgileri, heyecanları ve ümitleri ile bir bütün olduklarını hatırlatacaktır. Bu sevgi, heyecan ve ümitlerle ortaya konacak olan edebî eserler “ulu çınar”a verilecek “can suyu” misali dünya Türklüğünün BENGİ SU’yu olacaktır.

Irak Türk Halk Edebiyatı

Türküler

Türküleri ezgilerine göre ‘‘uzun hava’’ ve ‘‘kırık hava’’ olmak üzere iki gruba ayırmak mümkündür. Ölçüsü ve ritmi belli olan ezgilere kırık hava, belirli bir usule bağlı olan ancak söyleyenin ses becerisine göre ufak tefek değişikliğe uğrayan ezgilere ise uzun hava denir.

Irak Türklerinde kırık hava tarzındaki ezgiler ‘‘beste, me’ni’’, uzun hava tarzındaki ezgiler ise ‘horyat, ağıt, ninni, gazel, divan, aşık kerem havası, karabağ havası olarak isimlendirilir. Besteleri, bir uzun hava çeşidi olan horyatlarla birlikte söylemek adettendir. Bestelerin başında ve bend aralarında dönderme adı verilen nakarat kısımları bulunur.

‘‘Ağam Süleyman paşam Süleyman

Evleri köpri başında

Boyıva (boyuna) hayran

Gel öpim gözlerivden

Sen etme invan (naz) ’’

“Boyıv boylardan küle (kısa) ...........…ağam Süleyman

Benzisen gonca güle..........……….... men sana hayran

Yıhıpsan (yıkmışsın) babam evin..................... ümrim Süleyman

Üzime (yüzüme) güle güle...………… doldır ver fincan

Ağam Süleyman......…………………………….”

Horyat, ağıt, ninni, gazel, divan, aşık kerem havası, hece vezni; gazel, divan türleri ise aruz vezni ile meydana getirilen uzun hava türlerindendir. Karabağ havası da bir çeşit uzun havadır.



Manî

Irak Türkleri, manî türüne horyat, koyrat isimlerini verirler. Düz manî, kırık havalar yani beste (halk türküsü), tenzile (dini türkü ve şarkı) vb… gibi; kesik manî ise uzun havalar için malzeme olarak kullanılır. Bu sebeple kesik manî türlerine Kerkük yöresinde manî ismi verilmez. Düz manî türlerine ise nadiren manî denir.

Düz manî, hecenin yedili kalıbıyla yazılan dört mısradan meydana gelen, aaxa şeklinde kafiyelenen kıtalardır. Mısra sayısının arttırılması gereken durumlarda biri serbest diğeri daha önceki mısralarla kafiyeli iki mısra ilave edilir:

Feleğin bir güni var

Sinemde dügini var

Duşmana verdi fırsat

Bizede bir güni var

Mısra sayısı arttırılan manîye örnek:

Ağlaram ağlar kimin

Derdim var dağlar kimin

Yüz yerden yarıyam

Gezerem sağlar kimin

İsterem dir gülüm

Evvelki çağlar kimin

Gevlim bele verandı

Kış ğünü bağlar kimin

Bayğuş girse hofeder (korkar)

Haraba damlar kimin

Kesik manî (horyat) ilk mısraı yedi heceden az bir kelime veya kelime grubuyla kurulan diğer mısraları yedişer hece olan genellikle cinaslı manîlerdir. Cinas-ı tam ile kurulan horyatlar en makbul horyatlardır. Ayrıca cinas-ı nakıs, kafiyeli, redif ve kafiyeli, kelime gruplarının tekrarlanmasıyla kurulan hoyratlar da vardır.

Dilim dilim

Kes meni dilim dilim

Başıma çoh dert geldi

Getiren dilim, dilim

Ağıt

Irak Türklerinin sazlamağ ismini verdikleri ağıtlar ‘‘şıvan’’ ismi verilen eski yuğ törenlerine benzer merasimlerde genellikle kadınlar tarafından icra edilir. Sazlıyan ismi verilen bu kadınlar bazen klişeleşmiş dörtlükleri bazen de duruma uygun acıyı dile getiren horyat dörtlüklerini okurlar:

Aşına felek

Didem yaşına felek

Akıbet kuş kondırı (kondurur)

Kabrim daşına felek



Ninni

Çocukları uyutmak için anneler tarafından değişik ezgilerle, ölçülü veya ölçüsüz olarak söylenen ninniler, sözlü halk edebiyatı verimleridir. Ninniye “Leyle” ismini veren Irak Türkleri, bunları seslendirirken genellikle manî ve horyat dörtlüklerini tercih ederler. Leylelerin başında ve mısra aralarında “dönderme” ismi verilen “leyle balam leyle”, “ülle balam ülle” şeklinde nakarat kısımları bulunur.

Ülle balam ülle, leyle balam leyle

Leylev édim yatasan

Konca güle batasan

Eeee………. eeee……… e

Konca gül payıv ossun

Kölgesinde yatasan

Eeee……… eeee………. e

Bilmece


Irak Türkleri tarafından “Tapmaca” ismi veriler bilmeceler, manzum veya mensur şekillerde söylenir. Tapmacaya genellikle “ tap nedi, tapış nedi” (bil bakalım nedir?) tekerlemesiyle başlanır.

Tap nedi tapış nedi?

Uzun uzun obalar

Ağ sakkallı babalar

Aşağıdan su içer

Yuharıdan balalar (hurma ağacı)

Tap nedi tapış nedi?

Baş aşağı etsem dolar,

baş yuharı (yukarı) etsem boşalı (r) (külah)

Atasözleri

Atasözleri için “Eskiler Sözü” tabirini kullanan Irak Türkleri, mensur atasözlerini manzum hale getirme temayülü gösterirler. Bize göre bu temayül bütün Türk atasözlerinde görülen ortak bir özelliktir. Zira manzum olarak söylenen sözler daha tesirli ve akılda kalıcıdır. Bu itibarla, bir milletin kültürüne ait zevk, tecrübe, mantık ve muhakemenin birleştiği mahsullerin ilk örneklerinin manzum olduğu kanaatimiz esas alınacak olursa atasözlerinin, eski şiir parçalarının muhakeme gücü en kuvvetli mısralarının kalıntıları olduğu düşünülebilir. Bu hadiseye Irak Türklerinin diğer bir edebi hazinesi olan horyat dörtlükleri arasında yer alan atasözleri örnek teşkil eder. Ancak tabii ki bu örneklerdeki atasözlerinin halkın bir tercihi neticesiyle mısra ilave edilmek suretiyle şiir parçaları haline gelebileceği ihtimali de göz ardı edilmemelidir.

Bağ duvarı

Bağvandı(r) bağdı(r) varı

Arada rakip yohsa

Nédiri (neyine lazım) bağ duvarı

Burada (arada rakip yohsa nédiri bağ duvarı) bir atasözüdür.

Düşte gör

Hayalde gör düşte gör

Düşenin dostu olmaz

İnanmazsav düş te gör

Son iki mısra bir atasözüdür.

O yar gözün

Kim görüp o yar gözün

Aslan gücünden düşse

Karınca oyar gözün

Son iki mısra bir atasözüdür.

Deyimler

Eskiden “ıstılah” diye bilinen gerçek anlamlarının dışında kullanılan kalıplaşmış söz öbekleri halindeki deyimler, Irak Türkleri arasında da oldukça yaygındır. Irak Türkleri arasıdaki deyimlerin çoğunluğu, kültür birlikteliğinin doğal bir neticesi olarak diğer Türk bölgelerindeki deyimlerle bezerlik gösterdiği gibi, bu bölgeye has deyimler de vardır.

Dere halvet (boş, tenha) tülkü (tilki) beg.

(Meydan boş kalınca hak etmeyen kişinin itibar kazanması)

Ne bahardı (r) ne de güz hardan (nereden) geldi bu nergiz?

(Beklenmedik olaylar karşısında söylenen söz)

Borç alıp zekat vermek.

(Gücünün üstünde işler yapmak)

Bu ölü bu şıvana (ağlama, dövünme) değmez.

(Değersiz bir şey için gereğinden fazla çaba harcamak)

Yeteneyeter yetmeyene taş atar.

(Her kese sataşan, edepsiz kişi için söylenir)

Duâlar

Duâlar, insanların karşılaştıkları müşkülatlar karşısında Tanrı’dan yardım dilemek veya yapılan bir iyiliğe



minnettar kalmak, sevdikleri insanlara karşı iyi niyet bildirmek maksadıyla söylenen hüküm bildiren müsbet sözlerdir. Irak Türkleri arasında dini niteliği olan Arapça duâların yanı sıra eski Türk kültür birikiminin İslâmî inançla kaynaşmış şekliyle Türkçe olarak okunan duâlar da bütün Türk bölgelerinde olduğu gibi yaşamaktadır.

Dırnagıva (tırnağına) daş degmesin.

Dunya durduhça durasan.

Suyuv savvığ (soğuk) çöregiv sıcağ olsun.

Bedduâlar

Bedduâlar kızgınlık, darılma, küsme, lânet, belâ gibi durumlar karşısında kötü temenniler bildiren menfî sözlerdir. Her toplulukta olduğu gibi Irak Türkleri arasında da bedduâlar vardır

Abret (ibret) olasan.

Cigeriv dağlansın.

Nenev börküv kohlasın.

Yavan ekmege kalasan.

Yeriv yaş, yastığıv daş olsun.

Masallar


Çeşitli Türk bölgelerinde değişik adlarla zikredilen masal, Irak Türkleri arasında “matal” diye bilinir. Türk masal anlatma geleneğine bağlı olarak Irak Türklerinin matalları da dinleyenlerin dikkatini çekmek maksadıyla nazım-nesir karışımı, değişik tekerlemelerle başlar:

“Matal matal mat atar

Bir kişi hurma satar

Hurmanı geti(r) men yim (yiyeyim)

Göreh kim borca batar.

Varıymış yohuymuş yalan gerçekten çohuymuş yalanı dodurmuşlar çuvala dayamışlar duvara.

Yalan olursa bele yalan

Karınçaya vurdular palan

Kırh yerden çektiler kolan.

Derelerden sel kimin

Tepelerden yel kimin

Hamza-i peylifan (pehlivan) kimin…. ”gibi.

Bu ve buna benzer tekerlemelerden sonra adeta “Gong” görevi üstlenen ve masalın başladığını bildiren:

“Bir var idi bir yoh idi yalan gerçekten çoh idi” ya da “varıydı yohuydı yalan gerçekten çohuydı” ile masal başlar. Anadolu masallarında görülen masal aralarındaki tekerlemeler, bu bölge masallarında görülmez. Matalın sonu ise genellikle “Bu matal burda bitti. Adı da… idi” veya “Asmannan üç alma düştü biri matala, biri matal diyene biri de oturan cemâate”. Bazen de sitemli “Men de gettim mene bir şey vermediler” gibi matalın sona erdiğini bildiren tekerlemeyle biter.

Kurttan Koyun Matalı

Varıydı yohuydu darın dünyasında bir geçiyden bir koyun vardı. Kisi çıhtılar çöle. Çölü gez… gez…. ajdılar yayılıllar. Bahtılar bir kurt. Korhtular durdular. Kurt dedi “koyun kardaş yerem seni”. Dedi “valla kardaş durmuşam ye meni. Feket sennen rice ederem indi yeme meni; gedim oynuyum bikez ögüvde. Birihçe peylefannığ edim annan meni ye”. Dedi “Di yalla!”. Oyana tüngüldü düştü, buyana tüngüldü düştü, oyana kaştı düştü (kutr ta hebele atrafında dolanırı) ele etti, bele etti… koyun kaştı. Bekle bekle bekle… koyun gitti!.

Kurt, ahtar ahtar… koyunu tapmadı. Geldi dedi “geçi kardaş yerem seni”. Dedi “nece yesen meni; bir meni yesev nolusan? dedi, menim ki yavrum var odu ağardadı, koy gedim emceklerim doldu ona yedirim gelim, balalarım da özümnen getirim üçümüzü birden ye. Meni yip balam kalmasın, balamı yip men kalmıyım”. Dedi “eyyidi”. Geçi getti dağa girdi balaların emzirdi; ki balanı apardı getti.

Kurt, bekle bekle bekle… geçi gelmedi. Kahtı düştü bu dağ menim, o teppe menim… etti etti geçini tapmadı “getti” dedi “kisi de getti elimden!”. Geldi getti bir mağaraya girdi.

Bahtı bir at bağlıdı. Dedi “at kardaş yerem seni” Dedi “yebilmesen hiç meni… sen bir çenge kurt menim kimin yekke atı nece yesen?”. Dedi “yerem”. Dedi “menim nalıma… baratım nalıma yazılıdı”. Dedi nalıv hardadı? ”. Dedi “ayağımın altındadı”. Dedi “kaldır bahım!”. At ayağın kaldırdı kurt eğildi bahmağa, allına bir tepme vurmağıydan kurtun beynini töktü yere. Kurt düştü. Hatta can verince kurt dedi:

Gettiv gördüv bir koyun

Ye kassın kuru boyun

Neynirdüv oyun moyun

Peylafannığ edecehsen?

Gettiv gördüv bir geçi

Ye kassın kurru kıçı

Neynirdüv kiyi üçü

Çobaçılığ edecehsen?

Geldüv gördüv bir tek at

Ye yanaşasında yat

Neynirdüv barat marat

Ustanbıl’a gidecehsen?

Kurt geberdi. Koyun hılas oldu, geçi de hılas oldu, at da hılas oldu. Men de gettim üç alma verdiler. Biri matala biri matal diyene, biri de Kadriye yedi.

Kurtla Koyun Masalı

Vardı, yoktu dâr-ı dünyada bir keçiyle bir koyun vardı. İkisi çıktılar çöle. Çölü gez gez gez…. Karınları açtı, yayılıyorlar. Baktılar bir kurt. Korktular durdular. Kurt ‘‘koyun kardeş yerim seni’’ dedi. ‘‘Valla kardeş durmuşum ye beni fakat senden rica ederim yeme şimdi beni, geleyim biraz oynayayım önünde, azıcık pehlivanlık edeyim ondan sonra ye beni’’ dedi. ‘‘Hadi bakalım!’’. O yana zıpladı düştü bu yana zıpladı düştü, o yana koştu düştü (kurt da hep böyle etrafında dönüyor) Öyle yaptı böyle yaptı… Koyun kaçtı., bekle bekle… Koyun gitti!.

Kurt ara ara… Koyunu bulamadı. Geldi ‘‘keçi kardeş yerim seni’’ dedi. “Nasıl yersin beni, bir beni yersen neyine yarar?’’ dedi, ‘‘benim iki yavrum var aha ileride bırak gideyim memelerim doludur, onlara yedirip geleyim, yavrularımı da beraberimde getireyim, üçümüzü birden ye. Beni yiyip yavrum kalmasın yavrumu yiyip ben kalmayayım’’ dedi. ‘‘Peki’’ dedi. Keçi gitti dağa girdi yavrularını emzirdi iki yavrusunu aldı gitti.

Kurt bekle bekle bekle… Keçi gelmedi. Kalktı düştü bu dağ benim o dağ benim o tepe benim… Etti etti keçiyi bulamadı. ‘‘Gitti’’ dedi “ikisi de gitti elimden!”. Geldi, gitti bir mağaraya girdi. Baktı orada bir at bağlıdır. “At kardeş yerim seni” dedi. “Yiyemezsin hiç. Sen bir avuç kadar kurt benim gibi kocaman atı nasıl yersin” dedi. “Yerim” dedi. “Benim nalıma… Fermanım nalıma yazılıdır” dedi. “Nalın nerdedir? ” dedi. “Ayağımın altındadır” dedi. “Kaldır bakayım!” dedi. At ayağını kaldırdı kurt eğildi bakmaya, alnına bir tekme vurmasıyla kurdun beynini yere döktü. Kurt düştü, can verinceye kadar kurt:

Gittin gördün bir koyun

Ye kalsın kuru boyun

Ne yapacaktın oyun moyun

Pehlivanlık (mı) yapacaksın?

Gittin gördün bir keçi

Ye kalsın kuru kıçı

Ne yapacaktın ikiyi üçü

Çobanlık (mı) yapacaksın?

Geldin gördün bir tek at

Ye yanı başında yat

Ne yapacaktın ferman merman

İstanbul’a (mı) gideceksin? … dedi.

Kurt geberdi, koyun kurtuldu, keçide kurtuldu, at da kurtuldu. Bende gittim üç elma verdiler biri masala biri masal diyene, birisini de Kadriye yedi.

Köklü ve uzun bir geçmişe sahip olan Türk halkının öz benliğinin ifadesi olan Türk Halk edebiyatı türleri değişik bölgelerde yaşayan Türk topuluklarında, bazı farklılıklar arz etmelerine rağmen genel anlamda bir bütünlük gösterir. Yukarıda kısaca bilgi verdiğimiz Irak Türk Halk edebiyatı da bu bütünün parçalarından olması hasebiyle bütün Türk Dünyası ile paralellik arz eder. Ancak bu tesbiti sadece Halk edebiyatıyla sınırlı tutmayıp Türk edebiyatının tamamı ile şumûllendirmek kanaatimizce doğru olacaktır.

(Hüseyin Şahaz, KERKÜK AĞZI, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, (Basılmamış) Doktora Tezi, 1979, s. 1-2.)


Yüklə 14,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   63   64   65   66   67   68   69   70   ...   100




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin