-332-
sürükledi ve monarşiyi destekledi. Bütün dînî hayâtı yalnızca birkaç muayyen âyin ve merâsime inhisâr etdirdi) diyor.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” her asr başında bir müceddid geleceğini ve dîni kuvvetlendireceğini müjdeledi. Böyle de oldu. İslâmiyyet her asrda, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” önderliği ile, her sâhada beşeriyyete ışık saldı. Medeniyyete kaynak oldu. Mevdûdî, hayrân olduğu İbni Teymiyyeyi, bir güneş yapabilmek için, koca islâm medeniyyetini yok etmeğe, Hadîs-i şerîflerle övülen Tâbi’înin ve sonraki asrın nûrlu semâlarını karanlık göstermeğe çalışmakdadır. İslâm kitâblarını ve Avrupada insaflı kalemler tarafından yazılmış olan doğru târîhleri okuyanlar, onun bu yıkıcı taktiğini anlamakda güçlük çekmezler.
Yukarıda bildirdiğimiz Hadîs-i şerîfdeki müceddid kelimesinin ma’nâsını da, Ehl-i sünnet âlimlerinden ayırmağa uğraşmakdadır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, meselâ İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, Hadîs-i şerîfde haber verilen Mehdî için, üçüncü bin yılın müceddidi olacakdır demelerine de çatmakdadır. Bu arada, müslimânlara, tesavvufculara, (eski tip müte’assıb kimseler) diye hakâret etmekdedir. (Ma’neviyyât, muska ve düâ ile cihâd kazanılacak, beddüâ ile tanklar imhâ edilecek) diye mukaddes inanışlarla alay etmekdedir. Böyle inanan hakîkî müslimânlara avâm, câhil damgasını basmakdadır. Hazret-i Mehdînin bu ma’nevî değerlerden uzak, (hayâtın ana problemlerinde derin nüfûza sâhib, modernlerin en moderni) olacağını savunmakdadır. Onun getirdiği yeniliklere karşı, âlimlerin ve tesavvufcuların feryâd edeceğinden korkduğunu bildirmekdedir. Hâlbuki, âhır zemânda Mehdî hazretlerinin çıkacağı ve Îsâ aleyhisselâmın gökden inerek ikisinin buluşduğu yıllarda, yer yüzünde islâm âlimleri kalmıyacak, islâm bilgileri ortadan kalkmış olacakdır. Mevdûdînin Hadîs-i şerîflerle övülmüş olan ilk zemânlara yüklemeğe uğraşdığı cehâlet, sapıklık, âhır zemânda hâsıl olacakdır. Böyle olacağını, Hadîs-i şerîfler bildirmekdedir. Mevdûdî gibilerin Ehl-i sünnete saldırmaları, Ehl-i sünnet bilgilerini söndürmeğe çalışmaları da Hadîs-i şerîfde bildirilen o kara günlerin yaklaşdığını göstermekdedir. Mehdî hazretleri çıkıp Ehl-i sünnet bilgilerini tâzeliyeceği zemân, işte o mezhebsizler, o sapıklar, o dinde reformcular, kendisine karşı koyacaklar, feryâd edeceklerdir. Mehdî hazretleri de, onları kılıçdan geçirecekdir. İmâm-ı Rabbânî “kaddesallahü teâlâ rûha-hül’azîz”, birinci cildin ikiyüzellibeşinci mektûbunda, Mehdînin Medînedeki sapık din adamlarını öldüreceğini yazmakdadır. Mevdûdî, Mehdînin, (tabî’at üstü hareketler,
-333-
ya’nî kerâmetler, ilhâm ve rûhânî başarılar sâhibi olmayıp, diğer inkılâbcı liderler gibi mücâdeleci bir adam) olacağını sanmakdadır. (Mehdî, yeni bir fikr ekolü vücûde getirecek) ve (Bu dünyâda, Lenin ve Hitler gibi, günâhkâr liderler görüldüğü gibi, fazîlet sâhibi bir lider de meydâna gelecekdir) demekdedir.
Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerinden, çok konuda ayrılan Mevdûdî, Mehdîyi de herhangi bir lider olarak düşünüyor. Büyük âlim Ahmed ibni Hacer-i Mekkî “kaddesallahü teâlâ rûhahül’azîz” (Elkavlül-muhtasar fî alâmât-il Mehdî) kitâbında, Mehdînin ikiyüze yakın alâmetini bildirmekdedir. Bu alâmetleri Hadîs-i şerîflerden çıkarmışdır. Bu kitâbı okuyup anlayabilen bir kimse, Resûlullahın haber verdiği hakîkî Mehdî ile Mevdûdînin şekllendirmeğe özendiği hayâlî Mehdî arasındaki farkları kolayca görebilir.
(İslâmda ilk müceddid Ömer bin Abdül’azîz idi) diyor. Bu da, Mevdûdînin kısa görüşüdür. Ömer bin Abdül’azîz, ilk yüzyılın müceddidlerinden biri idi. Fekat, ilk müceddid değildi. İslâm âlimlerinin ve târîhcilerin sözbirliği ile bildirdiğine göre, ilk müceddid, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdır. Resûlullahın vefâtından sonra, Arabistân yarımadasında, mürted olanları kahr eden, yeni müslimân olanlar arasında yayılmağa başlayan fitne ve fesâdı kaldıran odur “radıyallahü anh”.
Ellidördüncü sahîfede: (Ömer-i sânînin vefâtını müteâkib iktidârın dinsiz ellere geçmesi, İslâmın yoluna engel olarak çıkdı. Fekat Emevî ve Abbâsîler islâmın inkişâfını önleyemedi. Hadîs ve fıkh âlimleri rasyonel ilme âşina bulunmadıkları için, islâmî sistem muâsır fikr temâyüllerinin ışığı altında tefsîr ve îzâhdan mahrûm kaldılar. Kötü te’sîrlere mürâce’atdan başka ellerinden birşey gelmedi. İmâm-ı Ebül Hasen-i Eş’arî ve sonra gelenler de muvaffak olamadılar. Çünki skolastik ilme sâhib olmalarına rağmen rasyonel ilmde yetişmemişlerdi. Mu’tezileye muhâlefetde o kadar ileri gitdiler ki, dinde yeri olmayan şeyleri dîne sokdular. Âlimler ve hükümdârlar ve halk kitleleri hep birlikde Allahü teâlânın kitâbına ve Peygamber efendimizin sünnetlerine karşı sırt çevirdiler. Devleti yöneten ma’hud bir zümrenin lüks hayat, hırs ve tama’ gâyesi ile açdıkları harbler sebebi ile vahîm bir şeklde geri kalındı. İlm ve san’at yok oldu. Bu sırada İmâm-ı Gazâlî yetişdi. Bağdâd halîfesinin i’timâdını kazandı. Fekat o, serâydan uzaklaşıp Yunân felsefesini red etmeğe çalışdı. [Ehl-i sünnet içindeki] bütün mezhebleri, za’îf tarafları için ve İslâma uymayan temâyülleri için tenkîd etdi. Çürümekde olan me’ârif sistemini ihyâ etdi. Dünyevî
-334-
ilmler ile İslâmî ilmler birbirinden uzaklaşmışdı. Fekat o, hadîs ilminde eksikdi. Rasyonel ilmle aşırı uğraşmışdı. Tesavvufa da eğilmesi onun için noksanlıkdı. Bu üç tehlükeden kaçınarak, İslâmın fikr ve ahlâk rûhunu ihyâ işi İbni Teymiyyeye nasîb oldu.) diyor.
Evet, İslâm hükümdârları arasında, etraflarını saran dalkavukların, münâfıkların te’sîri ile zulme, günâha kayanlar olmuşdu. Fekat islâm âlimleri, kitâbları ile, sözleri ile emr-i ma’rûf yaparak, onları doğru yola çekmeğe çalışdılar. Böylece en kötüleri dahî dinsiz hükûmetlerin en iyilerinden dahâ âdil, dahâ fâideli olmuşdu. Bu hakîkati dünyâ târîhleri yazmakdadır. İngiliz lordlarından Davenportun kitâbını okuyanlar, Mevdûdînin yalnız yanıldığını değil, bir iftirâ, bir düşmânlık savaşında olduğunu kolayca anlıyabilir. Şunu önemle açıklamak isteriz ki, islâm halîfelerinin Eshâbdan olmıyanları zulm etmiş, günâh işlemiş olabilirler. Fekat, hiçbiri, aslâ kâfir değil idi. Hiçbir sûretle islâm düşmanı değil idiler. Hepsinin ilm hey’etleri, şeyh-ul-islâmları ve müşâvirleri vardı. Hiçbiri islâmın inkişâfına mâni’ olmayı hâtırına bile getirmemişdir. İslâma hizmet için çırpınmışlardır. Herbirinin sonraki nesle bırakdıkları câmi’ler, mektebler, medreseler, yollar, hastahâneler, çeşmeler, hamâmlar, köprüler, çeşidli hayr ve san’at müesseseleri, sayılamıyacak kadar çokdur. İzleri ve hattâ çoğunun kendileri meydândadır. Milyonlarla müslimân, bugün de bunlardan fâidelenmekdedirler. İnsanlık îcâbı olan kusûrlarını ileri sürerek, onları kötülemeğe kalkışmak, islâm düşmanlarının taktiğidir. İslâm âlimlerinin sultânlardan uzaklaşması, onların kötü olduğunu göstermez. Âlimler, (Zengine, zengin olduğu için yaklaşan, tevâdu gösteren kimsenin, dîninin üçde ikisi gider) Hadîs-i şerîfine uyarak, her zenginden, her şöhret sâhibinden çekinmişlerdir. Fekat, onlara emr-i ma’rûf yapmakdan da geri kalmamışlardır. Bu ikisi arasındaki inceliği anlıyamıyan Mevdûdî, islâm âlimlerine ve halîfelerine çala kalem saldırmakdadır. Onların birkaç kusûrunu yazacağına, iyiliklerini, islâma hizmetlerini yazmak şerefine kavuşsaydı, cildlerle kitâb doldururdu. Hele Osmânlı halîfelerinin hepsi “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” âlim, sâlih ve âdil zâtlar idi.
Hadîs ve fıkh âlimlerini rasyonel bilgiden mahrum sanmak, islâm âlimlerinin büyüklüğünü anlamamak demekdir. İslâm âlimi demek, ulûm-i nakliyyede ictihâd derecesine varmış ve tecribî ilmlerde, kendi zemânında bulunmuş olanları iyi öğrenmiş ve kalb ma’rifetinde, vilâyet-i hâssa-i Muhammediyye mertebesine kavuşmuş bir zât demekdir.
Mevdûdînin islâm halîfelerine dinsiz diyecek kadar alçakça
-335-
saldırması karşısında şaşıran gençlere doğruyu bildirmek için (Mir’ât-i kâinât) târîh kitâbının, halîfelerden ba’zıları hakkındaki yazılarını, değişdirmeden, aşağıya yazdık. Demîrînin, meşhûr kitâbında, (İvez) isminde, (Hulefâ-i râşidîn) ile Emevî ve Abbâsî halîfelerinin hâl tercemeleri uzun yazılıdır. Aşağıda, ismlerin önündeki sayılar, halîfelik sırasını, parantez içindekiler, hicrî doğum ve ölüm yıllarını göstermekdedir:
6: Mu’âviye “radıyallahü anh” yazarak, ona düâ ile başlıyan bu kitâbda diyor ki, Resûlullahın Kur’ân-ı kerîmi yazan kâtiblerindendi. Hayr düâlarını aldı. Aklı, zekâsı, afvı, sehâsı, idâre kudreti çok idi. Yumuşak huylu, heybetli ve cesûr idi. Sanki sultân olmak için yaratılmışdı. Sûdanı, Efganistânı, Hindistânın çok yerlerini, Kıbrısı ise bizzat kendi giderek aldı. İstanbula asker gönderdi. Hilâfeti sahîh idi.
Mezhebsizler, hazret-i Mu’âviyeyi “radıyallahü teâlâ anh” kötülemek için, hazret-i Alî ile “”radıyallahü teâlâ anh” olan muhârebesini öne sürüyorlar. Her muhârebede hâsıl olması gerekli bulunan acıklı hâlleri, bire bin katarak, anlatıyorlar. Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” bunlara kitâba, sünnete ve akla uygun cevâblar verince, şaşırıp kalıyorlar. Oğlu Yezîdin kötülüklerini anlatmağa başlıyorlar. Halîfeliğin babadan oğula geçmesi gibi kötü bir çığır açdı. Hilâfeti sultânlığa çevirdi diyorlar. İbni Âbidîn, cemâ’at ile nemâzı anlatırken, (Bir müslümânın halîfe olması için, âlimlerden ve idârecilerden ileri gelenlerin seçmesi veyâ önceki halîfenin, bunu kendi yerine geçirmesi lâzımdır. Güç kullanarak, hükûmeti ele geçiren müslimânın da halîfeliği sahîh olur. Ebû Bekr “radıyallahü anh”, öleceği zemân hazret-i Ömeri halîfe yapdı. Eshâb-ı kirâmın hepsi “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în”, bunu kabûl etdi) diyor. Görülüyor ki, Mu’âviyenin ve ondan sonra gelen bütün halîfelerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, yerlerine kendilerinin yetişdirdikleri ve nasîhat verdikleri oğullarını veyâ güvendikleri başkalarını halîfe yapmaları, islâmiyyete uygun, haklı bir işdir. Onun sonradan zulme başlaması, babasına bir kusûr olamaz. Hicretden ondokuz yıl önce doğdu. Altmış (60) senesinde vefât etdi.
[Mevdûdînin islâm halîfelerine ve Ehl-i sünnet âlimlerine çalakalem saldırması, hiçbir ilmî kıymet taşımadığı gibi, târihî ve dînî bilgilere de taban tabana zıddır. Sâf, temiz gençlerin, bu sözümüze tâm inanmaları için, Mevdûdînin çok övdüğü şâh Veliyyullâhın (İzâle-tül-hafâ) kitâbının beşyüzyetmişbirinci sahîfesini, fârisîden türkçeye terceme ediyoruz:
-336-
Mu’âviye bin Ebî Süfyân “radıyallahü anhümâ”, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” Eshâbından biridir “radıyallahü anhüm ecma’în”. Sahâbe arasında güzel fazîletleri ile tanınmışdır. Onu kötü zan etmekden çok sakınınız! Ona dil uzatmak tehlükesine düşmeyiniz. Harâm işlemiş olursunuz! Ebû Dâvüdün bildirdiği Hadîs-i şerîfde, (Eshâbıma dil uzatmayınız! Uhud dağı kadar altun sadaka verseniz, onların bir avuç arpa sadakalarının sevâbı kadar olamaz!) buyuruldu. Yine onun bildirdiği Hadîs-i şerîfde, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazret-i Haseni göstererek, (Bu, benim oğlum, olgundur. Allahü teâlânın bunun vâsıtası ile, ümmetimden iki orduyu barışdırmasını umarım) buyurdu. Tirmüzînin bildirdiği Hadîs-i şerîfde, hazret-i Mu’âviye için, (Yâ Rabbî! Onu hâdî ve mühdî eyle!) buyuruldu. Ya’nî, onu doğru yolda bulundur ve başkalarının da doğru yola kavuşmalarına vâsıta yap buyurdu. İbni Sa’d ve İbni Asâkirin bildirdikleri Hadîs-i şerîfde, hazret-i Mu’âviye için, (Yâ Rabbî! Ona kitâb öğret ve memleketlere sâhib et ve azâbdan koru!) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, onun halîfe olacağını biliyordu. Ümmetine çok acıdığı için, başlarına geçecek olanın doğru yolda bulunması ve doğru yola götürmesi için düâ etmesi îcâb edeceği meydândadır. Hazret-i Hasenin “radıyallahü teâlâ anh” bildirdiği ve Deylemînin haber verdiği Hadîs-i şerîfde, (Birgün gelir, Mu’âviye devlet reîsi olur) buyuruldu. Hazret-i Mu’âviye buyuruyor ki, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” bana, (Ey Mu’âviye! Devlet başkanı olduğun zemân, iyilik et!) buyurduğu günden beri, halîfe olacağım zemânı bekliyordum. Eshâb-ı kirâmdan Ümm-i Hirâmın bildirdiği Hadîs-i şerîfde, (Ümmetimden ilk olarak, denizde gazâ edenler, elbette Cennete girecekdir) buyuruldu. Müslimânlardan ilk deniz gazâsı yapan, hazret-i Osmân zemânında, hazret-i Mu’âviye idi. Ümm-i Hirâm “radıyallahü teâlâ anhâ” da, bu müjdeye kavuşmak için, hazret-i Mu’âviyenin askeri arasında bulundu ve karaya çıkınca [Kıbrısda] şehîd oldu. Resûlullahın bu düâları bereketi ile, hazreti Mu’âviye “radıyallahü teâlâ anh” âdil ve emîn bir halîfe oldu. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” birkaç kılını sakladı. Vefât ederken, bereketlenmek için, bunların burnuna konmasını vasıyyet eyledi.
Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, hazret-i Alî ile hazret-i Mu’âviye “radıyallahü anhümâ” arasında olan (Sıffîn) muhârebesini de haber verdi. (Buhârî) ve (Müslim)in bildirdikleri Hadîs-i şerîfde, (İki büyük asker, birbiri ile harb etmedikce, kıyâmet kopmaz. İkisi de, bir da’vâ uğruna döğüşür) buyuruldu. Buhârîdeki Hadîs-i şerîfde, Ammâr bin Yâseri göstererek, (Seni, bâgî
– 337 –
[âsî] kimseler öldürecekdir) buyuruldu. Hazret-i Mu’âviyenin askeri tarafından öldürüldü.
(İzâle-tül-hafâ)nın altıyüzbirinci sahîfesinde diyor ki, Emevî halîfelerini kötüliyen Hadîs-i şerîfler olduğu gibi, bunları öven Hadîs-i şerîfler de vardır. Bir Hadîs-i şerîfde, (Hilâfet Medînede, saltanat Şâmda olur) buyuruldu.
Bir Hadîs-i şerîfde, (Onikinci halîfeye kadar, islâmiyyet azîz olur. Hepsi, Kureyşdendirler) buyuruldu. Bu Hadîs-i şerîfde övülen oniki halîfenin yarıdan fazlası, emevî halîfeleridir. İbni Mâcenin bildirdiği Hadîs-i şerîfde, (Doğudan siyâh bayraklılar gelecek, arablarla harb edeceklerdir. Onların halîfelerine tâbi’ olunuz! Onlar, doğru yolu gösteren halîfedirler) buyuruldu. Bu ve benzeri Hadîs-i şerîfler, Abbâsî halîfelerini övmekdedir.
İkinci kısmın üçyüzotuzuncu sahîfesinde diyor ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” irşâd vazîfesini, Onun gibi yapan halîfeye (Halîfe-i râşide) denir. Bunlar tâm ve hakîkî halîfelerdir. Bu vazîfeyi temâm yapmıyan, islâmiyyete uymıyan halîfeye (Halîfe-i Câbire) denir.
Üçyüzkırkikinci sahîfesinde diyor ki, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” irşâd vazîfesi, üç kısm idi. Birincisi, Allahü teâlânın emr ve yasaklarını, güç ve kuvvet kullanarak yapdırmak idi. Buna (Saltanat) denir. İkinci vazîfesi, Allahü teâlânın emrlerini ve yasaklarını öğretmekdi. Üçüncü vazîfesi, (İhsân) olup, kalbleri temizlemekdi. Hulefâ-i Râşidîn, bu üç vazîfeyi birlikde yapdı. Sonra gelenler, yalnız saltanat vazîfesini yapdılar. Öğretmek vazîfesi, mezheb imâmlarına, ihsân vazîfesi de tesavvuf büyüklerine verildi. Beşyüzaltmışyedinci sahîfede yazılı Hadîs-i şerîfde, bu halîfelere (Melik-i adûd) denildi. Bunlara mecâzen halîfe denilmişdir. Dahâ sonra (Hulefâ-i câbire) gelir. (İzâle-tül-hafâ)dan terceme temâm oldu.]
7: Yezîd bin Mu’âviye, 60 da halîfe olup, 64 de Havvârinde vefât etdi. Orada defn edildi. Havvârin Şâm ile Tedmür arasındadır (23-64). [(Eshâb-ı Kirâm) kitâbının 133.cü sahîfesine bakınız!]
8: İkinci Mu’âviye bin Yezîd, çok akllı, çok dindâr, çok âdil idi. Kırk gün sonra hilâfetden çekildi. (44-64).
9: Mervan bin Hakem, fıkh âlimi idi. Çok zekî idi. Çok akllı idi. Kur’ân-ı kerîmi çok güzel okurdu. Günâhlardan sakınırdı. Müttekî idi. Hazret-i Osmânın “radıyallahü teâlâ anh” pek sevdiği dâmâdı idi. Mührünün üzerinde (Allaha güvenirim, ondan iste-
-338-
rim) yazılı idi. (2-65)
10: Abdülmelik bin Mervan, hadîs ve fıkh âlimi idi. Zühdü ve ibâdeti çok olmakla meşhûr idi. Tâbi’înin büyüklerinden imâm-ı Nâfî’ (Medînede, Abdülmelikden dahâ derin fıkh âlimi, dahâ çok ibâdet eden, hac bilgisine ve edeblerine ondan dahâ vâkıf ve Kur’ân-ı kerîmi ondan dahâ güzel okuyan kimse görmedim) buyurmuşdur. Âlimlerin çoğuna göre, Medînenin yedi fıkh âlimlerinden birisi, Abdülmelikdir. Tâbi’înin büyüklerinden imâm-ı Şa’bî buyuruyor ki, (Her görüşdüğüm âlimden kendimi yüksek gördüm. Yalnız, Abdülmeliki kendimden yüksek buldum.) Âsîlerin başı olup çok kan döken Muhtarla harb ederek, onu öldürdü. Hilâfeti şer’an sahîh idi. Kâ’beyi ta’mîr etdi. 1040 [m. 1631] da dördüncü Murâd hânın ta’mîrine kadar onun binâsı devâm etdi. Bundan önce, rum altınları ve acem gümüşleri kullanılırdı. İlk islâm parasını basan budur. Sicilya ve Adana fâtihidir. Oğlu Meslemeyi İstanbulu almağa gönderdi. Mesleme “rahmetullahi teâlâ aleyh” Ayasofyada nemâz kıldı. Arab Câmi’ini yapdı (26-86).
11: Velîd bin Abdülmelik, sâlih, çok ibâdet ve hayrât ve hasenât sâhibi idi. Kur’ân-ı kerîmi her üç günde bir hatmederdi. İyilikleri, ihsânları hesâba sığmazdı. Halîfe olur olmaz, amcası oğlu Ömer bin Abdül’azîzi Medîne vâlîsi yapdı. Dörtyüz sandık altın sarf edip, Şâmda Ümeyye câmi’ini yapdırdı. İslâmiyyetde ilk hastahâne ve aşhâne [imâret] yapan Velîddir. Din adamlarının borçlarını, kendi öderdi. Kuteybiye ismindeki kumandanı Buhârâyı Türklerden sulh ile aldı. Endülüs, Ankara, Semerkand ve Hind fâtihidir. Mührünün üzerinde (Yâ Velîd, öleceksin ve hesâba çekileceksin!) yazılı idi (46-96).
12: Süleymân bin Abdülmelik, âlim, gayretli, fasîh, beliğ, hayrı sever, âdil idi. Zulm yapmakdan çok sakınırdı. Birgün biri gelip, çiftliğini elinden aldıklarını söyleyince, Allahdan çok korkduğu için, tahtından inip, yerden halıyı kaldırıp, yanağını toprağa koydu. O zâlim me’mûra emr yazılıncaya kadar yanağımı toprakdan kaldırmam, diye yemîn etdi. Emr hemen yazılıp, çiftçiye verildi. Seyyid Abdülhakîm Efendinin “rahmetullahi teâlâ aleyh” not defterindeki şu yazı da, islâm halîfelerinin adâletini göstermekdedir: Halîfe Süleymân, Tâbi’înden Ebû Hâzim hazretlerine sordu ki, ölmek istemiyoruz. Bunun sebebi nedir? Buyurdu ki, yâ Süleymân! Âhıretinizi harâb, dünyânızı ma’mûr eylediniz. Ma’mûr bir yerden, harâb yere gitmeği elbet istemezsiniz (60-99).
13: Ömer bin Abdül’azîz bin Mervan “rahmetullahi teâlâ aleyh” (61-101). [Bu halîfenin iyi bir müslimân ve âdil olduğunu,
-339
Mevdûdî de yazmak zorunda kalmışdır.
Mevdûdî, Ömer bin Abdül’’azîzin “rahmetullahi teâlâ aleyh” birinci müceddid olduğunu bildiriyor ve sayılamıyacak kadar iyiliklerinden, hiç olmazsa bir kaçını yazıyor da, kendinden sonra Ömer bin Abdül’azîzin halîfe olmasını yazıp i’lân eden halîfe Süleymâna, bu iyiliklerden bir pay ayırmıyor. Halîfelerin oğullarını, yakınlarını halîfe yaparak, hilâfet müessesesini bozduklarını, böylece islâm cumhûriyyetini krallar gibi, dikta ile idâre etdiklerini yazıyor. Hepsinin kusûrlarını, hatâlarını araşdırıp sıralıyor ve kötü, kâfir damgasını basıyor da, iyiliklerini hiç görmüyor. Hâlbuki onların, oğullarını, yakınlarını halîfe yapmaları da, islâmiyyete uydukları içindi. Bu da gösteriyor ki, dinde reformcular, islâm dînine uyanları kötülemekde, islâmiyyeti kendi düşüncelerine, kendi görüşlerine uydurmak isteyenleri beğenmekde ve övmekdedirler.]
14: Yezîd bin Abdülmelik, önce nefsine düşkündü. Halîfe olunca, sâlih olup, adâlet eyledi (71-105).
15: Hişâm bin Abdülmelik, çok akllı, güzel idâreli, halîm, kerîm idi. Herkes onu severdi. İyiliği ve adâleti her yere yayılmışdı. Beyt-ül-mâla gelen malın halâldan alınmış olduğuna kırk kişi şâhid olmayınca, kabûl etmezdi (71-125).
16: Velîd bin Yezîd, belîğ, fasîh idi. Aklında noksânlık görüldüğünden bir sene sonra, Kur’ân-ı kerîm okurken öldürüldü (92126).
17: Yezîd bin Velîd bin Abdülmelik, akllı, zekî, dîne bağlı idi. İçkiyi yasak etdi (90-126).
18: İbrâhîm bin Velîd bin Abdülmelik, yetmiş gün halîfeliği Mervanla harb içinde geçdi (?-126).
19: Mervan bin Muhammed bin Mervan, cesûr, akllı, idâreci idi. Çok memleketler aldı. Hâricîlerle harb edip reîsleri Dahhâkı katl eyledi. Abbâsîlere mağlûb olup öldürüldü (72-132).
20: Abdüllah seffâh bin Muhammed bin Alî bin Abdüllah bin Abbâs, âlim, âkıl, tedbîrli, fasîh ve çok cömerd idi. Çiçek hastalığından öldü. Abbâsîlerin ilk halîfesidir (104-135).
21: Mensûr bin Muhammed, ilmi, edebi çokdu. Eğlenceye düşkün değildi. Cesûr, sabrlı idi. Çok ibâdet yapardı (95-158).
22: Mehdî bin Mensûr, âlim, cesûr, zekî, çok cömerd idi. Herkes onu severdi. İ’tikâdı çok temizdi. Zındıkları katl etdi (126169).
-340-
23: Hâdî bin Mehdî, âlim, âkıl, fasîh ve cömerd idi. Mühründe (Allaha inanır ve güvenirim) yazılı idi. (147-170).
24: Hârûnürreşîd bin Mehdî, hergün ve her gece yüz rek’at nemâz kılardı. Bir yıl hac, bir yıl gazâ ederdi. Her işinde islâmiyyete yapışırdı. Güzel huyları kendisinde toplamışdı (148-193).
Târîh kitâbının, vesîkaları ile birlikde olan yazıları, yukarıda kısaca bildirildi. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe, imâm-ı Gazâlî, imâm-ı Nevevî, ibni Hacer ve imâm-ı Rabbânî ve Hâlid-i Bağdâdî “rahime-hümullahü teâlâ” gibi âlimler de böyleydi. Mevdûdî, Seyyid Kutb ve Hamîdullah gibilerin böyle olmadıkları meydândadır. İslâm ilmlerinden ve islâm âlimlerinden haberi olmıyan ve islâmiyyetin içine, özüne nüfûz edemeyip, müsteşrik kâfirler gibi dışardan gören kimseleri, islâm âlimi sanmak kadar saflık olamaz. Mevdûdînin skolastik bilgiler dediği medrese ilmleri, (Ulûm-i nakliyye)dir. Rasyonel bilgiler dediği fen bilgileri de (Ulûm-i akliyye)dir. Bunların her ikisi de, islâm bilgileridir. Fıkh ve hadîs âlimleri için, islâm bilgilerinden birisini biliyor, ötekini bilmiyor diyecek kadar alçalmak, bir müslimânın yapacağı şey değildir. İslâm âlimleri, Kur’ân-ı kerîm ile, Hadîs-i şerîfler ile övülmüş olan çok yüksek zâtlardır. Peygamberlerin vârisleridirler. Aralarında iş bölümü yaparak, herbiri ayrı ilm kolunu yaymak vazîfesini kendi üzerine almışdır. Bu iş bölümü, câhilleri şaşırtmakda, onları başka ilm kollarında yükselmemiş sanmakdadırlar. Abdülvehhâb-i Şa’rânî hazretleri, (Mîzân) kitâbının başında buyuruyor ki: (Fıkh bilgilerinin mütehassısı ve fıkh ilminin kurucusu olan Ebû Hanîfe hazretleri, Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri gibi büyük bir Velî idi. Onun gibi kerâmetler sâhibi idi. Fekat, kalb ma’rifetlerini yaymak, rûhları temizlemek vazîfesini üzerine almayıp, beden ile yapılacak ibâdetleri ya’nî fıkh bilgilerini yaymak vazîfesini, üzerine almışdı. Yetişdirdiği müctehidler de böyle idi.) İslâmı içerden yıkmak isteyen sinsi düşmanların, gençleri aldatmak için, islâm âlimlerini bu yoldan da lekelemeğe saldırdıkları görülmekdedir. Böyle söyliyen bir kimsenin, kendi yıkıcı plânlarını gizlemek için, islâmiyyeti ve islâm âlimlerini yaldızlı ve yuvarlak kelimelerle ballandıra ballandıra övmesine aldanmamalıdır. Meselâ, imâm-ı Muhammed Gazâlînin fârisî (Kimyâ-i se’âdet) kitâbını okuyan kimse, onun tıb bilgisindeki derinliğini hemen anlar. Karaciğerde kanın temizlendiği, safranın ve lenfin ve zararlı maddeler eriyiklerinin burada kandan ayrıldığı, bu işde dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kandaki madde mikdarları değişmesinden sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitâblarında olduğu gibi anlat-
-341-
makdadır. İslâm âlimleri, skolastik ilmde olduğu gibi, rasyonel ilmde de çok üstün oldukları için, her asrda, her işlerinde muvaffak olmuşlar, islâm memleketleri, medeniyyetin beşiği olmuşdur. Onların üstünlüğünü dünyâya yayan binlerce kitâbları meydândadır. Dünyâ kütübhânelerini doldurmakdadır. Birçokları yabancı dillere çevrilmişdir. Sinsi düşmanlardan başka herkes, bu hakîkati görmekde ve bildirmekdedir. Onların eserlerini anlamak için, (Keşfüzzünûn) kitâbına bakmak kâfîdir. Hadîs-i şerîfde Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmişiki fırkadaki islâm ismini taşıyan münâfıklar, o zemânlarda da, şimdiki (Dinde reformcular)ın yapdıkları gibi, dinden olmıyan hurâfeleri islâmiyyete sokmuşlardı. Fekat, Ehl-i sünnet âlimleri, bunları birer birer inceleyerek ayıkladılar. Bugün Ehl-i sünnetin temel kitâblarında, hiçbir hurâfe, hiçbir mevdû’ hadîs yokdur. Şemseddîn Sehâvînin, Şevkânînin, İbni Teymiyyenin, Abduhun, Aliyyül Kârînin ve İzmirli İsmâ’îl Hakkının, Ehl-i sünnet kitâblarında, meselâ Beydâvî tefsîrinde ve Gazâlînin İhyâsında mevdû’ hadîsler vardır demeleri doğru değildir. Bu büyük âlimlere iftirâdır. Bu husûsda, kitâbımızın ellialtıncı maddesinde geniş bilgi verilmişdir. Lutfen oradan da okuyunuz!
İslâmın beş temel ibâdetinden biri olan cihâdı lüks hayât için, keyf ve hırs için yapılıyor demesi de, Mevdûdînin kişiliğini ortaya koymakdadır. Cihâd yapmağı emr eden âyet-i kerîmeler ve Hadîs-i şerîfler tevâtür hâlini almış olduğundan, burada ayrıca bildirmeğe lüzûm görmüyoruz. (İslâmda Cihâd) kitâbında kendisi de bunları i’tirâf etmekdedir. Ecdâdımız keyf için, tama’ için cihâd yapmadı. (İ’lâ-i kelimetüllah) için yapdı. Cihâdı devlet yapar. Ordu yapar. Milletin cihâdı, ordunun emrinde çalışmakla olur.
Mevdûdî, hak olan mezheblerle, bâtıl olan fırkaları birbirine karışdırmakdadır. Ehl-i sünnetin gerek i’tikâddaki ve gerekse ameldeki mezheblerinin hiçbirinde mevdû’ ve islâma uymayan birşey yokdur. Yetmişiki bozuk fırkanın mevdû’, sapık ve islâma uymayan tarafları vardır. İmâm-ı Gazâlî hazretleri ve ondan önce ve sonra gelen âlimlerin hepsi bu bozuk fırkaları tenkîd etdiler. Mevdûdînin, Filipinlerden ve Hindistândan Portekize kadar ve Buhârâdan Merrâkişe kadar üç kıt’aya ilm ve san’at saçan, üniversiteler kurmuş olan islâm me’ârifine bozuk damgasını basması da, güneşi balçıkla sıvamağa kalkışmak gibidir. Bu yazıları yazandan ziyâde, bu yazarı islâm âlimi sananlara dahâ çok şaşılır.
Mevdûdî, (İslâmda İhyâ Hareketleri)nin yetmişdokuzuncu sahîfesinde: (Şâh Veliyyullah Dehlevî i’tikâddaki asrlık şübheleri izâle etdi. Yeni rûh ile zihnleri aydınlatdı) diyor.
Dostları ilə paylaş: |