Mürted Kişiye İslâm'ın Arzedilmesi.
Sonra bil ki dinden dönen kişiye islâm vücub mecburiyet yolu ile değil de nedib yolu ile (bir zorlama olmaksızın) arz edilir. Çünkü islâm daveti kendisine daha önce ulaşmıştır. Bu görüş İmam Mâlik, İmam Şafiî ve İmam Ahmed'in tercih ettikleri görüştür. Mürted kişiye İslâm arz edilerek şüphesi giderilmeye çalışılır. Eğer bir mühlet talebinde bulunursa üç gün hapsedilmek suretiyle kendisine mühlet verilir. Bu müddet zarfında yeniden imana gelirse gelir. Gelmezse öldürülür.
“En-Nevâdir” adlı kitapta Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'tan rivayet edildiğine göre mürted kişiye davet ve açıklama yapıldıktan sonra ister mühlet talebinde bulunsun, ister bulunmasın, üç gün mühlet verilir. İmam Şafii'nin iki sözünden en doğru olana göre o anda tevbe ederse eder, etmezse öldürülür. İbn-i Münzir'in tercih ettiği görüş de budur. Sevri rahimehullah buyuruyor ki; dönmesi umulduğu müddet tevbeye çağrılır. “el-Mebsut”'da kaydedildiğine göre, bir kimse ikinci ve üçüncü kere dinden dönse yine tevbeye çağrılır. İlim adamlarının çoğunluğunun görüşü budur. İmam Mâlik, İmam Ahmed rahimehullah diyorlar ki; dinden dönme olayı kendisinden bir kaç kere tekerrür eden kimse tevbeye davet edilmez.
Bizim mezhebimizde zındık hakkında iki türlü rivayet vardır: Bir rivayete göre zındığın tevbesi kabul edilmez. İmam Mâlik bu görüştedir. Bir rivayete göre ise kabul edilir. Bu da Şafii'nin görüşüdür, İmam Ebü Yusuf'tan rivayet edildiğine göre bir kimse birkaç kere dinden dönse kendisine İslâm arzedilmeksizin öldürülür. Çünkü bu kimse din ile alay etmiştir.
Sonra bil ki, Hanefî âlimlerinden meşhur Şeyh Allâme Bedr er-Reşid, küfrü gerektiren sözleri işaretleri ile birlikte toplamıştır. Burada onun rumuzlarını açıklayacağım: “Hâvî'l-Fetâvâ”'da şöyle deniliyor: “Kalbi imanla tatmin olduğu halde bir kimse dili ile Allah'ı inkâr ederse, yahut küfrü gerektirecek bir söz söylese, Allah katında bu kişi mümin değildir, kâfirdir.” Bu husus Allah Teâlâ'nın:
“Kalbi iman ile tatmin edilmiş olduğu halde zorlananlar dışında kim Allah'a küfrederse, onlar için şiddetli bir azab vardır. Ancak küfre bağrını açanlar üzerine Allah'tan gazab kendilerine çok büyük bir azab vardır.569
Küfrü Gerektiren Düşünceyi Akla Getirmek.
“Hulâsat'ül-Fetâvâ”da şöyle denilmektedir; Bir kimsenin hatırına küfrü gerektirecek bir düşünce gelse, konuştuğu takdirde kâfir olmayı gerektirecek bu sözü konuşmazsa bu halis bir imandır.”
Bu manada bir nadis de gelmiştir: Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
“Şeytanın saptırma işini vesveseye çeviren Allah'a hamd olsun.”
“Hulâsat'ül-Fetâvâ”da yine şöyle yazılmaktadır: “Yüz sene sonra kâfir olmaya niyetlenen kimse şimdiki durumda da kâfirdir.”
Yine aynı kitabta kaydedildiğine göre, küfür kelimesini konuşan kimsenin bu sözüne razı olarak gülen kimse kâfirdir. “Bunun manası şudur: Bu sözü söyleyenin durumuna razı olmamakla beraber sadece sözünden hoşlandığı için, tuhafına gittiği için gülerse kâfir olmaz. Esas meselenin ağırlık noktası rızadır. Bu meseleyi gülmek ifadesi ile kaydetmesinin sebebi ise, gülmenin ekseriya razı olarak vukubulmasına binaendir. Bu sebeple “Mecmaul-Fetâvâ”da bu meseleyi mutlak olarak zikrederek şöyle deniliyor: “Kim bir küfür kelimesini konuşup bu söz sebebiyle başkası gülerse bu kimse kâfir olur. Vaaz veren bir âlim vaazı icabı küfür kelimesini söyler de cemaat bunu kabul ederse hepsi kâfir olurlar. Yani bir vaiz, bir müderris, yahut bir yazar bu kelimeyi söyler de okuyan ve dinleyenler de kabul ederse ve edindikleri bu bilgiye inanırlarsa kâfir olurlar. Kendileri için bir mazeret yoktur.
Hadisleri İnkâr Etmek.
“EI-Muhit” adlı kitapta yazıldığına göre, Şeriatta mütevater hadisleri inkâr eden kişi kâfirdir. Meselâ; ipek giyinmenin erkeklere haram olması gibi. Yine bir kimse vitir namazının esasını inkâr ederse, yahut kuşluk namazının esasını inkâr ederse yine kâfir olur. Burada Şeriat kaydını koymasının sebebi, şeriatla ilgili olmayan tevatür derecesindeki haberleri inkâr edenin kâfir olmayacağına binaendir. Mesela; Hâtem-i Tâî'nin cömertliği ve Hz. Ali'nin kuvvetliliği gibi.
Burada tevatürden maksat, lâfzı olan tevatür olmayıp mânevi tevatürdür. Çünkü ipek giymenin haram oluşu, ile kuşluk namazı ve vitir namazları İstılahı mânadaki tevatür ile sabit olmamıştır. Hz. Peygamber'den rivayet edilen haberler üç türlüdür. Birincisi mütevater haberdir. Mütevater haber, yalan üzerinde ittifak etmeleri düşünülemiyen bir topluluğun kendileri gibi bir topluluktan rivayet ettikleri haberdir. Bu haberi inkâr eden kâfirdir. İkincisi meşhur haberdir. Meşhur haber, önce güvenilir bir kişinin bir kişiden; sonra bir topluluğun bir topluluktan rivayet ettiği hadistir. İsa b. Eban dışında bütün âlimlere göre, böyle bir haberi inkâr eden de kâfirdir. İsa'ya göre meşhur hadisi inkâr eden kimse sapıktır, kâfir değildir. Doğrusu da budur. Üçüncüsü tek kişinin haberidir. Bu haber de; tek kişinin sonuna kadar tek kişiden rivayet ettiği haberdir. Bu haberi inkâr eden kişi kâfir olmaz. Ancak eğer sahih, yahut hasen ise böyle bir hadisi kabul etmediği için günahkâr olur.
“El-Hulâsa” adlı kitapta şöyle deniliyor: Bir kimse bir hadisi reddederse, ilim adamlarından bir kısmı bu kimsenin kâfir olacağına hükmetmişlerdir. Sonradan gelen âlimler ise eğer bu haber mütevater derecesinde ise inkâr edicisinin kâfir olacağını söylemişlerdir. Ben de derim ki doğrusu budur. Ancak bir kimse tek yolla gelen bir haberi hakaret ve alay yollu inkâr ederek reddederse o takdirde kâfir olur.
Fetâvâ-i Zahîriyye'de de şöyle deniliyor; “Bir kimse Hz. peygamber'in “Kabrim ile minberimin arası Cennet bahçelerinden bir bahçedir.” hadisini rivayet eder de diğeri (ben kabir ile minberi görüyorum, orada bir şey yoktur) derse kâfir olur. Çünkü bu söz alay manasına gelmekte ve inkâr mânasını ifade etmektedir. Böyle bir kişi gözle görünenler dışındaki gaybî şeylere inanan kimse değildir.
Zorla Hz. Peygamber'e Söğmek.
“el-Muhît” adlı kitapta yazıldığına göre, bir kimse Hz. Peygamber sallellahu aleyhi vesellem'e söğmeğe zorlanırsa; eğer kalbimden geçmediği halde ve razı olmadığım halde söğüyorum, derse kâfir olmaz. Bu kimse Allah'ı inkâr etmeğe zorlanan kimse gibidir. Dili ile inkâr edip kalbi imanla dolu olursa imanına zarar vermez. Yine kalbimden ismi Muhammed olan bir hıristiyanı geçirdim, der de söylerse yine kâfir olmaz. Yine bir kimse kalbinden başka bir Muhammed'i geçirmeden zorla Hz. Peygamber'e söğdürülse kâfir olmaz. Ancak bu zorlamanın mutlaka öldürmek, yahut sakatlanacak biçimde döğmek tehdidi ile olması ve zorlayanın bu işi yapmaya gücü yetmesi, zorlanan mü'minin de bundan kurtulmaya ve karşı koymaya gücü yetmemesi şarttır.”
“EI-Hulâsa”da Ebû Yusuf'tan şu rivayet naklediliyor: İmam Ebû Yusuf’a halife Memun'un huzurunda: Hz.Peygamber kabak yemeğini severdi denildi. Bir kimse de ben sevmem dedi. Bunun üzerine Ebû Yusuf bir kılınç getirilmesini emretti. O adam: “Estağfirullah” bu söylediğim sözden ve küfrü gerektiren bütün söz ve davranışlardan Allah'ın mağfiretini isterim, dedikten sonra (Eşhedü en lâ ilahe illellah ve eşhedü Enne Muhammeden Abdühû ve resîlühû) dedi.” Bunun üzerine Ebû Yusuf onu bırakıp öldürmedi. Bu vakanın tevili şöyledir. O adam bu sözü hakaret ve alay tarzında söylemişti. Yani zorlama tabiî olarak isteyerek yapılan işlere dahil değildir.
Yine “El-Ecnâs” adlı kitapta kaydedildiğine göre Ebû Hanîfe'nîn şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Peygamberlerle meleklerden başkası için salâvat getirilmez. Bunlardan başkasına, salavat getiren Rafizî dediğimiz Şia'nın Galiye taifesindendir. Yani Kızılbaştır.” Bunun mânası şudur. Selâmın hükmü böyle değildir. Bunun sebebi ise selâm müslümanların birbirine duasıdır. Bir müslümana “Esselâmu aleyküm” demekle “Aleyhisselâm” demek arasında bir fark yoktur. Yalnız, Alî aleyhisselâm demek bidat ehlinin alâmetidir. Bunu söylemek güzel değildir.
Dostları ilə paylaş: |