İşçi gençliğin önemli bir kesiminin içinde yer aldığı çıraklık statüsü, kölelik statüsünden başka bir şey değildir. Resmi kayıtlara göre 2 milyon genç, bu statüde çalıştırılmaktadır. Sendikalar ise ülkemizde 5 milyon kadar çırak olduğunu bildirmektedirler. Çırakların belli bir ücret almakla birlikte, bir mesleği de öğrenmek için çalıştırıldıkları iddia edilse de bu yalnızca söylemde kalmaktadır. Gerçekte, önemli bir ağırlığını din ve ahlak bilgisi gibi derslerin oluşturduğu “çıraklık eğitimi”nden yararlananların sayısı 170 bini ancak bulmaktadır. Bu statü altında genç işçiler küçük ve orta ölçekli işletmelerde her türlü meslek hastalığı ve kazaya uygun ortamlarda, son derece düşük ücretlerle sömürülmektedirler. Angarya ve dayak çıraklar için katlanılır olağan bir uygulama haline gelmiştir. Ülkemizde çıraklığın gerçek anlamı budur.
Sportif ve kültürel etkinlikler ise neredeyse yalnızca burjuva çocuklarının yararlanabildiği pahalı bir uğraştır. Kapitalizmde genç işçiler bu türden özlemlerini yüreklerine gömmek zorundadırlar. Kaldı ki spoftif ve kültürel faaliyetin olanakları olsa bile, hafta sonları dahil zorunlu mesaiye bırakılan işçilerin bunlardan yararlanmaları mümkün değildir. Onlara “boş zaman uğraşısı” olarak layık görülen yalnızca maç izleyiciliğidir. Gençlerin düzene karşı öfkesi böylelikle rakip futbol takımına karşı öfkeye dönüştürülmektedir.
Sermaye diktatörlüğü, işçi gençliğin düzen açısından taşıdığı potansiyel tehlikenin bilincindedir. Bu nedenle onun tepkisinin düzen kanalları içerisinde eriyip gitmesine büyük önem verir. Yasalarla elini, kolunu bağlamaya çalışır. Örneğin ülkemizde 16 yaşından küçük işçilerin bir sendikaya üye olabilmesi için ana-babasının onayı şarttır. En ufak bir kıpırdanışını acımasız bir polis terörüyle ezmeye, yok etmeye çalışır vb.
Tüm yaşamı dayak, baskı, küfür, sefalet ve ağır çalışma(128)koşullarıyla özetlenen genç işçilere bu düzen hiçbir şey veremez. Onlar daha hayatlarının ilk evrelerinde kapitalizmin temel niteliğini yaşayarak öğrenirler. Gözlerini sömürü çarklarının içerisinde açarlar. Bu yönleriyle sınıfın en ileri ve en diri unsurlarıdır da. Ekim Gençliği'nin ilk sayısındaki Başyazı’da da vurgulandığı gibi, “Komünistler sınıf çalışması içinde genç işçilere, gençlik çalışması içinde ise işçi gençliğe ayrı dikkat göstermek zorundadırlar, işçi sınıfı damgasını taşıyan tüm devrimlerde ya da büyük devrimci hareketlerde sınıfın genç kesimi her zaman özel bir rol oynamıştır. Lenin’in ‘Biz daima devrimci sınıfın gençliğinin partisi olacağız' demesi boşuna değildir.’”
Komünistler işçi gençliğin yaşam ve çalışma koşullarını yakından izlemeli, onların özgül sorunlarında önlerini açan perspektifler sunabilmelidirler. İşçi gençliğin enerji ve kapasitesini sosyalizm için mücadeleye seferber etmesini ve sınıfın öncü partisinde örgütlenmesini sağlayacak tarzda faaliyetlerini biçimlendirmelidirler.
Saflarımızda daha çok genç işçi için Ekimciler görev başına!
Üniversiteler geçtiğimiz yıla oranla yeni öğretim dönemine coşkusuz başladılar. Kurultay girişimi, yurt sorunlarını gündemine alan eylemlilikler, olası bir yeni hareketlilik sürecinin göstergeleri olsalar da, yüksek öğrenim gençliğinin üzerindeki ölü toprağı henüz atamadığı görülmektedir.
Tam da aynı süreçte İstanbul Sefaköy Lisesi direnişi nedeniyle gözler bir kez daha liseli gençliğin mücadelesine çevrildi. Üniversitelerin tersine liselerde örgütlenme çabası bir dizi zaafı taşısa da hızlı bir biçimde sürmekte. Eylemler yoğunlaşmakta.
12 Eylül sonrasında devlet güçlerinin saldırısı, YÖK yasası vb. üniversitelerde ciddi tahribatlar yarattı. Ama bundan da önemlisi işçi, emekçi çocuklarının bir yüksek okula kaydolma şansı oldukça azaldı. Pahalı dershaneler, har(a)çlar, diplomalı işsizlerin hızla artması, yaşam koşullarının alabildiğine kötüleşmesi, emekçi yığınlarının üniversiteleri bir umut kapısı olarak görmelerini(130)hayli zorlaştırmaktadır. Günümüzde özellikle meslek liseleri kolay yoldan iş bulmak, meslek edinmek için yoksul kitlelerin gözünde bir olanak olarak görünmektedir. İşsizliğin %30’lara vardığı ülkemizde bu liselerin nasıl bir olanak olduğu da tartışılır. Ancak özellikle meslek lisesi öğrencilerinin staj adı altında fabrikalarda çalıştırılması, onların daha okuldayken, kapitalizmin sömürü çarkıyla tanışmasına neden olmaktadır. Böylelikle kendi yarattıkları değerin bir avuç sermayedarın kasasına nasıl aktığını görmektedirler. Kaldı ki, stajın kendisi de yoğun bir sömürü biçimine dönüşmüştür. Öğrencilerin emeği karşılıksız olarak kullanılmakta, yarattıkları artı-değere kapitalist patronlarca el konulmaktadır.
Kapitalist sistemin ayakta kalması için burjuvazinin okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan uysal kölelere ihtiyacı vardır. Kapitalistlerin istediği fabrikada önündeki makinayı çalıştıracak kadar kendini geliştirmiş, işsiz kaldığında bile tanrıya şükredecek, boş zamanlarında ise televizyon dizisi seyredip, futbol maçlarına gidecek insan tipidir. Ama burjuvazi insanların üretimde yer alabilmesi için bazı bilgilere sahip olması, eğitim görmesi gerektiğini bilir. Kapitalistlerin var olabilmesi için “eğitilmiş” ücretli kölelerin varlığı zorunludur. Kısacası sermaye düzeni için sorun yaşadığı dünyayı bilimin ışığında kavrayan, onu dönüştüren bireyler yetiştirmek değildir. Bazı teknik bilgilere sahip, devleti ve sistemi değişmez, mutlak güç olarak gören köleler ordusu yaratmaktır.
Bu tip bir “eğitim” de, yine aynı şekilde yetiştirilmiş öğretmenler tarafından verilmektedir. Dayak atan müdürler, kılık kıyafetle ilgilenmekten başka becerisi olmayan öğretmenler, ispiyoncu okul idareleri, bu işlevleriyle öğrencilerin karşısında düzenin selameti için çırpınıp duran görevlilerdir. Düzen bu şekilde işletilmektedir. Okul idaresi perde arkasındaki sermaye devletinin birer bekçisidir.